4857 sayılı Kanun’un 2 nci maddesine göre bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir.
4857 sayılı Kanun’un 2 nci maddesinin 7 nci fıkrasına göre bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.
5510 sayılı Kanun’un 12/6.maddesi ile de asıl işveren, bu Kanunun işverene yüklediği yükümlülüklerden dolayı alt işveren ile birlikte sorumlu tutulmuştur.
Yargıtay’a göre, “Asıl işveren ile alt işverenin birlikte sorumluluğu “müteselsil sorumluluktur”. Asıl işveren, doğrudan bir hizmet sözleşmesi bulunmamakla birlikte İş Kanunu’nun ilgili maddesi gereğince alt işverenin işçilerinin iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle uğrayacakları maddi ve manevi zarardan alt işveren ile birlikte müteselsilen sorumludur. Bu nedenle meslek hastalığına veya iş kazasına uğrayan alt işverenin işçisi veya ölümü halinde mirasçıları tazminat davasını müteselsil sorumlu olan asıl işveren ve alt işverene karşı birlikte açabilecekleri gibi yalnızca asıl işverene veya alt işverene karşı da açabilirler. Öte yandan asıl işveren ile alt işveren arasında yapılan sözleşme ile iş kazası veya meslek hastalığına bağlı maddi ve manevi tazminat sorumluluğunun alt işverene ait olduğunun kararlaştırılması; bu sözleşmenin tarafı olmayan işçi veya mirasçıları bağlamaz” (Y9HD.13.02.2018 T., 2018/404, K.2018/1141 Legalbank).
Türk Ceza Hukukunun en temel ilkelerinden birisi de, suç bizatihi kim tarafından işlenmişse o kişinin cezalandırılması anlamına gelen “şahsilik ilkesi”dir. Nitekim 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 20 nci maddesine göre, “Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.” Dolayısıyla bir iş kazasına ya da meslek hastalığına asıl olarak kim sebebiyet vermişse, o kişinin cezalandırılması gerekir (AYDINLI, İbrahim, İş sağlığı ve Güvenliğinden Doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk, Ankara 2015). Nitekim asıl işveren ile alt işveren arasındaki müteselsil sorumluluk hukuki sorumluluktur. İşverenin iş kazalarından cezai sorumluluğu kusur sorumluluğuna dayanır. Cezai sorumluluktan bahsedebilmek için işverenin kusurlu olması gerekir. Bu bağlamda “cezaların kişiselliği ilkesi” gereği önlem alma ihtimali olan gerçek kişi cezai açıdan sorumlu olacaktır.
Sonuç olarak, asıl işverenin, alt işveren işçisi ile doğrudan bir iş sözleşmesi bulunmamakla birlikte, İş Kanunu m.2/6 fıkrası uyarınca alt işveren işçilerinin iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle uğrayacakları maddi ve manevi zarardan alt işveren ile birlikte müteselsilen sorumludur. Ancak İş Kanunu’nda düzenlenen sorumluluk hukuki sorumluluk olup, cezai sorumluluğa ilişkin değildir. Cezaların kişiselliği ilkesi gereği, alt işveren işçisinin iş kazasında ölümüyle ortaya çıkan cezai sorumluluk, asıl işvereni ilgilendirmez.