Rotalar Yeniden Çizilirken Depolama ve Envanter Yönetimi
Müge TÜRKKAN
ABD Başkanı Donald Trump, 2 Nisan’da Beyaz Saray’daki etkinlikte, 185 ülkeye yönelik karşılıklı tarifeler getiren kararnameyi imzaladı. Bu kararnameyle, ABD’nin birçok ticaret ortağından ithal edilen mallara yüzde 10 ile 50 arasında değişen tarifeler getirildi. Bu haber global piyasalarda büyük bir düşüş etkisi yarattıktan sonra Beyaz Saray’dan tarifelere ilişkin bazı erteleme kararları alınması piyasalarda geçici bir rahatlamaya neden oldu.
Trump’ın listesinde Türkiye %10 ile en düşük tarife uygulanan ülkeler arasında. Ancak Amerika’ya ihracatı yüksek olan ülkeler için uygulanan tarifeler %50’ye kadar varıyor. Bu ülkelerin koydukları karşı tarifelerle ile global ticarette rotaların değişmesi kaçınılmaz olacak.
Bu yeni resmin özellikle tekstil, kimya, otomotiv yan sanayi gibi bazı sektörler açısından Türkiye’de yeni fırsatlar yaratması bekleniyor. Bu noktada Türkiye gibi %10 tarife uygulanan ülkeler, hem ithalatçı hem de ihracatçı ülkeler açısından yeni bir yatırım alanı olabilir. Ancak öncelikle yüksek tarife uygulanan ülkelerdeki bu şirketlerin üretim, depolama ve lojistik yapılanmalarında yeni bir strateji oluşturmaları ve Türkiye’nin de onların stratejinin hedefleriyle uyumlu bir lokasyon olması gerekiyor.
Envanter Yönetimi Stratejilerindeki Değişimler
Yüksek tarifeye tabi ülkeler başta olmak üzere birçok ülkede şirketler tarifeler yürürlüğe girmeden önce malları stoklamaya başvurarak depolama alanı talebini arttırması mümkün. Bu eğilim, özellikle ABD ve Çin arasında daha önce yaşanan ticaret gerilimlerinin arttığı dönemlerde de belirgindi. Tedarik zinciri kesintilerinden veya daha fazla fiyat artışından korkan şirketler, alışılmadık derecede büyük miktarlarda mal depolamayı tercih edebilirler.
Buna karşın envanter yönetim stratejisini değiştirmenin artan envanter, ek alan, iş gücü ve yönetim gereksinimi gibi dezavantajları var. Halen neredeyse tam kapasiteyle çalışan depolar için kapasite arttırımı, daha yüksek envanter seviyelerini karşılamak, tesisleri genişletmek veya ek alan kiralamak anlamına gelir ki bu da maliyetleri artırır.
Bu durum söz konusu şirketlerin Onprem yada Bulut Sistemler kullanarak anlık veri akışı sağlama ve Yapay Zeka çözümlerine yönelmesini sağlayabilir. Bu tarz çözümler envanterin depo içinde hem stok açığına düşme riskini hem de maliyetleri en uygun optimum seviyeye getirecek şekilde ele alır. Malların, geri alma sürelerini en aza indirmek ve taşıma maliyetlerini azaltmak için en verimli noktalarda depolanmasını sağlar. Talep sıklığı ve alan uygunluğu gibi faktörlere dayalı olarak depolama yerlerinin otomatik tahsisi büyük ve dalgalanan envanterlerin yönetimsel yükünü azaltır. Bu tarz algoritmalar görev oluşturma ve önceliklendirme ile manuel müdahale ihtiyacını azaltır, iş gücü maliyetlerini düşürür ve depoyu daha maliyet etkin hale getirir.
Şirket için oluşturulan modeller veya apay zeka çözümleri ile geçmiş verilere dayanarak talep dalgalanmalarını öngören ve envanter seviyelerini buna göre ayarlamaya olanak tanıyan öngörücü analitikler kullanılması mümkündür. Güvenli stok seviyelerini önceden belirlenmiş senaryolar ile hızla değişen piyasa koşullarına optimumda tutarak şirketler ticaret savaşlarının koşullarına daha iyi uyum sağlayabilir.
Tedarik Zinciri Çeşitlendirmesi ve Bölgesel Depolama
Tarifeler, birçok şirketi tedarik zincirlerini yeniden gözden geçirmeye, alternatif tedarikçiler aramaya veya üretim operasyonlarını tarife yoğun bölgelerden kaçınmak için taşımaya yöneltecektir. Tedarik zincirlerinde planlanan değişikliklerin depolama yerleri ve dağıtım stratejilerinde ayarlamalar gerektirmesi de kaçınılmaz olacaktır.
Bazı şirketler, yüksek tarifelere tabi bölgelere bağımlılığı en aza indirmek için tedarikçi tabanlarını çeşitlendirmek ya da yeni ürün hatları, farklı ambalaj standartları ve değişen lojistik koşulları oluşturmak mecburiyetinde kalabilirler.
Yeniden üretim ya da üretim ve depolama operasyonlarını başka bir ülkeye taşıma stratejisi, tarifelerden tamamen kaçınmak isteyen şirketler için özellikle caziptir. Bu ülke ihracatın yapıldığı ülke veya düşük tarife uygulanan bir ülke olabilir. Ancak, yeniden üretim kendi zorluklarını da beraberinde getirir, bunlar arasında daha yüksek iş gücü maliyetleri, lokal regülasyonlara uyum ve yatırım finansmanı yer alır. Depolar için bu, altyapıyı ayarlamak, iş akışlarını yeniden değerlendirmek ve rekabetçi kalmak için potansiyel olarak yeni teknolojiye yatırım yapmak anlamına gelir. için otomasyona yönelmektedir. Ancak, geçiş her zaman sorunsuz değildir. Otomatik sistemlerin uygulanması, yatırım ve personelin yeniden eğitilmesini gerektirir ki bu da maliyetli ve zaman alıcı olabilir.
Gelecekte, en başarılı depolar muhtemelen en düşük maliyette verimlilik sağlayabilen, teknolojiyi değişen ticaret politikaları ve piyasa taleplerinin önünde kalmak için kullananlar olacak. Aslında dünya bu gerçekleşecek ticaret savaşları ile ilgili ilk pratiğini 2017-2020 yılları arasında Trump’ın ilk başkanlık döneminde yaşamıştı. 2018 yılında Trump Avrupa Birliği, Meksika ve Kanada’ya solar paneller, bazı elektronikler, çelik ve alüminyum sektörlerinde yeni tarifeler uygulamıştı. Onu takip eden yıllarda da Çin ile ABD’nin karşılıklı tarife çekişmeleri olmuştu. Bu dönem önümüzdeki günlerde yaşanabilecekler hakkında ipuçları verse de yeterli olmayacaktır. Çünkü bu dönemde tüm ülkeler ve tüm sektörlere yaygın bir tarife uygulaması yoktu.
Bugün ise global piyasalarda çeşitli manipülasyonlara sebep olabilecek tarife açıklamaları ve ertelemeleri öngörülebilirliği güçleştiriyor. Buna karşın Türkiye’deki şirketlerin hem iç piyasadaki talebi olumsuz etkileyebilecek fiyat artışlarına, hem de global ticarette çizilmesi muhtemel yeni rotalara hazırlıklı olması gerekiyor. Envanter yönetiminde teknolojik çözümlere adaptasyon, verimliliğin ve kapasitenin arttırılması şirketler açısından atılabilecek adımlar olabilir. Şirketler bu adımları atarken Türkiye’deki Finansal kurumlar ile işbirliği içerisinde ilerleyebilir ve Yatırım Finansmanı ve Tedarikçi Finansmanı ürünleri ile sürecin desteklenmesini sağlayabilirler.
Elbette ki tüm bunlar gerçekleşirken yatırım yapacak şirketlerin değerlendirmeye alacağı bir diğer konu, Türkiye’nin yatırım yapılabilirliğini gösteren kredi derecelendirme notları, kredi risk primi ve jeopolitik riski olacaktır.
Müge TÜRKKAN