Türkler olarak Orta Asya’dan beri gelen kadim bir kültürümüz var. Köklerimiz çok sağlam. Örf ve adetlerimizin geçmişi çok derinlere dayanıyor. Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan yolda çok sayıda devlet ve uygarlık kurduğumuz için hükümranlık sürdüğümüz toprakların toplumlarından da kültürel alışverişimiz oldu. İslami, Arabi, Farisi, Alevi, Kürdi ve Avrupai kültürlerden etkilendik. Kendi kültürümüzle onların kültürlerini güzelce harmanladık. Nihayetinde kendi öz kültürümüzü büyük ölçüde koruyarak bugünlere geldik.
İslam’la tanışma, Arap ve Fars haklarıyla kaynaşma, Avrupa’lılarla temaslarımız ve ticaretimiz, Selçuklu, Osmanlı gibi büyük devletler kurup küresel çapta etkili oluşumuz, nihayetinde kurduğumuz son Cumhuriyet, batılılaşma hareketleri kültürümüze zenginlik kattı.
Yiğitliğiyle, misafirperverliğiyle, yardımseverliğiyle, saf ve temiz oluşuyla, çalışkanlığıyla, ahlakıyla Dünya’ya nam salmıştır Türk insanı. Çok zor zamanlardan geçmiş, nice savaşlar ve badireler atlatmış, nice zaferler kazanmış, yokluğu da varlığı da görmüş geçirmiştir. Toprağına sahip çıkmış, nice şehit ve gaziler vermiştir bayrağı ve dini uğruna. Bizim ezanımız, kandillerimiz, büyüğe saygımız, küçüğe sevgimiz Dünya’ya örnektir. Ekmeğe basmayız, karıncayı incitmeyiz ama yeri gelince, milli ve manevi değerlerimize saldırılınca aslan gibi kükrer, birlik ve beraberlik içinde hareket ederiz. Bileğini bükemediğimizin elini öpmekten gocunmayız.
Bu topraklarımız güzel kokar, neden bilir misiniz? Çünkü tüm sevdiklerimizi bu topraklara gömdük te ondan. Bizim gökyüzümüz göçmen kuşların geçiş rotasıdır, her baharda yeniden gelip yuvalarını kurarlar. Çünkü bizim onlarla bile dostluğumuz vardır.
Yıllar içinde Dünya’nın değişik yerlerinde zulme uğrayan ne kadar Türk kökenli soydaşımız varsa sahip çıktık. Hepsi bizimle kaynaştı, kız alıp verdik, aile olduk. Hatta başka kültürlerden insanları bile bağrımıza bastık, evimizin kapılarını açtık, ekmeğimizi paylaştık. Bizi seven ev saygı duyan herkesle iyi geçindik. Toprağımıza, birlik ve beraberliğimize göz dikenlere bile kendilerine gelme şansı tanıdık.
Bizim cenaze ve düğünlerimizde, festivallerimizde, güreş, okçuluk gibi ata sporlarımızda, aile ve sosyal yaşantımızda, köylerimizde, şehirlerimizde, demokratik hayatımızda, müziğimizde, folklörümüzde, milli ve dini bayramlarımızda, mevlidlerimizde, kandil gecelerinde, Ramazan teravihlerinde, destanlarımızda, hikâye ve masallarımızda, İstanbul Türkçesinde, bozkurt işaretimizde, türkülerimizde ve ağıtlarımızda hep bu kültürümüzün izlerini görebilirsiniz. Bizim insanımız birbirine saygılıdır, inanan, inanmayan, içki içen, içmeyen, açık gezen, kapalı yaşamayı tercih eden, solcumuz, ülkücümüz tüm insanlarımız. Evet ara sıra tartışmalarımız olur ama kol kırılır yen içinde kalır. Daha doğrusu kalırdı. Artık kalmıyor. İşte bu noktada işin rengi değişmeye başladı. Maalesef ilk başta masum ve mazlum insanlara kucak açma şeklinde başlayan göçler Tük insanını ve kültürünü ele geçirmeye ve boğmaya başladı.
Binlerce yıldır emek verdiğimiz, el emeği göz nuru ile büyütüp beslediğimiz, gözümüz gibi sakındığımız kültürümüz yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Mahallemizi, köyümüzü, kentimizi nerden geldiği belli olmayan, bize adapte olmamakta ısrar eden, iyi görünüp aslında içinde bize karşı ne hisler beslediğini bilmediğimiz insanlar kapladı her yanımızı. Başımıza ne geleceğini bilmeden, korku ve endişe içinde yaşamaya başladık. Artık çocuklarımız için endişe eder olduk. Tek başımıza gezmekten korkar hale geldik.
Cavit SOY