“Duygusal Zekâ, nasıl düşündüğümüzü, hissettiğimizi ve nasıl davrandığımızı tanımanın, anlamanın ve seçmenin bir yoludur. Başkaları ile olan etkileşimlerimizi ve kendimiz hakkındaki anlayışımızı biçimlendirir. Nasıl ve ne öğrendiğimizi tanımlar; öncelikleri belirlememize izin verir; günlük eylemlerimizin çoğunu belirler. Araştırmalar, duygusal zekanın hayatımızdaki “başarının” %80’inden sorumlu olduğunu öne sürmektedir.” J. Freedman
Kişilerin beyni konusunda gerçekleştirilen son çalışmalar, kişinin zekâsının gerçek kriterinin sadece bilişsel zekâ olmadığını, yaşam başarısı hakkında önemli belirleyici olanın insanların duygusal zekâsı olduğunu ortaya koymuştur. Duygusal zekâ, bireyin bütün davranışlarına yön veren dürtü, ihtiyaç ile gerçek değerlerini sembolize etmekte ve iş hayatındaki başarının ve kişilerle olan ilişkilerin başarısının belirleyicisi konumundadır. Son zamanlarda bilim insanları, örgütsel, eğitimsel ve klinik psikoloji vb. gibi farklı alanlarda uygulanan duygusal zekâ kavramını incelemeye odaklanmıştır.
Duygusal zekâ araştırmalarının temeli 1920’de Thorndike’nin oluşturmuş olduğu sosyal zekâ modeline dayanmaktadır. Bu zekâ türünün açıklamasını yaparken duygusal zekâya da bir temel oluşturmuştur. Sosyal zekâ modeli kişilerin ilişkilerini idare etme ve anlama yeteneğine dayanmaktadır. Bu kavram, Yale Üniversitesi’nde psikoloji bölümünde olan Peter Salovey tarafından icat edilmiş ve New Hampshire Üniversitesi’nden John Mayer tarafından bireyin başkalarının hisleri için empati yapması ve kendi duygularını anlaması olarak açıklanmıştır.
Howard Gardner ise duygusal zekâyı; Çoklu Zekâ Kuramının bir parçası olarak ortaya çıkarmıştır. Zekânın tek yönlü olmadığını açıklayan Gardner, zekâyı sekiz farklı türe ayırmıştır. Ortaya çıkardığı bu model, sosyal zekâ ile bireye dönük olan kişisel alanları da kapsamına almaktadır.
Daniel Goleman (1995) ise, “Duygusal Zekâ” adlı kitabında “Duygusal zekâyı bireyin kendi duygularını anlaması, duygularını yaşamı zenginleştirecek biçimde düzenleyebilmesi ve başkalarının duygularına empati beslemesi yeteneği” şeklinde tanımlamaktadır. Goleman; beynin düşünen tarafının, beynin duygusal olan tarafından ortaya çıktığını, beynin duygusal ve düşünen parçalarının beraber çalıştığını ve gerek özel hayatta gerekse iş hayatında mutlu ve başarılı olmanın, bireylerin duygusal zekâ yeteneklerine bağlı olduğunu açıklamaktadır.
Maslach ile Zimbardo (1982) tükenmişliğin, bireyin çalışma yaşamında müşterilerine gerekli olan ilgiyi göstermediği ve kötü davrandığı için olumsuz bir etki meydana getirdiğini açıklamışlardır. Birey, tükenmişlik sırasında fiziki olarak oradadır fakat, içsel şekilde orada yokmuş gibi davranır. Her türlü davranıştan, çevresine karşı olan yakınlaşma hareketlerinden kendini uzak tutar. Bir süre sonra psikolojik açıdan her şeyden uzaklaşmaktadır. Çalışma sırasında verdiği molaların süresi gün geçtikçe uzar ve eve bir an önce gidebilmek için işyerinden erken bir vakitte ayrılır.
Çalışanların iş ortamlarında fiziksel ve duygusal yeteneklerini, akıllarını daha sık bir biçimde kullanmaları önem taşımaktadır. Bu nedenle duygusal zekâ kavramının iş hayatındaki önemi gün geçtikçe artmaktadır. Özellikle pandemi döneminde iş yükünün artmasının yanında, psiko-sosyal baskının oluşması, ev ve iş hayatı dengesindeki bozulmalar, yorgunluk gibi faktörler çalışanları olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Çalışanlar kendi duygu ve düşüncelerini iyi bir biçimde yönetirlerse, iş yaşamında önlerine çıkan zorluklar karşısında fiziksel güçlerini ve çalışma güçlerini iyi olarak kullanmayı bileceklerdir.
Detaylı bilgiler için aşağıdaki eseri okuyabilirsiniz:
Mert, G. & Öztekin, A. (2022). Pandemi döneminde sağlık sektöründe çalışanların mesleki tükenmişlik düzeylerinin duygusal zekâ üzerindeki etkisi. Abant Sosyal Bilimler Dergisi, 22(1), 227-242. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2068251
Dr. Öğr. Üyesi Gözde MERT
Nişantaşı Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi
İşletme Bölüm Başkanı & Gözde Araştırma Şirketi Kurucusu