Bazen bilgi birikiminiz, donanımınız, tecrübeniz ve iş kalitenizin yarısına bile sahip olmayan insanların sizden çok daha iyi konumlara geldiğini görür, iş hayatının adaletsizliklerle dolu olduğunu düşünürsünüz.
Gerçekten öyle mi? Ya biri sizin bu düşüncenize meydan okusa ve iş hayatının aslında insanlara olabildiğince adil davrandığını söyleseydi, ne düşünürdünüz?
Nasıl mı? Şimdi zamanı geri sarıp az önceki örneğimize geri dönelim:
Siz kendinizi daha üst noktalarda konumlandırmak için almanız gereken eğitimler, sertifikalar, okumanız gereken kitaplar ve yaşamanız gereken tecrübeler olduğunu düşünürsünüz. O esnada diğer kişi sizden çok farklı düşünceler içinde: O pozisyonun kendisinin hakkı olduğundan gayet emin.
Ve ortaya çıkıp sizin hayalinizi kurduğunuz o pozisyona talip oluyor ve onu alıyor. Bu da size şaka gibi geliyor. Hayır şaka değil, hayat denilen oyun böyle.
Öyleyse, hayat bir oyunsa, belki de oyunun kurallarını tekrar gözden geçirmemiz gerek:
Kural 1- Oyun, kendinizi haritada konumlandırdığınız yerde başlar.
O kişi kendini orada konumlandırıyor ve buna da inanıyor. Bir başkasıyla bu konuda konuşurken de size kıyasla çok daha ikna edici ve inandırıcı. Çünkü bir şeye tutkuyla inanan bir insan, başkalarını da buna kolaylıkla inandırabilir. Ne de olsa “Bilinen en güçlü silah, ateşlenmiş insan ruhudur.”
Siz ise kendinizi daha farklı bir noktada konumlandırıyorsunuz. Sonuçta herkes kendini konumlandırdığı noktadaki yerini alıyor.
Kural 2 – Harekete geçen, oyunu kazanır.
Diğer kişi sizden farklı bir şey yaptı, o pozisyonu almak için harekete geçip elinden geleni yaptı. Evren, harekete geçeni sever. Harekete geçmek birçok doğa kanununun çalışmasına sebep olur. Etki tepki, denge, esneklik ve çekim kanunu gibi.
Türklerin tarih sahnesinde en çok devlet kuran ulus olmasının sebeplerinden birinin de bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü geleneksel Türk yönetim sisteminde bugün bile geçerliliğini koruyan bir anlayış vardır: Kervan yolda dizilir. Hele bir yola çıkalım, eksikliklerimizi yolda tamamlarız. Bu son derece esnek bir hareket planıdır. Ve ‘eksiklikler yolda tamamlandığı müddetçe’ de gayet başarılı sonuçlar almak mümkündür. Çünkü iş, işte öğrenilir.
Kural 3 – Kendinize karşı objektif olun
Belki diğer kişinin kendisiyle ilgili olan algısı yanlış. Ama acaba sizin de kendinizle ilgili algınız ne kadar doğru? O belki kendiyle ilgili var olan 4’ü 8 olarak görüyor. Acaba siz de kendinizle ilgili var olan 7’yi 5 olarak algılıyor olabilir misiniz?
Şu durumda her ikiniz de kendinizi yanlış algılıyorsanız, hanginiz daha mutlu?
Sahip olduğunuz donanımı, bilgi birikimini ne kadar takdir ediyorsunuz?
Kural 4 – Başkalarının haritasındaki yeriniz, size bağlıdır
“Peki ama insanların beni konumlandırdığı yeri değiştiremem ki. Benim kendimi nasıl gördüğüm önemli ama, insanların da beni nasıl ve nerede gördüğü daha önemli değil mi?”
Hiç bilmediğiniz bir yerde yol sormak için bir bakkala girdiniz mi? Bir anlığına gözünüzde canlandırın. Birbirini hiç tanımayan iki insan, siz ve bakkal birbirinize bakıyorsunuz. Adam sizi dükkanında ilk defa görüyor. İlk bir kaç saniyede sizin dost mu, düşman mı, müşteri mi, uzak bir akraba mı yoksa yolunu kaybeden biri mi olduğunuzu anlamaya çalışıyor.
“10 saniye zaman ayırmam gereken biri mi?”
“Uzun süreli dostluk kurabileceğim biri mi?” veya
“Kârlı bir müşteri mi?”
Hatta size “siz” şeklinde mi hitap edecek, saygı duyacak mı, kaba bir söylem içine mi girecek?
Ve o büyülü soru soruyor :”Buyurun, ne istemiştiniz?”
Kendinizi onun gözünde konumlandırmak artık tamamen sizin elinizde. Verdiğiniz cevaba göre de sizi kendi hayatında bir yere koyacak. Yani size olan davranışını siz şekillendireceksiniz.
“Buyurun, ne istemiştiniz?” Hiç duymasanız da beden dilinizle, sözlerinizle, insanlara ve olaylara yaklaşımınızla bu büyülü soruya her gün yüzlerce defa cevap veriyorsunuz. İnsanların size nasıl davranacağına, sizi nereye koyacağına kendi ellerinizle siz karar veriyorsunuz. Kendinizi onların gözünde konumlandırıyorsunuz. Bunu patronunuza sunum yaparken anlattıklarınız ve anlatmadıklarınızla yapıyorsunuz. Arkadaşlarınızla okey oynarken, nişanlınızla sohbet ederken yaptığınız tek şey, kendinizi onların gözünde bir yerlere konumlandırmak.
Ve hatta kendinizle yalnız kaldığınızda da kendinizi, kendi gözünüzde bir yerlere konumlandırıyorsunuz.
Kural 5 – Her oyuncu değerlidir.
Bazen yaptıklarımız ile kendimize biçtiğimiz değer bütünleşmiş, durum karmaşık bir hal almıştır. Sanki kendi gözünüzdeki değerinizi, yaptıklarınız, başardıklarınız ve kazandıklarınızla ölçersiniz. Bu biraz mizaçla, biraz da her geçen gün daha fazla “başarı” ve “kazanma” odaklı bir topluma dönüşmekle ilgilidir. İçinde yaşadığımız toplumun değer normları, kendi kendimizi değerlendirirken bilişsel çarpıtmalara sebep olabilir.
24 ayar saf bir gerçek var ki o da; değerli ve önemli olmak için harika bir şey yapmanıza, başarmanıza gerek yoktur.
Siz zaten harikasınız!
Siz zaten değerlisiniz!
Siz zaten önemlisiniz!
Siz zaten sevilmeye layıksınız!
Siz teksiniz (İkiz bile olsanız)
Siz zaten yeterlisiniz!
Ve siz normalsiniz!
İnsanın kendi gerçek değerini bilmesi nedir? Bir insanın kendi gerçek değerini bilmesi ayrı bir şey, kendisini dev aynasında görmek ayrı bir şey değil midir?
Dunning-Kruger Sendromuna farklı bir bakış açısı oldu, ama şimdi hayat denilen oyunda, haritadaki yerinizi daha iyi görebiliyor musunuz? Belki de hayat adil değil, ancak en azından sizin kendinize davrandığınızdan daha adil olabilir mi? Belki de oyunu, kurallarına göre oynamak gerekiyor. Belki de bu yüzden bilge insanlar binlerce yıldır, önce kendinden başla der, hiç biri önce dış sorunları çöz demez:
“Dünyayı değiştirmek istiyorsan, ilk önce kendinden başla.” (Mahatma Gandhi)
“Sen değişince, talihin de değişir.” (Atasözü)
“Değişim, ancak içeriden açılan bir kapıdır.” (Terry Neil)
“İnsanın gelişimi içeriden dışarıya doğrudur.” (Sigmund Freud)
“Kendini bil” (Tapınak yazısı)
“2000’li yılların en önemli keşfi, insanın kendisini keşfi olacaktır” (Alexis Carrel)
Yani derler ki, önce haritadaki yerinizi görün.