Kamu ve Özel Sektör El Ele Verirse Türkiye Pandemi Krizini Fırsata Çevirebilir

İstanbul Ticaret Üniversitesi akademisyenlerinin Covid-19’a ilişkin hazırladığı yeni raporda, Türkiye’nin krizlere karşı artık dirençli olduğu, pandemi sürecinde de Avrupa’nın üretim üssü olmayı hedeflemesi gerektiği belirtiliyor. Bunun için kamu ve özel kesimin el-ele vererek akıl ve güç birliği yapması gerektiğine vurgu yapan raporda Covid-19 pandemisine karşı ve sonrasında alınacak tedbirleri belirlemek, koordine ve takip etmek amacıyla Cumhurbaşkanlığı’nda ‘Pandemiye Karşı Önlemler, Planlama ve Koordinasyon Birimi’ oluşturulması da öneriliyor.

İstanbul Ticaret Üniversitesi akademisyenleri tarafından hazırlanan Covid-19 raporlarına bir yenisi daha eklendi. Prof. Dr. Yusuf Balcı ve Dr. Öğretim Üyesi Güldenur Çetin’in kaleme aldığı ‘Türkiye Ekonomisinde İstihdam ve Çalışma Hayatı Üzerindeki Etkileri’ başlıklı rapor, pandemi sebebiyle Türkiye ve dünya ekonomisinde meydana gelen hızlı ve köklü değişimleri, makroekonomik yapıdaki aksaklıkları ve sorunları ortaya koyarken, çözüm önerileri de sunuyor.

Raporda, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin mevcut ekonomik yapılarının karşı karşıya kaldığı tehditlerin yanı sıra Türkiye ekonomisinin pandemi sonrası muhtemel durum tahlilleri yapılıyor.

TÜRKİYE KRİZLERDEN DERS ALDI

1970’li yıllarda yaşanan petrol krizi, 1994 finans krizi ve 2001 krizinin, küresel krizlerle baş etmede Türkiye ekonomisi açısından birer ders niteliğinde olduğu belirtilen raporda, 2008 küresel kriz sonrası ekonomi gidişatı ve uygulanan politikaların bugün yaşanan pandeminin tetiklediği küresel kriz bakımından son derece önemli olduğu vurgulanıyor.

Raporda pandeminin maliyetini net olarak öngörmenin mümkün olmadığı belirtilerek, şu ifadeler kullanılıyor: “Ekonomik faaliyetlerin tamamıyla durmaması, ülke ekonomisi açısından bir avantaj teşkil etmekle beraber, kısmen yavaşlamasıyla da GSYİH açısından belirli oranda azalmanın kaçınılmaz olduğunu söylemek mümkün. Özellikle üretim sürecinin devamlılığının sağlanması üzerine atılan adımlar, üreticiyi desteklemek üzere alınan kararlar bu noktada önem arz ediyor.”

FIRSATA ÇEVRİLEBİLİR Mİ?

Her krizin ortaya çıkardığı ağır sorunların yanında fırsatlar sunduğuna da işaret edilen raporda, şu önerilerde bulunuluyor: “Pandemi sonrası oluşacak yeni ekonomide ve çalışma hayatında gelir ve istihdam kayıpları olmaması hedefinin yanında, Türkiye’nin bütün dünyanın yaşadığı bu krizden avantajlı çıkabilmesi için kamu ve özel kesim el-ele vererek akıl ve güç birliği yapmalı. Türkiye bu noktada Avrupa’nın ve bölgenin üretim üssü olmayı hedeflemeli.”

Türkiye’nin salgına daha geç yakalanması ve salgının ülkeye gelişine kadar geçen sürenin sağlık sektörü açısından hazırlanma süreci olarak değerlendirilmesinin diğer ülkelere nazaran daha avantajlı hale gelinmesini sağladığı belirtilirken salgın yayılım hızının düşük olması ve kontrollü ilerlemesinin sağlanması sayesinde ekonomik hayatı tamamen durdurmadan salgınla mücadele edildiği kaydediliyor.

Raporda salgın döneminde yapılan kamu harcamalarının tolere edilebileceğinin altı çizilirken, özel sektöre de bazı kolaylıklar sağlanması gerektiği şu sözlerle vurgulanıyor: “Özel sektör açısından da hızlı bir tedbir ve uygulama sürecine girilmeli. Özellikle internetten satış ve faaliyet alanına sahip olmayan işletmelerin bu süreçten zarar görmeden ya da tam anlamıyla kapanma yoluna girmeden çıkabilmeleri açısından online platformlarda varlık göstermelerine yönelik bir dizi düzenleme yapmaları ve hızla uygulamaya geçmeleri gerekiyor.”

İŞSİZLİK SORUNU DOĞABİLİR

Türkiye’nin son birkaç yılda yükselme eğilimi gösteren işsizlik oranında genel artış ve özelde de yüksek genç işsizlik oranlarıyla böyle bir küresel krize girmesinin krizin olumsuz etkilerini arttırabileceği uyarısı yapılıyor. Çalışmada Türkiye’nin 2019 sonu itibarıyla OECD ülkeleri arasında genel işsizlik oranında Yunanistan ve İspanya’nın ardından üçüncü, genç işsizlik oranında da Yunanistan, İspanya ve İtalya’nın ardında dördüncü sırada yer aldığı hatırlatılıyor ve şu uyarı yapılıyor:

“Türkiye’de genel işsizlik oranının yüksek olmasının yanında, Türkiye’nin gelişmiş ekonomilere göre genç bir nüfus yapısına sahip olması da dikkate alındığında, işini kaybetme riskini nispi olarak daha fazla taşıyan, her şeyden önce iş piyasasına girerek bazı dezavantajlara sahip olan genç işgücünün yaşadığımız süreçte, özellikle önümüzdeki dönemde durumunun ciddiyet arz ettiğine şüphe bulunmamaktadır.”

İşsizlikle mücadele için alınan tedbirlere de değinilen raporda ücretsiz izin döneminde çalışanlara İşsizlik Sigortası Fonu’ndan günlük 39,24 TL ödeme yapılması ve kısa çalışma ödeneğinin önemli tedbirler olduğu vurgulanıyor.

TEDBİRLER VE ÇÖZÜMLER

Pandemi sebebiyle oluşan krize karşı alınacak tedbirlere ve sunulacak çözümlere de değinilen raporda, bu süreçte kamu kesiminin özellikle sağlık ve sosyal güvenlik alanlarındaki öneminin daha iyi anlaşıldığının altı çiziliyor. Raporda, kamunun alması gereken tedbirler konusunda şu önerilerde bulunuluyor: “Covid-19 pandemisine karşı ve sonrasında alınacak tedbirleri belirlemek, koordine ve takip etmek amacıyla Cumhurbaşkanlığı’nda ‘Pandemiye Karşı Önlemler, Planlama ve Koordinasyon Birimi oluşturulmalı. Ayrıca ‘Pandemi Sonrası Ekonomik Yapılanmaya İlişkin Tedbirler’ konulu bir Cumhurbaşkanlığı Genelgesi de yayınlanmalı. Hijyen ve istihdam gibi konuları da içerecek bu genelge, tüm bakanlıklara, kanunla kurulmuş kamu kurum ve kuruluşlarına ve meslek örgütlerine, tüm ilgili kesimlere şamil olacaktır.”

Kamunun düzenleyici rolüne ilave olarak denetleyici rolüne de atıfta bulunulan raporda, “Önümüzdeki dönemde önemi çok daha artacak denetim, tarafların, ilgili kesimlerin, işverenlerin, çalışanların ve özellikle meslek kuruluşlarının da katılımıyla konunun eğitici boyutunu öne çıkararak gerçekleştirilmeli. Bu alanlarda gerekli normlar ve standartlar, birincil ve ikincil yasal düzenlemeler yapılmalı” önerilerinde bulunuluyor.

Gelişmiş Analitik Araçları ile İlaç Üretiminde ‘Mükemmellik’ Yakın

Pharmaceutical Industry
Portrait of young female scientist holding petri dish while working on research in medical laboratory

Yeni bir ilaç geliştirilmesindeki safhaları hızlandıran ve üreticilerin doğru ilaç tercihini yapmasını kolaylaştıran kestirimci analitik, her geçen gün daha çok tercih ediliyor. Software AG’nin gelişmiş analitik çözümleri, anomali değerlendirmelerinin kolayca yapılmasını sağlarken, toplam operasyonel performansı da artırıyor.

İlaç sektöründeki çalışmalar, büyük ölçüde, bilim insanlarının araştırmalarının klinik deneyler gibi aşamalarla veriye dökülmesini içeriyor. En iyi ve en sağlıklı sonuca ulaşmak için araştırmaların ve deneylerin, birçok kez gerçekleştirilebilmesi gerekebiliyor. Bu da, hem toplam süreyi uzatıyor hem de ciddi bir maliyet anlamına geliyor.

Ürün geliştirme anlamında birçok sektörden fazla zorluğa sahip olan ilaç sektörü, son yıllarda biyoistatistik uzmanları sayesinde veriye dayalı çalışmalara ağırlık veriyor. Büyük veri ve analitik gibi teknolojiler ise ilaç sektörüne diğer sektörlerde olduğundan daha fazla katkı sağlamayı vaat ediyor.

TrendMiner ile ilaç üretim süresi ve maliyetleri düşüyor

Konu hakkında konuşan Software AG Türkiye ve Katar Satış Öncesi Müdürü Deniz Pazarcıoğlu, “İlaç şirketleri, toplum ve bireylerin sağlığını tehdit eden hastalıkları önleyebilmek için sıkı bir şekilde çalışıyorlar. Ancak çalışmaların uzun ve maliyetli olması, birçok hastalığa çare bulunmasının önünde engel teşkil ediyor. Oysa, araştırmalardan başlayarak üretime kadar olan tüm süreçlerde Büyük veri teknolojisinden, kestirimci ve self servis analitik tekniklerinden faydalanmak mümkün. Doğru araçlar, ilaç şirketlerine çok sayıda seçeneği hızlı bir şekilde test etmeyi, verilerden öngörüler ve tahminler çıkartmayı, dolayısıyla da daha etkili ve hızlı sonuç almayı sağlıyor” dedi.

Software AG’nin TrendMiner çözümü, kısa süre önce tanıtılan R1 sürümü sayesinde yazılım sensörleri yaratarak iç içe hesaplamaların önünü açıyor. Çok sayıda formüldeki birbiriyle bağlı parametreleri birleştirerek fiziksel algılayıcıların yapamadığını yapan sensörler, süreç performansı ve ürün kalitesini artırıyor. Bu süreç, verinin özgürleştirilmesi, diğer bir deyişle veri bilimcisi bağımlı olmayarak, bünyesinde veri bilimcisi barındırmayan kurumlarda ilgili veri sahibi mühendisin, analitik modelleme bilgisine sahip olmadan ve Bilgi Teknolojileri Bölümü’ne bağımlı olmadan, kendi verilerini yorumlayabilmesini ve analiz edebilmesi kolaylığını da getiriyor.

İlaç sektörüne yılda 100 milyar dolardan fazla değer sağlayabilir

İlaç endüstrisine Büyük Veri’nin yapabileceği katkıları değerlendiren Software AG Türkiye ve Katar Satış Öncesi Müdürü Deniz Pazarcıoğlu, “Büyük Veri, ilaç ve medikal cihaz sektörüne her yıl 100 milyar doların üzerinde değer katabiliyor. Kestirimci analitik çalışmaları, pazara sürülmesi ortalama 13 yıl süren bir bileşiğin 3 ila 5 yıl daha kısa sürede hazırlanabilmesini mümkün kılıyor” ifadelerini kullandı.

Analitik uygulamaları, ilaç test aşamalarında güvenliği de artırıyor. Gerçek zamanlı veri toplama ve değerlendirme özelliği, klinik bir deneydeki yan etkilerin ya da ilaç etkisindeki düşüşlerin öngörülebilmesini sağlıyor.

Enerji, kamu hizmetleri, gıda işleme, metal ve madencilik sektörlerinin yanı sıra, ilaç sektörüne de önemli bir katkı sağlayan TrendMiner, operasyonel performansı izleyip analiz etmenin yanında, tahminler ortaya koyabiliyor. Çözüm, içerisinde yer alan genişletilmiş zaman serisi ve bağlam analitiği ile anomali değerlendirmelerini de hızlandırıyor.

SoftwareAG, sağlık sektörü için kapsamlı dijital dönüşüm çözümleri sunuyor

Dijital dönüşüm, sağlık sektöründe inovasyon yaratmanın anahtarı olarak görülüyor. Sağlık uzmanlarının çalışma kapsamını genişleten, yeni nesil medikal cihazlar üretilmesini sağlayan, farklı konumlardaki uzmanları bir araya getiren, sağlık hizmetinin kalitesini ve olanaklarını artıran bu çözümler, SoftwareAG tarafından entegrasyon, API, Nesnelerin İnterneti, analitik ve iş dönüşümü başlıklarında ele alınıyor.

Sağlık sektörüne verimlilik, maliyet, gelir ve risk yönetimi çözümleri sunan Software AG, planlama, yönetişim, görünürlük, veri siloları, bağlanabilirlik, uygulama geliştirme, gerçek zamanlı yanıt, kompleks olay yönetimi, akan veri analitiği, kestirimci analitik, endüstriyel self servis analitik gibi kapsamlı dijital dönüşüm çözümleriyle bu alanda en çok karşılaşılan zorlukları da ortadan kaldırıyor.

Kobiler için Fark Yaratmanın İlk Şartı: Dijitalleşme

Kobiler için Fark Yaratmanın İlk Şartı: Dijitalleşme

2020 yılı ile birlikte dijital pazarlama eğilimlerinin değişmesi beklenen bir öngörü iken, pandemi dönemi firmaların dijitalleşme sürecini senenin ilk aylarına kadar çekmiş bulundu. Pandemi döneminde, bu döneme dek dijitale inancı düşük olan kitlelerde ve pazarlarda bir uyanış gerçekleşmiş durumda. Tüm dünyada birçok firma özellikle de KOBİ’ler, dijital pazarlama yöntemleri arasında daha az gündeme aldıkları e-posta pazarlama ve site üstü araçlar gibi modüler fakat etkili pazarlama araçlarının önemini daha net kavradılar.

Sektörde bağımsız şekilde internet üzerinden ürün ve hizmetlerini pazarlamak isteyen küçük işletmeler için kritik bir fırsatlar serisi oluştuğunu ve dijital pazarlamanın doğru kullanıldığı takdirde işletmelerin işlerini büyütme potansiyeli çok büyük olan yegane unsuru olduğunu söyleyen Entegre Dijital Pazarlama Platformu Setrow Genel Müdürü Turgut Taneli, KOBİ’lerin dijital pazarlamayı daha etkin kullanmaları konusunda önemli açıklamalarda ve tavsiyelerde bulundu.

Pandemiyle birlikte artan dijital dönüşüm süreci

“E-posta pazarlamanın yıllar içerisindeki gelişiminin yanı sıra ve getirilen kişisel verilerin korunması kanunu ile birlikte, kişilerin kendi rızaları doğrultusunda bülten almayı kabul etmelerinin etkisi de firma ve markaların kişilerle birebir temas etmek adına dijital pazarlama süreçlerine e-posta pazarlamayı dahil etmelerini sağladı. Bu durum sürdürülebilir olmaya devam edecektir. Artık rastgele ve kişilerin davranışlarına yönelik çok bilinen reklam mecralarından ziyade markalar, bildikleri ve sadık müşteri kazanımlarına hitap etmek, onların alış verişlerinden duyacağı memnuniyeti arttırmak, yeni müşteriler kazanmak ve markalarını daha görünür bir hale getirmek için bütçelerini değerlendirmekten yanalar. Aynı zamanda KOBİ’ler için dijital pazarlama platformlarının daha kolay erişebileceği, maliyet dengesinin biraz daha önde olduğu paketler üretilmesi gerektiğini de bizlere gösterdi. Biz de bu yönde gerekli aksiyonlarımız aldık ve almaya devam ediyoruz.” diyen Setrow Genel Müdürü Turgut Tanelie-posta pazarlama araçlarının yanı sıra web site ziyaretçilerine yönelik kampanya bildirimlerinin gerçekleştirilebileceği, akıllı anketlere verilen cevaplar doğrultusunda senaryoların kurulabileceği pazarlama araçlarının markalar tarafından maksimum performans ile kullanılmasını hedeflediklerini ekledi.

KOBİ’ler için fark yaratmanın ilk adımı: Dijitalleşme

KOBİ’lerin yeni dünya düzenine adaptasyonu için dijital dönüşüm şart. Bunu söylemiş olmak için konvansiyonel ticaret adımlarını elbette ki oturtmuş olmak lazım. Dijital demek işi kolaylaştırmak ve yaymak demek, çok karmaşık değil. Coğrafi sınırlara bağlı kalmaksızın, strateji olarak satmak istediğiniz ürünleri ileri sürmenin en kolay yolu dijital. Öte yandan, ihtiyaç sahibi alıcıların ürünleri veya hizmetleri ne olursa olsun ilk arama noktası da dijital. Basit başlangıçlar ile tüm bunları yakalamanın mümkün olduğunu ifade eden Turgut Taneli, pandemi süreci başlangıcından itibaren dijitale olan dönüşte marka ve firmaların daima yanlarında olduğunu gösteren çözüm önerileri ürettiklerini sözlerine ekledi.

KOBİ’lere tavsiyeler

KOBİ’lere dijitalleşme sürecinde ilk olarak, görevi sadece dijitali ele almak ve idare etmek olan doğru kadroyu kurmalarını öneren Turgut Taneli ”Ülkemiz bu konuda Avrupa ükelerine göre dahi daha iyi durumda. Genç ve konuya hakim çok aday var. Dinamik ve aktif eller üzerinde yönetilmesi gereken bir süreçtir dijital. Bu nedenle ilk sorun personel ve istihdam. İkincisi ise, bilgi düzeyinin azlığı. Biz “Müşterini Tanı” felsefesine bağlı olarak, bu kategorideki firmalar için özel ve firma segmentine göre sınıflandırılmış satış sonrası ekipler ile proaktif dijital eğitim ve pazarlama desteği veriyoruz. Üçüncü olarak tüm start-up ve KOBİ’lere sabırlı olmalarını önerebilirim. Akdeniz insanının çabuk sonuca ulaşma isteği bu noktada da karşımıza çıkan bir husus. Firmalar adım adım ilerlenmesi gerektiğini bilmeli. Ürünleri sadece pazar yerlerine koyarak değil aynı zamanda kendi dijitallerini oluşturarak dijital pazarlamanın güçlü bir neden olduğunu bilmeleri de kritik önem taşıyor.” dedi.

İhracatın Finansmanı – V

TRANSİT TİCARETİN FİNANSMANI

TRANSİT TİCARET NEDİR?

Transit ticaret;

  • Yurt dışında veya serbest bölgelerde yerleşik bir firmadan ya da,
  • Gümrüklü antrepodan satın alınan malın ülkemiz üzerinden transit olarak veya,
  • Doğrudan doğruya yurt dışında veya,
  • Serbest bölgede yerleşik bir firmaya ya da,
  • Gümrüklü antrepoda satılmasıdır.

Transit ticarette esas olan yurdumuza ithal edilip satılması değil, bir ülkeden satın alınan malların yurdumuz üzerinden üçüncü bir ülkeye satılmasıdır. Transit ticaret amacıyla işlem gören malların ülkemizde satılması söz konusu değildir. Transit ticarette alış ve satış bedelleri arasında lehte fark olması esas olmalıdır.

Transit ticarette bir mal bir ülkeden alınıp ülkemiz üzerinden üçüncü bir ülkeye gönderilir;

Veya bir ülkeden satın alınan mallar ülkemiz sınırlarına girmeden direk olarak üçüncü bir ülkeye satılabilir.

Özetlemeye çalıştığım transit ticarette;

  • Hem ithalat,
  • Hem de ihracat

işlemi vardır.

TRANSİT TİCARETİN FİNANSMAN İHTİYACI

Nasıl ki ihracatın finansmanı için bankalar kredi kullandırıyorsa, transit ticaretin finansmanı için de kredi kullandırmaları mümkündür. Zira transit ticaret işleminde ihracatın yapılabilmesi için bir ithalat işlemi vardır. Olaya salt bir ithalat işlemi olarak değil, ihracatın transit ticaret esasına göre yapıldığını düşünmeliyiz. Buradaki finansman ihtiyacı şu şekilde oluşur ve bankalardan bu finansman ihtiyacı için kredi kullanımı yapılır;

Türkiye’de yerleşik kişiler tarafından gerçekleştirilecek transit ticaretin finansmanı amacıyla bankalarca döviz kredisi açılması mümkündür. Transit ticaret tacirince satış bedeli henüz tahsil edilmeden alış bedelinin transferinde kullanılmak üzere, bankalar tarafından alış tutarı kadar döviz kredisi kullandırılabilir.

Satış bedeli tahsil edilmiş ise finansman ihtiyacı kalmayacağından, satış bedelinin tahsil edilmemiş olması (bu konuda firmanın yazılı beyanı alınacaktır) gerekmektedir.

Kredinin kullandırılması sırasında

  1. Kredi kullandıran banka tarafından bir defaya mahsus olmak üzere transit ticaret yapacak firmanın vergi kimlik numarasını gösterir vergi dairesinden alınan belge veya onaylı fotokopisi ile Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi aslı veya onaylı fotokopisi
  2. Alım ve satım sözleşmesi veya alış ve satışa ilişkin fatura

aranılacaktır.

Transit ticaret bir çeşit ihracattır. İhraç konusu mallar ülkemizden değil, bir başka ülkeden satın alınmakta ve üçüncü bir ülkeye satılmaktadır. Ticari bankaların transit ticaretin finansmanı için kredi kullandırmaları mümkündür. Ancak Türk Eximbank kaynaklı kredilerin transit ticaretin finansmanı için kullanılması mümkün bulunmamaktadır.

Neden dersiniz?

PERYÖN Başkanı Berna Öztınaz: “Normalleşme Sürecinde Uyum Sağlamayı Başaranlar Kazanacak”

PERYÖN Başkanı Berna Öztınaz: “Normalleşme Sürecinde Uyum Sağlamayı Başaranlar Kazanacak”

Türkiye’de şimdi ve gelecek için daha iyi bir çalışma yaşamına liderlik etme vizyonuyla faaliyetlerini sürdüren PERYÖN – Türkiye İnsan Yönetimi Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanı Berna Öztınaz, pandemi sonrasında iş dünyasının nasıl şekilleneceğine dikkat çekti. Sadece uzaktan çalışma değil, farklı iş modellerine de hazırlıklı olunması gerektiğine değinen Öztınaz’a göre sürecin kurumlar üzerindeki gerçek etkisini görebilmek için en az altı ay beklemek gerekecek…

Pandemi döneminde aldıkları önlemlerle adeta yeni bir kolektif bilinç yaratan kurumlar için normalleşme süreci başladı. Ancak iş dünyasının salgın ile sınavı hala devam ediyor. Zira farklı çalışma modelleri, ekip ilişkileri, iş-yaşam dengesi ve kurumların süreç içinde edindiği rol, normalleşme reçetesinin başarı oranını etkiliyor.

Yeni dönem için şirketlerin farklı hamleler yapmaya başladığını anlatan PERYÖN – Türkiye İnsan Yönetimi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Berna Öztınaz’a göre pandemi sınavının iş dünyasına ve ekonomiye yönelik sonuçlarını kısa dönemde önce anlamak zor olacak.

Öztınaz; “Yaşadığımız süreçte çözüm üretmek için kolektif çabalara ihtiyacımız var. COVID-19 bir kriz durumunda hep birlikte nasıl hareket edebildiğimizi test etti. Bu sebeple PERYÖN olarak kurumsal tecrübelerimizle elimizdeki bilgileri süzmeye ve tarafları en doğru şekilde bilgilendirmeye çalışıyoruz. Ancak sürecin iş dünyası üzerindeki etkilerini anlamak zamanımızı alacak” dedi.

Kurumların ihtiyacı: Yetkinlik…

Mevcut dönemde hızlı karar alan ve çevik davranan kurumların başarılı olduğuna, bu hareket kabiliyetini kazanmak içinse insan kaynakları uzmanlarına önemli görevler düştüğüne değinen Öztınaz, “Sıklıkla Darwin’i andığımız günler yaşıyoruz. Normalleşme sürecinde güçlü ya da en büyük kurumlar değil, en çok uyum sağlayanlar dönemi az zararla atlatacak, belki de yeni fırsatlar bulacak. Bu nedenle belirsizlik ortamlarında yönetmeye ve sonuç almaya yetkin kişilere olan ihtiyaç artıyor. Yatırım yapılacak, aranan özellikler arasında ise; girişimcilik, doğru analiz yeteneği, karmaşık problem çözme kabiliyeti ve empati, çeviklik, uyum gösterme gibi konular öne çıkıyor. İş geliştirme yetkinliği ve kurum içi girişimcilik dikkat çeken diğer yetkinlikler arasında sayılabilir” dedi.

Salgın döneminin iş dünyasına olan en büyük miraslarından birinin uzaktan çalışma modeli olacağını anlatan Öztınaz, “COVID-19’dan önce iş dünyasında yapılan araştırmalar geleneksel çalışma yöntemlerinin gelecekteki iş modellerine cevap vermediğini bize gösteriyordu. Salgın döneminin bize en büyük mirası olan uzaktan çalışma modeli önümüzdeki süreçte; çalışan deneyimi, performans, kariyer, şirket kültürü gibi pek çok kavrama dokunacak ve değiştirecek” dedi.

Mevcut koşullarda uygulanan uzaktan çalışma modelinin yanlış anlaşılmaması gerektiğini de anlatan Öztınaz, “Şu andaki şartları geleceğin modeli ile karıştırmamamız gerekiyor. Hali hazırda global bir kriz yönetimi yapıyoruz. Uzaktan çalışmak; sınırsız mesai saati, gece yarılarına dek her maile cevap vermek ya da yoğunluktan yemek bile yiyememek demek değildir. Odaklanmamız gereken asıl konu; değişimin başladığı ve farklı çalışma modellerinin önümüzdeki dönemin bir gerçeği olduğudur” dedi.

“Zor bir sürece giriyoruz…”

İş dünyasının zor bir sürece girdiğine değinen Öztınaz; “Gelecek aylar iş dünyası için maalesef zor olacak. Çünkü önümüzde bir resesyon var. Yaratıcı olmak zorundayız. STK’lar ve kurumlar olarak yeni çalışma yöntemlerine alışmamız, adaptasyonu kolaylaştırıcı rol oynamamız, konunun yasal mevzuatı ile ilgili altyapıların hazırlanmasını sağlamamız gerekiyor. Çünkü hibrit çalışma modellerinin hayata geçmesi an meselesi” dedi.

Pandemi döneminin kurumları üç farklı tipe ayırdığını anlatan Öztınaz, “Pandemiyi nasıl yaşadığımız şirketin liderlik olgunluğuna, coğrafyasına, sektörüne, yaşam döngüsünün neresinde olduğuna göre de değişti. Şirketlerin pandemi savaşını yaptıkları işe göre 3 kategoride görüyorum. Bunlardan ilki; krizin başlaması ile keskin bir talep düşüşü ve gelir kaybı yaşayan şirketler. Bu şirketler, hayatta kalmaya odaklandı. Kemik kadrolarına çekilerek işlerini sürdürmek için mücadele ettiler. İkinci tip şirketlerse nispeten finansalları güçlü, yaptıkları iş sekteye uğrasa da iş devamlılığından fazla endişe duymayan şirketler. Rekabetten ve fırsat kaybından endişe etseler de hayatta kalma kaygısını kısa dönemde yaşamayan şirketler. Bu kurumların çalışanlarına odaklanmaya imkanı ve isteği oldu. Ekiplerin fiziksel ve mental sağlıkları için anlamlı uygulamalar hayata geçirdiler. Atölyeler gerçekleştirildi, evden çalışma sürecinin nasıl olacağına dair eğitimler verildi, kitler dağıtıldı. Dönemi iyi değerlendiren bu kurumların geleceğin iş dünyası için çalışmalar yapma şansı bile oldu” dedi.

Son grupta ise her şeye rağmen sahada kalması gereken ve ciddi bir talep artışını yönetmek zorunda kalan sağlık ve gıda gibi şirketlerinin bulunduğuna değinen Öztınaz, “Bu kurumlar hem çalışan ve yöneticilerini motive etmek hem de işlerini sürdürmek zorunda kaldılar. Bütün bunları yaparken de artan taleplere cevap vermek için çalıştılar. Kötü örnekler olmuş olsa da büyük çoğunluğu başarılı bir şekilde çalışmalarını gerçekleştirdi” dedi.

Yanılan liderler var…

Uzaktan ve hibrit çalışma modellerinin ömrünü pandemiye bağlayan ve çalışanlarını eskisi gibi ofiste görmek isteyen liderler olduğunu belirten Öztınaz, önümüzdeki dönemde iş yaşamında olacak muhtemel değişimlerin de altını çizdi. Öztınaz: “İçerisinde geçtiğimiz dönem farklı çalışma modellerinin doğru yönetilmesinin maliyet konusunda da karlı olduğunu ortaya koydu. Her şey eskisi gibi olmayacak belki ama tamamen de değişmeyecek. Çalışanların belli bir bölümü ofisten çalışırken belli bir kısmı uzaktan çalışmaya devam edecek. Bu hem maliyet yönetimi hem jenerasyonların beklentisi hem de sürdürülebilirlik açısından talep edilecek.”

Öztınaz: “Yaratıcılığın ön plana çıktığı bir döneme giriyoruz. Anlam arayışı giderek önem kazanıyor. Özellikle yetenekleri bünyesinde tutabilmek için şirketlerin anlam sunabilmesi, çalışanın hangi resmin parçası olduğunu gösterebilmesi gerekiyor. İK profesyonellerinin her şeyden önce şirketin iş gerçeklerini çok iyi öğrenmeleri, samimi bir merakla, akıllı bir öğrenme stratejisiyle, değişim cesaretini birleştirebilmeleri lazım. Pandemin pek çok açıdan travma yarattığını unutmayalım. Yaşananların çalışanların üzerinde de kalıcı izler bıraktığı malum. Bu nedenle şirket yöneticilerinin ilk başta çalışanlarını anlaması ve sürecin onlara yaşattığı değişimi kavrayabilmesi önemli. Bunun için de şirketlerin liderlerine ve kendi öğrenmelerine yatırım yapması, ortak akıl platformlarında yer alması ve değişimi destekleyip kucaklaması gerekecek.”

Özgün ve Doğru Kararlar Alma Üzerine

Karar mekanizması konumundaki yöneticilerin önemli kısmı iş yoğunluğu, stres ve hedef baskısı içerisinde kendileri ve şirketleri adına farklı bakış açılarıyla değerlendirmeler yapıp özgün kararlar alma ihtiyacı hissederler. Etkin ve yaratıcı düşünüp doğru kararlar almayı, etkili bir zaman yönetimi uygulayıp özel ve sosyal yaşamlarına zaman ayırabilmeyi, üst seviyede performans sergilemeyi ve gerçek liderlik potansiyellerini açığa çıkarmayı arzularlar.

Gerekli durumlarda da çoğu zaman yakın çevresindekilerle değerlendirme ve görüş alışverişlerinde bulunurlar. Ve bu değerlendirmeler çoğu zaman belirli bir noktaya atılan çapa etrafında daireler çizmekle sonuçlanır. Bu çapa, projeksiyonlar, benzer durumlar, iyi ve kötü örnekler, önceki kararlar ve öğrenilmiş çaresizlikler vb.den biri olabilir. Ama konuya yönelik bambaşka bir yaklaşım sergilenmesi nadiren görülür.

Sonra biri çıkar ve daha önce kimsenin düşünemediği bir fikirle gelir. Cep telefonu teknolojisi rüzgârına kapılmayıp, ürüne “akıllı telefon” diye bambaşka bir açıdan bakan biri mesela. Bir kaç yıl önce cep telefonlarının hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmeye başladığı dönemlerde büyük teknoloji şirketleri bu telefonları nasıl daha fazla geliştirebiliriz diye düşünürken, biri çıktı ve konuya bambaşka bir açıdan yaklaştı. Akıllı telefon adı verilen bu yeni ürün, o güne kadar bilinen cep telefonlarını, teknoloji müzelerine gönderdi. Çünkü o, diğer şirket yöneticileri gibi eski kararlara çapa atmamıştı, tamamen özgün ve bağımsız düşünüyordu.

İşte biz profesyonel koçlar, liderlerin kendilerinin gizli güçlerini fark edip harekete geçirmelerine ve kendi akıntılarını yaratmalarına yardımcı olan profesyonelleriz.

Üstelik, koçun, danışanın faaliyet gösterdiği sektörde uzman olması da gerekmez. Aksine koçun, o sektörü bilmemesi çoğu zaman koç-danışan çalışmasının en güçlü yanıdır ve büyük fayda yaratır. 1970’lerin başlarında Timothy Gallway ve Sir John Whitmore, koçluğu İngiltere’de Tenis ve Futbol alanında kullanıyorlardı. Tenis koçluğu için talep çokken, futbol koçluğu için müşterinin olmadığı bir gün, futbol koçlarına tenis koçu formaları giydirip sahaya sürdüler. Ve sonuç şaşkınlık vericiydi: Çünkü hiç tenis bilmeyen bu tenis koçlarının, tenis uzmanı koçlara göre, sporcunun gelişimi açısından çok daha başarılı sonuçlar aldıklarını gördüler. Tenis sporu geçmişi olan koçlar, sporcuların tekniklerini geliştirmeye çalışıyorlardı. Ama bu sporu hiç bilmeyen koçlar bilgi, tecrübe ve teknik paylaşımı yerine, zihinleri provoke edici güçlü sorularla sporcunun kendi sorunu karşısında yaratıcı yönünü ortaya çıkarmasını, spontane çözümler üretmesini sağlıyorlardı ([1]). Öğrenilmiş çaresizlik kalıplarıyla düşünülmeyen, kişiye özel çözümlerin üretildiği, kişinin kendi potansiyelini keşfettiği, özgüvenin ve performansın en üst seviyeye yükseldiği etkili bir süreçti bu.

Ardından bu yeni metodolojinin sadece sporda değil, iş dünyasında ve hatta hayatın her alanında kolaylıkla kullanılabileceğini fark etmeleri uzun sürmedi.

Bugün Avrupa ve Amerika’da başarılı liderler, uzun zamandır profesyonel koçlarla çalışmakta, düzenli olarak hizmet almaktadır. Bu da onların akıntıya kapılmadan doğru ve başarılı kararlar almalarının en önemli sebeplerinden biridir. Çünkü liderler de, her insan gibi irili ufaklı kararlar alırken önceki kararlarının, koşulların, kendi düşünme mekanizmalarının, duygularının ve genel kabullenmelerin etkisinde kalıyor. Bir insanın günde yaklaşık 200 kadar karar aldığı ve bu kararların %80’inin de bu etkiler altında kaldığı düşünülünce konunun önemi daha da belirginleşmiyor mu?

[1] Sir John Whitmore, Performans İçin Koçluk, Paloma Yayınları, Ankara 2017 (5. Baskı)

Reklamın Pazarlaması Olmaz. Reklam, Satışları Canlandırmak İçin Yapılır

İşletmeler reklamlarını topluma entegre ederken, Reklamın Pazarlaması Olmaz, Reklam Satışları Canlandırmak İçin Yapılır sözünden hareketle, toplum bireylerinin algılarında iz 274bırakmak için yapılmaktadır.

Toplumları oluşturan bireyler dünyaya gelip ilk adım attıklarında, ilk önce çevrelerini incelerler ve tanımaya çalışırlar. (Çevre Analizi)

Her birey yaşama ilk tutunduğunda bencildir. Alt beyni hayatta kalmaya programlı, temel gereksinimleri olan biyolojik ihtiyaçlarını tatmin etme güdüsüne sahiptir.

Bireyler öncelikle kendi ihtiyaçlarını giderme güdüsüne sahip oldukları için kendi istek ve ihtiyaçlarını tatmin etmek, bireysel özelliklerini kullanarak hayati ihtiyaçlarını gidermek isteyeceklerdir. (Pazarlama Döngüsü)

Bir işletmenin marka olabilmesi ve toplum nezlinde bir değer yaratabilmesi için toplum ihtiyaçlarına uygun; ürün ve hizmet üretebilmesi, ürün ve ürünün temel özelliklerinde kalite barındırması ve bireylerin algısında seçicilik oluşturması ile mümkündür.

Marka, zaman sürecinde minunmum 10 senelik bir geçmişe sahip olması, günümüze kadar birçok negatif süreçleri atlatarak sürdürülebilir çalışmalar ile geleceğe yönelik planlar yapması, toplumu oluşturan; müşteri ve tüketici nezlinde bir faydaya ve itibara sahip olması gerekmektedir.

Reklam, toplumda oluşmuş marka değerini insan algısında yeniden konumlandırarak satınalma dürtüsünü harekete geçirmek için yapılır.

Yapılanma;

  • Ürün ve Hizmet de Re-Marketing,
  • Global ve Yerel Pazarda Sürdürülebilirlik,
  • Tutundurmayı Güçlendirmek,
  • Omnichanel Yönetimi,
  • BPİ ile İnteraktif Çeşitlilik Oluşturmak,
  • Ürün ve Hizmet Gruplarını Segmente Edebilmek,
  • Toplum Bilincinde Algıda Seçicilik Oluşturmak,
  • Yeni Medyayı Etkileşim Odaklı Kullanabilmek,
  • Teknolojik Gelişmelerden Faydalanmak,

Reklam Pazarlama Politikası aracı değildir.

Tutundurmayı teşvik edici özelliklere sahiptir.

İşletmelerde;

  • Pazarlama Departmanı,
  • Satış Departmanı,

yer alır.

Satış departmanı tutundurmadan sorumludur.

Global firmalar, şirket politikaları gereği yeni medyada reklam çalışması yapmaya; ihtiyaç duymazlar veya istekli değillerdir.

Şirketler yılda bir kez yeni medyada potansiyel hedef kitlesine; düşündürücü veya etki uyandırıcı reklam stratejileri uygulayarak algıda seçiciliği arttırırlar.

Teknolojik Stratejik Gelişmeler,

  • Web Sayfası Yaşanmış Müşteri Deneyimi,
  • Hologram,
  • Arttırılmış Sanal Gerçeklik,
  • Yapay Zeka,
  • Chatbot Tutundurma,
  • Kullanıcı Deneyimi Yönetimi (UXM),
  • Stratejik Pazarlama Yöntemleri,
  • Sürdürülebilir Dijital Alışkanlık Yönetimi,
  • Konumlandırılmış Müşteri ve Tüketici Deneyimi (SCCM),
  • İsteğe Odaklı Reklam,

Reklam Türleri,

  • Geleneksel Reklamlar,
  • Ticari Reklamlar,
  • Mevsimsel Reklamlar,
  • İtibari Reklamlar,
  • Dijital Reklamlar,
  • Teknolojik reklamlar,
  • Propaganda Reklamlar,
  • Algıya Yönetimine Dayalı Reklamlar,

çeşitleri daha fazla arttırabiliriz.

Bilim ve Teknolojilerin ilerlemesine bağlı olarak reklam sektörleri kendi içinde çeşitlilik göstermeye devam edecektir.

Görsel Basın olsun, Yazılı Basın olsun ve Dijital Teknoloji Yönetimi olsun, her alanda reklam sektörü bireylerin algısında etki uyandırarak, algıda seçiciliğe uygun tepkiler yaratmakta, insanların satınalma dürtüsünü harekete geçirmektedir.

Yapay Zeka Çağına geçiş yaptığımız 2020 yılının bu günlerinde, reklam sektöründe önemli gelişmeler yaşanacak ve satınalama karalarımızda daha fazla etkin roller üstlenecektir.

Dünya toplumları Yapay Zeka Çağında, sektörel mecralarda reklam stratejilerini teknolojik stratejilerin yapılanmasına uygun entegre ederek daha fazla müşteri ve tüketici gruplarına hitap edecek çalışmalar yapacaklardır.

Tokat Üniversitesi Teknopark ve Firmaları ile İşbirliği Toplantısı

Tokat Üniversitesi Teknopark ve bünyesindeki firmaları ile yaptığımız toplantıda işbirliği konuları görüşüldü.

Tokat Teknoloji Geliştirme Bölgesi değerli yöneticileri Prof. Dr. Cemil ALKAN ve Prof. Dr. Rüştü YAYAR hocalarımızın liderliğinde Teknopark şirketleri ile bir araya geldik. Güzel bir etkinlik oldu. İşbirliği alanlarını görüştük. Tokat Teknopark yöneticilerimize teşekkür ederiz.
Prof. Dr. Murat ERDAL – Buyer Network B2B İş ve Ticaret Platformu Kurucu Ortağı.

 

MİB: “Ek Gümrük Vergileri Üreticileri Daha Fazla Yatırıma Teşvik Ediyor”

machine tool in metal factory with drilling cnc machines
machine tool in metal factory equipped with automatic drilling cnc machines

– MİB, devletin yerli ve milli üretimi korumacı tavrından memnun – MİB: “Ek gümrük vergileri yerli üreticileri daha fazla yatırıma teşvik ediyor”

1990 yılından beri tüm makine sektöründe yerli makine üreticilerinin çıkarlarını gözetmek ve yerli makine üretimini desteklemek amacıyla faaliyetlerini sürdüren Makina İmalatçıları Birliği (MİB), hükümetin yerli ve milli üretimi korumacı tavrının bazı kesimleri rahatsız ettiğini belirterek, bu konuda getirilen ek gümrük vergilerinin ise üreticiyi yatırım konusunda daha da cesaretlendirdiğini söyledi.

Pandemi süreciyle birlikte etkisini çok daha hızlı hissettiğimiz ticaret savaşları içinde, Türkiye’nin de kendini korumaya çalıştığını ifade eden MİB Yönetim Kurulu Başkanı S. Emre Gencer, “Kurum olarak senelerdir söylemeye çalıştığımız imalatın önemi, bu süreçte çok daha fazla ön plana çıkmış, yerli ve milli bir duruş sergileyen hükümet politikaları ise sığ bir bakış açısı ile eleştirilmektedir. Tüm dünyada yükselen korumacılık duvarlarının bu dönemde ülkemizde haklı şekilde uygulanıyor olması, bazı kesimleri rahatsız etmiştir. Bakanlıklarımızın teveccühü ile ön plana çıkarılan makine imalat sektörünü korumak, ülkenin geleceğini korumaktır. HAMLE Programı gibi stratejik programlarla ön plana çıkarılan katma değerli makine imalatının desteklenmesi de bunlara örnek olarak gösterilebilecek en önemli programlardan biridir. Zamanında kurulmuş ve yanlış politikalar sonucu geri plana itilmiş birçok yatırımın bugünlerde tekrar hayata geçiyor olması da ülkemizin ayaklarındaki ağırlıklardan kurtarılmasına ve yükselmesine vesile olacaktır” diye konuştu.

“Kendi imalatımız olan makineleri ve makine imalatçılarını korumak, temel görevlerimizden olmalı”

Mart ayından sonra yayımlanan kararnameler ile 3000 kalem üzerinde ticarete konu ürüne konulan ek gümrük vergileri de bu koruma çabalarının olumlu sonucudur” diyen S. Emre Gencer, “Enerji fiyatlarının dibe vurduğu şu günlerde, dünya genelinde enerjiden sonra, parasal olarak en büyük ticaret hacmine sahip mal grubu olan makineler ve ülkede bu makineleri yapan bizleri koruyan kararları görmek bizleri sevindiriyor ve daha fazla yatırım yapmak için yüreklendiriyor. ‘Devlet daha fazla vergi toplamak için bunu yaptı’ diyenler ise şu süreçte üretim kabiliyetlerimizi gösteren solunum cihazı, maske ve koruyucu siperlik gibi ürünleri nasıl geliştirebildiğimizi hiç mi merak etmiyorlar? Sanayi devrimiyle çok büyük rakamlara ulaşabilen üretim altyapısının kalbi makinelerdir ve makine imal etmeyi bırakmak, stratejik olarak yapılacak en büyük hatalardan biri olacaktır. Bu sadece pandemi sürecinde değil savaş, kıtlık ve deprem gibi felaketlerde de önemini çok daha fazla hissettirecektir. Hiçbir ülke, depremde yıkılan binalarınızı kaldırmak için gereken iş makinasını, mali sisteminiz çalışmıyor olsa bile, sizden para istemeden vermeyecektir. Savunma sanayisinde kullanılacak temel makinaları, barış zamanı bile vermekten imtina edeceklerdir. Dolayısıyla kendi imalatımız olan makineleri ve makine imalatçılarını da korumak, temel görevlerimizden olmalıdır” diye konuştu.

Uzakdoğu menşeli ucuz ve kalitesiz makinelere karşı yerli imalatçı korunmalı

Değişen dünya düzeninde, daha hızlı karar almayı gerektiren durumlardan devletlerin de nasibini aldığını aktaran Gencer, “Daha hızlı ve etkili karar alma süreçlerine geçiş yapan ülkemizin de özellikle pandemi sonrası çıkan Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile çok daha etkin bir biçimde kendini korumaya alabildiğini görüyoruz. Çok ucuz hammadde ve işçilik maliyetleri ile dünyanın öbür ucundan ülkemizi tehdit eden ve dünyanın ucuz üretim merkezi haline gelen Uzakdoğu ülkelerinin, bu süreçte öncelikle bizim de bulunduğumuz pazardan pay almaya çalışması, yerli imalatı sürekli olarak tehdit etmektedir. Yerlinin gelişmesi için gerekli kâr payını da bu firmalar ile rekabet esnasında kaybetmek, bir üst lige çıkabilmek için gerekli olan enerjiyi ve kaynağı, maalesef sömürmektedir. Üst seviyedeki ligler ile nasıl baş edeceğini düşünmesi gereken imalatçı, ucuz üretim ile yurtiçinde rekabette tüm zamanını harcamak istememektedir. Yerli imalatçının tüm dünya genelinde rekabetten kaçınmadığı ve devlerle rekabet ettiği bir ortamda, Uzakdoğu menşeli ucuz ve kalitesiz makinelere karşı en azından yurt içinde korunması şarttır” ifadelerini kullandı.

Yerli makinelerin önü kesilmek isteniyor

Kimsenin içeriğini ve detayını bilmediği, kaynak gösterilmeden ve halka açık şekilde yayınlanmadan sadece ithalatçı firmaların istekleri doğrultusunda hazırlanan raporlarla ‘ihracatımız azalacak’ algısı yaratmak ülkemize zarar vermektedir” diyen S. Emre Gencer, “Geçtiğimiz aylarda aralıklı kararnameler ile getirilen ek gümrük vergilerini, ‘daha fazla vergi yükü’ mantığından hareketle okumak mümkün değildir. Ülke içinde belirli bir üretim kapasitesine haiz makinaların çoğu, bu dönemde Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından korunmaya alınmış, cari açığı azaltmayı ve yerli imalatı ön plana çıkarmayı amaçlayan politikalar ilk kez bu kadar güçlü bir biçimde devlet iradesi olarak halk yararına sunulmuştur. Savunma, otomotiv, gıda gibi önemli sektörlere ilişkin peşi sıra açıklamalar önemli gibi görünse de geleceğin parçası olacak ‘güçlü Türkiye’ için geliştirilen yerli makinelerin önü kesilmek istenmektedir. Destek verilmek isteniyorsa, koşulsuz biçimde alınan bu kararlar alkışlanmalı, sistemde görülen eksiklikler olumlu yönde değiştirilmeye çalışılarak yola devam edilmelidir” dedi.

Yatırımlarda yerli ve yeni makine alımlarında destek kriterleri artırılmalı

Yerli imalatın korunması ve bu korumanın temelinde yapılan yatırımların yerliye yönlendirilmesi hususu da önümüzdeki dönemde gündeme mutlaka gelmelidir” diye ekleyen Gencer, “Yatırım teşvik sistemi gereği, yerli-yabancı ayrımı yapılmaksızın verilen destekler, korumakta olduğumuz makinaların neredeyse tamamının koruma duvarları üzerinden rahatça aşmasını sağlamaya yönelik destekler sunmaktadır. Yatırım çerçevesinde kullanılmış veya sıfır olarak ithal edilmek istenen makineler, KDV ve gümrük vergisi yanında, varsa ilave gümrük vergisinden muaf olarak ülkeye giriş yapmakta, imalatçılarımız da bu makineler ile rekabet etmeye zorlanmaktadır. Bu, bizlerin vergileri ile sübvanse edilen ithal makinalar anlamına gelmekte ve bizleri oyun dışı bırakmaya yönelik bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. Yatırım teşviklerindeki bu uygulama, ilave vergilerle korumaya çalıştığımız ucuz ve kalitesiz ithal makinenin önünü açmaya yönelik bir kara deliktir. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımız ve özellikle Bakan Yardımcısı Sn. Hasan Büyükdede’nin bu konudaki çalışmalarını yürekten destekliyoruz. Yatırımlarda yerli ve yeni makine alımlarında destek kriterleri artırılmalı, yatırım ile yurtiçinde kalacak dövizin yeniden yatırıma ve istihdama dönüşeceği ise unutulmamalıdır” açıklamalarında bulundu.

TAV EASA’nın COVID-19 Protokolünü İmzaladı

TAV Havalimanları’nın dört ülkede işlettiği dokuz havalimanı Avrupa Havacılık Emniyeti Ajansı (EASA) tarafından oluşturulan “Havacılık Sektörü için COVID-19 Protokolü”nü imzaladı.

TAV, Avrupa Birliği’nin havacılık güvenliğinden sorumlu ajansı EASA tarafından COVID-19’a karşı yolcuların ve çalışanların sağlığını korumak üzere oluşturduğu kriterlere imza attı.

TAV tarafından işletilen Türkiye’deki Ankara Esenboğa, İzmir Adnan Menderes, Gazipaşa-Alanya, Milas-Bodrum ile Tunus’taki Enfidha ve Monastir, Kuzey Makedonya’daki Üsküp ve Gürcistan’ın Tiflis havalimanları protokole katıldı.

Fraport ve TAV’ın birlikte işlettiği Antalya Havalimanı da imzacılar arasına katıldı.

TAV Havalimanları İcra Kurulu Başkanı Sani Şener “Ülkelerin uçuş kısıtlamalarını aşamalı olarak kaldırmaya başlamasıyla birlikte iç hatların ardından dış hat uçuşları da yeniden canlanıyor. Havacılık özellikle güvenlik konusunda küresel düzeyde regüle edilen, sıkı kuralların olduğu bir sektör. Bu nedenle, pandemiden en fazla etkilenen sektörlerden biri olmakla beraber getirilen yeni kurallar en hızlı adapte olan alanlardan biri. TAV olarak işlettiğimiz tüm havalimanlarında, çalışanlarımızın ve yolcularımızın sağlığını korumak üzere otoritelerin belirlediği önlemleri tam olarak hayata geçirdik. Türkiye’deki havalimanlarımızda SHGM tarafından yayınlanan Havaalanı Pandemi Tedbirleri Sertifikasyonunu aldık. Haziran başından bu yana da yolcularımıza sorunsuz bir şekilde hizmet veriyoruz. EASA’nın hazırladığı protokole de imza atarak bu konudaki taahhütlerimizi daha da güçlendirmiş olduk. Bu protokolün imzacı havalimanları arasındaki uçuşların artması için teşvik edici olmasını umuyoruz. Ülkemize uçuşların başlaması ve artması için yer aldığımız tüm platformlarda çaba göstermeye devam edeceğiz” dedi.

TAV Havalimanları tarafından işletilen Tunus Monastir Havalimanı, 1 Temmuz’dan itibaren Transavia’nın Paris Orly’den tarifeli seferleri karşılamaya başladı.

Bu, her ikisi de EASA protokolünü imzalamış olan iki havalimanı arasında, bir AB ülkesinden AB dışındaki bir ülkeye yeniden başlayan ilk uçuş oldu.