İşçinin belirli süreli iş sözleşmesini haklı neden olmaksızın feshi halinde, işveren hangi tazminatları isteyebilir?

İşçinin belirli süreli iş sözleşmesini haklı neden olmaksızın feshi halinde, işveren hangi tazminatları isteyebilir?

Lütfi İnciroğlu
İNCİROĞLU DANIŞMANLIK DENETİM VE EĞİTİM HİZMETLERİ 

4857 sayılı İş Kanunu’nun 24 ve 25 inci maddelerinde işçi ve işverenin derhal fesih hakları ve fesih sebepleri düzenlenmiştir. Ancak belirli süreli iş sözleşmeleri ile çalışılması durumunda, sözleşme süresinin bitiminden önce işçi veya işveren tarafından haklı olmayan bir nedenle sözleşmenin sona erdirilmesi halinde, kıdem tazminatı hariç talep edilebilecek ek tazminatlar ile oluşacak zararların giderilmesi hususları 4857 sayılı Kanun’da değil, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiştir.

Nitekim, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.438’de,” İşveren, haklı sebep olmaksızın hizmet sözleşmesini derhâl feshederse işçi, belirsiz süreli sözleşmelerde, fesih bildirim süresine; belirli süreli sözleşmelerde ise, sözleşme süresine uyulmaması durumunda, bu sürelere uyulmuş olsaydı kazanabileceği miktarı, tazminat olarak isteyebilir. Belirli süreli hizmet sözleşmesinde işçinin hizmet sözleşmesinin sona ermesi yüzünden tasarruf ettiği miktar ile başka bir işten elde ettiği veya bilerek elde etmekten kaçındığı gelir, tazminattan indirilir. Hâkim, bütün durum ve koşulları göz önünde tutarak, ayrıca miktarını serbestçe belirleyeceği bir tazminatın işçiye ödenmesine karar verebilir; ancak belirlenecek tazminat miktarı, işçinin altı aylık ücretinden fazla olamaz”.

6098 sayılı Kanun’un m.439’da ise, “İşçi, haklı sebep olmaksızın işe başlamadığı veya aniden işi bıraktığı takdirde işveren, aylık ücretin dörtte birine eşit bir tazminat isteme hakkına sahiptir. İşverenin, ayrıca ek zararlarının giderilmesini isteme hakkı da vardır. İşveren zarara uğramamışsa veya uğradığı zarar işçinin aylık ücretinin dörtte birinden az ise, hâkim tazminatı indirebilir. Tazminat isteme hakkı takas yoluyla sona ermemişse işveren, işçinin işe başlamamasından veya işi bırakmasından başlayarak otuz gün içinde, dava veya takip yoluyla bu hakkını kullanmak zorundadır. Aksi takdirde, tazminat isteme hakkı düşer” denilmektedir.

Öyleyse, belirli süreli iş sözleşmelerinde, sözleşme süresinin bitiminden önce işveren tarafından haklı olmayan bir nedenle sözleşme sona erdirilirse, işçi bir yıldan fazla çalışmışsa hem kıdem tazminatını hem de sözleşmenin feshedildiği tarih ile sözleşmenin sona ereceği tarih arasındaki süre kadar bakiye ücreti talep edebilir. Şayet belirli süreli iş sözleşmesi, sözleşme süresinin bitiminden önce işçi tarafından haklı olmayan bir nedenle sözleşme sona erdirilirse, o zaman işveren, aylık ücretin dörtte birine eşit bir tazminat isteme hakkına sahiptir. Hatta işçinin aniden işi bırakması dolayısıyla işveren başka zararlara da uğramışsa, işverenin ayrıca ek zararlarının giderilmesini isteme hakkı da vardır”. (TBK m.439).

Satınalma Dergisi Temmuz 2019’da Öne Çıkanlar

Değerli yöneticiler,

2019 yılını ortaladık. Tüm şirketlerimiz altı aylık verilerini gözden geçiriyor. Önümüzdeki altı aya ilişkin planlamalar ve hedefler değerlendiriliyor. Yoğun çaba gerektiren bu dönemde yöneticilerimize kolaylıklar diliyorum.

Temmuz sayımızda bir birinden ilgi çekici haber ve makalelerle karşınızdayız. Türkiye Dış Ticaret Derneği Genel Sekreteri Sn. İlfeta AKSOY ve Akpa Alüminyum Satınalma yöneticisi Sn. Özlem ŞİMŞİR ile röportajlarımızı bulacaksınız. Makaleleri ile katkı sağlayan öğretim üyesi hocalarımıza ve değerli yöneticilerimize teşekkür ederiz.

Satınalma Dergisi ve Buyer Network ailemiz günden güne büyüyor.

Her ay daha da güçleniyoruz. Siz değerli okuyucularımızdan gelen bildirimler bizleri yeni çalışmalara yönlendiriyor. Enerjimiz artıyor.

Alım Taleplerinizi ve Satış İlanlarınızı Buyer Network üzerinden yayınlayabilirsiniz. Daha fazla ticaret için Buyer Network.

Buyer Network iş ve e-ticaret ekosistemi içerisinde alım ve satım yapmak artık çok kolay. Bir dakika içerisinde firmanızı ekleyebilir, ürün ve hizmetlerinizi doğrudan satabilirsiniz. Yine aynı şekilde alım taleplerinizi sisteme yükleyebilir hızla teklif toplayabilirsiniz.

Satınalma ve Tedarik Zinciri Yönetimi Ödülleri 2019

Her yıl kasım ayında düzenlediğimiz konferansımız için hazırlıklarımıza başladık. Sizler de 2019 Satınalma ve tedarik zinciri yönetimi ödül kategorileri için çalışmalarınızı başlatabilirsiniz. Buyer Network öğrenme merkezi içerisinde yer alan tüm ödül kategorilerine ilişkin formları indirebilirsiniz. Ödül kategorilerimiz;

– Genç Satınalma Yöneticisi Ödülü

– Genç Tedarik Zinciri Yöneticisi Ödülü

– Yenilikçi Satınalma Ödülü

– Tedarikçi İlişkileri Yönetimi Ödülü

– Kamu Satınalma Projesi Ödülü

– Tedarik Zinciri Yönetimi Ödülü

– Dijital Dönüşüm Ödülü

Başvuru sürecinde iletişim kurmaktan çekinmeyin. Yaz döneminin işlerinizde bolluk ve bereket getirmesini dilerim.

 

Stratejik Satınalma

Stratejik Satınalma

Ahmet CORA
Dış Ticaret ve Lojistik Yöneticisi

“60 dakikam olsa, 55 dakikasını düşünmek, 5 dakikasını da aksiyon için kullanırdım. (Albert Einstein)

Stratejik kelimesi, Fransızca “stratégique” kelimesinden alınmıştır. Türk Dil Kurumu sözlüğündeki karşılığına baktığımızda “izlemsel” olarak tanımlandığını görürüz. “İzlem” nedir diye aramaya devam edersek de, karşılaşacağımız  açıklama şu olacaktır: “Önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol” 

Yani bu doğrultuda stratejik kelimesini, “önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol için önemli/belirleyici olan” olarak ifade etmemiz hiç yanlış olmaz, diye düşünüyorum.

Yazıyı buraya kadar sabırla okuyanlar arasında, “Böyle karışık bir kelimeyi neden açıklamaya çalışıyorsun ? Pratiklerin dünyası olan ticari hayatta ne karşılığı var?” diye soranlar olabilir. Bu konuya, bazı firmaların satınalma departmanlarını, Rutin ve Stratejik olarak ikiye ayırmaya başladığını duyduğum için değinmek istedim.

“Satınalma satınalmadır, stratejik de ne ola ki ?” diye düşünenler olacaktır.

Evet, satınalma satınalmadır. Hepsinin süreçleri birbirine benzer. Yani, talep doğar, şartname uyarınca o konuda uzman firmalardan teklifler alınır ve fiyat – termin denklemi üzerinden bir firma üzerinde karar kılınıp, sipariş geçilir.

Yalnız, kelimenin anlamında da değinildiği gibi, bazı malzemeler, diğer malzemelerin yanında işletmeler için çok daha kritik olabilmektedir.  Örneğin bir havayolu firması, yedek parça satın alır, yer hizmeti satın alır, tamir bakım hizmeti satın alır, personel kıyafeti, kırtasiye malzemesi satın alır, ama filosunu genişletmek için uçak satın alması bir stratejik satınalmadır.

Özellikle uzun süreli yatırım yapan firmalarda da, yatırım için hayati olan malzemeler bulunur ve bunlar işin merkezinde yer alır. Diğer malzemeler adeta bu ekipmanların etrafında sadece tamamlayıcı roller oynar. Ayrıca, toplamında 200 kalem malzeme satın alınacak bir yatırımda,  ilk 10 kalemin bedeli, yatırımın toplam maliyetinin %70’i bile olabilir. Yani bu tip malzemeler hem fiyat hem işlev olarak önem taşır. Fiyat deyip geçmeyin; Bir insandaki damar ne ise, bir işletmede finansman da odur. Yani bütün yatırım planlaması firmanın finansman gücü doğrultusunda planlanır.

Bir liman yatırımında alınacak vinçler, bir konut sitesi yatırımda satın alınacak arazi, fabrika kurulumunda alınacak makineler, bir enerji santrali yatırımında alınacak türbin, eşanjör vs. stratejik satınalma başlığı altında sıralanır.

Buraya kadar stratejik satınalmada 2 kritere değinmiş olduk.

1-Satın alınacak malzemelerin hayati derecede işlevsel olması

2-Satın alınacak malzemenin bedelinin çok yüksek olması

Bunlara bir üçüncüsünü de eklemek gerekir diye düşünüyorum. O da; bu pahalı ve işlevsel malzemelerin “hangi firmadan” alınacağı.

Burada da; tedarikçi firma ile ne kadar uzun süreli bir ilişki tasarladığımız, tedarikçi firmanın bilinirliği, tarihi, bu firma yurtdışında yerleşik ise hangi ülkede yer aldığı ve ekonomi politik olarak o ülke ile ilişkilerimiz bile önem taşır. Zira belki ciddi miktarda bir meblağ, o ülkeye transfer edilecektir.

Bu sebeple de, bu tip satınalmalar firma tepe yöneticileri, hatta patronlar tarafından da takip edilmekte ve kritik bir faaliyet olarak görülmektedir.

Özetle bu kavram, ülkemizde (belki dünya genelinde de) yatırımların artması sonucu ortaya çıkmış olup, uzun süre daha satınalma dünyasının gündeminde yer alacak gibi gözüküyor.

Ahmet CORA

*Bu yazı, Satınalma Dergisi-Haziran 2018 sayısında yayınlanmıştır.

Satın alma ve Tedarik Zinciri Yönetimi B2B Eğitim Kataloğunu İndirmek için Tıklayınız.

MÜŞTERİYİ MEMNUN ETMENİN YOLU: POKA-YOKE’DEN GEÇİYOR…!

MÜŞTERİYİ MEMNUN ETMENİN YOLU: POKA-YOKE’DEN GEÇİYOR…!

Prof. Dr. Mahmut Tekin

Selçuk Üniversitesi
Bölgesel Gelişme Araştırma Ve Uygulama Merkezi Müdürü

Elbette hepimiz müşterilerimizi memnun etmek üzere kaliteli ürün ve hizmet üretmek üzere çabalıyoruz… Bu amaçla en son teknolojileri kullanıyoruz… Çalışanlarımıza neredeyse her hafta eğitim veriyoruz… Sürekli işimize odaklanarak en iyisini yapmak için büyük çaba harcıyoruz… Kurumsallaşma çabalarıyla sistemli çalışma alışkanlığını kazanıyoruz… Ancak bununla birlikte işimiz her an son derece büyük dikkat ve özen göstermeyi gerektiriyor… İşimizin önemli bir kısmında insan işimizin bir parçası ve işimiz hatalara açık… Bir hata zincirleme olarak diğer hataları tetikliyor… Düşünsenize çok büyük emeklerle ve çabalarla ürettiğiniz bir ürün hatalı olduğu için müşteri tarafından reddediliyor… İmaj kaybı yaşanıyor… Müşteri kaybı yaşanıyor… Malzeme kaybı yaşanıyor… İşçilik kaybı yaşanıyor… Enerji kaybı yaşanıyor… Ve diğer kayıplar… O ürünün üretimi için harcanan onca çaba ve emek bir anda çöp oluyor… Bu durum işletmede malzeme, enerji ve zaman kaybı bir yana her şeyden önce inanılmaz bir moral ve motivasyon kaybına da yol açıyor… Son yıllarda üretimde meydana gelen hatalardan dolayı milyonlarca ürün iadesi almak ve milyarlarca tazminat ödemek zorunda kalan büyük şirketler var… Üretimde yaşanan hatalar her zaman tüm işletme için önemli sorunlara neden olmaktadır. Bu hatalar önlenemediği sürece işletmenin pazarda tutunması neredeyse imkânsız… Belki de rekabet bir çeşit hatalar oyunu üzerine oynanıyor… Bu hataları önlemek için işletmeciliğin her döneminde çeşitli çalışmalar yapılarak yeni yöntemler geliştirilmiştir. Bu yöntemlerden birisi de Shigeo Shingo tarafından geliştirilen Poka-Yoke yöntemidir. Poka; dikkatsizlik ve dalgınlık Yoke; önleme ve yok etme manasına gelir. Poka-Yoke, dikkatsizlik ve dalgınlığı önlemek manasına gelir… Dikkatsizlik ve dalgınlık önlenirse, bunların sonucu oluşabilecek hatalarda ortadan kalkar… Shigeo Shingo tarafından yapılan çalışmalarda işletme üretim sistemlerinde operasyonel süreçlerde işçilerin dalgınlığı ve dikkatsizliği sonucu önemli kayıpların ortaya çıktığı keşfedildi. Bu kayıplar sonucu nerdeyse “bir fabrika içerisinde bir başka fabrika daha var”… Birinci fabrika asıl fabrika ikinci fabrika ise kayıplar sonucu ortaya çıkan fabrika… Kayıplar sonucu ortaya çıkan ikinci fabrikayı yok etmek üzere yöntemi Poka-Yoke geliştirildi. Poka-Yoke Japonca bir terim olup amacı; işçilerin dikkatsizlik ve dalgınlıklarını ortadan kaldıran çeşitli uyarıcı ve önleyici donanımlar kullanarak hatasız üretim yapmaktır. Örneğin; Atm’lerde para çekme işlemi için gittiğimizde dalgınlıkla parayı veya kartı unutabiliriz. Bunu önlemek üzere Atm’lerdeki uyarıcı sistem parayı ve bankamatik kartının alınmasını hatırlatması Poka-Yoke’ye örnek verilebilir… İşletmelerde özellikle çalışanların; motivasyon eksikliği, yanlış anlama, dikkatsizlik, unutkanlık, konsantrasyon eksikliği, standartların olmaması, bilgisizlik, tecrübesizlik gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanan durumlara karşı Poka-Yoke etkili bir araçtır. Bu amaçla Poka-Yoke, üretimde hata yapmayı önleyecek iyileştirmelerle otomasyon sistemleri kullanarak sıfır hatalı üretimi hedefler… Bu amaçla gerekirse kullanılan tezgaha ilave mekanizmaların eklenmesine ve/veya ürün üzerinde dizayn değişikliğine gidilebilir. Poka-Yoke işletmenin üretim sisteminde hata yapmayı önlemek amacıyla; kullanma kılavuzları, operasyon şablonları, ışıklı ve sesli uyarılar, sensörler, şalterler, ayar pimleri ve sayaçlar kullanılır… Üretim sisteminde Poka-Yoke yöntemine göre yer alan bu donanımlar işgücünden kaynaklan bir hata sonucu ortaya çıkabilecek hatalı üretimi önlemek üzere sistemin kontrol edilmesi sonucu uyararak makineleri kapatma ve durdurma işlemlerini yapar… Poka-Yoke bunun için mümkün olduğu hataları önleyici yenilikçi çalışmaları destekler…

Müşteriyi memnun etmeyen her süreç, işlem, hizmet ve ürün mutlaka hatalıdır… Bunu önlemenin yolu hatalara neden olan faktörlerin nedenlerini araştırarak bunları önlemektir.. Hata; yanlış, kusur ve yanılgı manalarına gelir… Hata; kişinin istemeyerek veya bilmeyerek yaptığı yanlıştır… Bu yanlış; davranış, tavır, hareket ve operasyon şeklinde olabilir… Hatalı yapılan iş ve işlemlerin sonucu da hatalı olur… Hatalar; bilmemekten, düşüncesizce hareket etmekten, dikkatsizlikten, yorgunluktan, deneyimsizlikten, beceriksizlikten ve motivasyonsuzluktan kaynaklanabilir… Bunun için işlem, sistem, hizmet ve ürün tasarımını önceden düzenleyerek kusurları ve yanlışları önlemek… Ürün ve hizmetlerin standarda uygun olmaması sonucu meydana gelen değişiklik hatalara neden olarak kalitesizliğe yol açıyor…

Peki bu değişkenlikler neden kaynaklıyor…? Değişkenliklerin en önemli nedeni üretimde yapılan işgücünden kaynaklanan hatalar… Kaliteyi yükseltmek için değişkenliğe yol açan hataları azaltarak sıfıra indirmek gerekir. Bu değişkenliği sıfırlamayla standarda uygun üretimle ortaya çıkan kalite sürekli gelişme sonucu artan performansa göre oluşur. Hataları sıfırladığımız zaman, kalite yükselir. Kalitenin yükselmesi “Deming Tepkimesi”ni sağlar. Bunun için öncelikle ürün, hizmet ve sistem tasarımının geliştirilmesiyle birlikte standartlara uygun üretim yapılarak üretimdeki sapmalar ve belirsizlikler önlenerek kalitesizliğe yol açan sapmalar önlenecektir. Böylece Deming’in “zincir tepkimesi‟ ne göre kalitede yapılan iyileştirmeler sonucunda sıfır hatalı üretim yapılabilecektir. Poka-Yoke’nin temel fonksiyonları; 1) Durdurma işlemleri, 2) Kontrol işlemleri ve 3) Uyarı işlemleridir… Poka-Yoke’nin uyarı fonksiyonu ses ve ışık yardımıyla görevlileri hatanın meydana geldiğini haber vererek uyarır. Poka-Yoke’nin uyarı amacıyla çeşitli algılama cihazları kullanılır. İşletme üretim sistemi, fabrika ve atölyede ortamın algılanması ve sistemin denetimini için; ışın algılayıcısı, elektronik foto anahtarlar, mesafe anahtarları ve benzeri diğer cihazlar cihaz kullanılır. Bu cihazlar ortamda ısı, ışık, koku, ses, nem, hareket, basınç, sıcaklık, elektrik gücü ve benzeri çıktıların algılanmasına yönelik olarak çalıştıklarından denetim işlemi herhangi bir fiziksel temas olmaksızın otomatik olarak yapılır… Uyarı amacıyla kullanılan dokunma anahtarları, açma-ve kapama anahtarları, şalterler ve benzeri sistemler çalışanların, ürünlerin veya makinelerin fiziksel temasına göre çalışırlar. , ve duyarlılık cihazları şeklinde uygulanabilmektedirler Fiziksel temasa dayalı cihazlar; fiziksel koşullarda ortaya çıkan değişikleri algılama özelliğine sahiptirler. Bu üç aşamadaki işlemlerle kalitenin geliştirilmesi sonucunda; verimliliğin artışı, maliyetlerin azalması, fiyatların aşağı düşmesi, pazar payının artması, işletmenin sürekliliğin sağlanması, ekonomide yeni iş ve istihdamın sağlanması da mümkün olur…

Hataları önlemek için ne yapmalıyız…?

Bunun için işe öncelikle çalışanlardan başlamalıyız. Onların sürekli işbaşında ve kurum dışında alınan eğitimlerle gelişmelerini sağlamalıyız… Eğitim bir işletmede çalışanlar için başta dikkatsizlik ve dalgınlık sonucu olmak üzere diğer hataları önlemede çok önemli işleve sahiptir. Çalışanların özellikle işletmedeki çalışma kılavuzları, makineleri ve araçları kullanma talimatları, bakım talimatları, operasyon şablonları kullanma, işçi sağlığı ve iş güvenliği, ışıklı ve sesli uyarılara uygun çalışma gibi konularda eğitimleri işlem ve süreç hatalarını önleyecektir. Ayrıca çalışanlara verilecek; iş başı eğitim, işe alışma eğitimi, işi geliştirme ve ustalık eğitimi, yeni teknolojilere ve sistemlere uyum eğitimi, motivasyon, takım çalışması, yenilik, liderlik, kalite yönetimi gibi eğitimlerle üretimde ortaya çıkabilecek hatalar önlenecektir… Sürekli değişen koşullara bağlı olarak her kişi için eğitimin artan önemiyle birlikte artık bir ömür boyu süren iş ve kariyer modelleri yerini sürekli değişen farklı iş ve kariyerlere uyumu öngören “üniversiter modele” bıraktı… Üniversiter modelde her şirket bir üniversite birimi olan; enstitü, fakülte ve yüksekokul gibi öğrenme merkezli oluyor… Burada asıl olan; öğrenme… Öğrenmeyi öğrenme… Ve öğrenmeyi öğretme… Öğrenme; kişinin ortaya çıkan belli durumlara uyum gösterebilmek ve sorunları çözmek üzere davranış geliştirme ve yenilerini edinme yeteneği… Öğrenme her gün değişen koşullara göre ortaya çıkan yeni iş kolları ve mesleklere göre işletmenin işgücü ihtiyacını karşılamak için önemli… Örneğin; ülkemizde önceler 8 bin meslekle ilgili iş tanımı yapılıyordu… Şu anda iş tanımı yapılabilen 12 bin meslek var… AB ve ABD’de iş tanımı yapılabilen 34 bin meslek var… Bu durum bize iş hayatında meydana gelen gelişmelerle birlikte yeni mesleklerin ortaya çıktığını göstermektedir… Bu mesleklere göre işletmenin kariyer ve mesleki yapılandırmasını tasarlaması gerekir…

Sistemle ilgili yapılması gerekenler…

Sistemin dikkatsizlik ve dalgınlık sonucu ortaya çıkabilecek hataları önleyebilmesi için öncelikle süreçlerle ilgili iş akışını kontrol ederek uyarı vermesi gerekir. Bu bağlamda özellikle işletme üretim sistemi içerinde otomasyona giderek; ışıklı ve sesli uyarılar, sensorlar, şalterler, ayar pimleri ve sayaçlar kullanılarak işgücü hatalarını önleyecek mekanizmalar uygulamaya konulur. Sistemin devamlılığını sağlamak üzere çalışanların iş ve süreç akışıyla ilgili kullanma kılavuzlarına göre operasyon şablonlarını kullanarak standart davranışları kazanmaları sağlanır. Ortaya çıkan hataların % 85’inin sistemden, %15’inin çalışanlardan kaynaklandığı düşünülürse; sistemin çalışanların dikkatsizlik ve dalgınlığı sonucu ortaya çıkabilecek hataları önleyici bir şekilde çalışması gerekir. Poka-Yoke’nin çalışma sistemi hataları önlemek üzere ilk aşamada hatanın kaynağının belirliyor… Böylece oluşabilecek herhangi bir hata sonucu ortaya çıkabilecek kusurlu ürünün müşteriye ulaşmadan hata kaynağı belirlenerek kontrol altına alınıyor. Hataları önlemek üzere ürünle ilgili olarak ortaya çıkabilecek standartlara uymama sonucu değişikliğin önlenmesi amacıyla tamamen kontrolü amacıyla cihazların kullanılması. Kontrol sonucu ortaya çıkan hataların önlenmesi amacıyla gerekli önleyici faaliyetler yapılır. Gerek sistemden kaynaklansın gerekse çalışandan kaynaklansın öncelikle hataların ayrıntılı analiz edilmesi gerekir… Çalışanların dikkatsizlik ve dalgınlık olarak sınıflandırılabilecek hatalara arasında; kasıtlı olmayan dikkatsizlik hataları, unutkanlık sonucu ortaya çıkan hatalar, kararsızlık ve yavaş davranma sonucu oluşan hatalar, standartların eksikliğinden sonucu ortaya çıkan hatalar, yanlış anlama ve teşhisten kaynaklanan hatalar, hatalı alışkanlık sonucu ortaya çıkan hatalar, konsantrasyon ve motivasyon eksikliği sonucu ortaya çıkan hatalar, sonradan farkında olunan hatalar, farkında olunmayan hatalar… Bu hatalar işgücünün; yoğun çalışması, deneyimsizliği, bilgisizliği, konsantrasyon ve motivasyon eksikliği, yorgunluğu ve bıkkınlığı sonucu ortaya çıkabilir… Tüm bu hataların önlenmesi amacıyla Poka-Yoke sistemi kurulur…

Süreçle ilgili yapılması gerekenler…

İşletmenin üretim sistemine baktığımız zaman; çalışanlar, sistem ve süreçlerin iç içe olduğu görülecektir. Bu bağlamda süreç işleyişi ve yönetimi sistem ve çalışanlara bağlı olduğu gibi sistem ve çalışanlarda sürece bağlıdır… Süreç içerisinde ortaya çıkabilecek hataları önlemek amacıyla kavramların doğru anlaşılması için standartlaştırılarak tanımlanması gerekir… Ancak hızla sınırları, iş hacmi ve yoğun bilgi akışı olan küresel bir dünyada bu mümkün olamıyor… Standardın kelime anlamlarında birisi de “fikirde birliktir”… Bir iş ve işin süreçlerinde anlama ve anlamaya bağlı olarak algılama uygulamanın temelidir… Çalışanlara standart davranış kazandırarak ortaya çıkabilecek dikkatsizlik ve dalgınlığa bağlı hatalar önlenebilir… Süreçle ilgili işlemlerin açık ve net bir şekilde operasyon şemalarıyla gösterilmesi gerekir. İşletmede herkesin aynı işlem dilini kullanarak süreçlerde ortaya çıkabilecek hataları sıfırlaması gerekir… Şayet konuşulan ve uygulanan operasyon dili arasında fark ve açıklık varsa standarttan sapma olacağı için hatalar, yanlış anlamalar ve uygulamalar olacaktır… Bunu önlemek için örneğin; her meslek için standartlar kapsamında kavramlar tanımlanmıştır… Süreç hatalarını önlemek üzere, süreçleri kalite odaklı tasarlayarak kaliteyi süreçlerin içine yerleştirmek önemli bir adımdır… Böylece kaliteli süreçlerle sistemde oluşabilecek hatalara baştan önlenebilecektir… Buna rağmen herhangi bir hata yapılmış olsa bile ürünlerin % 100’ü kontrol edildiği için üretim süreçlerine bağlı olarak sistemde kusurlu üretim yapılmayacaktır… Süreç katma değerli değilse, sonuçta katma değerli olmayacaktır…! Katma değeri olmayan ve düşük katma değerli tüm işler için durum böyledir… İşin içeresinde israf, fire ve hata var demektir… Hataları süreçler maliyetli olduğu için katma değeri düşüktür… Poka-Yoke hatalı olarak israfa yol açan süreç ve ürün/hizmeti yok etmeye çalışır… Bütün süreçlerdeki hatalar sonucu oluşan tüm katma değersiz çalışmaları ortadan kaldırmak…. Böylece değişkenliği azaltmak, daha kaliteli ve daha verimli üretmek… Ancak bununla birlikte şirkette yaşanan; süreç sesinin dinlenmemesi, müşteri sesinin dinlenmemesi, kültürel değişime uyum sorunları, stratejinin eksikliği, eğitim eksikliği ve üst yönetimin liderliğinin olmaması sonucu önemli israf, hata ve kayıplarla karşılaşılacaktır… Sürecin hatasız olarak gerçekleştiği doğada arı kolonisi Poka-Yoke’ye iyi bir örnektir… Arı kolonisinde süreçler mükemmel bir şekilde yönetildiği için hatalar olmaz… Arıların diğer arılarla kovandan çiçeğe ve çiçekten kovana giderken haberleşerek onları doğru kovana gitme doğru şekilde çalışma konusunda uyararak doğru davranış standartları mesajları verdikleri gözlenmiştir… Arı kolonisi arıların kovandan çıktıktan sonra en kısa şekilde kovana tekrar dönmesini hedefler… Arı kolonisi gelişime dayalı olarak arıların sürü olarak süreçlerini doğru yönetmek üzere sürü zekâsı temelli olarak çalışır… Bu örnekte süreç yönetiminde hata sıfırlanmıştır… Poka-Yoke yöntemi Kaizen’in önemli bir parçasını oluşturur. Örneğin; Poka- Yoke çalışmalarına göre yeniden düzenlenen bir montaj hattında hata oranları ise %50’den fazla azalma ve verimlilikte ise %80 oranında artış sağlanıyor. Poka-Yoke çalışmaları sonucu Kaizenle birlikte işçilere yetki verme, çalışan memnuniyetini artırma, başarıyı kolaylaştırma ve işe saygı duymayla birlikte performansta sürekli gelişme ve kalitede iyileşme oluyor…

Yönetimle ilgili yapılması gerekenler…

Yönetim her şeyden önce karar verme süreçlerinden oluşur… Karar verme sürecinde yöneticilerin tüm bilgilere sahip olarak doğru kararlar verebilmesi önemlidir. Çalışanların sistem içerisinde süreçleri doğru yöneterek hataları önleyebilmesi için standart yönetim ve yönetici davranış kalıplarının çalışanlara ve orta kademe yöneticilere kazandırılması gerekir. Şirket yönetimi bağlamında yöneticinin dikkatsizlik ve dalgınlıkla hatalı ve öngörüsüz karar vermesi her şeyin sonu demek… Ayrıca yönetim süreçlerinin hatasız olarak tasarlanması da gerekiyor… Yönetim tarafından hataların kaçınılmaz olarak ortaya çıkabileceği kabul edilse bile; süreçlerin içerisine kalite ve kalite kontrolü yerleştirilerek, uyarıcı ve önleyici araçlarla sistem desteklenerek bütün hatalar yok edilebilir… Poka-Yoke yöntemi bir yalın üretim sistemidir. Yalın üretim daha az; zaman, stok, çalışan ve sermaye kullanarak daha fazla üretim yapılmasını sağlar.

Hataları önlemenin bir başka yolu da işleri mümkün olduğu kadar otonomasyon ile yapmaktır. otonomasyon kavramının otomasyon kavramıyla yakın bir ilişkisi vardır. Otomasyon; işlerin insan emeği olmaksızın kendi kendine çalışan araçlarla yapılmasıdır… Otomasyon kavramı, otomatik kavramından türetilmiş olup manası, kendi kendine çalışan demektir.  Otonomasyon ise otomasyonu kapsar ve daha geniş bir kavramdır… Otonomasyon = Poka-Yoke + Andon + Otomasyon + Operatörler… Otonomasyonda, operatörle makinanın uyumlu çalışmasını sağlamak üzere işler birbirinden ayrılır… Otonomasyon kavramı içerisinde Poka-Yoke’nin önemli bir yeri vardır. Otonomasyonda sisteme operatörün, uyarı ve denetim araçlarının hatayı önlemek üzere müdahalesi vardır. Bu amaçla otonomasyon üretim sürecinde; ürün uygun üretilmediyse çevrimin durması, uygun parametreler yoksa çevrimin durması, otomatik çevrim, sistemde veya üründe beklenmeyen değişiklik durumunda sesli, ışıklı alarm ile uyarı olması, otomatik ürün doldurma ve boşaltma, otomatik malzeme besleme, her çevrimde üretim sürecine ve ürüne bağlı bekleme.

Günümüzde Poka-Yoke yöntemini kullanarak kaliteleriyle dünya çapında başarılı olmuş şirketlerin başarısı ortada… Toyota, Mercedes-Benz, Nissan ve Fiat gibi… İşletme sisteminde dikkatsizlik ve dalgınlıkla ortaya çıkan hatalar çoktur… Örneğin; otomotiv yan sanayinde motor pistonu üreten bir şirkette büyük boy otomobil motor pistonu kutusuna yanlışla küçük boy motor pistonu konuluyor. Ürün kontrol edilirken gözden kaçıyor ve ihracat yapılan ülkeye gidiyor ve ürün iade işlemiyle tekrar geri gönderiliyor… Böylece hatalı ürün ambalajı sonucunda işletmenin; zaman, imaj, para ve müşteri kaybı oluyor… Konuyla ilgili başka bir örnek verelim; bir şirketin ambalaj bölümünde çalışan kişiler bir Tır dolusu ürünü İzmir’e göndermeleri gerekirken yanlış yazarak İzmit’e gönderiyorlar… Elbette bir harfin yanlış yazılması sonucu yaşanan; zaman, para, müşteri ve imaj kaybı… Bu örneklerde sadece çok basit olarak ortaya çıkan basit bir paketleme ve adresleme hataları… Oysa üretim sürecinde örneğin; motor piston üretimde ortaya çıkabilecek; döküm ısı derecesi, ortamdaki nem, alüminyumun hammadde standardına uymaması sonucu ortaya çıkan gibi dökümle ilgili hatalarda var… Pistonla ilgili; çapak alma ve işlem hataları, yüzeyde ortaya çıkabilecek çizik ve pürüzler gibi işçilik hatalarda ortaya çıkıyor… Eksik işlem uygulama, yanlış ve tekrar işlem yapılması gibi sistemle ilgili denetimsizlik sonucu oluşan hatalarda oluşuyor… Malzeme, işçilik ve süreçlerin standarda uygun olmaması sonu oluşan kalite hatalarda meydana geliyor… Yönetimin yeterli pazar analizi yapmadan satılmayan veya sürümü az ürünleri üretme hataları da var… Kısaca her yer hatalarla dolu ve çalışanlar her an hata yapabilir. Hatalar sonucu ortaya çıkan finansal yükler… Belirsizlik ve karmaşa ile birlikte riskin artarak bundan beslenen postmodern üretim ve pazarlamanın yaşandığı küresel bir dünyada piyasada her şeyi mükemmel kalitede üretiyor olsak bile aşırı değişkenlik ve karmaşa sonucu her an hata yapabiliriz…

Poka-Yoke; durdurma, kontrol ve uyarı işlevleriyle sıfır hata hedefini sağlayan bir kalite aracıdır. Örneğin; Toyota üretiminde Andon uyarı sistemine göre hatalı bir işlem, parça ve süreç varsa tüm sistem anında durmaktadır. Toyota tarafından geliştirilen Andon sistemi yine bir uyarı aracı olarak kullanılır. Andon sisteminin hedefi üretim hatlarını kontrol ederek oluşan sorunları ortaya çıkararak hataları önlemektir. Bunun için sistemi durdurmak gerekir. Sistemin durması sonucu ve beklemeler sonucu ortaya üretim kayıpları çıkmakla birlikte sorunun çözümüyle birlikte üretimin devam etmektedir…. Poka-Yoke bu bağlamda alt amaçları olarak; oluşan hataları bulma ve muhtemel hataları önleme amacına yönelik olarak çalışır. Bunun içinde hataları bularak önleyecek bir sistemin kurulması ve buna uygun şirket kültürü oluşumuyla birlikte şirket iklimi oluşumu esastır… Şirkette hatalar çok önemli bir israf kaynağıdır… Hataların önlenmesiyle birlikte; işgücü, enerji, kaynak, malzeme, zaman israfları önlenecektir. Ayrıca müşteri kayıplarının ortadan kalkmasıyla birlikte çalışanların moral ve motivasyonları artacak ve işletmenin marka değeri yükselecektir.

Şirketin hangi kademesinde olursak olalım bir yönetici olarak bizler koşulsuz olarak müşteriyi memnun etmeliyiz… Bu amaçla işletmede mevcut kaynakları ve personeli en iyi biçimde kullanarak işletme amaçlarını gerçekleştirmek için hatasız olarak etkin ve verimli çalıştırmak zorundayız… Bunun içinde hata yapma lüksümüz yok…! Mevcut duruma baktığımız zaman akıllı olarak yönetilen iş, işlem ve süreçlerdeki yeni geliştirilen akıllı ve zeki Poka-Yoke araçlarıyla insana bağlı olarak ortaya çıkabilecek öncelikler sonucu oluşan hatalar neredeyse sıfırlanmıştır… Akıllı bilgi çağında her şey daha akıllı olarak yapılıyor… Daha değerli… Daha kaliteli… Daha hızlı… Daha yenilikçi… Daha farklı… Ve de daha rekabetçi… Akıllı olan her şey aynı zamanda yalın olarak da yapılıyor… Her şeyi sıfır hata, sıfır zaman kaybı, sıfır stok, sıfır kırtasiye ve sıfır kaynak kaybı ile yaparak… Unutmamalıyız ki işimizin en önemli parçası insan… Ve insanda her an hata yapabilir… Poka-Yoke insan hatalarını önleyen önemli bir metot… İşimiz en önemli parçası yöneticilik ve yönetim… Parayı, malzemeyi, makineyi ve en önemlisi insanı yönetmek… Yöneticilikte insanı, yönetme sanatı ve bilimidir… Yani; insanı ikna ederek onu hatasız bir şekilde çalıştırmaktır… Ve onun davranışlarını geliştirerek hataları önleyerek müşteri memnuniyetini sağlamaktır… Dünyanın en zor işi olan yönetim sanatının sanatçısı ancak operasyonel süreçleri hatasız bir şekilde yönetebilen çok değerli tecrübelere sahip olan kişilerden çıkıyor…! Yöneticilik, hangi kademe de olursa olsun yönetim işini başarılı bir şekilde hatasız olarak yapabilmek… Bu da büyük ölçüde etik liderlik ve bireysel değerleri açığa çıkaran yenilikçilik ve yaratıcılık kültürüne sahip örgüt iklimiyle yaşanan tecrübeleri sonraki kuşaklara aktararak yaşamasını sağlamakla mümkün olabiliyor… Teknoloji işimiz kolaylaştırıyor, ancak hataları tek başına önlemiyor… Hataları önleyen ve hatasız iş yapabilme tecrübesi hiçbir yerden satın alınmıyor… Öğrenme maliyetleri çok yüksek olan bu süreçler, ancak yaşanarak öğreniyor… Ya da yaşamamak üzere geliştirilmiş Poka-Yoke gibi yöntemleri kullanarak hatasız iş yapabilmekle… Hangisi… ? Tercih sizin…! Tercihiniz ne olursa olsun artık buna göre kararlarınızı gözden geçirerek hataları ve israfları yok etmenin tam zamanı olsa gerek…! Sevgiyle, sağlıcakla kalın…!

Prof. Dr. Mahmut Tekin hocamızın bu makalesi SATINALMA DERGİSİnde yayınlanmıştır. 2019.

 

 

Dış Ticaretteki Riskler

Gerek dış ticaret firmaları, gerekse bankalar dış ticaret departmanlarında yeterli miktarda işgücü bulundurması ve çalışanlarına doğru eğitimleri verilmesi operasyonel risklerin önlenmesi açısından önem arz etmektedir. Verilen eğitimlerin belirli periyodlarda tekrarlanarak, bilgilerin daha güncel hale getirilmesi olmazsa olmazdır. Bildiklerimiz maalesef ki bizlere yeterli gelmeyebilir.

Uluslar arası Ticaret Odaları (ICC – International Chamber and Commerce) dış ticarette yaşanbilecek karışıklıkların giderilmesi ve dış ticaretin tarafları olan;

  • ithalatçı,
  • ithalatçının bankası,
  • İhracatçı
  • İhracatçının bankası
  • Taşıma firmalarının

Sorumluluklarını belirleyerek, bir takım kuralların yer aldığı broşürler çıkartmış ve risklerden korunmak veya en azından azaltmak adına tarafların broşür kurallarına uymalarını ve bu yolla risklerin azaltılabileceğini tavsiye etmiştir.

Gerek bankalar, gerekse dış ticarette yer alan taraflar basiretli ve iyi niyetli davranmak, yeterli özeni göstermek durumundadırlar. Uluslar arası Ticaret Odaları’nın kurallarının taraflarca bilinmesi dış ticarete ilişkin risklerin azaltılmasında önemli rol oynayacaktır. Ayrıca söz konusu kuralların bilinmesi personelin gelişimi açısından önemli olabileceği gibi hata yapma riskini de azaltacaktır. Dış ticaret ile uğraşan personelin görev ve sorumlulukları, yaptıkları işlemler konusunda bilinçlendirilerek uluslar arası platformlarda riski sorgulayan, konusuna hakim olacak şekilde eğitilmeleri gerekmektedir.

Alınacak eğitimler sayesinde;

  • personel daha dikkatli olacak,
  • bilinçlenecek,
  • riski görebilecek,
  • riskin nereden gelebileceğini rahatlıkla algılayabilecek ve
  • operasyonel risklerin azaltılmasına ilişkin

daha dikkatli hareket edeceklerdir.

Dış ticaretin bir tarafında ithalatçı ve ihracatçılar bulunurken, diğer tarafında ise bankaların var olduğu, bankalardaki dış işlemler servislerinde çalışan personelin hem dış ticaret kurallarını, hem de borçlar ve kefalet hukukunu iyi bilmeleri önem arz etmektedir. Zira banka personeli bir poliçeye aval kaşesi bastığında bankayı müşterek borçlu, müteselsil kefil durumuna sokmaktadır. Ciro niyeti ile bir poliçenin arka yüzü yerine, poliçenin ön yüzüne kaşe basıp bankayı risk ve sorumluluk altına sokacak yetkililerce imzalanması, poliçeden doğan hakların devir ve temliki yerine, poliçede yazılı rakamı ödemeye yükümlü bir taraf haline gelebilecektir. Böyle bir durumda bankalar düşünce olarak farklı ancak şeklen doğru olan işlemden doğan bir sorumluluk ve borç yükü almış olacaklar. Poliçede imzası bulunan borçlunun borcu için bankalar aval vermekle bu borcun zamanında ödeneceğine dair garanti vermiş olacaklardır.

Bankaların dış ticaret biriminde çalışan personellerin, şubenin pazarlama ve satış kadroları ile birlikte müşteri ziyaretleri yapması, müşterilere güven olgusu sağlayacağı gibi şubede yaşanılan problemlerin ne olduğunun algılanması açısından önemli bir adım olacaktır. Banka müşterilerin bilinçlendirilmesi, işlemlerin sadece banka personelinin bilgisine ve tecrübesine dayalı yürümesini engelleyecektir. Müşterilerin bilgi sahibi olması, operasyonel olarak oluşacak pek çok riskin, işlemler bankaya gelmeden önce çözülmesine sebep olacaktır. Bu sebeple, bankalar müşterilerine yaptıkları işlemler ile ilgili eğitim vermesi, müşterilerin kendilerine düşen sorumluluğu bilmesine ve iki tarafın daha dikkatli ve sorumlu davranmasına sebebiyet verecektir. Bu durum, işlemlerde yaşanan hataların minimize edilmesine olanak sağlayacaktır.

Bir başka bir risk de, bir dış ticaret firmasının banka personelinden daha fazla bilinçli ve bilgili olması, kendi bilgileri çerçevesinde banka personelini kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmesi, banka personelinin her konuda dış ticaret firmasının elemanına güven duyması riskin koşa koşa geldiği anlamına gelir. Bilinçsiz ve bilgisiz, kendin yetiştirememiş bir kişiyi ikna etmek, yönlendirmek ve hatta kandırmak oldukça kolaydır. Bilgisizliğin vardığı son nokta risk değil midir?

Dış ticaretteki risklere göz atıldığında ilk etapta sayabileceğimiz riskleri şu şekilde sıralamamamız mümkündür;

  • Fiyat riski
  • Kur riski
  • Faiz riski
  • Mala ilişkin riskler
  • Ödeme riskleri
  • Mal mukabili ödeme riski
  • Peşin ödeme riski
  • Vesaik mukabili ödeme riski
  • Kabul kredili ödeme riski
  • Akreditifli ödeme riski
  • Ülke riskleri
  • Mal cinsi
  • Karşı ülkenin dış ticaret mevzuatını bilememe riski
  • Taşıma (Navlun) riski
  • İthalatçı riski – Ticari Risk
  • Politik riskler

Riskler bu kadarla sınırlı mıdır sizce?

Her zaman söylediğim bir söz vardır;

“Dış ticaretteki en büyük risk alıcı ve satıcının karşılıklı niyetleridir”

Gerek alıcı, gerekse satıcıda niyetler bozulmuşsa, yukarıda sayılan tüm risklerin pek fazla bir önemi kalmıyor. İlk sırada niyetleri saymak yerinde olur. Alıcı veya satıcının olumsuz niyetleri olması halinde mutlaka dış ticaret süreci içinde bir problem çıkması olasıdır. En güvenli ödeme şekillerinden biri olan gayrikabilirücu teyidli akreditifli satış yapılsa da, alıcının iyi niyetli olmaması halinde, satıcının mal bedelini alması ciddi anlamda sıkıntıya düşecektir. İyi niyetten yoksun her ticaret işleminin sonucu hüsrandır. Gayrikabilirücü teyidli akreditif bazında işlem yapılsa da, sadece alıcı değil, satıcıdan kaynaklanan problemlerin olabileceği tabiidir. Bu problemlerin neler olabileceği konusundaki görüşlerimizi yazımızın ilerleyen bölümlerinde detaylı bir şekilde ele alınacaktır.

Dış ticaretteki risklere sırasıyla göz atalım;

FİYAT RİSKİ
Bir malın ihracatçı tarafından sabit bir fiyatla alınıp değişken bir endeksle dünya pazarlarında satılması veya değişken fiyatla alınıp, sabit fiyatla satılması olağandır. Bu arada geçen süre zarfında fiyatlarda bir değişme olursa, ihracatçının veya ithalatçının kâr oranları değişecektir. Örneğin: vadeli olarak yapılan ihracatta, eğer kurlar değişirse ihracatçı veya ithalatçı firmanın bu işlemden dolayı kârları etkilenecektir.

Hem imalat, hem de ihracat yapan bir firmanın imalatta kullandığı ham maddelerini peşin olarak aldığını, hammaddeyi mamul hale getirmek için bir takım işçilik, katma değer, ilave masraf, işletme giderlerini de ilave ettikten sonra mamul olan emtialarını da değişik vadelerde sattığını düşünün. Bu firma hammaddeyi peşin aldı ve işlenmiş ürünü vadeli sattı. Sattığı ürünün bedelini tahsil ettiği zaman, tahsil ettiği para ile tekrar hammadde almak isteyen firma muhtemelen hammaddeyi farklı fiyattan alacaktır. Burada firma peşin hammadde alıp, vadeli ürün sattığında adeta kendi kaynakları ile piyasayı fonlamış olacağı gibi fiyat riski ile karşı karşıya da gelecektir.

Fiyat riski için altın ve petrol fiyatlarına ait iki farklı grafik incelendiğinde emtia fiyatlarının sabit kalmayıp, sürekli yukarı veya aşağı yönlü hareketler göstererek ama konsolide olarak bakıldığında bu fiyatların sürekli yukarı yönlü hareket ettiği, bunun sonucunda da fiyat riskinin her zaman var olabileceği tabiidir.

 

Döviz riski / kur riski

Döviz riski, belli etkenlerle (siyasal olaylar, ödemeler dengesi açığı, mevcut yönetim tarafından alınan kararlar vb.) ulusal para birimlerinin yabancı paralar karşısında değerinde meydana gelebilecek olumlu veya olumsuz değişimlerdir. Döviz riski, döviz kurlarında meydana gelen değişimlerden dolayı firmaların bilânçoları veya yatırım portföyleri üzerinde kâr veya zarara neden olmak suretiyle ortaya çıkmaktadır. Kur hareketlerinden dolayı bilançolarda oluşan kârlar aldatıcıdır ve firmanın işletme faaliyetlerinden kaynaklanan kâr değildir. Bilhassa yabancı para üzerinden vadeli alım veya satış yapan firmalar, ileri tarihteki döviz kurlarının akibeti hakkında tahmin üzeri karar aldıklarında, enflasyonist bir ülkede büyük olasılıkla zarar edeceklerdir. Zayıf olasılıkla kâr edebilirler. Dövizli işlemlerde ileri tarihli kurların akibeti için tahmin üzeri alınan kararlar döviz riski, kur riskini de beraberinde getirir.

Kur riski adına çeşitli nedenler saymak mümkündür;

  • Küresel piyasalardan bir ülkeye gelen sıcak paranın azalması, farklı ufuklara yönelmesi veya kesilmesinden dolayı, döviz ihtiyacının baş göstermesi kurların yükselmesine sebep olur,
  • Sıcak paranın yön değiştirmesiyle o ülkeye gelmeyen dövizleri tekrar davet etmek üzere yerel para biriminin faiz oranları yükseltilir. Yüksek faiz sıcak parayı o ülkeye davet eder, adeta yoluna kırmızı halı serilir. Faizler yüksek seyrettiği sürece sıcak para gelecektir. Sıcak parayı sistemde tutacak etkenlerden bir tanesi yüksek faizlerdir. Mevcut yönetim sıkı para politikası çerçevesinde faizleri aşağı çektiğinde, kurlar yukarı yönlü hareket edecek ve beraberinde kur riskini getirecektir.
  • Sıcak para bir ülkede yuvalanmışken, para yönetiminin veya üst bürokratların farklı açıklamalarda bulunması, ileri geri konuşması ve beyanatlar vermesi, sıcak paranın uykusunu kaçırır. Sıcak para böylesi beyanlardan rahatsız olur ve rahat edebileceği farklı ülkelerde başka pazarlara doğru yola çıkar. Sıcak paranın bir ülkeden gidişi, o ülkede döviz talebini beraberinde getirir ve bunun sonucunda kurların yükselmesine sebebiyet verir. Sıcak paranın var olduğu her ortamda kur riskinin var olacağını hatırlamakta yarar vardır.
  • Bir ülkede gerek yerli yatırımcıların, gerekse yabancı yatırımcıların dövizi spekülatif olarak kullanmaları, döviz kurunun düşükken satın alıp, döviz kuru yükseldiğinde dövizi satmaları yerine döviz kuru yükseldiğinde dahi kur riski endişesi ile yatırımcılar ellerindeki dövizleri satmama eğiliminde bulunmaktadırlar.
  • Bir ülkenin döviz rezervlerinin yeterli olmaması beraberinde spekülatif işlemleri de beraberinde getirecektir. Spekülatif işlemlerin var olduğu bir ülkede dövize sıklıkla müdahale olabileceği ve beraberinde kur riskini de getirecektir.
  • Ülkenin dış ticaret açığı ve döviz borçları nedeniyle yeni döviz kaynaklarına ihtiyaç duyacağı tabiidir. Taze döviz kaynağı bulunamadığı sürece mevcut borçların vadelerinde ödenebilmesi için farklı kaynaklardan kur yükseltmek sureti ile döviz ihtiyaçlarının karşılanması beraberinde kur riskini de getirecektir.
  • Ülkenin Merkez Bankası döviz rezervlerinin düşük seyretmesi, hatta aşırı dış borçlanmaya karşılık Merkez Bankasının döviz rezervlerinin endişe verici boyutta seyretmesi dövize olan talebi yukarı çekecek, bu talep de kur riskini beraberinde getirecektir.
  • Uluslar arası kredi değerlendirme kuruluşlarının bir ülke için verdikleri düşük notlar yabancı yatırımcıların yatırım yapmalarının önünü kesebilmekte, yabancı yatırımcıların yatırım konusundaki düşüncelerini yeniden gözden geçirmelerine neden olmakta, yeni yatırım yapmayan yabancılar o ülkeye döviz getiremeyecek ve ülkenin döviz ihtiyacı güncelliğini koruyacaktır. Döviz ihtiyacının var olması, dövize olan talebi arttıracak ve talep sonunda dövizin fiyatı sürekli yukarı yönlü yolculuğuna devam edecektir.
  • Kur riskinin yükselmesinin diğer bir nedeni de ülkenin komşuları ile olan olumsuz ilişkileri, savaş halinde olması, sürekli piyasaların diken üzerinde olması yabancı yatırımcı ve sıcak paranın yönünü farklı ülkelere çevirmesine neden olacaktır. Ülkeden kaçan sıcak para ve yatırımcıların o ülkeye maliyeti pahalıya patlar. Azalan ülke döviz rezervlerinin sonucunda döviz fiyatlarının artacağı tabiidir.
  • İktidarın sürekliliğinin de kur riskine etkisi olduğu bir gerçektir. Sürekli değişkenlik gösteren bir iktidar o ülkedeki para politikalarındaki kur riskini de beraberinde getirecektir. Sıklıkla iktidar değişikliğine maruz kalan bir ülkede ekonomik disiplin nispeten kaybolacaktır. Kaybolan ekonomik otorite belirsizliklerle birlikte kur riskini de beraberinde getirecektir.  

1994 – 2000 YILLARI USD / TRL DEĞİŞİM GRAFİĞİ

Kaynak : TCMB

 Yukarıdaki grafiğe bakıldığında 1994 yılına kurlarda izlenen sakin ve yatay görünüm, 1994 yılının ilk yarısından sonra kurlarda bir sıçrama olmuştur. Sonraki yıllarda yine stabil bir kur hareketi olsa da bu durum1996 yılına kadar devam etti. Ancak 1996 yılından başlayarak kurlar yukarı yönlü hareketliliğini sürdürmüştür. Bilhassa 1999ve 2000 yıllarına gelindiğinde kurların ciddi anlamda risk oluşturduğu dikkatlerden kaçmamıştır.

1999 – 2007 yılları USD / TRL DEĞİŞİM GRAFİĞİ

(kaynak : TCMB)

 

 2000’li yıllarda devam eden kurlardaki yukarı yönlü hareket 2001 yılının ilk çeyreğine kadar devam etti.2001 yılı ilk çeyrek sonrası kurlarda ciddi anlamda yukarı yönlü sıçramalar devam etmiş ve yaklaşık % 150 gibi kırılması zor bir rekorla kur yukarı doğru hareketini sürdürmüştür. Kurların yukarı yönlü hareketi adeta 2001 yılı boyunca piyasaları rahatsız eder düzeyde hareketliliğini sürdürmüştür. Kurların yukarı yönlü hareketliliği ihracatçılar ve döviz geliri olan firmalar için bulunmaz bir fırsat gibi görünse de ithalatçı firmalar için kara günlerin yaşanmasına neden olmuştur.

2000’li yıllarda başlayan dövizdeki yukarı yönlü hareketlenme, ilerleyen yıllarda da devam etti. 2008 yılının üçüncü çeyreğindeki yukarı yönlü hareket 2009 yılının ilk çeyreğinde de devam etti.

2018 – 2019 yılları USD / TRL DEĞİŞİM GRAFİĞİ

(kaynak : TCMB)

 

Yakın tarihten bir grafik daha inceleyelim. 2018 yılı ilk çeyreğini sakin geçiren döviz fiyatları ikinci çeyrekte hareketlilik göstermiştir. Yukarı yönlü hareketliliğini sürdüren döviz fiyatları bilhassa 2018 yılının üçüncü çeyreğinde tepe noktasına erişmiş, 2018 yılının ilk günlerindeki döviz fiyatı ile kıyaslandığında 2018 yılının üçüncü çeyreğinde döviz fiyatının eriştiği kur fiyatının kıyaslanması yapıldığında % 83 civarında kurun artmış olduğu gözlemlenebilir. Ansızın oluşan kur riski dış ticaret yapan ithalatçı firmalarına soğuk duş etkisi yaratmıştır.

1999 – 2005 YILLARINA AİT EUR / USD PARİTESİNE AİT GRAFİK

Kaynak : TCMB

Yukarıdaki grafikte ise kur riskinin farklı bir boyutu EURO / USD paritesine ait bir grafik olup 1999 yılının başlarında EUR / USD paritesi1.1793 civarında iken 2000’li yılın son çeyreğinde EUR / USD paritesi 0.8298 civarına kadar düştükten sonra 2005 yılı başlarında ise EUR / USD paritesi 1.1369 civarına kadar değişim göstermiştir. Grafikten de anlaşılacağı üzere 1999 – 2000 yılı içerisinde EURO üzerinden satış yapan ihracatçı EURO / USD paritesi dolayısı ile risk taşımış ve zarar etmiştir.

Faiz riski

Faiz riski, faiz oranlarında ortaya çıkan değişimlerden dolayı karşılaşılan risk olup, bu risk; herhangi bir yatırımdan beklenen getiriyi olumlu veya olumsuz etkilemekte veya firmaların yaptığı borçlanmalar üzerinde etkili olmaktadır. Zira, faiz oranı vade sonunda elde edilecek veya dışarıya aktarılacak nakit akımları üzerinde doğrudan etki etmektedir. Yaşamın her alanında karşımıza çıkan risk, finans piyasaları söz konusu olunca daha fazla önem kazanmaktadır.

Yukarıdaki tabloda 2000 -2001 yıllarına ait faiz değişimleri görülmektedir. Finansal piyasalarda faizin değişim göstermesi maliyeleri önemli ölçüde etkileyecektir. Kredi ile işletme finansman ihtiyaçlarını karşılayan firmaların finansman maliyetleri faizlerin yukarı yönlü hareketi ile yukarıya doğru ivme kazanacaktır. Tablomuzda 2001 yılının ilk iki ayında faizlerin % 7.000’li rakamları aşması, hatta bankalar arası piyasalarda gecelik (overnight) faizleri birkaç saatliğine % 10.000 olması adeta piyasaları kilit duruma getirmişti. Dış ticaretteki küçümsenmeyecek ölçüde risklerin bir tanesi faiz riskidir.

Mala ilişkin riskler

Satış sözleşmesi hükümlerine göre malın ihracatçının sorumluluğunda olan teslim noktasına kadar getirilmesi sırasında ortaya çıkabilecek her türlü riskler ihracatçının, teslim noktasından sonraki zararlar ise ithalatçı firmanın riskleri olmaktadır. Mala ilişkin riskler, dış ticaret işlemlerinin yürütülmesinde aracı olan bankanın tamamen kontrolü dışında olduğundan, bu konuda ihracatçı veya ithalatçının gerekli tedbirleri alması zorunlu bulunmaktadır. Bu çeşit risklerin yönetiminde sigorta kuruluşları taraflara yardımcı olabilmektedir.

Dış ticaret işlemlerinde ödeme şekli ne olursa olsun, ithalatçı ile ihracatçı arasındaki imzalanan sözleşme hükümlerine göre yüklenen mala ilişkin risklerin her aşamada olması muhtemeldir. Nakliyat sigorta poliçeleri taşımada oluşabilecek riskleri azaltırken;

  • malın kalitesi,
  • malın ambalajı,
  • malın miktarı

alıcı ve satıcı arasındaki alım satım kontratındaki koşulların mevcut olmasına rağmen, yukarıdaki risklerin zaman zaman ortaya çıktığını gözlemlemek sürpriz olmaz. Mala ilişkin risklerin azaltılması veya tamamen ortadan kaldırılması için alıcı ve satıcın mutabık kalacağı bir gözlemci şirket (süpervisior) tarafından malların kontrol edilmesi gerekmektedir.

Malların kontrolü;

  • Alıcın gümrüğünde veya deposunda
  • Satıcının gümrüğünde veya deposunda

yapılmalıdır.

Gözlemci şirket tarafından yapılacak kontroller, kontrolü talep eden ithalatçı veya ihracatçının talebi üzerine daldırma usulü ya malların bir kısmını, ya da malların tamamını kapsayacak şekilde yapılır ve sonucunda bir kalite, vezin kontrol belgesi tanzim edilerek kontrolü yapılan mallara ait sonuç bulguları bu belgeye yazılır, gözlemci şirket tarafında benle imzalanır.

Mala ilişkin risklerin her zaman var olabileceği düşünüldüğünde, malın kontrolünün gözlemci şirkete yaptırılması maliyeti arttıran bir unsur olarak düşünülürse, bu durumda ithalatçı firma, kendi şirketinden bir kişiyi veya güvendiği bir eksperi ihracatçının ülkesine göndererek, malın imalatından, ambalajlanmasına, kalitesinden her çeşit kontrolüne kadar ihracatçının ülkesindeki depoda, limanda veya gümrüğünde gerekli kontrolleri yapması mümkündür.

Yazımızın ilerleyen bölümlerinde, ihracatçının ülkesinden yurt dışına gönderilen malların taşınması sırasında meydana gelebilecek, lojistik kaynaklı zarar ve ziyanların nasıl bertaraf edilebileceği, ödeme riskleri, ticari ve politik riskler konularına değinilecektir.

İşçinin ölümü halinde kanuni mirasçılarına hem kıdem hem de ölüm tazminatı ödenir mi?

Lütfi İnciroğlu
İNCİROĞLU DANIŞMANLIK DENETİM VE EĞİTİM HİZMETLERİ 

İşçinin ölümü halinde kanuni mirasçılarına hem kıdem hem de ölüm tazminatı ödenir mi?

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na göre, sözleşme, işçinin ölümüyle kendiliğinden sona erer. İşveren, işçinin sağ kalan eşine ve ergin olmayan çocuklarına, yoksa bakmakla yükümlü olduğu kişilere, ölüm gününden başlayarak bir aylık; hizmet ilişkisi beş yıldan uzun bir süre devam etmişse, iki aylık ücret tutarında bir ödeme yapmakla yükümlüdür (m.440). Bu durumda işçinin kanundan ve iş sözleşmesinden doğan tüm hakları mirasçılarına geçer.1475 sayılı mülga İş Kanunu’nun yürürlükte bulunan 14’üncü maddesinin 14 üncü fıkrasına göre, “ölen işçinin kıdem tazminatı kanuni mirasçılarına ödenir. Ancak kanuni mirasçılarına kıdem tazminatı ödenebilmesi için ölen işçinin en az bir yıllık kıdeme sahip olması gerekir.

Ölen işçinin kanuni mirasçılarının kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için, ölümün doğal nedenler dışında, işçinin kendi kusurlu davranışı ile hatta intiharı nedeniyle meydana gelmiş olması önemli değildir. Bu yönüyle salt ölüm olayının gerçekleşmiş olması yeterlidir (SÜMER, Haluk Hadi, İş Hukuku Uygulamaları, Ankara 2016, 6. Baskı, s.291-292).

Bununla birlikte Yargıtay, doktrindeki görüşlerin aksine, işçinin ölümüne neden olan olayın işveren yönünden iş sözleşmesinin haklı nedenle feshine imkân sağlayabilecek nitelikte olması halinde, kanuni mirasçılarına kıdem tazminatı ödenmemesi gerektiğini kabul etmektedir (Y.9HD.7.2.1985, 11082/1201, Tekstil İşveren Dergisi Şubat ,1986).

1475 sayılı mülga İş Kanunu’nun yürürlükte bulunan 14’üncü maddesinin 14’üncü fıkrasına göre, “ölen işçinin kıdem tazminatı kanuni mirasçılarına ödeneceği düzenlenmiştir. Ancak kanuni mirasçıları kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için ölen işçinin en az bir yıllık kıdeme sahip olması gerekir. Aksi halde kanuni mirasçılar kıdem tazminatı talebinde bulunamazlar. İşte o zaman bu boşluk ölüm tazminatı ile doldurulmalıdır. Yani kıdemi bir yıldan az olupta ölen işçinin eşi ve ergin olmayan çocukları bunlar yoksa bakmakla yükümlü olduğu kişilere bir aylık ücret tutarında ölüm tazminatı ödemelidir. Ölüm tazminatı ile kıdem tazminatına birlikte hak kazanılması söz konusu değildir.

Sonuç olarak, bir yıldan fazla hizmeti olan işçinin ölümü halinde, kanuni mirasçılarına sadece kıdem tazminatı ödenir. Ancak, ölen işçinin bir yıldan az kıdemi bulunması durumunda, işverenin kıdem tazminatı ödeme yükümlülüğü doğmayacağı için kanaatimizce işveren, işçinin eşi ve ergin olmayan çocukları bunlar yoksa bakmakla yükümlü olduğu kişilere bir aylık ücret tutarında ölüm tazminatı ödemelidir.

 

2000’den Bugüne Dış Ticaretin Seyri

Remzi AKÇİN
Ünsped Gümrük Müşavirliği Gn. Koordinatörü

Türkiye’nin son 20 yılına baktığımızda birbirleriyle uyuşmayan, farklı karakteristik özelliğe sahip iki 10 yıl yaşamakta olduğunu görmekteyiz. Birinci 10 yılda imrenilecek düzeyde gelişmelere şahit olurken, ikinci 10 yılda, orta gelir tuzağına yakalanmış, çabalayan ancak bir türlü bu tuzaktan kurtulamayan bir Türkiye’ye şahit olmaktayız.

2002-2012 Ekonomik Seyir

2002-2012 yılları ekonomik seyri, sadece kişi başı milli gelire bakarak görmek bile mümkündür. Dünya Bankası verilerine göre, 2001 yılında kişi başına düşen milli gelirimiz 3.120 $ iken, bu gelir düzeyi 2009 yılı haricinde bütün yıllar artış göstermiş ve 2013 yılında 12.543 $’a yükselmiştir. Ancak bu tarihten sonra artış yerini duraksamaya ve düşüşe bırakmıştır. 2018 verileri henüz açıklanmadı ama 2017 yılında kişi başı milli gelir düzeyimiz 10.546 $ olarak hesaplanmıştır. 2018 yılında ve hala yaşadığımız kur dalgalanmaları dikkate alınarak bugün kişi başı milli gelirimizin 9.000 $ civarında olduğu tahmin edilmektedir.

2000-2012 döneminde göze çarpan ve ekonomik göstergelere olumlu yansıyan elbette başka gelişmeler de mevcuttur. Öncelikle, Türkiye için yıllarca karabasana dönüşen devlet iç ve dış borçları bu dönemde tasfiye edilmiştir. Aynı zamanda, devletin sırtında kambura dönüşen konut edindirme yardımı hesapları da yine bu dönemde tasfiye tasfiye edilmiştir.

Yine bu dönemde özelleştirme konusunda radikal diyebileceğimiz kararlar alınmış ve uygulanmıştır. Elbette özelleştirmede eleştirilecek çok konu olabilir, ancak söylemek istediğimiz, bir taraftan bütçeye yük getiren işletmelerin özelleştirilme suretiyle kamu giderlerinin azaltılması, diğer taraftan özelleştirme suretiyle bütçeye önemli oranda gelir getirilmesi sağlanmış olmasıdır.

Bir ülkenin gelişmişlik düzeyinin önemli göstergelerinden birisi de altyapıdır. Belirttiğimiz dönemde, özellikle karayolu olmak üzere, sanayileşmenin olmazsa olmazı olan altyapı yatırımları konusunda önemli gelişmeler sağlanmıştır.

Dış alım ve dış satım dediğimiz ithalat ve ihracatın seyri de belirttiğimiz sürece paralel bir seyir izlediğini görmekteyiz. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, gerek ihracatımız gerekse ithalatımızı 2000-2008 yılları arasında sürekli olarak artmış, 2009 yılında güçlü bir düşüşe rağmen sonrasında 2012 yılına kadar artış devam etmiştir. Tıpkı diğer ekonomik göstergeler gibi 2012 sonra dış ticaretin seyrinde de istikrarsızlık görülmekte, hala ciddi anlamda bir iyileşmeden de bahsedememekteyiz.

2002-2012 dış ticarette başarı ve nedenleri

2000 yılında 27 milyar 775 milyon $ olan ihracatımızı 2012 yılında 152 milyar 462 milyon $’a çıkaran diğer bir deyişle 12 yılda 5,5 katına çıkaran etkenler nelerdir? Biz neden bu süreci devam ettiremedik? Bu iki noktaya odaklanmakta fayda var.

2000 yılında bugüne ithalat ve ihracatımızın seyri grafik ve tablo olarak aşağıdadır. Her ikisinin de incelenmesinde ana hatlarıyla; gerek ithalatın gerekse ihracatın 2000-2008 sürecinde sürekli ve kayda değer oranda arttığı, 2009 yılında önemli ölçüde düştüğü sonra 2009-2012 yılları arasında yine artışın olduğu, ancak 2012 sonrasında dalgalı bir seyir izlediği ve bütüncül bakıldığında yatay seyrettiği söylenebilir. Yine bu süreç boyunca zaman zaman sapmalar olmakla birlikte, ihracatın ithalatı karşılama oranının %65 civarında seyrettiği gözlemlenmektedir.

Yıl İhracat Artış % İthalat Artış % İt/İh %   Yıl İhracat Artış % İthalat Artış % İt/İh %
2000 27.775 54.503 50,96 2010 113.883 11 185.544 32 61,38
2001 31.334 13 41.399 -24 75,69 2011 134.907 18 240.842 30 56,01
2002 36.059 15 51.554 25 69,94 2012 152.462 13 236.545 -2 64,45
2003 47.253 31 69.340 34 68,15 2013 151.803 0 251.661 6 60,32
2004 63.167 34 97.540 41 64,76 2014 157.610 4 242.177 -4 65,08
2005 73.476 16 116.774 20 62,92 2015 143.839 -9 207.234 -14 69,41
2006 85.535 16 139.576 20 61,28 2016 142.530 -1 198.618 -4 71,76
2007 107.272 25 170.062 22 63,08 2017 156.993 10 233.800 18 67,15
2008 132.027 23 201.964 19 65,37 2018 167.934 7 223.047 -5 75,29
2009 102.143 -23 140.928 -30 72,48 2019 42.249 49.020 86,19

2000’li yıllar dünya ekonomisinin büyüdüğü, dünyada para bolluğunun yaşandığı, globalleşme stratejinin hüküm sürdüğü yıllardır. Bu dönemde, bütün dünyada bir ticaret artışı olduğu gibi ülkemize de olumlu yandığı bir gerçektir.

Türkiye, on yıllarca çoğu zaman koalisyonların hüküm sürdüğü siyasi istikrarsızlık ortamından bu dönemde siyasi istikrara kavuştu. Bu durum doğal olarak, ortalama 1,5 yıl süren hükümetlerin aksine daha uzun vadeli kararlar alınması sonucunu doğurdu. Aynı zamanda yabancı yatırımcı, geleceğe daha öngörülü bakabilir oldu.

Her ne kadar, aleyhine bir sürü şey söyleniyor olsa da, gümrük birliğinin dış ticaret hacmi üzerinde olumlu etkisi yadsınamaz. Bir taraftan, yabancı yatırımcı hem Türkiye hem de Avrupa Birliği pazarına vergisiz ve kolayca erişebilir hale geldi, diğer taraftan Türk yatırımcı yatırım ölçeğinde Avrupa pazarının büyüklüğünden yararlandı. Bu iki durum, ölçek ekonomisi anlamında hem üretimi hem de dış ticareti artırdı.

Geleceğin planlamasında en önemli etkenin istikrar olduğunu söylemek yanlış olmaz. İstikrardan bahsederken insanın aklına hep siyasi istikrar gelir. Ancak, ekonomik istikrar ve döviz kurları, yabancı yatırımcıların yatırım kararı almasında önemli etkenlerdir.

2002 yılında 1.51 olan $/TL ABD doları kurunun, 2010 yılına geldiğimizde aynı düzeyde olduğunu, 2011 yılında ise 1,68 $/TL olduğunu görmekteyiz. Kurlarda süren bu istikrar elbette geleceğe güvenle bakmayı ve yatırım yapmayı teşvik edici olmuştur. Aynı kurun, 2012 ve sonra yıllarda seyri ise şekildedir: 2012=1.80, 2013=1.91, 2014=2.19, 2015=2.72, 2016=3.03, 2017=3.65, 2018=4.82, 2019=5.50. Bu veriler bize $/TL kurunun 2002-2010 yıllarında hiç değişmezken 2011-2019 yıllarında 3,27 kat arttığını göstermektedir.

Dış ticaretimizin güncel seyri

Güncel olarak dış ticaretimizin seyrini incelemek amacıyla 2017 yılı baçından bugüne aylık durumlarının incelenmesinde yarar görmekteyiz. Bu sürece baktığımızda, son aylarda hafif bir artış olmakla birlikte, ihracatın yatay ancak dalgalı seyrettiğini söylemek mümkün. İthalatın ise yine dalgalı seyrettiği, 2017 yılı boyunca hafif bir artışın olduğu, 2018 başından itibaren düşüşe geçtiği, bu düşüşün 2018 Ağustos ayında çok sert olduğu ve sonrasında yine yatay seyir sergilediği görülmektedir. 2018 Ağustos ayındaki ani ithalat düşüşte kurlardaki ani artışın etkili olduğu anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan, ihracatın ithalatı karşılama oranının önceki yıllara göre daha iyi düzeyde olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum, 2018 Ağustos ayından bu yana yüksek düzeyde seyretmiş ve seyretmeye devam etmektedir. Hatta 2018 Ekim ve Kasım aylarında cari açığın on yıllardır Türkiye’nin ulaşamadığı düzeyde seyrettiğine şahit olduk. Cari açığın bu denli azalmasında, ihracat artışından çok ithalatın azalması etkili olmuştur.

Ay İhracat Artış % İthalat Artış % İt/İh % Ay İhracat Artış % İthalat Artış % İt/İh %
2017/1 11.248 15.592 72,14 2018/3 15.553 18 21.435 13 73
2017/2 12.090 7 15.826 2 76,39 2018/4 13.847 -11 20.557 -4 67
2017/3 14.471 20 19.018 20 76,09 2018/5 14.257 3 22.067 7 65
2017/4 12.860 -11 17.788 -6 72,3 2018/6 12.924 -9 18.449 -16 70
2017/5 13.582 6 20.923 18 64,91 2018/7 14.049 9 20.057 9 70
2017/6 13.125 -3 19.174 -8 68,45 2018/8 12.334 -12 14.804 -26 83
2017/7 12.612 -4 21.491 12 58,69 2018/9 14.398 17 16.326 10 88
2017/8 13.248 5 19.162 -11 69,14 2018/10 15.679 9 16.174 -1 97
2017/9 11.810 -11 19.978 4 59,12 2018/11 15.495 -1 16.164 0 96
2017/10 13.913 18 21.217 6 65,57 2018/12 13.813 -11 16.554 2 83
2017/11 14.188 2 20.547 -3 69,05 2019/1 13.186 -5 15.671 -5 84
2017/12 13.846 -2 23.084 12 59,98 2019/2 13.577 3 15.727 0 86
2018/1 12.434 -10 21.523 -7 57,77 2019/3 15.486 14 17.622 12 88
2018/2 13.148 6 18.937 -12 69,43

Dış ticaretimiz neden istenen düzeye ulaşamıyor?

Cari açığın yıllardır ilk defa bu kadar düşük olduğu, ithalatın düşürüldüğü bir ortamda, dış ticarette daha nasıl iyi olsun sorusu akla gelebilir. Öncelikle sunu söylemek gerekir ki, ithalatın düşmesi her zaman iyi değildir. Eğer tüketim mallarının ithalatını düşürebiliyorsanız bu iyidir. Ancak, bilinmelidir ki, ithalatın düşmesi, hammadde ve ara malı ithalatının düşmesi anlamına da gelebilir. Hammadde ve ara malı hem yerli üretimin hem de ihracatın üretiminde kullanılan girdiler olduğu için, bunun düşmesi ya ihracatı ya da yerli üretimi düşürecektir. Bu iki durum da iyi değildir. Türkiye’nin ithalatının yaklaşık %78’ini hammadde ve ara mallar oluşturmaktadır. Bu yönüyle bakıldığında ithalatın düşmesinin -eğer yerine ikame ürün kullanılmaz ise- olumsuz etkisi olabilir. Bu nedenle, ihracat artışından kaynaklanan cari açığın düşmesi daha olumludur.

Türkiye, 1980 yılından beri ithal ikamesi yerine ihracata dayalı büyüme modelini benimsemektedir. Dışa dönük büyüme, doğal olarak hem ihracatta hem de yerli üretimde ithalat bağımlılığını doğurmaktadır. Türkiye ihracatının %40’dan fazlasını teşvikli ithal edilen eşyanın ihracatı oluşturmaktadır. Bu yapı sadece ucuz işgücünün ihraç edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Türkiye, ihraç eşyanın bünyesindeki yerlilik payını artırma yolunda fazla mesafe kaydedememiştir.

İhracatımızın lokomotif sektörü geçmişte tekstil ürünleri iken otomotiv sektörü olmuştur. Gerek otomotiv üretimi gerekse otomotiv yan sanayi konusunda kaliteli ve yetkin üretim yapılmasına rağmen, hala Türkiye’nin markası bulunmamaktadır. Bu konu sadece otomotiv için değil, çoğu sektörler için geçerlidir. Günümüzde üretimden çok, marka, lisans, patent, inovasyon değerlidir. Dolayısıyla, ihracatın ve ihracata yönelik teşviklerin bu yönle evrilmesi konusunda başarı sağlanamamıştır.

Türkiye’nin ihraç ürünleri ağırlıklı olarak emek yoğun ürünlerdir. Bu ürünler ise yükte ağır, bahada hafif ürünlerdir. Kilogram fiyatı, tasarım ve teknoloji ürünlerine göre çok çok düşüktür. İhracatı miktar değil de değer olarak artırmanın yolu bu dönüşümü sağlamaktan geçmektedir.

Irak ve özelinde Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmeler, ihracatımızın bazen artmasına bazen ise tam tersine azalmasına sebep olmuştur. Irak, 2012-2014 yıllarında 11-12 milyar $’la ihracat yaptığımız ülkeler arasında ilk sırayı alırken, petrol fiyatlarındaki düşüş ve Kuzey Irak’ın bağımsızlık girişimi nedeniyle bu seviye korunamamıştır.

Aynı şekilde, Suriye iç savaşı da ihracatımızı olumsuz etkilemiştir. Her ne kadar Suriye’nin ihracatımız içindeki payı az olsa da, Suriye Türkiye’nin Ortadoğu pazarına ulaştığı geçiş koridoruydu. Savaş nedeniyle Suudi Arabistan, Ürdün gibi ülkelere karayolu ulaşımı koptu. Bu nedenle, savaş sadece Suriye’ye olan ihracatımızı değil aynı zamanda bu güzergahtaki tüm ülkelere olan ihracatımızı olumsuz etkiledi.

Yukarda da belirttiğimiz gibi, son dönemde döviz kurlarında yaşanan dalgalanma nedeniyle işlem maliyeti risk hesabı yapılamamakta, bu durum hem yatırımları hem de ticareti olumsuz etkilemektedir. Genel olarak bu süreçte erteleme eğilimi sergilenmektedir.

Ayrıca, uluslararası ilişkilerin uluslararası ticareti etkilediğini söylemek gerçekçi bir yaklaşımdır. Günümüz dünyasında, Türkiye’nin dış ilişkilerinin iyi olmadığını hepimiz biliyoruz. Bunun elbette çeşitli nedenleri olabilir ama bu durum yabancı sermayenin ülkeye girişini olumsuz etkilediği gibi dış ticareti de olumsuz etkilemektedir.

Bütün bu anlatımlarından çıkarılacak sonucun, Türkiye’nin dış ticaretini artırmak için, bu alanda yapısal dönüşümü sağlamak zorunda olduğunu düşünmekteyiz.

Etik Kültürün Kurumlarda Geliştirilmesinde İş Etiği ve Kamu Etiği İlişkisi

1980’li yılların başından itibaren şirketler için sermaye piyasaları yoluyla fon sağlamaya yönelik finansman biçiminin önem kazanması, bu fonları sağlayanlarla şirket yöneticileri arasında bir iletişim sorununu ortaya çıkarmıştır. Büyük iflas ve şirket yöneticilerinin kendi menfaatlerine göre hareket etmeleri bu sorunun çözümü için yeni mekanizmalara olan ihtiyacı artırmıştır. Bu konuda kamu düzenleyici kurumlarının da yetersiz denetimleri de sorunların büyümesine yol açmıştır. Bunların sonucunda sermaye piyasalarında şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi kurallar önem kazanmaya başladı. Buna koşut olarak kurumların kendi iç yapılarında etik değerlere göre iş yapma kurallarının önemi giderek arttı ve iş etiği ve kamu etiği sistematik bir alan haline geldi. Bu kurallar kamu yönetimi ve iş süreçlerini de etkiledi.

Kamu yönetim ettiği ve iş etiği açıklanan gelişim sürecinden dolayı birbiriyle ilişkili ve etkileşim içinde gelişimini sürdürdü. Ancak kamunun iş süreçlerinin farklı olması ve genel olarak kamu yararıyla toplumsal faydayı amaçlamasından dolayı, kamu yönetim etiği ve iş etiği arasında ayrımlar da vardır. İş etiğinin farklılaştığı en önemli nokta karlılığı amaçlamasıdır. Buradan hareketle bu çalışmada söz konusu benzerlikler ve farklılaşmalar çerçevesinde konular ele alınmaktadır.

Çalışmanın ilk bölümünde etik, iş etiği ve kamu yönetimi etiği tanımları ile etik ile ahlak ve yasalar arasındaki farklar tartışılarak kavramsal çerçeve tanımlanmıştır. Bu bölümde yine kamu etiğindeki yeni eğilimlerden bahsedilerek kamu yönetimi hareketi ve yeni kamu yönetimi işletmeciliğinin etkileri üzerinde durulmuştur.

İkinci bölümde kamu ve özel sektörün etiğe yaklaşımlarındaki benzerlikler ve farklılıklar tartışılmıştır, bu bölümde etiğe ve etik değerlere yaklaşım farklılıkları ayrı ayı ele alınmıştır, bu kapsamda kamu ve iş etiğinin ortak ve farklı değerleri belirlenmeye çalışılmıştır.

İş etiği ve kamu etiği açısından sorun yaratan hususlar bir diğer alanımız olup, sorunlu alanlar, risk göstergeleri, etik dışılığın nedenleri üzerinde özellikle durulmuştur. Etik uygulamalar bakımından kamu ve özel sektör arasındaki işbirliği bir diğer ilgi alanımızı oluşturmuş ve bu husus incelenerek öneri setleri geliştirilmiştir.

Kamu ve özel sektörde etik dışı davranışı engelleyici ve etik davranışı geliştirici mekanizmalar olarak etik program kavramı ayrıntılı incelenmiştir.

Kamu ve özel sektördeki etik kodlara yaklaşım ve bu iki alandaki etik kodların farklılıkları üzerine durulmuştur. Son bölümde değerlendirmelerimiz ve önerilerimize yer verilmiştir.

Kamu Yönetim Etiği ve İş Etiği arasındaki Kavramsal bağ

İyi bir yönetimin geleneksel olarak ‘’3 E ‘’si; Ekonomi, Etkinlik ve Etkililik olup, günümüzde dördüncü E’ si olan Etik eklenmiştir. [1] Etik gerek kamu yönetiminde gerek ise iş dünyasında farklılıklar taşısa da temelde aynı amaca yönelmiş bir disiplindir.

Kamu Yönetim ve İş Süreçleri Açısından Etik Kavramı

Etik kavramı Yunanca (Grekçe) ‘’ethos’’ sözcüğünden gelmekte olup karakter anlamına gelmektedir. [2] Etik kavramının iki farklı kullanımı söz konusudur. ‘’ εθος ‘’   olarak yazılan etik kavramı alışkanlık, görenek, töre anlamına gelir, asıl anlamıyla ve dar anlamda ‘’ηθος ‘’ olarak yazılan etiğe göre ise eylemde bulunan ve davranan kişi, aktarılan eylem kurallarını ve değer ölçülerini sorgulamadan uygulamayıp, üzerinde düşünerek talep edilen iyiyi gerçekleştirmek için onları alışkanlığa dönüştüren kişidir. Alışkanlık töre ve görenek bu şekilde karakter haline gelmekte, erdemli olmanın temel tavrı olarak anlaşılmaktadır.’’[3]

Sözlüğe göre ise, Etik ; töre bilimi,‘’Yarar, iyi, kötü gibi sorunları inceleyen, töre ile ilgili bir davranış yasası geliştiren, neyin uğrunda savaşılmaya değer, yaşama neyin anlam kazandırdığı, hangi davranışın iyi ve hangisinin kötü olduğu gibi sorunları kendine konu edinen bilim, ahlak bilimi, ilmiahlak, etik ’’olarak tanımlanmaktadır.[4] Etik; ‘’Felsefenin‘ödev, ‘yükümlülük, ‘sorumluluk’ ve erdem’ gibi kavramları analiz eden, ‘doğruluk’ veya ‘yanlışlık’ ile ‘iyi’ veya ‘kötüyle ilgili ahlaki yargıları ele alan, ‘ahlaki eylemin doğasını soruşturan ve iyi bir yaşamın nasıl olması gerektiğini açıklamaya çalışan dalıdır’’.[5] Günümüzde etik özellikle mesleklerin yapılmasında ve görevlerin yapılmasında önem kazanmıştır. Bu açıdan Etik; ‘’Çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması veya kaçınması gereken davranışlar bütünü’’ olarak tanımlanmaktadır.[6] Etik genel olarak davranışlarımız için çerçeve teşkil eden değerler, ilkeler ve kurallar toplamı olarak da tanımlanabilir.

Etik ve ahlak arasındaki ilişki; Etik tanımı ahlak’a da atıf yaptığından ahlak kelimesini de açıklamak gerekir. Ahlak, 1.‘’Bir toplum içinde kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulundukları davranış biçimleri ve kuralları’’, 2. Felsefede kullanımı olarak ‘’Belli bir toplumun belli bir döneminde bireysel ve toplumsal davranış kurallarını tespit eden ve inceleyen bilim’’ ve 3. ‘İyi nitelikler, güzel huylar’’ olarak tanımlanmaktadır.[7] Ahlak kelimesi batı dillerinde adet alışkanlık, karakter anlamlarına gelen moral kelimesi ile karşılanır ve mos (çoğulu mores) kelimesi kökenlidir.[8] Ahlak kelimesi arapça ’’hulk’’ kelimesinin çoğulu olup, huy, mizaç, seciye gibi anlamlar taşır. Her iki kelime birbirlerinin yerine ve dönüşümlü olarak kullanılmakla birlikte, genel olarak bu iki kavramın birbirinden farklı olduğu kabul edilmektedir. Etik ahlak felsefesi olarak da tanımlanmakta olup bu anlamda ‘’insanların kurduğu bireysel ve toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan değerleri, kuralları, doğru yanlış ya da iyi-kötü gibi ahlaksal açıdan araştıran bir felsefe disiplinidir’’[9]

Ahlak, belirli bir toplumda belirli bir zaman ve alanla tanımlıdır, belirli bir ülkedeki belirli bir grubun ahlakından söz edilebiliriz. Etik daha çok özel gruplar için belirlenmiş davranış kuralları olarak tanımlanabilir. Bu anlamda muhasebeci etiğinden veya borsa aracılarının etiğinden söz edilebilir. [10]

Yukarıdaki açıklamalar kapsamında ‘’Ahlak, göreli, toplumdan topluma, toplum içindeki farklı gruplara, bu grupların dinsel, cinsel, etnik kimliklerine göre değişen, yazılı olmayan, insanlar arasında uyulması gereken kurallara işaret ederken, etik, daha soyut kavramlara dayalı, daha evrensel ve genel geçerliliğe sahip bir karakter taşımaktadır.[11]

‘’Ahlak ile etik arasındaki temel fark, ahlakın din, çevre gibi dışsal nedenlerle şekillenmesine karşın etiğin dışsal değil, değerlerimize dayanan içsel bir güdü olmasıdır. Etik, birileri bize şöyle davran dediği için değil, gerçekten doğru olduğuna ve öyle davranmamız gerektiğine inandığımız için öyle davranmamız nedeniyle ahlaktan ayrılır.’’[12]

Yukarıdaki açıklamaları tekrar gözden geçirir ve karşılaştırmalı olarak bakar isek, ahlak; göreli, toplumdan topluma, toplum içindeki farklı gruplara, çeşitli dinsel, cinsel etnik gruplara göre ve zamana göre değişen davranış kurallarını tanımlar iken, etik ise, daha soyut kavramlara dayalı, evrensel ve genel geçerliliğe sahip bir karakter taşımaktadır. Etik, ayrıca son dönemde daha çok özel gruplar için belirlenmiş davranış kuralları anlamını da taşımaya başlamıştır.

Tablo 1- Etik ve Ahlak Karşılaştırması

AHLAK ETİK
•  Göreli

•  Toplumdan topluma değişebiliyor

•  Toplum içindeki farklı gruplara göre değişebiliyor

•  Çeşitli dinsel cinsel etnik gruplara göre değişebiliyor

•  Zaman içinde değişebiliyor

•  Daha soyut kavramlara dayalı

•  Evrensel

•  Genel geçerliliğe sahip bir karakter taşımaktadır

•  Özel gruplar için belirlenmiş davranış kuralları anlamı kazanmıştır

Etik ile yasaların ilişkisi; bir çok konuda etik ile yasalar aynı şeyleri söyler, ama ikisi aynı şey değildir. Çoğu kez önce etik kurallar oluşur; daha sonra bunlar yasalaştırılırlar. Başka bir deyişle etik yasaların öncülüdür. Bazılarına göre yasalar ve etik farklıdır. Yasalar iş dünyasına uygulanacak en uygun ve tek düzenlemedir. Bu konuda iki farklı temel yaklaşım mevcuttur: bir yaklaşım, yasaların kamu yaşamı ile ilgili olduğunu, etiğin ise özel alanın bir konusu olduğu, yasalar açık ve net olarak tanımlanmış herkese karşı uygulanan zorlayıcı uyulmaması halinde yaptırımı olan düzenlemelerdir. Etik ise kişisel görüşlerimize göre bizim yaşamımızı düzenlerken seçimlerimizi yansıtan bir alandır. Bu düşüncenin bir diğer çeşidi de, yasalar uyulması gereken asgari standartları belirlerler. Öte yandan etik ise daha yüksek, olması gereken arzulanan bir düzeydir. Etik olmak arzulanan bir şeydir, ancak uyum zorunluluğumuz yasalarla sınırlıdır.[13] İkinci yaklaşıma göre ise yasalar iş etiğinin ana yapısını oluşturur. Duruma göre iş yaşamına uygulanabilecek etik kurallar vardır ve bunlar da yasa düzenleyiciler tarafından yasalara aktarılmalıdır. Yasalar daha ayrıntılı düzenlemeler içermeleri, yaptırıma tabi tutulmaları, kamu otoritesi tarafından yoruma tabi tutulabilmeleri nedeni ile etiğe karşı avantajlara sahiptirler. Bu genel düzenlemeler herkes tarafından bilinirler ve başlangıç noktası olarak bir zemin oluştururlar. Eğer birbiriyle yarışan takımlar kendileri için kuralların ne olduğunu belirlemeye kalksa idi bir kaos oluşurdu. Bu nedenle iş dünyasında sadece kanunu dikkate almak ahlaki açıdan yeterlidir. Bu yaklaşım tarzının şiarına göre ‘’bir şey yasal ise ahlaki olarak da uygundur.’’

Yukarıda açıklanan her iki yaklaşım da temelde yöneticilerin karar alırken yalnızca yasaları dikkate almasını önerirler. Bu uygulama yanlış olmanın yanında son derece de tehlikeli bir yaklaşımdır. John R.Boatright’a göre pratik açıdan yöneticiler birçok nedenle karar alırken hem etik, hem de yasal boyutunu dikkate almalılar. Böyle davranmaları için yazara göre nedenlerden bazıları şunlardır ;     Öncelikle yasalar iş dünyasındaki bazı konuları düzenlemeye uygun değildir. Gayri ahlaki olan her şey yasa dışı değildir. Örneğin başka birisinin işi için kredi almak, ya da rakiplere karşı sorgulanabilir rekabet yöntemleri kullanmak yasal olmakla birlikte, etik açıdan sorgulanabilir uygulamalardır. Bir şeyin yasadışı olmaması onun ahlaki olarak uygun olduğunu göstermez. İkincisi, kanunlar yeni gelişen alanları düzenlemekte genellikle yavaş davranırlar. Kanunlar genellikle tepkiseldirler ve sorunlar kamunun dikkatine gelinceye kadar çoğu zaman uzun süre geçer. Yasal düzenlemelerin yapılması uzun zaman alır ve bu arada önemli zararlar da oluşabilir. Bu durum yeni ortaya çıkan hususlarda olduğu gibi bazen uzun süredir bilinen konularda da ortaya çıkan bir sorundur. Üçüncü olarak yasalar tam olarak tanımlanmamış etik hususları baz alabilir. Dolayısıyla bu konuları anlamadan, hukuku anlamak da imkansızdır, örmeğin iyiniyet kavramı hukukta çok net tanımlanmış değildir. Dolayısıyla bu kavramı anlamadan hukuku ve bu konudaki kuralları anlamak imkansızdır. Örneğin fiyat farklılaştırması suçlamasına karşı bir savunmada iyiniyetli olarak rakibin fiyatını karşılayacak daha düşük bir fiyat önermektir. Dördüncü olarak yasalar bazen konuyu açık bırakır ve karar vermeyi mahkemeye bırakırlar. Ahlaki olarak yanlışsa muhtemelen yasadışıdır anlayışı ile bazen kanun tarafından tam olarak tanımlanmayan alanlarda ahlak iyi bir yorumlama aracı olmaktadır. Beşinci olarak bazen yasalar oldukça yetersiz araçlardır ve sırf kanuna dayanmak gereksiz hukuki süreçlere ve davalara yol açmaktadır.[14]

Bir çok nedenlerle yasalar yetersiz kalabilmekte, bu durum yasal olan ile etik olan farklılığını doğurmaktadır. Bazen yasal olan bir şey etik olmayabilir; ya da tersine etik olan bir şey yasalara aykırı olabilir. Örneğin yasalar bir şirkette yükselme için iki adaydan yeterli performansı gösteremeyen, kişiyi bir üst göreve yükseltmenize bir şey demezler, ancak etik açıdan bu çalışanlara ayırım gözetmeksizin, gerek işe alınmada, gerekse kariyer gelişiminde eşit olanaklar sağlanması bağlamında adil olmaması nedeniyle etik dışı bir uygulama olarak değerlendirilecektir. ’’ Benzer şekilde tersine Martin Luther KİNG in 1960’lı yıllarda Amerika’da siyahlara karşı ırk ayrımcılığına izin veren yasaları protesto eden sivil itaatsizlik eylemi yasalara aykırı olmasına rağmen meşru ve etik kabul edilebilir.

‘’Hukukun amacı adaleti gerçekleştirmektir. Buna karşın ahlakın amacı iyiyi gerçekleştirmek ya da iyiye ve doğruya ulaşmaktır. İnsanlık tarihi boyunca temel ahlaki değerlerin bir çoğu zaman içerisinde hukuki norm haline gelmiştir. Kanunlar genellikle yapılmaması gereken insan eylem ve davranışlarını belirlemiş ve sınırlamıştır.’’[15] Bazen yasaların sırf kelimelere dayanarak yorumlanması hukuka ve etiğe aykırı uygulamaları da getirmekte ve hatta yasalar gerekçe gösterilerek etik dışı uygulamalar gerçekleştirilebilmektedir. Yasalar asgari standardı belirlerken etik daha üst düzey bir standart ister. Bu nedenle bazen yasa hükümlerine dayanarak insanlar etik olanı yapmaktan da kaçınabilmektedir. [16]

Kısaca özetler isek; yasaların suç saydığı çoğu şey etik açıdan da yanlıştır; ama her zaman birebir örtüşmezler. Hukukun amacı adaleti gerçekleştirmektir. Etiğin amacı iyiyi gerçekleştirmektir. Hukuk kurallarına uymamanın resmi yaptırımı var iken, etik kurallarına uymama resmi yaptırıma tabi değildir Bununla birlite, son dönemde etik ilkelere uymama da yaptırıma tabi olma eğilimindedir. Hukuk kuralları devlet tarafından, etik kurallar ise organizasyonlar tarafından oluşturulur. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Hukuk, yasalar çerçevesinde ne yapılabileceğini; Etik ise, ne yapılması gerektiğini belirtir.

Vicdan ; ‘’Vicdan kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç’’[17] olarak tanımlanmaktadır. Vicdan neyin doğru neyin yanlış olduğunu gösterdiğine inandığımız içimizdeki öznel pusula ya da içimizdeki muhakeme olarak tanımlanabilir.

Vicdan davranışlarımıza yön veren bir manevi duygu olup, bir otokontrol mekanizması vazifesini görebilir ve vicdan da ahlaki değer yargılarının bir koruyucusu olabilir.[18]

İş Etiği

‘’İş Etiği’ni, kendi kişisel değerlerimize ek olarak, kurum değerlerinin, karlılığın, profesyonel sorumluluk ve beklentilerin de girmesiyle karar vermenin daha da zorlaştığı iş yaşamında kendine özgü kurum ve kuralları ile doğru, haklı, iyi ve adil olduğuna inandığımız şeyleri belirlemeye yarayan kurallar bütünü olarak tanımlayabiliriz.’ ‘’İş etiği, etiğin iş dünyasına uygulanmış hali, iş dünyasındaki davranış, görüş ve tutumlarımızı yönlendiren, yol gösteren değerler ve kuralların bütünü olarak tanımlanabilir. İş etiği, etiği iş dünyasına uygularken kurum değerlerinin belirlenmesi, etik kod ya da davranış kurallarının hazırlanması, etik komitenin oluşturulması, etik liderlik, gibi kendine özgü konuları da kapsar.’’ [19] Bu açıdan bir kurumda etik davranışlar, süreçlerin bir bileşeni olmaktadır.

‘’iş etiği belirli bir grup veya topluluk için belirlenmiş olan ve bu grup veya özel topluluğun üyeleri tarafından benimsenen davranış kurallarını içerir.’’[20] ‘’İş etiği genel olarak, etiğin özel bir uygulama alanıdır ve etik açıdan doğru ve yanlış kavramları iş hayatı çerçevesinde özelleştirilerek incelenmekte ve odak noktası işletme politikaları, kurumlar ve davranışlar için etik standartların nasıl uygulanacağı olmaktadır. ’’[21]

İş dünyasında etik kavramı sorumluluk duygusundan kaynaklanır (bir topluluğa, çalışanlara, ortaklara ve topluma) neyin etik olduğu, neyin doğru olduğu, yönetimin kendini sorumlu olarak hissettiği gruba bağlı olarak değişebilir.[22]

Kamu yönetimi etiği

Kamu yönetimi etiği, kamu hizmetlerinin sunulmasında, kamu kaynaklarının kullanılmasında ve kamusal kararların alımında karşılaşılan etik ilişkileri incelemektedir. Kamu hizmetlerin sunumunda ve kamu kaynakların kullanımında eşit ve adil bir uygulamanın gerçekleşmesi bakımından kamu yönetimi etiği büyük önem taşımaktadır. Kamu yöneticilerinin kamusal kararları alırken ve kamu hizmetlerini yürütürken uymaları gereken tarafsızlık, dürüstlük, sosyal adalet, saydamlık, hesap verebilirlik, kamu yararı gözetme gibi bir takım ilke ve değerler bütünü kamu etiğinin temelini oluşturur.

Kamu görevlilerinin davranışlarında etkili olan temel unsurlardan birinin yasalar, diğerinin ise etik değerler olduğu söylenebilir. Yasalar, kamu görevlilerinin davranışlarını dışsal olarak belirlemekte ve denetlemekte iken, etik değerler, davranışı içsel olarak yönetmekte ve denetlemektedir (Cooper vd., 1998: 91). Kamu yönetiminde bir etik hiyerarşisinden de sözedilebilir. Hiyerarşinin ilk basamağında kamu görevlilerinin kendi öznel geçmişleri tarafından biçimlendirilen “bireysel ahlak” yapıları ikinci basamağında “mesleki etik” bulunur. Mesleki etik, kamu görevlisinin görevini yaparken, mesleğin gerektirdiği normlar çerçevesinde davranmasıdır. Üçüncü basamakta “örgütsel etik” yer alırken, son basamakta ise “toplumsal etik” bulunmaktadır. (Shafritz ve Russell, 2005: 186). [23]

Kamu yönetiminde etiğin önemi

Etik, devlete ve kurumlarına karşı güven oluşturarak korumanın ve siyasal sistemin iyi işleyişini sağlamanın en temel yoludur. Kamuda etik uygulamalar, kamu gücünün kişisel çıkarlar için değil toplum yararına kullanılmasını sağlarlar. Etik, iyi bir kamu politikasının ön şartıdır ve etik olmaksızın adil, erdemli bir toplum oluşturmak olanaksızıdır. Kamu kaynaklarının yönetilmesi ve politika oluşturulmasında takdir yetkisi son derece önemlidir. Etik, kamu gücünün yanlış ve kamu zararına kullanılmasını engeller. Kamuda etik dışı uygulamalar devlete ve hukuk sistemine olan güveni azaltır ve toplumun tüm kesimlerinde kuralları çiğneme eğilimini güçlendirir. Sonuç olarak; kamuda etik dışı uygulamalar büyümeyi yavaşlattığı gibi, yatırımların verimini de düşürür ve ülkenin kaynaklarının kullanımını olumsuz yönde etkiler. Etik dışı uygulamalar kamunun verim ve kalitesini düşürerek devletin işlevlerini sağlıklı olarak yerine getirmesini engeller. Kaynakların etik olmayan uygulamalar sonucu etkin olmayan şekilde kullanılması altyapı ve hizmet kalitesinin düşmesi sonucunu doğurur. Etik olmayan uygulamalar sonucunda bazı çıkar grupları ve bazı kamu görevlilerinin çıkar sağlamasına karşılık, özellikle başta rüşvet olmak üzere maliyetleri arttırıp, rekabeti engelleyip, yatırımcıları kaçırarak toplumun genel refahını azaltırlar.

Sonuç olarak; kamuda etik dışı uygulamalar, devlet hizmetlerindeki verimliliği ve etkinliği düşürüp, kaynak dağılımını bozar, enflasyonu arttırıp, tüketici refahını düşürür ve devlete olan güveni azaltır.

[1] Oecd . (1996). Ethics in the public service; current ıssues and practice ,oecd report no 14 .

[2]Kırel, Ç. (2000). Örgütlerde etik davranışlar , Yönetimi ve bir uygulama çalışması. Anadolu Üniversitesi iktisadi ve idari bilimler fakültesi.s.2

[3] Pieper Annemaria Etiğe giriş 1999 s 30 dan aktaran ( A. Veysel ve S.Gönül çevirisi) Atak, S. (2014). Kamu Yönetimi Etiği. S. Atak, & S. K. Gül içinde, meslek Etiği Kavramları s. 312

[4]Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük 9.baskı Ankara 1998. S. 739 ve s. 2244

[5]Türk Dil Kurumu Bilim ve sanat Terimleri Ana Sölüğü. (tarih yok). 3 31, 2017 tarihinde Türk Dil Kurumu:

[6]Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük. (tarih yok). 3 31, 2017 tarihinde Türk Dil Kurumu:

[7]Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük 9.baskı Ankara 1998. S.48

[8]Torlak Ömer ‘’Pazarlama Ahlakı Sosyal Sorumluluklar Ekseninde Pazarlama Kararları ve Tüketici Davranışlarının Analizi’’ 2003 Beta. s 70

[9]Kırel Çiğdem   ‘’Örgütlerde etik davranışlar , Yönetimi ve bir uygulama çalışması   s 2

[10]Boatright John R. ‘’Ethics in Finance ‘’ 1999 Blackwell Publishers Inc. Massachusetts USA . s

[11]İnayet Aydın Pehlivan ‘’Yönetsel, mesleki ve örgütsel etik’’2002 pegam A yayıncılık s.8

[12]Balkan, B. (2006). Bankacılıkta Temel Etik Yaklaşım basılmamış yüksek lisan tezi. istanbul. s.6

[13]Boatright John R. ‘’Ethics and the Conduct of Business’’ 2003 Prentice Hall New Jersey.ss.15-16

[14]Boatright John R. ‘’Ethics and the Conduct of Business’’ 2003 Prentice Hall New Jersey.ss.15-18

[15]Aktan Coşkun Can ‘’Ahlaki Yeniden Yapılanma ve Toplam Ahlaka Doğru:1-Ahlak ve Ahlak Felsefesi‘. s.40

[16]Balkan, Bülent . Etik ve Yasalar. 4 15, 2017 tarihinde Tedmer

[17]Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük 9.baskı Ankara 1998. s.2347

[18] Aktan Coşkun Can ‘’Ahlaki Yeniden Yapılanma ve Toplam Ahlaka Doğru:1-Ahlak ve Ahlak Felsefesi‘. s. 36

[19]Balkan, B. (2006). Bankacılıkta Temel Etik Yaklaşım basılmamış yüksek lisan tezi. istanbul. ss. 11,12

[20]Boatright John R. ‘’Ethics and the Conduct of Business’’ 2003 Prentice Hall New Jersey. s. 15

[21]Kırel, Ç. (2000). Örgütlerde etik davranışlar , Yönetimi ve bir uygulama çalışması. Anadolu Üniversitesi iktisadi ve idari bilimler fakültesi ss.6-7 aktarılan eser Valesguez, M. G. (1988). Business Ethics . New Jersey: printece Hall.ss 18,22

[22]Boone Louis E., Kurtz David L. 1990 ‘’Contemporary Business’’ The Dryden Press .s.28

[23]Öztepe, M. C. (2013). Kamu yönetiminde etik Sorunu; Türk Kamu yönetiminde etik sisteminin eleştiresel çözümlemesi doktora tezi. s. 44

‘’Bu yazı dizisi Kamu Görevlileri Etik kurulu için Yolsuzluğun önlenmesi ve etiğin teşviki için teknik destek projesi için hazırlanan’’ Etik Kültürün kurumlarda geliştirilmesinde iş etiği ve kamu etiği ilişkisi’’ teknik raporuna dayanmaktadır. 

  • Bu makale Satınalma Dergisi Haziran 2018 sayısında yayınlanmıştır.

EnterTech, Londra’da girişimci ekosistemi kuruyor. Buyer Network İş ve Ticaret Platformu dünyaya açılıyor.

İstanbul Kalkınma Ajansı’nın destekleriyle İstanbul Teknokent EnterTech önemli bir etkinliğe daha imza attı. Kolektif House’da ICUBE Demo Day etkinliği ile girişimcileri ağırladı. 14 girişimcinin sunumlarını gerçekleştirdiği etkinlik Londra’da bir girişimci ekosistemi geliştirmeyi ve Network ağı oluşturmayı amaçlıyor.

Girişimci ekosistemini destekleyeceğiz

İstanbul Teknokent EnterTech Genel Müdürü Yasin Erol uluslararası çalışmalar ve girişimcilik ekosistemi konusunda teknokentlerin önemine değinerek, “Bizler farklı bir model ile girişimcilerimize destek oluyoruz. Girişimci firmalarımızı daha önce Amerika Birleşik Devletleri’nin California eyaletine götürmüştük. Bu tarz projeleri gerçekleştirerek olumlu ve olumsuz yönlerimizi görüyor, kurum olarak faaliyetlerimizi analiz ediyoruz. Bu proje kapsamında eksikliklerimizin üzerine gitmeyi ve bu eksiklikleri kapatmayı da amaçlıyoruz. Dolayısıyla tecrübeli insanlar ile bir araya geldik ve İngiltere’ye rotamızı çevirdik. Londra lokasyon olarak bakıldığında girişimcilik ekosistemi için güçlü bir şehir. Bugün burada sunum yapan 10 girişimcimizi 20 Temmuz 2019’da Londra’ya göndereceğiz. Dünyada ihracata ağırlık veren ve girişimcileri destekleyen firmaların uzun yıllar ayakta kaldığında yakından şahit oluyoruz. Bu yüzden bizler de bu vizyon ile yola çıktık ve girişimci ekosistemimizi destekleyeceğiz. 10 girişimcimizi Londra pazarına sokacak ve network geliştirmelerine yardımcı olacağız.” ifadelerini kullandı.

BuyerNetwork İş ve Ticaret Platformu
Kurumsal Pazarda (B2B) Büyümeye Devam Ediyor

BuyerNetwork.net kurucu ortağı Adil Ünal yaptığı sunumda Platform hakkında bilgi verdi. Platformun 7.500’den fazla firma ve yönetici üyesi ile hızlı bir sektörel büyüme kaydettiğini vurguladı. 2014 yılında kurulan platformda firmalar ürün ve hizmet satışlarını doğrudan alıcılara yapabiliyorlar.

Ticaret Paketi ile Satış Çok Kolay

Buyer Network.net Kurucu Ortağı Adil Ünal

Satıcılarla alıcıları bir araya getiren Buyer Network Platformu alanında bir ilk özelliği taşıyor. Firma, platforma üyeliği ile birlikte firma sayfasını kolaylıkla oluşturup, ürün, hizmet, sertifika, katalog ekleme ve personel (iş) ilanlarını sadece tek bir “ticaret paketi” ile sağlayabiliyor.

Platformda girişimciler başta olmak üzere satın alma, lojistik, planlama, üretim ve tedarik zinciri yöneticileri bulunmakta. Üyeler düzenli olarak Konferans ve Çalıştaylarda bir araya gelebiliyor. Mesleki ve sektörel konuları paylaşabiliyor. Bu özelliği ile iş ve kariyer açısından da eşsiz bir networking sağlanıyor.

Business Card Üyeliği İle Tüm Platforma Kampanya Düzenleme İmkanı

Buyer Network Platformunda istendiğinde ayrıcalıklı (exclusive) olarak tüm platforma alanında özel kampanyalar da oluşturulabiliyor. Yine bu işbirliği kapsamında firmanın genel çerçevesini belirlediği tüm yöneticileri biraraya getiren özel etkinlikler düzenlenebiliyor. Böylelikle yüz yüze temas imkanları genişletiliyor.

10 girişimci firması Londra’ya götürülecek

ICUBE Demo Day etkinliği kapsamında toplam 14 firma ekiplerini ve girişimlerini tanıtan sunumlarıyla katılımcıları bilgilendirdi. Katılan 14 girişimci firmanın 10 tanesi 20 Temmuz 2019’da Londra’ya götürülecek. Farklı alanlarda çalışan girişimci firmaların listesi ise şu şekilde:

  • Buyer Network Business
  • PDA
  • Fanaliz
  • Uservision
  • Solar Curtain
  • Gamitive
  • Aksense
  • Minus
  • Bot More
  • İltema
  • Tetis
  • Keyzy
  • BiaTech
  • Gloits