Markalı konut projelerinde yabancı alıcıların artış trendi temmuzda da devam etti

REIDIN-GYODER Yeni Konut Fiyat Endeksi sonuçlarına göre temmuz ayında, markalı konut projelerinin yüzde 9’u yabancı yatırımcılara satıldı. Bu oran, son 6 aylık ortalamanın (yüzde 8) 1 puan üzerinde.
Yabancı yatırımcıların tercihi ağırlıklı 2+1 (yüzde 41) özellikteki konutlar olarak öne çıktı. Onu 3+1 (yüzde 24) ve 1+1 (yüzde 24) konutlar izledi.

Türkiye genelinde 81 şehrin tamamını kapsayacak nitelikteki Türkiye Satılık Konut Fiyat Endeksi’ne göre Türkiye genelinde konut satış fiyatları son bir ayda yüzde 0,72, son üç ayda yüzde 1,81, son altı ayda yüzde 4,18, son bir yılda yüzde 9,68, son üç yılda yüzde 37,59, son beş yılda ise yüzde 86,63 oranında arttı. Konut kira değerleri ise son bir ayda yüzde 1,27, son üç ayda yüzde 3,21, 6 ayda yüzde 4,34, son 1 yılda yüzde 8,18, son 3 yılda yüzde 28,41, son 5 yılda ise yüzde 67,09 oranında arttı.

REIDIN-GYODER Yeni Konut Fiyat Endeksi, Temmuz 2018 sonuçlarını değerlendiren GYODER Başkanı Doç. Dr. Feyzullah Yetgin, “Markalı konut projelerinde gerçekleştirilen satışların yüzde 9’luk kısmının yabancı yatırımcılara yapıldığını görüyoruz.Son 6 aylık ortalamanın yüzde 8 olduğu yabancı geçen bitmemiş konutların satış oranında da 2 puanlık azalmaya yol açtı” dedi. yatırımcılara satışların artmasında, kurdaki dalgalanmanın da etkili olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda kurdaki dalgalanmanın yanı sıra konut kredi faizinin hızla yükselmesi konut alıcılarını etkiledi ve Mart ayından bu yana düşüşe geçen bitmemiş konutların satış oranında da 2 puanlık azalmaya yol açtı” dedi.

REIDIN CEO’su Kerim Alain Bertrand temmuz ayı sonuçları hakkında şunları söyledi: “Türkiye Satılık Konut Fiyat Endeksi’nde (TR-81) temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 0,72 oranında ve geçen yılın aynı dönemine göre ise yüzde 9,68 oranında artış gerçekleşmiştir. Diğer taraftan ekonomideki gelişmeleri değerlendirdiğimizde gerek konut kredi faizlerinin hızla yükselmesi, gerekse kurdaki dalgalanma talep azlığına neden olabilecek kırılgan bir dönemin başlangıcında olduğumuzu bizlere gösteriyor. Ülkemizde özellikle kurlarda yaşanan dalgalanmaların tüketici güveni üzerinde olumsuz etki yaratabileceği, tüketicilerin satın alım eğilimlerini geciktirebileceği, bunun da gayrimenkul fiyatları üzerinde gelecek dönemlere ilişkin aşağı yönlü bir baskı oluşturabileceğini düşünüyoruz.”

Yeni Konut Fiyat Endeksi 8 yılda yüzde 81,6 oranında arttı
Yeni Konut Fiyat Endeksi, temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 0,06 oranında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3,36 oranında, endeksin başlangıç dönemi olan 2010 yılı ocak ayına göre ise yüzde 81,60 oranında artış gerçekleşti ve endeks değeri 181,6’ya ulaştı. Yeni Konut Fiyat Endeksi temmuz ayında bir önceki aya göre, İstanbul Asya Yakası’nda yer alan markalı konut projelerinde yüzde 0,11 oranında artarken; İstanbul Avrupa Yakası’nda yer alan markalı konut projelerinde ise değişmedi. Endeksin başlangıç dönemine göre ise İstanbul Asya Yakası’ndaki projeler Avrupa Yakası’na kıyasla 10,20 puan fazla artış gösterdi.

Yabancı alıcıların oranı artış trendini sürdürüyor
Temmuz ayında, markalı konut projeleri kapsamında gerçekleştirilen satışların yüzde 9’luk kısmının yabancı yatırımcılara yapıldığı gözlemlendi. Yabancı yatırımcıların tercih noktasında ağırlıklı olarak 2+1 (yüzde 41) özellikteki konutların öne çıktığı gözlemlendi. Onu yüzde 24 ile 3+1 ve 1+1 konutlar izledi. Son altı aylık ortalamanın yüzde 8 olduğu yabancı yatırımcılara satışlar mart ve nisan aylarında yüzde 8, mayıs ayında yüzde 7, haziran ayında ise yüzde 10 oranında gerçekleşmişti.

Temmuz ayı kira artışında İzmir, satış fiyatları artışında Artvin öne çıktı
Temmuz ayında Artvin’de metrekare başına konut satış fiyatları yüzde 2,00 oranında arttı ve Artvin, satış fiyatlarının en çok yükseldiği şehir oldu. Aynı dönem içerisinde Şanlıurfa’da metrekare başına konut satış fiyatları yüzde 0,97 oranında azaldı ve Şanlıurfa geçen ay olduğu gibi, satış fiyatlarının en çok azaldığı şehir oldu. Türkiye Kiralık Konut Fiyat Endeksi’nde temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 1,27 oranında ve geçen yılın aynı dönemine göre ise yüzde 8,18 oranında artış gerçekleşti. Temmuz ayında İzmir’de metrekare başına konut kira değerleri yüzde 2,12 oranında arttı ve İzmir kiraların en çok yükseldiği şehir oldu. Aynı dönem içerisinde Erzincan’da metrekare başına konut kira değerleri yüzde 1,33 oranında azaldı ve Erzincan kiraların en çok azaldığı şehir oldu.

Bitmemiş konutların satış oranı beş aydır düşüş eğiliminde
Temmuz ayında satışı gerçekleştirilen konutların yüzde 38’i bitmiş konut stoklarından oluşurken, yüzde 62’si ise bitmemiş konut stoklarından oluştu. Bitmemiş konutların satış oranında 2 puanlık bir düşüş olurken, bitmiş konutların satış oranında ise 2 puanlık bir artış yaşandı. Bitmemiş konutların satış oranındaki düşüş ve bitmiş konutların satış oranındaki artış mart ayından beri devam ediyor. Ayrıca Yeni Konut Fiyat Endeksi, temmuz ayı stok erime hızı değerlendirildiğinde adet bazlı  yüzde 4 oranında, metrekare bazlı ise yüzde 3,4 oranında erime gözlemlendi.

Küçük konutların Yeni Konut Fiyat Endeksi değeri temmuzda düşüşe geçti
Yeni Konut Fiyat Endeksi temmuz ayında bir önceki aya göre 1+1 konut tipinde yüzde 0,39 oranında düşerken; 2+1 konut tipinde yüzde 0,11 oranında; 3+1 konut tipinde yüzde 0,16 oranında ve 4+1 konut tipinde yüzde 0,25 oranında arttı. Yine temmuz ayında Yeni Konut Fiyat Endeksi bir önceki aya göre, 51-75 m2 büyüklüğe sahip konutlarda yüzde 0,28 oranında düşerken; 76-100 m2 büyüklüğe sahip konutlarda yüzde 0,17 oranında; 101-125 m2 büyüklüğe sahip konutlarda yüzde 0,21 oranında; 126-150 m2 büyüklüğe sahip konutlarda yüzde 0,33 oranında; 151 m2 ve daha büyük alana sahip konutlarda ise yüzde 0,26 oranında arttı.

En yüksek yıllık kira getirisi yine Aydın, Van ve Kırklareli’de
Satın alınan konutların kiraya verilmesi durumunda, alış fiyatının kaç yıl içerisinde yıllık kira değeri ile karşılanabileceğini gösteren amortisman süresi verilerine göre, temmuz ayının en kısa amortisman süreleri geçen ay olduğu gibi Aydın, Van ve Kırklareli şehirlerinde ölçüldü. Kira değerinin konutun satış fiyatına bölünmesiyle hesaplanan REIDIN Yıllık Brüt Kira Getiri Oranının en yüksek olduğu şehirler de yine Aydın, Van ve Kırklareli oldu.

İzmir Mobilya Organize Sanayi Bölgesine kavuşuyor

Büyük çoğunluğu Karabağlar’da faaliyet gösteren, üretim ve lojistik anlamında ciddi sıkıntılar yaşayan İzmirli mobilyacılar çözüm arıyor.

Karabağlar’a sığamayan İzmir mobilya sektörü, içinde üretim tesislerinin olduğu, showroomların bulunduğu, mobilya meslek yüksek okulunun içinde yer alacağı, sosyal tesisleriyle yeni bir organize sanayi bölgesi istiyor. Ak Parti İzmir Milletvekili Mahmut Atilla Kaya, İzmir Mobilya Organize Sanayi Bölgesi’nin kurulması için mobilya sektörüne destek veriyor.

Ege Bölgesi’ndeki mobilya sektörünün önde gelen isimleriyle, Ege İhracatçı Birlikleri’nde bir araya gelen Ak Parti İzmir Milletvekili M. Atilla Kaya, Torbalı’da Hazine’ye ait 830 dönümlük bir araziyeMobilya OSB kurulması için destek sözü verdi. Kaya, ayrıca Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan bir uzmanın bu iş için görevlendirilmesi için Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile görüşecek.

Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği, İzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, İzmir Mobilyacılar Odası ve mobilya sektöründe faaliyet gösteren derneklerin temsilcileriyle Ege İhracatçı Birlikleri’nde bir araya gelen Kaya, Türkiye’nin ekonomik bir savaşın içinde olduğu ortamda mobilya sektörünün yatırım yapmak için bir araya gelmesinin mutluluk verici olduğunu kaydetti. Kaya, “Mobilya sektörü İzmir’de gelişebilecek sektörlerden biri. Karabağlar’da sıkışmış durumda. İşler büyüdü Karabağlar’da bu iş devam edemez. Torbalı ve Menderes hattında Mobilya OSB’yi oluşturabilecek alanlar var. Bu işi mobilya sektörünün tüm kesimleriyle birlikte çözeceğiz” diye konuştu.

Tarım OSB örnek olsun

İzmir’de yeni dönemde sivil toplum kuruluşları arasında güzel bir işbirliği ortamı oluştuğuna dikkati çeken Kaya şöyle devam etti: “İzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, İzmir Ticaret Borsası ve Ege İhracatçı Birlikleri, İzmir’de Tarım Organize Sanayi Bölgesi kurulması için çok güzel bir model ortaya koydu. Mobilya OSB’de de, Tarım OSB örnek alınabilir. Mobilya OSB’de Torbalı Belediyesi’ni de projeye dâhil ederek, TBMM Başkanımız Binali Yıldırım’ın da desteği ile bu projeyi Yıldırım hızıyla hayata geçiririz.”

Eskinazi; “Ekonomik savaş ortamında yatırım çok değerli”

İzmir mobilya sektörünün dünya normlarında üretim yapacağı altyapıya kavuşması için çaba gösterdiklerini dile getiren Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, ekonomik savaşın yaşandığı bir ortamda mobilya sektörünün yatırım yapma arzusunun çok değerli olduğunu ve takdir edilmesi gerektiğinin altını çizdi.

Mobilya Organize Sanayi Bölgesi için araziyi ürettikten sonra, üzerine fabrikaları yapmak içinde teşvike ihtiyaç olacağını ifade eden Eskinazi, İzmir’de STK’lar arasında yakalanan sinerji ve işbirliği kültürünün Mobilya OSB’de de devreye gireceğini kaydetti. Eskinazi, “İzmir mobilya sektörünü derme çatma, büyüme şansı olmayan üretim alanlarından uygun fiziki şartlara sahip organize sanayi bölgesine dönüştürmeyi başaracağız. İzmir mobilya sektörünün gelişimi için en önemli bölgelerden biri, sektör büyümek istiyor ve bunun için gerekli know-how firmalarımızda var” şeklinde konuştu.

Yağcı; “Mobilya sektörü cari açığı kapatıyor”

Mobilya sektörünün gerek sağladığı katma değer, gerekse cari açığın azaltılması için sağladığı dış ticaret fazlası ve sağladığı istihdam ile ülkemiz için en önemli sektörlerden biri konumunda olduğuna dikkati çeken Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği Başkanı Cahit Doğan Yağcı, “Mobilya sektörü olarak 2017 yılında 2,7 milyar dolar ihracata imza attık. Kilogram başına ortalama ihraç fiyatımız Türkiye geneli 3 dolar seviyesinde. Ege Bölgesi’nde ise; 3.4 dolar ile Türkiye ortalamasının üzerine çıkmış durumdayız. Mobilya sektörümüz 2023 yılında 6 milyar dolar ihracat sağlamayı hedefliyoruz. Gerekli altyapımız olduğunda ülkemizi 2023 hedeflerine ulaştıracak potansiyele sahibiz. Özellikle Karabağlar bölgesinde başlayacak kentsel dönüşüm nedeniyle artık bir Organize Sanayi Bölgesi kurulması acil konu haline geldi. Bu konuda devletimiz başta olmak üzere tüm paydaşlara büyük görevler düşüyor” dedi.

Ege İhracatçı Birlikleri’nde düzenlenen İzmir Mobilya Organize Sanayi Bölgesi Projesi Toplantısına; Ak Parti İzmir Milletvekili Mahmut Atilla Kaya, Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği Başkanı Cahit Doğan Yağcı, Başkan Yardımcısı Ali Fuat Gürle, Ege Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Hayrettin Uçak, İzmir Mobilyacılar ve Marangozlar Odası Başkanı Hasan Özkoparan, Torbalı Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Davut Kırşan, İzmir Ticaret Odası Meclis Üyesi Nevzat Artkıy, Ege Bölgesi Sanayi Odası Meclis Üyesi Eftal Serter ve sektör temsilcileri katıldı.

General Mobile’dan 100 milyon TL’lik yatırımla Türkiye’nin ‘En Büyük Yerli’ cep telefonu fabrikası

Türkiye’nin en çok tercih edilen ilk üç akıllı telefon markasından biri olan General Mobile’ın yıllık 2,5 milyon adet üretim kapasiteli yeni fabrikası faaliyete geçti. 2018 sonu itibariyle hedef, üretim kapasitesini 4,4 milyon adete çıkarmak.

‘En Büyük Yerli’, yeni fabrika yatırımı ile bu sene 155 milyon TL’lik ihracat hedeflerken, faaliyette olduğu ülke sayısını da 45’e çıkaracak.

Türkiye’nin yüzde yüz yerli cep telefonu markası General Mobile, 33 ülkede gerçekleştirdiği büyüme ve yatırımların yanı sıra Türkiye’ye de değer katmaya devam ediyor. Marka stratejisi, operasyonu, tasarımı, Ar-Ge ve üretim tesisleri Türkiye’den yönetilen General Mobile, 100 milyon TL’lik yeni fabrika yatırımı ile birlikte Türkiye’nin en büyük yerli cep telefonu fabrikasını üretime kazandırmış oldu.

Üretimin merkezini anavatanına taşıdı

33 ülkede faaliyet gösteren ve 2018 yılı sonunda toplamda 45 ülkede olmayı hedefleyen General Mobile, inovasyon ve Ar-Ge çalışmaları ile de dikkat çekiyor. Bu fabrika yatırımıyla yüzde yüz Türk markası olan General Mobile’ın, Ar-Ge merkezi ve operasyon yönetiminin ardından, üretimi de Türkiye’de olacak.

“2018 yılı içinde 45 ülkede, 4,4 milyon cep telefonu”

General Mobile’ın, ihracatla büyüyen bir marka olduğuna değinen General Mobile Yönetim Kurulu Başkanı Sebahattin Yaman, “Türkiye’nin uluslararası pazardaki yerini sağlamlaştırmasının tek yolu, öz kaynaklarıyla teknoloji geliştirmekten ve ihraç etmekten geçiyor. Bunun yaratacağı katma değer, Türkiye’nin gelişiminde önemli bir rol oynayacak. Türkiye’deki fabrikamızda 33 ülkeye de ihraç ettiğimiz tüm modellerimizin üretimini gerçekleştiriyoruz. Şu an yıllık üretim kapasitesi 2,5 milyon adet olan fabrikamızla hedefimiz, faaliyette olduğumuz ülke sayısını 2018 sonuna kadar 45’e çıkararak 4,4 milyon adet üretim yapmak olacak.

“2017 yılında toplam satışımızın %16’sı ihracat yolu ile oldu. Yeni fabrika yatırımımızla bu oranı 2018 yılı sonunda %20’ye çıkartmayı planlıyoruz. 2017 yılında ihracat ciromuz 75 milyon TL’ydi, 2018 sonu itibariyle ihracat hedefimiz ise 155 milyon TL. Yeni üretim üssümüzde artan üretim kapasitemizle, bir yandan iç pazarın ihtiyaçlarını karşılarken, bir yandan da ihracatımızı güçlendireceğiz” dedi.

Şifre Unutma Derdini Sona Erdirecek 5 Teknoloji

Güncel bir araştırma, kullanıcıların ortalama 90 çevrimiçi hesabı bulunmasına rağmen %89’unun bütün hesapları için aynı şifreyi ya da iki şifreden birini kullandığını ortaya koyuyor. Bilişim güvenliği alanındaki dağıtım ve çözümleriyle pazarda lider konumda bulunan Komtera Teknoloji’nin güvenlik uzmanları, yakın gelecekte şifre kullanımını ortadan kaldıracak 5 teknolojiyi sıralıyor.

Hepimiz çevrimiçi hesaplarımıza erişmeye çalışırken kullandığımız karmaşık kullanıcı isimleri ve şifre kombinasyonlarını hatırlamakta zorlanıyoruz. Dashline tarafından yapılan güncel bir araştırmaya göre bir kullanıcının ortalama olarak 90 çevrimiçi hesabı bulunuyor ve her bir hesap hatırlanması gereken yeni bir şifre anlamına geliyor. Kullanıcıların %89’u ise dijital hayatlarını basitleştirmek adına her hesabı için sürekli aynı şifreyi ya da iki şifreden birini kullanıyor.

Her bir hesap için kullanıcı ismi ve şifre belirleme gerekliliği, bu hesapları yönetmekte zorlanmak istemeyen kullanıcıları aynı şifreyi tekrar tekrar kullanmaya itebiliyor ancak bu durum, aynı zamanda büyük bir güvenlik tehdidi de oluşturuyor. Zira veri sızıntılarının %80’inin kaynağı da zayıf şifreler olarak görülüyor.

Dijital çağda şifrelerin, en iyi kimlik doğrulama yöntemi olmadığı su götürmez bir gerçek. Peki yeni teknolojiler, kimlik doğrulamasını en iyi şekilde sağlarken şifre hatırlama problemini nasıl çözebilir? Özellikle biyometrik teknolojilerdeki büyük adımlar, şifrelerin sonunu getirebilir mi? Bilişim güvenliği alanındaki dağıtım ve çözümleriyle pazarda lider konumda bulunan Komtera Teknoloji’nin güvenlik uzmanları, şifrelerin sonunu getirecek 5 teknolojiyi sıralıyor.

1. Fizyolojik Biyometri

Fiziksel özellikleri temel alan fizyolojik biyometri, benzersiz bir kimlik yaratmak için karşılaşılan tüm sorunları çözmede şimdiden oldukça yardımcı oluyor. Fizyolojik biyometrinin kullanıcı ismi ve şifre kombinasyonu yerine yüz, parmak izi, iris veya DNA taraması gibi kullanıcıların eşsiz fizyolojik özelliklerini kullanmasıyla, kimlik tespiti basit ve güvenli bir şekilde gerçekleşiyor.

Bu yöntemin akıllı telefon, akıllı hoparlör ya da tablet gibi cihazlarda kullanıcı erişimi için kullanılması artık norm haline geldi. Bunun yanında Fizyolojik biyometri, vatandaşlık hizmetleri de olmak üzere pek çok çevrimiçi serviste, finansal işlemlerde ve ev kapılarında da kullanılıyor.

2. Davranışsal Biyometri

Diğer kimlik doğrulama yöntemleri ile birleştirildiğinde, davranışsal biyometri güvenli kimlik doğrulaması için çok iyi bir alternatif haline geliyor. Günlük aktivitelerimizi karakterize eden davranışsal biyometri, bu sayede nasıl yazı yazdığımız, nasıl yürüdüğümüz gibi davranışlarımızdan veya kalp atışlarımız, beyin dalgalarımız gibi özelliklerimizden faydalanarak kişiye özel dijital imzalar yaratıyor.

Makine öğrenme algoritmalarına dayalı olarak çalışacak teknolojiler, her bir kullanıcı için çok boyutlu bir profilin üretilmesine yardımcı oluyor. Bu teknolojiler, coğrafi lokasyon verileri gibi bazı diğer bilgilerin de yardımıyla oldukça kişiselleştirilmiş bir kimlik sunuyor ve şu anda ülkelerin sınır kontrolü gibi işlemleri veya yargı süreçleri için de kullanılıyor.

3. Yapay Zeka Teknolojileri

Sigorta şirketlerinin veriler aracılığıyla en çok oluşabilecek kazaları öngörmesi ya da satış uzmanlarının bir promosyon için en uygun zamanı verileri inceleyerek belirlemesi gibi, kimlik doğrulama işlemleri de benzer veri analizlerine dayalı olarak gerçekleştirilebiliyor.

Yapay zeka teknolojileri, çevrimiçi hesaplara giriş zamanı, lokasyon ve cihaz bilgisi gibi özelliklerle belli bir kullanıcı profili oluşturabiliyor. Böylece anormal davranışları, asıl kimliğe uyumsuzluklardan yola çıkarak tespit ediyor. Ardından gerçek kullanıcıyı taklit etmeye çalışan kişilerin erişim izinlerini değiştiriyor ya da kaldırıyor. Henüz gelişiminin ilk evrelerinde bulunsa da yapay zekanın kimlik doğrulama için kullanılması fikri oldukça konuşuluyor.

4. İki Faktörlü ya da Çok Faktörlü Kimlik Doğrulama

İki faktörlü ya da çok faktörlü kimlik doğrulama metotları, son kullanıcılar için ek bir güvenlik katmanı sağlıyor. Önceden kabul edilmiş mail adresi, SMS ya da mobil uygulamalarda tek kullanımlık kod oluşturma aracılığıyla iki veya çok faktörlü kimlik doğrulama yöntemi bir süredir kullanılıyor.

Bu yöntem ile değişik servis sağlayıcıları, kaydedilmiş telefon numarasına örneğin kısa mesaj yolu ile tek kullanımlık bir şifre gönderiyor. Bu şifre ile hesaba giriş ya da başka bir dijital işlem yapılabiliyor. Buna rağmen, barındırdığı riskler nedeniyle tek kullanımlık şifrelerin biyometrik teknolojlerle beraber kullanılması en iyi seçeneği oluşturuyor.

5. Mobil Kimlik

Pek çok kişinin iletişim kurmak ya da verilere erişim sağlamak için mobil cihazları kullanması nedeniyle dijital dünyanın başarısı, kullanıcının kiminle işlem yaptığından emin olması ile belirleniyor. Mobil kimlikler; fiziksel ve davranışsal biyometri, kullanılan cihaza ait bilgiler ve coğrafi konum gibi bilgilerin bir kombinasyonu ile oluşturuluyor.

Kullanıcı isimleri ve şifreler, kimlik tespiti için 2018 boyunca da kullanılmaya devam edecek ancak bu beş teknolojinin uygulanması ile kimlik doğrulamanın hem tek adımda hem de güvenlik ve gizliliği sağlayacak şekilde yapılması yaygınlaşacak. Bu sayede şifreler ve yarattığı sıkıntılar gitgide daha da azalarak önümüzdeki yıllar içerisinde yok olacak.

İnci Yapı Dekorasyon

İnşaat dekorasyon firması.





Etiketler: inşaat, yapı, dekorasyon

Elpa Elektrik Malzemeleri Tedariki ve Taahhüt San. ve Tic. Ltd. Şti.

Elektrik malzemeleri tedariki ve taahhüt hizmetleri için firmamızla irtibata geçebilirsiniz.





 

Etiketler: Elektrik, şalter, sigorta, kablo, pano, ampul, lamba, led, priz, schneider.legrand, öznur, abb, siemens, eae, pelsan, erse, forlife, osram, philips, entes, kondaş, prysmian, hes, nexans, mutlusan, audio, eaton, obo, pedaş

İTO’dan reel sektörün kredi yapılandırmasında ‘KGF’yi devreye alma’ önerisi

İTO Başkanı Avdagiç:

– “Üretimi, ihracatı olan ve döviz kurlarındaki artıştan olumsuz etkilenen firmaların kredileri yapılandırılırken, Kredi Garanti Fonu bu yeniden yapılandırmalara teminat versin.”

– “Ekonomi yönetimi kontrolün kendisinde olduğunu göstermiştir. Ülkemize karşı sistematik ve çökertici bir ekonomi savaşının yürütüldüğü ortamda, atılan adımların etkisini ise hemen bugün beklemek doğru değil, zaman içinde almayı beklemeliyiz.

– “Merkez Bankası piyasanın ilk hassasiyetine, olası likidite ihtiyacına olumlu bir şekilde cevap verdi. Bankaların reel sektöre karşı tutumunu yakından takip edeceğiz.”

– “Bu dönem riski yönetme dönemidir. Reel sektör olarak karşı tedbir alacak imkanlarımız var. Bu dönem sermaye yeterliliğimizi iyi yöneteceğiz, likiditemizi iyi düzenleyeceğiz. Panik havası estirmek isteyenlere prim vermeyeceğiz.”

İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, kur üzerinden Türkiye’ye karşı yürütülen ekonomi savaşında reel sektörün finansman desteğiyle güçlendirilmesi gerektiğini söyledi. Avdagiç, bu bağlamda, kredi yapılandırmasında ‘KGF’yi devreye alma’ önerisi getirirken, bankalara da Merkez Bankası’nın bugün artırdığı teminat yönetiminde esnekliği eksiksiz şekilde reel sektöre yansıtma çağrısında bulundu.

Avdagiç, kur riskini taşıyan firmalara önerisini şöyle anlattı:

“Reel sektörün mevcut kredilerini yeniden yapılandırma talebi var. Üretimi, ihracatı olan ve döviz kurlarındaki artıştan olumsuz etkilenen firmaların kredileri yapılandırılırken, Kredi Garanti Fonu bu yeniden yapılandırmalara teminat versin. Bu sayede mevcut kredilerin vadesini ve faiz oranını makul seviyelere çekmek daha mümkün hale gelecektir.”

Avdagiç, Merkez Bankası’nın bugün açıkladığı kararlarla piyasanın ilk hassasiyetine, olası likidite ihtiyacına olumlu bir şekilde verdiğini belirtti. Avdagiç, “Bu yaklaşımın bankalar tarafından tam ve eksiksiz dikkate alınmasını bekliyoruz. Bu süreçte bankaların reel sektöre karşı tutumunu yakından takip edeceğiz” ifadesini kullandı.

Avdagiç, Merkez Bankası nasıl bankalara teminat yönetiminde esneklik sağladıysa, bankaların aldığı bu esnekliği ‘eksiksiz’ şekilde reel sektöre yansıtması gerektiğini kaydetti.

Şekib Avdagiç, şunları söyledi: “Ekonomi yönetimi kontrolün kendisinde olduğunu göstermiştir. Piyasa karşılığı olan kararlar alınmıştır. Ülkemize karşı sistematik ve çökertici bir ekonomi savaşının yürütüldüğü ortamda, atılan adımların etkisini ise hemen bugün beklemek doğru değil, zaman içinde almayı beklemeliyiz. İnanıyoruz ki likiditeye yönelik adımlar, ilave tedbirlerle desteklenince etkisi çok daha fazla olacaktır. Bu dönem riski yönetme dönemidir. Reel sektör olarak karşı tedbir alacak imkanlarımız var. Bu dönem sermaye yeterliliğimizi iyi yöneteceğiz, likiditemizi iyi düzenleyeceğiz. Panik havası estirmek isteyenlere prim vermeyeceğiz. Bankalara da burada önemli bir rol düşüyor. Bankaların piyasayı olumlu etkileyecek adımlar atmalarını bekliyoruz.”

Adnan Bali: Ciddi bir spekülatif atakla karşı karşıyayız

Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, geçen haftaki gelişmelere, üst üste yaşanan olaylara bakıldığında bunun normal piyasa dinamikleri içerisinde açıklanabilecek bir hadise olmadığını, çok ciddi bir spekülatif atakla karşı karşıya olunduğunu söyledi.

Adnan Bali, katıldığı bazı televizyon programlarında, son günlerde yaşanan gelişmeler ile ilgili değerlendirmeler yaptı. Bali, Türkiye’nin şu anda zor günlerden geçtiğini belirterek, “Çok net, ciddi bir spekülatif atakla karşı karşıyayız. Ben Hazine kökenli bir yöneticiyim. Döviz piyasalarını, buranın işleyişini 90’lı yılların başlarından beri bilirim. 94 krizi, 96 Asya, 97 Rusya, 99 depremi, 2001 krizi bunların hepsini yaşadık. Buralarda bir kısım dalgalanmaların olması normaldir. O dönemlerde de hep görürdük. Ama bu defaki biraz farklı. Ben çok tabii görmüyorum açıkçası… Bazen bütün bu teknik detaylara hâkim insanlar olarak bile, ‘acaba komplovari düşünme eğiliminde mi oluyoruz’ diye kaygı duyuyorum. Ama durum hemen bizi teyit ediyor” şeklinde konuştu.

Döviz kurunda gelinen noktayı, ekonomik temellerle izah edemediğini söyleyen Bali, şöyle devam etti: “İktisat teorisinde bize şunu öğrettiler; iki ülkenin çapraz kurları, iki ülke arasındaki enflasyon farkından hesaplanır. Bu yönüyle bakıldığında ben hiçbir talebe, hiçbir teoriye uymadığı düşüncesindeyim. Diğer taraftan niye ekonomik temellerle izah edemiyoruz dediğimiz şu; bütçe açığının GSYİH’ya oranı, Türkiye’de Haziran sonu itibarıyla yüzde 2’yi biraz aşacak. Bu oran yıllarca yüzde 1.1-1.3 bandındaydı. Yılsonunda da 2,5’u bir miktar aşması bekleniyor. Bunu, Maastrich kriterleri ile Avrupa Birliği ülkeleri ile kıyaslayın, Türkiye’ye benzer kendi ülke grubu ile kıyaslayın. Harcamalarda bir miktar genişlemeye rağmen, son derece önemli bir mali disiplin göstergesidir. İkinci unsur; kamu borç stokunun GSYİH’ya oranı, bu yüzde 30’ların altındaydı, şimdi kur artışlarıyla yüzde 30’lu rakamlara gelmiş olabilir. Ama halen örneğin Akdeniz ekonomileri dahil AB ile kıyasladığınızda, bunun 3 katı kadar oranlara giden ülkeler görüyorsunuz. Tablo bu…”

Ekonomik temellerle açıklanabilir bir durum değil

Adnan Bali, ödemeler konusunun da çok tartışıldığına işaret ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Ben bunu 15 Temmuz sonrasında da yerli, yersiz, ilgili ilgisiz değerlendirmeler, kanaatler söz konusuyken rakamlarla izah etmiştim. Aynen güncellenmişi söyleyeceğim. Türkiye’nin vadesine bir yıl kalan ödeme tutarı, borçlarının tutarı 180 milyar dolar. Yani orijinal vadelere, ödeme vadesine 1 yıl kalmış olan borçların toplam tutarı. 180,6 milyar dolar… Bu çok önemli bir rakam ve ‘bu işin içinden nasıl çıkacağız’ hissi oluşuyor. Ama bütün hadise de ayrıntılarda, detayda… Meslek erbaplığı da o… Onu ortaya koymak lazım. Toplumu da bu konuda ikna edip, iyi bilgilendirmemiz lazım. Bugün ‘spekülatif ataklar’ derken, çok tabii saiklerle bankalara, şuraya, buraya gidip birtakım hareketler yapmayı düşünebilecek olan normal hane halkı da var. Onları doğru bilgilendirmeliyiz. Öyle baktığımız zaman, bu 180 milyar doların 102 milyar dolar tutarı bankaların yükümlülüğü. Bunun da yarısı yani 50 küsur milyar doları, bankaların kendi borçları değil, yurtdışı yerleşiklerin bizim nezdimizde açtığı mevduat hesapları, diğer yarısı ise borçlar… Bunların yenilenme oranı da 12 aylık kümülatif oranlara bakıldığında bankacılık sisteminde yüzde 110’a yakın bir yerde. Son dönemde bir miktar o düştü, ama yönetilebilecek olan bir düzeydir. Bu borçlanma düzeyine karşılık, aşağı yukarı 50 milyar dolarlık nakit borç diye baktığınız zaman, Merkez Bankası nezdinde rezerv opsiyon mekanizması nedeniyle tuttuğumuz rezervlerin toplamı 30 milyar dolara yakın. Yine döviz depo piyasasında 50 milyar dolar Merkezin bize kullandıracağı limitimiz var. Bankacılık sisteminin tamamının her an nakde döndürülebilir döviz likiditesi 50 milyar dolar civarında. Dolayısıyla hiçbir soruna işaret etmeyen bir tablodur.”

Adnan Bali, 180 milyar doların geriye kalan 73 milyar dolarlık kısmının, reel sektörün dış yükümlülüğü olduğuna, bunun da yüzde 65’ine denk gelen 48 milyar dolarlık kısmının ise mal ve hizmet ticaretinden kaynaklanan taahhütler olduğuna dikkat çekti. Bali, kalan 25 milyar dolarlık kısmının ise nakit nitelikli kredilerden oluştuğunu, bunun da 12 aylık kümülatif yenilenme oranının reel sektörde son dönemde düşmekle birlikte, yüzde 130’un üzerinde seyrettiğini ifade etti.

Açık pozisyon ve kurlardaki artışın etkilerine ilişkin de Bali, “Bankacılık sisteminde açık pozisyon yok. Daha önce yaşadığımız krizlerden en belirgin farklardan biri budur. Finansal kesimin dışında ise açık pozisyon var. Bu da 217 milyar dolar seviyesinde. Bu rakam bizi ilk bakışta çok ürkütüyor gözükse de yine detay var. Kısa vadede reel sektörün 6,5 milyar dolar net artı pozisyonu var. Bir yıla kadarkivadede bir mühleti var. Hem ekonominin hem reel sektörün kendisinin, o dönem içerisinde birtakım karşı tedbirleri alabilecek imkanları var. Dolayısıyla 2013’ün ortalarından itibaren, reel sektörün bir miktar kısa vadede artıya geçmiş olduğunu görüyoruz. Firmalar için bu hesaplar yapılırken, sermayedarların kendine ait, kuvvetle muhtemel bulunduğunu tecrübi olarak da ifade edebileceğim, artı pozisyonlar ise bu hesabın içinde yok” şeklinde konuştu.

Cari açığın da şu anda yüzde 5,7 seviyesinde bulunduğuna işaret eden Bali, “Ben bir kıyaslama yapmak istiyorum; bu ülke cari açıkta çift basamaklı orana yaklaştığında, 9-10’lara geldiğinde ve petrol fiyatları da varil başına 130 dolar olduğu dönemde kur atağı yemedi. Şimdi bu iki gösterge neredeyse yarısında, fakat kur atağı yiyoruz. İşte o nedenle diyorum ki bunun ekonomik temeli yoktur. Bu, ekonomik temelleriyle açıklanabilecek bir durum değildir” diye konuştu.

Kurda gelinen seviyeleri gördüğünde kişisel olarak da meslek insanı olarak da üzüldüğünü ifade eden Bali, “Bunun borcu olanı var, bundan olumsuz etkileneni var. 80’lerde annemin babamın tansiyonunu izler gibi, kime ne hasar veriyor kime ne zarar veriyor diye dolar kuru izliyorum. Bunu bizim yatıştırmamız, çalışmamız, uğraşmamız lazım. Temel ekonomik değil, ama her durumda almamız gereken de ekonomik önlemler var” dedi.

Eylem planı, yönetim kalitesi açısından bizi çok farklı noktaya getirecektir

Adnan Bali, sözlerini şöyle sürdürdü: “Geçen haftaki gelişmelere, üst üste yaşanan olaylara bakıldığında bunun normal piyasa dinamikleri içerisinde açıklanabilecek bir hadise olmadığı ortada. Bu, aynen ifade edildiği gibi ekonomik bir savaş. Ama bize düşen kısmı var. Biz böyle bir atağı öngörebilmeli ve buna göre de hep tedbirli olacak şekilde hareket etmeliyiz. Çok çabuk aksiyon göstermeliyiz. Şu anda artık söylem zamanı değil, eylem zamanı. Hatta piyasaların, bu tür kötü niyetli yaklaşanların dahi en iyi kullanabildikleri şey, yeterli eylemin, aksiyonun alınmamasıdır. Piyasa, bunu cezalandırıyor. Merkez Bankası, bu sabah bazı önlemler aldı. BDDK, swap ile ilgili düzenlemesinin yanı sıra olağan üstü piyasa fiyatlarının yarattığı menkul değerle ilgili değerlemelerden gelen problemleri giderecek yönde bir aksiyon aldı. İşte hadiseler budur. Bence iyi yönde alınmış olan kararlar. Piyasada karşılığı olacaktır diye düşünüyorum. Bu dönemde, en azından bütün imkanlarımızı, bu tür teknik kararlarla destekleyerek kullanmak durumundayız.”

Önlemler konusunda, Bankalar Birliği olarak oluşturdukları bütün çerçeveyi otorite ve ilgili Bakanlık ile doğrudan istişare ettiklerini ve paylaştıklarını ifade eden Bali, “Bu konuda son derece işbirlikçi ve açık bir çalışma ortamının olduğunu da biliyorum. Ama çalışma çerçevesi açısından önemsediğim; kapsamlı, teknik bir eylem planı… Bu eylem planından sadece kurumların değil, kişilerin sorumluluklarının belirlenmesi, kamuoyuna sürekli olarak taahhütte bulunulması ve performansın şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılması… Bu yönetim kalitesi açısından, taahhüt açısından bizi çok farklı bir noktaya getirecektir diye düşünüyorum” şeklinde konuştu.

Mevduat çıkışı yok

Adnan Bali, bankadan bir mevduat çıkışının söz konusu olmadığını, bu dönemde, perakende bankacılık alanındaki davranış değişikliklerini izlemek açısından İş Bankası’nın iyi bir örnek olduğunu ifade ederek, “Olağan bir tarzın yürüdüğünü görüyoruz. Efektif talep etmek açısından bakıldığında cuma günü bir miktar artış oldu, fakat önemli bir miktar değil. Yönetilemez şeyler değil. Normaldir, olabilir. Onu da sağlıyor olmanız lazım. Diğer taraftan döviz alım satımlarında da çok özel bir durum yok. Geçen hafta boyunca döviz alım satımlarımız, dengeliydi. Cumaya doğru gelindiğinde biraz hacim artışı oldu ama nette nötrdü. Alan olduğu gibi satan da vardı. 15 Temmuz’da ise bu tür badirelerden sonra hane halkından çok ciddi bir döviz satışı görmüştük, bu defa onu görmüyoruz, daha dengeli” diye konuştu.

“Hesaplara el konulacağı” yönündeki iddialar ile ilgili de Bali, şu yorumu yaptı: “Bugüne kadar katıldığım resmi nitelikli hiçbir toplantıda bu konunun safsata boyutundan öte değerlendirildiğine tanık olmadım. Ama bu değişik şekillerde çoğaltılıyor. Sosyal medya, bu konuda olağanüstü bir alan haline gelmiş durumda. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Düyun-u Umumiye döneminden kalmış borçlarını ödeyen, tarihin hiçbir döneminde bu tarz bir eyleme girmemiş olan bir ülke… Bunun düşünülmesi bile doğru değil. Bunun düşünülmediğini ifade etmek bile risktir bu piyasalarda. Böyle bir tablo yok.”

Bu ülkenin zorluğunu, meşakkatini de paylaşacağız

“Paranın sistem dışına çıkarılması, yurt dışına transfer edilmesi” konusunda da Bali, şöyle konuştu:“Liberal bir ekonomide bireylerin, kuruluşların şu veya bu saikle bunları yapması açısından bir değerlendirme yapmam doğru olmaz. Bu işin biraz objektif boyutu… İşin bir de sübjektif boyutu da var. Yurttaşsınız, vatandaşsınız, çıkarttığınız paranın tamamını bu ülkeden kazanmışsınız. Bunun kabul edilebilir olduğunu düşünmüyorum. Biz bu ülkenin sadece refahını paylaşmak için bir araya gelmiş alelade bir topluluk değiliz. Yeri geldiğinde bu ülkenin zorluğunu, meşakkatini de paylaşacağız. Nikah memuru bile ‘iyi günde kötü günde, hastalıkta, sağlıkta’ diyor. Bu nedenle ben vatandaşlara, yurttaşlara, kurumlara da iş düştüğünü düşünüyorum. Sorumlu davranmak gerektiğini düşünüyorum. Bu kurum, Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1924’te 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz’a denk getirilerek kurulmuştur. Siyasi bağımsızlığı payidar kılmak için iktisadi bağımsızlığın olması gerektiği vizyonuyla kurulmuştur. Hepimizin bu bilinçle hareket etmesi lazım.”

Gelişmelerin bankacılık sektörüne etkilerine dair de Adnan Bali, sektörün sermaye yeterliliğini iyi idare etmeye gayret edeceğini, şu anda yaşanan kur artışlarının, karlılıkları azalttığı gibi aynı zamanda risk ağırlıklı varlıkları artırdığına dikkat çekti. Bali, “Likidite ve ödemeler açısından iyi hareket edeceğiz. Tabii bu sadece bankacılık sisteminin sorumluluğu değil” dedi.

Bankacılık sektöründe yılın kalanına ilişkin öngörüler hakkında ise Bali, “Kur seviyelerini hiç olmazsa tekrar istikrarlı bir seviyeye oturtabilirsek, çok büyük bir kredi artışı olmadan ihtiyaçları karşılayacak şekilde, kredi hacmini yıl boyuna yayarak artırabiliriz. Kur seviyeleri buradan belli bir istikrara doğru gelişemezse, bizim de kredi artışı yapmamız pek mümkün değil. Kur artışı nedeniyle sermaye yeterliliğindeki durum, yasal açıdan bizi farklı şekilde hareket etmeye zorluyor. Tedbirli bir bankanın da böyle yapması lazım zaten” şeklinde konuştu.

Yeri geliyor kemoterapi yapılıyor, faiz de böyle bir şey…

Faiz oranlarının şu anda çok kritik bir seviyede olmadığının altını çizen Bali, serbest piyasa mekanizmalarıyla şu andaki tablonun sürdürülmesi gerektiğini belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Faizin yüksek olması kötü bir şey. Banka bilançoları açısından da kötü bir şey. Bizim mevduatlarımız 35 günlük ortalama vadeli. Yani bir faiz artışının ardından biz en fazla 35 gün içerisinde, kaynaklarımızın %60’ını oluşturan mevduatların yeniden fiyatlanmasıyla anında maliyet artışına maruz kalıyoruz. Ama bu artışı aynı anda aynı sürede aktiflerimize yansıtamıyoruz, çünkü onların ortalama vadesi çok daha uzun. Net faiz marjları daralıyor bunun sonucunda. O nedenle, bankacılar faaliyetlerini sürdürürken yüksek faiz talebinde bulunamazlar, bu kendileri için de doğru değildir. En yüksek karları, faizlerin düştüğü zamanlarda kazanıyoruz. Çünkü bu defa 35 günlük mevduatlarımız kısa süre içerisinde yeniden fiyatlanır ve maliyet düşer. Halbuki daha önce yaratmış olduğunuz aktiflerin nispeten daha yüksek oranlı getirileri sizi bir müddet daha besler. Onun için bence bu faiz konusunda, artık iktisat biliminin kuralları her ne ise onların gerektirdiği şekilde hareket edilmeli. Hoşumuza gitmeyebilir. Kötü bir örnek ama; yeri geliyor kemoterapi yapılıyor. Çok mu arzu ediliyor? Hayır… Faiz de böyle bir şeydir. Sizin onu çok sevdiğiniz istediğiniz anlamına gelmez, ama gerektiği zaman her enstrüman kullanılabilmelidir.”

Yabancıların bakış açılarına dair de Bali, bankacılık sisteminin aktif kalitesinin korunup korunamayacağı, reel sektörün borçlarının çevrilebilirliği gibi konuların konuşulduğunu, bunların tabii kaygılar olduğunu ifade etti. Bali, “Biz de bunları dilimiz döndüğünce anlatıyoruz. Mesela makroekonomik açıdan bütün faktörleri değerlendirmenin ihmal edilmesi de söz konusu. Tabii ki yabancı iş çevreleri kaygılarını dile getiriyorlar. Çok yoğun temaslar içinde olup gerçekçi bilgilerle beslenmelerini sağlamamız lazım” şeklinde konuştu.

Rating kuruluşları tamamen bir nesnellik merkezi gibi konumlandırılmamalı

Kredi derecelendirme kuruluşlarının notlarına ilişkin de Bali, şu değerlendirmeyi yaptı: “Orada teknik açıdan tutarlı bir tablo görmüyorum. Türkiye, çok uzun yıllar içerisinde aldığı yatırım yapılabilir ülke notunu, çok kısa sürede kaybetti. Hatta onun da altında seviyelere gitti. Zamanında ‘çeyiz gibidir, sandıklarda saklanmalıdır’ demiştim. Bütün bir milletin borçlanma maliyetini belirleyen bir unsur. Ratingimizi kaybetmemiş olsaydık CDS seviyeleri, bugünkü rekor seviyelere ulaşamazdı. Ancak rating kuruluşlarını tamamen bir objektivite merkezi, onları bir nesnellik merkezi gibi konumlandırmak hatasına düşülmemeli. Bunlar, ekonomi politiğe dahil kuruluşlardır. Kararlarının kesinlikle jeopolitik, politik, ekonomik koşullar ve trendlerle ilişkileri vardır. Genel olarak da taraftırlar. İyileştirmede çekingendirler, kötüleştirmede acelecidirler. O kararlar da her zaman aynı tutarlılıkta alınmaz. Örneğin; Güney Afrika ve Türkiye aynı ülke grubunda yer alıyor. Güney Afrika’nın büyüme oranı yüzde 1,3, Türkiye’nin geçen yılki büyüme oranı yüzde 7,4. Güney Afrika’nın bütçe açığının GSYH içindeki payı yüzde 3,8, Türkiye’nin ise yüzde 1,5. Güney Afrika’nın bütçe açığının GSYH içindeki payı bizden iki kat fazla. Kamu borçlarının GSYH’ye oranı Güney Afrika’da yüzde 52,7 iken, Türkiye’de ise yüzde 28,3… Bu da yaklaşık yarısı… İşsizliğe bakıyorsunuz bizde yüzde 11 civarında, orada yüzde 27,5. Güney Afrika, yatırım yapılabilir ülke. Türkiye, onun altındakinin de altındaki notta. Bunun neresi tutarlı? Bu, geçmişte de böyle oldu.”

Kriz yönetme tecrübesi olan bir ülkeyiz

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, Türkiye’nin zorlukları ilk defa yaşayan bir ülke olmadığına işaret ederek, “Atalarımız, 1923’te ülkemizin temellerini nice yokluklar içinde atarken, çok daha zor koşullarda mücadele ettiler. Şu anda da ülke olarak zorlukların üstesinden geleceğimize inanıyorum. Kriz yönetme tecrübesi olan, kamuda ve kuruluşlarda kriz yönetme konusunda tecrübeli yöneticileri olan bir ülkeyiz. Bu dönemde çok iyi bir koordinasyonla, önceliklerimizi asla bir diğerine feda etmeden, dahili gündemlerle kafamızı fazla karıştırmadan, yapılması gerekenlerin en doğrusunu özellikle dışarıya dönük taahhütlerimiz açısından yapmamız gerekir diye düşünüyorum” dedi.