Otomotiv 2017’nin de lokomotifi olacak

Türkiye ekonomisinin lokomotifi olarak kabul edilen otomotivde yakalanan olumlu ivmenin; 2017’de üretim, satış ve ihracata yüksek rakamlarla yansıması bekleniyor. Türkiye Otomotiv Sektör Raporu’ndan öne çıkan başlıklar…

KPMG Türkiye Denetim Şirket Ortağı Ergün Kış, “Küresel konjonktür ve Türkiye ekonomisindeki gelişmeler dikkate alındığında 2016 yılının en çok otomotiv sektörüne gülümsediği söylenebilir. Otomotiv, üretim ve ihracat rakamları ile hem büyümeye hem de cari dengeye en çok katkı sağlayan sektör oldu” dedi. Kış, şu rakamlara dikkat çekti:

  • 2016 yılının ilk 11 ayında toplam otomotiv üretimi yüzde 2 artışla 863 bin adet, otomobil üretimi ise yüzde 6 artışla 649 bin adet olarak gerçekleşti.
  • Aynı dönemde Türkiye’de üretilen her 100 aracın 77’si ihraç edildi. 2015’te bu oran yüzde 73’tü. Her iki dönemin ilk 11 aylık verileri karşılaştırıldığında, ihraç edilen toplam araç sayısındaki artış yüzde 14’e yaklaştı.
  • 2016’nın tüm aylarında en çok ihracat yapan sektör olma ünvanına sahip otomotiv sektörünün yakaladığı bu başarılı grafik, ülke ihracatına da olumlu yansıdı. Sektör ekonominin lokomotifi oldu.

AB ülkeleri ilk 5’te

  • TİM verilerine göre otomotiv sektörü ihracatının yüzde 80’e yakınını AB ülkelerine gerçekleştirdi. En çok ihracat yapılan 5 ülke Almanya, İtalya, Fransa, Birleşik Krallık ve İspanya oldu. AB ülkeleri ihracat yapılan ilk 20 ülkenin 14’ünü oluşturdu. İlk 10’da AB ülkeleri dışında ABD yer aldı. İlk 20’nin diğer ülkeleri İsrail, Mısır, İran ve Rusya olurken daha önce üst sıralarda yer alamayan Fas geçen yıl listeye 13’üncü sıradan girdi.

Sektördeki büyük yatırımlar

  • Toyota’nın hibrit C-HR araçları Sakarya’da üretmeye başlaması, OYAK Renault’un Bursa’da Megane Sedan seri üretimine geçmesi, BMC’nin Sakarya Karasu’da savunma sanayii yatırımı yapma kararı, Alman otomotiv yan sanayi firması ElringKlinger’in Bursa’da yeni üretim tesisi açması 2016’da sektördeki büyük yatırımlar arasına girdi.
  • Ekonomi Bakanlığı verilerine göre son 10 yılda otomotiv sektöründe yatırım teşviki için düzenlenen belge adedi 2008’de zirveye çıktı, 2016’nın ilk 10 ayında ise en düşük seviyeye geriledi. Düzenlenen belge adedi 2015 ve 2016’da düşüş gösterirken, belgelerin toplam yatırım tutarları ise 2015’teki seviyeyi geride bıraktı.
  • 2016’da belgeye bağlanan yatırım tutarının yüzde 81’i yabancı sermaye tarafından gerçekleştirildi. Aynı oran 2014’te yüzde 67, 2015’te ise yüzde 55 seviyelerindeydi. Yerli yatırımların yedek parça ve ara malı, yabancı sermayenin büyük yatırımlarının ise otomobil ve ticari araç üretimine yoğunlaştığı düşünüldüğünde, bu yatırımların tamamlanmasıyla sektör ihracatında ciddi artış beklenebilir.

Risk unsurlarına dikkat

Ergün Kış, şu değerlendirmeyi yaptı:

“2016’da sektör genelinde yakalanan olumlu ivmenin 2017’de süreceği öngörülüyor. 2017, üretim, satış ve ihracatta daha yüksek nominal rakamların görüleceği bir yıl olacak. Ayrıca otomotiv sektörünün 2017’de de firma ve sektör bazlı liderliklerini devam ettirmesi bekleniyor. Otomotiv, dışa açıklığı ve küresel tedarik zincirlerine yüksek entegrasyonu nedeniyle küresel talep ve ikili/çoklu ticaret anlaşmalarına duyarlılığı en yüksek sektör. Hem avantaj hem tehdit olan bu özellik nedeniyle TTIP, TPP ve Brexit gibi etkisi geniş gelişmeler sektör için risk faktörü olmaya devam edecek.”

Küresel CEO Araştırması

Yeni risklere ve belirsizliğe rağmen CEO’ların cesareti artıyor…

Geleceğe güven artıyor,

CEO’ların yüzde 52’si çalışan sayısını artırmayı düşünüyor,

Aşırı regülasyon ve yetenekli işgücüne erişim endişeleri rekor seviyeye çıktı,

CEO’lar küreselleşmenin gelir eşitsizliğine katkı yapmadığını düşünüyor.

Türk CEO’lar ekonominin geneli konusunda biraz kaygılı ama yine de 2017’de şirketlerini büyütebileceklerine inanıyorlar…

PwC 20. Küresel CEO Araştırması’na göre, dünyada genelinde CEO’lar önümüzdeki yıl endişe etmeleri gereken birçok konu olduğunu düşünseler de yine de büyüme beklentileri ve küresel ekonomiye güven yeniden yükselmeye başladı.

Her yıl olduğu gibi bu yılda Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu Yıllık Toplantısı’nın açılışında kamuoyu ile paylaşılan araştırmaya katılan CEO’ların yüzde 38’i (2016: yüzde 35) önümüzdeki 12 ayda şirketlerinin büyüme beklentileri oldukça yüksek; CEO’ların yüzde 29’u (2016: yüzde 27) ise küresel ekonomik büyümede 2017 yılında toparlanma olacağına inanıyor.

CEO’ların beklentileri geçtiğimiz yıla göre daha pozitif bir tablo çizse de ekonomik belirsizlik (yüzde 82), aşırı düzenleme (yüzde 80) ve yetenekli işgücüne erişim (yüzde 77) konusundaki endişe seviyeleri hala çok yüksek. Yerli ekonomiyi korumakla ilgili endişeler de artıyor; CEO’ların yüzde 59’u bu konuyla ilgili endişe duyuyor, ABD ve Meksika’daki CEO’larda ise bu oran yüzde 64’e çıkıyor.

Küreselleşme ile ilgili görüşlerin de alındığı araştırmada CEO’lar; sermaye, ürün ve insanların serbest dolaşımını sağlaması açısından küreselleşmeye olumlu bakıyorlar. Ancak, CEO’lar küreselleşmenin zengin ile fakir arasındaki uçurumu ortadan kaldırma ya da iklim değişikliğine çözüm bulma konusunda etkisini ciddi şekilde sorguluyorlar. Bu konuda görüşler, CEO’ların küreselleşmeyi tetikleyen faktörlerle ilgili olumlu görüşlerini paylaştığı PwC’nin 1998 yılında gerçekleştirdiği ilk CEO Araştırması ile tamamen zıt yöne dönmüş durumda.

PwC Küresel Başkanı Bob Moritz araştırma sonuçlarını şöyle değerlendiriyor:
“Fırtınalı geçen 2016 yılına rağmen, 2007 yılında gördüğümüz seviyelerden çok daha düşük ve yavaş olsa da, CEO’ların güveni yeniden yükseliyor. Trump’ın başkanlığına ilişkin tahminler ve İngiltere’nin AB’den çıkmasına rağmen CEO’ların şirket büyümesine güvenlerinin 2016 yılına göre arttığını, İngiltere ve ABD dahil tüm dünyada iyimserlik belirtilerinin arttığını görüyoruz. Bir yıl öncesine göre dünya çapında daha fazla CEO’nun yatırım için ABD ve İngiltere’yi işaret etmesi ile bu iyimser hava, diğer ülkelere de yansıyor.”

“Büyüme fırsatları konusunda CEO’lar daha güvende hissetse de, bu yıl en önemli üç endişelerinin şunlar olduğunu söylüyorlar:

  • Dijital çağa uygun işgücünü yaratacak insan kaynakları ve teknoloji stratejisi
  • Giderek artan sanal etkileşimlerin olduğu bir dünyada işletmelerine güveni korumak
  • Toplumla daha çok iletişim kurarak ve çözüm bulmak için işbirliği yaparak küreselleşmeyi herkesin yararına kullanmak

2017’de ekonominin de Davos toplantılarının da gündemine damga vuracak bazı konular bunlar…”

Türkiye ile ilgili bazı sonuçlar
PwC 20. Küresel CEO Araştırması’na Türkiye’den 33 CEO katıldı. Araştırmanın ilk bulgularına göre Türkiye’deki CEO’ların görüşleri şöyle:

  • Türkiye’deki CEO’ların ekonomik büyüme beklentisi geçtiğimiz yıllara göre büyük düşüş gösterdi. Türkiye’den katılan CEO’ların sadece yüzde 12’si önümüzdeki bir yılda ekonomik büyümede artış öngörüyor (2016: yüzde 50, 2015: yüzde 50, 2014: yüzde 50). Yüzde 59’u ekonomik büyümenin aynı kalacağını, yüzde 29’u düşeceğini düşünüyor.
  • Bununla birlikte Türkiye’deki CEO’lar kendi şirketlerinin performansını ele aldıklarında ekonominin geneline yönelik kaygılarından sıyrılarak büyüme konusunda ise %41’lik bir oranla daha iyimserler. (2016: yüzde 40, 2015: yüzde 33, 2014: yüzde 56)
  • Türkiye’deki CEO’ların en çok endişe ettikleri konular dünyadan biraz farklılaşıyor: Jeopolitik belirsizlik (yüzde 95), belirsiz ekonomik büyüme (yüzde88), terörizm (yüzde 85) ve döviz kurundaki kırılganlık (yüzde 82) diğer küresel kaygıların önüne geçiyor.
  • Teknolojinin sektörlerine etkisi sorulduğunda Türkiye’deki CEO’ların tamamı konunun öneminin bilincinde: yüzde 9’u sektörü tamamen değiştireceğini, yüzde 65’i belirgin etkisi olacağını, yüzde 26’sı ortalama bir etkisi olacağını söyledi. Türkiye’den hiçbir CEO teknolojinin herhangi bir etkisi olmayacağını düşünmüyor.
  • Teknolojik değişim ve güven temasının detaylı irdelendiği araştırmada Türkiye’deki CEO’lar iş dünyasındaki güvene olumsuz etki edecek teknoloji ile ilgili konuları şöyle aktardılar: Siber güvenlik ihlalleri (yüzde 91), veri güvenliği ve etik ihlali (yüzde 90), bilgi teknolojilerindeki kesinti ve sıkıntılar (yüzde90), yapay zekâ ve otomasyon (yüzde 67)

PwC Türkiye Başkanı Haluk Yalçın, rapor sonuçlarını şöyle değerlendirdi: “Türkiye’deki CEO’lar küresel trendlerin tümüyle farkında ve gerek regülasyonlar gerek teknoloji gerekse yetenek yönetimi açısından dünya CEO’ları ile aynı görüşleri paylaşıyorlar. Bunun yanı sıra Türkiye’deki CEO’lar coğrafyamızın karmaşık denklemi ile de uğraşmak zorundalar. Bu durum ekonomik büyüme beklentileri açısından düşüşe işaret etse de Türk Şirketleri’nin CEO’ları kendi şirketlerini her duruma hazırlama konusunda çok daha inançlı ve deneyimli görünüyorlar. Bu da kendi şirketlerinde büyüme beklentilerinin %41 gibi iyi sayılabilecek bir oranda olmasını sağlıyor.

Önümüzdeki dönemde küresel ekonomideki karmaşık görünüme ve güvenlik konularının gündemi işgal ettiği mevcut ortama rağmen ilk hedef bu gündemi en rasyonel politikalar ile yöneterek büyümeden ödün vermeden ilerlemek olmalı. Esas hedef ise teknolojideki sıçrama, onunla birlikte gelen dijital dönüşüm ve bunu yönetecek yetenekli insan kaynağına ulaşmak konusunda akılcı yatırımların yapılması ve belirli bir ekonomik reform süreci ile Türkiye’nin geleceğe koşusunun hızlanarak devamı olmalı. Bölgemizdeki sıkıntılı jeopolitik unsurlara rağmen ekonomik büyüme, markalaşma ve endüstriyel yatırım hedeflerine sıkı sıkı tutunarak büyük adımlar atmalıyız. ”

PwC 20. Küresel CEO Araştırması’nda yer alan diğer sonuçlar

Gelir artışına güven tırmanıyor

2016’nın tam aksine, CEO’ların kendi işletmelerinin bir yıllık gelir artışına güveni tüm dünyada neredeyse tüm büyük ülkelerde yükselişte. Önde gelen ülkeler ise Hindistan (yüzde 71), güven seviyesinin iki katından fazlasına çıktığı Brezilya (yüzde 57), Avustralya (yüzde 43) ve İngiltere (yüzde 41). Güven seviyesi Çin’de 11 puan artarak yüzde 35’e, ABD’de altı puan artarak yüzde 39’a, Almanya’da ise üç puan artarak yüzde 31’e çıktı. İsviçre’de ise güven seviyeleri iki katından fazlasına çıkarak yüzde 34 oldu.

Güven trendine uymayan ülkeler ise güven seviyelerinin düştüğü İspanya, Meksika ve özellikle de bu seviyenin 2016 yılındaki yüzde 28’den yüzde 14’e düştüğü Japonya oldu.

Büyümeyi teşvik eden faktörlerle ilgili olarak, CEO’ların üçte birinden fazlası (yüzde 79) için önümüzdeki yıl gündemin ilk sırasında organik büyüme yer alacak. Büyüme ile ilgili olarak, CEO’ların yüzde 41’i 2017 yılında yeni bir birleşme ve satın alma faaliyeti planlıyor; tüm CEO’ların yaklaşık dörtte biri (yüzde 23) yeni fırsatları kazanca dönüştürmek için inovasyon kapasitelerini artırmayı düşünüyor.

CEO’ların büyüme fırsatı arayacağı yerler

PwC’nin ilk küresel CEO araştırması, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan pazarların kesinlikle başarılı olacağını göstermiştir. Ancak para birimi kırılganlığıyla daha da artan pazarlardaki kararsızlık, CEO’ların daha çeşitli ülkelere yönelmesine neden oldu. Bu yılın araştırması ise ABD, Almanya ve İngiltere’nin daha önemli öncelikler haline geldiğini; Brezilya, Hindistan, Rusya ve Arjantin’e yatırım yapma isteğinin ise üç yıl öncesine göre azaldığını gösteriyor. 

Şirketlerin faaliyet gösterdiği hangi ülkelerde büyüme beklentisi olduğu sorusunda CEO’lar ilk beş ülke olarak ABD, Çin, Almanya, İngiltere ve Japonya’yı sıraladı. CEO’lar arasında büyüme lokasyonu olarak popülerliği en çok artan ülke İngiltere oldu: Geçen yıl yüzde 7 oranında büyüme beklenen İngiltere bu sene yüzde 15’lik bir oranla dördüncü sırada yer aldı.

Küreselleşme

CEO’ların yüzde 58’i küreselleşmeyi yerli ekonomiyi korumak gibi yükselen trendlerle dengelemenin zorlaştığını düşünüyor. Bu tür endişeler, ‘tipik küresel kurumların ihtiyaçları olduğu kadar ticaret özgürlüğüne sahip’ olduğu sonucu çıkan PwC’nin ilk CEO Araştırması’ndaki görüşlere ters düşüyor.

Son 20 yılda CEO’lar küreselleşmenin sermaye, ürün ve insanların serbest dolaşımına katkısı hakkında oldukça olumlu düşünüyordu. Ancak bu yılki araştırmaya katılanlar, küreselleşmenin iklim değişikliğini azaltma ya da zengin ile fakirler arasındaki uçurumu ortadan kaldırmaya katkısı konusunda şüpheci yaklaşıyor. Bu durum, PwC’nin 22 ülkede yer alan 5.000’den fazla katılımcı arasında yaptığı ayrı bir tüketici anketindeki bu konulara ilişkin halk görüşleri ile benzerlik gösteriyor.

CEO’ların yüzde 60’ı, tüketicilerin ise yalnızca yüzde 38’i küreselleşmenin sermaye, insan, ürün ve bilginin dolaşımını iyileştirmeye oldukça pozitif etkisi olduğuna inanıyor. CEO’ların dörtte üçünden fazlası (yüzde 76), tüketicilerin ise neredeyse üçte ikisi (yüzde 64) küreselleşmenin tam ve anlamlı istihdam yaratmaya yardım ettiğini düşünüyor. Tüketiciler arasında küreselleşmenin büyük ölçüde beceri sahibi ve eğitimli iş gücü yarattığına inananların oranı da işletme liderlerine göre daha düşük; halkın yüzde 29’u CEO’ların yüzde 37’si buna inanıyor.

PwC Küresel Başkanı Bob Moritz konuyla ilgili şunları söylüyor: “Halk arasındaki memnuniyetsizliğin uzun vadede sürdürülebilir performans için gereken güveni sarsma olasılığı var. Ancak buradaki en büyük zorluk CEO’ların nasıl hareket edeceği değil, CEO’ların paydaşlar, müşteriler, çalışanlar ve toplumla daha derin ve iki yönlü ilişki kurmasının gerekmesi. Olası memnuniyetsizlik ya da bu yöndeki algının asıl nedenini anlamak şirketinizin topluma faydalarının anlatılmasında gerekli olan ilk ve en önemli adım. Kapsayıcı küresel büyümeyi yakalayamazsak kaybedeceğimiz çok şey var.”

Teknoloji ve güven

CEO’lar, teknolojinin artık şirketlerinin imajı, becerileri, personel alımı, rekabet gücü ve büyümesinin ayrılmaz bir parçası olduğunu söylüyor. CEO’ların neredeyse dörtte biri (yüzde 23), teknolojinin önümüzdeki beş yılda kendi sektörlerindeki rekabeti tümüyle yeniden şekillendireceğine inanıyor.

Giderek dijitalleşen dünyada, teknoloji şirketler ve müşteriler arasında yeni bir dinamik yaratarak iki taraf için de büyük avantajlar sağladı. Ancak, CEO’ların yüzde 69’u bu ortamda insanların güvenini kazanıp elde tutmanın zorlaştığını, yüzde 87’si ise sosyal medya kullanımından doğan risklerin sektörlerindeki güven seviyesine negatif etkisi olabileceğini söylüyor. CEO’ların yüzde 91’i veri gizliliği ve etik sorunların da önümüzdeki beş yılda kurumlarını etkileyeceği konusunda hemfikirler.

Yirmi yıl önce CEO’lar için güven, iş radarında üst sıralarda değildi. 15 yıl önce CEO’ların sadece yüzde 12’si şirketlere kamu güveninin büyük ölçüde azaldığını düşünüyordu. Bu yıl ise CEO’ların yüzde 58’i iş hayatına karşı güven eksikliğinin şirketlerinin büyümesine zarar vereceğini düşünüyor. Bu oran 2013 yılına kıyasla yüzde 37 arttı.

Büyük şirketlerin yaşadığı sansasyon yaratan bazı teknoloji ve güvenlik olaylarından sonra, CEO’lar tahmin edilebileceği üzere siber güvenlik, veri gizliliği ihlalleri ve bilgi teknolojilerine dair aksaklıkları paydaş güvenine karşı en önemli üç teknoloji tehdidi olarak gösteriyor.

Bob Moritz konuyla ilgili şunları ekliyor: “CEO’lar dijital çağda güveni elde tutmanın daha zor olmasını bekliyor. Fakat teknolojiyi, güven temeline dayanan süregelen ilişkilerinde paydaşlarla bağlantı kurma yeteneğiyle birleştirerek güçlü yönleri haline getirenler, rekabet avantajını yakalayacaktır”. 

Yetenekli işgücü ve istihdam

Becerilerle ilgili endişe, son 20 yılda iki katından fazlasına çıktı (1998’de CEO’ların yüzde 31’i bu konuyla ilgili endişeliyken 2017’de bu oran yüzde 77’ye çıktı). Gelecekteki beceri ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılacak stratejiler arasında ise çeşitlilik, kapsayıcılık ve işgücü hareketliliği yer alırken insan kaynakları, şirketlerin ilk üç önceliği arasında bulunuyor. Yetenekli işgücüne ulaşım, CEO’ların dörtte üçünden fazlasının (yüzde 77) endişeleri arasında yer alırken; Afrika (yüzde 80) ve Asya Pasifik’teki (yüzde 82) CEO’ların endişeleri arasında başı çekiyor.

CEO’ların yarısından fazlası (2016’daki yüzde 48’e karşı yüzde 52) önümüzdeki 12 ayda çalışan sayısını artırmayı planlıyor. En iddialı işe alım planları yapanlar arasında İngiltere (yüzde 63), Çin (yüzde 60), Hindistan (yüzde 67) ve Kanada (yüzde 64) bulunuyor. Sektör bazında ise, en iddialı işe alım planlarını Varlık Yönetimi (yüzde 64), Sağlık (yüzde 64) ve Teknoloji (yüzde 59) alanında çalışan CEO’ların yaptığını, devlet ve kamu kurumundakilerin (yüzde 32) ise bu konuda en düşük seviyede olduğunu görüyoruz.

Araştırmaya katılan CEO’ların sadece yüzde 16’sı genel çalışan sayısını azaltmayı planladığını söylerken, CEO’lar ilgili işlerin yüzde 80’inin teknoloji veya otomasyon kullanımından bir şekilde etkileneceğini söylüyor. Kanada (yüzde 100), ABD (yüzde 95), Almanya (yüzde 93), Avustralya (yüzde 92) ve Brezilya’daki (yüzde 91) işletme liderleri teknolojinin en büyük etkiye sahip olduğunu düşünüyor.

Görüşme yapılan CEO’ların yarısından fazlası (yüzde 52) insanlarla makinelerin birlikte çalışmasının avantajlarını şimdiden araştırırken beşte ikisi (yüzde 39) gelecekteki beceri ihtiyaçları üzerinde yapay zekânın etkisini göz önünde bulunduruyor.

Teknolojik değişikliğin hızının CEO’ların yüzde 70’i için endişe kaynağı olduğu düşünülürse, yaratıcılık ve yenilikçiliğin, liderlik ve duygusal zekânın aranan en değerli beceriler olması ve CEO’ların işe alım yapmakta zorlanması şaşırtıcı değil. Dijital ve STEM (Fen, Teknoloji, Mühendislik, Matematik) beceriler işletme liderlerinin yarısından fazlası için işe alımda sorun yaratıyor. 

PwC Küresel Başkanı Bob Moritz konuyu şöyle noktalıyor: 

“CEO’lar temel beceri eksikliğinin şirketlerinin büyüme potansiyeline, geçerliliğine ve sürdürülebilirliğine zarar vermesinden endişe duyuyor. CEO’lar en çok teknik olmayan becerilere değer veriyor. Yenilikçilik ve insan ilişkisi becerileri kodlanamıyor. Bu nedenle CEO’ların ihtiyacı olan değişimi gerçekleştirebilmek için (dikkatle düşünüp uygun adımlar atarak) teknolojiyle kişilerin yeri doldurulamaz becerileri arasında denge kurmak kilit öneme sahiptir. Paydaşların beklentilerini yönetmek; ayakta kalmak ve büyümek için ihtiyaç duyulan güvenin kazanılmasını sağlayacaktır. Sonuç olarak sanallaşan dünyada insan unsuruna öncelik vermek gelecekteki başarının ön şartı olacaktır.”

 

 

“Hayat’ı Keşfet” staj programıyla 30’dan fazla genç Hayat Kimya bünyesine katılacak

Hayat Kimya’da geleceğin ‘H Generation’ yöneticileri, üniversitedeyken “Hayat’ı Keşfediyor”

2016’da hızlı tüketim ürünleri sektörünün en beğenilen üçüncü şirketi seçilen Hayat Kimya’nın, 2017 “Hayat’ı Keşfet” staj programı üniversite 3. ve 4. sınıf öğrenci başvurularına açıldı.

Hızlı tüketim ürünleri sektöründe, Türkiye’den doğan ve hızla globalleşen Molfix, Molped, Bingo, Papia, Familia gibi güçlü markaların sahibi Hayat Kimya’nın “Hayat’ı Keşfet” staj programı için başvurular alınmaya başladı. 3. ve 4. Sınıf üniversite öğrencilerini iş dünyasına hazırlamayı ve gençlere deneyim kazandırarak kariyerlerine yön vermeyi amaçlayan “Hayat’ı Keşfet” staj programının başvuruları, 16 Ocak-21 Mart tarihleri arasında, www.hayat.com.tr ve www.kariyer.net adresleri üzerinden gerçekleştirilebiliyor.
Staj programını başarıyla tamamlayan öğrenciler, mezun olduktan sonra Hayat Kimya’nın “H Generation” yönetici yetiştirme programlarıyla kariyerlerine tam zamanlı olarak başlayabiliyor, şirketin Türkiye ve yurt dışı organizasyonlarında rol alma imkanına sahip oluyorlar.
2016’da, 3.000’e yakın başvuru içerisinden genel yetenek testi, İngilizce sınav ve grup vaka çalışmaları gibi çeşitli süreçleri tamamlayan 30 öğrenci, Haziran-Ağustos ayları arasında, Hayat Kimya’nın proje bazlı staj programında yer aldı. 18 farklı üniversite ve 16 farklı bölümden katılım gösteren öğrenciler Pazarlama, Finans, İhracat, Üretim, Bilgi Teknolojileri, Satış ve İnsan Kaynakları gibi çeşitli fonksiyonlarda staj programında rol aldı. Mezun olduktan sonra 5 kişi ise “H Generation” adı verilen geleceğin yöneticilerini yetiştirme programıyla Hayat Ailesi’ne katıldı.
“Hayat’ı Keşfet” staj programı 2017’de de 30’dan fazla genci bünyesine katmayı hedefliyor.

İş Dünyası Analitiğin Geleceğini, Geleceğin Analitiğini Tartışacak

Dünya analitik lideri SAS’ın “Experience Your New Possible” temasıyla 16 Şubat’ta İstanbul’da düzenleyeceği etkinliğin gündeminde, yeni nesil analitik, veri analitiğinin günümüz iş dünyasında daha iyi kararlar alınması üzerindeki rolü ve bunun sonucunda yeni olasılıkların tecrübe edilebilmesi gibi konular olacak.

SAS Türkiye, analitiğin hızla değişerek dijitalleşen iş dünyasının karar alma mekanizmaları ve dolayısıyla iş çıktıları üzerindeki etkisinin tartışılacağı bir etkinlikle bankacılık, perakende, telekom ve sigortanın da aralarında olduğu pek çok sektörden önde gelen şirketlerin yöneticileri ile SAS’ın deneyimli uzmanlarını bir araya getiriyor. “Experience Your New Possible” temasıyla 16 Şubat tarihinde İstanbul’da, Sakıp Sabancı Müzesi yerleşkesindeki The Seed’de düzenlenecek olan etkinliğin gündeminde yeni nesil analitik, bulut teknolojileri, analitik kültürü, dijital çağın müşteri deneyimi ve fintech işbirlikleri de olacak.

SAS Türkiye Genel Müdürü Hakan Erdemli’nin ev sahipliğinde gerçekleşecek olan etkinlikte, SAS’ın yerli ve yabancı üst düzey uzmanlarının yanı sıra, pazarlama profesyonellerinden analitik profesyonellerine, pazar araştırmacılarından medya temsilcilerine kadar geniş bir yelpazede konuşmacılar tecrübelerini ve gelecek öngörülerini paylaşacak. Ziraat Bankası CIO’su Can Örüng’ün “Kusursuz müşteri deneyimi için doğru analitik yönetişim” üzerine bir sunum yapacağı etkinlikte, Akbank CRM Başkanı Dr. Atilla Bayrak ise veri analitiği ile nasıl rekabet avantajı sağlanabileceği hakkında konuşmasıyla sahne alacak.

Etkinlik kapsamında ayrıca, “Analitiği Kullananlar Anlatıyor”, “Fintech: Fırsat mı, tehdit mi?”, “Analitik Yolculuğun Öğrettikleri”, “Dijital Çağın Müşteri Yönetiminde Analitiğin Rolü”, “Kişisel Verime Dokunma” ve “Üst Yönetim Tartışıyor: Analitik Kültürü Değişime Nasıl Önderlik Ediyor?” başlıklı altı adet panel oturumu da gerçekleştirilecek.

Fleetcorp ve Renault İşbirliği

FLEETCORP VE RENAULT İŞ BİRLİĞİ; ÇOK AVANTAJLI FİLO KİRALAMA HİZMETİ…

Operayonel araç kiralama sektörünün lider isimlerinden Fleetcorp; Renault Filo Kiralama’nın operasyon tarafını da yöneterek 2 binden fazla müşterisine hizmet veriyor. Bu hizmet; ruhsatlandırma, finansman, satış sonrası, sigorta ve 2. eli de kapsıyor. Fleetcorp’un Renault Filo Kiralama’da 6.325 adet canlı aracı bulunuyor. Genelde B-C segment tarafında yoğunlaşan araçlar, farklı beklentileri ve ihtiyaçları rahatlıkla karşılıyor.

Fleetcorp’un Renault Filo Kiralama hizmeti, Renault marka araç kiralama yapmak isteyenlerin ihtiyaçları doğrultusunda, operasyonel kiralama alt yapısını sunarak piyasa koşullarındaki kira fiyatları ile marka amblemi altında satış sonrası hizmetleri sağlamayı kapsıyor. Fleetcorp CEO’su Dr. Barbaros ÇITMACIRenault Filo Kiralama hizmetimiz ile iş ortaklarımız, yurt genelindeki Renault ve Dacia Showroom’larında sahip olmak istedikleri araç için, satın alma alternatifi olarak filo kiralama hizmetine de ulaşabiliyor. Bu sayede müşterimiz, görüşmesini yüz yüze yapıyor ve kiralamayı düşündüğü aracı, anlaşma yapmadan önce detaylıca inceleme fırsatı bulabiliyor. Satış sonrası (servis) hizmetlerini de markanın yetkili servislerinde yaptıracağından, profesyonel ve eğitimli Renault ve Dacia servislerinin sağlayacağı orijinal parça ile bakım ve onarımlarını yaptırabiliyor. Renault ve Dacia müşterilerinin, ihtiyaçları doğrultusunda bulundukları ildeki yetkili satıcıdan hızlı ve güvenilir hizmet almaları sağlanıyor.” diyor.

Vergi levhası olan, tüzel yapıya sahip, 3 yıl ve üzerinde faaliyet gösteren kuruluşlar, Fleetcorp’un Renault Filo Kiralama hizmetinden rahatlıkla yararlanabiliyor. Bu hizmetin sağladığı birçok avantajın keyfini çıkarabiliyor.

 

Yeni Sınai Mülkiyet Kanunu hangi yenilikleri beraberinde getiriyor?

Yeni Sınai Mülkiyet Kanunu girişimcilerin önünü açacak

Uluslararası düzenlemelerle uyumlu hale getirilen, pek çok yeniliği ve hukuki alt yapıyı içeren “Yeni Sınai Mülkiyet Kanunu”, girişimcilerin, rekabet edebilirlik kazanmaları için gerekli adımları atabilmelerine fırsat verecek. Yeni yasa teknolojik, ekonomik ve sosyal alanları da olumlu yönde etkileyecek.

TBMM tarafından yakın zamanda kabul edilen ve rekabetin, özellikle uluslararası arenada rekabet etmenin, olmazsa olmazı olan patent alınması; marka, tasarım ve coğrafi işaretlerinin tesciliyle ilgili “Yeni Sınai Mülkiyet Kanunu”, girişimcilere ihtiyaç duyulan desteği verecek. Uluslararası düzenlemelerle uyumlu hale getirilen ilgili mevzuatın pek çok yeniliği ve hukuki alt yapıyı içerdiğini belirten Alfanorm’un Başkanı, Ateş Öztan, bu gelişmenin girişimcilerin, rekabet edebilirlik kazanmaları için gerekli adımları atabilmelerine fırsat vereceğini ve cesaretlendireceğini ifade etti.

Geçmiş uygulamaların, yapılma şekilleri nedeniyle zaman kayıplarını, yüksek maliyetleri ve işlem zorluklarını beraberinde getirdiğini belirten Ateş Öztan, “Tüm bu durumlar özellikle patent alınmasında caydırıcı rol oynarken, pek çok patentin raflarda kalmasına, sanayiye aktarılamamasına neden oluyordu. Markaların kullanılmayacak alanlar için dahi patent tescil ettirmeleri de yeni girişimlerin önünde bir bariyer oluşturuyordu” dedi.

Bu yeniliklerin, teknolojideki baş döndürücü gelişmelerin tüm yaşam alanlarını etkilediği günümüz ortamında, doğru üst strateji ve politikalarla desteklendiği takdirde faydalı olabileceğinin altını çizen Öztan, teknolojik, ekonomik ve sosyal alanları olumlu yönde etkileri olacağı düşünülen mevzuatın patent, faydalı model, tasarım, marka, coğrafi işaret ve geleneksel ürün adları konularında hangi noktaları değiştirip hangi yenilikler getirdiğini şu şekilde sıraladı:

1. Patent alımında, tüm patentler incelemeli olacak. Türk Patent Enstitüsü inceleme yapabilme yetkisine sahip olduğundan, patentler uluslararası nitelik kazanacak.

2. Başvuru, inceleme ve patentleme süreleri kısalacak, maliyetler inecek ve işlemlerin yürütülmesi kolaylaşacak.

3. Patente konu buluşlarda, emeği geçen paydaşlarla ilgili patent başvuruları, hak ve yükümlülükler ile lisanslama konuları, açıklık kazanacak. Ortak patent alma ve kullanma imkanları getirilecek.

4. Yüksek öğrenim kurumlarında gerçekleştirilen buluşların patentlenmesinde kurum ile buluşu yapanın hakları netleştirildi.

5. Kamu destekli buluşların patent hakkının buluşu yapana ait olduğu ancak kullanım ve gelir paylaşımı konularında özel anlaşmalarla düzenlemeler yapılacağı hükümleri getirildi.

1970’lere Yeni Baştan…

SAXO BANK BAŞ EKONOMİSTİ VE CIO’SU STEEN JAKOBSEN YILIN BİRİNCİ ÇEYREĞİ HAKKINDAKİ TAHMİNLERİNİ AÇIKLADI: “1970’LERE YENİ BAŞTAN!”

Saxo Bank’ın Baş Ekonomisti ve CIO’su Steen Jakobsen, 2017 yılı birinci çeyreğine ilişkin öngörülerini açıkladı. 2017 yılı için ana sorunun Amerikan Doları’nın yönü olacağını ifade eden Jakobsen, “Geçen yıl içinde %20 yukarı yönlü bir para birimi bir tepki tetikleyebilir ve yeni göreve gelen Trump yönetimi 20 yıllık ‘kuvvetli dolar ABD lehinedir’ dogmasından fedakarlık yapabilir. Bu nedenle 2017 yılı için ana soru Amerikan Doları’nın yönü olacaktır” dedi.

Saxo Bank baş Ekonomisti ve CIO’su Steen Jakobsen, 2017 yılının ilk çeyreğine dair görüşlerini açıkladı. 2017 yılı için ana soru Amerikan Doları’nın yönü olacaktır diyen Jakobsen, “Ana soru bu olacaktır çünkü geçen yıl içinde %20 yukarı yönlü bir para birimi bir tepki tetikleyebilir ve yeni göreve gelen Trump yönetimi 20 yıllık ‘kuvvetli dolar ABD lehinedir’ dogmasından fedakarlık yapabilir” dedi.

“ABD deki popülizm seslerini gözardı edemeyiz fakat bir seçim yılında Avrupa’da da bunları atlamamız lazım. Fakat rahat olun, bu bir döngünün sonudur, yeni bir başlangıç değil. Geçen zaman içinde, Nixon ve Reagan karışımı bir doktrin bekleyin ve yüksek dalgalanmalara hazır olan” saptamasını yapan ünlü analist, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Tweetlerin ABD içindegelişi güzel gündemi belirlediği ve ‘alışılmışın dışında’ olmanın yeni siyahi olmak olduğu bir dünyaya, 2017 ve Trump-manya’ya hoş geldiniz. Donald Trump ve yeni politikaları hakkında yapabileceğimiz tüm tahminlerde ana soru hep aynı kalmaktadır: ABD dolarının genel yönü ne olacaktır? 2017 yılında Çinin parası ve büyümesi nereye doğru gidecek? Brexit/Trump çifte etkisi bir döngünün sonumu yoksa yeni bir şeyin başlangıcımı? Üç sorudan en önemlisi hangisi? Bu da Amerikan dolarının yönüdür. O kadar basitleştirilmiş bir ekonomik dünya ya da globalleşmiş bir piyasamız var ki, dolar global olarak tüm işlemlerin %75 inden fazlasını temsil etmektedir.

ABD doları yıllık olarak %20 nin üzerinde bir yükselişe sahipse – ki şu anda öyle – bu etkiye bir tepki olacaktı. Bu tepki ABD de beklenilenin üzerindeki faiz oranları dolayısıyla büyümenin yavaşlaması (potansiyel büyümeyi de azaltacaktır) ve dolaylı olarak global büyümeyi de azaltabilir, çünkü ABD ağırlıklı borç yükü gelişen piyasaların aşırı dolar borçlarını ödeme kabiliyetini olumsuz etkileyecektir. Yabancı bankalar gelişen piyasalardaki firmalara 3.6 trilyon dolar kredi kullandırmışlardır ve bu kredilerin kabaca %50 si Çin’edir. Böylece 2. ve 3. sorular birbirine bağlıdır.”

“Ressesyon riski atmaktadır. NedBank, Güney Afrika’daki arkadaşlarım, Neels Heyneke ve Mehul Daya parasal durum ve ana prensipleri birleştiren, gördüğüm en iyi ressesyon modeline sahiplerdir”.

Mevcut durumun okunması : Piyasaların ortak görüşü %5-8 e karşı %60 ressesyon ihtimali

“Hisse senedi piyasalarında büyük satışların özellikle ressesyon zamanlarında olduğunu bildiğimiz için bu büyük bir risktir. Ressesyon Amerikan ekonomisini vurursa beklenen ‘drawdown’ %25-40 olabilir”.

“ABD’deki populizm seslerine kayıtsız kalamayız, aynı zamanda bir seçim yılında bu seslere Avrupa’da da kayıtsız kalmamalıyız. Fakat rahat olunuz, bu bir döngünün sonudur, yeni bir başlangıç değildir. Dünya kapalı sınırlar, anti- globilizasyon, ticaret engellemeleri ve rekabet kısıtlamaları içeren bir gündeme doğru ilerlemeyecektir. Yine de bu güçlere özellikle global arenada liderliğin değişime uğradığı zamanlarda saygı duyulmalıdır”.

“Trump’ın ticareti, yurtdışı birlikleri Amerika’ya geri çekmesi, 1970’li yıllardan beri geçerli olan Çin politikasını değiştirmesinin sonuçları ortaya çıkacaktır. Alman Şanşolyesi Angela Merkel şu anda gelişmiş dünyanın de facto lideridir. Bu pozisyon Almanya’da seçimlerin olacağı bir yılda kendi istemediği ve kendisini rahat hissetmediği bir pozisyondur. Çin ABD’nin yön değiştirmesi sonucu oluşacak bir vakumu dolduracaktır. Dış politika ve yatırım konusunda Çin yönetimi hiç olmadığı kadar ‘açık’ tır. Bunun sebebi kısmen fırsat ve kısmen yükselen iç borç ve dışarıya akan sermaye hareketlerinden dikkati uzaklaştırmak içindir. Çin, büyük bir ihtimalle, muhtemelen zaman içinde CNY ve CNH i %5-10 aralığında zayıflatacaktır, fakat eğer zorlanırsa yine başka bir devaluasyon ile Amerikan politikalarına cevap olarak zayıflatabilir”.

“Göreve başlayacak Trump yönetimi, bana göre açıkça ‘Zayıf Amerikan Doları’ politikası izleyecektir. Çin’in para biriminin fazlaca zayıf olduğu söylemi elbette USD’nin de fazla güçlü olduğunu ima eder. Fakat biraz bekleyin, Trump, Bill Clinton’ın hazine bakanı Robert Rubin zamanından bu yana uygulanan 1990’larda ortaya çıkan ‘kuvvetli dolar Amerika’nın çıkarınadır dogmasını da değiştirecektir (aslında bu hiç bir zaman uygulanan bir strateji olmamıştır).”

“Bu 1970’ lerive Ağustos 1971 Nixon doktrini neticesinde hazine bakanı John Connally’nin yürürlüğe takdim ettiği gümrüklenebilir tüm ithal mallara %10 ek vergi ve dış yardım harcamalarına %10 indirim ve ‘altın penceresinin’ kapatılmasını (böylece USD artık serbestçe Altına convertible olmaması) ve tüm ücretlere ve fiyatlara 90 gün morataryum uygulamasını anımsatmaktadır. Görünen o ki Trump doktrini bunu yeni kurumlar vergisi ve ticaret politikası olarak yeni seçilen başkan tarafından ‘tweet’ edildiği üzere benimsemektedir.

Evet, bunlar çok fazla tekrar 1970’lerdir. O zamanlar Amerikan politikası büyük ticareti firmalar, kapalı sınırlar, (1973-75 arası) ressesyon ve Connally’nin Roma’daki G-10 toplantısında Avrupa Maliye Bakanlarına dedikleriyle tanımlanabilen ‘Dolar bizim para birimimizdir fakat sizin probleminizdir’ sözleridir. Bu söylem Bretton Wood sistemini öldürmüş ve doların %20 değer kaybına neden olmuştur. “

İlk çeyreğin bize bazı ipuçlarını vereceğini düşündüğünü belirten ünlü analist Steen Jakobsen, tahminlerini şöyle tamamladı: “Ancak, zaman ilerledikçe Nixon ve Reagan karışımı bir Trump doktrinini bekleyiniz. Esas sonuç, nitekim jeopolitik riskler tüm 2017 için önemlidir. Hayal et ve uzat para politikasının başlangıcının sonuna hoş geldiniz”.

Kimya sektörü 2016 yılını 14 milyar dolarlık ihracatla kapattı

KİMYA 2017’DE 15,5 MİLYAR DOLAR İHRACAT HEDEFİ KOYDU

Türkiye sanayinin nabzını tutan kimya, 2016 yılında gerçekleştirdiği 14 milyar dolarlık ihracat ile otomotiv, hazır giyim – konfeksiyon sektörlerinin ardından en çok ihracat gerçekleştiren üçüncü sektör oldu. Küresel ticaretteki yavaşlama, Avrupa ekonomisindeki büyümenin beklentilerin altında kalması, önemli ihracat pazarlarındaki kayıplar ve Ortadoğu’daki istikrarsızlığın sürmesi 2016’da kimya ihracatına olumsuz etki eden faktörler olarak öne çıktı. Ekonomik ve siyasi belirsizliklerin gölgesinde bir yılı geride bırakan kimya sektörü 2017’de ihracattaki daralmayı yeni pazarlarla aşarak 15,5 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirmeyi hedefliyor.

İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamülleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) tarafından açıklanan 2016 yılı verilerine göre; Türkiye’nin kimya ihracatı bir önceki yıla göre miktarda yüzde 4,52 azalış ile 16 milyon 487 bin ton, değerde ise yüzde 9,49 düşüşle 14 milyar dolar olarak gerçekleşti. İhracattaki düşüşte sektörün önemli pazarlarında yaşanan sorunların devam etmesi ve ihracat fiyatlarındaki gerilemeler etkili oldu.

Kimya sektörünün 2016 yılında en çok ihracat yaptığı ilk on ülke; Almanya, Mısır, Irak, İran, İtalya, İngiltere, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Hollanda ve ABD olarak sıralandı. Geride bıraktığımız yıl en fazla ihracat gerçekleştirilen ülke grubu ise yüzde 37 pay ve 5 milyar 148 milyon dolarlık ihracatla Avrupa Birliği oldu. Sektör 2016’da komşu ülkelerde sekteye uğrayan ihracatını Uzakdoğu Asya, Güney Amerika ve Sahra Altı Afrika gibi pazarlara odaklanarak dengeledi.

Geride bıraktığımız yılda kimyanın alt sektörlerinde ihracata en fazla katkıyı 4 milyar 853 milyon dolarlık ihracatla plastikler ve mamülleri, 2 milyar 678 milyon dolarlık ihracatla mineral yakıtlar, mineral yağlar ve ürünler ile 1 milyar 142 milyon dolarlık ihracatla kauçuk ve kauçuk eşyalar yaptı.

Kimya sektörünün Aralık ayı ihracatı ise miktarda yüzde 7,71 düşüşle 1 milyon 549 bin ton, değerde yüzde 1,47 artış ile 1 milyar 287 milyon dolar olarak gerçekleşti. Aralık ayında kimya ihracatında ilk 10 ülke; Birleşik Arap Emirlikleri, Irak, Suudi Arabistan, Mısır, Almanya, İtalya, İran, Çin, Singapur ve ABD şeklinde sıralandı.

Sektörün 2016 yılı ihracat rakamlarını değerlendiren İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamülleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) Yönetim Kurulu Başkanı Murat Akyüz, “Ekonomik ve siyasi belirsizliklerin yoğun olarak hissedildiği bir yılı geride bıraktık. Küresel ticarette devam eden yavaşlama, yakın coğrafyamızda yaşanan sıcak gelişmeler ve önemli ihracat pazarlarımızdaki kayıpların sürmesi 2016 yılında sektörümüzü zorladı. Rusya ile yaşanan uçak krizi, kayıt zorunluluğu sebebi ile de Mısır ve İran ihracatçılarımızı zorlayan pazarlar olarak öne çıktı. Tüm bu zorluklara rağmen 14 milyar dolarlık ihracat ile ülkemizin en çok ihracat yapan üçüncü sektörü olmayı sürdürdük. Sektörümüz için kritik öneme sahip pazarlardaki kayıpların bir kısmını beklediğimiz kadar hızlı büyümese de Avrupa Birliği ülkelerinden gelen talep ile karşıladık. Yine kimyanın hedef pazarlarından ABD’den gelen talepler de sektörümüz açısından önemliydi. Sekteye uğrayan ihracatımızı Uzakdoğu Asya, Güney Amerika ve Sahra Altı Afrika gibi pazarlara olan ihracatımızı artırarak dengeledik. Bu da ihracatımızı yükseltmek için yeni pazarlara ağırlık vermenin önemini bir kez daha ortaya koydu” dedi.

Dünyanın genel görünüme bakıldığında 2017 yılının da çetin geçeceğini belirten Murat Akyüz şunları söyledi: “İç ve dış tüm olumsuz etkenlere karşı karamsarlığa kapılmamalı umudumuzu korumalıyız. Daha çok çalışarak ve daha çok üreterek ülkemize katkımızı sürdüreceğiz. İhracatta petrol fiyatlarının negatif etkisi azalmaya başladı bunun devam etmesini ve rakamlara yansımasını umuyoruz. Yine ihracatçıyı destekleyen teşviklerin yansımasını da bu yıl içinde görmeye başlayacağız. Finansman ihracatçılarımız açısından önemli bir sorun. Finansmana erişimi kolaylaştıracak İhracat Kredi Garanti Fonu bu açıdan kritik öneme sahip. İhracatçılarımızın kurdaki ani değişimlere karşı temkinli hareket etmelerinde ve riskleri dengelemelerinde fayda var. Para yerine takas sistemi kur risklerini azaltmada etkili olacaktır.”

88 Milyon Öğle Yemeği Ticket’la Yendi!

2016’da 88 Milyon Öğle Yemeği Ticket’la Yendi!

Türkiye’de 1,5 milyonu aşkın çalışanın “kullandığı Ticket Restaurant yemek kartı ve kuponlarıyla bilinen Edenred, Türkiye’de yemek kartı kullanımında liderliğini koruyor. Edenred’in yılsonu verilerine göre, 2016 itibariyle Ticket kartlı çalışan sayısı 1 Milyon 500 bine ulaşırken; çalışanlarına en çok yemek ödeneği yapan sektör; ilaç-sağlık sektörü oldu. Ticket kartıyla en fazla hesabı ödeyerek, kartını en bonkör kullananlar ise Samsun Bafra’dan çıktı.

2016 yılı itibariyle 24.000 kurumsal müşterinin 1,5 milyonu aşkın çalışanına 40.000’in üzerinde restoranda Ticket Restaurant yemek kartı ve yemek kuponu ile hizmet veren Edenred; yaygın üye ağıyla, çalışanlara öğle yemeklerinde seçim özgürlüğü sunmaya devam ediyor.

Ticket’lılar en yüksek hesabı “Şarküteri”lerde ödüyor!

Türkiye’de Ticket kart kullanım alışkanlıklarına dair çarpıcı veriler paylaşan Edenred, 2016 itibariyle Ticket kartlı çalışan sayısının 1 milyon 500 bini aşarken, üye iş yeri sayısının ise 40 bine ulaştığını belirtiyor.

Edenred’in yılsonu değerlendirmesine göre diğer dikkat çekici veriler şöyle;

2016’da Türkiye’de en çok Ticket’lı ağırlayan yer İstanbul, Şişli oldu.
Ticket’ını en bonkör kullananlar Samsun, Bafra’da yaşıyor.
Ticket’lılar en çok harcamayı Haziran ayında yaptılar.
Çalışanlarına en çok yemek ödeneği yapan sektör İlaç/Sağlık sektörü oldu. Bu sektörü Bilişim ve Hızlı Tüketim sektörleri takip etti.
Çalışanlar en çok restoranlarda yemek yediler.
Restoranlardan sonra ikinci sırayı Fast Food’lar alıyor.
Ticket’lılar en yüksek hesabı Şarküteri’lerde ödediler. İkinci sırada ise kuruyemişçiler yer alıyor.
1 gün içerisinde en çok Ticket Restaurant yemek kartı işlemi, günde 1.468 Ticket’lı ağırlayan İstanbul, Maltepe’deki bir restoranda yapıldı.