Hiç, bundan daha fazlası olduğunuzu düşündüğünüz oldu mu?
Hiç, gerçek potansiyelinizi ortaya çıkaramadığınız hissine kapıldınız mı?
Evinin bahçesinde yüzyıllardır gömülü bir hazine olduğunu bilmeyen biri, bir gün bu hazineyi bulduğunda “zengin oldum” çığlıkları atar. Ama dün de ona sahipti. O insan, o bahçeye sahip olduğu gün mü zengin olmuştur, yoksa o hazineyi bulduğunda mı?
Bir şeye sahip olmak ile o şeye sahip olduğunun farkında olmak birbirinden çok farklı şeylerdir.
Thomas Edison ve Henry Ford’un kişisel danışmanlığını yapan ve kariyeri boyunca 20.000’den fazla insanla yakından çalışan ünlü ABD’li iş düşünürü Napoleon Hill; İnsanların sadece %2’lik kısmının gerçek potansiyellerini ortaya çıkarıp kullanabildiklerini söyler.
Peki, dünya üzerinde 1 Milyon USD’nin üzerinde serveti olan insanların dünya nüfusuna oranını biliyor musunuz?
O da Binde 2. Yani bu %2’nin çok daha küçük bir kısmı, bunu servete dönüştürebiliyor.
Peki, bu küçük mutlu kesimin diğer insanlardan farklı olarak yaptığı şey nedir? Eğitim mi, şans mı, üstün zekâlı insanlar olmaları mı? Hiç biri değil. I.Q.’su çok yüksek olan herkes, hayatta başarılı olamayabiliyor. Dünyanın en iyi üniversitelerinden mezun olan her insan, harika konumlara yükselecek diye bir iş kuralı yok. Şans demek de doğru olmaz, başarıyı şansla açıklamak o insanlara haksızlık olur. Ayrıca başarı, şans ile açıklanamayacak kadar değerli bir şeydir.
Öyleyse nedir?
Bu insanların, hepsinin en önemli ortak noktası diğerlerine göre gerçek potansiyellerini ortaya çıkarmakta daha başarılı olmalarıdır.
Türkçede eş anlamlı sözcükler vardır ya tıpkı onun gibi Potansiyeli ortaya çıkarmanın da şu kavramlarla iç içe olduğunu, çoğu zaman neredeyse benzer anlamlara bile geldiğini görürsünüz.
Yeni duygular yaşamak
Yeni başarılar elde etmek
Konfor alanından çıkmak
Farklı bakış açılarıyla sonuca ulaşmak
Performansı en yüksek seviyeye yükseltmek
Zamanını en verimli şekilde kullanmak, gibi…
Dünya siyasetinin yönünü belirleyen, ulusların kaderini çizen büyük liderlerin hatta sanat, spor ve iş dünyasından önemli isimlerin hepsinin potansiyellerini ortaya çıkarıp kullanırken benzer bir güzergâh izlediğini görürsünüz.
- Adım; Bir insanın kendi gerçek potansiyelini ortaya çıkarmasının ilk adımı bir hayale sahip olması ve o hayale ulaşacağını “Bilmesi” dir.
- Adım; Bu hayale ulaşmak için yola çıkmadan önce sırt çantasını gözden geçirmesidir. Yarın bir haftalığına Paris’e uçacak olsaydınız, bugün ne yapardınız? Ya, 35 yıllık kariyer yolculuğuna çıkarken nasıl bir hazırlık yaptınız?
- Adım; Bir yol planı hazırlamasıdır. Yüzbinlerce aracın olduğu İstanbul trafiğinde iki sokak ötede bir yere giderken bile bir navigasyon cihazı kullanıyorsunuz. Ya milyonlarca insanın çalıştığı kariyer trafiğinde nasıl bir yol planınız var?
- Adım; İnsanın oturduğu yerden kalkıp, harekete geçmesidir.
- Adım; Zamanını en etkin şekilde yapılandırmasıdır.
Biz bugün, bu yazımızın ilk bölümünde, ilk adımı yani potansiyeli ortaya çıkarmak için bir hayale sahip olmak üzerinde duracağız.
Çoğumuz binlerce defa hayal kurmuşuzdur. Peki, onlar çoğumuzdan farklı olarak bunu nasıl yaptılar?
Onların, yaşamlarının bir döneminde adeta kaderlerinin sesini duymuş gibi davrandıkları hiç dikkatinizi çekti mi?
Kendilerine ve yaptıkları şeye o kadar inanmışlardı ki, sonuca ulaşacaklarından da emindiler. Bu konuda konuşurken de “Biliyordum” sözcüğünü kullandıklarını sık sık duyarsınız.
“Bir gün tüm hayallerime ulaşacağımı biliyordum”,
“Büyük bir kaderim olacağını biliyordum.”
“Bir gün tüm dünyayı fethedeceğimi biliyordum” Büyük İskender
“Bir gün dünyanın en önemli basketbolcusu olacağımı biliyordum.” Michael Jordan
“Kentucky’de bir kasabada yaşarken bile, bir gün bir dünya yıldızı olacağımı biliyordum.” Jennifer Lawrence
“Hissetmiştim, anlamıştım, istemiştim”, değil. “Biliyordum” derler. Bunu sözlerinde görmeseniz de davranışlarında görürsünüz. Bu, bir hayale inanmaktan çok daha öte bir durumdur: Zaten bilmek.
Ulaşmak istediğiniz hayale zaten ulaşacağınızı bildiğinizde, ne olur?
Öncelikle hayat size daha farklı davranır. Bu spritüel bir konu değildir. Bir düşünürün dediği gibi; Yaşamınızın %10’u başınıza gelenlerden, %90’ı sizin onlara verdiğiniz tepkilerden kaynaklanır. Ve siz artık önünüze çıkan seçenekler karşısında vereceğiniz tepkiyi buna göre değerlendirirsiniz.
Çünkü elinizde adeta bir pergel ve pergelinizin de sabit bir noktası vardır. Pergelinizin sivri ucunu kâğıda sabitlemişsinizdir. O sabit nokta, sizin ulaşacağınızı “Zaten” bildiğiniz amacınızdır.
Ve artık istediğiniz genişlikte bir daire çizebilirsiniz. O daireyi çizme gayreti içindeyken potansiyelinizin de daha önce fark etmediğiniz yönleriyle tanışacaksınız. O daire sizin yaşam alanınızdır. Yaşamasını istediklerinizdir. Sizin için yaşamanın anlamı olan, uğruna yaşamayı seçtiğiniz, mücadele alanınızdır. Çizdiğiniz daire küçük ya da büyük olabilir, asıl önemli olan bir sabitiniz olmasıdır.
Çünkü sabit noktanız yoksa pergeliniz yerini, rüzgârda savrulan bir yaprağa bırakmıştır. O zaman da planlar yaparken başınıza gelenlerden yakınırsınız. Sizin dışınızda gelişen olayların kurbanı olduğunuzdan bahsedersiniz. Artık çözüme değil, soruna odaklanmışsınızdır.
Evet, sizin dışınızda gelişen olaylar üzerinde bir etkiniz olmayabilir, ancak asıl kaderinizi belirleyen, bu olaylar karşısında verdiğiniz tepkilerdir. %2’lik kısmın orada olmalarının ve her durumu kendi avantajlarına kullanabilmelerinin en büyük sırrı budur. Mesela, günya üzerindeki önemli güç odaklarının savaş da çıksa, barış dönemine de geçilse, kriz de olsa her durumdan kendileri için fayda sağladıklarını görürsünüz.
Bir sabit noktanız olduğunda karşılaştığınız her şey sizin için bir kaynaktır. Başka insanların kötü deyip kaçtıkları şeyler bile. Duygular, fikirler, olaylar… Her şey. Mesela bilinen en kötü duygular değersizlik, çaresizlik, önemsizlik, yokluk ve sefalet içinde hissetme duygularıdır. Yaşayan bilir, gerçekten baş edilmesi çok zor olan bir bela gibidir bu duygular. Peki, sizce bu duygular bir insanın en güçlü yanı olabilir mi?
Şöyle ki; kartlar dağıtılmıştır ve elinizde değersizlik, çaresizlik ve sefalet içinde hissetme duyguları olan kartları vardır. Ve hayat sizden bu kartları en mükemmel şekilde kullanıp oyunu kazanmanızı beklemektedir.
Var, bunu da yapan var. Dostoyevski en harika eserlerini bu duygu altında yazdığını fark etmiş. Yazar tıkanması yaşadığında, üretemez hale geldiğinde sahip olduğu her şeyi paraya çevirip kumar masasına oturuyormuş. Tüm gece boyunca kumar oynuyor, sahip olduğu her şeyini sabaha kadar kaybediyormuş. Sonra da çaresizlik, değersizlik ve sefalet duyguları içerisinde izbe bir pansiyona gidip saatlerce ağlıyormuş. İşte en yaratıcı fikirlerin geldiği anlar bunlarmış.
Peki ya size Dostoyevski’nin yaptığı şeyin bir strateji olduğunu söyleseydim. Şaşırır mıydınız? Sun Tzu, Robert Greene ve Clautzwitz gibi bilinen ünlü strateji ustalarının Ateş Tarlası dediği bir strateji olduğunu. “Ordunu en zor durumlara sok, onları ateş tarlasına gönder, çaresizlik içinde bırak. Bir yolunu bulup sana zaferle döneceklerdir.” Çaresizlik, değersizlik duygusundan bile faydalanılabilir, eğer bir amacınız varsa.
Çünkü bazı insanların B-C-D planları vardır, bazılarının ise sadece güçlü bir A planı.
Yani ulaşmak istediğiniz hayale ulaşacağınızı zaten bildiğinizde otomatikman potansiyelinizi ortaya çıkarmanıza hizmet eden bir stratejiniz olur.
Sadece Dostoyevski değil. Geçit vermez Alp dağlarında ordusu için Hannibal’le bir yol açtıran, Haliç demir zincirle kapatılınca Fatih’e gemileri karadan yürüttüren ve Eskişehir – Kütahya muharebesinden sonra dağılan ordumuzu toplamak için Atatürk’e “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır” dedirten güç yine bu sabit noktadır. Kuralları siz koyarsınız. Araştırmalara konu olursunuz. Onlar, bu olumsuz duygulara meydan okuyan, sözlüklerinde bile yer vermeyen büyük liderlerdir.
Peki ya hiç bilgi birikimi, eğitimi, donanımı ve iş tecrübesi sizin yarınız kadar bile olmayan insanların sizden daha iyi noktalara geldiğine şahit oldunuz mu? Sizin çalıştığınız yerlerde böyle şeyler olmaz, ama bir arkadaşınızın iş yerinde mutlaka olmuştur.
Arkadaşınız kuvvetle ihtimal iş hayatının adaletsiz olduğunu düşünür. Aslında mesele basittir. Bir pozisyon açıldığında arkadaşınız o pozisyona başvurabilmek için alması gereken eğitimler, yapması gereken işler ve daha kazanması gereken ilave tecrübeler olduğunu düşünür. Bu esnada biri çıkar, hayattan ne istediğini bilen, kararlı biri ve o pozisyona aday olur. Arkadaşınız “Ne cesaret” diye düşünüyordur. “Ben bile bu birikime rağmen başvurmadım, şaka gibi” der. Hayır, şaka değil gerçek, işi o alır. Sonra ilerleyen zamanda arkadaşınıza gelir, şunu nasıl yapmalıyım, diye sorar. Çünkü işi işte öğrenir. Ve arkadaşınızın ise artık akşam kahve içerken size anlatacağı çok daha şey vardır.
Arkadaşınızın bilmediği şey ise insan zihninin çalışma sistemidir. Gördüğü her insanda tutarlılık arar, duygu-düşünce ve davranış tutarlılığı. Ve hepimiz, karşımızdaki insanda tutarsızlığı yakalama konusunda uzman olduğumuza inanırız. O insan gider, tüm inancını ortaya koyup, hiç bir tutarsızlık sergilemeden karşısındakileri bu inançla ikna eder.
Psikologlar bunu bir sendrom olarak isimlendirir: Dunning-Kruger Sendromu. Ama strateji uzmanlarına göre bu, dünyanın gelmiş geçmiş en güçlü stratejilerinden biridir.
İnandığınız bir hayaliniz varsa ABD’li ünlü strateji uzmanı Robert Greene’nin Tacın Stratejisi olarak isimlendirdiği çok güçlü bir stratejiniz daha vardır. Ona göre eğer hayatta ulaşmak istediğiniz şeyi bir amaç haline getirdiyseniz adeta başınızda bir kral tacı varmış gibi hareket edersiniz. Başınızda bir taç varsa ve o taç sizin kafanıza tam olarak oturuyorsa da yani duygu-düşünce ve davranış olarak uyum içindeyseniz karşınızdaki insana tutarlı bir sinyal verirsiniz. O insanın size inanmasını sağlarsınız. Ve bu strateji çoğu zaman sonucu belirleyicidir.
İnsanların size nasıl davranacağını belirleyen en önemli şey; kendinizi sunuş şeklinizdir. Eğer güçlü bir amacınız varsa kararlılığınızı, inancınızı ve ona zaten ulaşacağınızı bildiğinizi beden dilinizle belli edersiniz. Karşınızdaki insanın etkilenmesinin kaçınılmaz olduğu bir şeydir.
Eğer mırın kırın eder ve çok az şey isterseniz insanlar bunun sizin kişiliğiniz olduğunu düşünürler. Oysa bu sadece sizin kendinizi sunuş şeklinizdir.
Bir kral kendisine saygı duyduğu için bu duyguyu diğer insanlara da yansıtır. Bir krala yakışır şekilde ve gücünüzden emin olarak davrandığınızda taç giymek sizin kaderinizde varmış gibi algı yaratırsınız. Ve insanlar göründüğünüzden fazlası olduğunuz izlenimine kapılır.
İşte o zaman isteyip de hayattan alabileceklerinizin sınırı yoktur.
Yani bir hayale inandığınızda daha o an çok güçlü iki stratejiniz birden olur. Ateş tarlası ve Tacın stratejisi
İş hayatının adaleti mi yok? İyi ya strateji de zayıfın güçlü karşısında hayatta kalabilmesi için icat edildi zaten. Henüz strateji denilen şey yokken, iki ordu karşı karşıya gelir ve en fazla askeri olan savaşı kazanırdı. Ama binlerce yıldır durum değişti. 10.000 kişilik bir ordu ile 100.000 kişilik bir ordunun savaşında adaleti sağlayan şey, uygulanan stratejidir.
Ve bunlardan çok daha önemlisi nedir, biliyor musunuz, eğer bir amacınız varsa strateji, anlam kazanır. Çünkü, Peter Drucker’ın dediği gibi “Kültür, stratejiyi sabah kahvaltısında yer” Bir organizasyondaki tüm üyeler sizinle aynı hayali kurmuyorsa stratejiniz çöp olur.
Öyleyse madem her şey bu kadar kolay, neden hayal kurmuyoruz?
Sizinle 2 araştırmanın çok ilginç sonuçlarını paylaşmak istiyorum.
ABD’de yapılan geniş çaplı bir araştırmaya göre iş hayatında net olarak belirlenmiş kendi kişisel kariyer amaçları olmayan liderlerin oranının % kaç olduğunu biliyor musunuz?
Sonuç: % 80’in üzerinde çıkmış. Liderlerin, ekiplerinin ve içinde bulundukları organizasyonların hedeflerini gerçekleştirme gayreti içindeyken kendilerine ait net ve kesin şekilde belirlenmiş kariyer hedeflerinin olmaması bir ironi değil mi? Hayattan ne istediğimiz üzerine ayrıntılı düşünemiyoruz.
Peki, ya 18 yaşına gelen birinin o güne kadar kaç defa ‘’HAYIR’’ sözcüğünü duyduğunu biliyor musunuz?
Ortalama 140.000 defa. Eğer çocuk, daha bilinçli bir ortamda büyüdüyse bu rakamın 50.000 – 80.000 arası olduğu söyleniyor. Yine de çok fazla değil mi? İnsan neslinin devamını sağlayan en önemli sözcük, “Hayır” sözcüğüdür. Küçük bir çocukken ebeveynlerimizin ve bize bakım veren insanların bizi büyüklerin tehlikelerle dolu dünyasından koruyabilmek için bize neyi yapıp, neyi yapamayacağımızı öğretirken bol miktarda kullandığı bir uyarı kelimesidir “Hayır”.
Duyduğumuz tüm o ‘’HAYIR’’ sözcükleri, bugün hayatta olmamızın sebebi. Ancak, Bizden bir şeyler de götürdüğü bir gerçektir: Hayallerimizi…
Gördüğünüz her şey bir hayalin sonucudur. Bilgisayarınız, masanız, lambalar ve diğer her şey. Hatta siz bile bir hayalin gerçekleşmiş halisiniz. Anne ve babalarınız sizi hayal etti. Güzel bir kızım, yakışıklı bir oğlum olsun dedi. Ve dilekleri kabul oldu.
Şu an elinizde tuttuğunuz telefon da birinin hayaliydi, o kişi bu hayalini gerçekleştirdi. Ve siz onun bu hayalini gerçekleştirmesine farkında olmadan yardımcı oldunuz. Bunu nasıl mı yaptınız? Bir tane satın alarak. Hayaliniz iyi bir telefona sahip olmaktı. Ve sizin hayaliniz ile o telefonu üreten şirketin hayali ortak bir noktada buluştu.
Aynı şekilde siz de bir hayal kurduğunuzda, o hayale ulaşmak için gayret sarf ettiğinizde birilerinin sizin hayalinizin gerçekleşmesi için farkında olmadan size yardımcı olacaklarını göreceksiniz.
Size daha ilginç bir şey söyleyeyim mi? Küçükken bir hayal kurduğunuzu ve bugün o hayali yaşadığınızı hiç fark etmiş miydiniz? Çocukluk kahramanınızı düşünmenizi istiyorum. Spiderman, öğretmeniniz veya babanız, dayınız, halanız olabilir. Ama küçükken örnek aldığınız biri var mıydı?
Peki, şu anda ona benzeyen özellikleriniz neler? Emin olun ki o kahramanınıza benzeyen çok yanınız var.
Yani aslında hepimiz belirli bir oranda hayallerine ulaşan insanlarız. Ve eğer o hayalinize inanıyorsanız ve onu gerçekleştirmek için elinizden gelenin en iyisini yapıyorsanız diğer insanlar da hiç farkında olmadan bu hayalin gerçekleşmesi için çalışırlar.
Peki, Hayal nasıl Bulunur?
Uzmanlar hayalin, var olma nedeninin kimileri için bir anda bulunan bir şey, kimileri için ise zamanla inşa edilen bir bina olduğunu söylüyor.
Öncelikle zihnin çalışma sistemi soru-cevapla ilerler. Zihninize sık aralıklarla bunu bir soru olarak yöneltmelisiniz. O size bunun cevabını bulup getirecektir.
O cevapları ararken, kendinizi mercekten geçirebilirsiniz. Hiç farkında olmadan kazandığınız uzmanlıklar var mı? Bir alanda uzmanlaşırken, farkında olmadan başka bir alanda da uzmanlaşma sürecini başlatmış olabilirsiniz. Mesela şu anda yaptığınız iş “satın alma” işi olabilir. Ama başarılı bir satın almacının birçok alanda da uzman olduğu bir gerçektir. Müzakere teknikleri, insanları ikna etme, etkili iletişim, pazarlık teknikleri, koordinasyon, çözüm odaklı yaklaşım gibi. Uzman olduğunuz alanlar sizin zaman içerisinde inşa ettiğiniz binadır.
Bu binayı bir kez fark edince, üzerine inşa edeceğiniz bir sonraki katı belirlemek çok daha kolay olacaktır. Üstelik bu kat, sizin kendi potansiyelinizi bir adım daha fazla ortaya çıkartmanızda sizin için bir fırsat katıdır.
Sonrasında da gerçek potansiyelinizi ortaya çıkarabilmek için güçlü ve zayıf yanlarınızı net bir şekilde ortaya koymalı yani sırt çantanızı gözden geçirmelisiniz. Zayıf yanlarınızı güçlendirip bunları kullanarak elde edeceğiniz başarılar, sizin yeni duygular yaşamanızı sağlayacaktır. Bu nasıl yapılır? Önümüzdeki ay, yazımızın 2. bölümünde buluşmak üzere, esen kalın.