Makine Zirvesi’nde, Sanayide Ölçek Konusu Masaya Yatıralacak

“Üretim ölçeklerimizi büyütmek Cumhuriyet’in yeni yüzyılında rekabet gücümüzü artırır”

Türkiye Makina Federasyonu (MAKFED) tarafından düzenlenen ve sektörün tüm paydaşları ile bir araya geldiği Makine Zirvesi’nin bu yılki odak konuları Ölçek Ekonomisi, Kayıt dışı ile Mücadele, Finansmana Erişim, Kamu Alımları, Teşvikler, Dijital Dönüşüm, Yeşil Mutabakat, Yerlileştirme, Ar-Ge, Yabancı Yatırım, İnsan Kaynağı ve Verimlilik olacak. 32 sektörel derneğin çatı kuruluşu MAKFED ev sahipliğinde 3. kez düzenlenen Makine Zirvesi, “Yüzüncü Yılında Makine Sanayi” mottosuyla 26 Ekim’de gerçekleşecek.

Makine imalatçısı işletmelerin uluslararası alanda rekabet edebilir ölçeklere nasıl ulaşabileceğinin ele alınacağı Zirve’de başlıca konulardan birinin verimlilik olacağını belirten MAKFED Başkanı Adnan Dalgakıran şunları söyledi:

“TÜİK’in 2022 verilerine göre, Türkiye’de makine sektöründe 28 bini bakım ve onarım, 26 bini imalat alanında faaliyet gösteren 50 binin üzerinde girişim bulunuyor. Fakat bu devasa firma bolluğu içinde istihdamın yüzde 60’ını, ihracatın yüzde 90’ını büyük ve orta boy ölçekteki ağırlıklı 3 bin firma karşılıyor. Makine sektörünün sadece Türkiye’de değil tüm dünyada KOBİ yoğun yapıda olduğu bir gerçek ama mevcut girişimlerin sayısı ve niteliği, verimlilik artışının potansiyelimizin altında kalmasına neden oluyor.”

“Ölçek yeterliliğini sağlayan firmaların yaygınlaşması üzerinde duruyoruz”

Yurtiçindeki ölçek sorununu karşılaştırmalı verilerle ortaya koyan Dalgakıran, Türkiye’de en çok ihracatçısı bulunan sektör olan makine sanayiinde ihracatçı firma sayısının imalat sanayi ortalamasının üzerinde arttığını belirterek şunları söyledi:

“En büyük ihracat pazarımız olan ve sektörel entegrasyonumuzun çok yüksek olduğu Almanya’nın yıllık 300 milyar dolarlık makine ihracatını 6 bin firma, bizim 27 milyar dolar dolayındaki yıllık makine ihracatımızı ise 35 bin firma yapıyor.  İhracat tutarlarının firmalara dağılımına baktığımızda, 2022 yılında makine ihracatı yapan 15 bine yakın firmanın ihracat tutarı 10 bin dolardan daha azdı. Toplam firma sayısının yüzde 37,6’sına denk gelen bu işletmelerin toplam makine ihracatımız içindeki payı yüzde 0,2 civarındaydı. İhracat gelir ortalaması arasında bu derece farklar olan firmaların üretim maliyetleri, Ar-Ge ve inovasyon bütçesi ve markalaşmaya yaptıkları yatırımlar bir olmuyor. Bu sorunlara çözüm bulabilmek için, Makine Zirvesi’nde fiyat yönlü rekabeti besleyen aşırı kapasitelerin nasıl önüne geçebileceğimiz ve ölçek yeterliliğini sağlayan firmaların yaygınlaşmasını nasıl sağlayabileceğimiz üzerine eğileceğiz. Üretkenliği, verimi ve katma değeri düşük firmaların yerine büyük ölçekli ve kurumsal girişimlerin ağırlık kazanması için, sektörel işbirliklerini nasıl artırabileceğimiz üzerinde düşüneceğiz.”

“Birlikte iş yapma kültürümüzü geliştirecek düzenlemelere ihtiyacımız var”

Geçmiş yıllarda olduğu gibi Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’ndan üst düzey katılımla bu konuları masaya yatıracaklarını belirten Dalgakıran şunları söyledi:

“Teknik unsurların yanı sıra, finansmana erişim ve insan kaynağının gelişimi konularda düzenleyici rol kamu erkinde olduğu için, Bakanlıklarımızın sektörel gündemi yakından izlemesi bizim için çok önemli. Bir araya geldiğimiz tüm platformlarda piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetlerinin artırılması ve devlet teşviklerinin etki analizlerinin yapılması gibi beklentilerimizi paylaşıyoruz. Adil piyasadan yana kurumlar olarak, işlerini tüm kurallara harfiyen uyarak yürüten kurumlarımızı korumak için kayıt dışı ile mücadele konusundaki önerilerimizi iletiyoruz. Firmaların birlikte iş yapma kültürünü geliştirecek düzenlemelere ihtiyacımız var ve ortaklıkları teşvik edici doğrudan yabancı yatırımları artırıcı tedbirler istiyoruz. Makine Zirvesi’nde firmaların üretim ölçeklerini büyültme yönünde oluşacak ortak iradenin, Cumhuriyet’in yeni yüzyılında rekabet gücümüzü artırıcı bir etki göstereceğine inanıyoruz.”

Ar-Ge ve İnovasyon Ekosisteminin Geliştirilmesi İçin Üniversitelerle İşbirliği

Makine Zirvesi’nde bu yıl ORGALIM, Europe’s Technology Industries Başkanı Rada Rodriguez’in yanı sıra değerli uzmanların katılımı ile İleri İmalat, Karbon Nötr ve Rekabet Edebilirlik konuları ele alınacak. Yeni Makine Direktifi ve ESPR gibi düzenlemelerin ülkemizdeki eşgüdümün de konu edileceği Zirve’de, Ar-Ge ve İnovasyon Ekosisteminin Geliştirilmesi başlığında önde gelen üniversiteler ile işbirliği alanları değerlendirilecek.

Üretim Firmalarında Lojistik Verimlilik

Üretim Firmalarında Lojistik Verimlilik ve Optimizasyon

Bugün ürettiği ürünleri müşterisi ile buluşturan bir satıcının, lojistik operasyonlara ayırdığı maliyet, %10’lara kadar çıkabilmektedir. Bu, 100 TL değerinde bir ürün satıyorsanız, depolama ve nakliye için yaklaşık 10 TL harcamanız gerekebileceği anlamına gelir.

Peki müşteri deneyiminden ödün vermeden bu tür harcamalar indirilebilir mi? Bu yazıda bu konuya bakacağız.

Bunu başarmak için ilk etapta işletmelerin doğru personelleri, doğru teknolojileri ve optimize edilmiş lojistik yönetim süreçlerini kullanarak lojistik verimliliğini artırmaya yatırım yapması gerektiğini söyleyebiliriz. Artan verimlilik, lojistik maliyetlerinden tasarruf etmenin yanı sıra teslimat süresini de önemli ölçüde azaltabilecektir ve kalite  kontrolünü koruyup müşterileri de memnun edecektir. Tedarik zinciri verimliliğinin optimize edilmesi konusunun büyüyen üretim firmaları için oldukça kritik görülmesinin nedeni de budur.

Lojistik verimlilik nedir?

Lojistik verimlilik, işletmenizin lojistik operasyonlarını ne kadar etkili yönettiğinin bir ölçüsüdür. Müşterilerin siparişlerini hızlı ve uygun maliyetli bir şekilde almasını sağlamak için, satıcı firma yetkililerinin ürün sevkiyatlarının hareketini yakından izlemesi ve optimize etmesi gerekir.

Peki Lojistik verimlilik nasıl ölçülür? 

Lojistik verimliliği ölçmek için zamanında sevkiyat, depo kapasitesi, sipariş karşılama doğruluğu, ürün hasar oranı ve çalışan devir oranı gibi KPI’ları izlemeniz gerekir. Veri destekli lojistik planlama da, lojistik verimliliği artırmanın anahtarıdır. Önceden iyi planlama yapmak, gecikmelerin ve kaynak israfının ortadan kaldırılabilmesini sağlayabilir.

Lojistik verimliliği olumsuz etkleyen faktörler:

Lojistik, tedarik zinciri yönetiminin karmaşık bir parçasıdır. Hızla ölçeklenme hedefi olan yeni işletmeler, kaçınılmaz olarak birçok lojistik zorlukla karşılaşmaktadır. Ancak en önemli ve zaman zaman zorlayıcı sıkıntılar şunlardır:

a) Yükselen maliyetler

Yakıt, depolama, amortisman, sigorta ve vergilerden tutun malların taşınması ve depolanması ve  insan gücü harcamalarına kadar her şey lojistik maliyet olarak sınıflandırılır.

Dünyada özellikle COVID-19’dan bu yana bu maliyetlerin çoğu artmaktadır, bu da hızlı ve güvenilir nakliyeyi oldukça pahalı hale getirebilmektedir. Bu durum, firmaların karlılığını etkilemektedir. Düşük değerli, ağır ve büyük ürünler satan ama daha küçük olan işletmeler bu krizden daha fazla olumsuz etkilenmektedir.

b) Müşteri beklentileri

Hızlı ve hatta mümkünse ücretsiz teslimat artık her satışta talep edilen bir norm haline gelmiştir. Çoğu müşteri sözleşmede, anlaşmadaki tarihte hatta mümkünse daha erken teslimat bekler. Rekabet avantajı elde etmek ve müşteri memnuniyetini sağlamak için, tam zamanında stratejisiyle desteklenen yüksek performanslı nakliye operasyonları yürütmeniz gerekir.

c) Tedarik zinciri izlenebilirliği

Şirketiniz büyüdükçe, daha fazla parça hareketi olur. Ayrıca şirketiniz büyüdükçe lojistik sorunların ortaya çıkma riski de artar. Bu durum, özellikle uçtan uca envanter görünürlüğünüz yoksa daha fazla geçerlidir. Siz veya müşterileriniz için herhangi bir sürprizle karşılaşmamak adına gerçek zamanlı stok takip mekanizmalarını devreye sokmak önemlidir. Bu amaçla teknoloji destekli lojistik şirketlerinden faydalanılabilir.

d) Kamu düzenlemeleri

Firmalar, siparişlerinin uluslararası nakliyesi söz konusu olduğunda rutin dışı işlemlerle uğraşmak zorunda kalabilmektedir. Aynı şey, yurtdışından hammade getirirken de söz konusudur. Alıcı ülkesinin sürekli değişen süreçleri, izinleri, evrakları ya da kendi ülkenizin ithalat aşamasında değişen vergileri ve korelasyona uğrayan gümrük tarifeleri takip edilmesi gereken süreçlerdir.

Lojistik verimliliğin artırılması

Lojistik verimliliğinizi ve şirketinizin kârlılığını artırmanıza yardımcı olacak bazı uygulanabilir ipuçları şunlar olabilir;

1) Teknoloji ve yazılım

Müşterilerin doğru siparişi doğru zamanda almasını sağlamak için daha iyi, daha veriye dayalı kararlar almanıza yardımcı olacak teknoloji destekli lojistik sistemlere yatırım yapılabilir. Uçtan uca tedarik zinciri kontrolünü sağlamak için GPS izleme, nesnelerin interneti (IoT) gibi sistemler uygulanabilir. Lojistik otomasyon, ayrıca yalın bir tedarik zinciri oluşturmak için zamandan tasarruf sağlayabilir, maliyetleri azaltabilir ve sipariş işleme ve yerine getirme sürecini hızlandırabilir.

2) Temel performans göstergeleri (KPI)

Herhangi bir zamanda lojistik performansı anlamak amacıyla sipariş ölçümlerini, dağıtım ölçümlerini ve depo KPI’larını takip etmek gerekebililir. Ardından, tüm bu verilerden anlam çıkarmak için güçlü iş öngörüleri sunan gerçek zamanlı tedarik zinciri analitiği çalıştırılmalıdır. Tedarik zinciri KPI’ları, taahhüt edilen hizmet seviyelerinin lojistik şirketler tarafından karşılanıp karşılanmadığını kontrol etmeye de yardımcı olacaktır.

3) 3PL kullanımı

Lojistik, herhangi bir işletmenin can damarlarından biridir. Ancak çok sayıda parça hareketi bu durumu firmanın kendi bünyesinde yönetmesini zorlaştırabilir.  Dış kaynaklı lojistik hizmet alımının fark meydana getirebileceği nokta burasıdır. Talebe bağlı bir lojistik çözümü, işletmelerin tedarik zinciri verimliliğini artırabilir. Siparişleri ihracat olarak yurtdışına sevk edeceksiniz, nakliye hizmeti veren firmadan size gerçek ama en iyi fiyatları sunan ve hatta alıcı ülke gümrük süreçleri konusunda da rehberlik edecek, tecrübeli çalışanları olan yetkin bir  firmayı seçmeniz uygun olacaktır.

4) Yetkin Personel istihdamı

Lojistik alanında çalıştırılan personellerin iş odaklı, analitik düşünebilen ve riskleri bilecek seviyede deneyimli olanları tercih edilmelidir. Bu sebeple, üst düzey yöneticilerin ve İK biriminin personel alırken ince eleyip sık dokuması önemlidir.

Ahmet CORA
Dış Ticaret ve Lojistik Müdürü

DHL Group, MNG Kargo’yu Satın Aldı

– Regülatör kurumların onaylarının alınmasının ardından DHL Group, MNG Kargo’nun satın alımını tamamladı.

– Entegrasyon, DHL eCommerce yönetiminde başlıyor.

– MNG Kargo, DHL Group’un Avrupa eCommerce paket ağını tamamlıyor.

DHL Group, Türk kargo teslimat şirketi MNG Kargo Yurtiçi ve Yurtdışı Taşımacılık A.Ş. (MNG Kargo) ve iştiraklerinin satın alma işlemini tamamladı. Rekabet Kurumu ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’ndan gerekli onayların alınmasının ardından hisse devir işlemi tamamlandı ve Türkiye’nin önde gelen kargo teslimat şirketlerinden MNG Kargo, artık resmi olarak DHL ailesinin bir parçası oldu. MNG Kargo, DHL Group’un eCommerce (DHL e-ticaret) iş birimine dahil olacak ve entegrasyon DHL eCommerce yönetiminde ilerleyecek.

DHL eCommerce CEO’su Pablo Ciano, “MNG Kargo’nun kargo teslimat hizmetlerindeki uzmanlığı ve yurt içindeki yaygın ağı, Türkiye’deki hizmet teklifimizi daha da genişletmemize ve sınır ötesi Avrupa kargo ağımızı geliştirmemize yardımcı olacak. Yeni çalışma arkadaşlarımıza sıcak bir “hoş geldiniz” diyoruz ve yurt içi ve ötesindeki muazzam eCommerce potansiyelinden birlikte yararlanmayı sabırsızlıkla bekliyoruz” dedi.

Bu satın alma, Türkiye’de halihazırda mevcut olan çeşitli DHL bölümleriyle iş birliği yoluyla, DHL Group müşterilerinin Türkiye içinde ve sınır ötesinde benzersiz lojistik tekliflerinden faydalanmalarını sağlayacak.

Türkiye’nin tüm şehirlerinde 27 transfer merkezi ve 800’ü aşkın şubesi ile hizmet veren MNG Kargo, DHL eCommerce biriminin bir parçası olacak ve DHL eCommerce Avrupa kargo teslimatı ağını tamamlayacaktır. Dijitalleşmeye yatkın, genç ve dinamik bir nüfusa sahip olan Türkiye’deki e-ticaret pazarının, önümüzdeki yıllarda AB pazarlarından daha yüksek, çift haneli büyümesi bekleniyor. DHL eCommerce’in yaygın global ağını ve dijital uzmanlığını MNG Kargo’nun yerel ayak iziyle birleştiren DHL Group, Türkiye pazarının yüksek büyüme potansiyelinden yararlanmayı hedefliyor.

“Eyvah !… Sezon Bitti…”

Eyvah !… Sezon bitti…

Her sezon bitiminde kendi kendime sorarım; geçen sezonla bu sezon arasında neler değişti neler değişmedi. Nerelerde güçlü, nerelerde güçsüz olduk. Yatırımcıdan, genel müdürden, aşçıbaşından komiye kadar herkes kendisini sorgulamalı: Acaba işimizi tam yaptık mı ?

Önümüzdeki sezon için eğer bir yatırım yapılacak, bir önlem alınacak, yeni bir strateji, bir hedef belirlenecekse, şimdiden düşünüp proje yapmalıyız. Yoksa hem bireysel olarak, hem işletme olarak, hem de yatırımcı olarak verimli olamıyor, hayal kırıklıkları yaşıyoruz.

Tesislerin büyük bir çoğunluğu kış operasyonlarını şimdiden kapatmış. Geçmiş yıllarda kış sezonunda açık olan tesisler, bu sezon sonunda ya kapanıyor ya da tadilat adı altında faaliyetini kısmen değil de tamamen durduruyor.

Bu tesislerde yaklaşık 30 bin pişirici (aşçı) işsiz kaldı ya da kalacak. Yüksek sezonda çok yoğun ve bir o kadar da ağır şartlarda çalışan pişiricilere, sezon sonu geldiğinde bir teşekkürle veda ediliyor… Çoğu işletme bir teşekkürü bile esirgiyor. Bunları gördükçe turizm iyiye mi, kötüye mi gittiğine karar veremiyorum. Yeni tesisler, büyük yatırımlar, artan turist sayısı, ama bunlara karşın düşen gelirler ve turizm profesyonelliğinin adeta mevsimlik işçiliğe dönüşmesi…

Bu durumu tersine çevirmek için hepimiz çaba göstermeliyiz. Özellikle kış operasyonlarını geliştirmeli, yeni pazarlar yaratılmalı. Elbirliği ile çalışmalı, konuk memnuniyetini en üst düzeyde sağlamalı, Türkiye tercihlerini pekiştirmeliyiz.

Bölgesel olarak yatırımcılar bu altyapıyı sağlıyor. Gerek futbol kampları, gerekse golf turizminde büyük ilerlemeler sağladık. Kongre ve yarışma turizminde de atak yapmamız gerekiyor. Biz çalışanların üzerine düşense, en üst düzeyde konuk mutluluğunu sağlamak.

Mutfak Çalışanları Bir Araya Gelmeli

Son yıllarda açılan tesislere paralel olarak sayıları hızla artan mutfak sanatçılarının artık hızla bir araya gelmesi, dernekleşmesi gerekiyor. Bizlerin bir özelliği var: Sadece işimizi standartlara uygun yapmamız yetmiyor. Çıtayı sürekli yükseklere taşımak, Türk mutfağını hak ettiği yere getirmek zorundayız. Türk chefleri artık dünya mutfaklarında hak ettikleri yere konumlanmalıdır. Bunun altyapısı ise birlik olmaktan, dernekleşmekten geçiyor. Birey olarak bu sanatın zirvesinde bile olsak, tek başımıza bir şey yapmamız mümkün değil.

Artık hiçbir dernek yöneticisi konuyu kişisel düşünmemeli, bu tür aktivitelerde dayanışma içinde olmalı. Bu sanata gönül vermiş kişiler, özellikle yurt dışı aktivitelerde birbirlerini desteklemeli.
Bizler, “gençlerin bizden hesap soracağı” olaylarla değil, örnek olacağımız eylemlerimizle hatırlanmalıyız.

“Sevdiğim Sözler”

Bir zamanlar dört Oğlu olan bir adam varmış. Çocuklarının çok erken karar vermemeleri ve önyargılı olmamaları için onları bu konuda eğitmek istemiş. Böylece her birini uzak bir yerde duran Ağacın yanına gidip ona bakmalarını istemiş.

İlk oğlan Kışın gitmiş, İkincisi İlkbahar, üçüncüsü yazın ve sonuncusu sonbaharda. Geri döndüklerinde hepsini bir araya çağırmış ve ne gördüklerini sormuş.

İlk Oğlan Ağacın çok çirkin,  yaşlı ve kupkuru olduğunu söyledi.

İkinci oğlan Hayır yeşillikle doluydu ve canlıydı dedi.

Üçüncü oğlan başka fikirdeydi. Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki daha önce hiç böyle bir şey görmemişti.

Sonuncu Oğlan hepsinin haksız olduğunu ve ağacın meyvelerle dolu, canlı ve hayat dolu olduğunu belirtti.

Yaşlı Adam Oğullarına hepsinin haklı olduğunu söyledi. Çünkü hepsi farklı mevsimlerde ağacı görmeye gitmişti. Onlara bir Ağacı veya bir İnsanı kısa bir süre veya bir mevsim tanıdıktan sonra yargılayamayacaklarını anlatmaya çalıştı. Ya da neye sahip olup olmadıklarını…

Gerçekleri ancak sonunda 4 mevsimi gördükten sonra görürsünüz.

Eğer kışın vazgeçersen,  İlkbaharın nimetinden olursun, Yazın Güzelliğinden ve Sonbaharın bütünlüğünden de…

Bir mevsimin acısının, diğer güzel mevsimleri parçalamasına izin vermeyin.

Sevgili dostlar ‘’hayatınızı bir mevsim (bir dönem) yüzünden yargılamayın….’’

Damak tadınızdan, mutfağınızdan ‘’ Bir Tutam Lezzet ‘’ eksik olmasın.

Ali Rıza DÖLKELEŞ

Limak Cyprus Deluxe Hotel / Food EDİTÖR

www.limakhotels.com

chefard@hotmail.com

Osmanlı’dan Günümüze Gümrük Vergisi Uygulamaları

Osmanlı Klasik Dönemde Gümrük Vergisi Sistemine Genel Bakış   

Osmanlı İmparatorluğu’nda tanzimattan önce gümrük vergileri, dahili ve harici olmak üzere iki şekilde uygulanmaktadır. Gümrük vergisinin uygulandığı sınır kavramı ise karadan denize veya denizden karaya geçişlerin gerçekleştiği hattır. 

Gümrük vergilerine genel olarak Ezmine-i Atika Gümrükleri denilmektedir. Denizden karaya çıkışta ödenen gümrük vergisi Amediye (bugünkü karşılığı ithalat vergisi), karadan denize geçerken ödenen gümrük vergisi ise Reftiye (bugünkü karşılığı ihracat vergisi) olarak adlandırılmıştır. Karada olan gümrükler dahili ticareti, sahilde olanlar ise hem dahili hem de harici ticareti vergilendirmede görevlendirilmişlerdir. Şehirlere ve çevresindeki bölgeye gelen mallar eğer şehrin sınırları içerisinde satılacaksa dahili gümrük vergisi alınmakta, eğer gelen mallar, o şehir ve çevresi içerisinde satılmayıp transit geçiş yapacaklarsa da Bac adı verilen, malların 1/10’u ile 1/50’si arasında değişen tutarlar üzerinden vergi alınmaktadır. Ayrıca yabancı memleketten gelip ülke üzerinden diğer bir yabancı ülkeye giden eşyadan da Mururiye adı verilen transit vergisi alınmaktadır. Gümrüğün yer aldığı şehir içerisinde üretilip satılan ürünlerden ise dahili gümrük vergisi alınmazdı.  Vergi ödeyerek geçmiş bir tüccara eda tezkiresi verilir ve aynı tüccar başka bir gümrüğe rastladığında kendisinden tekrar vergi alınmazdı. İhracata kısıtlı ölçüde izin verilmiştir. Üretilen mal, önce merkezin ihtiyacını karşılamakta kullanılır, artarsa daha küçük idari birimlere gönderilirdi. Ancak tüm ihtiyaçlar karşılandıktan sonra kalanlar ihraç edilirdi.  Vergiler ad valorem usule (kıymet üzerinden) göre alınmakta iken, malın değerini belirlemede tüccarlar ile görevliler arasında yaşanan ihtilaftan dolayı daha sonra spesifik usule (miktar üzerinden) göre alınılmasına karar verilmiştir. Alınan vergilerin oranı ise malın cinsinden çok dini tabiiyete bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Vergi oranı ayrımı öncelikli olarak Müslüman olan ve olmayan arasında yapılmış, daha sonra Müslüman olmayanların Osmanlı tebaasından olup olmamasına bakılmıştır. 16. yüzyıldan sonra genel olarak uygulanan dahili gümrük vergisi Müslümanlar için %3, gayrimüslimler için %4 ve yabancılar içinse %5 olarak belirlenmiştir. Bu oranlar, klasik Osmanlı düzeninde belirlenen vergi oranlarıdır. Ancak zamanla değişiklik göstermiştir.  

Tanzimat Öncesi Durum  

Osmanlı da tanzimat öncesi konjonktüre bakıldığında, devam eden savaşların ve ortaya çıkan isyanların devletin ekonomik yapısına büyük zarar verdiği görülmektedir. Devlet, çıkan isyan ve ayaklanmaları bastırmakta zaman zaman zorlanmaktadır. Nitekim o dönemin önemli ayaklanmalarından biri olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanın bastırmak için Ruslardan destek istenmiş, bu talebi kendi çıkarları açısından değerlendiren Rusya’nın işbirliği sonucunda Osmanlı ile Rusya arasında 1831 yılında Hünkar İskelesi Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma sonrası Rusya’nın da müdahalesi ile İngilizlere uygulanan gümrük vergilerinin arttırılması girişimi ve Rusya’nın Osmanlı üzerindeki tutumu üzerine bu defa İngilizler devreye girmiş ve etkinliğini de kullanarak 1838 yılında Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması olarak da bilinen Baltalimanı Anlaşması’nın imzalanmasını sağlamıştır. Bu Anlaşma ile Osmanlı’da, Yedi-vahid yani tekel sistemi kaldırılmış, iç ticarete İngilizlerin de katılmasına izin verilmiş, İngiliz vatandaşlarına Osmanlı ürünlerini koşulsuz satın alma ve ihraç etme hakkı tanınmış, Britanyalılarla olan transit ticaretten alınan vergiler kaldırılmış ve böylece Osmanlı Devleti İngilizler için açık bir pazar haline getirilmiştir. 

Tanzimat Sonrası Gümrük Politikası 

Tanzimat öncesi dönemde Osmanlı Devleti’nde kara-hudut ve sahil gümrükleri yanısıra, ülke içerisinde bölgeler arasında mal ticaretinin vergilendirildiği iç gümrük noktalarının sayıları da zamanla artış göstermiş ve devlete önemli bir gelir sağlamıştır. Tanzimat Dönemi ile birlikte ülkede ticari bütünleşmeyi sağlamak ve yeni kurulan işletmelere ucuz hammadde temin etmek gerekçeleriyle dahili gümrüklerin kaldırılması bir devlet politikası haline gelmiştir. Fakat diğer taraftan devletin içerisinde bulunduğu ekonomik kriz, hazineye yüklü miktarda para girişi sağlayan dahili gümrükler konusunda radikal kararlar alınmasını engellemekteydi. Dolayısıyla dönemin sonuna kadar dahili gümrüklerin bir kısmı varlıklarını sürdürmüşlerdir. 

1913 yılında, İttihatçılar, artan yabancı etkisini azaltmak ve yerli tüccarları güçlendirmek için ilk Teşvik-i Sanayi Kanunu’nu çıkarmışlardır.  Bu kanun ile ekonomik anlamda yenilikler ve iyileştirmeler hedeflense de günün koşullarında yetersiz kalmıştır.  

Birinci Dünya Savaşının başlaması ile İttihat ve Terakkiciler ekonomiye doğrudan müdahale etme fırsatı bulmuşlardır. 8 Eylül 1914’te kapitülasyonların tek taraflı olarak iptal edildiği ilan edilmiştir. Ayrıca gümrük resimleri de %50 oranında arttırılmıştır. 21 Eylül 1914 tarihli kanun ile %11 oranında vergi alınan ürünlerde oran %15’e, %8 olarak uygulanan ürünlerden alınan vergiler ise %12’ye çıkarılmıştır. Ayrıca ihraç ürünlerinin değeri üzerinden alınan gümrük resminde de oran %10 olarak belirlenmiştir. 1 Ekim 1914 tarihinde yürürlüğe giren bu karar ile ithal ürünlerden alınan gümrük resmi %50 oranında arttırılmıştır. Bu dönemdeki önemli gelişmelerden birisi de İstanbul’da bir İhracat Heyeti oluşturulmasıdır. Bu heyetin çalışmaları neticesinde 1913-1914 yıllarında ithalat ve ihracat arasındaki fark düşürülmüştür. Milli ekonomi düşüncesi ile korumacı gümrük politikasını savunan siyasetçiler gümrük tarifelerinde de değişiklik yapılmasını istemiştir. Osmanlı Devleti çıkardığı kanunlar ile mamul maddelerin ihracatını kolaylaştırmak, yabancı menşeili mamul ürünlerin ithalatını mümkün mertebe önlemek amacıyla bazı imtiyazları sonlandırmış, ticaret antlaşmalarını gözden geçirmiş ve gümrük vergilerini arttırmışsa da rekabet gücü neredeyse tamamen kırılmış olan ekonomiyi toparlaması mümkün olmamıştır. 

30 Ekim 1918 de imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında Osmanlı Devleti ekonomik olarak büyük bir çöküntü yaşamış ve halkın temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmıştır. Osmanlı yöneticileri kötü gidiş durdurmak için birtakım tedbirlere başvurmuşlardır. Ancak işgalci devletlerin depolar ve gümrükler üzerindeki denetimi gelir kaybına neden olmuştur. Mütarekenin imzalanması ile daha önce arttırılan gümrük vergileri 1916 seviyesine geri çekilmiştir. Bu durum gümrük vergilerinin bütçedeki payını iyice geriletmiştir. Zaten ekonomik çöküş içerisinde olan devlet iyiden iyiye zor duruma düşmüştür. 

Cumhuriyet Dönemi Gümrük Politikası ve Günümüz Uygulamaları 

Cumhuriyetin ilanı öncesi gümrük vergisi ile ilk düzenleme 24 Haziran 1920 tarihli meclis oturumunda yapılmıştır. Dönemin Maliye Vekili Ferit Bey gümrük vergisini %5 oranında arttırmak için teklif sunmuştur.  

6 Eylül 1920 günü yapılan meclis oturumunda gümrük ambarları ile ilgili yeni bir düzenleme yapılması için teklif sunulmuştur. Teklifte gümrük ambarlarına getirilen malların, sonraki günlerde alınmamasından dolayı ambarların dolup taştığı ve yeni gelen malların dışarıda kalarak, yağmur vs. sebeplerden dolayı zarar gördüğü belirtilmiştir. Bunu için ambara gelen malların geldiği günden itibaren bir hafta süre ile ambarda muhafaza edilmesi, bir hafta süreden sonra alınmaması durumunda verginin %10 oranında arttırılması kararlaştırılmıştır. 20 Eylül 1920 tarih ve 23 numaralı kanun ile ihraç edilen ürünler için ad valorem yani değerleri üzerinden vergi alınmasından vazgeçilerek miktarları üzerinden yani spesifik usulde vergi alınmasına karar verilmiştir. Böylelikle değerli ürünlerin fiyatlarının düşük gösterilmesi yoluyla yapılan vergi kaçakçılığının önüne geçilmeye çalışılmıştır. 

Kurtuluş Savaşı sonrası gümrük uygulamaları ile ilgili olarak Lozan Antlaşması’nda yeni düzenlemeler yapılmıştır. Lozan’da görüşülen konulardan biri de Türkiye’nin ticaret özgürlüğünü sağlaması ve ekonomik gelişimi için yeni gümrük vergileri koyabilmesi olmuştur. Buradaki en büyük sıkıntı yıllardır çeşitli imtiyazlar doğrultusunda Osmanlı Devleti ile ticaret yapan devletlerin yeni sisteme adapte olamayışlarıdır. Bu nedenle yeni gümrük tarifeleri oluşturulurken bir geçiş döneminin olması uygun görülmüştür. Nitekim Anlaşma yürürlüğe girdikten sonra ithalat vergisi 25 Nisan 1911 tarihli sözleşmede ön görüldüğü gibi %4’lük artışla uygulanacaktır. İhracat vergisi ise toplam değerinin %15’ini ve söz konusu her malın değerinin %20’sini geçmeyecektir.  

Lozan Antlaşması kapsamında ticaret antlaşması imzalanmayan devletler için yeni tarife düzenlemesi yapılmıştır. Düzenlemeye göre 28 Temmuz 1920 tarihli kanunda %5 olan gümrük vergisi %8’e yükseltilmiştir. 

Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonra, mecliste 1923 yılı bütçe görüşmeleri yapılırken üzerinde en çok durulan konu İstanbul gümrük vergilerinin %5 oranında arttırılması olmuştur. 28 Şubat 1923 tarihli Avans Kanunu’nun beşinci maddesi ile buğday, un ve bunlardan üretilen ürünlerin gümrük vergisi %5 oranında arttırılmıştır. Avans Kanun’unun bir diğer önemli maddesi ise, hariçten ithal edilecek hayvanların iki sene müddetle gümrük vergisinden muaf olmasına dairdir. 

Bağımsız gümrük politikası konusunda en önemli adım Nisan 1923’te İstanbul Gümrük Vergisinin, Ankara Hükümeti’nce tahsil edilmesi olmuştur. Ekim 1923’te de Düyun-u Umûmiye İdaresi’nin gelir toplama yetkisine son verilmiş ve Duyun-u Umumiye kapatılmıştır. Böylece gümrük gelirlerinin çoğunluğu Ankara Hükümeti’nin kontrolüne geçmiştir. 

Gümrükler ile ilgili kapsamlı bir kanunun kabul edilmesi 1 Haziran 1929 tarihinde olmuştur. 1 Temmuz 1929 da Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 1499 sayılı “Gümrük Tarifesi Kanunu” 01/10/1929 tarihinde uygulanmaya başlanmıştır. Böylece 1929 öncesi dönemde ortalama olarak mal değeri üzerinden %14,66 olan gümrük vergileri, 1499 sayılı Kanun ile ortalama %40’a kadar yükseltilmiştir. Gümrük Tarifesi Kanunu’nun ikinci maddesinde gümrük vergilerinin uygulanmasında karşılıklılık esası olması kararlaştırılmıştır. Buna göre ihraç edilen eşyaya yabancı devletlerin ağır vergiler uygulaması durumunda o ülkeden ithal edilecek eşyalardan alınacak gümrük vergisinin yükseltilmesi uygun görülmüştür. Bu durumun tam tersi yaşanması durumunda ise, gümrük vergilerinde indirime gidilebileceği esası kabul edilmiştir. Kanunun üçüncü maddesinde gümrük vergilerinde olası bir açığın tespit edilmesi ve bunun suiistimal edilmesine karşı tedbir alınmak istenmiştir. Böylesi bir durumda gümrük vergisinde gerekli artış yapılabilecektir. Kanunun dördüncü, beşinci, altıncı maddelerinde gümrükten muaf tutulacak eşyalar detaylı bir şekilde açıklanmıştır. Buna göre 1927 yılında düzenlenen Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun getirmiş olduğu sanayi makinelerine gümrük vergisi muafiyetine ilaveten, ziraat ve sanayinin teşviki için gerekli olan mallar için de gümrük vergisinden muafiyet sağlanmıştır. 

1499 sayılı Gümrük Tarife Kanunu’nun büyük bir bölümünü oluşturan “Gümrük İthalat Umumi Tarifesi Cetveli” ile, Türkiye’ye getirilecek maddeler, mallar, makineler vb. eşya, cinsine göre ve ismen sıraya konulmuş ve o eşyanın belli esaslara göre bulunacak adet, ağırlık, uzunluk ve litre ölçüleri itibariyle tarifede karşılarında belirlenmiş oranları üzerinden gümrük vergisine tabi tutulmuştur. 1929 tarifeleri ile ulaştırma araçları ve Türkiye’de üretilmeyen sanayi hammaddeleri üzerindeki spesifik oranlar da oldukça düşük tutulmuş; tüm bunlara karşın özellikle iplik ve kumaş, şeker, un ve diğer gıda malları, deri ve ağaç ürünleri, çimento gibi gelişmekte olan yerli sanayi alanlarına ilişkin malların ithalatında ise yerli üretimi korumak maksadıyla oldukça yüksek vergi oranları getirilmiştir. “Spesifik” adı verilen sistemi yürürlüğe koyan bu Kanun ile gümrük mevzuatı bir bütünlük kazanmıştır. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin gümrükler ile ilgili olarak çıkardığı ilk kanun olma özelliğini taşıyan 1499 Numaralı Gümrük Tarifesi Kanunu mümkün olduğunca ayrıntılı bir şekilde hazırlanmış olsa da 02.05.1949 tarihli ve 5383 sayılı Gümrük Kanunu ile gümrük uygulamaları daha teferruatlı ele alınmıştır. Zamanla değişen koşullara bağlı olarak, 5383 sayılı Gümrük Kanunu da güncellenmiş ve 01.02.1973 tarihinde uygulamaya konulan 1615 sayılı Gümrük Kanunu yerini almıştır. 1615 sayılı Gümrük Kanunu’nun da yerini günümüzde halen uygulanmakta olan ve 04.11.1999 tarih ve 23866 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4458 sayılı Gümrük Kanunu almıştır. 

1499 sayılı Gümrük Tarifesini de, vergilendirmesi “advalorem” esasına göre yapılan 14.05.1964 tarihli ve 474 sayılı Kanun ile düzenlenen Gümrük Giriş Tarife Cetveli izlemiştir.  

Gerek dış ticaretimiz gerekse siyasi açıdan bir dönüm noktası olan ve 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında bir Gümrük Birliği süreci başlamıştır. Süreç; hazırlık, geçiş ve son dönem olarak planlanmıştır. 10.10.1988 tarihinde 3502 sayılı Kanun ile Harmonize Eşya Tanımı ve Kodlama Sistemi Hakkındaki Uluslararası Sözleşmeye uygun olarak hazırlanmış olan yeni Gümrük Giriş Tarife Cetveli 01.01.1989 tarihi ile yürürlüğe konulmuş ve ülkemiz, Avrupa Birliği Ortak Gümrük tarifesine büyük ölçüde ve teknik olarak uyum sağlanmıştır. Bunun yanı sıra malın cinsine göre tek bir gümrük vergisi uygulanması hususuna göre hazırlanmış olan 92/3902 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 01.01.1993 tarihi itibari ile yürürlüğe giren İthalat Rejim Kararı ile, gümrük vergilerinde ve eş etkili mali yükümlülüklerde Avrupa Birliği’ne uyum sağlanmıştır. Türkiye ile Avrupa Topluluğu arasında alınan ortak karar doğrultusunda 01.01.1996 tarihinden itibaren başlamak üzere tesis edilen “Gümrük Birliği” yürürlüğe girmiştir. Böylece günümüzde de devam eden ve üye devletler arasındaki dış ticarette gümrük vergilerinin kaldırıldığı ve Gümrük Birliği dışındaki devletlere karşı ortak bir gümrük tarifesinin uygulandığı dönem başlamıştır.

Semra KARTAL 

Gümrük Müşaviri 

 

 

 

Kaynakça 

  • Gümrük Vergilerinin Yapısının Türkiye Gümrük ve Avrupa Gümrük Mevzuatı Çerçevesinde Karşılaştırılması, Hüseyin Altıntaş, T.C. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Maliye Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Yer Kütahya, Tarih 2018, 
  • Cumhuriyetin İlk Yılları ve 1929 Ekonomik Buhranında Dış Ticaretin Yönetimi, Levent Özkardeş, Gümrük Ve Ticaret Dergisi, Sayı 6, Tarih 2015, 
  • 1930-1939 Döneminde Vergi Politikası, Fatih Saraçoğlu, Maliye Dergisi, Sayı 157, Tarih Temmuz -Aralık 2009, 
  • Osmanlı’dan Cumhuriyete Türk Gümrük Sisteminin Evrimi Üzerine Bir Değerlendirme, Mehtap Keçe- Osman Kubilay Gül, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 43, Tarih 3 Nisan 2023, 
  • Osmanlı İmparatorluğu’nda Dâhili Gümrük Vergisi İstisnaları, Hamza Çeştepe- Tamer Güven, AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 2, Tarih 2016. 

 

Teknik Değerlendirme ve Puanlama Nasıl Yapılmalı ?

İtirazen Şikayet Konusu; İtirazen şikâyet dilekçesinde özetle, söz konusu ihalede idarenin, İdari Şartname’de belirlenen teknik puanlama kriterleri ile alt kriterlerine ilişkin somut gerekçeleri açıklamadığı, talep edildiği halde kendilerine bildirilmediği, bu şekilde teknik puanlamaya ilişkin şikayet ve itirazen şikayet haklarını sağlıklı bir şekilde kullanamadıkları, idarelerin bu konudaki takdir yetkisinin sınırsız olmadığı, teknik puanlamada eşit muamele ve güvenilirlik ilkelerinin gözetilmesi gerektiği, söz konusu ihaleye ilişkin Kamu İhale Kurulu’nun 27.04.2023 tarih ve 2023/UH.I-675 sayılı kararının bulunduğu, idarenin teknik puanlamasının hatalı olduğu, kendilerinin tam puan alması gerektiği, şöyle ki: İdari Şartname’nin “Teknik değerlendirme kriterler” başlıklı 31’inci maddesinin “b) İş için önerdikleri yöntem (metodoloji) ve çalışma planı ile Organizasyon Yapısının iş tanımına uygunluğu” alt başlıklı maddesinin alt kriterlerinin tamamından tam puan alacak şekilde teklif dosyasında belgelerin İdareye sunulduğu, ayrıca idarenin puanlarının kırılmasında gerekçe gösterdiği “metodoloji ve çalışma planı ile organizasyon yapısının iş tanımına uygunluğuna ilişkin bilgi eksiklikleri” hususunun ihale dokümanında teknik değerlendirme kriteri olarak yer almadığı, tam puan alamayan diğer isteklilere de matbu şekilde aynı gerekçenin gösterildiği, aktarılan nedenlerle bahse konu kritere ilişkin puanlamanın yeniden yapılması ve alt kriterlere ilişkin somut ve karşılaştırılabilir gerekçelerinin taraflarına bildirilmesi gerektiği iddialarına yer verilmiştir.

19.07.2023 tarihli ve 2023/UH.I-992 sayılı Kamu İhale Kurulu kararına göre;

Yapılan incelemede Danışmanlık Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliği’nin 63’üncü maddesinde, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 10’uncu maddesine uygun olarak, benzer nitelik ve ölçekteki sözleşmeleri yerine getirme deneyimi, iş için önerilen yöntem, organizasyon yapısı, yönetici kadrosu ile işi yürütecek teknik personelin eğitim seviyesi ve mesleki nitelikleri esas alınarak teknik değerlendirme kriterlerinin idarece tespit edileceği,

Teknik değerlendirmede, işin kapsamı, karmaşıklığı ve önem derecesi dikkate alınarak anılan Yönetmelik’in eki Tablo 1’de verilen aralıklarda tam puanların belirleneceği, idarelerce hangi kriterlere ve alt kriterlere ne şekilde puan verileceği ile puanlama yönteminin ihale dokümanında somut ve anlaşılabilir olarak açıklanacağı,

Anılan Yönetmelik’in 64’üncü maddesinde, isteklilerin teknik teklif belgelerinin her üye tarafından tek tek incelenerek İdari Şartnamede belirtilen kriterlere göre her istekliye gerekçeli olarak ayrı ayrı puan verileceği ve bu teknik puanlar ile gerekçelerinin Teknik Teklif Üye Değerlendirme Standart Formuna yazılarak imzalanacağı, üyelerin doldurduğu bu formlar bir araya getirilerek verilen puanların Teknik Teklif Komisyon Değerlendirme Standart Formuna geçirileceği, her istekli için komisyon üyelerinin verdiği puanların toplanarak üye sayısına bölünmek suretiyle isteklilerin ayrı ayrı teknik puanlarının bulunacağı hüküm altına alınmıştır.

Söz konusu ihaleye ilişkin olarak alınan 27.04.2023 tarih ve 2023/UH.I-675 sayılı Kurul Kararında “…Danışmanlık Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliği’nin 63’üncü madde hükmü uyarınca idarelerce hangi kriterlere ve alt kriterlere ne şekilde puan verileceği ile puanlama yönteminin ihale dokümanında somut ve anlaşılabilir olarak açıklanacağı dikkate alındığında, idarece teknik tekliflerin değerlendirilmesi aşamasında da, komisyon üyelerinin hangi kriterlere ve alt kriterlere hangi gerekçe ile puan verildiğinin, puanlama yönteminin ve gerçekleştirilen teknik değerlendirmelerin somut ve anlaşılabilir olması gerektiği anlaşılmaktadır.

Bu itibarla, idarenin göndermiş olduğu ihale işlem dosyasında yer alan, ihale komisyonu kararı, idarece verilen şikâyete cevap yazısı ve Teknik Teklif Üye Değerlendirme Formları dikkate alınarak yukarıda yapılan tespit ve değerlendirmeler neticesinde; teknik değerlendirme için “Benzer nitelik ve ölçekteki işlerde deneyimleri”, “İş için önerdikleri yöntem (metodoloji) ve çalışma planı ile Organizasyon Yapısının iş tanımına uygunluğu” ve “Yönetici kadrosu ve teknik personel” olmak üzere 3 ana kriter belirlendiği, idarenin teknik puanlamaya ilişkin yaptığı değerlendirmeye ilişkin kararda başvuru sahibi istekli ile aynı ana kriter çerçevesinde puanı kırılan diğer istekliler adına “Metodoloji ve çalışma planı ile organizasyon yapısının iş tanımına uygunluğuna ait doküman detaylarında ise projenin kapsamını ve amacına ilişkin bilgi eksiklikleri olduğu tespit edilmiştir.” gerekçesi belirtilse de söz konusu bilgi eksikliklerin ne olduğunun ya da hangi somut kriterlerle puanlama yapıldığının belirsiz olduğu, aynı şekilde başvuru sahibinin şikayetine verilen cevapta gösterilen “risk anlatımı analizinin sığ” olduğu gerekçesinin de karşılaştırılabilir ve somut olmadığı,

Söz konusu ana kriterlerin alt kriterlerine ilişkin puanlamanın nasıl yapıldığını tespit etmek amacıyla 06.04.2023 tarihli üst yazı ile ilgili belgeler talep edilmiş, gelen ilgili belgelerin incelenmesinden, bahse konu belgelerin, ihale dokümanında düzenlenen kriterlere ilişkin puanlamaya esas alınacak nitelikte bilgileri içermediği, aynı zamanda bu belgelerin imzasız/onaysız olduğu hususları birlikte dikkate alındığında, anılan mevzuatta öngörüldüğü şekilde gerçekleştirilmediği anlaşılan ihaleye ilişkin teknik değerlendirme ve puanlamanın yenilenmesi gerektiği değerlendirilmiş başvuru sahibinin bu yöndeki 2 (a) iddiası yerinde görülmüştür.

İdari Şartname’nin 31’inci maddesinde düzenlenen “Teknik değerlendirme kriterlerinde” başlığı altında yer alan ana kriterler ve tüm alt kriterler dikkate alınarak gerekçeli puanlamanın ihale komisyonu üyelerince ayrı ayrı gerçekleştirilmesi gerektiği değerlendirilmiştir…” denilerek teknik puanlanmanın yenilenmesi yönünde düzeltici işlem belirlendiği,

İdarenin EKAP üzerinden göndermiş olduğu ihale işlem dosyası içerisinde yer alan belgeler üzerinde yapılan incelemede bahse konu Kurul Kararından sonra alınan 16.05.2023 tarihli ihale komisyon kararı ile başvuru sahibinin 85,1 olan teknik puanın 91 puan olarak belirlendiği, söz konusu ihale komisyon kararında puanlamanın gerekçelerine ve ayrıntılarına yer verilmediği, EKAP üzerinden Kurum’a gönderilen ihale işlem dosyasında ise imzasız/onaysız olduğu anlaşılan “İhale komisyon üyelerince değerlendirilmiş teknik puanlama detayları”na ilişkin forma yer verildiği görülmüş olup, adı geçen formda;

Başvuru sahibi isteklinin itirazen şikayete konu;

“B.2 İş programı” ana kriterinin “B.2.1 B.1.1’de belirtilen iş kalemlerinin gerçekleştirilmesinde süre ve aralarındaki ilişkiler göz önüne alınarak iş programının hazırlanması” ve “B.2.2 Çalıştırılacak tüm teknik personelin iş programına uygun olarak adam/ay programının hazırlanması” başlıklı alt kriterlerinden tam puan aldığı,

“B.3 Organizasyon yapısının iş tanımına uygunluğu” ana kriterinin “B.3.1 İhale konusu işin gerçekleştirilmesi için teklif edilen tüm teknik personelin yer aldığı organizasyon şemasının hazırlanması” ve “B.3.2 Organizasyon şemasının iş tanımına uygunluğu” başlıklı alt kriterinden tam puan aldığı,

“B.6 Teklif edilen yönetici ve teknik personelin görev tanımının uygunluğu” başlıklı ana kriterin “B.6.1 Teklif edilen yönetici ve teknik personelin görev tanımının yapılması (Tekniker, teknisyenlerin sadece grup olarak görev tanımı yapılacak olup; gruplardaki adam sayısının bildirilmesi yeterli olacaktır.)” ve ”B.6.2 Görev tanımı ile personelin deneyiminin uygunluğu (Tekniker, teknisyen v.b. personel hariç)” başlıklı alt kriterlerinden tam puan aldığı,

Başvuru sahibi isteklinin itirazen şikayete konu;

“B.1 İşin nasıl yapılacağı” başlıklı ana kriterinin:  “B.1.1. İhale konusu işte karşılaşılabilecek sorunların ortaya konması ve sorunların giderilmesinde izlenecek yöntemlerin belirtilmesi” başlıklı alt kriterinden söz konusu kesimlerin “…çalışmaları sırasında yaşanacak sorunların giderilmesi ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.” gerekçesi ile tam puan alamadığı, “B.1.2.İhale konusu iş kalemlerinin tanımlanması ve bunların gerçekleştirilmesinde izlenecek yöntemlerin belirtilmesi” başlıklı alt kriterden “…yapılan çalışmalarda iş tanımlarının genel geçer ifadelerle yapıldığı, işin yapım kısmında AYGM’ye devri gerçekleştirilecek tüneller, sanat yapıları vb. yapıların kabul işlemlerinin nasıl yapılacağı, nasıl bir yol izleneceği anlatılmamıştır ayrıca saha gözlemleri yapılarak analiz edilmemiştir.” gerekçesi ile tam puan alamadığı,

“B.4. Yönetim ve Denetim” başlıklı ana kriterinden “Yönetim ve denetim teknikleri adı altında tanımlanan unsurlar genel geçer ifadeler ile tanımlanmış, yapım kontrollüğü işinin spesifik özelliklerini anlatmamaktadır.” gerekçesi ile tam puan alamadığı ancak söz konusu teknik puanlama ayrıntılarının isteklilere bildirilmediği görülmüştür.

Bu çerçevede idarenin ihtiyaçlarına göre Kanun’da hüküm altına alınan temel ilkeler çerçevesinde ihale dokümanlarını hazırlama ve bu çerçevede ihale özelinde teknik puan kriterleri belirleme yetkisi olduğu ancak ihale komisyonlarının teknik puanlama ve değerlendirmelerinin gerekçeli ve somut olması gerektiği, itirazen şikayete konu ihale özelinde aktarılan hususun tesisi için 27.04.2023 tarih ve 2023/UH.I-675 sayılı Kurul Kararın’ın alındığı, söz konusu Karar’ın üzerine idarenin teknik puanlama işlemini yinelediği ancak hangi gerekçelerle puanlamanın yapıldığı, hangi gerekçelerle başvuru sahibi istekli ile diğer isteklerinin tam puan alamadığı hususlarına ihale komisyonu kararında yer verilmediği, EKAP üzerinden Kurum’a gönderilen ve söz konusu Kurul kararında yer verilmiş olmasına rağmen yine imzasız/onaysız olduğu anlaşılan gerekçeli teknik puanlama ayrıntılarının da isteklilere bildirilmediği, söz konusu gerekçelerin ihaleye katılan isteklilere bildirilmemesinin isteklilerin Kanun’da kendilerine tanınan şikayet ve itirazen şikayet hakkını verimli bir şekilde kullanmasının önünde engel teşkil edeceği, şöyle ki isteklilerin değerlendirme gerekçelerini bilmeden söz konusu gerekçelere karşı şikayet ve itirazen şikayet dilekçelerinde onlardan beklenen somut iddialara da yer vermesinin mümkün olmadığı dolayısıyla ihale komisyonunun gerçekleştirdiği teknik değerlendirmenin hangi nedenlerle yerinde olmadığı hususunda somut iddialara yer verilememesinin nedeninin ilk aşamada söz konusu teknik değerlendirmenin gerekçelerinin kendilerine bildirilmemesi olduğu değerlendirildiğinden, başvuru sahibinin İdari Şartname’de belirlenen teknik puanlama kriterleri ile alt kriterlerine ilişkin somut gerekçeleri açıklamadığı, talep edildiği halde kendilerine bildirilmediği bu şekilde şikayet ve itirazen şikayet haklarının sağlıklı bir şekilde kullanılamayacağı yönündeki iddiasının yerinde olduğu anlaşılmıştır.

Mehmet ATASEVER

S.B. Strateji Geliştirme E. Bşk.

KİK E.  Üyesi

“Lojistik Sektörünü Teknolojiyle Dönüştürüyoruz”

2050’ye kadar sera gazı emisyonunun net sıfıra indirilmesi ve küresel kalkınmanın ekosistemle uyumlu bir şekilde ilerlemesi hedefiyle yayınlanan Avrupa Yeşil Mutabakatı, uluslararası ticaret anlayışında yepyeni bir çağın başladığının habercisi oldu. Sürdürülebilir ve temiz dünya odaklı regülasyonlar, sırayla tüm sektörlerin kapısını çalıyor.  Bu yeni döneme uyumlanma sürecinde, çevre dostu teknolojileri kullanmak artık bir alternatif değil zorunluluk haline geldi.

Avrupa Birliği, 2019 yılında yayınlamış olduğu Yeşil Mutabakat ile uluslararası ticaret kriterlerinin ilk sırasına, ekosistemi koruma şartını yerleştirdiğini tüm dünyaya ilan etti. Tabii bu durumun, sadece AB ülkelerini değil AB ile ticari ilişkide bulunan tüm ülkelerdeki işletmeleri oldukça yakından ilgilendirdiğini söylemekte fayda var. Özellikle de dış ticaret hacminin yüzde 70’ten fazlasını Avrupa pazarından elde eden Türkiye’yi.

Yeşil Mutabakat’ın zorunlu tuttuğu karbon vergisi ise, tüm sektörleri dolaylı olarak ilgilendirdiği gibi dünya karbon salımının yüzde 5,5’ine neden olduğu bilinen lojistik ve ulaştırma sektörünü ise doğrudan etkileyeceğe benziyor.

Kolay Kullanılabilir, Çevre Dostu Sistem ve Ürünler Geliştiriyoruz

PATH Software House Kurucu Ortağı Murat Kader bu gelişmeleri, “AB Yeşil Mutabakatı, önümüzdeki süreçte dünya ticaret trendlerinin yönünü bizlere net bir şekilde gösteriyor. Küresel pazarlardaki payını korumak ve artırmak isteyen tüm yerli işletmecilerin, yatırımlarını dijital alt yapılarını güçlendirmekten ve regülasyonlara uyumlu iş modelleri üretmekten yana yaptıklarını zaten biliyoruz. Fakat lojistik ve ulaştırma sektöründe hala teknoloji kullanımına karşı mesafeli bir tutum görüyoruz. Özellikle istihdam edilen taşımacı personelin, geleneksel yöntemlerle operasyonları yönetmeye karşı eğilimi hala çok güçlü. Bizler de bu alışkanlıkları yenileri ile değiştirebilmek için PATH teknoloji laboratuvarlarında kargo ve lojistik sektörü için kolay kullanılabilir, çevre dostu sistem ve ürünler geliştiriyoruz” şeklinde değerlendirdi.

Teknolojiyle, Süreçlerin Maliyetlerini Azaltıyoruz

Tasarladıkları sistemlerin; depolama, taşıma, operasyon, sevkiyat, müşteri ilişkileri ve teklif yönetimi gibi uçtan uca tüm süreçleri kapsadığını ve oldukça kullanıcı dostu olduğunu belirten Kader, “İlerleyen zamanlarda sıkılaşacak denetlemeler ve yaptırımlardan dolayı mutabakat kriterlerine uymayan taşımacılık şirketlerinin ve diğer endüstrilerin gümrük kapılarından geri çevrildiğini duymamız yakındır. Bu nedenle lojistik firmalarının yazılım alt yapılarına yatırım yapmaları, ileriye dönük ciddi bir tasarruf kalemi olarak değerlendirilmelidir” sözleriyle lojistik sektörünü geleceğe taşıyacak en temel unsurun dijitalizasyon yatırımları olduğunun altını çizdi. PATH olarak 2 büyük kargo şirketi için alt yapı ve akıllı gönderim ağı sistemlerini geliştirdiklerini belirten Kader, asıl amaçlarının işletmeler tarafından kolay kullanabilir uygulamalar üreterek sektörde teknoloji kullanımını yaygınlaştırmak olduğunu belirtti.

Röportaj: Simdata Danışmanlık, İşletmelerin Kamu Pazar Paylarının Büyümesini Sağlıyor

“Kamu İhale pazarında ürün ve hizmetlerini kamu kurumlarına sunmak isteyen işletmeler için ihale danışmanlık hizmeti sunan Simdata Danışmanlık Eğitim ve Araştırma LTD. ŞTİ. Genel Müdürü Ömer Faruk ATASEVER ile gerçekleştirdiğimiz röportajda, şirketin faaliyetleri hakkında bilgi aldık:”

Ömer Bey Bize Simdata Danışmanlığı kısaca tanıtarak başlayabilir misiniz ?

Tabi, Simdata Danışmanlık, Sağlık Bakanlığında 10 yıl kadar Strateji Geliştirme Başkanlığı ve daha sonra Kamu İhale Kurul üyeliği yapmış olan Mehmet ATASEVER’in koordinatörlüğünde uzman bir ekip ile, kamu sektöründe yapılan ihalelerde istekli olan işletmelere hukuki ve teknik olarak sürekli ihale danışmanlık hizmeti ile öne çıkmaktadır.

Ayrıca, Simdata Danışmanlık Türkiye’de özellikle kamu pazarına ürün ve hizmet satmak isteyen işletmeler için pazar ve fiyat araştırması yapmakta yetkinliğini kanıtlamış bir şirkettir.  Şirketimiz aynı zamanda Simdata Akademi çatısı altında işletmelerin ihtiyaçlarına yönelik, güncel mevzuat doğrultusunda, kamu ihale mevzuatı eğitim hizmetleri sunmaktadır. Bu eğitimler kamu ihale mevzuatı üzerine yayınları olan uzman ve akademisyenlerden oluşan eğitmen kadrosu ile gerçekleştirilmektedir.

Peki, Simdata Danışmanlığın hizmet kapsamını daha detaylı açıklayabilir misiniz ?

Simdata Danışmanlık, kamu ihale mevzuatı üzerine geniş bir uzmanlık yelpazesine sahip olup, İşletmelerin ihale süreçleri için kapsayıcı hizmetler sunmaktadır.

Şirketimizin hizmet alanlarını şu başlıklar ile sıralayabiliriz;

  • İhale İşlemleri İle İlgili Şikâyet ve İtirazen Şikâyet Dosyalarının Hazırlanması
  • Aşırı Düşük Savunmalarının Hazırlanması
  • Sözleşme, SUT, İşçilik Fiyat Farklarının Hesaplanması
  • İhale Teklif Dosyalarının Hazırlanması
  • Sözleşme Uyuşmazlıklarında Hukuki Destek Sağlanması
  • Muayene Kabul Ve Hakediş İşlemlerinde Hukuki Destek Sağlanması
  • EKAP Üzerinden Gerekli Tüm İşlemlerin Yapılması
  • DMO Ve Sağlık Market Süreçlerinde Danışmanlık Yapılması
  • İhale İlanlarının Takibi ve Bilgilendirilmesi
  • Mevzuata İlişkin Soruların Cevaplanması
  • Mevzuat Değişiklerinin İzlenmesi ve Bilgilendirilmesi
  • Kamu İhale Kurulu Kararlarının Analiz Edilip Raporlanması
  • İhale Sonuçları Analizi ve Bilgilendirme Yapılması
  • Pazar, Rakip ve Fiyat Analizlerin Yapılması
  • Tüm İhale Süreçlerinde Hukuki ve Teknik Destek Sağlanması

Simdata Danışmanlık, sunduğu hizmetler ile kamu ihalelerine katılan işletmelere ne gibi avantajlar sağlamaktadır ?

Simdata Danışmanlığın sunduğu hizmetler, ihalelere katılan firmaların ürünleri ve hizmetlerine ilişkin ihale süreçlerini optimize etme amacını taşımaktadır. Bu danışmanlık hizmetleri, firmaların ihale dosyalarını daha sağlam bir temele dayandırarak rekabet avantajı elde etmelerini sağlar. Ayrıca, sözleşme işlemlerini daha verimli ve etkili bir şekilde yönetmelerine, fiyat farklarını kayıplara uğramadan tahsil etmelerine yardımcı olur.

Firmaların ihale mevzuatına dair güncel bilgilere erişimini sağlamak, zamanında bilgilendirmek ve ihale sonuçları, rakip analizleri, pazar araştırmaları ve fiyat analizleri gibi verilerle donatmak, özellikle Türkiye’de her yıl büyümekte kamu pazarında yer almak isteyen firmalar için büyük fırsatlar sunmaktadır. Simdata Danışmanlık “ Doğru Bilgiye Doğru Zamanda Ulaşın” mottosu ve Outsourcing hizmet anlayışı ile müşterilerine maliyeti etkin ve verimliliği yüksek hizmetler sunar.

Şirketimize aşağıdaki kanallar ile ulaşabilirsiniz:

www.simdata.org

0 312 963 13 63

0 541 471 88 08

bilgi@simdata.org.tr

Bu vesile ile satınalma, tedarik zinciri yönetimi ve lojistik sektörlerinde çok başarılı yayınlar yapan Satınalma Dergisi’ne teşekkür ederim.

Amazon, 100 Milyon Dolardan Fazla Yatırımla Türkiye’deki İlk Lojistik Merkezini, Resmi Törenle Açtı

Amazon’un İstanbul Tuzla’daki lojistik merkezinin resmi açılış töreni, TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı Mustafa Varank, Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi Başkanı Ahmet Burak Dağlıoğlu, Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Zekeriya Çoştu ve medya mensuplarının katılımıyla gerçekleşti. Açılış törenine gönderdiği mesajda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 100 milyon doların üzerinde bir yatırımla hayata geçen lojistik merkezinin yüzlerce yeni istihdam imkânı sağlamış olmasından duyduğu memnuniyeti vurguladı.

Amazon’un Türkiye’deki ilk lojistik merkezinin resmi açılış töreni, TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı Mustafa Varank, Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi Başkanı Ahmet Burak Dağlıoğlu, Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Zekeriya Çoştu, Amazon Avrupa ve Kuzey Amerika Operasyonlarından Sorumlu Başkan Yardımcısı Stefano Perego, Amazon Türkiye Operasyonlar Genel Müdürü Hakan Karadoğan ve Amazon Türkiye Ülke Müdürü Richard Marriott’ın katılımıyla gerçekleşti. Amazon’un İstanbul, Tuzla’da bulunan ve 100 milyon doları aşkın bir yatırımla hayata geçirdiği Türkiye’deki ilk lojistik merkezi, faaliyete başladığı Eylül 2022’den bu yana yüzlerce yeni istihdam fırsatı yaratırken, Türkiye’deki KOBİ’lerin işlerini büyütmelerine ve artan müşteri talebinin karşılanmasına da önemli katkılar sağlıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: “Ülkemizdeki ticari faaliyetlerine 5 yıl önce başlayan Amazon Türkiye’nin bugün 45 bin müteşebbisle birlikte 500 milyon avroluk bir ihracat başarısını yakalaması, her türlü takdiri hak etmektedir”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, açılış töreni için gönderdiği mesajda Amazon lojistik merkezinin ülke ekonomisine sağladığı katkıları vurgulayarak şunları kaydetti: “100 milyon doların üzerinde bir yatırımla hayata geçen lojistik merkezinin yüzlerce insanımıza istihdam kapısı olacağını öğrenmekten memnuniyet duyduğumu özellikle ifade etmek istiyorum. Ülkemizdeki ticari faaliyetlerine 5 yıl önce başlayan Amazon Türkiye’nin bugün 45 bin müteşebbisle birlikte 500 milyon avroluk bir ihracat başarısını yakalaması, her türlü takdiri hak etmektedir. Temennimiz; istihdam sağlayan, katma değer üreten bu tür yatırımların daha da artmasıdır. Son 21 yılda 255 milyar doların üzerinde doğrudan uluslararası yatırım çekmiş bir ülke olarak yerli-yabancı sermaye ayrımlarını kabul etmiyoruz. Türkiye’ye inanan, güvenen, Türk ekonomisinin potansiyelini harekete geçirmek için çalışan herkese destek olmayı görev biliyoruz. Ülkemizin kalkınma yolcuğunda bugüne kadar kritik rol oynayan uluslararası yatırımların Türkiye Yüzyılının inşasında da lokomotif görevi üstleneceğine inanıyorum.”

Türkiye Büyük Millet Meclisi Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı Mustafa Varank: “Böylesine teknolojik ve sürdürülebilir lojistik merkezinin Amazon’a, işletmelerimize, ekonomimize ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum”

Açılış törenine katılan Türkiye Büyük Millet Meclisi Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı Mustafa Varank, yaptığı konuşmada “Yakın tarihimizin en büyük felaketlerinden olan deprem sürecinde Amazon, çalışanlarıyla, depolarıyla, uçaklarıyla, sağladığı ayni ve nakdi yardımlarıyla seferberliğimize katıldı. Acil ihtiyaçların karşılanmasına yardımcı olmak adına afet yardım programını devreye sokarak bizimle birlikte sahada oldu. Gösterdiğiniz dayanışmadan dolayı şükranlarımı sunuyorum” dedi. Amazon’un özellikle KOBİ ölçeğindeki işletmelerin işlerini büyütmeleri için önemli katkılar sağladığını vurgulayan Varank, “Amazon Türkiye’nin Ticaret Bakanlığımızla yürüttüğü BiTıklaİhracat programını da çok kıymetli buluyorum. Hangi ölçekte olursa olsun işletmelerimiz ilk kez ihracatlarını gerçekleştiriyor, küresel pazarlara erişiyorlar. Ayrıca, binden fazla vatandaşımıza nitelikli istihdam imkânı sağlarken bugün resmi olarak açılışını yapacağımız lojistik merkeziyle bu sayı inşallah daha da artacak. Böylesine teknolojik ve sürdürülebilir lojistik merkezinin Amazon’a, işletmelerimize, ekonomimize ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi Başkanı Ahmet Burak Dağlıoğlu: “Bu tesisin, elektronik ihracatımıza yapacağı katkı ve Türkiye’deki tedarikçilerin küresel pazarlara erişimi için sunacağı imkan açısından ayrı bir önemi olduğunu düşünüyoruz”

Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi Başkanı Ahmet Burak Dağlıoğlu konuşmasında, “2018 yılından bu yana faaliyet gösteren Amazon’un, Türkiye’deki ilk lojistik üssü yatırımını 2022 yılı Mart ayında Bay Perego ile kamuoyuna duyurmuştuk. Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi olarak Amazon ekipleri ile tüm süreç boyunca yakın ve sıkı bir çalışma yürüttük. Bugün bu teknolojik tesisin açılışını gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Yatırımın değeri, sağlayacağı istihdam, oluşturacağı iş hacminin yanı sıra bu tesisin, elektronik ihracatımıza yapacağı katkı ve Türkiye’deki tedarikçilerin küresel pazarlara erişimi için sunacağı imkan açısından ayrı bir önemi olduğunu düşünüyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, ülkemizin sürekli gelişen lojistik altyapısı, dijitalleşen ekonomisi ve hızla büyüyen e-ticaret sektörü daha fazla yatırım için fırsat oluşturmaktadır. Cumhuriyetimizin 100. yılında açıklanan bu kıymetli yatırım vesilesiyle Amazon ailesini tebrik eder, Türkiye Yüzyılı’nı yatırım yüzyılı yapma hedefimizde bizimle beraber oldukları için kendilerine teşekkür ederiz” dedi.

Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Zekeriya Çoştu: “Amazon, KOBİ’lerimizin dijitalleşmesi ve ihracatında önemli bir kaldıraç oluşturdu”

Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Zekeriya Çoştu ise, yaptığı konuşmada “Amazon gibi küresel oyuncuların Türkiye’de faaliyetlerini, ülke ekonomisine sundukları çok boyutlu katkıları nedeniyle önemli görüyoruz. Amazon kobilerimizin dijitalleşmesi ve ihracatında önemli bir kaldıraç oluşturdu. Global operasyonlarındaki bilgi ve tecrübeyi ekosistemimize kazandırıyor. Dahası, yaptığı entegre yatırımlar ile ülkemizin lojistik kapasitesine önemli katkıda bulunuyor” ifadelerini kullandı.

Amazon Avrupa ve Kuzey Amerika Operasyonlarından Sorumlu Başkan Yardımcısı Stefano Perego: “Türkiye’ye şimdiye kadar 5,2 milyar liranın üzerinde yatırım yaptık, binden fazla istihdam sağladık”

Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Amazon Avrupa ve Kuzey Amerika Operasyonlarından Sorumlu Başkan Yardımcısı Stefano Perego, “Amazon, faaliyet gösterdiği ülkelerde yıllardır yerel kalkınmaya katkıda bulunarak birçok istihdam olanağı ve ekonomik fırsat yaratıyor. Mutlulukla dile getirmek istiyorum ki Türkiye de bu ülkelerden bir tanesi. Türkiye’de faaliyete başladığımız 2018 yılından bu yana 5,2 milyar liranın üzerinde yatırım yaptık ve halihazırda binden fazla kişi istihdam ediyoruz” diyerek ekledi: “Biz, faaliyet gösterdiğimiz ülkelerde pozitif bir rol oynamayı amaçlayan global bir şirketiz ve bu hedefle küresel ölçeğimizi ve inovasyon yeteneğimizi çalışanlarımızın bir parçası olduğu toplulukları güçlendirmek için kullanmaya gayret gösteriyoruz. Bu bağlamda Türkiye’de de LÖSEV’e (Lösemili Çocuklar Vakfı) destek olmanın ve Lösante Hastanesi’nde tedavi gören cesur küçük bireylerin ilaç masraflarına destek olmanın mutluluğunu yaşıyoruz.” 

Amazon Türkiye Operasyonlar Genel Müdürü Hakan Karadoğan: “Türkiye’de kaliteli istihdam sağlamak ve iş yeri güvenliği en önemli önceliğimiz”

Açılış konuşmalarının ardından Amazon’un sunduğu modern ve güvenli çalışma koşulları hakkında bilgiler veren Amazon Türkiye Operasyonlar Genel Müdürü Hakan Karadoğanşunları söyledi: “Türkiye’de açtığımız ilk lojistik merkezimiz, ülkemize olan bağlılığımızın bir göstergesi. Artan müşteri talebinin karşılanması konusunda önemli katkılar sağlayan merkezimiz, içinde mühendislik, bilişim teknolojileri (IT) ve operasyonel rollerin de bulunduğu geniş bir yelpazede istihdam olanakları sağlıyor. Çalışanlarımızın refahı iş modelimizin temelinde yer alıyor ve güvenlik, kapsayıcılık ve saygıya dayalı bir çalışma ortamını teşvik ediyoruz. Sunduğumuz bu çalışma ortamına ek olarak çalışanlarımızın bir parçası olduğu toplulukları desteklemek adına ilgili kurumlarla diyalog halinde olmaya ve yatırımlar yapmaya devam ediyoruz.”

Amazon, Türkiye’de faaliyetlerine başladığı 2018 yılından bu yana İstanbul’daki kurumsal ofisleri ve lojistik merkezi aracılığıyla bini aşkın kişiye istihdam sağladı. Dünyanın herhangi bir yerine kurulan bir Amazon lojistik merkezi altmıştan fazla farklı rol aracılığıyla istihdam olanakları sunuyor. Türkiye’deki çalışanlar ise Amazon.com.tr’de geçerli çalışan indirimlerinin, ek sağlık, hayat ve kaza sigortasının, genişletilmiş ebeveynlik izninin ve daha fazlasının dahil olduğu kapsamlı yan haklar ve rekabetçi maaşlar ile modern, güvenli ve kapsayıcı bir çalışma ortamına katılıyor.

İş sağlığı ve güvenliği, Amazon’un tüm dünyada gerçekleştirdiği her çeşit operasyonun temelinde bulunuyor. Amazon’un operasyon merkezleri, çalışanların kendilerini güvende hissettiği bir çalışma ortamı olarak tasarlanıyor ve her vardiya, iş güvenliği ile ilgili bilgilendirmelerin ardından başlıyor. Güvenlik risklerini azaltmak ve iş güvenliğini artırmak şirketin her seviyesindeki karar alma süreçlerinin temel öncelikleri arasında yer alıyor ve bu doğrultuda şirketin güvenlik programı 8 binden fazla iş güvenliği ve sağlığı uzmanı tarafından destekleniyor.

Amazon Türkiye Ülke Müdürü Richard Marriott: “Amazon, Türkiye’deki KOBİ’leri desteklemeyi sürdürecek”

Resmi açılış töreninde konuşan Amazon Türkiye Ülke Müdürü Richard Marriott ise, Türkiye’de Amazon’da satış yapan KOBİ’lerin sayısının 2022 yılında yüzde 50’den fazla artarak 45 binin üzerine çıktığının altını çizdi. KOBİ’lerin ihracat satışları ise 2022’de bir önceki yıla göre yüzde 60’ın üzerinde artarak yaklaşık 500 milyon euro oldu. Amazon’un, Türkiye’deki KOBİ’ler için satışlarını artırma, markalaşma ve istihdam yaratarak işlerini büyütme olanağı sağlamak için yenilikler yapmaya devam edeceğinin altını çizen Amazon Türkiye Ülke Müdürü Richard Marriott; “Türkiye’de faaliyetlerimize başladığımız günden beri Amazon’da satış yapan girişimcileri ve KOBİ’leri, onlara sunduğumuz çok sayıda araç, hizmet ve eğitim programıyla desteklemek en önemli önceliklerimizden biri oldu. Bu faaliyetlerimizin hem satış ortaklarımız hem de müşteriler için olumlu sonuçlar vermeye devam ettiğini görmek bizim için son derece gurur verici. Tuzla’da kurduğumuz ilk lojistik merkezimizin Türkiye’deki KOBİ’lerin büyümesine olan katkılarını şimdiden görüyoruz. KOBİ’lerimizin işlerini büyütebilmeleri ve ihracat yapmalarını kolaylaştırmak için lojistik hizmetlerimizi geliştirmeye devam edeceğiz” dedi.

Amazon, Türkiye’deki Toplumsal ve Sürdürülebilirlik Yatırımlarını Sürdürüyor

Amazon, istihdama ve KOBİ’lere olan desteklerinin yanı sıra Türkiye’deki toplumsal yatırımlarını da sürdürüyor. Şirket, şubat ayında yaşanan deprem felaketinden saatler sonra, etkilenen bölgelerde faaliyet gösteren kurumlar ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla acil ihtiyaçların karşılanmasına yardımcı olmak adına afet yardım programını devreye sokmuştu. Amazon ayrıca, depremden etkilenen bölgelere kritik destek sağlayan sivil toplum kuruluşlarına toplam 600 bin dolarlık nakdi bağış taahhüdünde bulunurken, sahada çalışan çeşitli STK’lara on binlerce acil yardım malzemesi sevk etmiş, 16 Amazon mağazasında bağış kampanyaları düzenlemiş, ABD ve Almanya’dan en çok ihtiyaç duyulan malzemeleri taşıyan iki Amazon Air kargo uçağını Türkiye’ye göndermiş ve Amazon Türkiye Afet Yardım Merkezi’ni kurarak yerel lojistik ortaklarından biriyle birlikte 2 bin metrekarelik bir depo alanını, kritik malzemelerin ön saflardaki kuruluşlara taşınmasına yardımcı olan bir tesise dönüştürmüştü. Ek olarak T.C. Ticaret Bakanlığı’nın başlattığı Deprem Yardımlaşma Seferberliği’ne katılarak, müşterilerinin depremden etkilenen bölgelere gönderilecek ürün bağışlarında bulunmalarını kolaylaştırmış ve Amazon’un İstanbul lojistik merkezinde çalışan uzman operasyon görevlilerinden oluşan bir gönüllü ekibini bölgeye sevk ederek kamu kurumlarının koordinasyonunda Osmaniye’deki beş deponun yardım operasyonlarına destek olmak adına bir ay boyunca saha çalışması yürütmüştü.

Deprem yardımlarına ek olarak Amazon, lojistik merkezi aracılığıyla farklı alanlardaki toplumsal desteklerini de sürdürüyor. Haziran ayında Tuzla Belediyesi ve Habitat Derneği iş birliğiyle hayata geçirilen “Teknolojiyle Geleceğe Gülümse” projesi, ilk yılında 4 binden fazla gencin kodlama, makine öğrenimi ve üç boyutlu tasarım gibi dijital yetkinliklerini geliştirmelerine fırsat tanıyacak. Amazon, son olarak açılış töreninde LÖSEV’e (Lösemili Çocuklar Vakfı) olan desteklerini de duyurdu. Şirketin çocukluk çağı kanserinin sembolü altın kurdeleden ilham alan ve 2017 yılından bu yana pediatrik hastanelere ve kanserle mücadele eden çocuklar ve ailelerine yardımcı olan sivil toplum kuruluşlarına 26 milyon doların üzerinde bağış yaptığı küresel kampanyası “Amazon Goes Gold”’un bir parçası olan bu destekle, Lösante Hastanesi’nde tedavi gören çocukların ilaç masraflarına ve dengeli beslenmelerine katkıda bulunulması amaçlanıyor. Şirketin tüm dünyadaki çalışanları, geçtiğimiz ay Çocukluk Çağı Kanseri Farkındalık Ayı’na ithafen işyerlerine çocukların cesur mücadelesinin simgesi haline gelen pijamalarıyla gelerek bu dayanışmaya destek olmuştu.

Amazon, Türkiye’deki lojistik merkezinde sürdürülebilirliği de ön planda tutuyor.  Şirketin 2040 yılına kadar sıfır karbon emisyon taahhüdünün bir parçası olarak İstanbul’daki yeni lojistik merkezi de dahil olmak üzere, yeni yaptığı binalarının ısıtma ve sıcak su ihtiyacını yüzde yüz elektrik enerjisi ile karşılama politikasını sürdürüyor. Bu şekilde doğalgaz gibi doğaya zarar veren fosil yakıt kullanımının önüne geçilmesi hedefleniyor. Binalardaki tüm ısıtma, havalandırma ve soğutma sistemleri, bina yönetim sistemleri tarafından kolaylıkla kontrol edilirken, enerji israfı önleniyor ve çalışanlar için sağlıklı bir çalışma ortamı yaratılıyor.

Amazon, aynı zamanda 2025 yılına kadar tüm operasyonlarında yüzde 100 yenilenebilir enerji kullanma hedefini, küresel portföyünde bulunan 20 gigawatt’tan (GW) fazla yenilenebilir enerji üretim kapasitesiyle 2022 itibarı ile yüzde 90 oranında gerçekleştirdi ve halihazırda, Avrupa ve dünyadaki en büyük kurumsal yenilenebilir enerji alıcısı konumunda bulunuyor. 2019 yılında ise şirket, 2040’a kadar (Paris Anlaşması’nın hedeflerinden 10 yıl önce) karbon nötr olmayı taahhüt ettiği İklim Taahhüdü’nün (Climate Pledge) kurucu ortağı oldu. Amazon’un dünya genelindeki yenilenebilir enerji projeleri hakkında daha fazla bilgi için bu adresi, İklim Taahüdü hakkında daha fazla bilgi için ise burayı ziyaret edebilirsiniz.

Sözleşme İmzalanmasına Rağmen İşe Başlatılmayan İşçi, İşverenden Sözleşme Öncesi Zararlarını Talep Edebilir mi?

İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş gör­meyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. İş sözleşmesi, Kanunda aksi belirtilmedikçe, özel bir şekle tâbi değildir (İşK m.8).

İş sözleşmesi tarafların karşılıklı ve birbirlerine uygun irade bildiri­minde bulunmaları ile meydana gelir. Ancak, iş sözleşmesinin geçerli olabil­mesi için tarafların iş sözleşmesi yapma ehliyetine sahip olmaları ve sözleşme serbestisinin sınırlarına uymaları gerekir. Türk Borçlar Hukukuna göre de, hu­kuk kurallarına, kanuna, ahlak ve adaba, kamu düzenine, kişilik haklarına ay­kırı olmadıkça ve yerine getirilmesi olanaksız bir borç niteliği taşımadıkça iş sözleşmesi şartları serbestçe kararlaştırılabilir (TBK m.27)[1].

İş sözleşmesinin kurulmasını müteakip iyi niyet kuralları çerçevesinde sözleşmenin tarafı olan işçinin işe başlatılması beklenir. Sözleşme imzalanmasına rağmen haklı bir sebep dışında işverenin sözleşmeden cayması sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk, ilkesine aykırılık oluşturur. Çünkü sözleşmenin imzalanması aşamasında taraflar arasında hukuki bir ilişki oluşur. Sözleşme görüşmeleri aşamasında taraflardan birinin diğerine veya onun koruması altında bulunan kişilere karşı aralarında dürüstlük kuralı (TMK. m. 2) gereğince ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlali sonucu meydana gelen sorumluluğu nazarı dikkate alması gerekir. Sözleşmeyi imzalayan işçi, uzun süre işsizlikten sonra sözleşmeyi güven temeline dayalı olarak imzalamış olabileceği gibi başka bir işyerinden ayrılarak imzalamış olması da mümkündür. Önceki işinden elde ettiği gelirden vazgeçerek ve yeni işverene güvenerek imzaladığı sözleşme sonrası işe başlatılmaması işçi aleyhine bir takım olumsuz sonuçlar doğurabilecektir. Her ne kadar imzalanan sözleşme işçinin işe başlatılmaması nedeniyle yürürlüğe konulmamış olsa bile sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk kapsamında konuyu değerlendirmek gerekecektir. Bu kapsamda sözleşmenin tarafı olan işçi, işverenle sözleşme görüşmelerinin başlamasıyla aralarında kurulmuş bulunan güven ilişkisini ihlal edilmesi halinde, bundan doğan zararı işvereninden talep edebilecektir.

Nitekim Yargıtay’ın konuyla ilgili bir kararına göre, “Davacı ile davalı arasında belirli süreli iş sözleşmesi imzalanmış, bu iş sözleşmesinde sözleşmenin başlangıcı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın çalışma izni verdiği tarih olarak belirlenmiştir. Bu izin için davalı şirket tarafından Bakanlığa başvurulmuş, Bakanlık tarafından yabancı işçinin çalışma izin başvurusu uygun bulunmuş, izin belgesinin düzenlenebilmesi için çalışma izni ve hizmet izni harcının yatırılması gerektiği davalı şirkete bildirilmiştir. Davalı şirket bu harcı yatırmamıştır. Bu durumda iş sözleşmesinin başlaması için taraflarca sözleşmede kararlaştırılan izin alınması şartı tamamlanmadığından iş sözleşmesi kurulmamış, taraflar arasında işçi-işveren ilişkisi oluşmamıştır. Ancak davacı işçi bu sözleşmeye güvenerek çalıştığı şirketten ayrılmıştır.

Uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak, öncelikle borç doğurucu sorumluluk kaynakları üzerinde durulmasında yarar vardır:

Toplumsal hayatın hızla gelişmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik olay ve problemlerin çözümünü, klasik borç doğurucu sorumluluk kaynakları olarak nitelendirilen, haksız fiil, sözleşme ve sebepsiz zenginleşme içerisinde bulabilme ve aynı unsurları bu yeni olay ve problemlere uygulayabilme hemen hemen imkansız hale gelmiştir. Kanunların çözüm öngöremediği bu tip durumlara, 19. yüzyılın sonlarına doğru doktrin kayıtsız kalınamayacağını anlamış, özü ve niteliği farklı yeni hukuki müessese ve sorumluluk türlerini belirleme yoluna gitmiştir (Süleyman Yalman, Türk- İsviçre Hukukunda Sözleşme Görüşmelerinden Doğan Sorumluluk, Ankara 2006, s. 37).

Bu yeni belirlenen sorumluluk türlerinden olan sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk, (culpa in contrahendo) genel bir ifadeyle belirtmek gerekirse, sözleşme görüşmeleri aşamasında taraflardan birinin diğerine veya onun koruması altında bulunan kişilere karşı aralarında dürüstlük kuralı (MK. m. 2) gereğince ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlali sonucu meydana gelen sorumluluktur. (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt. III, Ankara 1990, s. 1083.; İlhan Ulusan, Culpa in Contrahendo Üstüne, Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay Anısına Armağan, İstanbul 1982, s. 287).

Bir kişinin davranışlarıyla, başkalarında yarattığı haklı beklentiler nedeniyle bu kişiler arasında güvene dayalı bir ilişki oluşmuştur. Kendine özgü bir sorumluluk olan güven sorumluluğu, bu güven ilişkisinden kaynaklanmaktadır ve herhangi bir sözleşme ilişkisinin varlığını gerektirmediği için taraf iradesinden bağımsız yasal bir sorumluluk sebebidir. Güven sorumluluğunun pozitif hukuktaki dayanağı Türk – İsviçre Hukuku açısından Medeni Kanun’un 2. maddesi olan dürüst davranma ilkesidir.(Gürpınar, Damla Sözleşme Dışı Yanlış Tavsiyede Bulunma Öğüt Verme veya Bilgi Vermeden Doğan Sorumluluk, İzmir, 2006 s.214) Medeni Kanun’un 2. maddesinde, herkes haklarını kullanırken ve borçlarını ifa ederken dürüstlük kuralına uygun davranmak mecburiyetini getiren kanun koyucu, açık bir şekilde doğruluk ve güven kurallarına atıf yapmıştır. Ayrıca kanunun yorumlanmasında, tamamlanmasında, irade beyanlarının yorumunda, bu nedenle de hukuki işlemlerin kurulmasında ve yorumlanmasında, sözleşmelerin yeni şartlara uyarlanmasında, tamamlanmasında ve değiştirilmesinde de önemli işlevi olan doğruluk ve güven kuralları, sözleşme görüşmeleri esnasında meydana gelen culpa in contrahendo sorumluluğunun da temelini oluşturmaktadır. (Edis ,Medeni s.308) Culpa in contrahendo sorumluluğunun varlığından söz edebilmek için sözleşmenin tüm unsurları ile  kurulmuş olmasının veya geçerli bir sözleşme  olup olmadığının da bir önemi bulunmamaktadır. Bütün bu hukuki kurumların temelinde dürüstlük kuralı gereği korunması gereken ve bu yüzden yasal bir yükümlülük olarak da ortaya çıkan, kendine özgü bir sorumluluk vardır. Güven sorumluluğu edim yükümünden bağımsız yasal bir borç ilişkisine dayanır. Sorumluluğun doğması için zarar verenle zarar gören arasında asli edim yükümünün doğumunu sağlayacak bir sözleşme ilişkisinin kurulmuş olması gerekmez. Taraflardan birinin kendi davranışlarıyla diğer tarafta güven oluşturmasıyla, bu ikisi arasında var olan güven ilişkisinin zarar görmüş olmasından dolayı dürüstlük kuralı gereği bir sorumluluk meydana gelmektedir (Gürpınar , s.217).

Yukarıda belirtildiği üzere, borç doğurucu sorumluluk kaynakları yönünden somut olay değerlendirildiğinde; olaya “sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk” kurallarıyla bakılması gerektiğinde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.

Gerçekte de; sözleşme bir süreçtir. Bir anda kurulup meydana gelen hukuki bir işlem değildir. Sözleşme kurulmadan önce taraflar sözleşmenin muhtevası, şartları, içerdiği hak ve yükümlülükler üzerinde görüşmeler yaparlar; bu görüşmeler kısa veya uzun sürebilir. Görüşmelerin başlamasıyla görüşmeciler arasında hukuki bir ilişki kurulur. Bu ilişki sözleşme benzeri bir güven ilişkisidir. Güven ilişkisi MK. m. 2/1’de düzenlenmiş bulunan dürüstlük kuralına dayanır. Buna göre görüşmeler esnasında görüşmecilerin sözleşmenin muhtevası ve şartları hakkında birbirlerini aydınlatması, dürüstlük kuralına uygun davranması, birbirlerinin kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi, koruma yükümlülüklerine uyması gerekir. Görüşmeciler bu yükümlülüklere kusurlu olarak aykırı davranıp, görüşmelerin başlamasıyla aralarında kurulmuş bulunan güven ilişkisini ihlal ettikleri takdirde bundan doğan zarardan sorumludurlar (Fikret Eren, a.g.e., s. 1084, 306 vd., İlhan Ulusan, a.g.e., s. 286).

Somut uyuşmazlıkta; taraflar arasında davacının davalı şirkette dış ticaret uzmanı olarak çalışması yönünde sözleşme imzalandığı, bu sözleşme çerçevesinde davalı şirket tarafından Bakanlığa izin için başvuru yapıldığı, izin belgesi düzenlenmesi için harç yatırılması gerektiğinin davalı şirkete bildirilmesinin ardından davalı şirketin bu harcı yatırmayarak iş sözleşmesinin kurulmasına engel olduğu anlaşılmaktadır. Davacı işçinin bu sözleşmeye güvenerek çalıştığı işyerinden ayrıldığı da sabittir. Bu durumda davalının davacıyı kusurlu olarak sözleşmenin kurulacağı yönünde yanılttığı ve güven ilişkisini ihlal ettiği açıktır. Taraflar arasında iş sözleşmesi kurulmadığından davacı tarafından bakiye ücret alacağı istenmesi mümkün değildir. Ancak sözleşmenin kurulmaması işçinin kusurundan kaynaklanmamaktadır. Davalı şirket çalışma izni için gerekli harçları yatırmayarak iş sözleşmesinin kurulamamasına neden olmuştur. Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının davalı şirketten sözleşme öncesi zararlarını talep etmesi mümkündür. Davacı sözleşme öncesi doğan zararlarını isteyebilecektir ancak bu zararlara ilişkin davalara iş Mahkemelerinde değil, genel yetkili mahkemelerce bakılacaktır. Bu nedenle mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerekirken işin esasına girilerek karar verilmesi hatalıdır”[2].

Sonuç olarak, işverenin işçisini kusurlu olarak sözleşmenin kurulacağı yönünde yanıltması ve güven ilişkisini ihlal etmesi halinde, işçinin sözleşme öncesi zararlarını talep etmesi mümkündür. Yargıtay, somut olaya “sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk” kurallarıyla bakılması gerektiğini belirtmektedir. Taraflar arasında kurulan sözleşmenin bir anda kurulup meydana gelen hukuki bir işlem olmadığını, sözleşmenin bir süreç olduğunu, sözleşme görüşmeleri esnasında görüşmecilerin sözleşmenin muhtevası ve şartları hakkında birbirlerini aydınlatması, dürüstlük kuralına uygun davranması, birbirlerinin kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi, koruma yükümlülüklerine uyması gerektiğini ve görüşmecilerin bu yükümlülüklere kusurlu olarak aykırı davranıp, görüşmelerin başlamasıyla aralarında kurulmuş bulunan güven ilişkisini ihlal etmeleri halinde ise, bundan doğan zarardan sorumlu olacaklarını kabul etmektedir.

Lütfi İNCİROĞLU

[1] ARASLAN ERTÜRK, Arzu, İş Sözleşmesinde Şekil, İstanbul 2017, s.95, SAVAŞ, F.Burcu, İş Sözleşmesinin İşveren Tarafından Haklı Nedenle Feshi, İstanbul 2012, s.5.

[2] Y9HD.17.09.2020 T., E.2016/20712, K.2020/8343 Legalbank.