İşyerinde meydana gelen her türlü iş kazasından işveren sorumlu tutulabilir mi?

İşyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması yükümlülüğü işverenin işçiyi gözetme borucu kapsamındadır[1]. Gözetme borcu, işverenin işyerinde işçilerin sağlık ve güvenliklerini sağlama borcudur[2].

İş sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda temel yaklaşım önlemedir. İşyerinin kurulması aşamasından başlayarak işyerinde, sağlığı ve güvenliği tehlikeye düşürecek risklerin belirlenmesi ve bu risklerin ortadan kaldırılması, kaldırılamıyorsa riskin minimize edilmesi için gerekli önleyici tedbirlerin alınması gereklidir[3].

İş kazası, “sigortalının işverenin otoritesi altında bulunduğu bir sırada gördüğü iş veya işin gereği dolayısıyla aniden ve dıştan meydana gelen bir etkenle onu bedence ya da ruhça zarar uğratan bir olay” olarak tanımlanmaktadır[4].

İş kazası hem kavram olarak hem doğurduğu sonuçlar itibariyle sosyal güvenlik hukuku ve iş hukukunda farklı düzenlenmiştir. İş hukuku konunun önleme boyutu ile sosyal güvenlik hukuku ise, daha çok tazmin boyutu ile ilgili düzenlemeler içermektedir. İş hukuku anlamında iş kazasının yasal dayanağı 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 417 nci maddesidir. Bu hükme göre işveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmakla yükümlüdür. İşverenin bu yükümlülüğünü yerine getirmemesinden doğan kaza iş hukuku anlamında iş kazası olarak değerlendirilmektedir”[5].

Ancak, sosyal güvenlik hukuku anlamına iş kazası sayılan her olay işverenin hukuki sorumluluğuna yol açmamaktadır.

5510 sayılı Kanun m.13’de sayılan hallerden birinde kazasının gerçekleşmiş olması iş kazasının varlığı için yeterlidir. Örneğin sigortalının işyerinde bulunduğu sırada kazanın gerçekleşmiş olması sosyal güvenlik kurumunun yükümlülüğü açısından yeterli olup ayrıca illiyet bağının varlığı aranmaz. Bu kapsamda meydana gelen kazanın sigortalının yaptığı işle ilgili olması da gerekmez. Örneğin öğle arasında sigortalının dinlence saatinde spor yaparken düşüp kolunu kırması sosyal güvenlik mevzuatı açısından iş kazası sayılır[6]. Yüksek mahkeme de bu anlamda sigortalının işyeri sınırları içinde bulunduğu sürede kazanın meydana gelmesini yeterli bulmuş ve ayrıca yapılan işle ilişkisinin bulunmasını aramamıştır[7].

Buna karşın, iş kazasında işveren sorumluluğunun doğabilmesi için meydana gelen kaza ile yapılan iş arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir. Meydana gelen iş kazasının 5510 sayılı Kanun m.13 anlamında iş kazası sayılması işveren sorumluluğu açısından yeterli değildir. Başka bir deyişle, meydana gelen iş kazası 5510 sayılı Kanun anlamında iş kazası sayılsa ve kurumca sosyal güvenlik yardımları yapılsa bile, işveren sorumluluğunun doğabilmesi için mutlaka yapılan iş ile kaza arasında uygun illiyet bağının varlığı gerekir. Aksi halde, vuku bulan iş kazasında işveren sorumluluğundan bahsedilemez[8].

Sonuç olarak, iş kazası olayında işverenin hukuki sorumluluğunun doğmasında en önemli unsurlardan biri de illiyet (nedensellik) bağının bulunmasıdır[9]. İlliyet bağı sorumluluğun asli şartı ve tazminat hukukunun temel ilkesi olarak kabul edilmektedir. Bu şart olmazsa kişinin sorumluluğundan bahsedilemez[10]. İlliyet bağı, olayların normal akışına ve genel hayat tecrübelerine göre gerçekleşen türden zararlı bir sonucu meydana getirmeye elverişli veya kolaylaştırıcı sebeptir[11].

Nihayetinde, işyerinde meydana gelen iş kazasından işverenin sorumlu tutulabilmesi için olayın bir iş kazası sayılması ve ölüm ile işverenin eylemi arasında uygun sebep sonuç bağlantısı bulunması gerekir. Uygun sebep sonuç bağlantısı yoksa, sadece iş kazası sayılması, işverenin sorumluluğu için yeterli sebep teşkil etmez. İş hukuku anlamında her kaza sosyal güvenlik hukuku anlamında iş kazası sayılmasına rağmen, sosyal güvenlik hukukuna göre, her iş kazası iş hukukuna göre mutlaka iş kazası değildir.

 

[1]SÜMER, İş Sağlığı ve Güvenliği, 5. Baskı, Ankara 2021, s.117.

[2] KESER, Hakan, İşverenin İşçiyi Gözetme Borcunun Geçici İş İlişkisine Yansıması, İSGHD, S:9, 2006, s.72

[3] MOLLAMAHMUTOĞLU, Hamdi/ASTARLI, Muhittin/BAYSAL, Ulaş, İş Hukuku, 6. Baskı, Ankara 2014.s.1359.

[4] GÜZEL, Ali/OKUR, Ali Rıza/CANİKLİOĞLU, Nurşen, Sosyal Güvenlik Hukuku, Yenilenmiş 18. Baskı, İstanbul 2020,s.361.

[5] KILKIŞ, İlknur, İş Sağlığı ve Güvenliği, 3. Baskı, Bursa 2018, s.14.

[6] SÜZEK, Sarper, İş Hukuku, 20. Baskı, İstanbul 2020, s.423.

[7] YHGK.6/7/2005, E.2005/10-444, K.2005/449 Legalbank.

[8] SÜZEK, s.424.

[9] EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler C.II, 4.Baskı, İstanbul 1994, s.55.

[10] EREN, s.55

[11] KARATAŞ, Huriye, İş Kazası ve Meslek Hastalığında İşverenin Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2019, s.65.

Hain Dövizle Oynayanın Eli Yanmadı

Hain Dolar El Yakmıyor

Çok defalar duymuştum siyasi otoritelerin demeçlerini;

“Milli paramız olan TRL – Türk Lirası’nda kalın, Dövizle oynayanın eli yanacak” dediklerini.

Siyasi otoritelerin bir temennisi, dilekleridir bu söylem. Başka ne demelerini bekliyordunuz ki? Döviz alın demelerini ummuyorsunuz değil mi?

Bu yazıyı kaleme aldığım 16 Ekim 2021 günü elde ettiğim bu dolar grafiğini de sizinle paylaşmak istedim. Dolar her ne kadar iniş – çıkış gösterse de, ortalama trend sürekli yukarı yönlüdür. Bırakın dolar alanın elinin yanmasını, dolar aşanın içi ısınıyor desem yerinde bir ifade olur.

DOLARIN 10 LİRA OLMASI HAYAL Mİ?

Dövizin fiyatı piyasa dinamikleri ile ilgilidir. Piyasada dengesiz bir hava, dört ayağı yere basmayan söylemler, belirsizlikler ve en önemlisi güvensizlik varsa dövizin yönü sürekli yukarı gidecektir. Dolar 10 TRL olur mu? Hayal mi? Hiç de hayal değil Dolar bal gibi 10.- TRL olabilir. Tabii ki ne kadar zamanda doların TRL.10.- olması da önemlidir. Bir dövizin fiyatının alt ve üst noktası yoktur. Dövizin fiyatı, ekonomik koşullara göre, aşağı yönlü veya yukarı yönlü de hareket etmesi olasıdır.

TASARRUF EDENLERİN DÖVİZE DÜŞKÜNLÜKLERİ DEĞİŞMİYOR

Birikimlerini Türk Lirası yerine dövizde tutma eğilimi ülkemizde pek değişkenlik göstermeyip, dövize olan yakınlık her zaman yatırımcının gözdesi olmuştur. Türk Lirası’na yönlenme faizlerin ve faizler üzerinden alınan stopajın istisnaları ile belirlense de muhtemelen Ayşe Teyze tasarruflarını ve tekavüt (emekli) maaşından artan parasını Türk Lirasında değerlendirse de, Hatçe Teyze adeta doların düşmesini kollayıp, birikimini dövize kaydırma çabasında. Daha da ilginç bir durum; Hatçe Teyze tasarruflarından döviz aldığı vakit, bir bankada döviz hesabı açıp değerlendirmek yerine, kendine göre emniyetli gördüğü çeyiz sandığının bir köşesinde, kullanmadığı bir sobanın içinde,  tavan arasında saklamayı uygun buluyor. Hatçe Teyze’nin bu düşüncesini de ayrıca sorgulamak gerekir.

Türk Halkının tasarruflarının büyük bir kısmı hala döviz olarak tutulmaktadır. Anlayacağınız Türk Halkının hain dolara karşı sevdası bir türlü bitmiyor. 

FAİZ TEKRAR DÜŞÜRÜLÜRSE NE OLUR?

 

TCMB faizleri % 18’e düşürünce hain döviz yukarı yönlü hareketlendi. Gerçekte faizleri düşürmeye zemin var mıydı? Çekirdek enflasyonun esas alınarak faizlerin bu yönde düşürülmesi sorunu çözdü mu sizce? Çözmedi. Faizlerin düşürülmesiyle birlikte hain dolara gün doğdu. 21 Ekim 2021 tarihinde TCMB PPK tekrar toplanacak ve miktarı ne olursa olsun faizlerin düşürülmesi halinde bu hain dolar piyasa tam hainlik yapacak, birakın dövizi olanın elinin yanmasını, dövizi olmayanın hem eli, hem de cebi yanacak. Hain dolarin yükselişi nerede son bulur tahmin edemiyorum.

REŞAT BAĞCIOĞLU

 

 

Kişisel Farkındalık Olarak Johari Penceresi

Dr. Mehmet KAPLAN-Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi

Başkalarının bizim hakkımızda bildiklerini ifade etmeye yönelik kişiliğimizin dış dünyaya yansıyan kısmı hakkında “Joseph Luft ve Harry Ingham’ın” isimlerinin ilk hecelerinden oluşan ve insan etkileşimini tanımlayan bir modeldir. Dört gözlü bir pencere olarak kendimizle ilgili bir farkındalık oluşturan bir yapıdır. Dört gözlü modelin pencereleri aşağıdaki tablodaki gibidir.

  • Arena Penceresi; bu pencerelere bakıldığında ilk pencere arena penceresi olarak başkasının bildiği açık ya da serbest alandır. İletişimin en açık alanı olarak johari penceresinin ilişkiler açısından en avantajlı bölümüdür. Bu bölgede kişi hem kendi hakkında bilgi sahibidir hem de başkaları bu bölgeyi bilmektedir. Sözgelimi; kişinin adı, soyadı, sosyal medya adresleri bu bölgeye örnektir.
  • Kör Nokta Penceresi; bu pencerede kişi kendisiyle ilgili bilgi sahibi olmazken başkaları bu bölge ile ilgili bilgi sahibidir. Sözgelimi; kişinin sahip olduğu olumsuz bir bilgiyi bilmemekte ancak başkaları bilmektedir ve/veya görmektedir.
  • Saklı Alan Penceresi; bu pencerede ise kişi kendisiyle ilgili bilgi sahibi olmakla birlikte başkasından sakladığı bilgiler bulunmaktadır. Bu bölge gizli alan olarak kişinin sırlarının olduğu kısımdır.
  • Bilinmeyen Penceresi; bu pencerede ne birey ne de başkaları herhangi bir niteleme yapamamaktadır. İletişim ilişkilerine yansımayan bölgedir.

Sonuç olarak denilebilir ki; kişilere johari penceresinden bakmak onları daha iyi anlamak, bilinen yönlerini netleştirmek ve bilinmeyen yönlerini keşfetmek açısından önemlidir. Birey böylelikle daha iletişim kurulabilir hale gelecektir.

Kaynak ve ayrıntılı okuma önerisi: Aşağıdaki eserl(er) konu ile ilgili kaynak ve bilgilendirmeyi artırmaya yöneliktir.

  • Krogerus, M. ve Tschappeler, R. (2020). Karar Kitabı Stratejik Düşünme Üzerine 50 Model. İstanbul: The Kitap.

IMMAT Kongresi, Maden Sektörüne Işık Tuttu.

IMMAT Kongresi, Maden Sektörüne Işık Tuttu. Kongre Fuarı, Fuar Sektörü Geliştiriyor.

Dünyadaki gelişmelerin madencilik sektörünün tüm paydaşlarına aynı anda sunulduğu bir platform olan IMMAT Kongresi, 8’inci kez düzenlendi. Düzenlendiği her yıl, bir sonraki fuarda sergilenen maden teknolojilerine ışık tutan kongre; 2023 yılında düzenlenecek MINEX Fuarı için de yol haritası çizdi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi ev sahipliğinde, İZFAŞ ve TMMOB Maden Mühendisleri Odası işbirliğiyle MINEX Fuarı ile eş zamanlı olarak düzenlenen IMMAT – 8. Uluslararası Maden Makinaları ve Teknolojileri Kongresi sona erdi. Yerli ve yabancı bilim insanları, sürpriz konukları ve duayen isimleri bir araya getiren kongre, madencilik sektöründe yeni ihtiyaç haritalarını gündeme getirerek kaliteli üretim, insan ve çevre dostu madenciliğe dikkat çekti. Kongrenin Minex Fuarı ile düzenlenmesi, madencilik potansiyeli oldukça yüksek olan Türkiye’nin maden teknolojileri alanındaki bilgi birikimini artırarak iç pazarda makine üretimine katkı sağladı. Önceki yıllarda tanıtmış oldukları yeni teknolojilerin 9. MINEX kapsamında sergilendiğine dikkat çeken katılımcılar, bu başarıya kongre ve fuarın eş zamanlı olarak düzenlenmesinin katkı sunduğunu vurguladı.

 

Enerjiyi Doğru Tekniklerle Kullanmalıyız

Mineral ve metallerin insan yaşamı ve yeryüzüne etkileri konusunda önemli çalışmalar yapan Prof. Dr. Kari Heiskanen, kongreye Finlandiya’dan katılan önemli isimler arasındaki yerini aldı. 1977 yılında Türkiye’de Etibank proje yöneticisi olarak da görev yapan bilim insanı, Green Peace projelerinde yer alan mineraller konusunda inovasyon, dijitalizasyon, bilgisayarlı endüstri alanında geliştirdiği yeni teknolojiler hakkında bilgiler verdi. Fuar ve kongrenin eş zamanlı olarak düzenlenmesinin büyük bir önem arz ettiğini belirten Prof. Dr. Heiskanen, şunları söyledi:

 

Madencilik sektörü günümüzde tüm dünyada eşi benzeri görülmemiş zorluklar içerisinde… ‘Peki bu zorluklar ve çözümleri neler… Bunun için daha büyük sistemlere bakmamız ve bakış açılarımızı geliştirmemiz gerekiyor. Dünya nüfusu hızla artıyor. Tahminler önümüzdeki 50 yıl içinde 10 milyara yaklaşacağımızı söylüyor. Hepimiz, çocuklarımız ve ailemiz için daha iyi yaşam koşullarımız olsun diye çalışıyoruz. Ancak; günümüzde insanların büyük istekleri de var. Bunun sonucunda artan materyallerin tüketimi ile karşı karşıyayız. Dünya nüfusunun yarısı kentlerde yaşıyor. Hızlı kentleşmenin toprak ve su kullanımını kötü etkilediği bir gerçek… Daha iyi, kaliteli doğal bir yaşam sürmek için enerjiye ihtiyacımız var. Ancak bu enerjiyi elde ederken kullandığımız teknik ve endüstri sistemleri çok önemli… Sektör artık bu sistemleri kullanırken; metallerin tüketimi, karbondan arındırma, çevresel farkındalığı artırma ve dijitalleşmeden yüksek oranda faydalanmalı. Avrupa Birliği çevreye zarar vermeme konusunda mevzuatlar çıkarıyor. Eğitim ve dijitalizasyon maden sektörü için çok önemli bir fırsat. Çevrimiçi bilgiler, jeolojik araştırmalar ve veriler paylaşılabilir. Artık dünyada enerji verimliliği için güvenli operasyonlar yapılmalı, dijitalleşmeden faydalanarak farklı otomasyon çalışmalarına geçilmelidir”.

Yeni Teknolojiler Hayata Geçiriliyor

Pandemi koşullarına göre çok verimli bir organizasyona imza attıklarını belirten TMMOB Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Yüksel, “Maden mühendisleri odası kurulduğu günden bu yana meslektaşların mesleki gelişimini sağlamak ve sektörü yeni bilgilerle beslemek bizim görevimiz. Bu tarz kongreler de en önem verdiğimiz organizasyonlar. Kongre, sergi ve fuarı birleştirerek akademisyenleri tedarikçiler ve sektörün üretim alanında olan meslektaşlarımızı buluşturuyoruz. Yeni teknolojik gelişmelerin konuşulduğu yıllarda yapılması mümkün olmadığı düşünülen teknolojiler, şimdi hayata geçiriliyor. Sonuçlarını görüyoruz. Dünyada nüfus arttıkça insanların ihtiyacı artıyor. Buna ters bir ivmeyle de mineral kaynaklarımız azalıyor. Onları daha efektif kullanabilmek için gelişen teknolojiler bunların zenginleştirilmesiyle, sanayiye ulaştırılmasını sağlıyor. Bu anlamda çok başarılı bir fuar ve kongre oldu” ifadelerinde bulundu.

 

Kongrenin Sunumları, Fuarın Teknolojisinde Hayat Buluyor

Kongrenin Türkiye madenciliğinin gelişmesi, iş sağlığı ve güvenliğinin artırılması, maden makinaları üretimi ile bilinçli tüketimine katkı sağlayacağına inandığını belirten 8. IMMAT Kongresi Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Halil Köse ise, “Beklentinin üzerinde bir fuar ve kongre oldu. Amacımıza ulaştık diyebiliriz rahatlıkla. Hem katılımcılar bilgilendi, hem de sanayide göremedikleri maden makinalarını fuarda görme fırsatı elde etti. Son yangınlarda, madencilik için kesilen ormanların bin katını kaybettik. Madencilikle ilgili bu konuda yanlış bir algı var. Madencilikte kesilen her bir ağacın parası Orman Bakanlığı’na ödeniyor ve yeniden ağaçlandırması yapılıyor. Çevre dostu üretimi kendimiz yapmamız lazım ki insanlar da bizi eleştirmesin. Benzer şekilde işçi sağlığı ve güvenliğini artıracak teknolojiler üretmemiz lazım. Uzun yıllardır kongremizi MINEX Fuarı ile gerçekleştiriyoruz. Burada yapılan her bir sunumun, bir sonraki fuarda sergilenen makine teknolojilerine hayat verdiğini görmek, bizi daha çok çalışmaya motive ediyor” şeklinde konuştu.

Küreselleşen Kapitalizmin Ötesi: Küresel Vatandaşlık ve Duyarlılık

Dr. Öğr. Üyesi Gözde MERT
Nişantaşı Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi İşletme Bölüm Başkanı & Gözde Araştırma Şirketi Kurucusu

Küreselleşme, bazı fikirlerimizi yeniden incelememiz ve diğer ülkelerden, diğer kültürlerden gelen fikirlere bakmamız ve kendimizi onlara açmamız gerektiği anlamına gelir. Ve bu ortalama bir insan için rahat değil.Herbie Hancock

Küreselleşme çok boyutlu bir ulus aşırı sürecin adıdır. Küreselleşme genel olarak, milli, ekonomik, siyasi ve kültürel birtakım ulus devlet üstü bir koalisyonun kaynaşmasıdır. Küreselleşme süreci, dünyada farklı şekillerde hissedilmiş; bilgiye ulaşım kaynakları artmış, kültürler birbirine yaklaşmış, insanlar daha modern bir yaşam seviyesine ulaşmıştır. Küreselleşme ekolojik anlamda bozulmayı, toplumsal anlamda dengesizlikleri ve çatışmaları meydana getirmiştir.

Küreselleşme, genel bir anlatımla, dünyanın küçülmesi ve bir bütün olarak dünyalılık bilincinin oluşmasını anlatır. Bilgi, iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki hızlı değişim ise küreselleşme sürecini hızlandıran araçlardır. Bu teknolojiler vasıtasıyla, insanlar ve toplumlar arası iletişim ve etkileşimin hızı ve alanı da artmış, artık dünya çok küçük kalmıştır.

Dünyanın küçülmesi ve dünyalı olma bilincinin gelişmesi, karşılıklı ilişkileri de küresel boyuta taşımıştır. Artık dünya eskisi gibi değildir. İmkân ve imkânsızlıkların, olumluluk ve olumsuzlukların, ret ve kabullerin, eşitlik ve eşitsizliklerin… bir arada bulunduğu yeni bir döneme girilmiştir. İşte bu yeni dönem, Holton’un deyimiyle, küresel bir çağdır.

Küresel Vatandaşlık

Küreselleşme olgusunun sosyal bilimlere olumlu katkılarının başında küresel vatandaş yetiştirmek gelmektedir. Küreselleşme ile birlikte vatandaşlığın, bir ülkenin sınırları içinde kalması olanaksızdır.

“Küresel vatandaş”, sadece kendi ülkesinin değil yaşadığı ve sorumluluğunu üstlendiği bir dünyanın vatandaşıdır. “Küresel vatandaş”, aynı zamanda olaylara dünya veya insanlık gözüyle bakan ve gelecek nesillere sürdürülebilir bir yaşantı bırakmaya çalışan evrensel bir kişiliktir. Küresel vatandaşlık, hukuksal anlamda bir aidiyeti tanımlamamakla birlikte bireyin, evrensel bir dünyaya kendisini ait hissetmesi ve bu dünyanın sorumluluklarını üstlenmesi olarak tanımlanabilir. Küresel vatandaş, dünyanın herhangi bir yerinde yaşayabilen ve çalışabilen, küresel yaşama ayak uydurabilen bireydir.

Küresel vatandaşlık müfredatını hazırlayan OXFAM (2006) küresel vatandaşı şu şekilde tanımlamıştır:

Geniş bir dünyanın ve bu dünyanın vatandaşı olarak kendi rolünün farkındadır.
Çeşitliliğe değer verir ve saygı duyar.
Dünyanın işleyişini anlar.
Sosyal adaletsizliğe karşı öfkelidir.
Yerelden küresele çeşitli düzeyde topluluklara katılır.
Dünyayı daha adil ve sürdürülebilir bir yer yapmak için her türlü eyleme hazırdır.
Yaptığı eylemler için sorumluluk alır.

Küresel Duyarlılık

Küresel duyarlılık, kültürel farklılıklara, küresel olaylara, değişik kültürlerden insanların bakış açılarına karşı duyarlı olmayı ifade eden bir kavramdır. Chen ve Starosta (1996) küresel duyarlılığı, ülkelerarası iletişim yeterliliğinin duyuşsalboyutu olarak kabul etmiştir. Bu boyutlar dört ana özelliktedir. Bunlar: açık fikirlilik, öz-kavram, peşin hükümlü olmama ve sosyal rahatlıktır.

Açık fikirlilik, kişinin kendini net bir şekilde ifade etmesinive diğer insanların fikir ve görüşlerini kabullenmeye karşı istekli olmasını açıklamaktadır.

Öz-kavram, insanların kendilerini algılama şekli olup,özgüvenle ilişkilidir. Özgüveni yüksek olan bireyler kendi kültürleri ya da grupları dışında kalanlara karşı özgüveni düşük olanlara göre daha olumludur.

Peşin hükümlü olmamak, kişinin ülkelerarası veya kültürlerarası iletişim sırasında karşısındaki kişiyi samimi şekilde dinlemesine engel olan tüm ön yargılardan kurtulmasıdır.

Sosyal rahatlık, ülkelerarası veya kültürlerarası iletişimsırasında sosyal kaygının en düşük duruma indirgenmesidir.

Dünümüzde küresel sorunların giderek artması; bu konular hakkında daha çok duyarlı olunmasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü birçok küresel problemin temelinde sorumluluk sahibi olmayan insan davranışlarının olduğu bilinmektedir. Bubağlamda insanların küresel sorunlar hakkında bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi önem arz etmektedir.

Pazarlık Usulü ile Yapılan İhalede İsteklinin Son Teklifini Vermemesi

Anahtar Kelimeler; pazarlık ihale usulü, ilk teklif, son teklif, rekabet, ihalenin iptali,

İtirazen Şikayet Konusu; İhaleye katılan bir isteklinin son teklifini vermemesi sebebiyle iki geçerli teklif kaldığından dolayı rekabetin oluşmadığı gerekçesiyle ihalenin iptal edilmesinin yerinde olmadığı iddia edilmiştir.

Kamu İhale Kurulu Kararı Özeti;  29.09.2021 tarihli ve  2021/UY.II-1817 sayılı Kamu İhale Kurulu kararına göre; Başvuruya konu ihalenin “2021 Yılı Muhtelif Mahallelere Sıcak Asfalt ve Sathi Kaplama Yapılması Yapım İşi” olduğu, bahse konu işin idare tarafından 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 21’inci maddesinin (b) bendinde yer alan hüküm gereğince, pazarlık usulü ile ihale edildiği, EKAP üzerinden yapılan tebliğ ile 9 firmanın ihale dokümanını indirmeye ve ihaleye teklif vermeye idarece davet edildiği, ihaleye 5 isteklinin katıldığı, söz konusu ihaleye ilk fiyat teklifini sunan 3 isteklinin, EKAP üzerinden tebliğ edilen yazı ile son fiyat tekliflerini sunmaya davet edildiği, ihale komisyonu kararıyla ihaleye katılan F.. A..’ın idareye yapmış olduğu şikayet başvurusunun değerlendirilmesi neticesinde son teklif aşamasında 2 isteklinin kalması sebebiyle 4734 Sayılı Kamu İhale Kanun’un 5’nci maddesi gereğince gerekli rekabet koşullarının oluşmadığı gerekçe gösterilerek bütün tekliflerin reddedilmesi ve ihalenin iptal edilmesine karar verildiği tespit edilmiştir.

Mevzuat hüküm ve düzenlemelerinden; 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 21’nci maddesinde belirtilen haller halinde idarelerin pazarlık usulü ile ihaleye çıkabileceği, anılan maddenin (b) (c) ve (f) bendi kapsamında yapılacak ihalelerde ilan yapılmasının zorunlu olmadığı, ilan yapılmayacak hallerde idarece en az üç istekli davet edilerek yeterlik belgeleri ve fiyat tekliflerini birlikte sunmalarının isteneceği, isteklilerin ilk fiyat tekliflerini aşmamak üzere ihale kararına esas olacak son fiyat teklifleri alınarak ihalenin sonuçlandırılacağı, son yazılı fiyat teklifini sunmayan isteklilerin ise ilk fiyat tekliflerinin son yazılı fiyat teklifi olarak kabul edilerek değerlendirileceği,

Bunun yanı sıra, idarelerin ihalelerde saydamlığı, rekabeti, eşit muameleyi, güvenirliği, gizliliği, kamuoyu denetimini, ihtiyaçların uygun şartlarla ve zamanında karşılanmasını ve kaynakların verimli kullanılmasını sağlamakla sorumlu oldukları, ihale komisyonu kararı üzerine idarenin, verilmiş olan bütün teklifleri reddederek ihaleyi iptal etmekte serbest olduğu, ancak bu takdir yetkisinin sınırsız olmayıp kanunun temel ilkelerine uygun olarak kamu yararı ve hizmet gerekleri ile sınırlı olarak kullanılması gerektiği, ihalenin iptal edilmesine ilişkin idarenin takdir yetkisinin, idarece gerekçe belirtilmek suretiyle kullanılması ve ihalenin iptal edilmesi durumunda isteklilere iptal gerekçeleri belirtilmek suretiyle bildirim yapılması gerektiği anlaşılmaktadır.

İhalenin iptal gerekçeleri ile sınırlı olarak yapılan inceleme neticesinde; idarenin isteklilere tebliğ ettiği ihale komisyonu kararında ihalenin iptal gerekçesinin F.. A..’ın son fiyat teklifini sunmaması sonucunda tekliflerin değerlendirilmesi aşamasında 2 isteklinin kalması nedeniyle ihalede rekabet ortamının oluşmadığı olarak ifade edildiği, ancak bahse konu isteklinin ihaleye ilk fiyat teklifini sunduğu, anılan isteklinin son fiyat teklifi sunmaması nedeniyle ilk fiyat teklifinin son fiyat teklifi olarak değerlendirilmesi gerektiği, diğer bir ifadeyle; pazarlık usulü ile gerçekleştirilen ihalelerde ilk fiyat teklifini sunan isteklilerin son yazılı fiyat teklifini sunmamasının, ilk fiyat teklifi ile bağlı olmasını engellemeyeceği, bu çerçevede, başvuruya konu ihalede 3 geçerli teklifin sunulduğu ve söz konusu tekliflerin yaklaşık maliyetin altında bir bedelde olduğu dikkate alındığında; idarenin iptal gerekçesinde ifade edilen ihalede rekabet ortamının oluşmadığına ilişkin gerekçesinin yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.

 

Mehmet ATASEVER                                                                       Sinan ÖZESEN

Kamu İhale Kurulu Eski Üyesi/ Akademisyen                          Kamu İhale Uzmanı

Sağlık Sektöründe Sürdürülebilirlik

Sağlık sektörü sürdürülebilirlik konusunun derinlemesine değerlendirilebileceği alanlardan biri. Doğrudan insan hayatını ilgilendirdiğinden öncelik elbette insan sağlığı olsa da bu sektörde insan sağlığından ödün verilmeden sürdürülebilir hale getirilebilecek çok sayıda ürün, hizmet ve süreç var. Başta çevresel konular olmak üzere sosyal ve ekonomik anlamda sürdürülebilir bir sağlık sektörü inşa etmek mümkün. Bugün baktığımızda nasıl ki moda, kültür, sanat, çevre, finans, askeriye, siyaset, güvenlik; kısacası hayatın her alanında sürdürülebilirlik ortak hedef olabiliyorsa sağlık uygulamaları için de aynı şey geçerli. Sürdürülebilir tedarik, etkin atık yönetimi, altyapı ve planlama, enerji verimliliği, düşük karbon ve su ayak gibi tüm konular sağlık hizmetleri içerisinde kendisine yer bulabilir. Bu konuda başta hükümetler olmak üzere sağlık kuruluşları işletmecileri, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, sektörde yer alan üreticiler, sağlık hizmetlerini alan bizler ve diğer tüm taraflar bu sektörün sürdürülebilir hale gelmesinde etkin rol oynayabilir.

Sağlık sektörü dediğimiz zaman aklınıza tam olarak ne geliyor? Doktorlar, hastaneler, eczaneler ve ilaçlar mı sadece? Bu saydıklarımız kritik derecede önemli olsa da sektör sadece bu unsurlardan ibaret değil elbette.

  • İlaçlar ve diğer tıbbi malzemelerin satın alınması, depolanması ve kullanılması gibi süreçler
  • Hastalara kaliteli ve güvenli bir hizmet sunabilmek için hastanelerin inşa edilme, devreye alma ve hizmet verme süreçlerinin planlanması ve hayata geçirilmesi
  • Sağlık personellerinin (doktor, hemşire, laborant, eczacı, fizyoterapist ve diğer tüm çalışanlar) tamamına kendi alanlarında yetkinlik kazandırılması ve bireysel gelişimlerinin desteklenmesi
  • Bir sağlık kuruluşunun ya da uygulamanın çevresel etkilerinin analiz edilmesi
  • Sağlık hizmetinin sunulduğu bölgedeki yerel halkların haklarının korunması ve görüşlerinin değerlendirilmesi
  • Sağlık sektörünün sürdürülebilir istihdam hedefinin etkin bir parçası haline getirilmesi (Kamu ve özel sağlık kuruluşları hizmet verebilmek için alanında yetkin personelleri işe almak zorunda; işin istihdam boyutu asla gözden kaçırılmamalı)
  • Sağlık hizmeti sonrası hastalık önleme ve sağlık iyileştirme gibi hedeflerin konulması

Bu saydıklarımız sağlık sektörünü doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendiren konulardan sadece birkaçı. Bu nedenle, sürdürülebilir bir sağlık sektörü inşa etmek istiyorsak bunların tamamına ve daha fazlasına odaklanmamız gerek. Sektörün tüm unsurları sürdürülebilirlik özelinde ele alınmalı, yönetilmeli ve sürekli olarak iyileştirilmelidir. Bunların tamamı ayrı birer yazının konusu olabilir. Biz şimdi sağlık sektöründe sürdürülebilirlik denilince ilk olarak akla gelen ve üzerinde en fazla durulması gereken konuları inceleyelim.

  • Atık Yönetimi

Sağlık kuruluşları, faaliyet alanına bağlı olarak çok çeşitli atıklar üretmektedir. Tek kullanımlık tıbbi malzemeler, hasta odalarında kullanılan ürünler, çeşitli ambalajlar, kontamine olmuş sıvı ve katı maddeler ve daha birçok atık doğru bir şekilde yönetilmediği zaman çevre üzerinde olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, birtakım tehlikeli kimyasalların da tıbbi prosesler sonucunda hava, toprak ve su ekosistemine doğrudan ve dolaylı olarak karışma ihtimali mevcuttur. Bu noktada sadece medikal malzemeleri veya ilaçları değil sağlık uygulamaları sonucunda oluşan başta plastik olmak üzere her türlü atığı, atık yönetimi kapsamında ele almak gerekir. Zira, bu atıklar kontrol altına alınmadığı takdirde ortaya çok büyük bir karbon, su ve ekolojik ayak izi çıkacaktır. Sürdürülebilir bir sağlık sistemi ve sektöründen bahsetmek istiyorsak sağlık kuruluşlarının her birinin etkin bir atık yönetim sistemi kurması gerekmektedir. Atık üretme potansiyeli çok yüksek olan bu kuruluşların döngüsel ekonomi araçları ile atık miktarını en aza indirmesi ve uzun vadede sıfır atık politikası benimsemesi sürdürülebilir bir sağlık sektörü için en büyük adım olacaktır.

  • Enerji Verimliliği

Enerji, her sektörde olduğu gibi sağlık sektörü için de en önemli ve gerekli kaynaklardan biridir. Sağlık kuruluşları; ısıtma, soğutma, havalandırma, iklimlendirme, aydınlatma, sıcak su eldesi, elektronik tıbbi cihazların çalıştırılması, sıcak gıda hazırlama, temizlik / sanitasyon vb gibi amaçlardan ötürü yoğun miktarda enerji kullanmaktadır. Bu enerji, doğrudan doğal gaz veya elektrik cinsinden tüketilmektedir. Ayrıca, jeneratör kullanımı nedeniyle akaryakıt tüketimine de ihtiyaç duyulabilmektedir. Sağlık kuruluşlarının faaliyetlerini kurumsal sürdürülebilirlik çizgisinde yürütmesi ve büyük resimde sürdürülebilir bir sağlık sektörü yaratmak için enerji tüketiminde de verimliliğin esas alınması gerekmektedir. Hastanelerde enerji tüketen tüm makine ve cihazların olabildiğince enerji tasarruflu seçilmesi, enerji ihtiyacının mümkün olduğu kadar yenilenebilir enerji kaynaklarından (rüzgar, güneş, jeotermal vs) sağlanması, kuruluşun enerji verimliliği ile ilgili somut hedef ve politikalarının olması bu konuda atılabilecek en temel adımlar olmalıdır. Böylelikle kurumsal karbon ayak izinde de zamanla kaydadeğer azalmalar gözlenecektir.

  • Koruyucu Sağlık Hizmetleri

“Dünyanın en büyük hastanelerinin sizin ülkenizde olması, ülkenizde çok fazla hasta olduğunun göstergesidir.” derdi kıymetli bir hocamız. Büyük hastaneler, gelişmiş tıbbi imkanlar, son teknoloji cihazlar vs elbette ki olmalı. Fakat sağlık ifadesinden anladığımız mutlaka bir hastalığın iyileşme hali olmamalı. Sağlıklı yaşam davranışlarını benimsemek, bu sayede hastalıklara daha az yakalanmak daha iyi bir hedef ve sonuç değil midir? Bu bağlamda, sürdürülebilir sağlık uygulamalarının hayata geçirildiği bir ülkede hasta sayılarının daha düşük olması süpriz bir durum değildir. Bu ülkelerde, koruyucu sağlık kampanyaları, sağlıklı davranış ve seçimlerinin teşvik edilmesi, bu konuda her kesimden insana eğitimler verilmesi, başta gıda olmak üzere insan sağlığını ilgilendiren tüm ihtiyaçların temiz ve sürdürülebilir kaynaklardan sağlanması vs ile hastalıklarla daha ortaya çıkmadan mücadele edilmektedir. Bu sayede sağlık sistemi ve kuruluşları üzerindeki çevresel ve finansal yükler en aza indirilerek daha sürdürülebilir bir sağlık sektörü inşa edilebilir.

  • Sürdürülebilir Tedarik

Tedarik zinciri süreçleri, tüm sektörler için en önemli araçlardan biridir. Fakat dış mal ve hizmetlerin satın alınması, sağlık sektörünün sürdürülebilirliğini doğrudan etkileyen bir unsur olduğundan mutlaka değerlendirmeye alınmalıdır. Zira, tedarik ağı ve tedarik edilen ürün portföyü oldukça geniştir. Sağlık sektöründe tedarik denilince akla doğrudan ilaçlar, medikal malzemeler, tıbbi cihazlar vs gelmemeli. Hastane odalarında kullanılan mobilya ve yatak örtülerinden tutun da hastane girişlerinde danışman bölümlerinde kullanılan bilgisayarlara kadar her türlü ekipman sağlık sektörünün tedarik zinciri süreçleri kapsamında değerlendirilmelidir. Sağlık kuruluşları, hükümetlerin gözetimi ve teşviki ile kullandığı her türlü malzeme ve donanımın sürdürülebilir malzemelerden imal edilmiş olmasına, sürdürülebilir tedarik zinciri süreçleri (paketleme, depolama, taşıma vs) ile temin edilmesine, mümkün olduğunca geri dönüştürülen kaynaklardan tedarik edilmesine, yaşam döngüsü boyunca düşük karbon emisyon değerlerine sahip olmasına vs mutlaka dikkat etmelidir.

  • Yapı ve Altyapı

Sağlık sektörünün çevresel anlamda sürdürülebilir olmasını sağlayacak bir diğer alan da sağlık kuruluşlarının ve sistemlerinin tasarım ve inşa süreçleridir. Bir sağlık kuruluşu düşünün ki gelişmiş imkanları ile insanların tedavi olup sağlığına kavuşmasına yardımcı oluyor; kaliteli ve güvenilir bir hizmet veriyor. Fakat öte yandan, daha önce yeşil alan olarak kullanılan bir araziye kurulmuş, sera gazı emisyonı yüksek ve atıkları ile temiz su kaynaklarını kirletiyor. Aynı zamanda, etkin bir enerji tasarrufu politikası yok ve enerjisini doğrudan fosil yakıtlarla elde ediyor. Ne düşünürdünüz? Yani sağlık hizmetleri anlamında kalite standartları çok iyi ama öte yandan çevresel etkileri de çok yüksek. Alanında tecrübeli ve bilgili doktorlar, son teknoloji tıbbi cihazlar, yeterli düzeyde medikal ürün ve sarf malzemeler vs yok ise bunlar bir şekilde temin edilebilir; finansal kaynak yaratılır, devletten teşvik alınır, kredi kullanılır vs. Fakat çevreye verilen zararların ne yazık ki çoğu zaman telafisi yoktur; olsa da bu zararı yok etmek çok uzun yıllar alabilir. Bu nedenle, sürdürülebilir bir sağlık sektörü için ufak bir semt polikliniğinden bir hastane kompleksine kadar her türlü kuruluşun daha altyapı planlama ve inşa aşamasında sürdürülebilirlik ilkeleri esas alınmalıdır.

  • Dijitalleşme

Son yıllarda gelişen teknoloji sağlık sektörünü de doğrudan etkiledi. Özellikle bilgisayar teknolojisinin gelişmesi sağlık hizmetlerini çok daha güvenli, kolay ve hızlı hale getirdi. Bu sağlamda adı konulsa da konulmasa da yeni bir sağlık uygulamasının başladığını söyleyebiliriz: E-sağlık. Dikkat ettiyseniz artık doktor randevusu alma, test sonucu öğrenme vb gibi işlemlerin birçoğunu hastaneye gitmeye gerek kalmadan yapabiliyoruz. Fakat mevcut teknoloji bundan daha fazla yapılmasına imkan tanıyor aslında. Sadece doğru bir planlama ve yönetim yapılabilsin. Canlı veri paylaşımı ve telekonferans vb gibi araçlar sağlık sektöründe aktif olarak kullanılabilir. Bu sayede zaman, iş gücü, enerji, tıbbi malzeme vb gibi kaynaklardan çok ciddi tasarruf sağlanabilir. Dijitalleşme, sağlık sektöründe sağlık alanları ve sağlayıcıları arasında entegrasyon ve koordinasyonun sağlanması, teşhis doğruluğunun artırılması ve etkili iletişim prosedürlerinin uygulanması gibi kolaylıklar da sunabilir. Tüm bunlar sağlık sektörünün sürdürülebilir hale getirilmesinde aktif rol oynayacaktır.

 

 

 

REHAU, Sevkiyatlarında Intermodal Taşımacılığına Dönmeyi Tercih Etti

Sevkiyatlarında intermodal taşımacılığına dönmeyi tercih eden REHAU, sadece bu yıl birkaç lokasyondaki değişiklik ile 8 futbol sahası büyüklüğünde yeşil alan koruyor.

Lojistik faaliyetlerinde intermodal taşımacılık sistemini de uygulamaya başlayan REHAU Türkiye, bu yeni sistemi ile 19 bin 143 litre yakıt tasarrufu gerçekleştirmiş oldu. Böylece; REHAU Türkiye yılda 2 bin 324 ağacın, yani 8 futbol sahası yeşil alanın korunmasını sağladı. 2022 için intermodal taşımacılığını arttırarak daha fazla ağaç kurtarmayı planlamaktadır.

REHAU Türkiye, manyetik şerit yüklemelerinin büyük çoğunluğunu Almanya 95. bölgede bulunan fabrikasından Bilecik’teki fabrikasına supalan yani araç değiştirmeden intermodal olarak sevk etmeye başladı. Bu yöntem ile sadece 7 ay gibi bir sürede CO2 gazı salınımını azaltarak REHAU Türkiye çevre dostu bakış açısını bir kez daha göstermiş oldu.

Intermodal sistem ile yaklaşık 7 ay gibi bir sürede 606 bin 837 kg polimer taşıyan REHAU Türkiye, ulaşımını 56 bin 304 km azaltarak 19 bin 143 litre yakıt tasarrufu sağladı. Bu da 51 bin 132 kg CO2 azalımı anlamına geliyor. Bu yeni sistem ile REHAU Türkiye yıllık olarak bakıldığında ise yılda 2 bin 324 ağacın yani 8 futbol sahası yeşil alanı korumuş oldu.

Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan REHAU Türkiye Stratejik Satınalma Uzmanı Alkan Karahan, “Biz marka olarak çevreye ve sürdürülebilirliğe büyük önem veriyoruz. Geçtiğimiz yıllarda Sürdürülebilirlik ve İklim Liderliğindeki 50 Şirket’ten biri seçildik. Ayrıca şirketlerin sürdürülebilirlik performansını çevre, çalışma, insan hakları, etik ve sürdürülebilir satın alma kategorilerinde değerlendiren bağımsız derecelendirme kuruluşu olan EcoVadis’ten de altın ödül aldık. Döngüsel ekonomiler söz konusu olduğunda şirket olarak her zaman öncü ve lider olmak istiyoruz.  Zaten 2025 yılına kadar grup genelinde geri dönüşüm oranını yüzde 15’in oldukça üzerine çıkarmayı ve aynı zamanda CO2 emisyonlarını en az yüzde 30 azaltmayı planlıyoruz. Bu nedenle çevre ve sürdürülebilirlik konusu REHAU Türkiye olarak iş hedeflerimizin öncelikleri arasında yer alıyor” dedi.

REHAU Türkiye bu yöntem ile sadece doğaya katkıda bulunmakta kalmayarak, bütçesel olarak ciddi miktarda tasarruf sağladı.

İşçi hangi durumlarda görev tanımı dışında çalıştırılabilir?

İşçinin kendi pozisyonunda çalıştırılması esastır. İş sözleşmesinde belirlenen ve görev tanımında detaylandırılan işçinin fiilen yapacağı iş, benzer ya da muadil bir iş olmadığı sürece tek taraflı olarak değiştirilemez. Aksi halde, bu durum işçi açısından İş Kanunu m.25/II-f bendi gereğince haklı nedenle fesih nedenidir. Başka bir deyişle, işverenin bu konuda ısrarı işçiye kıdem tazminatı talepli fesih yetkisi verir.

Yargıtay’a göre, “4857 sayılı İş Kanunu’nun 22. maddesi uyarınca “işveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21. madde hükümlerine göre dava açabilir.” Getirilen bu düzenleme ile işçinin iş şartlarında esaslı değişikliği kabul etmemesi halinde işveren ya bu değişikliği yapmamak ya da iş sözleşmesini feshetmek zorunda kalmaktadır. Böylece işçi sadece kıdem tazminatı değil, sözleşmenin işveren feshine bağlanan bütün haklarını isteyebilmekte, iş güvencesi hükümlerinden yararlanma koşulları varsa feshin geçersizliğini ve işyerine iadeyi talep edebilme olanağını elde etmektedir. Başka bir anlatımla, işverenin iş sözleşmesinde esaslı bir değişiklik yapmak istediği durumlarda işçinin feshe zorlanması yerine, sözleşmeyi fesih riski işverene yüklenmektedir”[1].

İş Kanunu’nun 22/2 nci maddesinde, çalışma koşullarının tarafların karşılıklı rızasıyla değiştirilebilmesi her zaman mümkündür. Ancak çalışma koşullarında değişiklik konusunda çalışanın rızasının yazılı alınması yasa gereğidir. Aynı zamanda işverence değişiklik teklifinin de yazılı olarak yapılması gerekir.

Bu kapsamda işçinin sözleşme ile kararlaştırılan ve görev tanımında açıkça belirtilen görevinin değiştirilmesi, iş şartlarından esaslı değişik sayılmaktadır. Keza işçinin yaptığı işin niteliğindeki değişiklik de işçi açısından iş şartlarından esaslı değişik olarak kabul edilmektedir.

Ancak, işveren yönetim hakkı kapsamında, acil ve arızi durumlarda işçiyi görev tanımı dışında çalıştırabileceği gibi fazla çalışma da yaptırabilir. Örneğin, işyerinde yangın, sel baskını veya deprem gibi doğal afetler sebebiyle önleyici tedbirlerin alınması sırasında, işçinin işverenin göstereceği her türlü işi, iş güvenliği tedbirleri ve insanın dayanma gücü dahilinde yerine getirmesi beklenir. Öte yandan, İş Kanunu m.42 kapsamında zorunlu nedenlerle fazla çalışma işçinin kabulüne bağlı değildir ve yasal sınırlar gözetilerek işçinin işverence verilecek talimatlara uyması

[1] Y9HD.14.05.2014 T., E.2012/10583, K.2014/15693 Legalbank.

Hain Dolar 10 Lira Olur Mu?

10 Lira Hayal Mi?

Dolar 10 TRL olur mu? Hayal mi? Hiç de hayal değil Dolar bal gibi 10.- TRL olabilir. Tabii ki ne kadar zamanda doların TRL.10.- olması da önemlidir. Bir dövizin fiyatının alt ve üst noktası yoktur. Dövizin fiyatı, ekonomik koşullara göre, aşağı yönlü veya yukarı yönlü de hareket etmesi olasıdır.

TCMB’nin faiz indirimlerinde çekirdek enflasyonunu esas almaya başlamıştır. Çekirdek enflasyon; gıdadan ve enerjiden arındırılmış enflasyon.  İnsanların en temel ihtiyaçlarına gelirlerinin büyük bir bölümünü harcadıkları çekirdek enflasyonuna Eylül 2021 Ayı sonu itibariyle bakıldığında % 16.98 olduğu görülmektedir. TCMB’nin en son yaptığı PPK toplantısında aldığı karar gereğince % 19 olan faizleri % 18’e indirmiştir.  Burada TÜFE’nin aşağıya indiğinden değil, enerji ve gıdadan arındırılmış çekirdek enflasyonun% 16.98 olduğundan dolayıdır.

Faiz Düşürüldü Hain Dolara Gün Doğdu

TCMB faizleri % 18’e düşürünce hain döviz yukarı yönlü hareketlendi. Gerçekte faizleri düşürmeye zemin var mıydı? Çekirdek enflasyonun esas alınarak faizlerin bu yönde düşürülmesi sorunu çözdü mu sizce? Çözmedi.

 

 

 

Yandaki tabloya bakıldığında, ÜFE’nin % 43.96, TÜFE’nin de % 19.58  olduğunu görmekteyiz. Biri bana anlatır mı acaba; Üretici firmalar ürünlerini % 43.96 maliyetle üretip, üretim maliyetini sübvanse edip % 19.58 oranla zararına mı satış yapıyor sizce? Üreticiler sürekli üretim maliyetlerinin altında bir fiyatla mı satış yapıyor? Gerçek enflasyon yukarıda görüldüğü tabloda olduğu gibi olsa da faizlerin düşürülmesi çok da doğru bir aksiyon değildir. Kaldı ki sokak enflasyonunun yangın yeri olduğu bir piyasada, çarşı Pazar, gıda enflasyonunun zirve yaptığı bir durumda faizlerin aşağı çekilmesi ile hain dövizin yukarı çıkacağı kaçınılmazdır.

Politika faizleri düşürüldüğünde, piyasada deprem etkisi yaratılmıyorsa, döviz coşmuyorsa, ürün ve hizmetlere yapılan zamlar durma noktasına geldiyse, işte o zaman faizlerin düşürülmesi için çok doğru zaman derim. Şu an yanlış bir zamandır.

FAİZLER TEKRAR DÜŞÜRÜLÜR MÜ?

Düşürülmemesi için bir sebep var mı? Yeter ki istenilsin. Faizlerin düşürülmesine mutlaka bir dayanak bulunacaktır. TCMB’nin PPK toplantısı 21 Ekim 2021 tarihinde yapılacak. Olası bir faiz indiriminde % 18 olan oranlar % 17’e gerileyecek. Bu durumda hain doların ilk etapta geleceği nokta 9.00 Türk Lirası’nı aşacaktır.

HATÇE TEYZE 5 LİRA’DAN DOLAR SATIN ALMAK DAHA ÇOK BEKLEYECEK.

Hatçe Teyzemi hatırlarsınız. Bir makalemde bahsetmiştim. Dolar 5 Lira’ya gerilediğinde Hatçe Teyze tekavüt maaşından biriktirdiği parayla dolar alacaktı ya. Gerçekleşen enflasyon görmezlikten gelinir, en azından TÜİK’in  TÜFE verileri de dikkate alınmayıp sadece gıda ve enerjiden arındırılmış çekirdek enflasyon dikkate alınarak faizler sürekli düşürülürse, çok üzgünüm ki Hatçe Teyze biriktirdiği tekavüt maaşı ile Dolar alamayacak.   Nasıl anlatırım ki Hatçe Teyze’ye piyasalarda fırtınanın estiğini.

Hatçe Teyze, bırakın Doların 5 Lira olmasını, bu hain Dolar 10 Lira olur mu? Bence olur.

REŞAT BAĞCIOĞLU