Teknolojik Güdü

Teknoloji gelişerek, dünya çevresinde dönmekte, Teknolojik Güdü dünya toplumlarını etkisi altına almaktadır.

Dünyada yaşayan tüm canlılar güdüleri ile hareket etmekte ve güdüleri sayesinde, hayatta kalma becerilerini gelişmektedirler.

Web, sanal mecralarında gelişen ve büyüme ivmesi gösteren, toplumları oluşturan bireyleri kendisine gün ve gün daha fazla bağımlı haline getirmektedir.

Sanal mecralarda yer bulan her işletme, ilk önce müşteri kitlesini dizayn ederek, teknolojik tüketici toplumlarını oluşturmaktadır.

İşletmeler, web sitelerinde müşteri deneyimi teknolojilerini konumlandırarak, teknolojik tüketicilerin teknolojik güdü yapılarını analiz etmektedirler.

Teknolojik Güdeler,

  • Sosyal Medya Etkileşimleri,
  • Digital App,
  • İOS ve Android Yazılımlarının Ticari Yapıları,

Bizlerin kendimize sorması gereken en önemli sorular;

  • Teknolojik güdülerimizi biz mi yönetiyoruz,
  • Teknolojik güdülerimizi bir başkası mı yönetiyor,

Dijital mecralarda, marka değerinizi nasıl yönetiyorsunuz,

  • Sermayeniz ve finansal yapınız ile mi, dijital sektöre damga vuruyorsunuz,

yoksa;

  • Bilgi, beceri ve deneyimleriniz ile mi, dijital mecralarda yaratıcı odaklı marka değerinizi yönetiyorsunuz.

Teknolojik Güdü lerimiz, kontrol altında tutulması gereken ve potansiyel verimliliği kullanıma sokulan yapıları içermelidir.

Gelecek bir kaç yıl içinde, Yapay Zeka Pazarlama yöntemlerini konuşuyor olacağız.

Sizlere sorulacak sorular;

  • Dijital Teknoloji mi,
  • Yapay Zeka Stratejileri mi,

stratejilerinize yön veriyorsunuz,

şimdilik bu iki yön eylem strateji matrisi için erken bir hamle olur.

Demografik planlar ölçüsünde, teknolojik güdümüzü inşa etmeli, yaratıcı inovasyon stratejileri ile beslemeliyiz.

Ürün ve hizmet işletmeleri, küresel rekabet ortamında stratejik pazarlama yöntemleri çalışmalarına doygunluk sağladı.

Teknolojik güdüleri tetikleyecek; niche alanların yaratılması ve startup çalışmalarının hız kazanması gerekiyor.

Kuşaklar arası iletişimin sürdürülebilirliği, teknolojik güdümüzü aktif kılacaktır.

  • X Kuşağı ve Y Kuşağı,
  • Üniversite eğitimi gören, Z Kuşağı

Strateji Yönetimi,

  • Alpha, Alfa Kuşağı teknolojinin merkez üssü olacaklar.

Z Kuşağı,

Üniversite eğitiminde Big Data alanında kendini zenginleştiriyor.

Kod yazmak ve Üretim alanlarını değerlendirerek Startup çalışmalarında sürdürülebilir çalışmalar yapmaya başladılar.

Alpha, Alfa Kuşağı;

Dünyaya meydan okuyacak.

Günümüzdeki mesleklerin %90 ı sil baştan konumlanacak.

Teknolojik Güdü Haritası ve Zaman Stratejik Analiz Teknolojileri gelişerek, Müşteri ve Tüketici guruplarında yeni yapılanmalar oluşturulacak.

Temel Yapılandırılan Kaynaklar,

  • Basitleştirilmiş,
  • Kullanılabilirlik,
  • Pratik,
  • Teknolojik Teslimat,
  • Hedef Odaklı Eğitim Modülleri,
  • Yaşayarak Tecrübe Etme,
  • Demografik Kültürel Özelliklere Uygun Ticari Stratejiler,

Teknolojik Güdü, dijital mecralar başta olmak üzere Yapay Zeka Teknosistemine yeni inovasyon stratejileri katacaktır.

Zaman sürekli ilerliyor, insanların düşünce kalibresi her yeni gün kendini yenilerken, bireylerin fark yaratıcı sistemleri zenginleşiyor.

Bilgiyi edinme ve dizayn etme yetimiz güçlenirken, teknolojiye yön veren zihnimiz, teknosistemi yönetirken algısal yönetimimiz yeni teknolojik güdülerimize vizyon katarak yapılandırırken, Big Datayı daha basit ve kullanabilir kılmakta ve stratejik sürdürülebilir çalışmalara zemin hazırlamaktadır

COVİD- 19 ve Toplumsal Değişimlerin Gizli Öznesi Olarak Salgınlar

Coronavirus COVID-19 blood test samples tubes in centrifuge. Diagnostic medical laboratory.
Coronavirus COVID-19 blood test samples tubes in centrifuge. Diagnostic medical laboratory. 3d illustration

Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Kültürel Çalışmalar Programı Öğretim Üyesi Antropolog Ayşecan Terzioğlu:

COVİD- 19 ve Toplumsal Değişimlerin Gizli Öznesi Olarak Salgınlar

Salgın hastalıklar insanlık tarihi boyunca sadece yaşandıkları zaman toplumda büyük bir korku ve paniğe yol açmakla kalmadı, uzun vadede de köklü toplumsal değişimlere yol açtı. Tarihçiler bugün salgın hastalıkları bir çok toplumsal değişime yol açan ve onları hızlandıran önemli bir etken; hatta salgınların uzun vadeli etkilerinin ilk başta göze çarpmaması nedeniyle adeta bu değişimlerin ardında yatan bir “gizli özne” olarak görüyorlar. Örneğin, Orta Çağ Avrupa’sında krallıkların politik güçlerinin daha küçük coğrafi bölgeleri kapsaması ve ekonomide büyüme yerine kendi kendine yetme dönemine geçilmesinde o dönemin her toplumsal ve ekonomik kesiminden yüzlerce can alan Veba’nın büyük bir rolü var. Soylu aileler, kendilerini yalnızca düşman ordulardan veya haydutlardan değil, halkı kasıp kavuran Veba’dan da korumak için kalın ve yüksek duvarlı kalelerin ve şatoların arkasına çekiliyorlardı bu dönemde. Salgınların aynı zamanda, kendilerinden önce de varolan toplumsal ve politik eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları da arttıran bir yapısı var. Yine Ortaçağ Avrupa’sında Veba’nın Uzak Doğu’dan geldiğine dair bir inanış, Uzak Doğu ülkeleriyle ticaret yapan çoğu Yahudi tüccarların Veba’yı Avrupa’ya taşımakla suçlanmalarına ve bu yüzden bir kısmının yakılarak öldürülmesine yol açıyor.

20.yüzyıla gelindiğinde fizyoloji, farmakoloji, halk sağlığı ve bulaşıcı hastalıklarla aşı ve hijyen gibi kolay uygulanan önlemlerle bulaşma öncesi etkin bir şekilde savaşan koruyucu/önleyici tıp gibi alanlardaki gelişmelerin, sağlıkçılara özellikle bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engellemede önemli başarılar ve bu başarıların yol açtığı büyük bir özgüven kazandırdığını görüyoruz. Bu özgüven ne yazık ki 1980’lerde yeni bir küresel salgın yani pandemi olarak HIV/AIDS’in ortaya çıkması ve hızla yayılmasıyla önemli ölçüde sarsılıyor. Bugün bile tam olarak tedavi edilemeyen, ancak HIV aşamasında ilaçlarla kontrol altına alınan bu hastalık yine toplumun her kesiminden bir çok kişiyi öldürmesi nedeniyle büyük bir korku ve paniğe yol açıyor. “Havuzdan bulaşıyormuş” veya “hasta insanlar sağlıklı insanlara zorla bulaştırıyormuş” şeklinde, günümüzde bile hala bazı kişilerin inanabildiği, hiçbir tıbbi dayanağı olmayan şehir efsanelerinin de doğmasına yol açan HIV/AIDS hastalığı yüzünden, tıpkı Ortaçağ Avrupa’sında Yahudilerin suçlandığı gibi, Türkiye dahil dünyanın çeşitli yerlerinde de hastalığın ilk dönemlerinde yaygın olarak görüldüğü eşcinseller suçlandı. Bu suçlama ilk etapta onların toplumdan iyice dışlanmalarına ve ayrıştırılmalarına yol açarken, zaman içinde bu konuda farklı toplumsal eğilimler de oluşmaya başladı. Örneğin, İngiliz doktorlar bu hastalığın insanlara nasıl bulaştığını, vücutta nasıl ilerlediğini ve hangi aşamalarda ne gibi sorunlara yol açtığını anlamak için eşcinsel hastalar ve onların yakınlarıyla işbirliğine giderek, onların gözlem ve hastalık deneyimlerinden faydalandı. Aynı dönemde, toplumsal olarak dışlanan ve ayrımcılığa uğrayan eşcinseller hem bu konuda hem de HIV/AIDS’le yaşamda birbirlerine destek olmak için etkin örgütlenme mekanizmaları geliştirerek LGBTI+ haklarını savundular ve toplumsal cinsiyeti “kadın ve erkek” şeklinde ikili bir anlayışla dayatan heteronormatif sistemin önemli ölçüde sorgulanmasına yol açtılar.

Bugün yine bir pandemiyle karşı karşıyayız: Yayılma hızıyla dünyayı derinden sarsan, 14.000’e yaklaşan ölüm sayısıyla hepimizi panikleten ve evimize kapanıp, gerekmedikçe dışarıya çıkmamızı engelleyen COVID-19 isimli bir virüs var artık hayatımızda ve uzun bir süre de hayatımızı etkileyecek gibi gözüküyor. Bu virüsün de ortaya çıkmasının ve yayılmasının epey önemli ve gözden kaçırmamamız gereken bazı toplumsal nedenleri ve sonuçları var. Bu toplumsal neden ve sonuçlar o kadar önemli ki belki de- ve umarım- kişisel olarak bugüne kadar varolan günlük hayatımızda yaptığımız seçimleri sorgulamamıza; hastane, üniversite ve sivil toplum kuruluşları gibi kurumların işleyişini ve devletlerin politik mekanizmalarını yeniden düşünmelerine yol açacak. Bu nasıl olabilir, önce bu çerçevedeki en küçük birimden, yani bizden başlayarak anlatayım: Günlük yaşamımızda artık bizi rahatlatan bir rutin oluşturduğu için farketmediğimiz bir çok karar alıyoruz. Arkadaşlarımı eve mi çağırayım, yoksa lokantaya mı gidelim? Lokantaya yürüyerek mi gideyim, arabayla mı yoksa taksiyle mi? Lokantada yine aynı, o çok sevdiğim hamburgeri mi ısmarlayayım, yoksa bugün “vejeteryan takılıp” salata mı yiyeyim? Akşam geç mi dönerim? Kaç gündür annemle konuşmadım, erken dönersem annemi aramaya vaktim olur mu? Bunun gibi bir çok sorunun yanıtını verirken yaptığımız seçimler hayat tarzımızı ve kimliğimizi belirliyor. Peki dünyadaki 7.7 milyar insan olarak günlük yaşam kararlarımızı verirken ne ölçüde başka insanları veya başka türden canlıları düşünüyoruz? Bu kararların dünyanın dengesi ve bu dengenin sürdürülebilirliği açısından nasıl bir önemi var? COVID-19’un benim lokantada akşam yediğim hamburgerle ya da akşam annemi arayıp aramadığımla ilgisi ne?

Bu soruların yanıtını verebilmek için öncelikle bu virüsün tam bir antroposen yani insan çağı virüsü olduğunu söylemeliyim. Dünyanın her yerine yayılarak, doğa üzerinde giderek daha fazla dönüştürücü ve tahripkar olan insan; konutları, barajları, limanları ve sanayisiyle dünyayı hızla kirleterek, bitkiler, hayvanlar, bakteriler ve virüsler gibi diğer canlı türlerinin yaşam alanlarını önemli ölçüde sınırladı. Bu sorun Sanayi Devriminden başlayarak, Küreselleşme çağında hızlanan bir egemenlik savaşı haline geldi, ve diğer türlerin yaşaması insanın varlığına, seçimlerine ve vicdanına bağlı olmaya başladı. Bu yüzden COVID-19’un Dünyanın en kalabalık ülkesi ve son yıllarda küresel sanayide önemli bir aktör haline gelen Çin’de çıkması bir tesadüf değil. Tabii bu konuda Ortaçağ’dan kalma bir refleksle Çinlilileri suçlamak da hiç doğru değil, çünkü diğer canlı türlerinin yaşam alanını kısıtlama ve yaşamlarını sürdürmeyi zorlaştırmada neoliberal küreselleşme sistemi etkisinde yaşayan, kendileri farketmese de günlük yaşam seçimleri bu sistemin dayatmaları tarafından belirlenen tüm insanlar, yani hepimiz, farklı ölçülerde sorumluyuz.

Ancak biz insanlara tutunarak ve insandan insana geçerek yaşayabilen COVID-19’un ortaya çıkmasında insanların günlük hayat seçimleri kadar bunlara yön veren devlet ve kurum politikaları da sorumlu. Ekonomik büyüme odaklı politikalar, her ölçekte dayatılan rekabetçi yaklaşım, her konuda yapılan listeler ve listelerin en başında, o da olmazsa üst sıralarında olmak için birbirleriyle kıyasıya rekabet eden insanlar, kurumlar ve ülkeler… Kendilerini diğerlerinden üstün gören devletler, başka ülkelerin insanları istenmediği için devletler arasında giderek daha kalın çizgilerle belirlenen, yüksek çitler ve duvarlarla vurgulanan sınırlar…Tüm bu rekabetçi ortamda hayatı bireyci bir yarış olarak algılarken belki de COVID-19 gerçeğiyle kelimenin tam anlamıyla burun buruna gelince aslında bu yaşam tarzının ne kadar yıpratıcı ve yalnızlaştırıcı olduğunu anladık hepimiz.Tıp ne kadar ilerlese de, bazı hastalıklar ve ölüm karşısında hala kırılgan ve çaresiz hissediyoruz kendimizi ve bu yeni, distopik dünya düzeninin getirdiği yalnızlık hissi de bu olumsuz hisleri pekiştiriyor.

Biliyorum bu son paragrafta çok karanlık bir tablo çizdim ve buraya kadar okumayı başardıysanız, bile eminim bu son paragrafta okumayı bırakmayı ciddi ciddi düşündünüz. Ama hemen pes etmeyin, bu bireyci, rekabetçi ve yalnızlaştırıcı eğilimlerimizin dünyayı daha da tahrip eden kısır döngüsünü kırmanın bir yolu var. İnsanlık tarihinde yüzyıllar boyunca nice salgınları, felaketleri, savaşları ve kırımları atlatarak sağ kalmanın da en önemli yöntemi bu aslında: Birbirimizle dayanışma, yani ortaklaşa hareket etme, günlük hayat seçimlerimizi kendi eğilimlerimiz, zevkimiz ve rahatımız kadar diğer insanları ve canlıları da düşünerek yapma. Bu virüs yüzünden toplumsal hayatımızın sekteye uğramasını ve bunun bizde yol açtığı yalnızlık hissini, ancak Halk Sağlığı uzmanı Dr. Yeşim Yasin’in dediği gibi “diğerkam” olarak aşabiliriz. Hastalık ve ölüm karşısındaki çaresizliğimizi ancak hep birlikte, dayanışarak hafifletebiliriz, sadece diğer insanlarla değil, diğer canlı türleriyle de.Biliyorum hepimiz evlere kapandık, ama 65 yaşının altındakiler market alışverişi gibi temel ihtiyaçlar için dışarı çıkabiliyorlar. Ailemizde ya da çevremizde 65 yaşının üstünde, marketten bir ihtiyacı olan var mı? Lokantalar ve bir çok dükkan kapanınca onların beslediği sokak kedilerini ve köpeklerini bizler besleyebilir miyiz?

Eve kapanmak altyapısı sorunlu olan eski evlerde kalabalık düzende oturanları ve aile içi şiddet görenleri daha çok zorluyor. Aynı şekilde mülteciler ve hapislerde tutuklu olanlar COVID-19 korkusunu çok daha farklı bir boyutta yaşıyorlar, diğer yaşam zorluklarına ek olarak. Onlar için ne yapabiliriz? Onlarla nasıl dayanışabiliriz? Sosyal medyada sıklıkla okuduğumuz gibi hepimiz toplumun en zayıf halkası kadar güçlüyüz ve sağlıklıyız. O yüzden bir diğerimizin yaşam ve sağlık koşullarının iyileşmesine sağladığımız minicik bir katkımızın bize de olumlu etkileri olacak, sadece vicdanımızı rahatlatmak için değil, bu ekosistemde “hepimiz aynı teknede olduğumuz”, yaşamımızı sürdürebilmek adına birbirimize bağımlı olduğumuz için. Umarım COVID-19’un uzun vadeli toplumsal sonuçları küresel, neoliberal sistemin dayattığı rekabetçi, bireyci ve yalnızlaştırıcı düzeni biraz kırarak, dayanışmacı ve paylaşımcı eğilimlerin artması yönünde olur. Salgının ilk çıktığı Çin’in bugünlerde salgından en çok etkilenen İtalya ve İran’a yaptığı tıbbi ekip ve malzeme yardımları ve bir balkondan diğer balkonlara verilen konserler bu eğilimlerin ilk göstergeleri belki de. Ama çok daha fazlasına ve etkin, örgütlü dayanışmalara ihtiyacımız var artık.

TÜHİD’den Covid-19 Salgınına Karşı Mücadelede İletişim Uzmanlarına, Kurumlara, Halka ve Kamuoyuna Çağrı

A group of young business people in an office, brainstorming
A group of young business people talking in an office, brainstorming.

‘Covid-19 pandemisi dünya çapında bir sağlık seferberliği gerektiriyor, stratejik kriz yönetiminin yanı sıra doğru iletişim bu seferberlikte en önemli savunma araçlarımızdan biri!’

Küresel Yeni Koronavirüs (Covid-19) salgınında resmi verilere göre kriz yönetiminden daha fazlası gerekiyor.

Covid-19 hastalığının modern yaşamın hemen hemen her yönünü; sağlık, eğitim, ulaşım, ticaret, finans ve günlük hayatı önemli ölçüde durdurduğunu görüyoruz.

Covid-19 salgınıyla ilgili mücadelede sadece kriz yönetimi değil, bilgi kirliliğinden uzak, doğru bilgilendirmelerle sağlanacak doğru bir iletişimle, büyük bir dayanışma ve iş birliği içinde toplu bir hayatta kalma mücadelesi gerekiyor.

Küresel Covid-19 salgınıyla ilgili günümüze kadar olan gelişmeleri TÜHİD olarak değerlendirip, iletişim konusunda uzman bir sivil toplum örgütü olarak, halkla ilişkiler profesyonellerimiz ile tüm toplum ve kurumlar için geliştirdiğimiz tavsiyeleri paylaşıyoruz.

TÜHİD’ in İletişimcilere, Kurumlara ve Kamuoyuna yönelik tavsiyeleri:

İletişim danışmanlarına tavsiyeler;

  • Doğru iletişim bu büyük mücadelede en kritik faktördür.
    • İletişim profesyonellerinin karamsar bir iletişim dili kullanmamaları ve verecekleri mesajlara her zamankinden daha fazla dikkat etmeleri gereklidir.
    • Koronavirüs özelinde müşterileri için en kötü olasılıklar da dahil olmak üzere farklı senaryolar içeren kriz iletişim planlarını çoktan hazırlamış olmalıdır.
    • Güncel gelişmeler takip edilmeli müşterilerinin paydaşlarıyla iletişim sürecine destek olunmalıdır.
    • COVID-19 ile mücadelede, bilimsel kaynaklı doğru bilgi iletişimi çok önemlidir.
    • İletişimcilerin bilimsel sağlık okuryazarlıklarını hızla geliştirmeleri gereklidir.
    • Bireylerin yaşamsal sorumluluklarını hatırlatan, vurgulayan içerikler üretilmelidir.
    • Kamuoyu için yanlış bilgi, daha fazla belirsizlik ve korkuya yol açar.
    • Haber ve bilgiler mutlaka güvenilir kaynaklardan derlenmeli ve mutlaka kaynak belirtilmelidir.
    • Korkuyu besleyen herhangi bir taktikten uzak olmak gerekir.
    • T.C. Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü gibi güvenilir kaynakların bilgileri kullanılmalıdır.
    • Tüm iletişim stratejilerinde olduğu gibi doğru iletişim yapmak, hızlı olmaktan iyidir.
    • Bu olağanüstü dönemde gerçek verilerden ve güvenilir uzman analizlerinden yola çıkılmalıdır.
    • Duyarlı, tutarlı, empatik ve şeffaf bir iletişim dili benimsenmelidir.

Kurumlara tavsiyeler;
Şirketlerin ekonomik faaliyetlerini durduran/yavaşlatan, uzaktan çalışmanın neredeyse zorunlu hale geldiği bu dönemde;
• Dijital dönüşüm ve teknoloji yatırımlarına hız verilmelidir.
• Şirketler, ekonomik olarak kayıplarla karşı karşıya olsa da başta çalışanları olmak üzere toplumun ihtiyaçlarını daha fazla desteklemelidir.
• Paydaşlarla kurulan bağlar güçlendirilmelidir.
• Şirketler, çalışanlarının güvenliği ve sağlığına önem vermeli ve bunu göstermelidir.
• Evden çalışması mümkün olmayan üretim, lojistik ve güvenlik gibi birimlerde çalışanlar için her türlü önlemin alınması ve bunun iyi anlatılması önemlidir.
• Şirketlerin önümüzdeki birkaç ay boyunca pazarlama stratejilerini sağlık odaklı oluşturmalarında yarar vardır.
• Dünya Ekonomik Forumu’nda yayımlanan Rutgers Kurumsal Sosyal Yenilik Enstitüsü’nün İcra Direktörü Noa Gafni imzalı makaleye göre, COVID-19 krizi sırasında, iş liderlerinin çalışanları ve toplumu üç önemli şekilde desteklediği belirtiliyor:
o Zihinsel sağlığı teşvik etmek
o Finansal güvenlik sağlanması
o Küçük işletmeleri desteklemek

Kamuoyunun eksiksiz ve şeffaf biçimde bilgilendirilmeye devam edilmesi önemlidir. Buna göre; 
• Gerçekler ne kadar ürkütücü olursa olsun, belirsizlikten daha iyidir.
• Bilgi akışında kesinti ve belirsizlikten doğan iletişim boşluğunu, iyi ya da kötü niyetli spekülatörler doldurur.
• Sürekli ve kesintisiz bilgi akışını sağlamak spekülasyonları ve paniği önler.
• Panik ve korkuyu gidermek üzere gerçeği kısmen gizleyerek verilen haberler, zaman içinde güven kaybı yaratır ve paniği artırır.

Dünya Sağlık Örgütü’ nün (WHO) Salgın İletişim Rehberi’ne göre, kamuoyu iletişiminde izlenmesi gereken ilkeler şöyle:

• İletişimciler ve politika yapıcılar arasında samimiyetle güven oluşturulması kritiktir.
• Şeffaflık toplumda güveni artırır, paniği azaltır.
• Toplumla iletişimde güven her iki yönde de kritiktir.
• Kanıtlar, bireyler açık yüreklilikle bilgilendirildiğinde toplumun paniğe kapılmasının daha nadir olduğunu ortaya koymaktadır.
• Sorumluluk ve katılımcılık güvenin ayrılmaz parçalarıdır.
• Sorumluluk, katılım ve şeffaflık mekanizmaları güvenin oluşturulması ve sürdürülmesi açısından önemlidir. Ayrıca bu durum, güvenin düşük olduğu durumlarda güvenin tekrar yavaş bir biçimde inşası için de özellikle önemlidir.
• Toplumun ne düşündüğünü bilmeden başarılı mesajlar tasarlamak neredeyse imkansızdır.
• Toplumun özgün risklerle ilgili inanç, görüş ve bilgilerini anlamak iletişimcinin görevidir. Bu görev bazen “iletişim sürveyansı” olarak da adlandırılır.
• Toplumun kendi sağlığı ile ailesinin sağlığını etkileyecek bilgiye sahip olma hakkı vardır.
• Halk sağlığı çalışanlarının karar ve uygulamalarının, toplumun risk algısı ve güveni üzerine çok fazla etkisi vardır.
• Halk sağlığı çalışanlarının ana hedefi, olabildiğince az sosyal aksamaya yol açarak, salgını mümkün olduğunca hızlı kontrol altına almaktır.
• Etkin salgın iletişimi, bu hedefe ulaşmadaki araçlardan biridir.

Kriz Döneminde Finansal Yönetim Tavsiyeleri

Uzmanlar, kriz dönemlerinde şirketlerin satış ve karlılıklarının düşüş gösterip zarar edebileceğini buna rağmen doğru strateji ile şirketlerin ayakta kalabileceklerini belirtiyor.

Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs Covid-19 pandemisi, etkilerini her alanda sürdürmeye devam ediyor. Koronavirüs günlerinde öncelik her ne kadar sağlık konusunda olsa da bu dönemi ekonomik açıdan kazasız belasız atlabilmek önemli. Şirketler kendi yapılarına en uygun finansal yol haritasını çıkarmak için kafa yormanın yanı sıra finans danışmanlarının kapılarını çalıyor.

Herkesin gözünün kulağının küresel salgın ile ilgili gelişmelerde olduğu bugünlerde, Dinamo Danışmanlık Kurucu Ortağı, Kamu Özel Ortaklığı (PPP) ve Proje Finansmanı Uzmanı Fatih Kuran, ‘Kriz döneminde ne yapmalıyız?’ sorusuna şöyle cevap veriyor: “Öncelikle soğukkanlılığımızı koruyup asla panik yapmamalıyız. Kararlarımızı almadan önce objektif bir durum tespiti yapabilmek ve alacağımız kararların kısa-orta ve uzun vadede getirebileceği sonuçları ön görebilmek çok önemli. Genel kanaatim alınan ani kararların nadiren olumlu sonuç doğurduğu şeklinde olduğundan önemli kararları almadan önce ince eleyip sık dokumamız gerekiyor.

Türkiye’de kurulan yeni şirketlerinin yaşam sürelerine bakıldığında %80 gibi çok önemli bir bölümünün ilk 5 yıl içinde iflas ettiği görülüyor. Günümüzde, değişen dünyanın gerekliliklerine ayak uyduramayan, nakit akışını doğru yönetemeyen şirketler ekonomik değişimlerden de olumsuz etkilenerek yok oluyorlar. İş planlarını sürekli yenileyen ve çağdaş bir yönetim felsefesi benimseyen şirketler ise kriz ve değişimleri fırsata çevirip yollarına emin adımlarla devam edebiliyorlar.“

Fatih Kuran, kriz dönemini daha rahat atlatabilmek ve belki de fırsata çevirebilmek adına şirketlere 5 tavsiyede bulunuyor:

  1. Nakit Akış Yönetimi

Türkiye’deki pek çok şirket nakit akışlarını nasıl yöneteceğini maalesef tam olarak bilmiyor. Bu konuda çalışma yapmak finans ve muhasebenin sentezlenmesi gereken özel bir uzmanlık konusu olduğu için çoğu orta ölçekli şirket böyle bir kapasiteye sahip de değil. Türkiye’deki bankaların önemli bir kısmı ile yaptığım çalışmalarda ortak kanaat şirket iflaslarının veya zora girmesinin en önde gelen nedenlerinin başında nakit akışında yaşanan sıkıntıların geldiğidir. Gelir tablosundaki karın aslında muhasebesel bir değer olduğunun farkında olmayan şirketler kağıt üzerinde para kazanıyor olsalar bile gerçek de nakit akışı sıkıntısı yaşayabilmekte ve durumu yönetemeyen şirketler de iflasa doğru sürüklenmektedirler. Başka bir deyişle kar eden bir şirketin nakit akışında sıkıntı olabileceği gibi tam tersi de mümkündür. Amortisman, KDV, kredi ana para geri ödemeleri ve tahakkuklar gibi kalemler gelir ve nakit akış tablolarının farklı performanslar göstermesine neden olur. Her ne kadar şirket için kar önemli olsa da asıl performans nakit akışında belli olur. Nakit akışı fiili durumu yansıtır. Reel olarak şirketin cebine giren ve çıkan nakit hareketleri üzerinden hesaplama yapıldığı için gerçek durumu yansıtır. Büyük veya küçük ölçekli olduğu fark etmeksizin her işletme için önemli olan nakit akışı yönetimi ancak doğru şekilde yapıldığı takdirde uzun vadeli, başarılı ve sürdürülebilir büyüme ile karlılık söz konusu olabilmekte, şirketlerin devamlılığı garanti altına alınabilmektedir.Kriz dönemlerinde şirketlerin likidite bakımından güçlü olması büyük avantajdır. Nakit akışınızı güçlendirmeye ve likiditenizi arttırmaya çalışın.

  1. Karar Almak

Sıkıntıların ve stres katsayılarımızın fazla olduğu bu dönemde sakin kalmaya ve itidalli kararlar almaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Durumumuzu soğukkanlılık ile analiz etmeli ve kısa, orta, uzun vadede etkisini gösterecek sağlıklı tedbirler almak durumundayız. İşletme körlüğü yaşıyor olabiliriz ve dışarıdan daha objektif gözle durum değerlendirmesi yapabilecek danışmanlarla çalışmayı değerlendirebiliriz. İyi bir danışman şirket iş modeli geliştirmekten, karlılık analizlerine, maliyet optimizasyonuna ve nakit akış yönetimine kadar pek çok alanda şirketlere ekstra faydalar sağlayıp vizyonunu geliştirebilir.

Kriz dönemleri fırsatlar barındırsa da uzun vadeli karar almak için uygun zamanlar değildir. Kriz dönemlerinde riskler çok daha fazladır ve ileriye yönelik projeksiyon yapmak çok daha zordur. Uzun vadeli kararlarınızı erteleyin. Mutlaka bir karar almanız gerekiyor ise sizi uzun vadede bağlayacak nitelikte olmamasına özen gösterin. Bununla beraber bu dönemde özellikle gıda, bilişim teknolojileri, e-ticaret, perakende, sağlık ve ihracata dayalı sektörlerde şirketler için ekstra fırsatlar söz konusu olabilir. Bu tip şirketler önlerini özellikle satış ve gelir yaratma itibari ile daha uzun vadeligörebilecek güçlü bir pozisyona sahiplerse kararlarını daha uzun vadeli alabilirler.

  1. Kur Riski Yönetimi

Krize bağlı alınan parasal genişleme tedbirleri gelecekte kur artışlarına neden olabilir. Bu nedenle kur riski yönetimine her zamankinden daha fazla dikkat etmek gereklidir. Kur riski yönetiminin en temel prensibi doğal korunmadır. Gelirleriniz ile giderlerinizin aynı para birimi üzerinden olmasıdır. İhracat yapan bir şirketseniz ve döviz bazında borçlandıysanız kurların artmasından çok fazla etkilenmeyeceksiniz hatta TL olan maliyetleriniz varsa döviz bazında değer kaybettiği için ekstra kar ediyorsunuz demektir. Eğer gelir ve giderlerinizin para birimleri aynı değil ise ‘forward’ gibi finansal enstrumanlar kullanıp kur riskini yönetmeniz gerekir.

  1. Paranın Zaman Değeri

Bugün elinize geçecek olan paranın değeri ileride alacağınıza göre daha yüksektir. Buna paranın zaman değeri denilir ve alış veriş yaparken mutlaka hesaplanması gereklidir. Özellikle faizlerin yüksek olduğu dönemlerde paranın zaman değeri hesabını yapmak daha büyük önem taşır. Bir malı standart olarak 3 ay vadeli satıyorsanız ve peşin satışta ne kadar iskonto verebileceğinizi hesaplamak istiyorsanız elinize peşin para geçtiği zaman getirisinin ne olacağı üzerinden hesap yapabilirsiniz.

Örneğin:

Vadeli satış fiyatı : 1000 TL, Vade (n): 3 ay, Fırsat maliyeti (vade farkı veya faiz) (i): % 2 (aylık) ise

Peşin Satış Fiyatı = Vadeli Satış Fiyatı / ( 1 + i) ^n = 1.000 / ( 1 + %2)^3 = 942.32 TL şeklinde hesaplama yapılır.

Yukarıdaki örnekte fırsat maliyetiniz arttıkça daha fazla iskonto yapabilirsiniz. Fırsat maliyeti peşin parayı alıp işinize yatırmak ve para kazanmak şeklinde olabileceği gibi kredi geri ödemeleri için de değerlendirilebilir. Peşin parayı alıp kredi kapatacaksanız bu takdirde fırsat maliyetini aylık kredi faizi olarak düşünebilirsiniz.

  1. Maliyetleri Azaltmak

Kriz dönemlerinde ilk akla gelen hususlardan biri maliyetleri azaltmaktır ki tasarruf etmek anlamında maliyet düşürmek doğru bir yaklaşımdır. Bununla beraber satış, pazarlama, reklam, tanıtım faaliyetleri gibi işinizin artmasına direkt etki edebilecek kalemlerden kesmeye çalışırsanız dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olabilirsiniz. Maliyet optimizasyonu yaparken en başta değindiğimiz gibi soğukkanlı davranmamız ve neden sonuç ilişkisi çerçevesinde doğru kalemlerden tasarruf etmeye odaklanmamız gerekir. Özellikle eleman çıkarma konusunu aceleye getirmeyin. Çıkartacağınız kişi kadar geride kalacak olan şirket personeli üzerindeki olumsuz etkisini de hesaba katın. Kriz döneminden şirket olarak tek parça çıkmanız durumunda yaratacağınız aidiyet duygusunun olumlu etkilerini de dikkate alın. Eleman çıkartmak kaçınılmaz bir karar ise öncelikle kişilerin liyakatını dikkate alarak karar verin.

Medya ve Reklama Yapılan Yatırım 2019’da 11 Milyar Lirayı Geçti

Türkiye’de Tahmini Medya ve Reklam Yatırımları 2019 Yılı Raporu yayımlandı.Rapora göre; Türkiye’de toplam medya ve reklam yatımları, bir önceki yıla göre yüzde 6,2 oranında büyüyerek, 11 milyar 49 milyon TL oldu. Bununla birlikte medya yatırımları ise 2019 yılı sonunda, 2018 yılının aynı dönemine göre yüzde 5,6 oranında artarak, 8 milyar 839 milyon TL olarak gerçekleşti

Türkiye’de Tahmini Medya ve Reklam Yatırımları 2019 Yılı Sonu Raporu’na göre, toplam medya yatırımları 8 milyar 839 milyon TL olarak gerçekleşti. Yine bu dönemde toplam reklam ve medya yatırımlarının tutarı, 11 milyar 49 milyon TL oldu. İlgili rapor, Reklamcılar Derneği, Reklamverenler Derneği (RVD), İnteraktif Reklamcılık Derneği (IAB TR), Açıkhava Reklamcıları Vakfı (ARVAK), Ulusal Radyo Yayıncıları Derneği (URYAD) ve Mobil Mecralar Araştırma Pazarlama ve Reklamcılık Derneği (MMA) adına bağımsız danışmanlık şirketi Deloitte tarafından hazırlandı.

“Yeni bir döneme giriyoruz”

Rapor ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Reklamcılar Derneği Başkanı Volkan İkiler, Türkiye Tahmini Medya ve Reklam Yatırımları Raporu’nun, Reklamcılar Derneği tarafından on yıldır hazırlanarak yayınlandığına işaret etti.

Bu yıl Türkiye pazarlama iletişimi dünyası için çok önemli bir adım atarak, tüm sektör derneklerinin el ele verdiği ve sektörün gelişimi adına birbirleriyle daha da yakından çalışıldığı bir döneme girdiklerine de işaret eden İkiler, bu konuda, “2019 yılı itibariyle, medya yatırımlarını tüm sektör derneklerinin ortak çalışmasıyla açıklamaya karar verdik.

Reklamcılar Derneği öncülüğünde, Açıkhava Reklamcıları Vakfı (ARVAK), İnteraktif Reklamcılık Derneği (IAB TR), Mobil Mecralar Araştırma Pazarlama ve Reklamcılık Derneği (MMA), Reklamverenler Derneği (RVD) ve Ulusal Radyo Yayıncıları Derneği (URYAD) güçlerini birleştirdi. Doğru ve verimli ölçümleme ve raporlama için çalıştık ve çalışmaya devam edeceğiz. Tüm sektör dernek üyelerine ve başkanlarına destekleri için teşekkür ederim” şeklinde açıklamada bulundu.

“Zorluklarla başa çıkmanın formülleri bizim DNA’mızda var”

İkiler, Corona salgının sektöre olan etkileri hakkında ise şunları söyledi:

“Türkiye’de de ilk vakanın açıklanması ile sektörümüzün etkilendiğini söylemek doğru olur. Ancak, bizim sektörümüzde çok önemli bir pratik var. Zor zamanlarda kenetlenmeyi çok iyi biliyoruz; zorluklarla başa çıkmanın formülleri bizim DNA’mızda var. Hem reklamverenlerin aldığı hızlı aksiyonlar hem de ajansların hızlı çözümleri ile bu durumdaki en doğru adımların kısa zamanda atılmaya başlandığını söylemeliyiz. Uzun vadede kazananlar bu dönemde iletişimde kalanlar, güne adapte olanlar ve yaratıcılık performans dengesini doğru kuranlar olacak.”

“Zorlu günlerde sağlam duracağız ki yarınlara daha güçlü hazırlanalım”

Reklamverenler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Pura “Dünya’da sektörümüzde yaşanan gelişmeleri çok yakından takip ediyoruz ve 2020 yılının başından itibaren yaşanan Corona Virüsü salgını nedeniyle görüyoruz ki, bu eşine az rastlanır dönemde dahi sektörümüz sağlam duruşuna devam ediyor, toplumda birlik ve beraberlik ile farkındalık yaratmak adına üstlendiği misyonun hakkını veriyor. Kampanyalarında halka maddi manevi desteklerini açıklayan global reklamverenlerin yanında, yerel markalarımızdan ülke ekonomimize destek yaratan açıklamalar geliyor” dedi ve “Bu örneklerden aldığım ilhamla diyorum ki; doğa ve insanlık için yeni bir başlangıç olacak bu sancılı günlere rağmen reklam sektörü sağlam durmaya devam edecek ve yarınlara daha güçlü hazırlanacak. Markaya yatırım esastır, 2. Dünya Savaşı’nda reklama devam eden şirketlerin markaları bugün hala güçlü varlıklarını sürdürüyor, lütfen reklama devam!” diyerek görüşlerini ifade etti.

TV kuruluşlarının pazar payı yüzde 46

Medya yatırımlarında en büyük payı, 2019 sonu itibariyle sektörde yüzde 46 oranında pazar payına erişen televizyon kuruluşları aldı. Televizyonu yüzde 33,3 ile dijital mecralar takip etti. Üçüncü sırada yüzde 9,4 ile açıkhava yer aldı.

2019 yılında en büyük düşüş basın yatırımlarında yaşandı. Basın yatırımları toplamda yüzde 25,9 düşerek, yüzde 6,5 pazar payı ile dördüncü sıradaki yerini korudu. 2019 yılında televizyonlara yapılan medya yatırımı 4 milyar 68 milyon TL olarak gerçekleşirken, dijital mecralara 2 milyar 940 milyon TL’lik yatırım yapıldı.

2019 yılı genelinde medya yatırımları arasında dijital mecralara yapılan yatırımlar önemli ölçüde arttı. Dijital mecralara yapılan yatırım 2018 yılı ile karşılaştırıldığında yüzde 19 arttı. Medya yatırımları arasında en fazla paya sahip olan TV yatırımları ise yüzde 5 oranında artış gösterdi. Açıkhava yatırımları yüzde 2,5 artışla 831 milyon TL, basın yatırımları yüzde 25,9 düşüşle 578 milyon TL, radyo yatırımları yüzde 9,7 artarak 327 milyon TL olarak gerçekleşti. Sinema yatırımları söz konusu dönemde yüzde 7,1 arttı ve 95 milyon TL oldu. Radyonun toplam medya yatırımlarındaki payı yüzde 3,7 olurken, sinemanın payı yüzde 1,1’de kaldı.

Dijital mecralar yükselişte

2018 yılı ile karşılaştırıldığında 2019 yılında dijital mecralarda yüzde 19 büyüme ile

birlikte, toplam 2 milyar 940 milyon TL’lik(*) yatırım gerçekleştirildi.

2019’da dijital yatırım içinde en fazla payı 1 milyar 680 milyon TL ile display aldı. Display’deki artış yüzde 18,9 olarak gerçekleşirken, bu alanda gösterim/tıklama bazlı mecraların 2019 yılındaki payı yüzde 64, videoların yüzde 29, native’in payı yüzde 8 olarak gerçekleşti.

2019’da gösterim/tıklama bazlı reklam yatırımları, bir önceki yıla göre yüzde 11,4 oranında artarak, 1 milyar 69 milyon TL oldu. Yine 2019 yılında video bazlı yatırımları bir önceki yıla göre 36.9’luk artışla 483 milyon TL, native reklam yatırımları da bir önceki yıla göre yüzde 26,7 artarak, 128 milyon TL olarak gerçekleşti.

Dijital mecra yatırımlarının %64’ü mobil ekranlar, %36’sı ise PC ve laptop üzerinden gerçekleşmiştir. Geçen yıla göre mobil ekran harcamalarının toplam dijitaldeki kırılımı artmış ve %35,6 oranında büyümüştür.

Arama motorlarına yapılan yatırım yüzde 20,2 arttı

2019 yılında dijital mecra yatırımları içerisinde 2018 yılı ile karşılaştırıldığında en fazla yatırım artışı yüzde 20,2’lik artışla arama motorlarında oldu. Bu dönemde arama motorlarına, 1 milyar 110 milyon TL’lik yatırım yapıldığı görüldü. Arama motorlarını yüzde 10,5’lik artış ile ilanlar izledi. İlanlar için 2019’da 125 milyon TL yatırım yapıldı.

2019 yılında dijital medya yatırımlarının yüzde 20,5’ini sosyal medya, yüzde 64,2’sini mobil platform, 70,7’sini programatik satın alma yatırımlar oluşturdu.

Geçtiğimiz yıl, sosyal medyaya 603 milyon TL, mobil platformlara 1 milyar 887 milyon TL ve programatik satın almaya ise 2 milyar 79 milyon TL tutarında yatırım yapıldı.

Öte yandan, Açıkhava olumsuz koşullara karşın büyümesini sürdürdü. 2019 yılında 831 milyon TL olarak gerçekleşen ve % 2.5 büyüyen Açıkhava medya yatırımlarının 111 milyon TL’sini 2018 yılı ile karşılaştırıldığında yüzde 31,2 artışla dijital açıkhava, yine 111 milyon TL’sini yüzde 18.9’luk artışla büyük alan ve 609 milyon TL’sini de yüzde 3.8 düşüşle reklam üniteleri yatırımları oluşturdu.

Gıda ilk sırada

Sektörel bazda bakıldığında ise, 2019 yılında reklam yatırımları en büyük sektörlerin başında; gıda ilk sırada yer aldı. Gıdayı, ikinci sırada perakende ve üçüncü sırada ise kozmetik ve kişisel bakım sektörü takip etti.

Yine 2019 yılında reklam yatırımları en çok büyüyen sektörlerin başında ise; ev temizlik ürünleri geldi. Bunu sırasıyla perakende, kozmetik ve kişisel bakım izledi.

Dünya pazarı 2019’da da büyümeye devam etti

Öte yandan, Türkiye’de Tahmini Medya ve Reklam Yatırımları 2019 Yılı Sonu Raporu’na göre dünyada medya yatırımları tahminen 640 milyar Dolar’a ulaştı. Sektörün 2020 yılı tahmini ise 668 milyar Dolar olacağı yönünde. 2019 yılında, Dünya genelinde %4,4 büyüdüğü tahmin edilen toplam medya yatırımlarının %47’si dijital mecralara yapılırken, dijital mecrayı %29 ile televizyon mecrası takip etmektedir. Yıllık medya yatırım büyüklüğü 1 milyar ABD dolarının üzerinde olan 41 ülkedeki toplam yatırım hacmi $610 milyar olup, bu rakam dünya genelindeki toplam yatırımların yaklaşık %95’ini temsil etmektedir. Bu 41 ülkedeki medya yatırımları, bir önceki yılın aynı dönemine göre (yerel para birimleri ile) ortalama yüzde 9,1 seviyesinde büyüme gösterdi.

İlgili rapora göre Türkiye, medya yatırımları büyüklüğü açısından dolar bazında dünyanın 35. büyük pazarı konumunda yer alırken, toplam hacim içinde payı yüzde 0,2 seviyesinde. Rapora göre, Türkiye’de medya yatırımlarının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) içindeki oranı, en büyük 41 pazar içindeki en düşük oran olup, ülkemizin medya yatırımlarının GSYH’ye oranının sahip olduğu değerin yaklaşık 3,5 katlık bir büyüme potansiyeli olduğuna işaret edildi.

Sektörün 2020 yılı medya yatırımları tahmini ise 668 milyar Dolar olacağı yönünde idi ancak Covid-19 salgını nedeniyle, dünyanın iki büyük pazarı olan Amerika ve Çin’deki son gelişmeler, diğer yandan reklam sektörünün lokomotifi olan, 2020 Tokyo Olimpiyatları’nın da dahil olduğu birçok uluslararası organizasyonun iptali nedeniyle, 2020 büyüme hedeflerinin tekrar gözden geçirilmesi bekleniyor.

Siber Suçun Yükselişi Sürüyor

Amerika Birleşik Devletleri Federal Soruşturma Bürosu (FBI), 2019 yılı İnternet Suçları Raporu‘nu paylaştı. Siber güvenlik kuruluşu ESET’in duyurduğu rapora göre FBI, geçen yılın tamamında 3,5 milyar dolar kayba yol açan 467 binden fazla siber suç şikayeti aldı. Bu rakamlarla 2019, en yüksek şikayet sayısının ve şimdiye kadarki en büyük dolar kaybının yaşandığı yıl oldu. 2015’te yıllık kayıp 1,1 milyar dolar seviyesindeydi.

FBI raporuna göre ‘kurumsal e-postaların gizliliğini ihlal etme‘ (BEC- Business Email Compromise) toplam parasal kaybın yarısından fazlasını oluşturuyor. Bu suç, işletmelere neredeyse 1,8 milyar dolara mal olarak listedeki en yüksek maliyetli sahtekarlık türü olmaya devam ediyor. Üstelik bu sahtekarlıklar sürekli dönüşüm geçiriyor.

2013’te dolandırıcılar genellikle bir CEO’nun ve CFO’nun e-posta hesabını hackleyip kendilerine yasa dışı para transferi yapıyorlardı. Yıllar içinde stratejiler gelişerek kişisel veya personel e-postalarının gizliliğinin ihlalini ve avukatların e-posta hesaplarının takibini de içermeye başladı.

Bordro saptırma

Geçen yıl, bordro saptırma popüler bir BEC şekli haline geldi. Dolandırıcılar, İnsan Kaynakları ve bordro departmanlarını hedefleyerek mevcut ödeme dönemindeki doğrudan mevduat bilgilerini güncellemek isteyen çalışanlar gibi davranıyor. Güncellenen bilgiler genellikle parayı bir ön ödemeli kart hesabına yönlendiriyor.

Dolandırılan yaşlı sayısı yüksek

Siber güvenlik kuruluşu ESET’in mercek altına aldığı ve paylaştığı rapora göre yaşlıların dolandırılması da gittikçe büyüyen bir sorun olarak dikkat çekiyor. Tam olarak 68 bin 13 kişiyi hedef alan bu sahtekarlık türü en yüksek kurban sayısına sahip. Yirmili yaşların altında ise 10 bin 724 kurban var. Yaş aralığının belirtilmesi isteğe bağlı olduğundan kurban sayısı sorunun gerçek boyutunu yansıtmıyor olabilir.

Hangi konularla dolandırılıyorlar?

Yaşça büyük kişilerin genellikle hedef alındığı konular, romantik ilişkiler, teknolojik destek, memur taklidi ve loto dolandırıcılığı. Bu sahtekarlıkların kurbanları 835 milyar dolardan yüksek bir tutar kaybetti. Romantizm ve özgüven dolandırıcılığı tek başına yarım milyar dolar kayba yol açtı.

Teknik destek dolandırıcılığı yüzde 40 artış gösterdi

Sahtekarlar, yazılım lisansı veya banka hesabıyla ilgili aslında var olmayan bir sorunu çözme bahanesi altında kurbanlarıyla iletişime geçerek onları dolandırmaya çalışıyor. Teknik destek dolandırıcılığı, büyüyen bir sorun olmaya devam ediyor.

Bununla birlikte yakın zamanda sahtekarlar tanınmış seyahat şirketlerinin, finansal kurumların veya sanal para birimi döviz bürolarının temsilcilerini taklit etmeye başladı. Teknik destek dolandırıcılığı, 2019’da çoğu 60 yaş üzeri olan kurbanlar üzerinden yaklaşık 54 milyon dolar kayba yol açtı. Bu, önceki yıla kıyasla yüzde 40 oranında artış demek.

Fidye yazılımlarından oluşan kayıp üç kat yükseldi

Bu yöndeki kayıplar yaklaşık 9 milyar dolara ulaşarak 2018’de meydana gelen kaybın neredeyse üç katına çıktı. 2018’de 1.500 olarak raporlanan fidye yazılımı kurban sayısı da 2 bine ulaştı. Kimlik avı geçen yıl da en yaygın sorun olup 114 bin 72 kurbana yol açarken, ödememe ve teslim etmeme sahtekarlıkları 61 bin 832 kurbanla ikinci sırada yer aldı.

İyi haber

Kapanışı daha olumlu bir haberle yapmak gerekirse, FBI’ın Varlık Kurtarma Ekibi (Recovery Asset Team), sahtekarlıklarda kaybedilen paradan 305 milyon doların kurtarıldığını paylaştı.

AYD: İşletme Giderlerine İlişkin Basın Bülteni

Discussing business expenses
Close-up of unrecognizable colleagues analyzing data while discussing business expenses at meeting

Kamuoyunun da yakından takip ettiği üzere, tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 pandemisinin etkilerini azaltmaya ve sonlandırmaya yönelik bilimsel çalışmalar hızla devam etmektedir. Bu çalışmalar devam ederken, kamu sağlığı öncelikli konu olmakla birlikte, sosyal ve ticari hayatın da sürdürülebilirliği kamu menfaati için gereklidir.

Bu kapsamda AYD olarak, sürecin başından itibaren aldığımız tavsiye kararları ile kamunun sağlığı yanında sektörün tüm bileşenlerini de korumayı ana amaç haline getirmiş bulunmaktayız. Nitekim 17 Mart 2020 tarihi ve devam eden birkaç gün içinde perakendecilerin toplu şekilde uygulamaya koydukları mağaza kapatma kararından sonra oluşan fiili durumu, halk ve çalışan sağlığını da dikkate alan AVM’lerin büyük bir kısmı AYD’nin 19.03.2020 tarihli tavsiye kararını da değerlendirerek, alışveriş merkezlerini geçici süreliğine kapatma kararı almıştır.

AYD olarak bu süreçteki ilkemiz, sadece AYD üyelerinin veya ülkemizdeki AVM yatırımcılarının korunması değil; bilakis sektörün ana aktörleri olan AVM yatırımcıları ve kiracılar kadar, bu aktörlerle doğrudan ve dolaylı bağlantı içerisinde olan tüm sektörlerin (taşeronlar gibi) de ayakta kalmaya devam etmesine katkı sağlamaktır. Böylelikle Sayın Cumhurbaşkanımızın tüm demeçlerinde altını çizerek vurguladığı “istihdamın korunması” ve bu zorlu süreçten dayanışma ile dimdik çıkılması mümkün olacaktır. Bu nedenle, öncelikle bu süreçte geçici olarak kapama kararı alan AVM’lerin kapalı kaldıkları süre boyunca kiracılarından kira bedeli almamaları yönündeki tavsiye kararımızı da tekrar ediyoruz.

Gelinen aşamada işletme giderleri ile ilgili oluşan tereddütleri gidermek amacıyla yeni bir tavsiye kararı alınması ihtiyacı doğmuş ve nihayetinde;

– Market ve eczane gibi temel ihtiyaçların karşılandığı mağazaların açık olması nedeniyle AVM’lere giriş çıkışın hala devam etmesi,

– AVM yatırımcıları, kiracı/perakendeci ve ayrıca AVM’nin işletilmesinde hizmet veren tüm taraflar bakımından istihdama sağlanan katkının kesintisiz/eksiksiz devamını sağlama amacının korunması,

– Açık kalmaya devam eden AVM’ler kadar belirli sebeplerle geçici süreliğine kapalı durumda olan AVM’lerin de kiracılarının faaliyetlerini her an sürdürmeye devam edecekleri ve ziyaretçilerini de her an aynı memnuniyetle AVM’lerde ağırlamaya devam edeceği anlayışıyla, gerekli işletmesel operasyonlarını sürdürmesi,

– Kiracıların ürünlerinin/mallarının AVM’lerin açık olduğu zamandan farksız olarak korunması, kiralananın zarar görmemesi için alınması gerekli güvenlik önemlerinden AVM’nin temizliği, havalandırılması veya teknik alt yapısının çalışır durumda bulundurulmasına kadar gerekli hizmetlerin de alınmaya devam etmesi

gibi sebeplerle işletme giderlerinin kiracı/perakendecilerden mevcut mevzuat ve sözleşme hükümlerine uygun olarak alınmaya devam edilmesi yönünde tavsiye kararı alınmıştır. AVM

yatırımcıları bakımından bir gelir olmayan bu giderlerin istihdama olumsuz etki oluşturmayacak şekilde azalan maliyetlerle gerçekleştirilmesi konusundason derece hassas davranılmaktadır.

213 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin Hazine ve Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden 24/03/2020 tarihinde Hazine ve Maliye Bakanlığınca yayınlanan 518 Sıra Nolu VUK Genel Tebliği ile AVM ve perakende sektörü bakımından mücbir sebebin gerçekleştiğine dair düzenlemeler yayımlanmıştır. Mücbir sebebin ise AVM’ler ve onların bileşenleri, perakendeciler, çalışanlar, kamu ve bankalar itibariyle belli hak ve yükümlülükler doğurduğu da unutulmamalıdır. Bu süreçte kendi iradesiyle kapatma kararı veren AVM yatırımcıları varlık nedeni olan kira gelirinden, kapalı kaldığı süre boyunca fedakârlık etmektedirler. Yüzyılın felaketi olan bu beladan kurtulabilmek için AVM maliki ve yatırımcısı dışındaki diğer tüm paydaşlarımızdan da aynı anlayışı bekliyoruz. Özellikle perakendeci ve AVM’lerde istihdam kaybının oluşmaması için azami gayretin gösterilmesini tavsiye ederiz. Gün birlik ve beraberlik günüdür; herkesin elini taşın altına koyma zamanıdır. Bizler AVM yatırımcıları olarak birlik, beraberlik, halkın sağlığı ve bekası için elimizi taşın altına koyduk; aynı yaklaşımı da herkesten bekliyoruz.

Kendi kararıyla kapatma kararı alan AVM’ler kapalı kalınan dönemde kira gelirinden fedakârlık etmekle birlikte istihdam kaybını önlemek adına ve yukarıda ifade ettiğimiz gereklilikler nedeniyle işletme giderini kiracılardan almak zorundadırlar. Bu nedenle, perakendecilerimizden de işletme giderleri ve istihdamın azaltılmaması konusunda azami ihtimam gösterilmesini bekliyoruz.

Kamu tarafında ise SGK, muhtasar ve KDV gibi vergilerin ötelenmesi gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle başta Sn. Cumhurbaşkanımıza ve tüm kamu görevlilerine teşekkür ederiz. Ayrıca Bankalardan da aynı yaklaşım ve desteği beklediğimizi eklemek isteriz. AVM’lerde yürütülen faaliyetler ekonomimizin önemli bir bölümünü teşkil ettiğinden AVMlerin üzerindeki finansal yüklerin hafifletilmesi de büyük önem arz etmektedir. . Onların yok olmaması âtıl duruma düşmemesi için bankalarımızın da bu süreç boyunca ödemelerimizi faizsiz olarak kredi taksitlerinin bittiği süre sonuna ötelenmesini talep ediyoruz.

Tüm bu açıklamalarımız ışığında AYD olarak, istihdama katkıyı sürdürmeye devam edeceğimizi paylaşır; eskiden olduğu gibi bundan sonraki süreçte de tüm tarafların bu katkıyı sağlayacağına ve dayanışmanın güzel bir örneğini sergileyeceğine olan güvenimizin tam olduğunu belirtiriz. Bu süreçte ülkemizde halk sağlığını korumak için canla başla görev yapan sağlık çalışanları başta olmak üzere tüm kamu görevlileri ile temel ihtiyaçları vatandaşlarımıza temin etme gayretinde olan özel sektör çalışanlarına da şükranlarımızı sunarız.

H&M group Sürdürülebilirlik Performansı Raporu 2019 Açıklandı

Bugün H&M group Sürdürülebilirlik Performansı Raporu 2019 yayınlandı. Şirket, döngüsel ve iklim pozitif modayı yaratırken aynı zamanda adil ve eşitlikçi bir şirket oluşuna dair gösterdiği gelişimlerinin altını çiziyor.

“2019’da gerçekleştirdiğimiz tüm gelişmeler adına gururluyum. İleriye baktığım zaman sadece sektörümüzün değil, dünyanın tamamının hızlı bir şekilde değişmeye devam edeceğini görüyorum. Bu 2020 yılı sadece şirketleri ve toplumları değil tüm dünyayı zorlayan COVID-19’un yayılmasıyla başladı. Eminim ki, sürdürülebilirliğe dair, her zaman sahip olduğumuz ve sahip olmaya devam edeceğimiz uzun vadeli vizyonumuz, eskisinden daha da fazla, tüm zorlukları atlatmamızda oldukça önemli bir rol oynayacak. Döngüsel ekonomiye ve sürdürülebilir tüketime dair olan yolculuğumuzla eş zamanda iş olanaklarına dair refah sağlamamız her zamankinden daha da mühim olacak. Bu rapor dünyanın her yerinde bulunan ve her gün modanın geleceğini değiştirmek için uğraşan ekip arkadaşlarımızın gösterdikleri çabanın bir özetidir.” diyor Anna Gedda, H&M group Sürdürülebilirlik Başkanı.

2019’dan bazı önemli notlar:

  • Geri dönüştürülmüş veya diğer sürdürülebilir tedarikli pamukta %97 seviyesini yakaladık ve 2020 sonrasındaki koleksiyonlarımız için alışılagelmiş pamuğu kullanmayacağız.
  • Materyallerimizde geri dönüştürülmüş veya daha sürdürülebilir kaynaklardan tedarik oranlarında %57 seviyesini de yakaladık ve 2030 hedefimiz olan %100 seviyesine ulaşmak için gerekli adımları atmaya başladık.
  • Şirketten şirkete (B2B) servisimiz Treadler’ı devreye alıyoruz. Treadler tekstil ve kumaş tedarikçilerinin H&M group üretim zincirine girişini sağlarken, firmaların sürdürülebilir sosyal ve çevreci değişimleri kendi katma değer zincirlerine daha hızlı adapte etmelerine olanak sağlamaktadır.
  • Döngüsel iş modellerini inceledik ve talep bazlı, özelleştirme, onarım, kiralama, yenileme, ticari ve yeniden kullanılabilir paketleme gibi çeşitli döngüsel girişimler başlattık.
  • Döngüsel Yenilik Laboratuvarımız, Infinited Fiber firmasının geri dönüştürülmüş pamuk tekstil ürünlerinden yaptığı selülozik lif gibi yeni sürdürülebilir materyalleri ve Re:newcell firmasının devrimsel anlamda ilk kez yapılan kimyasal geri dönüştürülmüş materyali Circulose’ un 2020 başlarında bu devrimsel teknoloji ile ilk ürününü sunmasında öncülük etti.
  • CDP’nin prestijli İklimde A-listesi’ne iklim değişikliğine karşı öncü faaliyetlerimiz sebebiyle katılmayı hak kazandık.
  • Viskoz ve insan yapımı selülozik lifli ürün tedarikçilerinin haritalanması ve belirlenmesi çalışmalarına başladık ve Değişen Pazarın yol haritasında sorumlu viskoz tedarikçilerinin belirlenmesinde öncü rol üstlenici olarak sınıflandırıldık.
  • 600’ ü aşkın tedarikçimiz ile tekstil ve deri tedarik zincirimizin %100’ü Sıfır Zararlı Kimyasal Atık Programına dahil oldular.
  • 900.000 tedarik zinciri çalışanı geliştirilmiş ücret yönetim sisteminden faydalandı ve 1.1 milyonu aşkın çalışana endüstriyel ilişki ve işyeri diyalog programları tarafından ulaşıldı.

2018’e nazaran 40% artışla- 29,005 ton kıyafet topladık, yıllık hedefimiz olan 25,000 tonluk hedefimize bir sene evvel ulaşmış olduk.

Karaca’dan Sağlık Çalışanlarına Destek Geldi

Textured white crumpled sheets
Horizontal version of textured white crumpled sheets

Karaca Grup, Korona virüs salgınına karşı mücadeleye destek için Türkiye’deki tüm devlet hastanelerinin yoğun bakım ünitelerine çarşaf ve yastık kılıfı yaptırdı.

Dünyayı etkisi altına alan Korona Virüs (Covid-19 )’le mücadeleye karşı önemli bir destek de Karaca Grup’tan geldi. Karaca Grup, Türkiye’deki tüm devlet hastanelerinin yoğun bakım ünitelerindeki yataklar için çarşaf ve yastık kılıfı yaptırdıklarını açıkladı.

Ülkemizde de ölümlere yol açan Covid– 19 salgınının ortaya çıkarttığı olumsuzlukların önüne geçilebilmesi için Karaca Grup, devlet hastanelerinin yoğun bakım ünitelerindeki yetişkin yatakları için çarşaf ve yastık kılıfı yaptırarak destekte bulundu. Karaca Grup’tan yapılan açıklama şöyle: “Karaca ailesi olarak; dünyada ve ülkemizde yaşanan bu zor dönemde, birlik ve beraberlik ruhu ile dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu biliyor ve bu mücadelemizde haftalardır kahramanca durmaksızın çalışan başta Sağlık Bakanlığımız olmak üzere tüm sağlık çalışanlarımıza gönülden teşekkür ediyoruz. Biz de üzerimize düşen görevi yerine getirmek ve ülkemize destek olmak adına; Türkiye’deki tüm devlet hastanelerinin yoğun bakım ünitelerindeki yetişkin yataklarına çarşaf ve yastık kılıfı yaptırarak sağlık çalışanlarımızın ve milletimizin yanında olduğumuzu ifade etmek istiyoruz. Millet olarak, bu zor günleri de elbirliğiyle, sevgiyle atlatacağız.”

İKMİB Tarafından 100 Bin Litre Dezenfektan Teslimi Yapıldı

TİM’in Üretim Seferberliğinde Dezenfektanlar Teslim Edildi İKMİB TARAFINDAN 100 BİN LİTRE DEZENFEKTAN TESLİMİ YAPILDI

Türkiye İhracatçılar Meclisi öncülüğünde 61 ihracatçı birliğiyle başlatılan milli ve yerli üretim seferberliği kapsamında 1 milyon adet maske ve 100 bin litre dezenfektan üretilerek kamu hastanelerinin ihtiyacına sunuluyor. Bu kapsamda hızla hareket eden İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) tarafından 100 bin litre dezenfektanın teslimatı gerçekleştirildi.

İKMİB üyesi üretici ve ihracatçı firmalardan sağlanan dezenfektanlar, Sağlık Bakanlığı yanı sıra, İstanbul Üniversitesi Çapa Hastanesi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesi, Akdeniz Üniversitesi Hastanesi ve Türk Kızılayı’na teslim edildi.

Tüm insanlığı tehdit eden ve pek çok yönden yıkıcı sonuçlar doğuran COVID-19 salgınıyla mücadelede, yaşamın her alanına dokunan kimya sektörünün de hayati önem taşıdığını vurgulayan İKMİB Yönetim Kurulu Başkanı Adil Pelister, konuyla ilgili yaptığı açıklamada; “Ülke olarak zor günlerden geçtiğimiz bu süreçte; Türkiye’nin ihracattaki ikinci büyük sektörü olan kimya sektörünün birliği İKMİB olarak “ÖNCE SAĞLIK” anlayışıyla hareket ederek sorumluluğumuz gereği vatani bir görev daha üstlendik. İlk günden beri, başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere Sağlık Bakanlığımız, Bakanlıklarımız ile Bilim Kurulumuzun aldığı kararlar ve tedbirler doğrultusunda, hızla sağlık sektörümüzün ihtiyaçlarını karşılamak için TİM’in öncülüğünde yeni bir üretim seferberliği başlattık. Gece gündüz demeden özveriyle çalışan tüm hekimlerimiz ve sağlık personelimiz için dezenfektan ve temizlik malzemeleri başta olmak üzere gerekli olan her türlü kimyasalların tedariğini İKMİB olarak sağlayacağımızı söyledik. Bu kapsamda, 100 bin litre dezenfektan ürününü Sağlık Bakanlığımız başta olmak üzere, İstanbul Üniversitesi Çapa Hastanesi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesi, Akdeniz Üniversitesi Hastanesi ve Türk Kızılayı’na teslim ettik” dedi.

Tüm dünyada yaşanan bu zorlu süreçte İKMİB olarak imkanlarını hastanelerin kimyasal ihtiyaçları doğrultusunda kullanmaya karar verdiklerini belirten Pelister; “Birlik Başkanı ve ihracat yapan bir sanayici olarak ben de ihracatçılarımızın sıkıntılarını anlıyorum. Ama ülkemizde bir ateş varken bu ateşi söndürecek ürünleri ülkemizde kullanmamız çok önemli. Devletimizle tek vücut olarak, resmi makamlarımızın uyarılarını dikkate alıp, taleplerini harfiyen yerine getirmemiz gerektiğini bir kez daha belirtmek istiyorum. Bu süreç bittiğinde açıklarımızı kapatmak, ihracatımızı artırmak ve ülkemizin ekonomisinin gelişmesi için daha çok çalışacağız. TİM Başkanımız Sayın İsmail Gülle’ye üretim seferberliği konusundaki katkılarından dolayı da çok teşekkür ediyoruz” şeklinde konuştu.

Aylık 2,5 milyon litre dezenfektan üretme kapasitesi var

Dezenfektan üretiminde etil alkol kullanıldığını belirten Pelister, “İKMİB olarak girişimlerimiz sonucunda, sektörümüzün etil alkol ihtiyacının şeker fabrikalarındaki melastan üretilen biyoetanolün akaryakıtta %3 oranına kullanımı yerine, dezenfektan ve kolonya üretimine yönlendirilmesi konusunda önemli bir katkımız oldu. Bununla birlikte, alkol ithalatındaki gümrükte yaşanan sıkıntıların minimize edilmesi gerekiyor. Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu’ndan (TAPDK) alınan alkol ithalat izin süreçlerinin ve yurt içindeki firmalarımızın şeker fabrikalarından etil alkolün alınması ile ilgili izin süreçlerinin hızlandırılması, dezenfektan üretimin yapılabilmesi için çok önemli. Aylık 2,5 milyon litre dezenfektan üretme kapasitemiz bulunuyor. Bu kapasiteyi de şu an tam olarak kullanmamız gerekiyor. Hammadde ve ambalaj malzemelerinin tedariğinde tüm engellerin kalkması gerekiyor” dedi.

 

Dezenfektan alırken bunlara dikkat edin

Piyasada onlarca farklı dezenfektan ve merdiven altı üretim olduğunun da altını çizen Adil Pelister dikkat edilmesi gerekenleri ise şöyle sıraladı;

 

  • Dezenfektan ve maske gibi ürünlerin mutlaka güvenilir yerlerden alınması ve ürün takip sistemi (ÜTS) kaydı var mı diye kontrol edilmesi gerekiyor.
  • Dezenfektan ürünlerin üzerinde etikette, Sağlık Bakanlığı’ndan alınmış ruhsatın tarihi ve numarası mutlaka olması gerekiyor.
  • Üretim yeriyle beraber firmanın açık adresinin olması gerekiyor.
  • Tüketiciler dezenfektan şişelerinin üzerinde yazılı bulunan adresleri arayıp kontrol edebilirler.
  • Özellikle ruhsatının sorulması yani üretim izni olup olmadığının sorulması gerekiyor.
  • El temizleyecek ürünlerde antiseptik olması gerekiyor.
  • Bu ürünler belli bir fiyat politikası üstünden satılmaktadır, çok ucuz dezenfektan ürünleri tercih edilmemeli

Bazı ucuz ürünler ciltte alerji, dökülme, aşınma ve kızarıklık gibi problemlere de neden olabilir.