Koronavirüs Medyayı Yeniden Dizayn Etti

 

Koronavirüs, her sektörde olduğu gibi medyayı da etkiledi. Gazeteciler, PR şirketleri ve firmalar pandeminin ilk döneminde bocalama yaşarken bu sürece uyum sağlamaları kısa sürdü. İletişim uzmanı, eğitim ajansı yazarı Arzu Kalaylı, “Koronavirüs, medyayı yeniden dizayn etti. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedi.

Medya Tarihinde İlk

Gazetecilerin en kötü zamanlarda dahi görevlerini sürdürdüğünü belirten Kalaylı, “Depremler, seller, darbeler, savaşlar… En kötü olaylarda bile gazeteciler görevlerine devam ederlerdi. Ancak koronavirüs belki de gazetecilik tarihinde ilk defa gazetecileri de evlere kapattı. Gazeteciler, görevlerini evlerde yapmak zorunda kaldılar. Bu süreçte haber merkezlerinin çoğunda gazetecilerin üçte ikisi evden çalıştı. Hatta bazı kurumlarda tüm gazeteciler, evden çalışma düzenine geçti. Şüphesiz bazı haber merkezleri, koronavirüs bitse de evden çalışmaya devam edecek” diye konuştu.

Sağlık Haberciliğinin Önemi Arttı

Arzu Kalaylı bir değişimin ise gazetelerin sağlık servisleri ile sağlık dergilerinde yaşandığını belirtiyor. Kalaylı, “Koronavirüs öncesinde çoğu gazetenin sağlık servisleri kapatılmış, uzman sağlık muhabirleri farklı haberlere yönlendirilmişti. Koronavirüsün başlamasıyla sağlık muhabirlerinin, sağlık dergilerinin önemi daha da net anlaşıldı. Okurlar uzman muhabirlerin elinden çıkmış haberler okumak istedi” dedi.

Online Toplantılarla Tanıştık

Pandeminin ilk dönemlerinde medya sektöründe birçok sorun yaşandığını belirten Kalaylı, “Koronavirüsün ilk dönemleri PR sektöründe de bir bocalama yaşandı. İlk dönemde markalar, medya yatırımlarını kesmeye başladı. Fakat bunun yanlış bir hamle olduğunu kısa süre içerinde anladılar ve bu sürece ayak uydurmaya başladılar” diye konuştu. Koronavirüs öncesinde basın toplantılarının çok nadir bir şekilde online yapıldığını belirten Kalaylı “Toplantılarımızı online yapmaya başladık. İlk etapta verim konusunda şüpheler bulunuyordu. Fakat hem gazeteciler hem de firmalar çok memnun kaldı. Çünkü zamandan büyük bir tasarruf sağlarken, daha çok insana ulaşma ve masraftan kurtulma imkânı da sağlıyor” ifadelerini kullandı.

Dijitale Yatırım Yapan Kazandı

Medyada dijitalleşmenin son yıllarda hızlandığını koronavirüsle de bunun zirve yaptığına dikkat çeken Arzu Kalaylı, “Gazetelerin son yıllarda internet üzerinden takibi artmıştı. Birçok medya kuruluşu dijitale yatırım yapıyordu. Koronavirüsle beraber özellikle gazete tirajları düşmüş, okurlar dijitale yönelmişti. Bu süreçte dijitali güçlü olan gazeteler kazandı. Aynı şekilde markalar da dijital yayın organlarıyla müşterilerine direkt ulaşma imkânı yakaladı” dedi.

Güvenilir Kaynak Arandı

Kalaylı’ya göre pandemi güvenilir haber kaynaklarının da önemi artırdı. Kalaylı, “Salgın döneminde sosyal medyada dolaşan asılsız haberler, WhatsApp’taki ses kayıtları derken büyük bir bilgi kirliliği vardı. Bu noktada okurlar, doğru habere ulaşmanın önemini daha net fark etti. Bu nedenle gazeteler, TV’ler ve gazetecilerin takip edilme oranı arttı” dedi.

Dijital Pazarlama İle Gelirler Yüzde 20 Artıyor!

 

Boston Consulting Group (BCG) tarafından yapılan araştırmaya göre, dijital pazarlama yeteneklerini geliştiren işletmeler, gelirlerini yüzde 20 artırırken maliyetlerini yüzde 30 azaltabiliyor.

 

Boston Consulting Group’un gerçekleştirdiği “Veriye dayalı pazarlamadaki dönüşümle güçlü büyümeyi sağlama” araştırmasına göre, dijital pazarlama yeteneklerini geliştiren işletmeler, yüzde 20’lere kadar gelir artışı ve maliyetlerde de yüzde 30’a varan tasarruflar elde edebiliyor. Araştırma aynı zamanda, kurum kültürü gelişiminin en az dijital pazarlama araçları kadar önemli olduğuna da işaret ediyor. Araştırmada kurum kültürünün ve insan faktörünün dijital pazarlama üzerindeki yüksek etkisi ortaya koyuluyor.

Veriyi kullanan gelirini yüzde 33 artırıyor

BCG tarafından açıklanan araştırma, veriye dayalı ileri teknolojilerin kullanımının dört ile altı haftada etki ettiğini gösteriyor. Reklam verenler bu sayede hedef kitlelerine dokunan aksiyonlarını yüzde 50 oranında artırabiliyorlar. Bu artış, işlem başına maliyette yüzde 44 oranında tasarruf ve reklam harcamalarından elde edilen gelirde yüzde 33’e varan artış avantajı sunuyor.

İK Profesyonellerinin radarında dijital pazarlama var

Şirketler için dijital pazarlamanın artık alternatif değil ana strateji olduğuna dikkat çeken EG Bilişim Teknolojileri CEO’su Gökhan Bülbül: “Bu alanda yeterince uzmanlaşmak, faklı satış kanalları hakkında bilgi sahibi olmak ve yetkinlik alanını geliştirmek, ciddi ve derin bir bilgi birikimi gerektiriyor. Dijital pazarlamada başarılı stratejiler oluşturmak isteyen şirketler, kurum kültürlerine yatırım yaparken bu alanda yetkin insan kaynaklarına ulaşmak ve mevcut pazarlama takımına yeni yetenekler kazandırmak için çaba harcıyor. Yetişmiş insan kaynağı, şirketlere yüzde 20’lere varan ek kazançlar sağlıyor. Maliyetlerde ise yüzde 30’lara varan bir tasarruf sağlanabiliyor” dedi. EG Bilişim’in her büyüklükteki işletmenin dijital pazarlama teknolojilerinden kolayca yararlanabilmesini sağladığını kaydeden Bülbül, sözlerini şöyle noktaladı: “İşletmelere dijital pazarlama alanında oluşturduğumuz bilgi birikimimizi aktararak bu alanda varmak istedikleri hedefe yönelik stratejilerini belirliyor ve onlarla birlikte bu hedefe emin adımlarla ilerliyoruz” dedi.

Akreditiflerin Teyidi Koşulsuz Garanti Midir?

AKREDİTİF TEYİDİ NEDİR?

İhracat ve ithalat yapanların şahsi itibarlarının yerine bir bankanın itibarının yer alması olup, sevk sırasında ihraç edilen mal bedelinin ihracatçının eline emniyetle geçmesini sağlayan bir taahhüttür. Esas olarak, hem ithalatçıyı hem de ihracatçıyı koruyan bir işlemdir. İhracatçı, malların sevkini müteakip şartlara uygun vesaiki bankasına ibraz ettiği takdirde, ödemenin kendisine yapılacağının garantisi altındadır. Öte yandan ithalatçı ise, sevkiyat gerçekleştirilmeden ödemenin yapılmayacağını ve ihracatçıya ancak uygun vesaik ibrazı karşılığında ödemenin yapılacağını bilir.

İhracatçının akreditifle ilgili mallarını yükleyip uygun evrakları bankasına verdiğinde, fatura bedelinin ödeneceğinin garanti edilmesi desek de, ülkeler arası, hatta kıtalar arası yapılan ticarette ithalatçının bankasının akreditifte ödeme garantisi vermesi ihracatçıyı pek ikna edememektedir. İhracatçı firma kendi bankasına güvenmesi ve kendi bankasının güven vermesi yerine neden akreditifi açan bankaya güven etsin ki? İşte bu yüzden ihracatçı gönderdiği mallara ait uygun fatura bedelinin ödenmesi için garantinin kendi bankası tarafından verilmesini ister ve buna bağlı olarak basit bir ifade ile akreditifi ihbar eden ihracatçının bankası, uygun şartlar ve uygun evrakların ibrazı halinde ödemeyi kendi bankası tarafından yapılacağının garanti etmesine teyid denir.

Teyid; iki bankanın birbirlerine kefil olmasıdır. Aralarında her hangi bir ilişki, hukuki ve bağ olmayıp sadece akreditif işleminden dolayı kefil olunması anlamındadır. Akreditifin koşullarına bağlı olarak akreditif bankası tarafından açılan ve lehtara ihbar edilirken akreditife teyidini ilave eden bankadır. Teyid bankası, akreditif bankası ile aynı yükümlülüğü üstlenir.

AKREDİTİF TEYİDİ KOŞULSUZ GARANTİ MİDİR?

Elbette ki hayır? Akreditif teyidi akreditif koşullarına uygun şartlar oluşması halinde ödemenin garanti edilmesi olduğuna göre, ya koşullar akreditif koşullarına uygun değilse bu durumda teyid yine garanti verecek midir? Mesela akreditif evrağında bir rezerv olması durumunda akreditifteki o yüce garanti diye bildiğimiz teyid de ortadan kalkar. O halde teyid ihracatçıya sadece olumlu koşullarda garanti vermekte, olumsuzluk halinde yani akreditif evrağında rezerv olması halinde akreditifte yer alan tüm bankaların yükümlülükleri ortadan kalktığı gibi teyid bankasının da ödeme garantisi ortadan kalkar.

Akreditifin teyidi uygun koşulların sağlanmasına bağlıdır.

HER TEYİD VEREN BANKAYA GÜVEN ETMEK YERİNDE MİDİR?

Asla yerinde değildir. Teyid veren bankanın mali gücü, ülke riski ve taahhütlerine ne kadar bağlı olduğu konusunda riskleri göz önünde bulundurmak yerinde olur. Teyid veren bankanın riski göz önüne alındığında teyid veren bankanın iflası halinde akreditifimiz teyidten yoksun kalır, akreditifi açan bankanın ödeme güvencesiyle baş başa kalınır. Her teyid veren bankaya sonsuz bir şekilde güvenilmemeli ve her adımda bir riskin var olduğu hatırlanmalıdır.

Buyer Network Marka Ailesi ve Tüsayder İşbirliğine İmza Attı

Satınalma ve tedarik zinciri mesleklerinin ülkemizde gelişimine büyük katkı sağlayan Buyer Network ve Türkiye Satınalma Profesyonelleri ve Yöneticileri Derneği – Tüsayder işbirliğine imza attı. Mesleğin gelişimi için ortak projelerin üretilmesi, konferans, eğitim ve webinarların düzenlenmesinde mutabakata varıldı.

İşbirliği ile ilgili Buyer Network Marka Ailesi kurucu ortağı Prof. Dr. Murat Erdal şunları söyledi:

Buyer Network İş ve Ticaret Platformu olarak sektörel ve mesleki işbirliklerine büyük önem veriyoruz. Ülkemizde B2B ticaretin gelişiminde önemli bir mesafe aldık. Bugün kurumsal pazarda 9.000 üyemizle ilişki geliştirmek isteyenler için stratejik bir platform haline geldik. Satınalma Dergisi olarak 8. senemizdeyiz. Tüsayder ve Dernek Başkanımız Sn. Murat Altun büyük bir özveri ile ülkemizde satınalma mesleğin gelişimi için büyük çaba harcıyor.
Birlikte çok yönlü çalışmalar yapacağımızdan eminim. İşbirliğimiz hayırlı olsun.

Tüsayder Başkanı Sn. Murat Altun ise şu değerlendirmeleri yaptı:
Ülkemizde satınalma mesleğinin gelişimi için önemli projelere imza attık. Dijital çalışmaları ve dayanışmayı her zaman önemsedik. Aynı amacı ve ortak hedefleri olan iki büyük kurumun birlikteliğini önemsiyoruz. Buyer Network kurucusu Prof. Dr. Murat Erdal ile birlikte mesleğin gelişimine büyük katkılar sağlayacağımızı düşünüyorum.

 


Tüsayder | Satınalma Profesyonelleri ve Yöneticileri Derneği

www.tusayder.org

İşçinin, İşyerinde Maske Takmaması, Sosyal Mesafe Kuralına Uymaması Haklı Fesih Nedeni Sayılır Mı?

İşçinin, işyerinde maske takmaması, sosyal mesafe kuralına uymaması haklı fesih nedeni sayılır mı?

4857 sayılı İş Kanunu Geçici m.10 hükmü uyarınca, aynı Kanunun 25/II hükmü ve belirli süreli iş sözleşmelerinde sürenin sona ermesi nedeniyle ya da işyerinin herhangi bir sebeple kapanması ve faaliyetinin sona ermesi dolayısıyla işçi çıkarılması dışında, işverenler, 17.04.2020 tarihinden 17/9/2020 tarihine kadar iş sözleşmelerini sağlık sebepleri (m.25/1), zorlayıcı nedenler (m.25/III), işçinin gözaltına alınması veya tutuklanması (m.25/IV), veya geçerli nedenlerle (m.18) sona erdiremeyeceklerdir. İş sözleşmesinin feshinde sözleşmenin belirli-belirsiz-tam-kısmi, deneme süreli ya da mevsimlik olmasının bir önemi bulunmamaktadır. Ayrıca, fesih yasağı sadece 4857 sayılı Kanuna tabi çalışanları değil, 854 sayılı Deniz İş Kanunu, 5953 sayılı Basın İş Kanunu ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanuna göre çalışanları da kapsamaktadır (İşK. Geçici m.10).

İçişleri Bakanlığı’nın 3 Nisan 2020 tarihli Korona tedbirleri ek genelgesi kapsamında, “Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulunun önerileri, Cumhurbaşkanının talimatları doğrultusunda, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11-C maddesi ile 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanununun 27’nci ve 72 nci maddesi kapsamında il valileri tarafından ek tedbirlerin alınması öngörülmüş ve  ülke genelinde il ve ilçelerdeki; pazar yeri, market ve toplu olarak çalışılan iş yerlerine vatandaşların ve çalışanların maske ile girecekleri, yine il ve ilçelerin meydan, sokak ve caddelerinde; vatandaşların sosyal mesafeyi gözetmeden toplu olarak yürümelerine veya bulunmalarına izin verilmeyeceği, yan yana yürüyen vatandaşların ise yine sosyal mesafeyi gözeterek yürümelerine dikkat etmeleri gerektiği belirtilmiştir. Alınan kararlara uymayan vatandaşlara Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 282 inci maddesi gereğince idari para cezası verilmesi başta olmak üzere aykırılığın durumuna göre Kanunun ilgili maddeleri gereğince işlem yapılması, konusu suç teşkil eden davranışlara ilişkin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 195 inci maddesi kapsamında gerekli adli işlemlerin başlatılması gerektiği de ayrıca belirtilmiştir.

Bununla birlikte, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı – İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan İşyerlerinde Koronavirüsten (Covid-19) Korunma Tedbirleri kapsamında, işyerlerinde maske-mesafe ve hijyen kurallarına uygun tedbirler öngörülmüş ve ülke genelinde faaliyet gösteren tüm işyerlerinin bu tedbirlere uygun hareket etmesi istenilmiştir.

6331 sayılı Kanuna göre, “işveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup bu çerçevede; mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmaları” yapmakla yükümlüdür (m.4/1).

6331 Sayılı Kanun m.19/1’e göre, işveren gibi çalışanlar da iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili aldıkları eğitimler ve işverenin bu hususta verdiği talimatlar çerçevesinde; kendilerinin, hareketlerinden veya yaptıkları işten etkilenen diğer çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye düşürmemekle yükümlüdür. Ayrıca m.19/2-c bendine göre iş yerinde sağlık ve güvenlik yönünden ciddi ve yakın bir tehlike ile karşılaştığında durumu derhal işveren ve çalışan temsilcilerine bildirmekle yükümlü olan işçi, iş yerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için işveren ve çalışan temsilcisi ile iş birliği yapmak zorundadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.417/II’ye göre de, “İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür”.

Nihayetinde, 4857 sayılı Kanun’un 25/II- bendine göre de, “İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi…” işverene haklı nedenle derhal fesih hakkı verir. Elbette ki işverenlerin bu hakkı kullanırken objektif iyiniyet kurallarına uygun hareket etmesi gerekir. Örneğin dalgınlıkla ağzındaki maskesini düşüren işçisine hemen tutanak tutup haklı nedenle işten çıkarması doğru olmayacağı gibi işyerinde belirlenmiş olan sosyal mesafe kuralları ya da hijyen kurallarına bir kez aykırı davranan işçinin işten çıkarılması iyiniyet kuralları ile bağdaşmaz. Bununla birlikte, alınan tedbirlere defalarca yazılı ve sözlü uyarılara rağmen uymamakta ısrar eden işçilerin haklı nedenle işten çıkarılması 4857 sayılı Kanun m.25/II-ı gereğidir. Çünkü çalışanların hem kendi yaşamlarını hem de diğer çalışanların yaşamlarını tehlikeye atacak davranışlardan kaçınması ve işyerinde sağlık ve güvenliği tehlikeye düşürmemesi gerekir.

Sonuç olarak, işçinin, Covid-19 salgınına karşı işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine tüm uyarılara rağmen ısrarla uymaması işveren açısından haklı fesih nedeni sayılabilir. Nitekim işyerinde Covid-19 kapsamında alınan tedbirler kapsamında tüm uyarılara ve ısrarlara rağmen işçinin maske takmaması, sosyal mesafe ve hijyen kurallarına dikkat etmemesi işverene haklı nedenle fesih yetkisi verir (İşK. m.25/II-ı). Ancak işverenin bu kapsamda fesih yapabilmesi için aynı Kanun’un 26.maddesinde öngörülen hak düşürücü süreyi gözetmesi ya da varsa disiplin kurulu kararı doğrultusunda fesih yapması gerekir. Aksi halde yapılan fesih, fesih yasağı ihlaline yol açabilir.

İş Hayatı ve Kitaplar Okuma Kulübü: Akıldışı Ama Öngörülebilir

“Akıldışı Ama Öngörülebilir”

15 Ağustos Cumartesi günü İş Hayatı ve Kitaplar Okuma Kulübü olarak 4. Sohbetimizi gerçekleştirdik. Bu kez mercek altına aldığımız kitap, Dan Ariely’nin “Akıldışı Ama Öngörülebilir” kitabıydı.

Prof. Dr. Murat Erdal, İlker Canbulut, Müge Uysal ve Filiz Akgün’ün kitapla ilgili yorum ve değerlendirmelerde bulunduğu kitap sohbetinde, farklı sektörlerden konuya ilgi duyan çok sayıda değerli dostumuzun da soru ve görüşleriyle katılımı, etkinliğimizi daha da etkili ve keyifli kıldı. Etkinliğimizden satırlar;

ABD’de New York Times ve Wall Street Journal listelerinde çok satanlar arasında yer alan kitabın yazarı davranışsal iktisat profesörü Dan Ariely. Yazar kitapta kararlarımızı şekillendiren gizli kuvvetleri gözler önüne seriyor.

Rasyonel olmayan tüketici davranışları üzerine odaklanan kitap, kararlarımızda mantığın yanı sıra duygularımızın ve sosyal kuralların da büyük etkisinin olduğunu vurguluyor. Etkinliğimizde kitapla ilgili ön plana çıkan bazı notlar;

İnsanlar karar aşamasındayken seçenekler arasında karşılaştırmalar yapma eğilimindedir, birbirine benzeyen ürünlerden daha iyi olanını seçmek ister. Satıcılar da insan zihninin bu eğiliminden faydalanırlar. Size satmak istedikleri ürünün yanına, sizin ürünle kolay karşılaştırma yapabileceğiniz iki tane akıl dışı seçenek önerirler. Ve siz hiç farkında olmadan, sizi o ürüne yönlendirirler. Mesela bir emlakçı iki farklı evi müşterisine gösterirken müşteri kararsız kalabilir. Ama emlakçı evlerden birine çok benzeyen fakat çatısı bozuk ve onarım için maliyet gereken üçüncü bir seçenek eklediğinde müşterisini evlerden iyi olana doğru yönlendirmiş olur.

Bir diğer önemli konu da çıpa atma konusudur. Eğer bir LED TV satın alacaksanız fiyatını ilk öğrendiğiniz ürünle karşılaştırmalar yaparsınız. Veya iş hayatında bir karar toplantısındaysanız toplantı üyelerinin karara ilişkin düşünceleri, ilk söylenen görüş etrafında toplanır.

Ayrıca kararlarımız, sosyal normların etkisi altındadır. Eğer ofisinizde ofis gereçleri sıkça yer değiştiriyorsa mesela zımbanızı sürekli başka masalarda görüyorsanız ve bu durumdan rahatsız oluyorsanız zımbanızın üzerine metal 1 TL yapıştırın. Kimsenin sizin zımbanızı kendi masasına götürmediğini göreceksiniz. Çünkü insanlar, işin içine para girince o şeyi izinsiz almayı ahlak dışı veya hırsızlık olarak görürler.

Akıldışı Ama Öngörülebilir, 2002 yılında Nobel Ekonomi ödülü kazanan Daniel Kahneman’ın “Hızlı ve Yavaş Düşünme” kitabında anlatılanlara derinlik kazandıran kitap. Aslında Kahneman’ın Nobel ile ödüllendirilen Beklenti Teorisi’ni izah ederken irdelediği Statüko Tuzağı, Çıpa Atma, Teyit Eden Kanıt Tuzağı, Hale Etkisi, Görünen Neyse Hepsi O gibi davranış eğilimlerine farklı bir pencereden ve keyifli bir anlatımla yaklaşıyor.

Kararlarınızın perde arkasındaki gizli tetikleyicilerle tanışmak istiyorsanız bu kitabı seveceksiniz.

Keyifli okumalar dileriz.

19 Eylül 2020 Cumartesi saat 20:00’de İş Hayatı ve Kitaplar Okuma Kulübü etkinliğimizin 5. bölümüne Michael Watkins’in “İlk 90 Gün” kitabıyla devam edeceğiz.

webinar.buyernetwork.net adresinde tüm etkinliklerimizi takip edebilirsiniz.

Dış Ticaret Verileri – Temmuz 2020

Temmuz 2020 Dış Ticaret Verileri

İhracat rakamlarımız pandemi sonrasındaki süreçte artış göstererek devam etmektedir. Temmuz ayında bir önceki aya göre %11,51 artarak, bir önceki yılın aynı ayına göre ise %5.78 azalarak 15 milyar 11 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.

Salgın sonrasının olumlu sonuçlarını Haziran ayında görmeye başlamıştık. Temmuz ayında ise hızlanarak devam ettiği gözlemlenmektedir. Nisan ayında 8 milyar 975 milyon dolar, Mayıs ayında 9 milyar 956 milyon dolar, Haziran ayında ise 13 milyar 462 milyon dolar olan ihracatımız Temmuz ayında da 15 milyar 11 milyon dolara yükselmiştir.

İhracat yapan firma sayımızda artış var.

Pandemi sonrası Nisan ayında 27 bin firma ihracat yaparken şuan rakam 41 bini aşmaktadır. Aktif firma sayısı ise 2020 yılı Temmuz ayı itibariyle bir önceki aya göre 10 bin 198 artışla 1 milyon 959 bin 255 olurken, limited şirketler toplam aktif firmaların % 44,9’unu oluşturmaktadır.

İhracatın artması ekonomik büyümeye katkıda bulurken aynı zamanda üretimi de destekleyerek Kapasite Kullanım oranının artışına da vesile olmuştur.

İthalatta ise daralma olduğu da görünüyor.

Temmuz ayında ithalatımız bir önceki yılın aynı ayına göre % 7,66 azalarak 17 milyar 756 milyon dolar olarak kaydedilmiştir. İhracatın ithalatı karşılama oranındaki %84,52lik artış dış ticaret açığımızın 2,7 milyar dolara gerilemesine yardımcı olmuştur. İşlenmemiş veya yarı işlenmiş altın dış ticareti hariç olarak bakıldığında ise Temmuz ayında ihracatın ithalatı karşılama oranı ise % 93,9 gibi oldukça yüksek bir seviyeye ulaşmıştır.

En yüksek ihracat yapılan ülke Almanya olmuştur.

Almanya’yı sırasıyla İngiltere ve Abd izlemektedir. En büyük üç pazarımız olan bu ülkere yapılan ihracatımız toplam ihracatımızın %22’sini oluşturmaktadır. En çok ithalat yapılan ülkeler ise Çin, Almanya ve Rusya’dır. Temmuz ayında ihracatçılarımız 218 farklı ihracat pazarına ulaşmıştır.

Geçen yılın aynı ayına göre 2020 yılı Temmuz ayında görülen Norveç’e %174,7’lik, Güney Kore’ye %30,6’lık, Avusturalya’ya %18,0’lik ihracat artışları ise dikkat çekmiştir. TİM (Türkiye İhracatçılar Meclisi) Ekonomik Araştırmalar tarafından hazırlanan ülke raporlarında bu hafta “Güney Kore” yer aldı.

İhracatta en çok tercih edilen ödeme şekli yine Mal mukabili oldu;

Mal Mukabili Ödeme – 9 milyar 544 milyon dolar

Peşin Ödeme – 2 milyar 165 milyon dolar

Vesaik Mukabili Ödeme-  1 milyar 501 milyon dolar

İhracatta en çok kullanılan taşıma şekli Denizyolu Taşımacılığı oldu;

Deniz Yolu –  8 milyar 957 milyon dolar

Kara Yolu –  4 milyar 809 milyon dolar

Hava Yolu – 1 milyar 53 milyon dolar

Covid-19 ürünleri ihracatımız

Aşağıdaki oranlarda artış göstermiş olup toplam tıbbi ürün ihracatı ise %175,1 oranında artmıştır;

  • Solunum cihazları – %1647
  • Maske ve önlük – %464
  • Tanı kitleri – %180
  • Dezenfektan – %16,7

Pandemi sürecinde ihracatımız artan oranla devam ederken ihracatçı ve ithalatçı firmalarımızın doğru Dış Ticaret Finansman yöntemleri ile uygun maliyetlerde kendilerini finanse etmeleri beklenmektedir.

BAŞLICA DIŞ TİCARET FİNANSMAN YÖNTEMLERİ;

Sevkiyat Öncesi

  • İhracat-İthalat Bankaları (Eximbank)
  • İthalatçı ile ihracatçı açık hesap çalışarak birbirlerine dış ticaret kredisi sağlarlar.

Sevkiyat Sonrası

  • Satıcı kredisi ile finansman
  • Alıcı kredisi ile finansman
  • Akreditif aracılığıyla finansman
  • Sevkiyat sonrası doğrudan ihracat ve ithalât kredileri ile finansman
  • Faktoring
  • Tedarik zinciri finansmanı

Sevgi ve Selamlarımla.

Sağlıklı Günler dilerim…

Tedarik Zincirlerinde 2021 Risk Parametreleri

Buyer Network İş & Ticaret Platformu olarak Derneklerle işbirliklerimizi genişletiyoruz.

Bu akşam saat 20.00’de STK’lar ile birlikte düzenlediğimiz etkinliğimize bekleriz. Birbirinden değerli ve alanında uzman yöneticilerimizle birlikte Tedarik Zincirlerinde 2021 Risk Parametreleri konusunu konuşacağız.

TÜSAYDER Satınalma Profesörleri ve Yöneticileri Derneği
TEDAR – Tedarik Zinciri Yönetimi Derneği

Dernek işbirlikleri için: support@buyernetwork.net

Etkinlik Bilgileri:

Tarih: 17 Ağustos 2020 Pazartesi
Saat: 20.00
Zoom Meeting ID: 850 9694 5805
Şifre: 759337

Stratejik Kalkınma Reçetesi

Küreselleşmenin iktisadi etkileri hakkında daha önce yazmıştım. Dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen iktisadi bir kırılma birbirine bağımlı tüm küresel aktörleri o ya da bu şekilde etkilemektedir. Gelinen noktada küresel oyuncu olmak için açık ekonomi izlemen şart olmuştur. Açık ekonomilerin küresel aktör olabilmesi ve bunu sürdürebilmesinin yolu rekabetten geçmektedir. Rekabet edemediğin takdirde küresel aktör değil belki küresel Pazar olmaktan öte gidemezsin.

Rekabet bağlamında rezerv parası olan ülkelerle başa çıkmak yakın gelecekte mümkün görülmemektedir. Literatürde sunulmuş olan kriz reçeteleri incelendiğinde kamu harcamalarının artırılması ve genişletici para politikaları önemli iki aktör olarak sunulmaktadır. Kamu harcamasını artırılması piyasaların canlanmasını üretim olanaklarının artırılması gibi kimi aktiviteyi elbette olumlu etkilemekte ancak hangi kaynakla yapılacak?

Rezerv parası olan ülkeler açısından bu sorunun cevabı çok kısa ve kolay. Zira tüm ekonomiler anılan ülke paralarına muhtaç durumda. Örneğin ABD Kovit 19 sürecinde peş peşe finansal kurtarma paketleri açıklayabildi. Zira basılan para ne kadar çok olursa olsun talep görmekte olduğundan dolayı enflasyona neden olmuyor. Dolayısıyla basılacak her bir banknot için yağmur ormanlarından biraz daha fazla ağaç tedarik etmesi kafi.

Hemen bunu konuyu açalım; üzerinde 100 ABD doları yazan bir banknotun Amerikan merkez bankasına yıllık maliyeti; kâğıt, basım giderleri ve tedavülde tutma maliyeti dahil yaklaşık 4 sent. Yanı basılan her bir 100 dolarlık banknot için FED bir yıllık süreç içerisinde 96 dolarlık senyoraj geliri elde edebilmektedir. Peki yine aynı 100 doların Çin için anlamı nedir? Çin de düşük teknoloji sektöründe istihdam edilen bir işçinin Çin ekonomisine maliyeti yaklaşık 170 ABD doları. Yanı ABD açısından bakıldığında Çinli bir işçi ABD’den alınan yaklaşık 6 sentlik iki adet ABD doları karşılığında bir ay boyunca gönde yaklaşık olarak 16 saat mesai yapmak zorundadır. Bu yazdıklarım işin sadece finansal boyutu. Varın gidin insani boyut siz tahayyül edin artık.

Şimdi aynı ABD doları üzerinden Türkiye’yi analiz edelim. Dış ticaret yapmak isteyen Türkiye parası rezerv olmadığı için örneğin Rusya’nın doğal gazı için Rusya’ya doları cinsinden ödeme yapmak zorundadır. Rusya’da Türkiye’den mal ve hizmet almakta ve karşılığında o da Türkiye’ye dolar cinsinden ödeme yapmaktadır. Sonuç olarak, cari dönem sonunda ihracat ve ithalat arasındaki fark açık verenden fazla verene doğru bir likit transferi anlamına gelmektedir. ABD aynı pozisyonda rahatlıkla para basarak açığını finanse edebilirken Türkiye gibi kalkınamamış ülkelerde bu olgu enflasyon, kur artışı, dış borçlanma, kemer sıkma politikaları vb. karmaşık sürecin de ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Kabaca geleneksek döviz kuru teorisine göre kurun seviyesinde yaşanan hareketin nedeni açık pozisyonun finansmanı için ihtiyaç duyulan döviz miktarıdır. Sonraki dönemlerde geliştirilen modern döviz kuru modelleri işin bu kadar kolay olmadığını ispatlamaktadır ancak temel kur argümanı dış ticaret hacmi ile alakalıdır.

Buraya kadar dövizin neden sürekli arttığını ve bazı ülkelerde para basmanın enflasyona neden olmazken Türkiye gibi gelişen ekonomiler için son derece tehlikeli olduğunu anlattık. Yani kurulan sistemin dışına çıkmak her babayiğidin karı değil.

Küresel para sisteminin yıkılarak yeni bir para sisteminin hayata geçirilmesi şu an itibariyle ancak bir hayal (Not: yakın gelecekte muhakkak görülecektir. Bana göre “digital coin” teknolojisi bunun en önemli lokomotifi).

Bu süreçte gelişmekte olan ekonomiler başta Türkiye ne yapmalı?

Şimdilik oyunu mevcut sistemin kurallarıyla oynamaktan başka sihirli bir reçete yok. Oyunun kurallarına gelince! Kamu harcamalarının artırılması gelişmiş ekonomilere fayda sağlarken az gelişmiş olanların harcamaları azaltması kaçınılmazdır. Sebebi yukarıda anlatıldı. Peki nasıl azaltılacak? Dijital teknoloji, robotik vb. insansız sistemler en büyük maliyet kalemi olan insan emeğine olan talebi azaltmanın en kolay yolu. Yani istihdam kamuda değil özel sektörde olmalı. Buna ek olarak maliyet azaltıcı diğer bir önemli faktör ise Türkiye’nin diğer kalkınmakta olan ekonomilere göre yetişmiş insan sermayesi ve tüketim pazarlarına olan coğrafi yakınlığı. İnsan sermayesinin yakın coğrafyadaki kalkınmış ülkelere kaptırılması ise büyük bir risktir. Anılan olgu beyin göçü olarak kavramsallaştırılmıştır. Özetle kamu harcamaları ve yetişmiş insan sermayesinin ülkede tutulması küresel aktör olmanın anahtarıdır. İnsan sermayesi layık olduğu alanlarda istihdam edildiği sürece bir anlam ifade edecektir.

İkinci olarak; enerjide %70 civarı dışa bağımlı olan Türkiye’nin acilen alternatif enerji olanaklarını hayata geçirmesi dış açıkların finansmanında en önemli dönemeç olacaktır. Akdeniz ve Karadeniz havzalarındaki petrol arama faaliyetleri elbette önemli ancak, yazıda bahsettiğim kaynaklar petrol ve türevleri değil.

Yenilenebilir enerji, geleceğin en önemli gücü olma potansiyelini sürdürmektedir. Söz konusu enerji kaynakları için çalışmalar sürerken ekipman üretiminde de mutlaka yerli üretimin desteklenmelidir. Yani örneğin güneş enerjisi üretiminde kullanılan güneş panellerin de yerli üretim olmalı, hatta fazla üretim ile ilave ihracat kapasitesi oluşturulması hedeflenmelidir. Sonuç olarak, enerji açığının maksimim yerli imkanlarla sağlanması kalkış aşamasında yıllardır sürünen ülke ekonomisinin hızla kalkışını tamamlaması için ivme kazandıracaktır. Yatırım maliyetlerinin finanse edilmesi ile elde edilen enerji doğrudan maliyetsiz girdi sağlayacaktır.

Kalkınma için sıklıkla üzerinde durulan kavram üretimdir. Ancak küresel sistem üretilen mal ve hizmetin doğrudan Pazar bulmasını istemediğinden çeşitli engeller koymaktadır. Yani ne üretirsen satarsın stratejisi Hanry Ford’un T1’i için geçerli olan eski bir stratejidir. İkinci olarak üründe rekabet için maliyetlerin azaltılması ve kalite vazgeçilmez iki önemli noktadır. Bu bağlamda, iş gücünün ucuz olması ve ürünlerin pazara olan yakınlığı (Pazar şu an için AB gibi görülüyor) Türkiye açısından olumlu bir rekabet avantajıdır. Yani Dünya Ticaret Örgütünün liberalizasyon girişimleri yeni korumacılık tedbirleri nedeniyle dış ticaret önünde postmodern engeller olarak ortaya çıkmaktadır. Yani en düşük maliyetle ve en yüksek kalite standardında üretim dahi yapsan her zaman pazara girme şansı bulamaya bilirsin. Örneğin AB’nin CE sertifikasyon uygulamaları yeni nesil bir ticaret engeli olarak görülebilir. Ortak Pazar anlaşması Türkiye açısından son derece kıymetlidir. Burada en büyük risk yumurtaların aynı sepete konulmasıdır. Evet Türkiye’nin AB’ye olan ihracatı tüm ihracatının yaklaşık %60’ı anlamına gelmektedir. Yani tek bir coğrafyada (AB coğrafyası) meydana gelecek olası kriz, doğrudan Türkiye’de yaşanıyor demektir. Özetle, rekabette düşük maliyet, coğrafi yakınlık ve lojistik olanaklar ile yüksek kalite üzerinde durulması gereken ikinci önemli konu olarak reçete edilebilir.

Her kriz sonrası, yeni finansal enstrümanlarla borçlanmak moda tabir ile bir ekonomik başarı olarak görülmeye başlamıştır. Örneğin İngiltere de Euro tahvil olarak ihraç edilen hükümet tahvili esasen döviz cinsinden dış borçlanmanın modern adıdır. Kovit 19 sürecinde sıklıkla kullanılan SWAP anlaşmaları ise diğer bir kısa ve orta vadeli finansman aracı olarak kullanılmaktadır. Bakıldığında, İMF’den doğrudan borçlanma ile yeni nesil finansman araçları arasında herhangi bir farkı yoktur. Hatta yeni nesil borçlanma enstrümanları kontrolsüz olacağından ve daha kısa vadeler içereceğinden dolayı risk açısından daha dikkatli ele alınması gerekmektedir. 2001 krizi sonrası İMF Türkiye ilişkileri, 2002-2006 döneminde yaşanan olumlu iktisadi gelişmelerin en önemli sebebidir. İMF’nin acı reçetelerinin başarısı inkâr edilemez. Bu reçete literatürde Washington uzlaşısı olarak ta anılmaktadır.

Dolayısıyla amaç borçlanarak hızlı büyümek mi olmalı, yoksa istikrarlı ama yavaş büyümek mi? Buna karar vermek oldukça önemlidir. Şahsi tercihim ikinciden yanadır.

Kovit 19’un öğrettiklerinden yola çıkarak bir reçete önerisi; sağlık ve gıda krizden büyüyerek çıkabilen iki sektördür. Bakıldığında başta otomotiv olmak üzere yüksek teknoloji üretimimde ciddi daralma söz konusuyken, gıda sektörünün %4 gibi devasa genişleme dikkat çekmektedir. Sağlık sektörü ise konjonktürel olarak büyümüştür.

Benim gelecek hakkındaki kişisel öngörüm ise iki alana yoğunlaşması yönündedir. Bunlar gıda güvenliği ve siber güvenlik alanlarıdır. Gıda güvenliğinden amaç, ülke vatandaşlarının yeterli ve dengeli beslenebilmesi ve temiz suya erişimin devamlı olmasıdır. Bu amaç stratejik seviyede bir hükümet politikası olarak ele alınmalı ve tedarik zinciri en kötü senaryoya göre kurgulanmalıdır. Bu tedbirler kapsamında dayanıklı gıda stoklama (1950’li yıllar da olduğu gibi) yeniden gündeme alınmalıdır.

İkincisi ise siber güvenliktir. Yatırımlar harcamalarında en büyük pay siber güvenlik için tahsis edilmelidir. Zira olası küresel bir kargaşa ve çatışma ortamında en önemli güç çarpanı bilişim teknolojileri olacaktır. Konvansiyonel bir çatışma ancak geri kalmış coğrafyalarda bir boy gösterisi olarak kendini gösterecek ve yerel olmaktan ileri gitmeyecektir. Bu nedenle elbette konvansiyonel çatışmalar için gerekli önlemler alınmalı ancak anılan çatışmalar mutlaka ülke coğrafyası dışında karşılanacak şekilde planlar geliştirilmelidir.

Sonuç olarak;

Kamu harcamalarında israf önlenmelidir, büyüme istikrarlı ve dış borca bağlı olmadan sağlanmalıdır. Büyümenin finansmanı belki sermaye sağlayabilecek ve aynı zamanda potansiyel Pazar olan ülkelerle müşterek yürütülmelidir. Yatırım bağlamında gıda güvenliği ve siber güvenlik stratejik hükümet politikası olarak kırmızı kitapta ilk iki konu olmalıdır. Borçla abat olunmaz.

Pazarlama Sektöründe Rekabet Analiz Teknikleri

Reel piyasa koşullarında, Pazarlama Sektöründe Rekabet Analiz Teknikleri sürdürülebilir çalışmalar yapabilmek için; en basit analiz yönteminden en yoğun analiz türüne kadar, bilgi sahibi olunmalı ve uygulanmalıdır.

Analiz Türleri,

  • SWOT,
  • SCP Framework (Structure-Conduct-Performance),
  • ADL Matrisi,
  • Porter’ın 5 güç modeli,
  • Sektör maliyet eğrisi,
  • Net değer,
  • Boşluk matrisi,
  • PEST,
  • Dönüm noktası analizi,
  • Hiper rekabet,
  • Gelecek Pazar büyükliği öngörüsü ve analizi,
  • Pazar büyüklüğünü değerlendirmek ve öngörmek,
  • Ömür değeri analizi,
  • Arz ve talep eğrisi,
  • Müşteri incelemesi,
  • Müşteri yolculuk haritası,
  • Karakter (persona) analizi,
  • Değer zincili analizi,
  • Büyüme yolu analizi,
  • Üç ufuk analizi,
  • Büyüme merdivenleri,
  • Özgürlüğün 7 derecesi,
  • Yönlü politika (GE) matrisi,
  • BCG Matrisi,
  • Ansoff Matrisi,
  • Strateji elması,
  • Aşinalık matrisi,
  • Temel yetkinlik analizi,
  • Finansal analiz,
  • ROCE Ağacı,
  • Maliyet yapısı karşılaştırması,
  • Monte Carlo simulasyonu,
  • Rakip yönetim ekibi profile,
  • Myers Briggs’ rakip yönetim ekibi psikolojik profili,
  • Güç yapısı,
  • Gelecek trendleri analizi,
  • Yabancı gözü analizi,
  • Senaryo planlama,
  • Trend haritası,
  • Belirsizlik değerlemesi,
  • Öncü analizi,
  • Rekabet strateji keşfi,
  • Mavi okyanus stratejisi,
  • İş modeli üretme,
  • 3-C analizi,
  • Üç değer disiplini,
  • Yenilikçilik tutkusu matrisi,
  • Stratejik kör noktalar,
  • Stratejik satranç tahtası,
  • Rakiplerin gelecek stratejilerini tahmin etmek,
  • Porter’ın 4 köşe analizi,
  • Değer performans analizi,
  • Savaş oyunu,
  • Oyun teorisi,

İşletmeler, analiz tekniklerinden istediklerini seçerek kendi sektörlerine uygulayabilirler.

Önemli bir bilgi, günümüzdeki yaşanan şartlar baz alınmalı ve gerekirse analizler en baştan yapılandırılarak günümüz teknolojilerine uyarlanmalıdır.

Güncellenmiş bilgiler çerçevesinde yapılan çalışmalar, neden sonuç ilişkileri ile bizlere daha gerçekçi bilgiler verecektir.

Analiz türleri, rekabet piyasasında işletmelerin kendilerini sorgulamalarını ve piyasa ekonomisinde tam olarak nerde konumlandıklarını görmelerini sağlayan önemli bir çalışma yöntemleridir.

2020 yılı itibari ile yeni analiz türleri global şirketlerin hizmetlerine sunulacaktır.

Yapay Zeka ile biçimlenmiş Big Data merkezli çalışmalar, analiz çalışmalarında önemli bir ivme kazandıracaktır.

İşletmeler, analiz çalışması yaparken hem kendi şirketlerini hem de rekabet ettiği firmayı; konumlandırma ve tutundurma stratejilerinden detaylı inceleme fırsatı bulacaktır.

Dünya piyasa ekonomisi ölçümleme becerimiz daha gelişmiş ve çözüm üretme kabileyetimiz daha hızlı olacaktır.

İşletmeler; sürdürülebilir kurumsal kalkınma planları çalışmalarını verim odaklı yapacaklardır.