COVID-19 Krizinden Başarıyla Çıkmanın Anahtarı; Ticari Çeviklik

Uluslararası yönetim danışmanlığı şirketi Simon-Kucher & Partners, etkileri devam eden koronavirüs krizi sürecinde şirketlerin ayakta kalması için öncelikli aksiyon alanlarına yönelik bir çalışma yayınladı. Simon-Kucher & Partners CEO’ları Mark Billige ve Andreas von der Gathen’in kriz ve kriz sonrası dönem için görüş ve önerilerinin yer aldığı çalışmada, ‘Korona sonrası’ döneme odaklanmak yerine, bir aşı bulunana kadarki 18-24 aylık ‘yeni normal dönem’ için yeni stratejiler ve çözümlere odaklanılması gerektiği vurgulandı. Simon-Kucher & Partners üst yönetimi, şirketlerin koronavirüs krizinden başarıyla çıkmaları için ‘ticari çeviklik’ yeteneklerini geliştirmeleri gerektiğini belirtti.

Koronavirüs krizinde tüm dünyada normalleşme dönemine girilirken, artan vaka sayıları ile ‘ikinci dalga’ tartışmaları gündeme geldi. Hükümetlerin, bireylerin evde kalma kısıtlamalarını hafifletmeleriyle birlikte işletmelerin ne zaman tam anlamıyla normale dönebilecekleri sorusunun yanıtı ise halen belirsizliğini koruyor.

Şirketler her ne kadar normale hızlı bir şekilde dönmeyi isteseler de koronavirüsün yeniden dirilen bir krize sebep olabileceği gerçeğinin göz önünde bulundurulması gerekiyor. Konuyla ilgili açıklama yapan Simon-Kucher & Partners CEO’su Mark Billige, kimsenin artan vakaların ekonomiyi, şirketleri nasıl etkileyeceğini tam olarak bilemediğini hatırlatarak “Ancak hükümetlerin birden fazla kez kapatma ve yeniden başlatma uygulamalarını hayata geçirebileceğini öngörüyoruz” tespitinde bulundu. Billige, koronavirus krizinden kurtulmanın cevabının, U, V veya L tipi yaklaşımların belki de tümünü kapsaması gerektiğini belirtti.

COVID-19: Yeniden Dirilen Kriz

Simon-Kucher & Partners’’ın çalışmasında ‘yeniden dirilen kriz’ olarak tanımlanan koronavirüs krizi için, böylesi bir krizin yarattığı talep dalgalanmalarının şimdiye kadar yaşananlardan çok daha fazla olduğunun altı çizildi.

Simon-Kucher & Partners CEO’su Andres von der Gathen, toplumsal mesafe ve diğer kısıtlamaların uygulandığı daha önce benzeri görülmemiş bu dönemde, birçok işletmenin ürün ve hizmetlerini satmaya ek olarak müşteri güvenliği ve müşteri deneyimi üzerindeki kontrolü sağlamakta zorluk yaşadığını söyledi. Gathen, “Müşteriler bu dönemde, neleri tüketmeden yaşayabilecekleri ya da yaşayamayacakları sorusunun yanıtına daha fazla odaklandılar. Şirketler de bu duruma yanıt olarak neleri yapıp, neleri yapamayacaklarını sorgulama sürecine girdiler.” dedi.

COVID-19 Krizinde Her Şirket 4 Temel Senaryonun Birini Yaşıyor

Simon-Kucher & Partners, koronavirüs krizi döneminde oluşan hızlı talep değişimleri karşısında şirketleri, içinde bulunduğu durum bakımından 4 ayrı kategoriye ayırdı.

Gelişenler: Koronavirüs krizi döneminde sektörler açısından güvenli bir alan bulmak zor olsa da bu kategorideki şirketler, en avantajlı konumda olanlar. Simon-Kucher & Partners, bu kategorideki şirketler için başarı kriterinin mevcut talep koşullarına tutunarak, sürdürülebilir büyümeyi yakalamak olduğunu belirtiyor. Bunu gerçekleştirirken şirketlerin fiyatlandırma stratejilerini talep koşullarına uyarlaması ve kanal çeşitliliğinin artırılması önem kazanıyor.Bu kategoriye, özellikle IT hizmetleri, uzaktan erişim altyapı şirketleri, videokonferans hizmeti ve yazılım üreten şirketler örnek olarak gösteriliyor.

Bunalanlar: Bu kategori artan talep koşullarına göre kalite ve hizmet standardını korumakta zorlanan şirketleri kapsıyor. Simon-Kucher & Partners, bu kapsamdaki şirketler için dijital alanlara yatırımın, gelir ve operasyonel modellerinin iyileştirilmesinin önemli olduğunun altını çizdi.Koronavirüs krizi döneminde bu kategoride gıda perakendeciliği, kişisel bakım, kargo şirketleri yer aldı.

Durağanlaşanlar: Bu kategoride ise konvansiyonel kriz dönemlerinde de yaşanan talep düşüşlerine duyarlı şirketler yer aldı. Deniz taşımacılığı, seyahat acenteleri gibi sektörlerde faaliyet gösteren şirketlerin, yaşanan talep değişimleri konusunda gerekli önlemleri almaları durumunda, krizin etkilerini sınırlı düzeyde yaşayabilecekleri yorumu yapıldı. Fiyatları düşürmek yerine kapasiteyi azaltmak ve baz ürün fiyatında değişime gitmek de önlem olarak önerildi.

Tehdit altındakiler: Koronavirüs krizinin en fazla etkilediği şirketlerin yer aldığı bu kategorideki işletmeler en fazla tehlike altındakiler olarak tanımlandı. Simon-Kucher & Partners bu kategorinin insanlar arası teması gerektiren ve dijital karşılığı düşük hizmetlerin sunulduğu sektörleri kapsadığını belirterek, bu kapsamdaki şirketlerin ürün veya hizmetlerini satmak için yeni yollar bulmadıkça tam bir çöküşle karşı karşıya kalabilecekleri uyarısında bulundu. Tehdit altındakiler kategorisine giren şirketlere, havayolu şirketleri, spor salonu işletmeciliği, ticari fuarcılık hizmetleri, toplu taşıma şirketleri örnek olarak verildi.

Mert Terzioğlu: “Ticari çevikliği benimseyen şirketler avantajlı olacak”

Simon-Kucher & Partners Türkiye Yönetici Ortağı ve Global Yönetim Kurulu Üyesi Mert Terzioğlu, Koronavirüs krizi sürecinde birçok iş modelinin ataletinin ortaya çıktığını söyledi. Terzioğlu, müşteri talebindeki değişimler nedeniyle, bazı şirketlerin talebi karşılamaktan bunalmış ve yeni durumu sürdürme mücadelesi içinde olduğunu, diğerlerinin ise rekor düzeyde boş kapasite ile baş başa kaldıklarını hatırlattı. Terzioğlu, birçok şirketin kendi bildikleri yöntemlerle krizle baş etmeye çalıştıklarını ve değişim isteği veya çabası içinde olmadıklarını söyledi. Mert Terzioğlu, koronavirüs krizinin ‘yeniden dirilen kriz’ olabileceğine ve böylesi krizlerin şirketlere gerekli aksiyonları almaları için yeterli motivasyonu sağlayabileceğine vurgu yaptı. Terzioğlu “Fiyatlandırma, teklif tasarımı, satış ve maliyet yönetimlerinde çevik bir anlayış benimseyen şirketlerin kriz sona erdiğinde kaos ortamından güçlenerek çıkma olasılığı oldukça yüksek olacaktır” dedi.

Çözüm; şirketlerin ticari çeviklik yeteneğini geliştirmelerinde yatıyor

Simon-Kucher & Partners CEO’ları, talep değişimleri nedeniyle şirketlerin hızlı ve esnek karar verebilme yeteneklerini geliştirmelerinin, yaşadıkları zorluklarla mücadelede ve fırsatlara karşı doğru tepkiyi vermeleri noktasında fark yaratacağını belirtti. Şirket, ticari çeviklik kavramının detaylarını şu şekilde özetliyor:

Çevik teklif tasarımı: Şirketler, temel ürünlerini yeniden değerlendirerek, müşterinin ihtiyaçları, satın alma kanalı seçimleri ve alternatif ürünler konusunda yaşanan değişimlere hızlı tepki verebilirler. Doğru temel ürün, bazı durumlarda ürün ve servisleri dijital forma dönüştürerek elde edilebilirken, bu durum kapasite ve sabit maliyetleri düşürebilir.

Çevik satış: Şirketlerin önceliği, dijital ve özellikle e-ticaret kanalları yoluyla satış olmalıdır. E-ticarette, yüz yüze veya saha satışı sırasında yaşanan etkileşimleri olabildiğince sağlayabilmek şirketler için hayati önem taşımaktadır. Andres von der Gathen “Toplumsal mesafe zamanlarında, firmaların uzaktan satış konusunda uzman olmaları ve hızlı hareket etmeleri gerekiyor. Uzaktan satış becerisinin kazanılması hem teknik hem de müşteri ile dijital ilişki kurma açısından uzman bir eğitim ile mümkün olabilir.” yorumunu yaptı.

Çevik maliyet yönetimi: Ticari çeviklik kavramına yatırım yapmanın maliyeti düşük olmayacaktır. Üstelik bu maliyetlerin bir kısmı değer zinciri üzerinden fiyatlara yansıyacaktır. Tedarik zincirinde önceliğin “düşük maliyetli’den ‘düşük riskli’ye dönüştürülmesi gerekmektedir. Önümüzdeki günlerde maliyet enflasyonu dönemine girileceği düşünüldüğünde, aşırı duyarlı bir dönemde fiyat artırmak şirketler açısından büyük bir çeviklik kabiliyeti gerektirecektir.

Çevik fiyatlama: Fiyatlama süreçlerinde çevik yapıya geçiş, şirketlere, yeni fırsatlar yakalama ve değişken talebe cevap verme imkanı sağlar. Bu dönüşümü gerçekleştirebilmek için yönetimde ve fiyatlandırma araçlarında değişikliğe gitmek gerekir. Şirketlerin bu dönüşümü sağlamaları için satış fiyatını gerçek zamanlı izleyebilecekleri bir altyapı kurmaları gerekir.

Ekonomik dayanıklılık: Şirketlerin pandemi krizi döneminin yol açtığı şoklarla baş edebilecekleri ekonomik bir modele ihtiyaçları var. Pazar payını artırmak veya en azından korumak, kar-nakit akışının muhafaza edilmesi için dinamik olarak değişen gelir modellerine geçişin sağlanması hatta çoğu zaman buna zorlanması, fırsatların değerlendirilmesi önem kazanıyor. Bu modellere geçişin avantajları ilk etapta yeteri kadar görülmese de uygulamaların devam etmesi şirketler açısından hayatta kalma meselesi haline geliyor.

Koronavirüs Sonrası Olası 7 Mega Trend

Fatih Kuran, “Yeni Normal” olarak adlandırılan süreçte ve sonrasında hayatımızda olacak sosyal ve ekonomik gelişmeleri 7 maddede açıkladı.

Dünya çok uzun zamandır şahit olmadığı global bir salgın deneyimi yaşıyor. Çin’de başlayan koronavirüs COVID-19, Mart 2020 itibariyle bir pandemi haline dönüştü. Kimilerine göre salgın Haziran itibariyle yavaşlayacak kimileri ise sürenin daha uzun olacağını öngörüyor. Tüm dünyayı etkisi altına alan virüsün ekonomik etkileri, şirketler ve bireyler tarafından da yoğun biçimde hissediliyor.

Salgınla birlikte yaşanan ekonomik resesyonun süresi ile ilgili farklı olasılıklar bulunduğunu belirten Dinamo Danışmanlık Kurucu Ortağı, Kamu Özel Ortaklığı (PPP) ve Proje Finansmanı Uzmanı Fatih Kuran, “Virüsün yayılım hızı, alınan tedbirlerin ne derece işe yarayacağı, aşı ve benzeri tedaviler ile ilgili gelişmeler, evrim geçirip geçirmeyeceği gibi faktörlere bağlı olarak V,U ve L şeklinde bir ekonomik toparlanmadan bahsedilmekte. Ekonomik toparlanma için verilen süreler 3 ile 12 ay arasında değişiyor.

Koronavirüs salgınının ekonomik etkilerini salgın süresince ve sonrası olarak iki kısımda incelemek gerekiyor. Salgın er ya da geç bittikten sonra da toplum, iş dünyası ve devlet politikaları üzerindeki etkilerinin uzun yıllar boyunca hissedilebileceğini gösteren gelişmeleri deneyimliyoruz. Mevcut durum itibari ile krizden olumlu ve olumsuz etkilenen sektörleri sıralayacak olursak. Olumsuz etkilenen sektörler; turizm ve eğlence, ulaşım (hava-deniz-kara), otomotiv, inşaat ve gayrimenkul, üretim (zorunlu tüketim hariç), finansal hizmetler, eğitim, petrol ve gaz. Nispeten olumlu etkilenen sektörlere baktığımızda ise; tarım, e-ticaret, bilgi ve iletişim teknolojileri (ICT), kişisel bakım ve sağlık, gıda ve perakende zincirleri, tıbbi malzeme ve hizmetler diyebiliriz.” dedi.

“Yeni Normal” de 7 Mega Trend

Fatih Kuran, mevcut durum tespitinden sonra COVID-19’un daha uzun vadeli olası etkilerini 7 madde de şöyle sıralıyor:

1.Online platformların gelişmesi ve daha yaygın kullanımı.

Beyaz yakalı iş hayatının önemli bir kısmı, ağırlıklı olarak evden çalışma iş modeline geçiş yaptı ve işlerinde önemli bir verim kaybı olmadan hatta kimi zaman da artış kaydederek bu şekilde çalışmayı deneyimlenmiş oldu. Bu durumun kriz sonrasında da etkilerinin devam edebileceği ve en azından bazı personellerin dönüşümlü olarak ofislere gelmesi sureti ile işverenin ofis kiraları ve ulaşım maliyetleri gibi unsurlardan tasarruf sağlaması beklenebilir. Mevcut ofis alanlarının en azından bir kısmının kullanım dışı kalması özellikle ofis kiraların düşmesine ve inşaat sektörünün de daralmasına neden olabilir.

Aynı şekilde eğitim sistemi de online platformlar üzerine taşındı. Pek çok eğitim kurumunda hali hazırda var olan imkanlar kullanılmak sureti ile eğitim ülkeden ülkeye kalitesi değişmekle birlikte bir şekilde devam ediyor. Bu durum eğitimin de online platformlara kayışını hızlandıracak bir etki yapabilir. Gelişmelere bağlı olarak öğrencilerin okulda geçirecekleri zamanlar azaltılarak okulların öğrenci kapasiteleri arttırılabilir ve öğretmen ihtiyacı da zaman içinde azalabilir. Bu durum koronavirüs krizi öncesinde bile Kanada’nın Ontario eyaletinde hükümet ile öğretmen sendikaları arasında ihtilafa neden olmuş ve uzun süren grevler yaşanmıştı. Yaşadığımız sürecin gelişmeleri ivmelendirmesi beklenebilir.

Bankacılık ve alışveriş başta olmak üzere online sistemlerin kullanımı daha da yaygınlaşacak. Türkiye’deki online bankacılık sistemimiz dünya genelinde örnek gösterilebilecek bir gelişmişliğe sahip ve bu ülkemiz için yeni dönemde önemli bir avantaj. Ayrıca e-devlet uygulamasının verilen hizmetler kapsamının gelişmesi ile kalitesinin artırılması da gerekli olacak.

2.Teknolojik gelişmelerin hızlanması ve yaygınlaşması.

Pek çok işin online platformlar üzerinden daha fazla yapılmasına ihtiyaç duyulması ve daha da fazla duyulacak olması teknolojik gelişmelere olan ihtiyacın ve talebin artmasına neden olacak gelişim sürecini hızlandıracaktır. Bu süreçte Zoom gibi yaygın kullanılan platformların daha da gelişmesi ve görüntü iletiminde 3 boyut ve hologram gibi uygulamaların yaygınlaşması beklenebilir. Ayrıca, yapay zeka uygulamalarının da işin içine katılması ile verimlilik arttırılıp kullanıcı deneyimi geliştirilebilir. Olası salgın hastalıklardan etkilenmeyecek olmaları ve ekonomik sistemin aksamadan devamlılığını sağlayacak olması açısından robotların hayatımıza üretim sektörleri başta gelmek üzere dahil olma sürecinin hızlanmasını bekleyebiliriz. Yine olası salgın risklerini azaltacak olması nedeni sürücüsüz araçların trafiğe çıkması ve taksi gibi ulaşım araçlarında kullanımı yaygınlaşabilir.

3.Uluslararası ticarette değişimler.

Koronavirüs nedeni ile uluslararası tedarik zincirinde özellikle Ocak ve Şubat aylarında Çin kaynaklı önemli aksamalar yaşandı. Sonrasında bu durum diğer ülkeleri de etkiledi. Şirketlerin yeni dönemde tedarik zincirinde konsantrasyon riskinin yönetimine daha fazla dikkat edeceği ve tedarikçi portföylerini özellikle nicelik olarak geliştirmeye odaklanması beklenebilir. Söz konusu durum Türkiye açısından başta tekstil olmak üzere fırsatlar da yaratabilir.

Yanı sıra ülke yönetimlerinin tarım, gıda ve sağlık malzemeleri gibi temel ihtiyaç maddelerinin tedariğinin kriz dönemlerinde bir daha problem teşkil etmemesi için bundan böyle ağırlıklı olarak yerel bazda temin edilmesi için tedbirler alması beklenebilir. ABD yönetimin kendi ülkesinin ihtiyaçlarında kullanılmasını garanti altına almak amacı ile maske ihracatını yasaklaması bu duruma iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bu şekilde global ticaretin önünü kota ve vergi uygulamaları ile sınırlayacak uygulamalar geri gelip yerel üretimler teşvik edilebilir.

4.Sağlık sektöründeki olası gelişmeler.

ABD başta gelmek üzere bazı gelişmiş ülkelerde sosyal devlet anlayışı kapsamında temel sağlık hizmetlerinin devlet tarafından sağlanması söz konusu değil. COVID-19’un verdiği derslerden biri de sağlık alanında yaşanabilecek bir krizin toplumun tamamına etki edeceği ve herkesin sağlık konusunda aynı gemide olduğudur. Bu bağlamda yeni dönemde sağlık alanında sosyal devlet anlayışının kısmen de olsa yaygınlaşması beklenebilir.

5.Sosyolojik değişimler.

Yaşanan sağlık krizinin travma sonrası etkilerinin de devam etmesi ile başta turizm ve eğlence sektörü olmak üzere ekonomik toparlanmanın daha uzun sürmesi beklenebilir. Benzer etkileri havacılık sektörü başta olmak üzere ulaşım alanında da görülecektir. Bu sektörlerde koronavirüs krizi sonrası insan sağlığına daha fazla hassasiyet gösterecek tedbirler alınması ve iş yapış şekilleri ile verilen hizmetlerin evrim geçirmesi mümkündür. Yaşanan sağlık krizinin özellikle çekirdek aile üzerinde birleştirici etki yapması ve ileriye yönelik toplumsal dayanışmaya olumlu etki yapması da mümkün. Bu da krizin olumlu bir etkisi olarak nitelenebilir.

6.Çevre konusunda duyarlılık artışı.

Salgın ile birlikte küresel ısınma sorunu gibi tüm dünyanın geleceğini çok olumsuz etkileyebilecek felaket senaryolarının gerçekleşebileceği konusundaki bilincin artması beklenebilir. Başta yenilenebilir enerjinin daha da fazla kullanımı ve elektrikli araçların üretimin ve kullanımının arttırılması için teşvikler hızlandırılıp fosil yakıtların kullanımı giderek sınırlanabilir. Ayrıca vejetaryen beslenme biçiminin teşvik edilmesi ile bu alanda özellikle etin yerine geçebilecek ürünlerin daha da fazla gelişmesi ve yaygınlaşması beklenebilir.

7.Risk analiz ve yönetiminin önemi artacak.

Yeni dönemde özellikle olumsuz etkilenenler başta olmak üzere şirketlerin bu konuya çok daha fazla önem vermesi gerekecek. Ekonomik ve toplumsal değişimler ile farklılaşan müşteri tercihleri şirketlerin bu dönemde ve gelecekteki olası gelişmelere bağlı olarak farklı senaryoları test etmesini bir zorunluluk haline getirmiş durumda. Nakit akışı projeksiyonları üzerinden stres testi çalışması yapılması çok önemli ve olası ihtiyaçlara bağlı olarak önceden tedbir almalarına imkan sağlayacak.

Değişim hayatın ayrılmaz bir parçası. Hele bu büyüklükteki krizler muazzam bir değişime gebedir. Taşların yerinden oynamasını ve yeni bir dünya düzeni kurulmasını bekliyoruz. Değişime kendini en iyi şekilde adapte edebilen şirketler krizi fırsata çevirebilecek diğerleri ise doğal seleksiyonun bir parçası olarak yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklar.

Krizden güçlü ve sağlıklı çıkmayı hedefleyen şirketlerin mega trendleri takip etmesi ve kendilerini değişim sürecinin bir parçası olarak konumlandırması gerekiyor.

Yıldız Teknopark Start Up Firması, Covid 19’ a Yapay Zeka İle Geçit Vermeyecek

Yıldız Teknopark’ta faaliyetlerini sürdüren Yıldız Kuluçka firması Ayvos’un geliştirdiği yapay zeka destekli yazılım koronavirüse geçit vermiyor. Yazılımın kameralara entegre edilmesiyle sistem devreye giriyor ve sosyal mesafenin ihlal edildiği, maske kullanılmadığı durumlar tespit edilerek yetkililere bildiriliyor. Termal IP kameralar üzerinden 6 metre mesafeden temassız bir şekilde serbest geçiş sağlayarak anında ateş ölçümü yapabilen bu yazılım, kişi özelinde dezenfektan kullanılıp kullanılmadığını da saptıyor.

Koronavirüs nedeniyle 15 Mart’tan bu yana evlere kapandık. Ancak vaka sayısının ve ölüm oranlarının düşmesiyle birlikte Mayıs başında normalleşme sürecine kademeli olarak geçiş yapıldı. Açıklanan takvim doğrultusunda ilk açılan yerler AVM’ler oldu.Haziran’la birlikte oteller, camiler, restoranlar yani tüm sosyal mekanlar açılacak.Bu sürecin adı her ne kadar ‘normalleşme’ olsa da maskeler giysilerimizin bir parçası olacak ve insanlarla belirli bir mesafede iletişim kurmaya devam edeceğiz. Ancak bu sosyal mesafeyi nasıl koruyacağımız konusunda hepimizin kafasında soru işaretleri var. Yıldız Teknopark şirketlerinden bir olan KOSGEB destekli Türk Ar-Ge şirketi Ayvos bu soru işaretlerini geliştirdiği yapay zeka destekli yazılımla çözüyor. Şirket, geliştirdiği yazılım ile yapay zeka destekli kameralar üzerinden bireylerin 6 metre çevresinde akıllı tarama yapabiliyor. Böylece AVM’ler ve restoranlarda sosyal mesafenin ihlal edildiği, maske kullanılmadığı durumları tespit ederek yetkililere bildirip gerekli önlemlerin alınmasını sağlıyor.

Ayvos Kurucusu ve CEO’su Eray Hangül, şu ana kadar alınan önlemlerin boşa gitmemesi için normalleşme sürecinin yakından takip edilmesi gerektiğini belirterek yazılımlarıyla bu sürecin en iyi şekilde yönetilmesine yardımcı olmak istediklerini belirtiyor.

SİSTEM NASIL ÇALIŞIYOR?

Eray Hangül, projelerinde fikrin oluşumu, fon bulunması, proje yazımı yönetimi ve yürütülmesi, paydaşların bir araya getirilmesi, çıkacak fikri ve sınai hakların yönetimi, bunların ekonomiye katkıya dönüşmesi ve ticarileştirmesi konusunda Yıldız Teknoloji Transfer Ofisi’den destek aldığını anlatıyor.

Bu sistemin nasıl kullanılabileceğiyle ilgili ise Hangül şu bilgileri veriyor:

“AVM’ler, restoranlar, kafe ve pastane gibi sosyal mesafe ihlallerinin yaşanabileceği alanlardaki kameralara yazılımlarımızı entegre edip gerekli alanların yapay zeka ile taranmasını sağlayarak ihlal yaşandığında gerekli birimlere uyarı iletebiliyoruz. Aynı zamanda görüntü işleme teknolojisiyle yüz analizi yaparak kişinin maske takıp takmadığını anonim olarak raporlayabilen yazılımlarımız, aynı kişinin birden fazla kameradan geçişini takip ederek de konum odaklı bildirimler oluşturabiliyor.”

AVM’ler ve restoranlardaki yoğunluğu göz önüne alarak geliştirilen yazılımlarının her alanda kullanılabileceğini belirten Eray Hangül, “Toplum açısından tehlike arz eden her yere yazılımımızı entegre ederek alarmlar oluşturabiliyoruz. Yazılımımızla kameralardan aldığımız görüntüleri analiz ederek metro, otobüs, market, iş yeri gibi birçok bölgede koronavirüs önlemlerini artırıyoruz. Alınan görüntüler anonim olarak işlenerek kişinin maske takıp takmadığı ya da sosyal mesafe kurallarına uyup uymadığı belirlenebiliyor. Tüm bunlara ek olarak kişinin hareketini takip ederek yer değiştirse bile son konumunu belirleyebiliyoruz” diye konuşuyor.

TEMİZLİK VE ATEŞ ÖLÇÜMÜ DE YAPILIYOR

Ayvos’un yazılımı ayrıca koronavirüs ile mücadelede diğer bir önemli nokta olan ateş ölçümünü de termal kameralar üzerinden gerçekleştirebiliyor. Şirket termal kameralardan topladığı verilerle 6 metre gibi geniş bir mesafeden temassız olarak ateş ölçümü yapabiliyor. Yazılım, ölçüm sonucunun eşik değerinden fazla olması halinde kişilerin yüz görüntülerini gerekli birimlere ileterek önlem alınmasını sağlıyor. Yine aynı sistem üzerinden kurumlarda veya özel iş yerlerinde temassız ateş ölçümü yaparak yüz tanıma ile tekil ölçümler raporlanabiliyor. Bu kameralardan elde edilen görüntülerle kişinin dezenfektan kullanım sıklığı da belirlenebiliyor. Yani kameralar kişinin dezenfektan kullanıp kullanmadığını tespit edebiliyor.

Hikâye Anlatabilen Yönetici Zirveye Çıkar

VakıfBank Kültür Yayınları’ndan çıkan “Yöneticinin Genç Bir Yazar Olarak Portresi”, hikâye anlatmanın şirketler ve yöneticilerin kaderini belirlediğini ortaya koyuyor. Kitapta, dünya devi markalardan Steve Jobs, Umberto Eco ve Tim Cook gibi önemli isimlere atıfta bulunan Philipp Schönthaler, zirveye çıkış öykülerinden kesitler sunuyor, günümüzde hikâye anlatabilenlerin başarılı olduğunu söylüyor.

VakıfBank Kültür Yayınları (VBKY) “Yöneticinin Genç Bir Yazar Olarak Portresi: Ekonomi-Edebiyat İlişkisi Hakkında Bir Yardım Eli” isimli kitabı okurla buluşturuyor. Alman yazar Philipp Schönthaler kitapta, tarihi olaylar eşliğinde teknoloji, gıda, telekomünikasyon, giyim ve otomotiv devlerine atıfta bulunuyor.

Schönthaler, CEO’ların zirveye çıkışlarından anekdotlar sıralarken, global ölçekli dev markaların ürünlerini sunarken nasıl başarıyı yakaladıklarını anlatıyor. Çevirisi Emre Güler tarafından yapılan kitapta Schönthaler, her şeyin merkezinde iyi hikâye anlatmanın yer aldığını söylüyor.

Dünyanın en eski mesleği

Günümüzden binlerce yıl önce ilkel insan doğadan korktuğu için doğaya öykünmek istedi çünkü başarıya böyle ulaşacağını düşündü. Ateşin başında doğanın ve yırtıcı hayvanların dâhil edildiği öyküler anlattı, efsaneler tasarladı. Bununla yetinmedi, korkularını mağaralara resmetti. İnsan, zamana ve mekâna meydan okudu, her koşulda hikâye anlattı çünkü hikâyesi güçlü olanların söz sahibi olacağını iyi bilirdi… Schönthaler, dünyanın en eski mesleğinin hikâye anlatıcılığı olduğunu ifade ediyor.

Dev markaların başvurduğu yöntemdir

Mevzunun 90’lı yıllara gelindiğinde farklı bir boyut kazandığına dikkat çeken Schönthaler, yöneticilerin, ürünlerin pazarlanmasında hikâyeye başvurduğunu söylüyor. Bugün Silikon Vadisi’nin dahi temelinde bir hikâye yatıyor. Yöneticilerin, CEO’ların gömleklerinden duruşlarına, saç şekillerinden konuşma hızlarına, tanıttıkları ürünlerden tanıtma şekillerine kadar her aşamada bir hikâye var. Amaç ise belli, kuşkusuz başarıya uzanmak, mesajı doğrudan iletmek, hedef kitleyi çembere almak!

Steve Jobs’tan Tim Cook’a…

Schönthaler kitabına, Steve Jobs’ın 12 Haziran 2005’te Stanford Üniversitesi mezunlarına yaptığı konuşmayı referans alarak başlıyor. İlerleyen sayfalarda ise Walter Benjamin, Nietzsche, Tim Cook, Alasdair McIntyre, Umberto Eco ve Jean-Paul Sartre gibi finans, edebiyat ve düşünce tarihine damgasını vuran daha onlarca önemli ismin yaşamından, fikirlerinden ve çalışmalarından kesitler sunarak devam ediyor. Schönthaler, hikâye anlatıcılığına, pazarlama faaliyetlerinden organizasyonlardaki zayıflıkların saklanmasına, kullanılmayan kaynakların harekete geçirilmesinden iş görür hale getirilmesine dek her alanda etkin bir şekilde başvurulduğunu vurguluyor. Ve yöntem global ölçekli dev şirketlerin kâr oranlarından anlaşıldığı kadarıyla işe de yarıyor. Ürününü güçlü ve inandırıcı hikâyeyle destekleyen ise başarının ta kendisi oluyor.

Büyük kalabalıklara konuşmak şart

Günümüzde hikâye anlatıcılığının bilgi üretiminin merkezinde yer aldığını söyleyen Schönthaler, dev markaların hikâye anlatmak için ekipler kurduğunun bilgisini paylaşıyor.CEO’ların veya genel müdürlerin çok iyi birer konuşmacı ya da hikâye anlatıcısı olmak zorunda olduğunu belirtiyor. Schönthaler’ya göre artık toplum gönüllüsü olarak çalışmanın veya büyük maddi bağışlarda bulunmanın yetmediği an dev konferans salonlarında büyük kalabalıklara konuşuluyor. Schönthaler, şu satırları kaydediyor:

“Hikâye anlatıcılığı yönetiminde hikâye ve yönetim kavramlarının her ikisi de bir tek temellendirmeye gereksinim duyan bir anlaşma/ittifak içerisine girer. Yönetimde faydacılık hüküm sürer. Hikâyeler ilişkileri öteden beri karmaşık biçimde düzenlemektedir. Bu işlevleriyle son zamanlarda kendini esasen farklılaşma üzerinden tanımlayan modern toplumlar için çekici hâle gelmektedirler… Bulantı adlı romanında Jean-Paul Sartre, ‘Bir insan her zaman için bir hikâye anlatıcısıdır,’ diye başkarakterine kafa yordurur: ‘O, başından geçen her şeyi hikâye biçiminde görür.’ İngiliz yazar A.S. Byatt şöyle der: ‘Anlatmak, insan doğasının nefes almak ve kan dolaşımı gibi bir parçasıdır.’ Ahlak filozofu Alasdair McIntyre, ‘İnsan, özü itibarıyla hikâye anlatan hayvandır,’ varsayımında bulunur. ‘İnsan, doğası itibarıyla hikâye anlatan hayvandır,’ diyen İtalyan göstergebilimci ve çok satan yazar Umberto Eco da adeta kelimesi kelimesine aynı fikirdedir.”

Covid-19 Y Kuşağını Vurdu

KPMG’nin ABD’de bin tüketiciyle yaptığı ‘Covid-19 Tüketicinin Nabzı’ anketine göre salgından geliri en fazla etkilenenler Y kuşağı oldu. Araştırmaya katılan Y kuşağından tüketicilerin gelirleri yüzde 47,7 oranında azaldı

KPMG yaptığı ‘Covid-19 Tüketicinin Nabzı’ araştırmasında, koronavirüs salgınının tüketici üzerindeki etkisini inceledi. ABD’de bin tüketiciyle yapılan ankete göre salgın en fazla Y kuşağını etkiledi.

Katılımcıların neredeyse yarısı (yüzde 44) pandemi nedeniyle gelirlerinin düştüğünü söylüyor. Salgının Y kuşağının gelir durumu üzerindeki etkilerine bakıldığında ise milenyum kuşağından katılımcıların yüzde 52’si gelirlerinin olumsuz etkilendiğini belirtti. Bu gruba gelir düzeylerindeki düşüş sorulduğunda ise Y kuşağından tüketiciler gelirlerinde yüzde 47.7’lik azalma yaşadıklarını ifade etti.

Katılımcıların yüzde 11’i Covid-19 salgını nedeniyle artık çalışmadıklarını kaydetti.

Karantina boyunca tüketicilerin büyük çoğunluğunun zorunlu olmayan harcamalardan uzaklaştığı görülüyor. Y kuşağının sektörlere göre harcamalarına bakıldığında ise ana ürün ve hizmetlerde harcama yapanların sayısının yüzde 62 arttığı gözleniyor.

Salgın sonrası toparlanma sürecinin nasıl ve ne zaman olacağı ile ilgili çok farklı görüşler var. Ekonominin düzelmesi ve harcama alışkanlıklarının normale dönmesiyle ilgili tahminler birbirinden hayli uzak. Ankete katılanların çoğunluğu hızlı ekonomik toparlanmanın olacağı konusunda umutlu değil. Çoğunluk toparlanmanın 6 ay ve 2 yıldan fazla bir süre arasında gerçekleşeceğini öngörüyor.

Salgının tüketici grupları üzerindeki küresel etkilerinden biri de yeme-içme alışkanlıklarındaki benzerlik. Anketin uygulandığı tüm gruplarda yeme-içme alışkanlıklarının ‘evde yemek yapma’ temasına döndüğü anlaşılıyor. Tüm gruplarda evde spor yapanların sayısının da arttığı görülüyor.

KPMG Türkiye Tüketici Ürünleri ve Perakende Sektör Lider Emrah Akın, “2008 krizini de yaşayan milenyum kuşağı pandemi sırasında ekonominin durması nedeniyle en çok etkilenen sektörlerde çalışıyor. Sosyoekonomik çöküşün etkilerini gelirlerinde hissediyorlar. Yaşam tarzları, harcama alışkanlıkları değişiyor. Bu, 20 yıl içinde yaşadıkları ikinci büyük kriz. Onlar Amerikan tarihinde muhtemelen ebeveynlerinden daha yoksul ilk nesil olarak tarihe geçtiler. Borçlu ve düşük ücretli Y kuşağı, salgının etkilerini uzun süre yaşayacak gibi görünüyor” dedi.

Dört yeni tüketici modeli

Araştırmaya göre salgın dört yeni tüketici grubu ortaya çıkardı. Bunlar şöyle sıralanıyor:

Salgından derinden etkilenenler (yüzde 23): Gelir kesintileri veya iş kaybı yaşayan grup. Salgından önce de ekonomik anlamda zor durumda olan tüketiciler. Ortalama gelirleri yıllık 45 bin dolar, yaş ortalaması 51. Perakende kategorileri arası harcamaları düşük. Geleceğe umutlu/iyimser bakmıyorlar.

Dikkatli ilerleyenler (yüzde 45): İş kaybından daha az etkilenen harcamalarını dramatik bir şekilde değiştirmeyen tüketiciler. Ortalama gelirleri yıllık 60 bin dolar, yaş ortalaması 44. Salgından ilk kategori kadar yüksek etkilenmediler. Salgından önce de salgın dönemindeki miktarda harcama yapıyorlardı. Gelecekle ilgili en şüpheli grup.

Evlerine sığınıp tasarrufa devam edenler (yüzde 27): Görece varlıklı ve ekonomi ile en ilgili olan tüketici grubu. Daha fazla tasarruf ediyorlar ve zorunlu olmayan harcama kategorilerinde az harcama yapıyorlar. Ortalama gelirleri yıllık 110 bin dolar, yaş ortalaması 53. Ekonomik olarak pandemi ile baş edebiliyorlar.Gelecekle ilgili en karamsar grup.

Harcamaya hazır (yüzde 5): En genç grup, ekonomi ile daha az ilgili olmalarına rağmen kategoriler arası çok rahat harcama yapan tüketiciler.Ortalama gelirleri yıllık 65 bin dolar, yaş ortalaması 33. Salgından doğrudan ve yüksek oranda etkilenmediler.Geleceğe en olumlu bakan grup. Sosyal aktivitelere katılmaya hevesli ama yine sosyal mesafe kuralarına duyarlı.

İhracatın Finansmanı – III

İHRACATIN FİNANSMANI İÇİN DÖVİZ KREDİSİ KULLANIMINA AİT KISA DETAYLAR

İHRACATIN FİNANSMANI İÇİN KULLANILAN KREDİLER VE İHRACAT TAAHHÜT BORCU

İhracatın finansmanı için ihracatçılar tarafından kullanılan KKDF ve BSMV muafiyetli döviz kredisi ile birlikte kredi borçlusu aynı zamanda ihracat taahhüt borcunu da üstlenmektedir.

İhracat taahhüdü; GB bazında yapılan FOB ihracatlardan oluşan, kullanılan döviz kredisinin ana para + faiz ve masraflar toplamı kadar ihracat tutarlarıdır. Daha açık anlatımla; USD.100.000.- lık bir döviz kredisi kullanıldığında;

USD.100.000.-  Ana para

USD.    3.000.-  Faiz

USD.       500.-  Banka masrafı

USD.103.500.-   Toplam risk / Taahhüt borcu

İhracatçımız yapmış olduğu her ihracat için gümrüklerde oluşan GB’nin bilgilerini kredi kullandığı bankaya bildirerek, kullanmış olduğu kredinin taahhüdüne saydırmak durumundadır. Taahhüde sayılacak kısım GB’ların FOB tutarlar. GB’lar kredi riski büyüklüğünde olamasa da, parça parça olarak çeşitli ihracatlara ait GB’lerden alınacak FOB değerlerin toplamı kredi riski kadar olmalıdır.

GB’DE TESLİM ŞEKLİ FOB DEĞİLSE

GB muhteviyatı ihracat FOB olarak yapılmayıp, farklı teslim şekillerine göre yani; CFR, CIF, EXW, FAS olarak yapılmış olması halinde kullanılan kredinin ihracat taahhüt borcu nasıl kapatılacak?

Bu durumda izlenecek iki yol vardır.

  • İhracatçıdan navlun faturası talep edilir, navlun (varsa sigorta) masrafları GB’de yazılı tutardan tenzil edilerek GB’nin FOB tutarı bulunur,
  • GB’nin sağ alt köşesinde 46. Hanede “istatistiki değer” yazılıdır. Bu değer daima FOB tutarını gösterir.

GB’nin taahhüt borçları FOB esasına göre kapatılırken yukarıdaki iki madde bizlere FOB değerin bulunmasına yardımcı olur.

Diğer taraftan INCOTERMS 2020’de yer alan ;

  • EXW – Ex Works
  • FAS – Free Alobgside Ship,
  • FCA – Free Carrier

Teslim şekilleri;

  • FOB – Free On Board

Terimine benzerlik gösterdiğinden dolayı, navlun ve sigorta ayrımı yapılmasına gerek kalmadan, EXW, FAS, FCA teslim şekline göre yapılmış ihracatlara ait GB’de yazılı tutarlar aynı zamanda GB’nin 46. Hanesinde yer alan ve bize FOB değerleri veren “istatistiki değer” ile aynı olduğundan, direk olarak ihracat taahhüt hesabına sayılması mümkündür.

İHRACATIN FİNANSMANI OLARAK KULLANILAN KREDİLERLE İLGİLİ İHRACAT TAAHHÜTLERİNİ KAPAMA SÜRESİ NE KADARDIR?

İhracatın finansmanı amacıyla kullanılan kredilerle ilgili olarak ihracat taahhüt hesaplarının kapatılması, kredinin kullanıldığı tarihten itibaren 24 ay içinde kapatılması bu kapatma ile ilgili olarak ilgili GB’lerin tarih ve numaraların kredinin kullanıldığı bankaya ibraz edilmesi gerekmektedir.

Ancak 24 aylık süre içinde ihracat taahhüt hesaplarının kapatılamaması halinde, 24 aylık süre içinde ihracat taahhütlerinin % 50’lık kısmının tamamlanmış olması halinde 6 aylık ek süre verilerek toplamda 30 aylık (24 ay yasal süre + 6 ay ek süre) sürede ihracat taahhütlerinin tamamlanması gerekmektedir.

Bu süre zarfında da kendine göre haklı gerekçelerle ihracat taahhütlerini tamamlayamayanları neler bekliyor dersiniz? Haftaya anlatalım onları…

B2B Satışta Dış Kaynak Kullanım Hizmetleri

Değerli Sektör Yöneticileri,

Buyer Network B2B Marka Ailesi olarak kurumsal pazarda firmalarımıza satış ve iş geliştirme desteği sunuyrouz. Yetenek ve faaliyetlerimizi içeren dosyamız aşağıda yer almaktadır.

B2B Satışta Dış Kaynak Kullanım Hizmetleri

https://satinalmadergisi.com/wp-content/uploads/2020/06/B2B-Satışta-Dış-Kaynak-Kullanım-Hizmetleri-1.pdf

Satış operasyonlarında “dış kaynak kullanımı” ekonomiktir.
Siz projelerinize odaklanın biz B2B pazarda tecrübemiz, satış geliştirme için 3 markamız ve uygulamalarımızla yanınızdayız.

Firma sahipleri ve yöneticilerinizle online toplantı yapmak için randevu rica ediyoruz. Aşağıdaki formdan bize ulaşabilirsiniz.
Saygılarımızla,
Buyer Network İş ve Ticaret Platformu

[contact-form][contact-field label=”İsim” type=”name” required=”true” /][contact-field label=”E-posta” type=”email” required=”true” /][contact-field label=”İnternet sitesi” type=”url” /][contact-field label=”Mesaj” type=”textarea” /][/contact-form]

Şirket Satışları Salgından Etkilenmedi, Yabancı Yatırımcı Hız Kesmedi

Tüm dünyayı etkileyen koronavirüs salgını sonrası bazı şirketler ayakta kalmaya çalışırken bazıları da hız kesmeden yollarına devam ediyor. Ekonominin ve ülkeye yabancı sermaye girişinin önem kazandığı bir gündemde, şirketlerin iç ve dış pazarda güçlenmesi için ortaklıkların önemli bir finansman alternatifi olduğuna dikkat çeken ünlü M&A bankacısı Kerim Kotan, “20 senedir söylediğim gibi ülkemize yabancı yatırımcının ilgisi hiçbir zaman bitmez. İnsanların evlerinden çıkamadığı son 2-3 aylık dönemde başarıyla gerçekleştirdiğimiz Natro’nun team.blue’ya satışı ve yine aynı dönemde bitirme aşamasına getirdiğimiz 4-5 farklı proje bunun en büyük kanıtı” dedi.

Web hosting pazarının lideri Natro’nun %100 hisselerinin team.blue tarafından satın alınması işleminde, imza sürecinin Natro hissedarlarının danışmanı olarak başarıyla tamamlanmasını sağlayan Kerim Kotan, “Natro-team.blue satın alması Türkiye internet sitesi barındırma (web hosting) sektörünün en büyük ve en önemli işlemi oldu” dedi. Gizlilik nedeniyle işlem büyüklüğüyle ilgili bilgi verilemediğinin altını çizen Kotan, “Natro-team.blue işleminin gerekli resmi onayların alınmasının ardından önümüzdeki haftalarda tamamlanmasını beklediklerini açıkladı.

Ortaklıklar önemli bir finansman alternatifi

Salgın sonrası bazı şirketler ayakta kalmaya çalışırken bazıları da hız kesmeden yollarına devam ediyor. Şirketlerin iç ve dış pazarlarda güçlenmesinde ortaklıkların önemli bir finansman alternatifi olduğuna dikkat çeken ünlü M&A bankacısı Kerim Kotan, “20 senedir söylediğim gibi ülkemize yabancı yatırımcının ilgisi hiçbir zaman bitmez. İnsanların evlerinden çıkamadığı son 2-3 aylık dönemde başarıyla gerçekleştirdiğimiz Natro’nun team.blue’ya satışı ve yine aynı dönemde bitirme aşamasına getirdiğimiz 4-5 farklı proje bunun en büyük kanıtı” diyor.

Web hosting sektörünün en büyük ve en önemli işlemi

1999’da kurulan ve Türkiye web hosting sektörünün bir numaralı oyuncusu olan Natro’nun 120.000’den fazla aktif müşterisi ve 500.000’den fazla kayıtlı alan adı bulunmakta. Natro, sunduğu alan adı kaydı, web hosting, e-mail hosting, cloud sunucu ve çeşitli güvenlik çözümleri gibi yenilikçi internet hizmetleriyle tüketicileri ve şirketleri dijitalleştirmeye odaklı hizmetler vermeyi sürdürüyor.

Avrupa’nın önde gelen hosting oyuncusu olan team.blue ise bünyesinde Combell, TransIP, Register Group, UnoEuro, Hosting Ireland ve DanDomain gibi birçok farklı markayı barındırıyor. Avrupa’da toplam 10 farklı ülkede hizmet vermeye devam eden grup, 2 milyondan fazla KOBİ, küçük/ev ofis ve yazılım geliştiricilerine destek veriyor. team.blue, yazılım ve hizmet sektöründe yatırım yapan ve yönetimi altındaki varlıkların değeri 12 milyar ABD Doları’ndan fazla olan özel sermaye fonu Hg Capital’ın portföy şirketlerinden birisi.

Yenilenebilir Enerjiye Almanya Modeli Önerisi

Türk sanayi, yeni dönemde koronavirüsün yaralarını sarmak ve zararlarını telafi etmek için çalışıyor. Sanayide çarklar yeniden dönmeye başlarken yüksek enerji maliyetleri de sanayicinin gündeminde ilk sırada yer almayı sürdürüyor. PAGEV Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Eroğlu, elektrik faturalarında astronomik artışa neden olan YEKDEM bedelinin sanayiciye yüklendiği sistemin sürdürülebilir olmadığına dikkat çekerek yenilenebilir enerjinin ihaleler ile desteklendiği Almanya modeline geçişi önerdi. Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması (YEKDEM) teşviklerinin süresi 31Aralık 2020’de doluyor. Sürekli artan ve öngörülemeyen YEKDEM maliyeti ile rekabetçi bir üretimden uzaklaşıldığını belirten PAGEV Başkanı, “YEKDEM’de döviz bazında yüksek sabit fiyatlı teşvik uygulaması yerine Almanya gibi ihaleler ile yolumuza devam edelim, yenilenebilir enerji yatırımlarını rekabete açalım” dedi.

Türkiye’nin yerli ve yenilenebilir kaynaklarla elektrik üretimi son yıllarda önemli bir artış kaydetti. Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması (YEKDEM), 2010 yılında yürürlüğe girdi ve yenilebilir enerji yatırımlarının desteklenmesi amacıyla 10 yıl döviz bazında yüksek fiyatlardan devlet alım garantisi verildi. YEKDEM teşviklerinin süresi 31 Aralık 2020’de sona eriyor. Sanayiciler ise elektrik faturalarına yansıyan ve Nisan ayından itibaren yüzde 100 artan YEKDEM bedelinin yükünü daha fazla taşımak istemiyor. Türkiye çapındaki tüm Sanayi Odaları Başkanları, Organize Sanayi Bölge Başkanları, çatı kuruluş TOBB dahil sanayiciler bu yükün artık kaldırılamaz olduğunu uzun süredir hep bir ağızdan dile getiriyorlar.

“Sabit fiyatlı teşvik uygulaması yerine Almanya gibi ihalelerle devam edelim”

Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı (PAGEV) Başkanı Yavuz Eroğlu, yenilenebilir enerjinin önemli olduğunu ve ülkemizin bu alanda yeni yatırımları teşvik edici stratejiler geliştirilmesini olumlu bulduklarını ancak teşvik bedelinin sanayicilere yüklendiği bir mekanizmanın bu haliyle sürdürülebilir olmadığını dile getirdi. YEKDEM’in uygulandığı 10 yılda teknolojinin gelişmesi ve ucuzlaması ile birlikte yenilenebilir enerji yatırımlarının maliyetinin de düştüğüne ancak döviz bazında teşvikli fiyatların sabit kaldığına dikkat çeken Yavuz Eroğlu, şunları söyledi: “Dünyada yüksek fiyattan devletin döviz bazında yıllar süren alım garantisi verdiği sistem sona eriyor. Ülkeler yenilebilir enerjiyi ihalelerle en uygun şartlarda teklif veren firmalara veriyorlar. Bu sayede sanayicinin üzerine düşen yük de azalıyor. Sanayide yüksek enerji maliyeti, ihracatı zorlaştırırken bu da işsizliğe sebep olmaktadır. YEKDEM maliyetinin yüksekliğinin sanayimizi ve ülke ekonomisini direkt etkilediğini hepimiz biliyoruz. Sanayimizin küresel pazarda rekabetçi olabilmesi için düşüşte olan bir YEKDEM maliyeti olması gerekir. Mevcut durumda ise bu rakam hep yukarıya çıkıyor ve öngörülemiyor. Almanya’nın 2015 yılında uygulamaya başladığı sistem ülkemize de güzel bir örnek olabilecektir. Bu teşvikler ilk verildiğinde yenilenebilir enerji teknolojileri pahalıydı. Yıllar içinde gelişen ve ucuzlayan teknoloji sayesinde yatırım maliyetleri kat be kat azaldı ama döviz bazında teşvikli fiyatlar sabit kaldı. Sabit fiyat alım garantisi yerine Hükümetler ihaleler açıp yine özel fiyatla ama yenilenebilir enerjiyi de rekabete açarak yol alıyorlar. Almanya 2015’te ihale bazlı enerji teşvikine başladı ve 2017 yılında tam geçişi sağladı. Dünya çapında enerji ihaleleri artık sabit alım garantili fiyatlamanın yerini alıyor ve teşvik dönemi bitiyor.”

İhale yöntemi test edildi, başarılı olduğu görüldü…

Yenilenebilir enerji çalışmaları ile çok önemli bir örnek oluşturan Almanya, uzun zamandır yenilenebilir enerjiyi sabit yüksek fiyatlı teşvikler yerine rekabete açık ihaleler ile veriyor. Eroğlu, Türkiye’de de bu sistemin uygulanabileceğine dikkat çekerek, “Devletimiz ihale ile alım yapmak konusunda denemeler yaptı ve başarılı da oldu. Örneğin; geçen yıl Mayıs ayının son gününde Türkiye’nin 4 bölgesinde yapılan RES YEKA-2 ihalesinde kilovatsaat başına (kWh) 3,53 ile 4,56 $ cent arası fiyatlar verildi. Bu gelişmelere bakarsak mevcutta YEK’de belirtilen Cetvel 1’de kilovatsaat başına Rüzgâr Enerjisi için verilen 7,3 $ cent iken ihaleyle neredeyse fiyatın yarıya indiği ve bu şekilde Yenilebilir Enerji Yatırımcıları yatırım yaparken sanayicinin elektrik faturasına eklenecek YEKDEM payının nasıl düşebileceği de test edilmiş oldu” dedi.

01 Ocak 2021’de yenilenebilir enerjide yeni bir sayfa açalım!

Sanayiciler, Türkiye ve dünya ekonomisinin içinde bulunduğu zor dönem dikkate alındığında YEKDEM’de sabit fiyatlarla döviz bazında ödemenin devam ettiği ve bu maliyetin de sanayiciden alındığı bir sistemin sürdürülebilir ve ülke ekonomisinin yararına bir uygulama olmadığı noktasında birleşiyorlar. Teşvik sisteminin dünyada da terkedildiği bir ortamda Almanya gibi fiyat rekabetine açık ihaleler yöntemi ile yenilenebilir enerjideki artışın devam ettirilebileceğinin altı çiziliyor.

PAGEV Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Eroğlu, “Sabit döviz bazlı, yüksek fiyata dayanan teşvikli YEKDEM sisteminin defterini 31 Aralık 2020’de bir daha açılmamak üzere kapatmalı ve 01 Ocak 2021’de yenilenebilir enerjide TL bazlı fiyat rekabetine açık yeni bir sayfa açmalıyız” diyerek sözlerine son verdi.