AİMSAD Başkanı Mustafa Erol: ‘2020atılım yılımız olacak’

Ağaç işleme makineleri sektörünün2019 yılını değerlendiren ve 2020 öngörülerini paylaşanAİMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Erol, “2020 Türkiyeiçin atılım yılı olabilir. Büyüme, 2019’un önüne geçecek.Hem iç pazarda, hem de ihracatta ciddi bir artış yaşayacağız”dedi.

Son 5 yılda gerçekleştirdiğiçalışmalarla ağaç işleme makineleri sektörünün sesi halinegelen AİMSAD’ın Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Erol, ağaçişleme makineleri sektörünün 2019 yılını değerlendirdi ve2020 öngörülerini paylaştı.

2019’un ilk çeyreğinin durgun geçtiğinisöyleyen Erol, ikinci çeyrekle birlikte işlerin açıldığını,2020’de ise sektörün atılım yapacağını dile getirdi.Sektörün büyümesinin 2019’un önüne geçeceğini belirten Erolhem iç pazarda, hem de ihracatta ciddi bir artış yaşanacağınıkaydetti.

2019 yılında ilk çeyreğin durgungeçtiğini söyleyen Erol, “Tabi öncesinde 2018 çok zor bir seneoldu. İç pazarın inşaat sektöründeki durgunluktan etkilenmesive firmaların ihracata yönelik çaba içine girmesiyle geçti.2019’un ilk çeyreği de Türkiye’de durgundu. İkinci çeyrekte,bir miktar piyasaların da kötüden iyiye doğru ivmelenmesindendolayı işler açıldı. Üçüncü çeyrekte nispeten faizlerin dedüşmesiyle, beklemediğimiz şekilde iyi bir yıl geçirdik.Özellikle Woodtech fuarı, bizim için iç piyasanın göstergesiydi,iyi bir fuar geçtiğini gördük. İç piyasada da talepler,ihracatın da etkisiyle arttı. Çünkü mobilya sektörü de içpiyasada bir iş olmadığı için, yurt dışına ihracat yapmakamacıyla kaliteli makineler kullanmak zorunda. 2018 krizi insanlarıihracata yönlendirdi. Firmalar olan pazarlardan ziyade, yeni hedefpazarlar belirledi ve bu konuda başarılı olundu. Dördüncüçeyrek de fuarın da etkisiyle iyi geçti. 2019 yılının genelinebaktığımız zaman, iç pazarı geçen yıla göre yüzde 50 dahaiyi bir pozisyonda kapatacağız” dedi.

İlk10 ayda ithalatın 2 katı ihracat

Ağaçişleme makineleri sektörünün 2019’un ilk 10 ayında toplamihracatının 79 milyon dolar olduğunu söyleyen Mustafa Erol,ithalatın ise 38 milyon dolar düzeyinde olduğunuifade etti. Erol, en çok ihracat yapılan ülkelerise ise sırasıylaCezayir, Irak, Romanya, Bulgaristan, Rusya Federasyonu, İspanya,Polonya, Mısır, Birleşik Krallık ve Kosova oldu. İthalatta iseilk 10’u sırasıyla Almanya, Çin, İtalya, İsviçre, Avusturya,Tayvan, Fransa, Finlandiya, Hindistan ve Güney Kore olduğunubildirdi.

‘Amerika ve Güney Asya yeni hedefpazarlar’

2020’nin Türkiye için bir atılım yılıolabileceğini belirten Mustafa Erol, değişik hedef ülkeler, hiçbeklenmeyen ama AİMSAD ve sektördeki firmaların da çalıştığıülkelerin hedef pazar listesine girebileceğini açıkladı. Bupazarlara örnek veren Erol, “Örneğin Amerika, Vietnam,Endonezya, Malezya gibi Güney Asya ülkeleri ilgili de çabalararttı. Arap ülkelerinin ihracattaki payı bir miktar düşebilir,kendi içlerindeki kriz nedeniyle. Kuzey Afrika aynen devam edebilir,diye düşünüyorum. Çin hala devam eden küresel bir oyuncu.Zaten Çin yüzyılı geliyor, bana göre. Ama onlar da bir pazar”dedi.

Mobilya sektörünün makine yatırımınaihtiyacı olacak

Türkiye’nin 2020’yi ciddi bir artıylakapatacağını vurgulayan Erol, oranı tahmin edemediğini, hiçbeklemedikleri gelişmeler yaşandığını aktardı. Siyasi vejeopolitik durumların iyiye gittiğine değinen Erol, MerkezBankası’nın faizleri düşürmesi, diğer ekonomik göstergelerinyanı sıra, bankaların kredi verme iştahlarının gittikçearttığını kaydetti. Bu nedenle iç pazarda ciddi bir hareketlenmebeklediğini ifade eden Erol, şöyle devam etti: “Bizim eğrimizikontrol ettiğimiz yer inşaat sektörü. İnşaat sektöründeki herartı hareket bize misliyle geri dönüyor. Tahminime göre buanlamda da büyük bir sıçrama yaşayacağız. Büyüme, 2019’unönüne kesinlikle geçer. Hem iç pazarda, hem de ihracatta ciddibir artış göreceğiz. Hem döviz bazlı artış yaşayacağız,hem de iç pazarda. Mobilya firmaları da ihracata yöneldi ve ciddialıma geçmek zorundalar. Çünkü 2-3 yıldır yatırımyapmıyorlardı. Bizde de makine parkurları çok çabuk eskiyor.Güncellenmesi gerekiyor, moda çok çabuk değişiyor. Klasik makinesektörü değiliz biz. Önümüzdeki dönemde de değişikyükselmeler bekliyoruz. 2020 bizim için beklentilerin çok üzerindebir yıl olabilir. Eksi yazacağını düşünmüyorum.”

‘Avrupa’da ilk 3’e

dünyada ilk 6’ya gireceğiz’

Türkiye’deki ağaç işleme makinelerisektörünün Avrupa’daki sıralamalarda rakipleriyle arasında çokbüyük farklar olmadığını söyleyen Erol, sektör olarak ilk 3’eçıkmak için çabaladıklarını bildirdi. İtalya ve Almanya’dansonra 3’üncü olmak istediklerini kaydeden Erol, Avrupa’da ilk3’e gelindiğinde de dünyada ilk 6’ya gireceklerini, bunu da2023’e varmadan halledeceklerini aktardı.

AİMSAD’ın 2020 hedefleri

AİMSAD’ın 2020 yılında odaklanacağıkonulardan bahseden Erol, ilk olarak firmaların kurumsallaşması vemarkalaşması için bir çalışma yapabileceklerini, bu konuda birçalıştay olabileceğini dile getirdi. Devletinçıkartmış olduğu yeni teşvikler hakkında daüyelere yönelik çalışmalar olabileceğini paylaşan Erol,eğitimle alakalı dokunuşları olacağının altını çizdi.Ayrıca; “Kötü bir 2018’den geldiğimiz için firmalar çokfazla taşın altına elini sokmak istemiyor. Ama 2020’de inşallahonlardan bu konuda çok destek alacağız. Çünkü eğitim bizimbirinci en önemli kıstasımız. Elimizden ne geliyorsa yapmakistiyoruz.“ dedi.

“Yurtdışındaki hedef pazarlar dışındaki kritik pazarlarla ilgiliroadshow’lar yapabiliriz. O da ciddi anlamda hem emeğimizi, hemvaktimizi alıyor. Bu konuda finansman da ayırmamız gerekiyor. O daolabilir. Güzel bir yıl olacağı için dernek de güzel yıllardagüzel işler yapar” diyerek derneğin 2020 hedeflerini aktardı.

TÜGİAD GENEL BAŞKANINDAN 2019 YILI DEĞERLENDİRMESİ

YAPISAL REFORMLAR İLE 2020 EKONOMİSİ CANLANACAKTIR

EKONOMİMİZİN SAĞLIKLI VE GÜÇLÜ NEFES ALMASI, İÇİN “YAPISAL VE EKONOMİK REFORMLAR” ŞART

TÜGİAD Genel Başkanı Anıl Alirıza Şohoğlu 2019 yılına dair ekonomik değerlendirmelerde bulundu.

Hem Türkiye hemde dünya ekonomileri açısından oldukça zor bir yılı geride bıraktıklarını söyleyen Şohoğlu “2018’in Ağustos ayı ile başlayan yüksek faiz ve yüksek döviz kurlarının etkisiyle daralmaya başlayan Türkiye ekonomisi, 2019 yılında art arda ilk 3 çeyrekte daraldı. Bu süreçlere ilave olarak da yerel seçimlerle başlayan siyasi belirsizlikler, dış ilişkilerde yaşanan Suriye F-35 S-400 krizleri ve Dünyada devam eden ticaret savaşları ülkemiz iş dünyası için oldukça zor bir yıl olmasına neden oldu. Türkiye’nin her türlü olumsuzluğa rağmen 2019 yılını küçükte olsa pozitif bir büyüme ile neticelendirecek olması beklenmektedir” ifadelerini kullandı.Sektörel bazda incelendiğinde özellikle inşaat sektöründe bir küçülme olduğunu aktaran Şohoğlu “2019 yılının ilk dokuz ayında ortalamada %9.3 daralma ile inşaat sektörü diğer sektörlerin gerisinde bir performans sergilemiştir. 2019 yılında çift haneli gerileyen tek sektör inşaat sektörüdür. Toplamda 21 yılın değerlerine baktığımızda 2008 küresel kriz döneminde üst üste 7 çeyrek daralan inşaat sektörü bu sene daralmada 5. çeyreğini geride bırakmıştır. Buna bağlı olarak inşaata girdi sağlayan çok sayıda imalat sektöründe işler iyiye gitmemiştir” dedi.

Türkiye ekonomisi pozitif büyümeyi yakaladı

Son açıklanan büyüme rakamlarını da değerlendiren Anıl Alirıza Şohoğlu “2019 yılının üçüncü çeyreğinden ülkemiz %0,9 büyümüştür. Üç çeyrektir negatif tarafta olan Türkiye ekonomisi, dördüncü çeyrekte pozitif büyümeyi yakalamış görünmektedir. Ancak ne yazık ki son dönemde ekonomimizin darboğaza girmesine neden olan sorunlarımızın devam ettiğinin de altının çizilmesi gerekmektedir. 2020 yılında, 2019 yılına göre başta hukuk olmak üzere yapısal reformları yerine getirirsek nispeten daha olumlu bir yıl yaşayabiliriz” açıklamasında bulundu.

Faiz indirimleri piyasayı rahatlattı

“Merkez Bankası’nın reel sektörü canlandırmak ve yatırım iştahını arttırmak amacıyla ardı ardına yaptığı faiz indirimleri ile finansman maliyetindeki azalma girişimcinin biraz nefes almasına imkan tanımış piyasalarda olumlu bir etki yaratmıştır” açıklamasında bulunan Şohoğlu sözlerine şunları ekledi: “Merkez Bankamızın ardı ardına faiz indirimleri ile finansman maliyetindeki azalma girişimcinin nefes almasına imkan tanımaya başlamıştır. Merkez Bankasının gösterge faizinde bu ay içerisinde 200 baz puanlık indirimi, 2020 yılında Türkiye’nin beklenen %3’ün üzerinde büyüme oranını yakalaması için atılan bu yılın en son adımıdır. Enflasyonda %9 gibi tek hanenin yakalanması ile birlikte 2020’de faiz düzeyinde daha aşağıların görülmesi de mümkün olacaktır. Bu konjonktüre olumlu baz etkisinin eklenmesiyle enflasyonun yüzde 25’lerden yüzde 11 seviyelerine hızlı bir şekilde gerilemesine şahit olduk. 2019 yılını enflasyonda, YEP’te hedeflenen yüzde 11-12 bandında kapatacağız. 2019 yılında ekonomimizin yumuşak karnı olarak tabir ettiğimiz cari açık sorununun, cari fazlaya dönüştüğüne tanıklık ettik. Düşük faiz bir yandan 2020’de bir yandan iç talebi hareketlendirirken aynı zamanda firmalarımızın finansmana erişim imkânını artıracaktır ki 2020’de firmalarımızın karlılıklarında önemli bir artış görülebilecektir.”

İşsizlik yüzde 14 ile Türkiye’nin en önemli sorunu

2020’ye dair ön görülerini de paylaşan Şohoğlu yapısal reformların önemine dikkat çekti. Bu etkinin sürdürülebilir olması için bazı noktaların altını çizen Şohoğlu “2020’de reel sektörün kredi iştahının üretim, istihdam ve ihracata yansımasını belirtiğimiz gibi ancak yapısal ve ekonomik reformların da gerçekleştirilmesi etkiyi artıracaktır. Ekonomimizin sağlıklı ve güçlü bir biçimde nefes alması, “yapısal ve ekonomik reformlar” ile bağışıklık sisteminin güçlendirilmesine bağlı. Hukukun üstünlüğü, eğitim, demokrasi, İfade özgürlüğü, kurumların bağımsızlığı ve liyakati esas alan bir sistemin inşası ekonomik reformların temelini sağlamlaştırır. Demokrasimizi geliştirirsek, ekonomimiz de gelişecektir. 2020 yılında mali disiplin noktasında daha dikkatli olmamız gereken bir dönemde olmamız gerekiyor. İşsizlik yüzde 14 ile Türkiye’de en önemli sorunlardan biri. İnşaat sektöründe 500 bin kişi işini kaybetti. Özellikle genç işsizliğin yüzde 27’lere yükselmesi, 2020 yılında istihdam artırıcı politikaların acil olarak devreye alınması gereğini ortaya koyuyor. Bankacılık sektörünün kredi iştahında artış gözlense de özel sektörün yatırım harcamalarında hala istenen düzeyde değiliz. Özel sektörün hem güvenin hem de yatırım iştahını artırmamız gerekiyor.”

Divan Grubu’nun Genel Müdürü Murat Tomruk Oldu

Otel, restoran ve pastane zinciriyle hizmet veren Divan Grubu’nun yeni Genel Müdürü Murat Tomruk oldu.

Galatasaray Lisesi mezunu Murat Tomruk, University of Massachusetts’de Bilgisayar Mühendisliği eğitimini tamamladıktan sonra University of Pennsylvania’da aynı dalda yüksek lisans yaptı. 1988 yılında satış temsilcisi olarak girdiği Koç Sistem’de Endüstri ve Ticari Sektör’den Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı görevine kadar yükseldi. Bu süreçte 1994-1995 yıllarında Koç Üniversitesi’nde İşletme Yüksek Lisansını tamamladı. Tomruk, 2002 yılı itibarıyla üstlendiği Koç Bilgi Grubu’nun Pazarlama Direktörlüğü görevini 2005 yılına kadar sürdürdü. 2005-2015 tarihlerinde Koç Holding Stratejik Planlama Koordinatörlüğü görevini yürüten Tomruk, son dört yıldır Setur’da Turizm’den sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak görev alıyordu.

Profesyonel kariyeri paralelinde fotoğrafçılık alanına önem veren Tomruk, açtığı iki kişisel serginin yanı sıra, çeşitli ulusal ve uluslararası yarışmalarda derece sahibidir. Evli ve 2 kız çocuğu sahibi olan Tomruk, ileri düzeyde İngilizce ve Fransızca bilmektedir.

Türkiye İMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Ferdi Erdoğan: “Çin trenle Avrupa’ya mal taşırken, bu trenin vagonlarında biz de yer alacak mıyız? Yoksa dönüş vagonlarına ürün yüklemeye mi çalışacağız?”

Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği (Türkiye İMSAD) tarafından düzenlenen ‘Gündem Buluşmaları’ toplantısı, ‘Fırtınalı Havada Yeni Yollar’ başlığı altında gerçekleştirildi. Son dönemde dünyanın gündeminde olan Asya pazarı ve Çin’i iyi incelemek gerektiğini belirten Türkiye İMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Ferdi Erdoğan, “5 bin yıllık ticaret tecrübesi olan Çin, 500 yıllık bile ticaret tecrübesi olmayan ülkelerle rekabet etme gücüne sahip. ‘Kuşak ve Yol’ projesi hayata geçtiğinde Çin trenle Avrupa’ya mal taşırken, buradan gidecek trenin vagonlarında biz de yer alacak mıyız? Yoksa dönüş vagonlarına ürün yüklemeye mi çalışacağız? Dolayısıyla bugün öncelikle Çin’in bizim için gerçekten bir fırsat mı, yoksa tehdit mi olduğunu sorgulamalıyız” dedi.

Türkiye İMSAD’ın geleneksel hale getirdiği 2019 yılının Aralık ayı ‘Gündem Buluşmaları’ toplantısı, 19 Aralık Perşembe günü İstanbul Sanayi Odası-Odakule’de düzenlendi. Türkiye İMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Ferdi Erdoğan, açılış konuşmasını yaptığı ‘Gündem Buluşmaları’nda, Türkiye İMSAD Ekonomi Danışmanı Dr. Can Fuat Gürlesel, ekonomi ve sektöre yönelik değerlendirmelerini aktardı. ‘Fırtınalı Havada Yeni Yollar’ başlıklı toplantının konuk konuşmacıları ise Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Altay Atlı ile Türk Eximbank Genel Müdür Yardımcısı Enis Gültekin oldu.

2020’de ihracat hedefimiz 24-25 milyar dolar

İnşaat malzemesi sanayicileri ile iş dünyasından isimlerin büyük ilgi gösterdiği Gündem Buluşmaları’nda, sektördeki son gelişmeleri aktaran Türkiye İMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Ferdi Erdoğan, “Ülkemizin inşaat malzemelerinin kalite açısından dünya çapında bilinir ve güvenilir bir konumda olması, bizi küresel ticarette emin adımlarla ilerlemeye teşvik ediyor. İç pazarda yaşanan daralma nedeniyle ülkemizin toplam ihracat büyüklüğü 180 milyar dolara geldi. Son 3 aydır da bu seviyede ilerliyor. İnşaat malzemelerinde ise ihracat 21,5 milyar dolar civarında. Buna karşılık ortalama birim fiyat düşük, miktar ise ciddi şekilde artıyor. Yani daha çok malı daha ucuz fiyatla satmaya başladık. Ancak tüm bu koşullara rağmen 2020’de 24-25 milyar dolar seviyesine ulaşacağımıza inanıyoruz” dedi.

Çin’in gerçekleri farklı

Gündem Buluşmaları’nda ele alınan Asya pazarı ve Çin’i iyi incelemek gerektiğinin altını çizen Ferdi Erdoğan, “Çin’le ilgili hayaller ve gerçekler var. Hayallerimiz; Çin’in Türkiye’nin iş ortağı olacağı, birlikte büyüyeceğimiz ve Çinli yatırımcıların gelip burada yatırım yaparak hepimizin çok güçlü olacağı yönünde. Şanghay Beşlisi’nde diyalog ortağı statüsünde bulunan Türkiye’nin bu iş birliğinde daha çok güçleneceğine inanıyorum fakat diğer taraftan da Çin’in gerçekleri çok farklı. Ülkemizde Çin’e romantik bir bakış açısı var ama çok dikkatli olunması gereken bir süreçten geçiyoruz” dedi.

5 bin yıllık ticaret tecrübesi olan Çin’in rekabet gücü çok yüksek

Sahra altı Afrika’ya yatırımlar yaparak bu coğrafyanın kaynaklarını kullanan Çin’in, bugün Avrupa’da yatırımlarını sürdürerek, şirket satın alarak, güçlü rakiplerini devre dışı bırakıp hedef pazarlarda güçlü olmayı planladığını vurgulayan Ferdi Erdoğan, şöyle konuştu: “5 bin yıllık ticaret tecrübesi olan Çin, 500 yıllık bile ticaret tecrübesi olmayan ülkelerle rekabet etme gücüne sahip. Çin’in yeni İpek Yolu olarak nitelendirilen ‘Kuşak ve Yol’ projesi hayata geçtiğinde Türkiye’nin konumu nasıl olacak? Çin trenle Avrupa’ya mal taşırken, buradan gidecek trenin vagonlarında biz de yer alacak mıyız? Yoksa dönüş vagonlarına ürün yüklemeye mi çalışacağız? Dolayısıyla bugün öncelikle Çin’in bizim için gerçekten bir fırsat mı, yoksa tehdit mi olduğunu sorgulamalıyız.”

Çin ait olduğu konuma döndü

‘Fırtınalı Havada Yeni Yollar’ başlığıyla düzenlenen ‘Gündem Buluşmaları’nın konuk konuşmacılarından Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Altay Atlı, “Fırtına aslında en çok doğudan Asya Pasifik tarafından esiyor ve bütün dünyayı etkilemeye devam ediyor. Çinli dostlarınızla konuşurken ‘Çin çok hızlı yükseldi’ dememenizde fayda var çünkü kendileri bu ifadeyi kullanmıyor. Size diyecekler ki ‘Birkaç yüzyıl geri gidelim. Çin aslında küresel ekonominin hep merkezindeydi. Sanayi devriminin ardından 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar sadece 100 yıllık bir ara verilmişti şimdi tekrar ait olduğumuz konuma döndük.’ Baktığımızda gerçekten de öyle olduğunu görüyoruz” diye konuştu.

Çin artık üretimde düşük maliyetli bir ülke değil

Günümüzde bütün Asya’nın ciddi bir dönüşüm içerisinde olduğunu vurgulayan Dr. Altay Atlı, şöyle devam etti: “Çin’in büyüme modelinin acısını, düşük maliyet avantajları nedeniyle ülke olarak biz de, özellikle tekstil alanında çektik. Çin’in küresel ekonomiye açılması ve bütün pazarlarda yüksek pay elde etmesinin yanı sıra altyapıya yatırım yapması önemli değişimler oldu. Günümüzde maliyetlere baktığımız zaman Çin artık üretimde kesinlikle düşük maliyetli bir ülke değil. Çin’de üretimdeki bir işçinin aylık ücreti Hindistan’ın 4 katı, Vietnam ve Endonezya’nın ise 3 katı kadar ortalama bir maliyette… ABD’de maliyetin düşük olduğu bölgelere yaklaşmış durumda. Artık düşük maliyet yok. Şimdi Çin’in teknolojiyi her açıdan artırarak, katma değerli ürünleriyle dünya lideri olma hedefi var.” Konuşmasında ‘Kuşak ve Yol’ projesine de değinen Dr. Altay Atlı, “Bu projedeki treni daha çok sembolik buluyorum. Limanlarda deniz hatlarında neler olduğuna bakmamız gerekir” dedi.

Yüksek katma değerli projelere ağırlık vereceğiz

İhracatta riskli pazarlara açılmanın şart olduğunu belirten Türk Eximbank Genel Müdür Yardımcısı Enis Gültekin ise şunları söyledi: “Artık şöyle bir dünyada yaşıyoruz; ihracata dayalı bir büyüme söz konusu ve ihracatçılarımız nerede pazar bulabiliyorsa bir şekilde bizim de o pazarlara yönelmemiz gerekiyor. Dünyada şöyle bir denge var; gelişmiş ülkeler zaten gelişmiş pazarlarda büyük paya sahipler. Riskli pazarlar bizim gibi gelişmekte olan ülkelere kalmış durumda. Bu pazarı genişletmemiz lazım. İnşaat malzemeleri alanında da yurtiçi pazarda bir daralma var. Ama bizim kendi ülkemizde sıkıntı varsa hemen en yakın coğrafyadan başlayarak ihracatımızı artırmaya çalışmalıyız. Biz Türk Eximbank olarak Türkiye’nin resmi ihracat destek kuruluşuyuz. Amacımız hem ihracatın artırılması, hem ihraç ürünlerin ve pazarların çeşitlendirilmesi, hem rekabet gücü kazanımı hem de riskten arındırılmış bir ortamda iş yapma imkanını sağlamaktır. İhracata 2018 yılında 44,2 milyar dolar destek veren Türk Eximbank olarak bu yılı 48,4 milyar dolar destekle tamamlamayı hedefliyoruz. Yani ihracatın yüzde 25’i Türk Eximbank tarafından destekleniyor. İhracat kredilerinin yüzde 53’ünü Eximbank kullandırdı. Şu anda destek verdiğimiz 12 bin 436 ihracatçı firmamızdan 9 bin 62’si KOBİ. Bu yıl inşaat malzemesi sektörüne ise toplam 2,7 milyar dolarlık desteğimiz oldu. Peki bugün ihracatımızı nasıl artıracağız? Finansman olmazsa olmaz. Ama alacak sigortası da bize güven veriyor. 238 ülkede hem ticari hem politik riskleri kapsıyoruz. Misyonumuz ihracatı destekleyen en büyük kuruluş olmaya devam etmektir. Ama stratejik olarak yüksek katma değerli projelere ağırlık vereceğiz.”

Şu anda küresel kriz sonrası en düşük faizlere yaklaştık

İnşaat malzemesi sektörünün son dönemini grafiklerle anlatan Türkiye İMSAD Ekonomi Danışmanı Dr. Can Fuat Gürlesel de, dünya ve Türkiye ekonomisine yönelik değerlendirmelerini aktardığı konuşmasında, “Bu yıl Haziran ayından itibaren dünyada küresel para politikalar değişmeye başladı. Bizim gibi gelişen ülke profillerini bu durum önemli ölçüde etkiledi. Bütün dünyada düşük faiz dönemine girdik. Şu anda küresel kriz sonrası en düşük faizlere yaklaşmış durumdayız. Bu da bizim faiz indirimleri ve ekonomik büyüme sürecine götürmemize katkı sağladı. 2020’de tamamen dış politik gelişmelerin dışında bir değerlendirmede bulunacak olursak, ekonomide yüzde 3,5-4,0 oranında bir büyüme beklentimiz var” dedi.

TürkTraktör’ün Satınalmadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Onur Vural oldu

2 Ocak 2020 – İş hayatına 1996 yılında Ford Otomotiv Sanayi A.Ş.’de başlayan Onur Vural, 2009 yılına dek Ford Otosan Eskişehir Fabrikasında Ürün ve Proses Geliştirme Ekip Lideri, Kalite Müdürü, Ford Üretim Sistemi Müdürü görevlerinde bulundu.

2009 – 2014 yılları arasında Kocaeli lokasyonunda sırasıyla Ürün Geliştirme ve Gölcük ve Yeniköy Fabrikaları Kalite Müdürü olarak görev yaptı.

Onur Vural TürkTraktör ailesine 2014 yılında Erenler Fabrikasının kuruluşu aşamasında katıldı. Fabrika kurulumu çalışmalarında yer alan Vural, 2014-2016 yılları arasında Fabrika Müdürü olarak görev yaptı.

2017 yılında Fabrika Direktörlüğü görevine atanan Onur Vural, bu görevini, fabrikanın teknik ve yönetsel alanlarda değerlendirildiği WCM (World Class Manufacturing-Dünya Klasında Üretim) çalışmalarında rekor sürede Gümüş Seviye’ye ulaştığı 2019 yılı sonuna kadar sürdürdü.

Ocak 2020 itibarıyla çalışmalarına, TürkTraktör Satınalmadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak devam edecek olan Onur Vural yeni görevini, 35 yıllık iş tecrübesinin ardından 2019 sonu itibarıyla emekliye ayrılan Sedat Tezerişener’den devraldı.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliği bölümü mezunu olan Vural, yeni atamasıyla birlikte TürkTraktör’ün tüm satınalma süreçlerinin yönetilmesinden ve geliştirme çalışmalarından sorumlu oldu.

Küresel – Dijital Dünya ve Lojistik

1456 yılında Gutenberg matbaasında ilk kitabın basılmasıyla başladığı ileri sürülen küreselleşme, günümüzde tüm zamanların en yaygın ve etkin döneminde.
Dünyanın herhangi bir noktasında, bir büyük şirketin aldığı karar, başka bir ülkenin halkını bile etkileyebiliyor. Evet, durum bu kadar ileri boyutta.
Zayıf şirketler de malesef yırtıcı kaplan menzilinde bir ürkek ceylanlar gibi hayatlarını sürdürmek durumunda.Herhangi bir kriz anında bekle-gör dışında bir aksiyon planları olamıyor.Büyük şirketler, kendi varlıklarını sürdürebilmek için isterlerse küçük şirketlerin pazar paylarını sınırlamak konusunda fazla zorlanmıyor.

Yaşayan ve globalleşen güçlü şirketlerin, varoldukları ülkeyi de güçlü kıldığı yadsınamaz bir gerçek.Güçlü ülkelerin de, kendi vatandaşlarının dünya üzerindeki güvenlik, refah ve itibarını artırdığı da aynı gerçeğin devamı. Bu çember hep böyle dönüp gitmekte.
Yalnız bu küreselleşme ile gelen rekabetin insan için önemli bir dezavantajı da var; Firmalar, artık her piyasa daralmasında personeline ödediği maaşı, hammade, makina, elektrik gibi diğer girdi maliyetleriyle bir tutmaktadır.Bu yüzden maliyeti düşürmek için yapılan tasarruf politikaları arasında ‘çalışan sayısını azaltma’ başlarda gelmektedir.
Her şirket bir ‘canlı’ gibi düşünülmekte ve onun yaşaması için fertler feda edilebilmektedir.
Buraya kadar, dünyanın megapikseli düşük bir fotoğrafını çekmiş olduk.

Nereye bağlayacağım?

Bu küreselleşme ortamında iletişim araçlarının dijitalleşmesinin de pek çok şeyi kolaylaştırdığı mukahhak.Ama, dijitalleşmenin de sanılanın aksine işgücü ihtiyacını düşürmediğini söylemek durumundayız.Geçmişte bir efsane vardı; “ileride herşeyi bilgisayarlar yapacak ve insanlara ihtiyaç kalmayacak” Fakat her arz kendi talebini, her yol kendi yolcusunu doğurduğu tezleri gibi araçların kolaylaşması, toplam üretim ve dolayısıyla harcanan emek miktarını da artırmıştır.
Yani belki eskisi kadar etrafta postacı görmüyoruz ama ortalıktaki kurye enflasyonunu farketmemek imkansız. Eski dönemde bir banka çalışanı örneğin günde 10 işlem yapıyorsa şimdi 100 işlem yapabilmektedir.Yani teknolojik gelişmeler dünya üzerindeki üretimi, finans dolaşım hızını artırmıştır ama bunun insanoğluna faydası tartışılır. Zira kullandığımız cep telefonları ile artık 8 saat değil, 24 saat mesai devam etmektedir.
Ama teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, bir konuda dijital ilerlemenin sağladığı kolaylık pek görülmez.O da: “NAKLİYE”dir.
Yani, şirketlerin bir malzemeyi fiziki olarak üretim yerinden kullanım yerine her zaman taşıması gerekecektir. (Tabi “ışınlama” icat olmaz ise)
Dijital gelişmeler, sanılanın aksine dünya üzerindeki “nakil” operasyonlarını artırmıştır.
Artık 24 saat insana yetmez olmuştur.Artan tüketim, talebi tetiklemiş, talep de üretimi.
Dünyanın farklı yerlerinde üretilenler, farklı yerlerinde talep gördüğü sürece dünya üzerindeki
gemi seferleri, uçak seferleri, tır seferleri mecburen artmak durumundadır.

Akreditifler – Documentary Letter Of Credits

Uluslararası ticarette ithalatçı ve ihracatçılar birbirlerine güvenselerdi, her konuda şüphe etmeden davranış gösterip mal alış verişi yapsalardı, ithalatçının mal siparişlerini, ihracatçılar tam da sözleşme koşullarına uygun olarak hazırlayıp gönderseydi, güvenden öte bir yolun olmadığı bir dış ticaret düşününüz. Sözün özü; malı alan da, satan da memnun olsaydı, hiç sorun yaşanmasaydı. Problemsiz alış veriş, hem de birbirlerini hiç görmemiş kilometrelerce uzaklıktaki farklı ülkelerde yaşayan dış ticaret tacirleri… “Hadi canım sen de” diyeceksiniz değil mi? Hayal dünyasını tanımladım. Öyle bir dünya olsaydı en azından ben şu an akreditifler konusunu anlatamayacaktım.

Yeni yıl ile birlikte akreditif konularını ele alıp,

  • Akreditiflerin yapısı, işleyişi, tarafları, kuralları,
  • Akreditife ait kuralların yazılı olduğu kanunlar, yönetmelikler,
  • Akreditifi düzgün kullananların memnuniyeti,
  • Akreditifi düzgün kullanamayanların yarası ve beresi,
  • Akreditifte kaza geçiren tacirler,
  • Akreditifteki operasyonel işleyiş,
  • Akreditifin çeşitleri, doğru bilinen yanlışlar,
  • Akreditifte yaşanabilecek ve yaşanmış sıkıntılar,
  • Akreditifin tüm gücünü ve etkinliğini ortadan kaldıran kelime “Rezerv”
  • Akreditifteki riskler
  • Akreditiflerde yapılan sahtekârlıklar,
  • Akreditiflere kasıtlı ve art niyetle konulan maddeler

Konu başlıklarını işleyeceğim. Bununla birlikte “sütten çıkmış ak kaşık” gibi görünen akreditiflerde yaşanan gerçek olayları da yazımda ele alacağım. Anlayacağınız tam da konuşmak istediğim konu başlığı Akreditifti.

Yazılarımda zaman zaman kaynak kitaplarına başvurduğum TBB – Türkiye Bankalar Birliği Hukuk eski Baş Müşaviri değerli üstadımız Prof. Dr. Seza Reisoglu ve ICC Türkiye Bankacılık Komitesi Başkanı değerli arkadaşım, meslektaşım Abdurrahman Özalp’a teşekkür ederim.

Diğer taraftan çeşitli kurumlar, farklı şehirlerdeki ihracatçı birlikleri, holding bünyelerinde ve bankalarda verdiğim eğitimlerde kullandığım, her yönü ile ele aldığım;

AKREDİTİFLERİN OPERASYONEL İŞLEYİŞİ

İsimli kitabımı da sizlerle paylaşmak beni mutlu edecektir.

AKREDİTİF NEDİR?

Bir nevi şartlı havaledir. Belli şartların yerine getirilmesi ile bankaların birbirlerine ödeme taahhüdü vermeleridir.

Adı ve tanımlaması nasıl olursa olsun, amir bankanın uygun bir ibrazı karşılayacağına ilişkin kesin yükümlülüğünü oluşturan dönülemez (cayılamaz) nitelikte herhangi bir düzenleme anlamına gelir

Bir nevi şartlı havaledir. Bir ithalat işleminde ithalatla ilgili koşullar olan;

Yükleme vadesi,

Ödeme şekli,

Malın cinsi,

Kalite ve fiyatı gibi

Konuları içeren akreditif mektubunun ithalatçının bankası tarafından yurt dışındaki ihracatçının bankasına gönderilmesi ile mal bedelinin, mal Türkiye’ye gönderilmesinin ardından ödenmesini taahhüt etmektedir.

Diğer bir ifade ile;

akreditif, malların yüklendiğini veya hizmetin yerine getirildiğini gösteren şart koşulmuş vesaikin belirlenen süre içerisinde ibraz edilmesi kaydıyla, belirli bir meblağın, malların veya hizmetlerin satıcısına ödeneceğine dair bir banka yükümlülüğüdür.

Akreditifler;

  • Şartlı havaledir,
  • Şartlı bir banka garantisidir,
  • İthalatçı emriyle, ihracatçının bankasına  gönderilen bir kredi mektubudur

Akreditif adına çeşitli tanımlamalar yapılsa da, esas olan birbirlerine tam anlamıyla güvenemeyen ithalatçı ve ihracatçının kendi bankalarına ve bankaları tarafından açılacak akreditiflere kayıtsız olarak güven duymalarıdır. Yazımın başında da belirttiğim üzere ithalatçı ve ihracatçı birbirlerine tam güven etseler de zaten akreditif diye bir ödeme aracı olmayacaktı. Ama uluslar arası arenada akreditif isimli ödeme aracı olduğuna göre, ithalatçı ve ihracatçının birbirlerine tam olarak güven duymadıklarını, noksan kalan bu güvenleri için her konuda yanlarında olan, her zaman en doğru bilgileri alabilecekleri bankalarına güvenip, bankaların açacakları akreditiflerle mal alış verişi, paranın ödenmesi sağlanmaktadır. Buna göre akreditifler için;

Bankalar akreditiflerin ayrılmaz bir parçası olup, alıcı ve satıcı adına akreditifte yazılı şartların yerine getirilmesi kaydı ile ödemenin garanti edildiği şartlı bir banka garantisidir. Bankaların olmadığı bir akreditif işlemi düşünülemez

denilmesi yerinde olur değil mi?

Keza akreditifler için şunları da söyleyebiliriz;

AKREDİTİF

Akreditif, bir bankanın başka şahıs lehine belli miktarda ve belli bir süre ile nezdinde kredi açması için muhabirine verdiği yazılı talimattır.

Bir başka deyişle; ihracat ve ithalat yapanların şahsi itibarlarının yerine bir bankanın itibarının yer alması olup, sevk sırasında ihraç edilen mal bedelinin ihracatçının eline emniyetle geçmesini sağlayan bir taahhüttür. Esas olarak, hem ithalatçıyı hem de ihracatçıyı koruyan bir işlemdir. İhracatçı, malların sevkini müteakip şartlara uygun vesaiki bankasına ibraz ettiği takdirde, ödemenin kendisine yapılacağının garantisi altındadır. Öte yandan ithalatçı ise, sevkiyat gerçekleştirilmeden ödemenin yapılmayacağını ve ihracatçıya ancak uygun vesaik ibrazı karşılığında ödemenin yapılacağını bilir.

Bir akreditifte banka, ithalatçı ve ihracatçı arasında aracılık rolünü üstlenir ve belirli koşulların yerine getirilmesinden sonra ihracatçıya ödemenin yapılacağına dair teminatı ithalatçının yerine banka verir. Bu nedenle, banka akreditif şartlarının yerine getirilip getirilmediği hususunu kendisine ibraz edilen vesaiki dikkatle inceledikten sonra belirler ve vesaik uygun ise ihracatçıya ödemeyi yapar.

Daha kısa bir anlatımla bir akreditif şartlı bir banka garantisi olmakla birlikle, hem akreditif amiri olan alıcı, hem de akreditif lehtarı olan ihracatçıya bir güven verir. Bankaların verdikleri bu güven şartlara bağlıdır. Şartları yerine getiren satıcı muhatap olarak alıcıyı değil, parasını almak için bankasına müracaat edecektir. Alıcının bankası ise alıcı adına hareket eden akreditifin bir tarafıdır.

AKREDİTİFİN ÖNEMİ, ALICI VE SATICIYA SAĞLADIĞI GÜVENCELER

Milletlerarası ticarette devletlerin hukuk sistemlerindeki ve mahkemelerin uygulamalarındaki farklılıklar, her ülkedeki teamüllerin özellikleri, döviz mevzuatlarındaki kısıtlamalar, değişik ülkelerdeki satıcı ve alıcılar açısından önemli rizikolar taşımaktadır. Bu rizikoların giderilmesinde tüm dünyada başvurulan en yaygın yöntem bankalar aracılığı ile açılan akreditiflerdir.

Satıcı, akreditifte öngörülen ve alıcı tarafından belirlenen belgeleri bankaya ibraz karşılığında alacağını tahsil emekte, alıcı ise istediği belgelerin kendisine verilmesi karşılığında, akreditif bedelini ödemektedir.

Akreditif konusunda en önemli hukuki düzenleme, Milletlerarası Ticaret Odasınca yürürlüğe sokulan ve 1994 yılından beri uygulanan “500 Sayılı Akreditifle İlgili Yeknesak Kurallar” olup bu kurallar 01 Temmuz 2007 yılında revize edilerek yerini 600 Sayılı Kurallar”a bırakmıştır.

Bu kurallar gerek satıcı (lehtar) ve gerekse alıcı (amir) açısından belirli güvenceler getirmekte ise de esas itibariyle satıcının korunduğu gözden kaçırılmamalıdır. Satıcı akreditifte belirlenen belgeleri ibraz etmekle -kural olarak- akreditif bedelini tahsil etme hakkına sahip olmaktadır. Diğer bir deyişle, dış görünüşü itibariyle akreditife uygun belgeleri bankaya ibraz eden satıcı akreditif bankasına -varsa teyit bankasına- karşı bir alacak hakkı elde etmekte; bankanın belgeleri kabul etmeyi reddetmesi veya haksız olarak rezerv koyması halinde dava yoluyla alacağını alabilmektedir.

Bankalar belgeleri sadece dış görünüşleri itibariyle ve makul bir özenle inceleme yükümlülüğü altında olduklarından, belgelerin, örneğin imzaların sahte olmasından ötürü tüm yükümlülük alıcıya ait olacak; malların sevk edilmediği halde sahte bir konşimento düzenlenmiş olsa dahi konşimento dış görünümü itibariyle geçerli ise, ithalatçı akreditif bedelini akreditif bankasına ödemek zorunda kalacaktır.

Buna karşılık; bankalar belgeleri sadece dış görünüşleri itibariyle ve makul bir özenle inceleme yükümlülüğü altında olduklarından, belgelerin, örneğin imzaların sahte olmasından ötürü tüm yükümlülük alıcıya ait olacak; malların sevk edilmediği halde sahte bir konşimento düzenlenmiş olsa dahi konşimento dış görünümü itibariyle geçerli ise, ithalatçı akreditif bedelini akreditif bankasına ödemek zorunda kalacaktır. Buna karşılık, ertelemeli ödemeli bir akreditif söz konusu ise, belgelerin sahteliğinin anlaşılması halinde, alıcının ikazı üzerine, satıcıya ödeme yapılmayacaktır.

Uygulamada daha büyük sorun, gönderilen malların satış sözleşmesi koşullarına uygun olmaması – düşük kaliteli, ayıplı, hasarlı, eksik olması veya başka mal gönderilmesi halinde söz konusu olacaktır. 600 Sayılı Kurallara göre akreditif sadece belgelere dayandığından; bankaların yükümlülükleri hiçbir şekilde malları ilgilendirmediğinden, alıcının mallar açısından önemli bir risk taşıdığı görülmektedir. İthalatçı kendisini korumak için, akreditif koşulları arasına satıcının ülkesindeki bir gözetim şirketinin belgede belirlenen hususları içeren bir rapor vermesini koyabilecektir.

Buna karşılık, malların alıcı tarafından kabulüne bağlı bir akreditif açılamayacaktır. Keza alıcı akreditif koşulları arasında, malların satış sözleşmesine aykırı olması halinde zararlarını karşılamak üzere ve satıcının yükümlülüklerinin garantisi olarak bir banka teminat mektubuna da yer verebilecektir.

Akreditif kuralları gerek satıcı (lehtar) ve gerekse alıcı (amir) açısından belirli güvenceler getirmekte ise de esas itibariyle satıcının korunduğu gözden kaçırılmamalıdır. Kısaca bir akreditif satıcı daha fazla korumaktadır.

Akreditiflerde satıcılar (ihracatçılar) için pozitif ayrımcılık mı var acaba?

Akreditifin operasyonel işleyişi

Böylesine yüksek bir misyon üstlenen akreditifte bankaların hata yapma lüksleri yoktur. Akreditifte yer alan bankalar, taraflara ödeme güvencesi verirler, mallarını akreditifte belirtilen koşullara göre hazırlayıp sevk eden, yükleme evraklarını tam ve noksansız hazırlayıp kendi bankasına sunan ihracatçı, evraklarında bir hata ve noksanlık olmaması halinde fatura bedelini ithalatçısından değil, kendi bankasından almaktadır. Başka bir ifade ile akreditifte istenen evraklar tam ve bankası tarafından kabul edilmişse, akreditifte yer alan teyid bankası / ödeme bankasının ihracatçı firmaya fatura bedelini ödemesi için asli bir borç yükümlülüğü içine girer. İhracatçının alacağını alması için bankasını muhatap alacaktır. İthalatçı (malı satın alan taraf) ise akreditifle ilgili mal yüklenmediği takdirde yükleme evrakı sunulamayacağından dolayı, para ödemeyecektir. İthalatçıyı da akreditif korumaktadır. Mal yüklendiği ve istenilen evraklar kendisi adına bankasına ibraz edildiğinde, bankaların evrakları kontrolünü müteakip, evraklarda hata veya noksanlık olmaması halinde paranın ödenmesi söz konusudur.

Görüleceği üzere akreditifte kural dışı gelişen davranışlar olması halinde akreditif hem alıcıyı hem de satıcıyı koruyan bir ödeme aracıdır. Her şey yolunda giderse akreditif için yukarıda söylediklerimizin altını çizeriz. Ancak her şey yolunda gitmez ise, işin içine tarafların birinin art niyeti girerse, art niyet sonucunda sahtekarlıklar yapılırsa, akreditifine neler olmaz ki? Kimlerin canı yanmaz ki? Kaybedenler, kazananlar, art niyetler, sahtecilikler. Hiç düşündünüz mü akreditiflere neden “documentary letter of credit” denildiğini? Anlatacağım hepsini. Akreditif güvenli bir ödeme şekli olsa da yüklenecek mallar için aynı sözleri maalesef söyleyemiyorum.

  • Akreditifte istenen mallar yerine bildiğimiz çakıl taşlarını çuvallara doldurup konteynerlerle ithalatçıya gönderen ihracatçılardan bahsedersem abarttığımı düşünmezsiniz değil mi?
  • Sahte belgelerle akreditifi realize edip para alan ihracatçıları duydunuz değil mi? Evraklarda kasıtlı rezerv yaratıp ihracatçısını inim inleten, parasını ödemeyen ithalatçılara ne demeli?
  • Akreditiflere tuzak şartlar koyan tilki gibi kurnaz ithalatçı saf kuzu ihracatçıyı nasıl tuzağına düşürüyor bilir misiniz?
  • Ya düzmece akreditiflerle bankaları dolandıran ihracatçılara ne demeli? Benim bir sözüm var o bankacılara; bu kadar saf olmasınlar, etraf kurt ve tilkilerle dolu. Avcı iken av olmaları an meselesidir…

Akreditifleri önce göklere çıkarttım, sonra bulutların üzerinden akreditifin ellerini bıraktım ve serbest düşüşe geçti. Gelecek ay akreditiflerdeki olumlu yanlarla birlikte olumsuzlukları da kaleme alacağım. Akreditifteki bir tarafın niyeti bozuksa, o akreditifin olumlu sonuçlanmasını beklemek saflık olur.

Her zaman söylediğim bir cümleyi tekrar etmek istiyorum; Dış ticaretteki en büyük risk tarafların karşılıklı niyetidir.

 

3 Adımda İşletme Yeteneklerinin Geliştirilmesi: “Büyük Veri Analizi”

Küreselleşme ile birlikte çeşitli sınırlar ve kıtalar arasında hızla büyüyen bir iş ortamını göz önüne alınca bir yandan müşteri davranışlarını ve gereksinimlerini değiştirmek, diğer yandan örgütlerde rekabette ayakta kalabilmek için,  “Nesnelerin İnterneti”, “Büyük Veri” ve “Yapay Zeka” gibi başlıklar ile kendisinden daha fazla söz ettirmeye başladı.

Son zamanlarda örgütler, radikal bir değişim ile karşı karşıya kalmaktadır, çünkü gerçek zamanlı olarak küresel ara bağlantı ile veri ve bilgi alışverişi, kuruluşların faaliyet alanlarında yeni iş modelleri oluşturmaya mecbur bırakmaktadır. Bununla birlikte, yeni piyasa girişlerinden kaynaklanan artan bir rekabet, işletmeleri inovasyon potansiyellerini arttırmaya zorlamaktadır.

İşletmeleri üst yönetimlerinin  değişmeyen gündemi  haline gelen yeni oluşturulan iş modelleri ve konseptler arasındaki rekabet  “sayısallaştırma”, niteliği ile birlikte artık sadece ticari kuruluşların değil, araştırma enstitülerinin, politikaların ve kar amacı gütmeyen kuruluşlarının bile adapte olduğu bir konudur.

1970’lerde başlayan süreç bilişim teknolojileri ve elektronik olanaklarının sürekli gelişimi ile Endüstri 4.0 ile karşımızdadır.  Hızlı ilerleme nedeniyle, sanayi çağlarının yaşam döngüsünün kısaldığını söylemek mümkündür; bu da organizasyonların ve paydaşların rekabet avantajı elde etmek için inovasyon ve tedarik zinciri stratejileri için potansiyellerini yeni bir düzeye koymalarını gerektirmektedir.

“Dijital çağda” önemli rol oynayan bir örgütsel işlev olan tedarik zinciri etkinliği, son derece önemlidir.   Tedarik zinciri yönetimi alanında daha kritik ve stratejik bir arayüz olmak  adına uzun vadede kurumsal verimlilik, etkinlik ve karlılığı desteklemek gibi fonksiyonları sağlayan dijital gelişmelere ayak uydurmayan şirketlerin orta ve uzun dönemde geleceği pek parlak olmayacağı aşikardır.

Bu nedenle organizasyonların karlılığını ve rekabetçiliğini yeni bir seviyeye getirme perspektifiyle kuruluşların gerçek küresel dijital dönüşümünü “Büyük Veri” sağlamaktadır. Ayrıca kuruluşlar, insan davranışlarıyla birlikte yeni bir zeka, inovasyon ve işbirliği derecesi yaratacak olan tedarik zinciri ekosistemlerinde “Yapay Zeka” yı kullanmaktadır. Bu sayede  hazırlanan Teknik raporların, gelecek senaryoların ve pratik uygulamanın kombinasyonu, kuruluşların tedarik zinciri sistemi içinde aşağı ve yukarı akış gerektiren ilerideki üretim kavramlarını test etmek için bir “oyun alanı” sunmaktadır.

Gelecekteki örgütsel performansı üç ana başlıkta değerlendirebiliriz.

Birincisi, tedarik alanında sayısallaştırma olanakları ve bu alanlarda uygulanması.

İkincisi, daha geniş bir örgütsel perspektife ve bunların üstesinden gelmeye yönelik çözümlere dayanan mevcut engeller.

Üçüncüsü, dijitalleştirmeyi tedarik alanında destekleyici bir faaliyet olarak kullanmak için gerekli teknolojiler ve sistemler. Bu üç başlık  Gelecekteki örgütsel performansı direk etkileyecek konulardır.

Çalışmalar öncelikli olarak süreçleri optimize ederek bu zorlukların üstesinden gelmek için geçmiş yıllarda örgütsel faaliyetlere dikkat çekmektedir. Önceki deneyimleri göz önünde bulundurarak bir swot analizi çalışması yapılarak “Yapay İstihbarat ”,“ Büyük Veri ”,“ Sayısallaştırma ”olarak önümüzdeki yıllarda odaklanılacak organizasyonel faaliyet alanlarını belirlemeye ışık tutar.  Ek olarak, “akıllı tedarik zinciri yönetimi” araştırma alanını ve genel maliyetleri düşürmek ve verimliliği artırmak için teknolojik gelişmelerin işleyişe dahil edilmesi önemlidir.

Bu söylediklerimin hayata geçmesi için birbirini takip eden aşamalardan oluşan bir yol haritası önerebilirim.

İlk olarak, donanım olarak algılayıcı teknolojilerinin, diğer yandan muazzam miktarda veri toplamak, kontrol etmek ve işlemek için gerekli olan yazılımı karşılıklı olarak desteklemek gerekir.

Ardından birbiriyle bağlantılı, örneğin müşteri geri bildirimlerini eklemek ve takip faaliyetlerini ve kararları gerçek anlamda paylaşmak, izlemek ve yönetmek gibi gerçek zamanlı piyasa gelişmelerini dahil ederek, internet teknolojileri ve tedarik zinciri ortaklarının doğrudan işbirliğinin oluşturulması “Büyük Veri”, “Nesnelerin İnterneti”, vb. Gibi bütünleştirici teknolojiler ile ‘’normal” üretim ve “müşteriye özel” üretimin bir araya gelmesiyle üretimde  kuruluşların sinerji yaratma fırsatlarının oluşturulması

Son olarak izlenmesi gereken yol ise  akıllı tedarik zinciri olaylarının simülasyonları ile ilgilidir ve teknolojilerle desteklenerek, daha verimli ve etkili bir tedarik zinciri kontrolü ile sonuçlanacak gelecekteki durumlara bağlı olarak önceden çeşitli senaryolar oluşturmaya yöneliktir.

Bu sayede organizasyonlar bilgiye gerçek zamanlı erişimin yanı sıra alıcının içindeki güven düzeyini de arttırmış olacaktır.  Gerçek zamanlı tedarik zinciri şeffaflığına dayanan “yanıt hızı”, kuruluşların bir yandan da teknolojilerin ve gelişmelerin en üst düzeyde kalmasını gerektiren rekabet avantajı elde etmelerinde gelecekteki bir yetenek olacaktır.

Bu kadar dijitalleşmeden bahsettikten sonra E-tedarikten bahsetmeden geçemeyiz.

E-tedarikin temel avantajı, geleneksel sürecin tüm bilgileri ve faaliyetleri toplayan bir sistem tarafından desteklenmesi ve bu nedenle alıcı ile tedarikçi arasında “bire bir” iletişim kurmasıdır.  Dijital platformda en şeffaf ve en kolay şekilde erişilebilen, paylaşılabilen ve işlenebilen bilgilerin toplanmasıdır.

Alıcı-tedarikçi ilişkileri, kazan-kazan durumları yaratma hedefiyle kurulur. Ayrıca, bu kazan-kazan durumları, örneğin her iki kuruluşun temel yeterliliklerine, know-how’ına ve yeteneklerine dayanan ürün geliştirmelerini zorlamak için stratejik ortaklıklar ile sonuçlanabilir.

Tedarik zincirinin her bir halkası sanal bilgi akışı ve otomatikleştirilmiş işlem konusunda, tedarik ve tedarik zinciri yönetimi alanında güvenliğin artan önemini göz önünde bulundurmalıdırlar. Bu nedenle, tedarik zincirindeki güvenlik ve ilgili güvenlik sistemlerinin gelişimini, tüm tedarik zinciri partilerini de dahil ederek ortak bir yaklaşıma dayalı olarak genişletmek ve gelecekteki ortak tedarik zinciri ekosistemlerini dış şiddete karşı korumak için ortak çözümler ve sistemler oluşturmaya fokuslanmaları söz konusudur.

Konuyu özetleyecek olursak Dijitalleştirme, Yapay Zeka ve Büyük Veri, kuruluşların dijital dönüşümünün karlılığını ve rekabetçiliğini yeni bir seviyeye getirmesi için kilit faktörlerdir. Ayrıca  Yapay Zekanın önemi araştırma sonuçları ile desteklenmekte, günlük iş ve idari görevler için destek işlevi, stratejik faaliyetler için boş zamanlar sağlanmaktadır. Dahası, Yapay Zeka Büyük veri miktarını neredeyse gerçek zamanlı olarak analiz ederek karmaşık karar verme süreçlerini desteklemek ve en uygun olanı vurgulamak için kullanabilir.

Tedarik zinciri ekosistemindeki tedarikin yeni rolü, çalışanların yanı sıra organizasyonel disiplinler için yeni görevlerin, rollerin ve sorumlulukların tanımlanmasını gerektirir, tamam biz bunun farkındayız zaten denilse de bu yeni rolleri şimdiye kadar kendi organizasyonel yapılarında tanımlamadıkları da gerçektir. Kuruluşlar önce dijital stratejilerini belirlemeli ve ikinci adımda uygun işlemleri yapmalıdır.  Bu yönüyle işletmeler inovasyona açık,  eğitimli ve gerekli yeteneklere sahip çalışanları kadrolarında bulundurmaları yada işe almaları gerekir. Ayrıca, kurum içindeki eğitimler ile de liderlik yönetimini temel bir işlev olarak görmeli ve bu dijital dönüşüme yönelik ortak bir zihin seti ve tutumu tanımlamaları gerekir.

Tedarik platformlarına dikkat çekecek olursak Hız, yaratıcılık, yenilikçilik ve istihbarattan yararlanmak için “uçtan uca” işbirliği olmazsa olmazdır.  Gerçek zamanlı bilgi akışı, tek bir ürünü izlemek ve ideal bir malzeme akışı sağlamak için ürünün kendisini kontrol edebilmesi  için uygun sensör teknolojileri kullanılabilinir.  RFID teknolojisi ve akıllı sensörler, kuruluşların bir yandan şeffaflığı ve izlenebilirliği desteklemesi ve diğer yandan dijitalleştirme potansiyelinden yararlanmasında önemli bir rol oynamaktadır.

Dijitalleşmeyi yönetimsel olarak ele alırsak yöneticiler bir yandan, çalışanlara dijital dönüşüm süreci boyunca rehberlik etmek zorunda kalırken, diğer yandan sürdürülebilir bir uzun vadeli başarı sağlamak için çalışanların bu değişim sürecini gerçekleştirebilmeleri için alan yaratmaları gerekmektedir.  Bu nedenle, yöneticilerin ve liderlerin çalışanların korkularını ve kaygılarını giderebilecekleri güvenli bir ortam yaratmak için ilk adımda güven ve güvenilirlik inşa etmeleri gerekir. Dahası, Değişim süreci ile ilgili yöneticiler darboğazları ve zorlukları makro-seviye perspektifinde tanımlamalı ve bunları aşmak için uygun eylemleri hayata geçirmeleri de önemlidir.

Sürdürülebilir ve çeşitlendirilmiş uzun vadeli kârlılığı temel alarak teknolojilerin ve yeniliğin öncülüğünü sürdürmek ve gelecekteki örgütsel başarıyı en verimli ve etkili şekilde ilerletmek için işlem ve süreçleri hızlandırmalarını temennilerimle.

Agile Lider Yönetici

Lider Yönetici tanımını biliyorsunuz, pek çok kitap, eğitim, kurumsal çalışmalar yapılıyor yöneticiler için. Ama yöneticilikte lider olmak bile yetmiyor artık. Son birkaç yıldır sıkça duymaya başladığımız başka bir kelime var: Agile! Tükçe’ye çeviklik, çabukluk olarak çevrilmiş. Bu kavramın ortaya çıkış hikayesine baktığımızda yöneticilikle hiç alakasının olmadığını görebilirsiniz. Peki nasıl ortaya çıkmış Agile? 17 yazılım geliştirici 2001’de biraraya gelmiş ve 4 temel değere dayalı 12 temel prensipli Agile Manifestosunu oluşturmuşlar. Amaç en hızlı ve uygun çözümü müşteriye sunmak olan bu kavramın 4 maddesine göre; bireyler süreçlerden, çalışanlar dökümantasyondan, müşteri ile uyum ve işbirliği anlaşma görüşmesinden, değişikliklere esnek olarak yanıt vermek ise körü körüne katı bir şekilde planlanmış adımları takip etmekten daha önemli! Yazılım sektörüne optimum çözüm sağlamak üzere oluşturulan bu kavramın temel prensiplerini uzun uzadıya anlatmaya şu an gerek yok. Gelin biz her bir prensibin içindeki anahtar kelimeleri bulalım ve günümüzün yönetim anlayışıyla birlikte değerlendirelim:

1. Müşteri memnuniyeti (Scrum yöntemine göre : Ekip günlük olarak en fazla 15 dakika süren ve ayakta yapılan Standup adı verilen toplantılar ile bir araya gelerek günlük iş planlarını, müşteriyle olan sürecin gelişimini tartışır.)
2. Her aşamada değişiklik yapmayı sağlamak
3. Sprint süreçler (biten işin teslim edilip tüm işin diğer aşamasına geçmek, 2-3 hafta gibi bir süreye sahip)
4. Müşteriyi ekibin değerli bir parçası gibi görmek ve işbirliği içinde olmak
5. İşin içinde yer alan her bireyin öz motivasyonunun yüksek olması ve güvene dayalı iş yükünün ekip üyelerine hissettirilmesi.
6. Etkin iletişim için öncelikle yüzyüze iletişim kurmalarının sağlanması
7. İşin ölçütü işe yarar sonuçlara sahip olmasıdır.
8. Sabit çalışma tempolu ve görev dağılımında eşitlik
9. En iyi araçları, yöntemleri ve alanından en iyi bireylerle çalışmak
10. Göz boyamak yerine sadelikle ana ihtiyacın karşılanması öncelikli
11. Kendi kendilerine organize olarak uyumlu çalışabilen, öğrenmeye açık, görev paylaşımını yapabilme yetkinliğine sahip bireylerden oluşan takımlar
12. Retrospective toplantılar (Sürekli olarak değerlendirme ve daha verimli olmak için neler yapılabilir sorgusunun yapılması)

Tüm bunlardan yola çıkarsak yönetimde Agile sisteminin kurulmasında, pratiğe uygulanabilmesinde ve yönetilebilmesindeki anahtarın efektif iletişim yönetimi ve doğru iş planlamasının yapılması olduğunu söyleyebiliriz. Bu hiç kolay olmasa da sağlanması durumunda zaman, kapsam, maliyet açısından oldukça önemli performans artışları ve ilerlemeler sağlanabilir. Peki bu sistemin içinde en baş role kimler sahip? Elbette yöneticiler! (Çalışanlarda elbet bu sistemde en az yöneticiler kadar başroldeler ama bunu başka bir yazıda konuşuruz).

Bunun için yöneticilik kavramının yaşadığımız dünyadaki anlamına bir göz atmak iyi olabilir. Hadi o zaman birlikte geçmişten günümüde yöneticilik kavramına birlikte bakalım:

Geleneksel yöneticiyi belirli bir amaca yönelmiş bir insan grubunu belirli bir otorite ve yönetim altında düzenlenmiş işbirliği içinde yöneten kişi olarak tanımlayabiliriz. Bu anlayışta yetki tümüyle üst yöneticide ve yetki delegasyon yoluyla astlara devrediliyor. Bu sırada sürekli aynı işleri yapmanın getirdiği tatminsizlik ve yabancılaşma duygusu içindeki astlara sorumluluğun devredilememesi ciddi bir sorun olabiliyor. Ayrıca merkezcil karar alma çalışanların çalışma isteğini ve kendini kanıtlama duygusunu olumsuz yönde de etkileyebilmekte. Çalışanlar arasında oluşabilen güven duygusundaki tedirginlik nedeniyle de huzursuz ve pasif bir direnmenin olduğu bir ortam bu tarz bir yönetimde en sık karşılaşılan durum olarak karşımıza çıkıyor.

Oysa ki her günü ayrı risk dolu günümüz iş dünyasında başarılı ve sürekli gelişen bir şirket yöneticisi olabilmek aşağıdaki üç önemli özellikle mümkün (hem de yüksek olasılıkla):

1. Köklü değişiklikleri, dönüşümleri gerçekleştiren ve çalışanlarına ilham veren LİDER
2. Özgün sorunları yaratıcı ve analitik yöntemlerle çözen ve kararlar alan YÖNETİCİ
3. Sorun oluşmadan usta iletişim sanatçısı olarak çalışanlarını olumlu yönde etkileyen, stratejik karar verebilme becerilerine sahip, takım ruhu oluşturan AGİLE KOÇ

Bu üç önemli yetkinliği birarada taşıyabilen yöneticilerle yönetilen şirketlerin başarısızlığa uğraması çok küçük bir olasılık! Hem araştırmalar hem de yaptığım kurumsal çalışmalara dayanarak söylemeliyim ki: İnanın böyle!

O halde şöyle söyleyebilir miyiz? Günümüz iş dünyasında Agile Lider Yöneticiliği; kurumunu ayakta tutacak kararlar alabilen yani hızla değişen dünyadaki gelişmelere ayak uydurarak kurumun geleceğini kurgulayan kişi olarak yapabiliriz. Bunun için Agile Lider Koçluk yetkinliklerine sahip bir yönetici kurum çalışanlarını kurumun hedefleri etrafında toplayabilen, bu hedefler için onları etkileme, harekete geçirme yetenek, yetkinlik ve bilgilerine sahip olan güçlü bir yönetici!

Başka bir deyişle yöneticilik özelliklerini liderlik ve agile koçluk becerileri ile bütünleştirmiş yönetici; yöneticilik özellikleriyle beraber liderlik ve koçluk yetkinliklerinin farkında ve tüm bunları sürdürülebilir ölçekte uygulayabilen bir tasarım sanatçısı!

Peki bu tasarım sanatçısı nasıl biri? Hangi yetenek, beceri ve özelliklere sahip?

Agile Lider Yönetici kişisel imajını, karizmasını ve duruşunu geliştirmiş bir yönetici. Kendini iyi tanıyor. Çalışanların bireysel tarzlarını ve beklentilerini anlıyor ve yönetiyor. Hayatının her alanında tutum ve davranışlarını geliştirmiş. Çalışanlarıyla kazanan ilişkiler kurabiliyor. Sürekli öğrenen bir kurum yapısı ve kültürü oluşturabiliyor. Yeni ve ileriye dönük uygulanabilir iş fikirleri üretiyor. İş ve diğer boyutlardaki hayatını dengeliyor. Esnek ve sabırlı. Meta boyutta olayları değerlendirme ve eylem adımı atma beceri ve yetkinliklerine de sahip. Zamanını etkili ve verimli kullanıyor. Stresi performans artımı için olumlu bir faktöre dönüştürebilme becerisine sahip. Agile Lider yetkinlikli bir yönetici olarak vizyoner ve dönüşümü destekleyen bir kurum oluşturuyor.

Süper değil mi?Süper olmasına süperde kilit soru şu: ”Tüm bunları nasıl yapar?”

Büyük bir soru bu! Cevabı araştırmalarla verelim isterseniz. Sürekli gelişen lider ve girişimci bir yöneticinin ekibinin ve şirketinin günümüz iş dünyasında hep bir adım ileride olacağını tahmin etmek hiç te zor değil! Bunu çok iyi biliyoruz ve hem fikiriz değil mi? Peki, dünyada bu amaçla en çok hangi sistem kullanılıyor? Cevap: Koçluk sistemi iledir! Dünya hem yöneticilere hem de çalışanlarına yönelik Koçluk felsefesine dayalı eğitim ve çalışmalar için büyük bütçeler ayırıyor. Pfizer, Unilever, American Express, Philips gibi şirketlerin yönetici koçluğu hizmeti için yılda 150,000-1,000,000 US$’ lara kadar geniş bütçeler ayırdıklarını biliyor musunuz?

Bir Türk olarak hemen aklınıza şu gelmiş olabilir? “İyi de, bu kadar yatırımın karşılığını alabilecek miyim? Çok büyük paralar bunlar. Ne gerek var!” O zaman sorumuz şu: “Bu kadar yüksek yatırıma göre acaba koçluk gerçekten işe yarıyor mu?” Bu soruyu cevaplamak için pek çok araştırma yapılmakta olduğunu bilin. Bunlardan bir tanesi de Manchester Inc. tarafından yapılan bir araştırma. Bu araştırmanın sonuçları; koçluğun fazlasıyla işe yaradığını göstermiş. Bu araştırmaya göre koçluk programlarına/sistemine yapılan yatırımın geri dönüşü (ROI- Return on Investment) yapılan ilk harcamanın 5.7 katı olarak bulunmuş. Aynı araştırmaya göre, bu hizmeti alan yöneticilerde de kriz yönetimi motivasyon, konsantrasyon, vizyoner duruş, süreç yönetiminde başarı gibi bireysel ve kurumsal pek çok kilit noktada çok olumlu gelişmelerin gerçekleştiği görülmüş. Bu çalışmaya göre yöneticilerin;

• % 77’sinde astlarıyla olan ilişkilerde iyileşme
• % 61’inde iş tatmininde artış
• % 67’sinde takım çalışmasında artış kaydedilmiş

Dünya böyle ama peki ülke olarak biz bu değerli sistemi kullanıyor muyuz? Bunun cevabını bir hikaye ile vermek istiyorum:
Gölde balık tutan genç bir adamın oltasına her zamankinden farklı türde bir balık takılmış. İnanamayacaksınız ama bu balık konuşuyormuş. Genç adam şaşkınlık içinde balığa bakarken balık: “Eğer yaşamama izin verirsen, tekrar göle dönmemi sağlarsan üç dileğini yerine getireceğim.” Şakınlığını üzerinden atamayan genç adam “Sadece üç dilek mi?” diye sormuş. “Olmaz, sen benim beş dileğimi gerçekleştir, ben de seni göle geri atayım.” Balık sadece üç dileğini gerçekleştirebileceğini yinelemiş. Genç adam ısrar etmiş ve pazarlığa başlamış: “Madem ki beş dileğimi gerçekleştiremiyorsun o zaman dört dilek olsun” demiş. Balık üç dilekten daha fazlasını gerçekleştiremeyeceğini söylemiş. ama genç adam ısrar ediyormuş. Sonunda “tamam, sen kazandın” demiş balığa. Fakat balıktan maalesef cevap alamamış.
Son olarak yeni yılda hepinizin hayatında Agile Koçluk yetkinliklerine sahip olmanızı diliyorum! Çünkü gelecek önce kendini ve sonra iş-hayat ilişkilerini yönetenlerin!

Kimi İkna Etmeliyiz? Müşterimizi mi? Beynimizi mi?

Tarihin ilk çağlarından buyana, en önemli konulardan biri Kimi İkna Etmeliyiz? Müşterimizi mi? Beynimizi mi? soruları ön plana çıkmaktadır.

Ticari her işletme, gelir odaklı iş modellerini benimseyip geliştirmektedir.

Toplum talebini arttırmak ve müşteri gruplarında daha fazla ihtiyaç yaratmak için her işletme, AR-GE çalışmalarına önem vererek, yüksek maliyetlere katlanmaktadır.

Yıllarca; müşteri grupları ve tüketici grupları davranışları incelenmiş, beyinlerde fark yaratan ürünler üretilmesi için çalışmalar yapılmıştır.

Bizlerin bilmesi gereken temel nokta, ürünlerimizi pazarlayıp ve satmak için, müşterimizin istek ve ihtiyaçlarına her zaman hitap etmemiz gerekmez.

Müşteri ve Tüketici grupları, çevresinde her gördüğü ürün veya hizmeti, istekleri ve ihtiyaçları çerçevesinde satın almak için değerlendirmez.

Toplumun birer fertleri olarak duygularımız vardır.

Satın alma davranışımızın gerçekleşmesi, ürünle kurduğumuz yakın bağ, duygusal yakınlık ile yakından ilgilidir.

Şartlara bağlı olarak;

  • İş konumumuz gereğince,
  • Grup statüsü,
  • Sahip olma dürtüsü,

bilinci ile hareket ederiz.

Alışveriş sürecinde, bir ürün hakkında satın alma davranışımız duygularımız ile gerçekleşir.

  • Girişimci olalım,
  • İşletmeci olalım,
  • e-ticaret yapalım,
  • Nitelikli ürünler üretelim,
  • Fark yaratan hizmetler verelim,

yeni dünya modelinde,

  • Sıcak bir iletişime,
  • Pozitif duygulara,

sahip olmamız gerekir.

Yapacağımız her start-up modellerinde;

  • Müşterimizi değil,
  • Tüketicimizi de değil,

Kadın veya Erkek DUYGULARI ikna edin.

İkna yönetim modellerinizi stratejiler üzerine konumlandırın.

Toplum olarak bizler, her zaman ihtiyaç ve isteklerimiz ile hareket etmeyiz.

Neuro Marketing Bilimi teknikleri ile hareket ederek, alt beynimizi, sürüngen beynimizi ve eski beynimizi duygularımız yoluyla ikna ederek kazanç sağlayabiliriz.

Ürünlerimize talep yaratmak için çeşitli ikna yöntem ve stratejileri vardır.

Fiziki ürünlerde,

  • Paketleme,
  • Renkler (2020 ve sonrası),
  • Psikolojik Fiyatlama,
  • Promosyon Stratejileri,
  • Kişiye Özel Ürünler,

Dijital bilim, 

  • Neurocode Bilimi,
  • Fijital Teknoloji,
  • Kullanıcı Deneyimi,
  • Müşteri Deneyimi,
  • Pop-Up,
  • Viral,
  • Web Analizi,
  • Kişiye Özel Promosyonlar,
  • Özel Günler,
  • İhtiyaç Yaratmak,
  • Talep Uyandırmak,
  • Duygulara Hitap Etmek,
  • Yapay Zeka Teknolojisini Kullanmak,
  • Holagram,
  • Arttırılmış Sanal Gerçeklik,
  • Müşteri Hizmetleri (Chatbot, Deep Learning)

detaylar çok daha fazla arttırılabilir.

2020 yılında,

Günümüz dünyasında Neurolink çalışmaları süregelmekte ve insan; zeka ve hafıza olarak çok daha fazla güçlendirilmek istenmektedir.

Global işletmeler, ikna süreçlerini verimli olarak uygulamak istiyorsanız, insanların eski beynine hitap edin ve duygularını harekete geçirin.

Dünyada yaşayan her canlı duygusaldır.

İnsanoğlu duyguları ile hareket eden ve davranışlarını duygu yolları ile eyleme çeviren en önemli varlıktır.

İnsanlar, ekonomik yetersizlikleri sebebiyle istediği ve ihtiyaç duyduğu ürün veya hizmeti satın alamayabilir veya satın almayı erteleyebilir.

İnsanoğlunun duygularına hitap eden; ürün veya hizmetler karşısında, satın alma davranışı eyleme geçmektedir.

Dünya toplum ve gruplarına hitap etmek ve ikna sürecinde başarılı olabilmek için temel şartlar,

  • Demografik Satın Alma,
  • Kültürel Satın Alma,
  • Biyolojik Satın Alma,
  • Kuşaklar Arası Satın Alma,
  • Ekonomik Süreçlerde Satın Alma,
  • Teknolojik Satın Alma,
  • Dağıtım Kanallarında Satın Alma,
  • Perakende Sektöründe Satın Alma,

alt başlıklar daha fazla arttırılacağı gibi, kendi içinde bir çok süreçleri barındırmaktadır.

İkna stratejisi çok zor olmamak ile birlikte çok kolay da değildir.

Bizler toplum üyeleri olarak duygusal varlıklarız.

Dünyanın neresinde olursak olalım, duygularımıza hitap eden her ürün veya hizmeti satın alırız.