Borsan Kablo, İSO 500 Listesindeki Yükselişini Sürdürüyor

Türkiye kablo sektörünün önde gelen kuruluşlarından Borsan Kablo, İstanbul Sanayi Odası’nın “Türkiye’nin En Büyük 500 Sanayi Kuruluşu 2018” sıralamasında 38 sıra birden yükselerek 411. sırada yer aldı. Borsan Kablo’nun 501 milyon TRY olarak kayda geçen üretimden satışları, bir önceki yıla oranla yüzde 43 artış gösterdi. Borsan Kablo, İSO 500 sıralamasında 2012 yılından bu yana düzenli şekilde yer alıyor ve istikrarlı yükselişini sürdürüyor.

Basın Bülteni – 30 Mayıs 2018

15 farklı şirketle birçok farklı sektörde faaliyet gösteren ve 2.200 kişiye doğrudan istihdam sağlayan Borsan Grup bünyesinde faaliyet gösteren Borsan Kablo, 2012 yılından bu yana yer aldığı İstanbul Sanayi Odası’nın ‘İSO 500: Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu’ sıralamasında istikrarlı yükselişini sürdürüyor.

Geçtiğimiz yıl, İSO 500’de 449. Sırada yer alan Borsan Kablo, 2018 yılında yerini 38 sıra yukarıya taşıdı ve 411. sırada yer aldı. Borsan Kablo’nun 2018 yılı üretimden satışları, bir önceki yıla oranla yaklaşık yüzde 43’lük bir büyüme oranıyla, 501 milyon TRY düzeyinde gerçekleşti.

Üretimden Satışlar Yarım Milyar Düzeyini Aştı

Borsan Kablo’nun, başarı çıtasını sürekli daha yükseğe taşıdığını ifade eden Borsan Elektrik ve Aydınlatma Ürünleri Grubu CEO’su Arbek Akay, “İSO 500 sıralamasında geçtiğimiz yıl 13 sıra yükselmiştik, bu yıl da yerimizi, 38 sıra yukarıya taşıdık. Yarım milyar TRY düzeyini aşan üretimden satışımızla, Türkiye’nin en büyük şirketlerinden birisi durumundayız. Büyümeyi, paydaşlarımız için, ülkemiz ekonomisi ve istihdamı için ürettiğimiz değerleri sürdürülebilir kılmak için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Başta tüm çalışma arkadaşlarımız, iş ortaklarımız ve müşterilerimiz olmak üzere bu başarıda katkısı olan tüm paydaşlarımıza teşekkür ediyoruz” şeklinde konuştu.

Öte yandan Borsan Kablo, aynı zamanda Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin her yıl geleneksel olarak düzenlediği ve en fazla ihracat yapan ilk 1000 firma arasında da düzenli bir şekilde yer alıyor.

Kalite, Teslimat, Maliyet Performansıyla Katma Değer Sunuyor

Borsan Kablo’nun, “2021 yılı sonuna kadar kablo ve LED aydınlatma üretimi yapan Türk sermayeli şirketler arasında KALİTE, MALİYET ve TESLİMAT performans göstergelerinde EN İYİ olmak ve global bir şirket kültürüne geçmek” vizyonu ile hareket ettiğini ifade eden Arbek Akay, “Kalite, Teslimat, Maliyet performansımızla sağladığımız katma değeri ve dolayısı ile sürdürülebilir ve karlı büyüme hedeflerimiz doğrultusunda rekabetçi gücümüzü daha da ileriye taşımak için, kendimizi, sistemlerimizi ve süreçlerimizi sürekli geliştiriyoruz. Nitelikli, sürdürülebilir, karlı büyüme; ülkemize ve paydaşlarımıza değer katma hedefiyle hareket ediyoruz” şeklinde konuştu.

Akay, 2019 yılına yönelik hedefleri de şu sözlerle özetledi: “2019 yılında yurt içi pazarın, konjonktürel nedenlerle yatay seyretmesini bekliyoruz; buna rağmen belirli bir büyüme öngörüyoruz. İhracat, 2019’da da önceliğimiz olmaya devam edecek. Üretimimizin ihracata yönlendirilen payını yüzde 65-70’ler seviyesine çekmeyi, iç pazarda ise katma değerli ve karlı büyüme istikrarımızı sürdürmeyi hedefliyoruz.”

Gilead Sciences, Pharmactive İlaç ile yerli üretim anlaşması imzaladı

Şebnem Girgin ve Haluk Sancak

İLAÇTA DÜNYA İNOVASYON LİDERİ TÜRKİYE’DE İLK YATIRIMINI YAPTI

İlaç sektörü 2019 inovasyon endeksinde dünyada ilk sırada1 yer alan çok uluslu bilim şirketi Gilead Sciences, devletin stratejik yerli üretim öncelikleri doğrultusunda en yenilikçi ve hayat kurtaran ilaçlarını Türkiye’de üretecek. Türkiye, Gilead Sciences’ın ilgili ilaçlar için halihazırda üretim yapmakta olduğu Kanada ve İrlanda’dan sonra üçüncü üretim üssü olacak. Yerli üretim için Pharmactive İlaç ile iş birliği anlaşması imzalayan Gilead Sciences Türkiye, böylece toplam cirosunun %70’inden fazlasını Türkiye’de üretir duruma gelecek.

Yerelleşme anlaşması, Sağlık Bakanlığı yetkililerinin de katılımıyla, Gilead Sciences Türkiye Genel Müdürü Şebnem Girgin ve Pharmactive İlaç Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Sancak tarafından imzalandı.

Gilead Sciences Türkiye Genel Müdürü Şebnem Girgin, “Sayın Cumhurbaşkanımızın açıkladığı 100 Günlük Eylem Planı içindeki önemli maddelerden biri yerel üretimdi. Gilead Sciences olarak bu konuyu 3 yıl önce önceliklerimiz içine almış ve çalışmalara başlamıştık. Bugün de bu yatırımı hayata geçirmekten mutluluk duyuyoruz” diye konuştu. Pharmactive İlaç Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Sancak da, “Yaptığımız yatırımlar sonucunda, uluslararası standartlarda ilaç üretebilecek sayılı tesislerinden birisi olmanın gururu hepimizindir” dedi.

İlaç sektörü 2019 inovasyon endeksinde dünyada ilk sırada1 yer alan bilim şirketi Gilead Sciences, devletin stratejik yerli üretim öncelikleri doğrultusunda en yenilikçi ve hayat kurtaran ilaçlarını Türkiye’de üretmek üzere Pharmactive İlaç ile üretim iş birliğine gidiyor. Yerel üretime ilişkin anlaşma, Sağlık Bakanlığı yetkililerinin de katılımıyla, Gilead Sciences Türkiye Genel Müdürü Şebnem Girgin ve Pharmactive İlaç Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Sancak tarafından imzalandı.

Proje kapsamında, Dünya Sağlık Örgütü’nce (DSÖ) ilaca erişimin en kritik olduğu hastalıklar olarak tanımlanan Hepatit ve HIV alanlarındaki hayat kurtaran stratejik ilaçlar, bundan böyle Türkiye’de Pharmactive İlaç iş birliğiyle üretilecek. İlk olarak dünyada yıllık satışının 1 milyar dolara ulaşması beklenen Hepatit B ilacı ile başlayacak olan projenin, dünyada yıllık satışının 8 ila 10 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmesi beklenen, en son keşfedilen, yenilikçi HIV ilacının üretilmesi ile devam etmesi öngörülüyor.

Şebnem Girgin ve Haluk Sancak

3 YILDIR ÜZERİNDE ÇALIŞTIĞIMIZ YEREL ÜRETİM YATIRIMINI HAYATA GEÇİRİYORUZ

Gilead Sciences Türkiye Genel Müdürü Şebnem Girgin imza töreninde yaptığı konuşmada, “Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı 100 Günlük Eylem Planı içindeki önemli maddelerden biri ilaç yerel üretimiydi. Gilead Sciences olarak bu konuyu 3 yıl önce politikalarımız içine almış ve çalışmalara başlamıştık. Bugün de bu yatırımı hayata geçirmekten gurur ve mutluluk duyuyoruz” dedi. Sağlık Bakanlığının stratejik yerelleşme hedefleri doğrultusunda, Pharmactive İlaç ile üretim ve yatırım alanında iş birliği anlaşmasını imzalayan Şebnem Girgin, bu imzayla birlikte Gilead’ın halen geliştirmekte olduğu diğer yenilikçi ilaçlarının da Türkiye’de üretilmesinin önünün açılacağını belirtti. Girgin, üretim ve yatırım projesine ilişkin şu bilgileri verdi:

“Proje kapsamında; Gilead portföyünde yer alan yenilikçi ve 2021’e kadar patentli Hepatit B ve 2033’e kadar patentli HIV tedavilerinin Türkiye’de üretilmesi için gereken teknoloji transferi faaliyetleri başlıyor. Bu proje ile Türkiye, söz konusu patentli ve yenilikçi Gilead ilaçları için hali hazırda üretim yapmakta olan Kanada ve İrlanda’dan sonra dünyadaki üçüncü ülke olacak ve Gilead Sciences Türkiye toplam cirosunun %70’inden fazlasını yerel olarak üretir duruma gelecek. Yine proje kapsamında önümüzdeki 4 yılda toplam 250 milyon dolarlık ithalatın önünün kesilmesi mümkün görünüyor. Türkiye’de üretim projemizin hayata geçmesinin bir diğer açıdan değeri de, patentli ve dünyada yüksek satış beklentisi olan bu ilaçların ileri ki dönemlerde sahip olduğu ihracat potansiyelidir.”

ÖLÜMCÜL HASTALIKLARIN YÖNETİLEBİLİR HASTALIKLARA DÖNÜŞTÜRÜLMESİNE ÖNCÜLÜK EDİYORUZ

Gilead’ın 32 yıl önce AIDS ve diğer çaresi olmayan enfeksiyon hastalıklarına çare bulabilmek amacı ile kurulmuş bir bilim şirketi olduğunu vurgulayan Şebnem Girgin, şunları söyledi:

“Gilead olarak vizyonumuz yaşamı tehdit eden hastalıklara en iyi çözümleri geliştirerek bu hastalıkları yeryüzünden silmek. Gilead, bu bağlamda HIV/AIDS, Hepatit B, Hepatit C, hematoloji, onkoloji ve sistemik mantar enfeksiyonları gibi hastalıkların ölümcül olmaktan çıkıp, yönetilebilir hastalıklara dönüştürülmesi çabalarına öncülük etmiştir. Dünyanın ilk 10 ilaç firması arasında yer alan Gilead dünya çapında yürüttüğü araştırmalara yıllık yaklaşık 5 milyar dolar Ar-Ge kaynağı ayırmakta, tedaviye erişim ve toplumsal eşitsizlikleri yok etmek için dünyada yıllık 400 milyon dolar bağış yapmakta, kısıtlı kaynaklara sahip ülkelerde 12 milyon kişiye HIV tedavisi desteği sağlamaktadır. Türkiye’de 2007 yılında faaliyetlerine başlayan Gilead, 80’in üzerindeki çalışanıyla yaşamı tehdit eden hastalıklara yönelik yenilikçi tedaviler sunmaktadır. Türkiye’de son 5 yılda 6 milyon dolar tutarında Ar-Ge desteği sağlamış, Hayat Bulan Fikirler bilimsel ve sosyal proje destek programı çerçevesinde 46 projeye toplam 700 bin dolar karşılıksız destek vermiştir. Özellikle bugün burada imzalanacak anlaşma sonucu ülkemizde üretim yapılacak olmasından dolayı onurluyuz.”

Hayat kurtarmayı odaklarına aldıklarını belirten Şebnem Girgin, patent süreleri devam eden ve alanlarında geliştirilmiş en yenilikçi tedaviler sayesinde birçok bulaşıcı hastalığın kontrol altına alınmasına katkı sağlamaktan dolayı onur duyduklarını ifade etti. Girgin, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Hepatit B, Gilead olarak uzun yıllardır üzerinde çalıştığımız ve etkin tedaviler geliştirdiğimiz bir uzmanlık alanımızdır. Bugün imza altına aldığımız yatırım kararımız ile birlikte ülkemizde üretimine başlanacak olan ilk ilaç, Hepatit B konusunda geliştirmiş olduğumuz en son moleküldür. Gilead’ın yenilikçi ilaç geliştirme çalışmalarının aralıksız sürdüğü bir diğer alan olan HIV/AIDS konusu da ülkemizdeki sağlık sistemi içinde etkin bir şekilde yönetilmektedir. 1996 yılında kurulan Ulusal AIDS komisyonu ve halihazırda geliştirme aşamasında olan Ulusal HIV/AIDS Programı, Bakanlığımızın bu hastalıklara verdiği önemi ve kontrolü için uluslararası standartlarda yürüttüğü çalışmaları vurgulamaktadır. Bu bağlamda ülkemizde üretilecek ikinci Gilead ilacı da HIV alanındaki en son keşfedilen molekülü içeren ilaç olacaktır. Tüm bunlara ek olarak, Dünyadaki eliminasyon çabalarına öncülük ettiğimiz Hepatit C alanında da DSÖ 2030 hedeflerine ulaşılmak üzere Bakanlığımız tarafından yürütülen tüm çalışmaları yakından takip ediyor, tarafımıza düşen tüm görevlere de hazır olduğumuzun bilinmesini istiyoruz.”

ULUSLARARASI STANDARTLARDA BİYOTEKNOLOJİK İLAÇ ÜRETEBİLECEK SAYILI ÜLKELERDEN BİRİYİZ

Pharmactive İlaç Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Sancak da, 2011 yılında Saya Grup bünyesinde Pharmactive İlaç’ı kurarken, üretim kapasitesinin ve yetkinliğinin yüksek olmasını planladıklarını belirterek, “Fabrikamızın 330 milyon kutuluk kapasitesi, ülkemiz ve hatta Avrupa’nın tamamında hatırı sayılır bir seviyededir. Pharmactive olarak, 860 kişiye istihdam sağlamaktayız. 8 yılda tamamı kendi laboratuvarlarımızda olmak üzere 90 eşdeğer molekül geliştirdik. Şu anda ülkemizde en çok üretim yapan ilk 5 tesisten biri durumundayız. Halihazırda üretimimizin yarısını çok uluslu şirketler için yapmaktayız” dedi.

Türkiye’nin bugüne kadar oluşturulmuş olan ilaç üretim kültürü ve motivasyonu sayesinde her ilacı üretebilir durumda olduğunu söyleyen Haluk Sancak, biyoteknolojik ilaç üretimi konusunda çalışmalarının sürdüğünü belirtti. Sancak, şöyle devam etti:

“Bizler Türkiye’nin bir üretim üssü haline geleceğine yürekten inanıyoruz. Ülkemizin dünya için ilaç üreten bir üs haline gelmesi için Pharmactive ailesi olarak üzerimize düşeni yapmaya her zaman devam edeceğiz. Molekül keşfinde son zamanların en çok dikkat çeken başarılarını elde etmiş bilim şirketi Gilead Sciences ile iki yıl önce ilk görüşmeyi yapmıştık. ABD’den gelen Gilead yetkilileri, tesisimizi ziyaretlerinin ardından, ‘Türkiye’de böyle bir tesis olabileceğini gelmeden önce bilmiyorduk’ şeklinde geri bildirimlerde bulundular. Pharmactive’i, Gilead’ın globaldeki ihtiyaçlarını karşılayacak tesislerden birisi olarak gördüklerini ifade ettiler. Bu geri bildirimler iş birliğimizin önünün çok açık olduğunu göstermektedir. Gilead ile yapacağımız iş birliği ülkemiz ekonomisine de büyük katkılar sağlayacaktır.”

Haluk Sancak, “Pharmactive ile Gilead Sciences arasındaki bu iş birliğinin sektördeki diğer yabancı yatırımların da önünü açacağına yürekten inanıyorum.İmzalanan iş birliği anlaşması aynı zamanda yabancı yatırımcılara verilen bir güven mesajıdır, bu nedenle de ülke ekonomisi için oldukça önemlidir. Bizler ülkemizin sürdürülebilir sağlığı için adanmışlıkla çalışan güçlü bir ekibiz. Üstümüze düşenin her zaman daha fazlasını da yapmaya hazırız” diye konuştu.

Ford Trucks, Avrupa’daki büyümesine Sırbistan ile devam ediyor

Ford Trucks Sırbistan

Ford Otosan’ın ağır ticari araç markası Ford Trucks, yurtdışındaki bayi yapılanmaları ile uluslararası pazarlarda güçlenmeye ve büyümeye devam ediyor. Ford Trucks, son olarak Avrupa’nın gelişen ticaret merkezlerinden Sırbistan’ın başkenti Belgrad’daki yeni 3S tesisi ile Avrupa’daki yapılanmasını bir adım daha ileriye taşıdı.

Ford Otosan’ın ağır ticari araç markası Ford Trucks, global büyümesini Avrupa’da gerçekleştirdiği yatırımlarla sürdürüyor. Ford Trucks, Avrupa’daki büyüme planları çerçevesinde şimdi de Balkanların önemli ticaret ve lojistik güzergahlarından Sırbistan’daki yeni tesisini, bölgenin önde gelen kuruluşlarından BC Trucks iş birliği ile açtı. Ford Trucks müşterilerine satış, servis ve yedek parça hizmetlerini aynı çatı altında sunacak Başkent Belgrad’daki yeni 3S konseptli tesis, Ford Trucks’ın Avrupa pazarındaki büyüme planlarına ve operasyonlarına önemli bir katkı sağlayacak.

Sırbistan’ın stratejik coğrafi konumu ve aldığı yatırımlarla Avrupa için önemli bir ticaret güzergahı olduğunu vurgulayan Ford Trucks Genel Müdür Yardımcısı Serhan Turfan, yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:

“Ford Trucks olarak, bayi yapılanmamızı Avrupa, Asya ve Afrika olmak üzere 3 kıtada büyütmeye devam ediyoruz. Şu anda 36 ülkede faaliyet gösteriyoruz ve 2020 itibarıyla toplam 51 ülkede var olma hedefimize doğru emin adımlarla ilerliyoruz. Avrupa pazarı, Ford Trucks’ın global büyüme planlarında çok önemli bir yere sahip. Bölgenin önemli lokasyonlarından birinde yer alan Sırbistan ise Türkiye ile Batı Avrupa arasında yer alıyor ve özellikle Avrupa Birliği ile ekonomik ve siyasi entegrasyon süreci kapsamında birçok önemli yatırıma ev sahipliği yapıyor. Distribütörümüz BC Trucks ise Sırp pazarında 10 yıllık deneyime sahip bölgenin lider kuruluşlarından biri. Otomotiv sektöründe 20 yılı aşkın deneyime sahip Braca Crnomarkovic’in bir parçası. Ağır ticari alanında sahip oldukları tecrübe, profesyonellik ve müşteri odaklı yaklaşımlarının yanı sıra Sırbistan’da markamıza önemli katkı sunacaklarından şüphe duymuyoruz. Gerek yedek parça operasyonları ve dağıtım ağı gerekse de Sırbistan genelinde sundukları kaliteli müşteri hizmetleri ile Ford Trucks markasını bu pazarda önemli bir yere taşıyacaklarına inanıyoruz.”

‘2019 Uluslararası Yılın Kamyonu ödüllü yeni F-MAX, büyüme planlarımızda önemli role sahip

Ford Trucks’ın kamyon üretim yolculuğunda geldiği noktayı ‘2019 Uluslararası Yılın Kamyonu (ITOY)’ ödüllü yeni F-MAX’in özetlediğini belirten Turfan, “24 Avrupa ülkesini temsilen 23 jüri üyesinin değerlendirmeleriyle ‘2019 Uluslararası Yılın Kamyonu (ITOY)’ ödülüne layık görülen Yeni F-MAX, Ford Trucks’ın 60 yıla yakın kamyon üretim yolculuğunda sahip olduğu birikimin ortaya çıkardığı bir başyapıt. Yeni F-MAX’in uluslararası taşımacılık sektöründe yeni bir ölçüt oluşturacağından eminiz. Ford Otosan Ar-Ge Merkezi ve İnönü fabrikamızda süren 5 yıllık tasarım, geliştirme ve üretim sürecinde 500 Ford Otosan mühendisimiz görev alırken birçok yerli imalatçı da üretim sürecine katkı yaptı. Tamamen Türk mühendisler tarafından geliştirilen çekicimizin kazandığı başarının ardından Avrupa’dan 70’e yakın bayilik talebi aldık. Bunun üzerine Batı Avrupa pazarına yönelik planlarımızı öne çektik ve İspanya, İtalya, Portekiz öncelikli olmak üzere bayilik görüşmelerine başladık. Ödüllü çekicimiz bu anlamda sürdürülebilir büyümemiz için dünya çapında önemli bir rol oynamaya devam ediyor” diye konuştu.

Prof. Dr. Emre Alkin’den “Fırtınada Ayakta Kalma Sanatı” Tavsiyeleri

Prof. Dr. Emre ALKİN

“Eğitim, özgürlükler ve hak ve adalet alanında yapısal reformlar en büyük önceliğimiz”

İstanbul Fuar Merkezi’nde 3 günden bu yana enerjide değişim ve dönüşümün tartışıldığı ICCI 2019, bugün ekonomist, yazar ve akademisyen Prof. Dr. Emre Alkin’i ağırladı. ”Fırtınada Ayakta Kalma Sanatı” başlıklı konuşmasında enflasyondan milli gelire, gençlerle iletişimden yapısal reformlara karar birçok konuya değinen Prof. Dr. Alkin, yabancı yatırımcının Türkiye’ye gelmesi için önceliğin, eğitim, özgürlükler ve hak ve adalet alanlarında yapılacak yapısal reformlarla kalkınmanın önünün açılması olduğunun altını çizdi.

“Yabancı yatırımcı bunlara bakıyor”

“Yabancı yatırımcı istiyorsak yatırım uzmanlarının baktığı şu 10 maddeye bizim de dikkatle bakmamız gerekiyor” diyen Prof. Dr. Emre Alkin, bu maddeleri “istihdam ve işsizlik, yönetişim zafiyeti, enerji fiyatlarında hızlı yükseliş, kamu maliyesinden kaynaklanacak krizler, siber saldırılar, derinleşen sosyal huzursuzluk, finansal sistemdeki zafiyetler, kritik altyapıdaki zafiyetler, bölgesel ve küresel yönetişimde zafiyet ve terör saldırıları” olarak sıraladı.

“2030’a kadar matematiksel olarak G20 içindeyiz”

Bu seneyi saymazsak 2030 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti olarak G20’nin içinde kalacağımızı belirten Prof. Dr. Alkin, “Bunu şöyle örnekleyebiliriz. Eğer bu bizim süper ligimiz olsaydı Manisa Akhisar Belediyespor olarak yine süper ligde olurduk. Ama Türkiye’de buna rağmen çok güzel şeyler de oluyor ve ciddi avantajlarımız da var. Örneğin PWC, Türkiye 2050’de 5,1 trilyon dolarlık milli gelire ulaşıyor, cirolar büyüyecek, diyor. IMF de 2019’da milli gelirin düşeceğini ama 2023’te 1 trilyon dolarlık bir ekonomi olacağımızı söylüyor. Biz milli gelire veya nüfusa takılıyoruz ama bu manalı değil. Milli gelir bir övünç meselesi olamaz. Örneğin Endonezya 2050’de dünyanın dördüncü büyük milli gelirine sahip olacak. Brezilya ve Meksika ise İngiltere ve Fransa’yı geçecek. Nüfus açısından bakarsak yine Nijerya 2050’de dünyanın üçüncü büyük nüfusu olacak. Ama bu da kendi başına bir mana ifade etmiyor. Bizim örneğin Türkiye olarak nüfusu nicelik değil nitelik olarak büyütmemiz gerekiyor. Bizim geliri, nüfusu bir kenara bırakıp yaptığımız yüksek katma değerli, sıradışı, çarpıcı işlere odaklanmamız lazım. Marifetli işlerle büyümeliyiz. Türkiye binalarla değil insanlarla büyüyecek” dedi.

“Gençler karamsar mesajlar istemiyor”

Türkiye’nin avantajlarının bunlarla sınırlı olmadığını belirten Prof. Dr. Emre Alkin, PWC’nin ilgili raporuna göre ülkemizin satın alma gücü paritesinde 2030’da İtalya’yı geçeceğini, 2050’de ise bölge ülkeleri içinde en yüksek genç nüfusa sahip olan ülke olacağını söyledi. “Fakat bu gençlerle iletişimde bir gereklilik de getiriyor. Örneğin gençler artık karamsar, karanlık mesajlar veren liderlerden hoşlanmıyor” diyen Alkin, gençlerin ihtiyaçlar piramidinin de değişen dünya doğrultusunda değiştiğine dikkat çekti. Alkin, sözlerine şöyle devam etti: “45 yaş üstü için araba dünya genelinde ne kadar vazgeçilmez bir ihtiyaçsa bugün gençler için WiFi o kadar, hatta belki daha da önemli bir ihtiyaç. Onlar da bu şekilde sosyalleşiyorlar, biz yüz yüze belki 8-10 kişiyi görüyoruz her gün, onlar sanal olarak belki binlerce kişiyle temas kurabiliyor. Bu bilgiyi nasıl doğru kullanabiliriz ona bakmamız lazım. O yüzden gençlere doğru davranmamız gerekiyor. Sürekli olumsuzluk dile getirmek değil gençleri anlamaya çalışmamız önemli. Gençler gelecekte arabaya binmeyecek ki, kendi kendine giden (otonom) otomobil kullanacaklar ve bunu da sahiplenme yoluyla kullanmayacaklar. Bizim onları anlamamız gerek yoksa gelecekle ilgili anlamlı önerilerde bulunamayız.”

Prof. Dr. Emre Alkin’in konuşmasından diğer önemli başlıklar da şöyle:

* IMF’in bir raporu bir ülkede ne kadar fazla yolsuzluk varsa o kadar düşük eğitim seviyesi olduğunu gösteriyor.

* Enflasyon hedefi tutmuyor, ama MB ne derse yabancı yatırımcı buna birkaç puan eklemek istiyor. MB sadece döviz rezerviyle değil söylediklerinin çıkmasıyla da değerlenir. Enflasyon şu an yüksek olsa da Türkiye’de Merkez Bankası anketine katılan 65 kanaat önderi, 24 ay içinde enflasyonun reelde yüzde 12’ye düşeceğini bekliyor. Beklentileri doğru yönetirseniz enflasyonla mücadelede galip gelirsiniz. Bu yalnızca Türkiye’de değil her yerde böyledir.

* Türkiye’de dövizin yükselmesi düşmesinden daha büyük ihtimaldir ve bunun çözümü de yapısal reformlardadır. 2002’de bunu yaptık ve başarılı olduk, AB çıpasını koyduk, eğitim ve bankacılık reformunu yaptık, hak ve özgürlükleri artırdık.

* Endüstri 4.0, koşulsuz tüketici memnuniyetidir, gelen bilgiyi süzmek ona göre çözüm üretmektir. Bizim sorunumuz fabrikasyon veya üretim değil. Bizim Türkiye olarak üretememek değil üretmekten sıkılmak ve yorulmakla ilgili bir sorunumuz var. 70’lerde fabrikasyon fonksiyonunun fiyattaki payı yüzde 23 iken şu anda bu yüzde 11 civarında. Üretmeden önce yapılan işlerin artık yüzde 88-89 payı var. Bunlar nedir?: tasarım, dijital altyapı, teknoloji, arge, personel eğitimi, inovasyon, marka, reklam, satış, pazarlama, lojistik, tahsilat. Bunlar para kazandırıyor. Kafayı üretime değil bunlara takmamız gerek.

* Binalarda enerji verimliliği çok önemli bir konu. Konut ve ticarethanelerde kullanılan enerjinin yüzde 80’i verimsiz kullanılıyor. Sanayicimiz gündüz işyerinde binasını enerji verimli olarak kullanırken akşam eve gittiğinde aynı özeni göstermiyor. Bu davranış biçimi bizim diplomasimizi, dış politikamızı bile doğrudan etkiliyor. Nasıl derseniz: Enerjide, petrol ve doğal gazda hala dışa bağımlıyız. O yüzden verimli enerji kullanımı çok önemli.

* Atatürk’ün şu sözünü hepimiz hatırlamalı ve ona göre davrandığımızdan emin olmalıyız: Şahsi menfaatler asla toplumsal menfaatlerin önüne geçmemeli.

  • – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – –
İnteraktif Satış Eğitimi Yöneticiler Için Ileri Seviye Kurumsal Satış Eğitimi
Yöneticiler için ileri seviye Kurumsal Satış Eğitimi

SATIŞ EĞİTİMİ UYGULAMA ÇALIŞMALARI

SATIŞ MAKALELERİ

Sabancı Holding’den İki Stratejik Hamle

Sabancı Holding CEO'su Mehmet Göçmen

Sabancı Holding, yatırım portföyüne yönelik iki önemli kararı hayata geçiriyor. Sabancı Holding, Enerjisa Üretim ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen ihalede dört bölgenin ikisini aldı. Böylece ihalede tahsise açılan 1000 MW’lık kapasitenin yarısı Enerjisa Üretim portföyüne katılmış oldu. Enerjisa Üretim, ikincisi yapılan “Rüzgar Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları (YEKA)” ihalesi projelerinde 500 MW’lık kapasite kazandı. Aydın ve Çanakkale Bölgeleri’ne yapılacak yatırımla Enerjisa Üretim, toplam kapasitesinin 4.107 MW’a ulaşma potansiyelini yakaladı.

Holding diğer taraftan da otobüs, midibüs ve hafif kamyon üretimi yapan Temsa Ulaşım Araçları Sanayi ve Ticaret A.Ş.’yi İsviçre merkezli True Value Capital Partners’a sattı. Satış anlaşmasına göre 825 milyon TL şirket değeri üzerinden, borç ve nakit düzeltmeleri yapıldıktan sonra 375 milyon TL hisse değeri karşılığında devir gerçekleştirildi. Yapılan işlem, yüzde 49 oranındaki Sabancı Holding hisselerinin yanı sıra, yüzde 51 oranındaki başta Sabancı Ailesi üyeleri olmak üzere, diğer bireysel yatırımcı hisselerini de kapsıyor.

Mehmet Göçmen: ”Önemli bir dönüşümün iki adımını attık”

YEKA ihalesinden alınan rüzgar enerjisi üretim yatırımının ve Temsa Ulaşım Araçları’nın hisselerinin devredilmesinin Topluluğun dönüşümünde önemli adımlar olduğunu belirten Sabancı Holding CEO’su Mehmet Göçmen, şunları söyledi:

“Sabancı Holding olarak belirlediğimiz yol haritamızın temelinde, yalın ve dengeli portföy anlayışıyla yüksek büyüme ve daha fazla değer yaratan alanlara yatırım yapmak bulunuyor. Enerji alanında ülkemizin yerli ve sürdürülebilir kapasitesine daha fazla yatırım yapmak da bu kapsamda yer alıyor.

Enerjisa Üretim halihazırda 3 doğal gaz kombine çevrim, 12 hidroelektrik enerjisi, 3 rüzgâr enerjisi, 2 güneş enerjisi ve 1 yerli linyit santralinden oluşan yaklaşık 3.607 MW kurulu gücüyle, Türkiye’nin en büyük özel sektör elektrik üreticisi konumunda. Bugün sonuçlanan YEKA ihalesiyle de büyüme hedeflerimiz doğrultusunda önemli ölçüde ek kapasiteyi portföyümüze kazandırdık. Bu başarılı sonuç, ülkemize ve yenilebilir enerji sektörünün geleceğine olan inancımızı ve güvenimizi bir kez daha ispatlıyor. Ülkemizi, enerji üssü olma hedefine daha da yakınlaştıran bu büyük proje Topluluğumuzun ve ülkemizin büyüme hedeflerine büyük katkı sağlayacak. Enerjide daha sürdürülebilir ve verimli bir Türkiye için yerli ve yenilenebilir kaynaklara yaptığımız yatırımlar sayesinde ülkemizin milli enerji politikasına da değer yaratmayı sürdürüyoruz”.

Temsa Ulaşım Araçları kararı teknolojik ve sektörel odaklanma stratejimizin bir parçasıdır

Sabancı Holding’in dönüşüm sürecinde atılan diğer önemli adımın da Temsa Ulaşım Araçları’nın İsviçre merkezli True Value Capital Partners’a satışı olduğunu belirten Mehmet Göçmen, “Temsa Ulaşım Araçları, yarım asırlık geçmişindeki başarılarıyla ve sektöründeki öncülüğü ile her zaman gurur duyduğumuz markalarımızdan oldu. Teknolojik ve sektörel odaklanma stratejimizin neticesinde aldığımız bu devir kararı sonrasında,Temsa Ulaşım Araçları aynı ticari ünvan altında Adana’daki tesislerinde üretimini sürdürecek. İnanıyorum ki bu yeni dönemde de Temsa Ulaşım Araçları, özverili çalışanları ve güçlü satış teşkilatı ile yoluna başarıyla devam edecektir” dedi.

URGE Projesi Türk kiraz ve üzümüne Uzakdoğu pazarını açtı

  • URGE Projesi Yaş meyve sebze ihracatçılarına hava kargoyu keşfettirdi
  • Yaş meyve sebze ihracatçıları URGE Projesiyle ihracat sezonunu 12 aya çıkardı
  • Taze kiraz ve üzüm ihracatçıları bir proje ile 5 büyük kazanım sağladı

Yaş meyve sebze ihracatçılarına Hava Kargoyu keşfettiren, Türk kiraz ve üzümüne Uzakdoğu pazarına girmenin yolunu açan, ters iklimdeki ülkelerle işbirliği yaparak ihracat sezonunu 12 aya çıkaran Taze Kiraz ve Üzüm Ürünlerinde Uluslararası Rekabetçiliğin Arttırılması Projesi’nde sona gelindi.

Taze Kiraz ve Üzüm Ürünlerinde Uluslararası Rekabetçiliğin Arttırılması isimli URGE Projesi’nin sektörün ufkunu açtığını belirten Ege Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Hayrettin Uçak, URGE Projesine katılan firmaların kurumsallaşma ve verimli üretim alanlarında da büyük kazanımlar elde ettiğini kaydetti.

Türkiye’nin taze kiraz ve üzüm üretiminde dünya lideri olmasına karşın ihracatta kendisinden daha az üretimi olan bazı ülkelerin gerisinde kaldığına dikkati çeken Uçak, “Şili’ye yapılan Yurt Dışı Pazarlama Faaliyeti, taze meyve sebze ihracatında hava kargonun önemini ortaya koydu. Şili, hava kargo ile uzak pazarlara açılarak kiraz ihracatında dünyanın en büyük oyuncusu haline gelmiş. Biz de hava kargoya ağırlık verdik ve bu sayede Uzakdoğu pazarına odaklandık.

Sürdürülebilir ve katma değerli ihracat için mevcut pazarların çeşitlendirilmesi ve özellikle Uzakdoğu pazarına ihracatımızı arttırma konusunda sektörde ciddi bir bilinçlenme oluştu. URGE Projemiz sayesinde Malezya, Vietnam, Kamboçya, Singapur ve Güney Afrika’ya ihracata başlayan firmalarımız oldu. Önümüzdeki dönemde bu proje sayesinde Uzakdoğu’ya ihracatımızın katlanarak artacağına inanıyoruz” şeklinde konuştu.

Taze Kiraz ve Üzüm Ürünlerinde Uluslararası Rekabetçiliğin Arttırılması Projesini 13 üye firmanın katılımı tamamladıklarını, proje kapsamında 2 adet eğitim faaliyeti, 5 adet Yurt Dışı Pazarlama Faaliyeti gerçekleştirildiğini anlatan Uçak, proje kapsamında ihracatımızın sınırlı olduğu ancak potansiyel arz eden ülkelerle birlikte ters sezonlarda işbirliği yürütülebilecek rakip ülkelere odaklandıklarının altını çizdi.

Hedef Pazar Araştırma Yöntemlerine İlişkin Eğitim Programı ve Kurumsallaşma ve Yalın Yönetim Eğitim Programları yaptıklarını dile getiren Uçak şöyle konuştu: “İhtiyaç analizi kapsamında ortaya çıkan en önemli gelişim alanlarından biri olan kurumsallaşma ve verimli üretim konuları oldu. Firmalarımızın her geçen gün daha da zorlaşan uluslararası pazar koşullarına uygun hale gelebilmeleri için pazarlama faaliyetlerinin yanında işletme yönetimi konusunda da geliştirilmesi gerekliliği ortaya çıktı. Bu doğrultuda analiz kapsamında işletmelerimizde kurumsallaşma ve verimli üretim konularında gözlemlenen eksiklikler ve iyileştirme tavsiyeleri üye firmalarımızla paylaşıldı ve uluslararası örneklerle kurumsallaşmanın önemi ve yöntemleri üzerinde bilgi verildi.

Ayrıca daha düşük maliyetlerde daha kaliteli ürerim yapmanın yöntemleri üzerinde duruldu ve iyi uygulama örnekleri paylaşıldı. Firmalarımız bu eğitim programında edindiklerini uygulamaya devam ettikleri takdirde hem kurumsallaşma, hem de verimlilik anlamında ilerleyen yıllarda rakiplerine fark atacaklar, ihracatta rekabetçi olacaklar.”

Taze Kiraz ve Üzüm Ürünlerinde Uluslararası Rekabetçiliğin Arttırılması isimli URGE Projesi kapsamında ilk yurtdışı pazarlama faaliyeti Şili’ye olurken, sonrasında sırasıyla; Almanya/Fruit Logistica Fuarı, Malezya – Vietnam, Güney Afrika ve Çin Yurt Dışı Pazarlama Faaliyetleri yapıldı.

Devlet Yardımları Rehberi – Mayıs 2019

Kaynak : Ticaret Bakanlığı

Açıklama :

Ticaret Bakanlığı tarafından yayınlanan Devlet Yardımları Rehberi için ;

https://ticaret.gov.tr/data/5b87fac913b8761160fa1cf0/Devlet_Yardimlari_Rehberi.pdf

Satınalma Dolandırıcılığı ve Satınalma Ödeme Sürecine Genel Bakış

Satınalma Dolandırıcılığı ve Satınalma Ödeme Sürecine Genel Bakış

Kağan Demirdöven
Med – Idea Bilgi Yönetimi ve Ticaret A.Ş.

Satınalma ödeme süreci (procure to pay: P2P), çoğu zaman birden fazla sistemi ve işlemi kapsayan en karmaşık iş süreçlerinden biri olarak kalır. Kurumsal kaynak planlama (ERP) uygulamaları da dahil olmak üzere otomasyon seviyesine rağmen P2P, dolandırıcılık, para kaçağı ve verimsizlik eğilimi gösteren bir alan olmaya devam etmektedir. ERP sistemleri doğası gereği, sürekli iş geliştirme için platformlardır. Bununla birlikte, ERP sistemleri iş süreçlerindeki ve politikalardaki değişikliklere uyum sağlayacak şekilde geliştikçe, başlangıçta işe yardımcı olmak için getirilen değişiklikler sonucunda dahili kontrol ortamı tehlikeye girebilir ve bozulabilir.

Aşırı ödemeler, sahte faturalandırma ve envanter hırsızlığı hem iç hem de dış tedarikçilerle ilgili büyük dolandırıcılık kaynağı olarak kalmaktadır. İlginç bir şekilde, bir dolandırıcılık tespit etmek ortalama 342 gün sürmektedir ve bu sürecin tamamındaki kazançların% 89’u geri kazanılmaz. Yıllık dolandırıcılık oranı 1.5 milyon dolar olan ortalama organizasyon için 1.34 milyon dolar kayba uğradı. Bu zorluklar Üst Düzey Yöneticiler için satın alma ödeme (P2P) sürecine tam bir bakış açısı kazanma çabalarında büyük hayal kırıklığı kaynağıdır.

CaseWare Analitik ile Yönetim, satın alma ödeme P2P iş süreçleri üzerinde bağımsız bir gözlem noktası ile sağlanır. Altta yatan sistemlere, veri kaynaklarına veya konumlara bakmaksızın herhangi bir P2P süreci izlenebilir. Tek bir analitik platformda, bu farklı kaynaklardan gelen veriler birleştirilir ve anomaliler yönetim tarafından gözden geçirilmek üzere sunulur. Analitik platform, Satınalma kontrolleri ile Ödeme ve Görevlerin Ayrımı ve Satıcı Ana Verileri arasında kapsamlı tedarik kontrolü sağlıyor.

Anında sahtekarlık tespiti için otomatik ve tekrarlanabilir analitik kullanabilirsiniz, ayrıca anormallikleri ilk tespitten çözünürlüğe kadar yönetebilir ve takip edebilirsiniz. Otomatik İzleme ile İş Süreçleri Sahipleri, periyodik denetimler yerine kaynakları belirleyen ve çözen konularda önemli maliyet tasarrufları elde edebilirler. Kuruluş, tedarik sürecinin genel olarak iyileştirilmesine yardımcı olmak için şimdi ele alınabilecek temel nedenleri belirleme ek istihbaratını da alıyor.

SASAYDER – Sakarya Satınalma Yöneticileri ve Profesyonelleri Derneği Başkanı Sn. Emre SALİHOĞLU ile sektörü ve mesleğin gelişimini konuştuk

Prof. Dr. Murat Erdal ile sektör sohbetlerinde konuğumuz,

Sakarya Satınalma Yöneticileri ve Profesyonelleri Derneği Başkanı
Sn. Emre SALİHOĞLU

  • Emre Bey, Merhaba, Röportajımıza geçmeden önce sizi tanıyabilir miyiz ?

Tabi ki. 1981 Yılında Sakarya’da doğdum. İlk ve Orta Öğretimimi Sakarya’da tamamladım. Çocukluk yıllarımda resim ve müziğe meraklıydım. Sakarya çapındaki ilköğretim resim yarışmalarında derecelerim oldu. Sakin bir çocukluk orta öğretim döneminin ardından eğitim hayatıma Abant İzzet Baysal Üniversitesi İşletme bölümü ile devam ettim ve 2004 yılında aile şirketimizde ilk iş hayatıma başladım. Ardından kapı ve pencere sektöründe faaliyet gösteren Belçika merkezli Deceuninck grubuna bağlı Winsa ve sonrasında da İsveç merkezli Wingroup şirketinin üretim tesisi olan Alimex Alüminyum San ve Tic A.Ş de kademeli olarak Satınalma pozisyonlarında görev aldım ve halen Alimex ’de iş hayatıma Satınalma Müdürü olarak devam ediyorum. Eğitim hayatım boyunca ailemin desteği bana çok şey kattı. Sosyal, meraklı, hayvan sever ve sakin ama yeri geldiğinde de bir o kadar heyecanlı bir karaktere sahibim. Tatlı ve tuzlu su balıkçılığı, doğa yürüyüşü, kitap okuma, teknoloji takibi, yelken sporu hobilerim arasında. Tüm enerjimi kendilerinden aldığım çok sevdiğim bir eş ve dünyalar tatlısı bir kız çocuğuna sahibim. Hayatımın iş ve SASAYDER faaliyetleri dışında kalan tüm vaktini ailem ile birlikte geçiriyorum.

SASAYDER – Sakarya Satınalma Yöneticileri ve Profesyonelleri Derneği Başkanı Sn. Emre SALİHOĞLU.
  • Önemli bir sektör tecrübesine sahipsiniz. Ülkemizde satınalma mesleğinin gelişimini nasıl değerlendirirsiniz ?

Ben mesleğimi çok severek icra ediyorum. Sevmediğiniz bir işi yapmak, bir kez geldiğimiz hayatta kendimize vereceğimiz en büyük ceza olur. Türkiye’de Satınalma profesyonelleri olarak mesleğe tercihen değil, tesadüflerin getirdiği sonuçlar ile atılmış birçok arkadaşımız var. Bu sebeple öncelikle mesleği seven profesyonellerin olması hem verimlilik hem de gelişim için hayati önem taşıyor. Türkiye’de Satınalma mesleği genel olarak şirketlerin vitrinlerinde itibarlı bir yere sahip fakat yine de olması gereken noktada değil. Bu durumun gelecek dönemlerde daha da iyileşmesini temenni ediyorum. Satınalma mesleğini idari işler ya da diğer farklı birim görevleri ile ortak yürüten şirketler de var. Birbirinden farklı fonksiyonlarda olan mesleklerin aynı görevde bulundurulmasını da kurumsallıktan uzak olmaya bağlıyorum. Satınalma kendi içinde apayrı bir fonksiyona sahip bir destek birimi olarak organizasyon şemasında olmalıdır. Bu noktada da çalışmalarımız ile fonksiyonel merkezileşmenin yayılması adına elimizden geleni yapmaya çalışacağız.

  • Sakarya Satınalma Yöneticileri ve Profesyonelleri Derneği kuruldu. Öncelikle hayırlı olsun. Siz de dernek başkanlığını yürütüyorsunuz. Derneğin kuruluş amacı ve faaliyet alanı hakkında bilgi alabilir miyiz?

Çok teşekkürler. Aslında hikayemiz 2 yıl önce Türkiye çapında faaliyet gösteren bir Satınalma meslek organizasyonun Sakarya liderliğini üstlendikten sonra başladı. Her biri farklı sektörde yer alan alanında söz sahibi firmaların Satınalma Yöneticilerinin bulunduğu 8 kişilik yönetim ekibim ile yerel olarak daha aktif olmak, sinerji yakalamak ve daha hızlı lokal fayda sağlayabilmek adına Sakarya özelinde bir Satınalma meslek derneği kurma kararını aldık. Yaklaşık 11 ay süren altyapı çalışması ve dernek tüzüğümüzün hukuki değerlendirme sürecinin ardından 2018 yılı sonunda resmi olarak derneğimizi kurduk. Vizyonumuz mesleğimizin Sakarya vilayeti ile ulusal ve uluslararası iş birlikleri içinde gelişmesini sağlayarak, yüksek verimli, rekabetçi kurum ve kuruluşlar oluşturulmasına katkıda bulunmak.

Misyonumuz ise de sürdürülebilir, güncel ve etik Satınalma yaklaşımı çerçevesinde Satınalma mesleğinin Sakarya’da yükselmesine ve gelişmesine katkıda bulunmaktır. Buna yönelik amaç ve faaliyetlerimiz ise Milli Satınalma projeleri geliştirme, Eğitim, Seminer, Konferans ile mesleki farkındalık ve yetkinlikleri artırma, Tedarikçi geliştirme ve ayrıca portföy paylaşım sistemi ile hızlı referans alışverişi sağlama, STK iş birlikleri sayesinde proje geliştirme çalışmaları ile de farklı fonksiyonlardaki birçok kurum ile ortak amaca yönelik çalışmalarda aktif rol alma. Fakat öncelikli amacımız, dönemimizin de en büyük ihtiyacı olan Milli Satınalma projesi geliştirmek üzerinedir.

Her Satınalma profesyonelinin İthal ikamesi ürün tedariki konusunda sorumlu olduğunu düşünüyor ve bu bağlamda yapılacak tüm faaliyetlerin ticari olmasından çok sosyal sorumluluk bilincinde olması gerektiğini savunuyorum. SASAYDER’in kuruluşu ile daha da genişleyen bu sosyal sorumluluk projesi konusunda beni cesaretlendiren yöneticim Sn. Galip Arbak’a minnettarım.

  • Sanayinin yoğun olduğu bölgelerde Derneklerin kurulması hayli sevindirici. Meslek derneği kurmayı planlayan arkadaşlara tavsiyeleriniz var mı? Nelere dikkat edilmeli?

Öncelikle mesleğinizin niteliği çerçevesinde hukuki altyapının çok sağlam olması gerekiyor. Takdir edersiniz ki direkt para ile ilişkili bir mesleğe sahibiz. Etik kuralları dahilinde mesleği icra ediyor olmak Satınalma profesyonellerinin en büyük sermayesidir. Aynı zamanda dernek faaliyetleri ve amaçlarının da bu etiğe uygun olması ve bu zeminde yönetilebilir olması için hukuk danışmanlarının altına imza atabildiği bir tüzüğe sahip olunmasını tavsiye ederim. Bunun yanında yanınızdaki ekibiniz gerçekten sadece ekip değil yol arkadaşları da olmalılar. Tüm fikirleri açıkça konuşabildiğiniz, tartışabildiğiniz ve nihayetinde aynı amaç için enerjinizi ortaya koyabildiğiniz bir yönetim ekibiniz olmalı. Zatı haliyle bu enerji, sizlere motivasyon olarak daha iyisi için geri dönüyor. Ben bu bağlamda SASAYDER yönetiminde çok sağlam bir ekip ile çalışıyorum. Dernek faaliyetleri sosyal zamanınızı da ciddi oranda alıyor, bu sebeple anlayışlı ve destek veren bir eşiniz olmalı. Ben bu konuda da şanslı olduğumu düşünüyorum.

  • Dünyada ve Türkiye’de satınalma iş çevresinin gelişiminde temel trendler nelerdir ? Nasıl yorumlarsınız?

    Satınalmayı kendi içinde Kaynak yönetimi (Stratejik Satınalma) ve Operasyonel Yönetim olarak ayırırsak, özellikle son dönemde Operasyonel Satınalmanın teknolojiden ciddi şekilde pay almaya başladığını görüyoruz. Talep Yönetimi ve Planlama – Satınalma zincirinin teknoloji ile harmanlanması ve koordinasyonu ile birlikte proses akış hızlarının arttığı, insan müdahalesinin ise azaldığı dijitalleşmiş bir modelden bahsediyoruz.

Çalıştığım şirkette özellikle bu trendi yakından takip ederek örnek uygulamaları hayata geçirmeye gayret gösteriyorum. Maliyetlerin her zamandan daha fazla baskı altında kaldığı bir döneme girdik. Ticaret savaşları ve bunların küresel etkileri Çin’den Amerika’ya kadar olan coğrafyalarda göstergeleri ciddi etkiliyor. Satınalma profesyonelleri olarak bizlerin de bu rekabet ortamı içerisindeki yükü oldukça fazla. Doğru yöntem ve taktikler ile stratejik, teknolojik araçların azami kullanımı ile verimli, istihbari kaynakların kullanımı ile her zamandan daha fazla gözü açık olmamız gerekiyor.

  • Bahsettiğiniz trendler işletme içi ve dışı (özellikle alıcı-tedarikçi ilişkilerine) yeni boyutlar getiriyor. Özelikle teknolojinin etkisi hayli belirgin. İşletmelerimiz bu yeni dalganın farkında mı ? Rekabette bu boyutu konuşabilir miyiz?

     Esnek ERP yapılarının çok yaygın olmadığı bir sistem yaygınlığı Türkiye’de göze çarpıyor. Bununla birlikte de sabit proses akışları yeni trendler ile yorumlanarak geliştirilemiyor ya da buna kaynak ayrılmıyor. “Proseste problem yok ise kaynak ayırmaya gerek yok”. Fakat gelecek kesinlikle dijital! Rekabeti sağlayacak en iyi enstrümanlar dijital olacak. Kullandığımız ERP’lerde yeni trendlere uyum sağlayacak geliştirmeleri kendi içlerinde ya da 3. parti yazılım destekleri ile yapamazsak şirketlerimiz maalesef treni kaçırmış olacaklar ya da geç adaptasyon ile geride kalarak yarışı devam ettirmeye çalışacaklar. Bunu öngörerek hazırlıklarımızı yapmamızda fayda olacaktır.

  • İlerleyen dönemde satınalma mesleğinin geleceği noktayı nasıl görüyorsunuz? İhtiyaç ne şekilde değişim gösteriyor. Yetkinlik alanları değişiyor mu ?

Tam da yerinde bir soru oldu. Az önceki soruya cevaben belirttiğim gibi “Gelecek Dijital”. Özellikle Operasyonel Satınalma süreçlerinde insan kaynağından ziyade dijital kaynakların süreçleri yöneteceğini düşünüyorum. Ağırlıklı olarak Endirekt Satınalma gruplarında portföylere girmeye hak kazanmış tedarikçiler ile tüm talep-teklif-fiyat analizi- sipariş çevrim-sipariş iletme ve teyit kontrolü gibi iş döngülerinin algoritmalara devrolduğu süreçler ile insana ihtiyaç duymayan bir çok 3.parti yazılım desteklerini günümüzde bile görebiliyoruz. Peki bizler bu durumda Satınalma departmanları içinde hangi görevleri yürüteceğiz? Esas değişim bu noktada başlıyor. “Doğru İletişim ve doğru taktik”.

Algoritmaların sağlayamadığı strateji, ilişkisel yönetim, istihbarat, güç dengeleri dahilinde müzakere becerileri ve taktikleri, hukuk gibi konulardaki yetkinlikler günümüzde ve gelecekte de Satınalma Meslektaşlarının mutlaka ceplerinde olması gereken unsurlar olarak karşımıza çıkacaktır. Bu bağlamda SASAYDER olarak eğitim programlarımız ile Sakarya’daki meslektaşlarımızın yetkinliklerine katkıda bulunmak için faaliyetler düzenlemeyi planlıyoruz.

  • Mesleği düşünen genç arkadaşlarımıza tavsiyeleriniz nedir ?

Öncelikle Satınalma biriminin şirket içindeki yeri ve öneminin iyi kavranması, anlaşılması ve bu konumun gerektirdiği karakteristik özelliklerin kendi karakterleri ile ne kadar uyum sağladığını analiz etmeleri ile başlayalım. Bu analiz ile gerçekten bu meslek profilinde başarılı olabilir miyim? Ve en önemlisi bu meslek beni mutlu eder mi? Sorularına pozitif cevap aramalarını öneririm.

Mesleğin neredeyse %80’i iletişim kalan %20 si ise teknik donanımdan oluşmakta. İletişimi her koşulda her pozisyondaki herkes ile hızlı, verimli, adil, yapıcı ve sonuç odaklı olarak yürütmek kolay değil ama becerebildiğimizde ise çok keyif verici. İçsel motivasyonun tam kaynağı. İletişim becerisi çok iyi olan genç arkadaşlarımızın teknik becerilerini de tecrübe ve eğitim ile arttırarak mesleğe rahatlıkla adapte olabileceğini düşünüyorum.

Kefalet mi ? Garanti mi ?

KEFALET Mİ ? GARANTİ Mİ?
Av. Ali Suphi Kurşun
  1. GİRİŞ

Bir sözleşmede, alacaklı, borçlunun borcunu yerine getirip getirmeyeceğinde tereddüt yaşıyorsa, çoğu zaman, borçlunun borcu için teminat almak istemektedir. Teminatlar, esas itibarıyla, şahsi ve aynî teminatlar olmak üzere ikiye ayrılır. Aynî teminatlarda alacaklı, teminat konusu malı paraya çevirerek paraya çevirme sonucunda elde edilecek paradan öncelikli olarak alacağını alma yetkisini elde eder. Taşınmaz rehni türlerinden ipotek, taşınır rehni, teminaten temlik en sık rastlanan aynî teminatlardandır. Şahsi teminatlarda ise alacaklı, bir mal üzerinde değil bir üçüncü kişinin malvarlığı üzerinde teminat elde eder. Yani alacaklı, borç hiç veya gereği gibi ifa edilmediğinde üçüncü kişinin malvarlığına başvurma imkânına sahip olur. Şahsi teminatlar; kefalet, teminatı amaçlayan garanti, borca katılma, aval vb. olarak karşımıza çıkabilir. Bu çalışmada, uygulamada belki de en fazla rastlanan şahsi teminat türleri olan kefalet ve teminatı amaçlayan garanti üzerinde durulacak ve bu iki şahsi teminatın birbirinden ayrılmasının önemi ve yöntemi incelenecektir. Önemle belirtmek gerekir ki bu çalışmanın amacı, akademik çalışma ortaya koymak değil hukukçu olmayan kişilerin kefalet ve garanti ayrımı hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamaya gayret etmektir.

  1. KONUNUN ÖNEMİ

Hem kefalet hem teminatı amaçlayan garanti, bir üçüncü kişinin, borçlunun borcunu hiç veya gereği gibi ifa etmemesinden şahsi olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşme olarak ifade edilebilir. Yani, borçlu borcuna aykırı davrandığında alacaklı, kefalet veya garanti verenin malvarlığına başvurarak borçlunun borcunu yerine getirmemesi sebebiyle uğradığı zararın tazminini sağlayabilir. Kefalet ve garanti, aynı amaca yönelse de bu iki şahsi teminat türü arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Peşinen belirtilebilir ki kefalet, garantiye göre, borçlunun daha lehine alacaklının daha aleyhinedir. Örneğin; kefile başvurabilmek için 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 585-586 hükümlerindeki şartların gerçekleşmesi gerekirken garanti verene başvurabilmek için borcun yerine getirilmemiş olması (rizikonun gerçekleşmiş olması) gerekli ve yeterlidir. Kefalet, bir kısmı el yazısı ile yerine getirilmesi gereken yazılı şekil (TBK m. 583) ve eş rızası (TBK m. 584) gibi sıkı geçerlilik şartlarına tabi iken tüzel kişilerce verilen garanti, hiçbir şekle tabi değildir. Buna bağlı olarak, kefalette, şekle aykırılığı sürerek kefalet borcundan kurtulma imkânı mevcut olmaktadır. Kefalette kefil, asıl borçluya ait olan savunma imkânlarını alacaklıya karşı ileri sürerek kefalet borcundan kurtulabilmekte iken garanti veren böyle bir imkândan yoksundur. Yine, kefalet, asıl borcun mevcut, geçerli ve talep edilebilir olmasına bağlı olmasına rağmen garanti veren, asıl borç ilişkisi hükümsüz olsa dahi kural olarak garanti borcundan kurtulamamaktadır. Bunlar, kefalet ile garanti arasındaki en can alıcı farklılıklardır.

Uygulamada, özellikle tüzel kişilerce (örneğin, ticaret şirketleri) verilen şahsi teminatlar sebebiyle alacaklı, teminat veren tüzel kişiye başvurduğunda, teminat veren tüzel kişi, sözleşmenin kefalet niteliğinde olduğunu ileri sürülerek teminat sağlama borcundan kurtulmaya çalışabilmektedir. Şöyle bir örnek üzerinden somutlaştıralım: (B) AŞ ile (G) AŞ arasında bir ticari ilişki mevcuttur. (G) AŞ, (B) AŞ’nin (A) AŞ’ye olan borcu için garanti vermek üzere garanti sözleşmesi yapmaktadır. (B) AŞ’nin borcunu yerine getirmemesi üzerine (A) AŞ, (G) AŞ’ye başvurduğunda (G) AŞ, yapılan sözleşmenin kefalet sözleşmesi niteliğinde ve şekle aykırı olduğu, TBK m. 586 hükmündeki şartların gerçekleşmediği gibi kefalete özgü savunma imkânlarını ileri sürerek teminat sağlama borcundan kurtulmaya çalışmaktadır.

Bu gibi örneklerde, şahsi teminatı amaçlayan sözleşmenin kefalet mi garanti mi olduğu sorunu ortaya çıkmaktadır. Peki, sözleşmenin, kefalet mi garanti mi olduğu nasıl anlaşılacaktır? Bu sorunun cevabı, hemen aşağıdaki başlıkta ele alınmaktadır.

III. KEFALET ve GARANTİNİN AYRIMINDA KULLANILAN KISTASLAR

Öğretide ve Yargıtay uygulamasında, kefalet ve garantiyi birbirinden ayırmak üzere çeşitli kıstaslar geliştirilmiştir. Bu kıstasların başlıcaları şu şekilde özetlenebilir:

  1. a) Asıl Borçtan Bağımsız Borç Altına Girip Girmeme (Aslilik – Fer’îlik Kıstası): Şayet asıl borca bağlı olarak teminat sağlama borcu altına giriliyorsa kefalet, asıl borçtan bağımsız olarak teminat sağlama borcu yükleniliyorsa garanti olduğu sonucuna varılabilir. Örneğin, asıl borcun geçerliliğinin, teminat verenin borcunu etkilemeyeceği kararlaştırılmışsa garanti sözleşmenin mevcut olduğu kabul edilebilir. Gerçekten, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 2013/19331 Esas, 2014/15934 Karar sayılı ve 10.11.2014 tarihli kararında aynen şu ifadelere yer verilmiştir (KHO);

Yine doktrin ve anılan İçtihadı Birleştirme Kararı’nda belirlenmiş olan ana kıstaslara gelince; bunlardan ilki, asli-feri yükümlülük kriteridir. Buna göre garanti veren bağımsız bir borç altına girmekte olup, bu yükümlülüğün bir başka borç ile ilgisi yoktur; kefalette ise, asıl olan bir başka borcun (temel ilişki) olması ve verilen teminat ile o borcun ödenmesinin sağlanmasıdır. Doktrine göre de bir başka borç ilişkisine yollamada bulunulması, fer’ilik karinesini teşkil eder.

  1. b) Asıl Borçlu Gibi Yükümlülük Altına Girip Girmeme: Teminat veren, asıl borçlu gibi sorumluluk üstleniyorsa kefaletin, asıl borçludan daha ağır bir yükümlülük altına giriyorsa garantinin varlığı kabul edilebilir. Örneğin, asıl borç 10.000.000 TL olmasına karşılık teminat borcu, 12.000.000 TL olarak kararlaştırılmışsa asıl borçludan daha ağır bir sorumluluk üstlenildiği için garanti sözleşmesinin mevcut olduğu düşünülebilir. Gerçekten, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 2009/13412 Esas, 2010/4484 Karar sayılı ve 06.04.2010 tarihli kararında aynen şu ifadelere yer verilmiştir (KHO);

Ana kıstaslardan ikincisi, ‘yükümlülüğün kapsam ve niteliğine göre belirlenmesi kriteridir’. Buna göre, asıl borçlu gibi yükümlülük altına girme amacını taşıyan sözleşme kefalet, asıl borçlunun borcunu aşabilecek, bir başka deyimle, lehine taahhüt altına girilen alacaklının hiçbir şekilde zarara uğramayacağını temine yönelik sözleşme ise, garanti sözleşmesi olarak nitelendirilmelidir.

  1. c) Menfaat ve Kişiye Yönelik İlgi Kıstası: Şahsi teminat verenin, asıl borç ilişkisinde bir menfaati varsa garantinin; herhangi bir menfaati bulunmaksızın akrabalık, dostluk gibi ilişkiler sebebiyle teminat verilmişse kefaletin varlığı kabul edilebilir. Örneğin, kardeşinin kredi kartı borcuna teminat veren kimsenin kefalet borcu altına girdiği; buna karşılık aralarında ticari ilişki bulunan iki anonim şirketten birinin diğerinin borcu için teminat vermesi hâlinde garanti borcu altına girdiği sonucuna varılabilir. Gerçekten, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2001/10654 Esas, 2002/506 Karar sayılı ve 28.01.2002 tarihli kararında aynen şu ifadelere yer verilmiştir (KHO):

Ana kıstaslardan bir diğeri ise menfaat kıstası olup, buna göre kefalet ilişkisinde kefalet verenin bu ilişkide bir yararlanma amacı olmadığı halde, garanti sözleşmesinde ilke olarak böyle bir teminat verenin yararı yoktur.

Önemle belirtmek gerekir ki bu kıstaslar, öğreti ve Yargıtay uygulamasında kullanılan başlıca kıstaslar olmasına rağmen sadece bu kıstaslardan yola çıkılmamakta ve somut olayın özellikleri mutlaka göz önünde bulundurularak sonuca ulaşılmaktadır.

  1. GARANTİ SÖZLEŞMELERİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

Yukarıda da belirtildiği üzere, garanti, kefalete göre, alacaklı bakımından daha kuvvetli bir teminat teşkil etmektedir. Bu sebeple, borçlunun borcunu yerine getireceğinde tereddüt yaşayan alacaklıların kefalet yerine garanti alması daha lehe olacaktır. Ancak garanti sözleşmesi yapılsa dahi teminat veren, yapılan sözleşmenin kefalet sözleşmesi olduğunu ileri sürebilmektedir. Bu gibi durumlarda, mahkemece, yapılan sözleşmenin kefalet mi garanti mi olduğu incelenmektedir. Bu incelemede, bir önceki başlıkta kısaca ele alınan kıstaslar ile sonuca varılmaya çalışılmaktadır. Yapılan sözleşmenin kefalet mi garanti mi olduğunun tespitinde garanti sözleşmesinin mevcut olduğuna işaret eden bazı önemli kayıtlar şu şekilde sıralanabilir:

  1. i) İlk talepte ödeme kaydı,
  2. ii) Asıl borçtan bağımsız olarak borç altına girildiği, asıl borcun herhangi bir sebeple hükümsüzlüğü hâlinde dahi garanti verenin sorumlu olduğu,

iii) Garanti verenin sorumlu olduğu miktarın, asıl borçtan daha fazla olacak şekilde kararlaştırılması (örneğin, asıl borç 10.000.000 TL ise garanti verenin sorumlu olacağı miktarın 12.000.000 TL olarak kararlaştırılması),

  1. iv) Garanti verenin, garanti sözleşmesini yapmaktaki amacının somutlaştırılması (garanti verenin asıl borç ilişkisinden olan menfaatinin açıkça ortaya konulması)

Teminatı amaçlayan sözleşmede, yapılan sözleşmenin garanti sözleşmesi olduğundaki tereddütler azaltılmak isteniyorsa, bu kayıtlara yer verilmesi faydalı olacaktır.

Önemine istinaden belirtmek gerekir ki gerçek kişilerce verilen şahsi teminatlar; ehliyet, şekil ve eş rızası bakımından kefalet hükümlerine tabidir. Buna göre, şahsi teminat veren kişi, tacir dahi olsa gerçek kişi (şahıs) ise onun yaptığı sözleşme garanti sözleşmesi de olsa örneğin, şekle ilişkin TBK m. 583 hükmü uygulama alanı bulacaktır.

  1. SONUÇ

Bu çalışma ile anlatılanları bir örnek üzerinden özetleyelim:

  1. i) Bir inşaat projesinde müteahhit konumundaki (M) AŞ, hafriyat işlerini taşeron (T) Ltd. Şti.’ye vermiştir.
  2. ii) Taşeron (T), hafriyat işleri için kamyon kiralamak istemekte ve fakat kamyonları kiraya verecek olan (K) AŞ, toplam 500.000 TL kira bedeli için bir üçüncü kişinin garantisini istemektedir.

iii) Bunun üzerine, (T)’nin kira bedeli ödeme borcu için garanti vermeyi kabul eden (M) ile alacaklı (K) arasına yapılan garanti sözleşmesinde;

  • Garanti veren (M)’nin, asıl borçlu (T) ile alacaklı (K) arasındaki kira sözleşmesinin geçerliliğinden bağımsız olarak borç altına girdiği,
  • Garanti veren (M)’nin sorumlu olduğu miktarın 700.000 TL olduğu,
  • Asıl borçlu (T)’nin kira bedelini ödeme borcunda gecikmesi hâlinde garanti veren (M)’nin ilk talepte ve herhangi bir savunma imkânı ileri sürmeksizin ödeme ile yükümlü olduğu,
  • Garanti veren (M)’nin garanti vermesinin sebebinin asıl borçlu (T) ile arasındaki asıl yüklenici – alt yüklenici ilişkisi olduğu

hususlarına yer verilirse, uyuşmazlık hâlinde, (M) ile (K) arasındaki sözleşmenin garanti sözleşmesi niteliğinde olduğu noktasındaki tereddütler asgariye indirilmiş olacaktır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

DEVELİOĞLU, Hüseyin Murat; Kefalet Sözleşmesini Düzenleyen Hükümler Işığında Bağımsız Garanti Sözleşmeleri, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2009.

ELÇİN GRASSİNGER, Gülçin; Kefilin Alacaklıya Karşı Sahip Olduğu Savunma İmkânları, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 1996.

NOMER, Halûk N.; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş Onbeşinci Bası, Beta, İstanbul, 2017.

ÖZEN, Burak; Kefalet Sözleşmesi, 2. Bası, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2012.

TANDOĞAN, Halûk; Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri Cilt II, 1989 Yılı Dördüncü Tıpkı Basım’dan Beşinci Tıpkı Basım, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2010.

Kazancı Hukuk Otomasyon (Metin içinde “KHO” olarak kısaltılmıştır)