Kefalet mi ? Garanti mi ?

KEFALET Mİ ? GARANTİ Mİ?
Av. Ali Suphi Kurşun
  1. GİRİŞ

Bir sözleşmede, alacaklı, borçlunun borcunu yerine getirip getirmeyeceğinde tereddüt yaşıyorsa, çoğu zaman, borçlunun borcu için teminat almak istemektedir. Teminatlar, esas itibarıyla, şahsi ve aynî teminatlar olmak üzere ikiye ayrılır. Aynî teminatlarda alacaklı, teminat konusu malı paraya çevirerek paraya çevirme sonucunda elde edilecek paradan öncelikli olarak alacağını alma yetkisini elde eder. Taşınmaz rehni türlerinden ipotek, taşınır rehni, teminaten temlik en sık rastlanan aynî teminatlardandır. Şahsi teminatlarda ise alacaklı, bir mal üzerinde değil bir üçüncü kişinin malvarlığı üzerinde teminat elde eder. Yani alacaklı, borç hiç veya gereği gibi ifa edilmediğinde üçüncü kişinin malvarlığına başvurma imkânına sahip olur. Şahsi teminatlar; kefalet, teminatı amaçlayan garanti, borca katılma, aval vb. olarak karşımıza çıkabilir. Bu çalışmada, uygulamada belki de en fazla rastlanan şahsi teminat türleri olan kefalet ve teminatı amaçlayan garanti üzerinde durulacak ve bu iki şahsi teminatın birbirinden ayrılmasının önemi ve yöntemi incelenecektir. Önemle belirtmek gerekir ki bu çalışmanın amacı, akademik çalışma ortaya koymak değil hukukçu olmayan kişilerin kefalet ve garanti ayrımı hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamaya gayret etmektir.

  1. KONUNUN ÖNEMİ

Hem kefalet hem teminatı amaçlayan garanti, bir üçüncü kişinin, borçlunun borcunu hiç veya gereği gibi ifa etmemesinden şahsi olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşme olarak ifade edilebilir. Yani, borçlu borcuna aykırı davrandığında alacaklı, kefalet veya garanti verenin malvarlığına başvurarak borçlunun borcunu yerine getirmemesi sebebiyle uğradığı zararın tazminini sağlayabilir. Kefalet ve garanti, aynı amaca yönelse de bu iki şahsi teminat türü arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Peşinen belirtilebilir ki kefalet, garantiye göre, borçlunun daha lehine alacaklının daha aleyhinedir. Örneğin; kefile başvurabilmek için 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 585-586 hükümlerindeki şartların gerçekleşmesi gerekirken garanti verene başvurabilmek için borcun yerine getirilmemiş olması (rizikonun gerçekleşmiş olması) gerekli ve yeterlidir. Kefalet, bir kısmı el yazısı ile yerine getirilmesi gereken yazılı şekil (TBK m. 583) ve eş rızası (TBK m. 584) gibi sıkı geçerlilik şartlarına tabi iken tüzel kişilerce verilen garanti, hiçbir şekle tabi değildir. Buna bağlı olarak, kefalette, şekle aykırılığı sürerek kefalet borcundan kurtulma imkânı mevcut olmaktadır. Kefalette kefil, asıl borçluya ait olan savunma imkânlarını alacaklıya karşı ileri sürerek kefalet borcundan kurtulabilmekte iken garanti veren böyle bir imkândan yoksundur. Yine, kefalet, asıl borcun mevcut, geçerli ve talep edilebilir olmasına bağlı olmasına rağmen garanti veren, asıl borç ilişkisi hükümsüz olsa dahi kural olarak garanti borcundan kurtulamamaktadır. Bunlar, kefalet ile garanti arasındaki en can alıcı farklılıklardır.

Uygulamada, özellikle tüzel kişilerce (örneğin, ticaret şirketleri) verilen şahsi teminatlar sebebiyle alacaklı, teminat veren tüzel kişiye başvurduğunda, teminat veren tüzel kişi, sözleşmenin kefalet niteliğinde olduğunu ileri sürülerek teminat sağlama borcundan kurtulmaya çalışabilmektedir. Şöyle bir örnek üzerinden somutlaştıralım: (B) AŞ ile (G) AŞ arasında bir ticari ilişki mevcuttur. (G) AŞ, (B) AŞ’nin (A) AŞ’ye olan borcu için garanti vermek üzere garanti sözleşmesi yapmaktadır. (B) AŞ’nin borcunu yerine getirmemesi üzerine (A) AŞ, (G) AŞ’ye başvurduğunda (G) AŞ, yapılan sözleşmenin kefalet sözleşmesi niteliğinde ve şekle aykırı olduğu, TBK m. 586 hükmündeki şartların gerçekleşmediği gibi kefalete özgü savunma imkânlarını ileri sürerek teminat sağlama borcundan kurtulmaya çalışmaktadır.

Bu gibi örneklerde, şahsi teminatı amaçlayan sözleşmenin kefalet mi garanti mi olduğu sorunu ortaya çıkmaktadır. Peki, sözleşmenin, kefalet mi garanti mi olduğu nasıl anlaşılacaktır? Bu sorunun cevabı, hemen aşağıdaki başlıkta ele alınmaktadır.

III. KEFALET ve GARANTİNİN AYRIMINDA KULLANILAN KISTASLAR

Öğretide ve Yargıtay uygulamasında, kefalet ve garantiyi birbirinden ayırmak üzere çeşitli kıstaslar geliştirilmiştir. Bu kıstasların başlıcaları şu şekilde özetlenebilir:

  1. a) Asıl Borçtan Bağımsız Borç Altına Girip Girmeme (Aslilik – Fer’îlik Kıstası): Şayet asıl borca bağlı olarak teminat sağlama borcu altına giriliyorsa kefalet, asıl borçtan bağımsız olarak teminat sağlama borcu yükleniliyorsa garanti olduğu sonucuna varılabilir. Örneğin, asıl borcun geçerliliğinin, teminat verenin borcunu etkilemeyeceği kararlaştırılmışsa garanti sözleşmenin mevcut olduğu kabul edilebilir. Gerçekten, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 2013/19331 Esas, 2014/15934 Karar sayılı ve 10.11.2014 tarihli kararında aynen şu ifadelere yer verilmiştir (KHO);

Yine doktrin ve anılan İçtihadı Birleştirme Kararı’nda belirlenmiş olan ana kıstaslara gelince; bunlardan ilki, asli-feri yükümlülük kriteridir. Buna göre garanti veren bağımsız bir borç altına girmekte olup, bu yükümlülüğün bir başka borç ile ilgisi yoktur; kefalette ise, asıl olan bir başka borcun (temel ilişki) olması ve verilen teminat ile o borcun ödenmesinin sağlanmasıdır. Doktrine göre de bir başka borç ilişkisine yollamada bulunulması, fer’ilik karinesini teşkil eder.

  1. b) Asıl Borçlu Gibi Yükümlülük Altına Girip Girmeme: Teminat veren, asıl borçlu gibi sorumluluk üstleniyorsa kefaletin, asıl borçludan daha ağır bir yükümlülük altına giriyorsa garantinin varlığı kabul edilebilir. Örneğin, asıl borç 10.000.000 TL olmasına karşılık teminat borcu, 12.000.000 TL olarak kararlaştırılmışsa asıl borçludan daha ağır bir sorumluluk üstlenildiği için garanti sözleşmesinin mevcut olduğu düşünülebilir. Gerçekten, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 2009/13412 Esas, 2010/4484 Karar sayılı ve 06.04.2010 tarihli kararında aynen şu ifadelere yer verilmiştir (KHO);

Ana kıstaslardan ikincisi, ‘yükümlülüğün kapsam ve niteliğine göre belirlenmesi kriteridir’. Buna göre, asıl borçlu gibi yükümlülük altına girme amacını taşıyan sözleşme kefalet, asıl borçlunun borcunu aşabilecek, bir başka deyimle, lehine taahhüt altına girilen alacaklının hiçbir şekilde zarara uğramayacağını temine yönelik sözleşme ise, garanti sözleşmesi olarak nitelendirilmelidir.

  1. c) Menfaat ve Kişiye Yönelik İlgi Kıstası: Şahsi teminat verenin, asıl borç ilişkisinde bir menfaati varsa garantinin; herhangi bir menfaati bulunmaksızın akrabalık, dostluk gibi ilişkiler sebebiyle teminat verilmişse kefaletin varlığı kabul edilebilir. Örneğin, kardeşinin kredi kartı borcuna teminat veren kimsenin kefalet borcu altına girdiği; buna karşılık aralarında ticari ilişki bulunan iki anonim şirketten birinin diğerinin borcu için teminat vermesi hâlinde garanti borcu altına girdiği sonucuna varılabilir. Gerçekten, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2001/10654 Esas, 2002/506 Karar sayılı ve 28.01.2002 tarihli kararında aynen şu ifadelere yer verilmiştir (KHO):

Ana kıstaslardan bir diğeri ise menfaat kıstası olup, buna göre kefalet ilişkisinde kefalet verenin bu ilişkide bir yararlanma amacı olmadığı halde, garanti sözleşmesinde ilke olarak böyle bir teminat verenin yararı yoktur.

Önemle belirtmek gerekir ki bu kıstaslar, öğreti ve Yargıtay uygulamasında kullanılan başlıca kıstaslar olmasına rağmen sadece bu kıstaslardan yola çıkılmamakta ve somut olayın özellikleri mutlaka göz önünde bulundurularak sonuca ulaşılmaktadır.

  1. GARANTİ SÖZLEŞMELERİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

Yukarıda da belirtildiği üzere, garanti, kefalete göre, alacaklı bakımından daha kuvvetli bir teminat teşkil etmektedir. Bu sebeple, borçlunun borcunu yerine getireceğinde tereddüt yaşayan alacaklıların kefalet yerine garanti alması daha lehe olacaktır. Ancak garanti sözleşmesi yapılsa dahi teminat veren, yapılan sözleşmenin kefalet sözleşmesi olduğunu ileri sürebilmektedir. Bu gibi durumlarda, mahkemece, yapılan sözleşmenin kefalet mi garanti mi olduğu incelenmektedir. Bu incelemede, bir önceki başlıkta kısaca ele alınan kıstaslar ile sonuca varılmaya çalışılmaktadır. Yapılan sözleşmenin kefalet mi garanti mi olduğunun tespitinde garanti sözleşmesinin mevcut olduğuna işaret eden bazı önemli kayıtlar şu şekilde sıralanabilir:

  1. i) İlk talepte ödeme kaydı,
  2. ii) Asıl borçtan bağımsız olarak borç altına girildiği, asıl borcun herhangi bir sebeple hükümsüzlüğü hâlinde dahi garanti verenin sorumlu olduğu,

iii) Garanti verenin sorumlu olduğu miktarın, asıl borçtan daha fazla olacak şekilde kararlaştırılması (örneğin, asıl borç 10.000.000 TL ise garanti verenin sorumlu olacağı miktarın 12.000.000 TL olarak kararlaştırılması),

  1. iv) Garanti verenin, garanti sözleşmesini yapmaktaki amacının somutlaştırılması (garanti verenin asıl borç ilişkisinden olan menfaatinin açıkça ortaya konulması)

Teminatı amaçlayan sözleşmede, yapılan sözleşmenin garanti sözleşmesi olduğundaki tereddütler azaltılmak isteniyorsa, bu kayıtlara yer verilmesi faydalı olacaktır.

Önemine istinaden belirtmek gerekir ki gerçek kişilerce verilen şahsi teminatlar; ehliyet, şekil ve eş rızası bakımından kefalet hükümlerine tabidir. Buna göre, şahsi teminat veren kişi, tacir dahi olsa gerçek kişi (şahıs) ise onun yaptığı sözleşme garanti sözleşmesi de olsa örneğin, şekle ilişkin TBK m. 583 hükmü uygulama alanı bulacaktır.

  1. SONUÇ

Bu çalışma ile anlatılanları bir örnek üzerinden özetleyelim:

  1. i) Bir inşaat projesinde müteahhit konumundaki (M) AŞ, hafriyat işlerini taşeron (T) Ltd. Şti.’ye vermiştir.
  2. ii) Taşeron (T), hafriyat işleri için kamyon kiralamak istemekte ve fakat kamyonları kiraya verecek olan (K) AŞ, toplam 500.000 TL kira bedeli için bir üçüncü kişinin garantisini istemektedir.

iii) Bunun üzerine, (T)’nin kira bedeli ödeme borcu için garanti vermeyi kabul eden (M) ile alacaklı (K) arasına yapılan garanti sözleşmesinde;

  • Garanti veren (M)’nin, asıl borçlu (T) ile alacaklı (K) arasındaki kira sözleşmesinin geçerliliğinden bağımsız olarak borç altına girdiği,
  • Garanti veren (M)’nin sorumlu olduğu miktarın 700.000 TL olduğu,
  • Asıl borçlu (T)’nin kira bedelini ödeme borcunda gecikmesi hâlinde garanti veren (M)’nin ilk talepte ve herhangi bir savunma imkânı ileri sürmeksizin ödeme ile yükümlü olduğu,
  • Garanti veren (M)’nin garanti vermesinin sebebinin asıl borçlu (T) ile arasındaki asıl yüklenici – alt yüklenici ilişkisi olduğu

hususlarına yer verilirse, uyuşmazlık hâlinde, (M) ile (K) arasındaki sözleşmenin garanti sözleşmesi niteliğinde olduğu noktasındaki tereddütler asgariye indirilmiş olacaktır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

DEVELİOĞLU, Hüseyin Murat; Kefalet Sözleşmesini Düzenleyen Hükümler Işığında Bağımsız Garanti Sözleşmeleri, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2009.

ELÇİN GRASSİNGER, Gülçin; Kefilin Alacaklıya Karşı Sahip Olduğu Savunma İmkânları, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 1996.

NOMER, Halûk N.; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş Onbeşinci Bası, Beta, İstanbul, 2017.

ÖZEN, Burak; Kefalet Sözleşmesi, 2. Bası, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2012.

TANDOĞAN, Halûk; Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri Cilt II, 1989 Yılı Dördüncü Tıpkı Basım’dan Beşinci Tıpkı Basım, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2010.

Kazancı Hukuk Otomasyon (Metin içinde “KHO” olarak kısaltılmıştır)

Sözleşmenizdeki Yetkili Mahkeme Kayıtları Geçerli mi?

SÖZLEŞMENİZDEKİ YETKİLİ MAHKEME KAYITLARI GEÇERLİ Mİ?

Doç. Dr. Umut Yeniocak

Hukukta “yetki sözleşmesi” olarak andığımız ve sözleşmelerde genellikle “Bu sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda İstanbul mahkemeleri yetkilidir.” ya da benzeri ifadelerle karşımıza çıkan hükümler konusuna değineceğim.

Öncelikle, belirtmek gerekir ki, sözleşme serbestîsi ilkesi çerçevesinde, kural olarak tarafların o sözleşmeden doğacak davaların hangi yer mahkemesinde görüleceğini belirleme yetkileri vardır. Ancak, hemen belirteyim burada sadece yer bakımından bir belirleme yapılabilir. Yani İstanbul mahkemeleri, İzmir mahkemeleri gibi…

Ama şunu yapamayız “Bu sözleşmeden doğan davalar İstanbul Asliye Ticaret Mahkemeleri’nde görülecektir.” diyemeyiz. Desek bile, açacağımız davanın türü ticaret mahkemelerinde görülmeye müsait değilse, örneğin, tüketici mahkemesinde görülmesi gerekiyorsa, biz sözleşmeyle bunu değiştiremeyiz. Çünkü bu konu mahkemelerin “görev” konusudur. Yani uyuşmazlığın hangi mahkemenin görevine girdiği konusudur ki, burası, sözleşmeyle müdahale edilemeyecek, emredici kurallarla düzenlenmiş, kamu düzenini ilgilendiren bir alandır. Biz sözleşmeyle sadece davanın hangi yer mahkemesinde görülebileceği (yetki) üzerinde anlaşabiliriz.

                  2011’de getirilen yeni kural

Ancak, yapacağımız bu anlaşmanın geçerliliği bakımından 2011 yılında bu konuda önemli bir gelişme oldu. Mahkemelerin işleyişiyle ilgili kuralları belirleyen kanun yenilendi. Kanun’un yeni adı “Hukuk Muhakemeleri Kanunu”. Bu Kanun, yetki sözleşmeleri hakkında önemli bir yenilik getirdi.

Buna göre, artık herkes sözleşmeyle yetkili mahkemeyi tayin edemeyecek. Bu imkân sadece her iki tarafı da tacir ya da kamu tüzel kişisi olan sözleşmelerde mevcuttur. Bunun haricindeki sözleşmelerde, taraflar sözleşmeye böyle bir hüküm koysalar da bu hüküm geçersiz olacaktır.

Peki, yetki anlaşması geçersizse ne olur?

Yetki anlaşması geçersizse, onun yerine kanun o konudaki uyuşmazlığın hangi yer mahkemesinde görülmesi gerektiğini düzenlemişse dava orada görülecektir.

Bu konuda Kanunda yer alan en genel kural şudur: Dava, davalının yerleşim yerinde açılır. Yani dava açmak istiyorsan, kural olarak davalının yaşadığı yerdeki mahkemede açman gerekir. Kanuna göre, sözleşmeleri ilgilendiren bir başka genel yetki kuralı ise, sözleşmedeki esas borçların ifa edildiği yerdeki mahkeme de yetkilidir. Kanunda başka bazı özel yetki kuralları da yer alır. Burada ayrıntısına girmeyeceğim.

Yukarıda bahsi geçen 2011 tarihli yeni kural getirilirken, bir koruma amacıyla hareket edilmiştir. Özellikle, tüketicilerle yapılan sözleşmelerde tüketicinin aleyhine olacak şekilde yetkili mahkeme kayıtları kullanıldığı için, şayet sözleşmenin her iki tarafı da tacir değilse yetkili mahkemenin kanuna göre belirlenmesi tercih edilmiştir. Yani İstanbul’daki bir firma Niğde’deki tüketiciye bir mal sattığı zaman, sözleşmeye ‘yetkili mahkeme İstanbul mahkemeleridir.’ yazarak, sonradan bu sözleşmeye dayanarak tüketiciye karşı bir dava açmak isterse, Niğde’ye gitmeyip İstanbul’da dava açabilmesi, tüketiciyi kendi ayağına gelmek zorunda bırakması engellenmek istenmiştir.

Yeni kuralın bir başka yönü de şudur: Eskiden sözleşmede bir yetkili mahkeme belirlesen bile, Kanuna göre yetkili olan mahkemenin yetkisini kaldırmak mümkün değildi. Yani hem Kanuna göre yetkili mahkemede hem de sözleşmede belirlenen mahkemede dava açılabilirdi. Yeni kural ise, aksine bir anlaşma yapılmamışsa taraflar, sadece sözleşmede belirlenen mahkemede dava açabileceklerdir.

Örneğin, sözleşmeye İzmir mahkemeleri yetkilidir yazdınız. Ama kanuna göre yetkili mahkeme İstanbul. Eskiden davanızı isterseniz İzmir’de isterseniz İstanbul’da açabilirdiniz. Şimdi ise, sözleşmede İzmir yazdığı için sadece İzmir mahkemelerinde dava açabilirsiniz.

Hemen hatırlatmak isterim ki, yukarıda belirttiğim gibi, sözleşmedeki bu yetki anlaşmasının geçerli olabilmesi için sözleşmenin her iki tarafının da tacir (ya da kamu tüzel kişisi) olması şart.

 


EĞİTİM PROGRAMLARI İÇİN TIKLAYINIZ.

Ekibinizin ihtiyacı doğru eğitim teklifini almak için talebinizi egitim@satinalmadergisi.com e-posta adresimize iletebilirsiniz.

Satınalma Yönetimi Eğitim Programı
Ekibinizin ihtiyacı doğru eğitim teklifini almak için talebinizi egitim@satinalmadergisi.com e-posta adresimize iletebilirsiniz.

 

Çalışılmayan cumartesi günü telafi çalışması yapılabilir mi?

Çalışılmayan cumartesi günü telafi çalışması yapılabilir mi?

LÜTFİ İNCİROĞLU
İnciroğlu Danışmanlık Denetim ve Eğitim Hizmetleri

“ÇARŞAMBA’NIN SORUSU”

4857 sayılı İş Kanunu’nun 64.maddesine göre “zorunlu nedenlerle işin durması, ulusal bayram ve genel tatillerden önce veya sonra işyerinin tatil edilmesi veya benzer nedenlerle işyerinde normal çalışma sürelerinin önemli ölçüde altında çalışılması veya tamamen tatil edilmesi ya da işçinin talebi ile kendisine izin verilmesi hallerinde, işveren iki ay içinde çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabilir. Bu çalışmalar fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma sayılmaz. Telafi çalışmaları, günlük en çok çalışma süresini aşmamak koşulu ile günde üç saatten fazla olamaz. Tatil günlerinde telafi çalışması yaptırılamaz”.

İşçi, 4857 sayılı İş Kanundaki koşullara göre işveren tarafından karar verilen bir telafi çalışmasını yapmakla yükümlüdür. Çünkü İş Kanunu m.64/1’de, “işveren… çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabilir” şeklindeki telafi çalışması uygulamasını işverenin takdirine bırakmıştır. Dolayısıyla işverenin telafi çalışması yaptıracağı zaman işçiden onay almasına gerek yoktur. Telafi çalışmasına katılmak istemeyen işçi, işi ifa borcuna aykırı davrandığından İş K. m25/II (h) fıkrasına göre, iş sözleşmesi işveren tarafından haklı nedenle feshedilebilir (Mollamahmutoğlu, Astarlı, Baysal, İş Hukuku, s.1280).

Yargıtay’a göre de “Dosya içeriğine göre dava konusu işyerinde haftanın 5 günü çalışma yapıldığı Cumartesi günü akdi tatil, Pazar gününün ise hafta tatili olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Davalı işveren, piyasadaki döviz kurlarının ani dalgalanması ve buna bağlı olarak fiyat oluşmaması, sipariş alınamaması nedeniyle 2006 Haziran sonu ve Temmuz ayının ilk günlerinde işin tatil edilmesi zorunluluğunu doğurduğunu, bu nedenle müteakip aylarda Cumartesi günlerinde çalışma yapılacağını işçilere önceden duyurmuştur. Tanık anlatımlarına göre davacının birkaç Cumartesi günü 08.00-19.00 saatleri arasında çalıştıktan sonra 26.8.2006 Cumartesi gününde çalışmak istememiş ve iş sözleşmesi bu nedenle feshedilmiştir. Ancak Cumartesi günü dava konusu işyeri bakımından tatil günü olduğu gibi, telafi çalışması olduğu belirtilen çalışmanın da günde 3 saatten fazla yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının çalışmak istememesi Yukarıda belirtilen hükümlere uygun düşmektedir. Mevcut olgulara göre feshin haklı veya geçerli nedene dayandığını kabul etmek mümkün görülmediğinden mahkemece davanın kabulü yerine yazılı şekilde reddi hatalı olmuştur”. (Y9HD.17.3.2008 T., E.2007/27667/11104 K.2008/5298 Legalbank).

Sonuç olarak, 4857 sayılı Kanunda telafi çalışmasının sadece tatil günlerinde yaptırılamayacağı belirtilmiş, tatil gününün kanuni ya da akdi olduğuna değinilmemiştir (m.64/2). Dolayısıyla haftanın beş günü çalışılan işyerlerinde cumartesi günü akdi tatil ise, bu günler de telafi çalışması yaptırılamaz. Yargıtay’ın aynı yönde verdiği kararında da “dava konusu işyerinde haftanın beş günü çalışma yapıldığı cumartesi günü akdi tatil, pazar gününün ise hafta tatili olarak kullanıldığı anlaşıldığından bu günlerde telafi çalışması yaptırılamaz” denilmektedir.

Türkkep Türkiye’nin Dört Bir Yanındaki Temsilcileri İle Buluştu

KEP, e-Tebligat, e-Fatura, e-Arşiv ve e-Saklama gibi hizmetler ile şirketlerin dijitalleşmesini sağlayan TÜRKKEP, düzenlediği ‘Anadolu Buluşmaları’ kapsamında Türkiye’nin dört bir yanında faaliyet gösteren TÜRKKEP Başvuru Merkezi (TBM) temsilcileri ile bir araya geldi.

Kurumsal ve bireysel müşterilerine, Kayıtlı Elektronik Posta (KEP), e-Tebligat, e-Fatura, e-Arşiv Fatura ve e-Saklama gibi hizmetler sunan TÜRKKEPAnadolu Buluşmaları’ kapsamında Adana, Ankara, İzmir, Bursa ve Diyarbakır’da hizmet veren 150 kadar TÜRKKEP Başvuru Merkezi (TBM) temsilcileri ile bir araya geldi. Yapılan toplantılar kapsamında 2019 yılı planları ve hedefleri, pazardaki son gelişmeler ve trendler ele alındı. Toplantılarda ayrıca yeni ürünler ve çıkarılması planlanan ürünler hakkında bilgi verilirken;  TBM’lerin fikir ve önerileri de alındı.

‘Anadolu Buluşmaları’ hakkında konuşan TÜRKKEP Yönetim Kurulu Başkanı M. Kurtuluş Nevruz, “Şirketlerin dijitalleşmesine öncülük eden şirketimiz, 2008’den beri şirketlere özel KEP çözümleri sunuyor. Bugün 200’e yakın bayimiz ile Türkiye’nin her bölgesinde aktif olarak faaliyet gösteriyoruz. Adana, Ankara, İzmir, Bursa ve Diyarbakır’da düzenlediğimiz ‘Anadolu Buluşmaları’ kapsamında bir kez daha TBM temsilcilerimizle bir araya gelmenin mutluluğunu yaşadık. Temsilcilerimizle birlikte hem 2019 yılı planları ve hedeflerimizi paylaştık hem de pazardaki son gelişmeler ve trendler konusunda önemli istişarelerde bulunduk. Hedefimiz bu yıl boyunca ‘Anadolu Buluşmaları’nı sıklıkla tekrarlamak ” dedi.

TÜRKKEP’ten yepyeni bir ürün: KEP Mutabat

Toplantılar kapsamında TÜRKKEP’in Türkiye’de bir ilk olan yeni ürünü KEP Mutabakat’ın tanıtımı da yapıldı. KEP Mutabakat ile standart e-posta, faks, telefon üzerinden bilgi gönderimine ihtiyaç duymadan tek bir yönetim paneli üzerinden mutabakat yazışmalarının yapılabildiğini belirten Nevruz, “KEP Mutabakat Sistemi’ne müşteri/tedarikçi vergi kimlik numarası ve vergi dairesi bilgileri ile birlikte girilmiş olan cari bakiye, BA veya BS bilgileri topluca müşteri/tedarikçi bazında dağıtılır. Her bir mutabakat tarafı kendisine iletilmiş olan bu mutabakat talebi karşısında değerlendirmesini gerçekleştirip cevabını (kabul, red ve/veya yeni tutar talebi) iletir.

Bir panel üzerinde gönderilmiş mutabakat talepleri ve gelen mutabakat cevapları izlenebilir. Bu aşamada mutabakatlaşma sürecindeki dağınık yapının önüne geçilirken, sistematik olarak mutabakat süreçlerinin izlenmesi ve takibi kolaylıkla sağlanır” diye konuştu.

Tezmaksan’dan Endüstri 4.0 çizgisinde yatırımlar

Makine sektörünün köklü şirketlerinden Tezmaksan, Ar-Ge ve inovasyon konusunda gerçekleştirdiği yatırımlarla adından sıkça söz ettiriyor. Şirketin ‘Kapasitematik’ ve ‘CUBEBOX’ gibi projeleri, şirketlerde ciddi anlamda verimlilik sağlıyor. Zaman ve maliyetten oluşan tasarruf, Türkiye ekonomisine de destek oluyor.

Türk şirketleri Endüstri 4.0’ın rüzgarıyla Ar-Ge ve inovasyon yatırımlarına hız verdi. Verimlilik temeline dayalı olan bu furya, özellikle üretim sektöründe kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Türk mühendislerin geliştirdiği yazılım ve otomasyon sistemleri, şirketlerin maliyet ve zamandan tasarruf etmelerine imkan tanıdı. Türkiye makine pazarının lider markası Tezmaksan da bu konuda yatırım yapan şirketlerin başında geliyor.

Tezmaksan tarafından sektörün hizmetine sunulan Kapasitematik yazılımı, üretim sektöründe verimlilik adına hayata geçen en önemli Ar-Ge projesi olarak öne çıkıyor. Türk mühendisleri tarafından oluşturulan ve ‘Kapasitematik’ adını taşıyan yazılım; firmaların makineleri uzaktan takip ederek anlık çalışma verilerini ve tarihsel istatistiksel verimlilik analizlerini kullanıcı ve işletme sahiplerine sunuyor. Kapasitematik uygulamasını makinelerinde kullanan işletme sahipleri, internet bulunan her yerden (cep telefonu ve tabletler dahil) uygulamayı indirerek makinelerinin ne durumda olduğunu analiz edebiliyor. Kapasitematik ile makinenin çalışmaya ne zaman başladığı, ortam sıcaklığı, ortamda bulunan nem oranı, parça üretimine dair kalite kontrol bilgileri, arıza durumları, makinenin ne kadar verimli kullanıldığı gibi bilgilere internet üzerinden anında ulaşılabilmek mümkün.

VERİMLİK ARTIŞI SAĞLIYOR

Tezmaksan’ın verimlilik üzerine geliştirdiği bir diğer proje ise CUBEBOX… Yine yerli bir otomasyon sistem olarak göze çarpan sistem özellikle gece vardiyalarında yüzde 50 verimlilik sağlıyor. 24 saat çalışma sistemine uygun olan CUBEBOX, duruş ve hata oranını minimum düzeye indirerek, üreticilerin daha rekabetçi olmalarına imkan tanıyor. Standart yapısı ile tüm CNC tezgahlara uyumlu olan bu sistem, şirketlere özel robot sistemlerinden daha uygun fiyata geliyor. Zamanın çok önemli olduğu üretim sürecinde, CUBEBOX’ın 1 gün kadar çok kısa bir sürede sisteme adapte olması da büyük avantaj sağlıyor. Ayrıca bu sistem ile robot programlama bilgisine ihtiyaç duymadan parça değişimi de yapılabiliyor. Her türlü kontrol ünitesi ve markasına uyumlu olan CUBEBOX ile robot makine ile birlikte çalışırken operatörde magazini doldurup boşaltabiliyor. Bu ilaveten sistem, esnek yapısı ile fabrika içerisinde makinadan makinaya kolayca taşınabilir bir yapıda bulunuyor.

TÜRKİYE POTANSİYEL BİR PAZAR

Tezmaksan Genel Müdürü Hakan Aydoğdu yaptığı açıklamada “Bir önceki yıla göre robot talepleri 10 kat artmış durumda. Sanayici nitelikli ara eleman bulamadığından veya insanların ağır işlerde çalışmak istemesinden dolayı robota olan ilgi hayli yüksek. Ancak Türkiye’de işçiliğin halen uygun olması ve robot maliyetlerinin Türkiye için yüksek olmasından dolayı otomasyonlaşma hak ettiği yerde değil. Geliştirdiğimiz Kapasitematik programı da robotlaşmaya geçildiğinde robotların ve makinaların verimliliğini ölçecek ve geliştirdiğimiz yapay zeka sayesinde robotlar ve makinalar da kendi işlerinde uzmanlaşacak ve insiyatif almaya başlayacak. Dolayısıyla ile gelecek bu veriler, okuyup analiz eden analizciler, robot programcıları gibi yeni meslekler çıkacak. Türkiye’de bu konuda fazla bilgi kirliliği var. Türkiye henüz işin ABC’si kısmında. Okullarda ve sanayide bu konu ile ilgili geleceğe yönelik atılmış bir adım yok” diye konuştu.

DEVLET HİBE DE VERİYOR

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın ülke ekonomisine fayda sağlayacak olan teknolojik yatırımları desteklediğini söyleyen Tezmaksan Makina Genel Müdürü Hakan Aydoğdu “Teknoloji üreten veya ülke ekonomisine fayda sağlayacak şekilde bu teknolojiyi kullanan firmaların, belli limitlerde desteklenmesi bir süredir hayatta olan bir konu. KOSGEB’in bu alandaki girişimini son derece doğru buluyorum. Biz de Kapasitematik gibi bir yazılımı ülkeye kazandırdığımız için son derece gururluyuz. Şirket maliyetleri düşerken, hem üretici hem de ülkemiz kazanıyor. Kapasitematik’i kullanan şirketlerin yüzde 50’ye kadar devletten hibe alabilmesi de bu tür yatırımların önünü açıyor” dedi.

Tedarik Zinciri + Akıllı Lojistik = Değer Zinciri

Tedarik Zinciri + Akıllı Lojistik = Değer Zinciri

Dr. Hakan ÇINAR 

İngiltere Cranfield Üniversitesi’nden Prof. Martin Christopher, “Gelecekte kurumların arasındaki rekabet; ürettikleri ürünlerde veya bu ürünlerin tüketildiği ülkelerde değil, kullandıkları TEDARİK ZİNCİRLERİ arasında olacaktır.” diyerek Tedarik Zinciri’nin önemini son derece etkili bir şekilde vurgulamıştır. Yine New ve Payne,1995 yılında Tedarik Zinciri Yönetimi kavramını, hammaddenin elde edilmesinden, üretilen ürünün son kullanıcıya ulaştırılmasına kadar olan süreç içerisinde üretim ve tedarik proseslerinin her bir elemanının birleştirilmesi olarak tanımlayarak, tedarik zincirinin önemine değinmişlerdir. Tedarik Zinciri kavramı, hammaddenin elde edilmesinden, üretilen ürünün son kullanıcıya ulaştırılmasına kadar olan süreç içerisinde üretim ve tedarik proseslerinin her bir elemanının birleştirilmesi olarak tanımlayanlar, tedarik zincirinin hem anlamını, hem de hayatımızdaki önemini çok net özetlemiş oluyorlar.

Tedarik Zinciri yönetiminde çok önemli bir paya sahip olan lojistikte, artık Akıllı Lojistik Teknolojilerinin söz sahibi olmak üzere olduğunu göz önünde bulundurmalıyız. Yüksek teknolojilerin geçerli olduğu, tüm malların envanterinin, malların dünyanın nerede olduğunu takip edebilen sistemler, o ürüne kaç kere dokunulduğu, o ürünün hızlı satılıp satılmadığını bilmek artık son derece kolay ve mümkün. Yıllar önce bize bu tarz yeniliklerin olacağı söylenildiğinde, hani canım diyor idik. Ancak artık günümüzde, chatbot (yapay zeka), akıllı ve en önemlisi öğrenen robotlar öylesine hakim ki, lojistik gibi dinamik ve yenilikçi bir sektörde nelerin değiştiğini herkesin çok iyi takip edip öğrenmesi gerekiyor.

Günlük kullanımımızda ve rekabetçi anlamda bakıldığında “değer” kelimesi, bir şirketin ürettiği ürünlerin veya hizmetlerin karşılığında müşterilerin ödemeye gönüllü oldukları tutar olarak ifade edilir ve genellikle de toplam ciro ile ölçülür. Dolayısı ile ortada müşteri için üretilmiş bir değer olduğundan, bu bedelin, bahse konu üretim için katlanılan maliyetten fazla olması gerekliliği ortaya çıkar. Bunların sonucunda da kar rakamı ortaya çıkmış olur. Değer yaratıcı faaliyetler olarak; başta tasarım olmak üzere, üretim, pazarlama, dağıtım gibi faaliyetler sıralanabilir. Bu faaliyetler, günümüz literatüründe esas faaliyetler olarak nitelendirilmiş olup, aynı zamanda ürünün satışı, müşteriye teslimi ve satış sonrası faaliyetleri de aynı kapsamda değerlendirilir. Detaylı incelemelere baktığımızda “Esas Faaliyetler”in beş ana faaliyet kategorisine ayrıldığını görürüz. Bunlar;

  • Giriş Lojistiği (Inbound Logistics)
  • Üretim (Operations)
  • Çıkış Lojistiği (Outbound Logistics)
  • Pazarlama ve Satış (Marketing and Sales)
  • Satış Sonrası (Service) faaliyetleridir.

Destek faaliyetler ise ürün ve hizmetin üretilmesi faaliyetlerini destekleyen, satın alınan girdileri, insan kaynaklarını, gerekli teknolojiyi sağlayan faaliyetlerdir. Bu tür faaliyetler kuruluşun tümüne yönelik genel faaliyetler olabileceği gibi belli esas faaliyetler ile ilgili de olabilir. Esas faaliyetler ve destek faaliyetler birbirleriyle ilişkili faaliyetlerdir.

İşletmeler için hammadde ile başlayan, ve onun mamule dönüşmesi ile devam eden ticari ürünün, müşteriye ulaştırılması ve son kullanıcı tarafından tüketilmesi aşamalarını kapsayan fiziksel ve bilgi akışının tamamı anlamına gelen Tedarik Zinciri ile, değer zinciri arasındaki kuvvetli bağ, bu iki tanımı da inceledikten sonra çok daha net ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle, “Değer Zinciri” olarak kabul edilen ve bir işletmenin can damarı olan esas faaliyetler, tümü ile “Tedarik Zinciri’ni de içine almaktadır. Tedarik Zinciri Yönetimi, her ne kadar üretim ve satışı kapsamıyor gibi değerlendirilse de; ürünlerin üretimini ve müşteriye doğru zaman ve mümkün olan en uygun koşullarda teslimatını sağlayabilmek üzere konumlandığını belirttiğimiz anda, aslında Değer Zinciri’nin tam da merkezine oturduğunu çok net algılayabiliyoruz.

Tedarik Zinciri’nin bir işletme için; satıcıların, üreticilerin, toptancıların veya tedarikçilerin etkin şekilde entegrasyonu için kullanılan yaklaşımlar ve yöntemler bütününü kapsadığını düşündüğümüzde, kurumlar için bu kavramın can damarı anlamına geldiğini görebilmek hiç de zor değil. Her firma bir tedarik zincirinin parçasıdır ve artık günümüzde rekabet işte bu zincirler arasındadır.

Genel anlamda baktığımızda, dış kaynak kullanım düzeyinin artması, taşıma maliyetlerinin yükselmesi, işlemlerin iyileştirilmesi gereksinimi, rekabet baskısı, elektronik ticaretin öneminin artması ve envanterin kontrol altına alınması gibi sebepler ile Tedarik Zinciri Yönetimi’ne geçiş sağlandığını hatırlatırken, artık bu kavramı daha fazla benimsememiz, “Değer Zinciri” ile eşdeğer kabul etmemiz ve üzerinde durmamız gerektiğini, işletmelerin yüksek kalite düzeyine ulaşmada odaklanmaları gereken kavramın bu olduğuna dikkatlerini çekerek sözlerimi noktalıyorum.

 

 

 

Amerikalı Yale Türkiye’de Pazarı Büyütüp Lider Olacak

Amerika’nın lider forklift ve istif makineleri üreticisi Yale, Quick Lift firması ile imzaladığı yeni distribütörlük anlaşmasıyla robotik ürünlerini Türkiye’ye taşıyor. Yeni yatırımlar Türkiye pazarını 5 yıl içinde 30 bin adetlere ulaştıracak.

140 yılı aşkın deneyimle forklift ve istif makineleri üreten Yale, Türkiye’de TSM Global’in iştiraki Quick Lift ile distribütörlük anlaşması imzaladı. Hyster – Yale Grup EMEA Bölgesi Kıdemli Başkan Yardımcısı Harry Sands ve TSM Global CEO’su Taner Sönmezerdüzenledikleri bir toplantıyla iş birliği anlaşmasının detaylarını paylaştı.

Yale: Türkiye’nin büyümesine büyük önem veriyoruz

Quick Lift’in Yale’in forklift ve depo içi ekipmanlarının satış, kiralama ve satış sonrası hizmetlerinden sorumlu olacağını söyleyen Hyster – Yale Grup EMEA Bölgesi Kıdemli Başkan Yardımcısı Harry Sands, bu iş birliği sayesinde Türkiye’nin tüm bölgelerinde yaygın ve etkin satış ve satış sonrası hizmetler sunabileceklerini aktardı. Türkiye’yi lojistik üssü olarak gördüklerini belirten Sands, Yale Türkiye’deki potansiyeli gördükleri için buraya yatırım yaptıklarını söyledi. Türkiye pazarını öneminin altını çizen Sands, Quick Lift ile önemli bir yol kat edeceklerini bildirdi.

Türkiye’de 8 bin kişiye 1 forklift düşüyor

TSM Global CEO’su Taner Sönmezer ise TSM Global’in 2014 yılından bu yana Türkiye’nin yanı sıra Gürcistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da satış ve satış sonrası hizmetler alanında faaliyet gösterdiğini söyledi. Sönmezer: “Türkiye forklift pazarı normal dönemlerde yılda 10 bin adet ortalamasına sahiptir; ama bu sene maksimum 6 bin civarında bir pazar büyüklüğü söz konusu olacak. Biz 2019 yılını fırsat yılı olarak görüyoruz; pazarın önü açılıyor, bu yıl beklenenden iyi durumdayız. Pazarda yükselen ivme 2020 Mart’ından sonra katlanarak artacak. İngiltere ve Fransa’da her 600-2.000 kişiye 1 forklift düşerken Türkiye’de her 8 bin kişiye 1 forklift düşüyor. Türkiye de kısa zamanda bu seviyeye çıkacaktır. İngiltere ve Fransa’da pazar yıllık yaklaşık 80-100 bin adet. Türkiye’nin bulunduğu coğrafi konumu düşünürsek, liman ülkesi olmamız ve kıtalar arası köprü görevi görmemiz açısından potansiyelimiz oldukça yüksek. Pazar büyüklüğünün önümüzdeki 5 yıl içinde 30 bin adede çıkmasının öngörüyoruz. TSM Global iştiraki olan Quick Lift firması da Yale iş birliği ile gelişen bu pazarın lideri olacak” diye konuştu.

500 kişilik yeni istihdam fırsatı

Yale ve Quick Lift arasındaki bu iş birliği ile özellikle lojistik, otomotiv, perakende, içecek, gıda, ambalaj, beyaz eşya ve elektronik sektörlerini hedeflediklerini açıklayan Sönmezer, yatırımları artırmayı planladıklarını bildirdi. Türkiye’nin tüm sanayi şehirlerine yatırım yapmayı hedeflediklerini açıklayan Sönmezer, bünyelerine 10-12 yeni bölge ve bayi ağı ekleyeceklerini açıkladı. Sönmezer, yeni yapılanmalarda satış, servis, yedek parça, kiralama ve eğitim akademileri kurduklarını da bildirdi. Sönmezer: “3 sene içerisinde Quick Lift ve tüm bayi ağı olmak üzere 500 kişilik yeni istihdam oluşturarak ülkemiz ekonomisine ve istihdamına katkı sağlayacağız” dedi.

Robotik ürünler Türkiye’ye geliyor

Her yıl 40 milyon Euro’luk Ar-Ge yatırımı yapan Yale Grup’un 10 yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığı robotik ürünlerinin Türkiye pazarına gireceğini söyleyen Sönmezer, bu yeni endüstri 4.0 teknolojisi ürünlerin çalışma maliyetlerini düşürüp verimliliği artırdığını bildirdi. Sönmezer, Yale robotik ürün gamının farklılaşma noktasının navigasyon teknolojisinde yattığına vurgu yaptı. Bu teknoloji sayesinde Yale robotik ürünlerin özel bir altyapı yatırımına ihtiyaç duymadığını ifade eden Sönmezer, bu çözümü tek bir makineden büyük bir filoya kadar sunabildiklerine dikkat çekti. Sönmezer, yakıt yerine batarya ile çalışan forklift teknolojisinin de maliyetleri oldukça düşürdüğünü kaydetti. Gelecek 10 yılın teknolojisini bu günden öngörerek robotik ürünlerin üretildiğini bildiren Sönmezer, bu yeni ürünlerin hem KOBİ’ler hem de büyük ölçekli firmalar için önemli bir kaynak tasarruf kalemi olacağının altını çizdi.

24 saat içinde ürün ve yedek parça temin edebiliyoruz

Yale’in Avrupa’daki geniş dağıtım ağı sayesinde gerek makine teslimatlarını gerekse ihtiyaç halindeki yedek parça teminlerini çok hızlı gerçekleştirebildiklerini belirten Sönmezer, Quick Lift’in geniş bayi ve servis ağı ile 24 saat içinde Türkiye’nin her noktasına erişebildiklerini, özellikle yedek parça taleplerinin yaklaşık yüzde 90’lık bir oranınını raftan karşılayabildiklerini bildirdi.

Büyüdükçe Küçülmek

Büyüdükçe Küçülmek

Çoşkun Güzer

İşletmeler ilk kurulduklarında gerek dış gerekse iç müşterilerine önem vermekte, müşteri bağlılığını arttırma ve piyasada tutunmak adına özveriyle gelen taleplere cevap vermektedirler. Ancak bu eğilim zaman içerisinde yavaşlamakta tersine bir harekete dönüşmektedir. Bu durumu satınalmacılar olarak üzülerek tespit etmekteyiz.

İşletme kurulduğunda her konuda elinden gelen maksimum çabayı sarf etmektedir. Ancak işletme büyüyüp palazlanıp, belirli bir ticari hacime ulaşıp, sektöründe ön plana çıkmaya başladığında, belki aynı heyecan ve hırsı taşımadığından yada müşteri ilişkilerinde kötü tecrübeler yaşamış olması nedeniyle bir şekilde proaktif yapısını kaybetmektedir. Büyüme esnasında yada kontrollü bir büyüme sağlamak için bazı kalite, standardizasyon veya sistemleri uygulayan bu firmalar, belirlenmiş kurallar ve çizgiler dahilinde kalmak adına piyasa gerçeklerinden ve işin özünden uzaklaşmaktadırlar. Bu durum firmayı ileriye götürmesi gerekirken aslında bir çok firmadan bir kaç adım geriye düşürmekte olduğu bilinmelidir.

Teklif taleplerine geç dönüşler, projeye yaklaşımlarındaki isteksizlik ve bunun getirdiği durağanlık piyasa nezninde firmaları negatif bölgeye çekmektedir. Elbette firmaları bu noktaya iten haklı sebepler vardır. Bir çok sefer yaşanmış olan acı tecrübe ve olumsuz yaklaşımlar bu yüklenici firmaları demoralize etmiş olabilir. Ya da işi aldıktan sonra mal/hizmet sağlama esnasında, ödeme, teslimat, zamanlama vs. sorunlarla karşılaşmış olması muhtemeldir. Ancak bu sıkıntıları gidermenin yolu, sonraki taleplere yapılacak isteksizlik, ilgisizlik veya bunun gibi olumsuz davranışlar olarak tepkilerinin verilmesi, çok büyük bir hatadır. Ticari nezaket içerisinde, işin reddine dair yapılacak bir teşekkür, o kişi veya firmaya, işi almaktan çok daha fazla prestij katabilir.

Diğer bir taraftan işletmeler özellikle referans yoluyla iletişime geçtikleri potansiyel müşterilerine iki yönlü sorumlulukları olduğunu çok iyi bilmelidir. Bu tip durumlarda sorumluluklarının bir kat daha fazla arttığının farkında olarak hareket etmeliler. Aksi durumda potansiyel müşteri kitlesini elde edemeyecekleri gibi, mevcut referansları ile olan ilişkilerinde de olumsuzluk yaşanacaktır. Arada kalmış belki çok fazla önemli gibi gözükmese de çok ciddi olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir durumdur.

Kalite ve müşteri ilişkilerinin çok önem kazandığı, firmaların birbirleri arasındaki farkı oluşturan ve kıyasıya rekabetin geliştiği günümüzde bu ticari yaklaşımların çok önem kazandığını bildirmek isterim. Aksi durumlarda çok daha büyük ve getirisi yüksek ticari menfaatlerden, edinim ve kazanımlardan mahrum olacaklardır. İşletmeler büyüdükçe daha mütevazi, profesyonel bir yaklaşımla ancak amatör bir ruh ile müşteri ilişkilerini yönetmelidir.

Buğday başağı misali, büyüdükçe eğilmeli ve daha mütevazi olmalılar. Belki yeni müşteri memnuniyeti ve kalite arttırma çabaları bu akıma bağlı gelişecektir.

Duygusal Zeka ile Fark et – Fark ettir

Duygusal Zeka ile Fark et – Fark ettir

Reyhan YALÇINKAYA

Pazartesi sabahları böyle bezgin olmayı sevmiyorum, ama hep böyleyim. Hava kasvetli, onunda etkisi var sanırım. İşyerine giden bu kısa yolda neden bu kadar kırmızı ışık var acaba? Diye düşünürken mendil satıcısı bir çocuk camıma vurmaya başladı. Ablacım, iyi bir hafta diliyorum, okul harçlığım için mendil satıyorum, alır mısın bir tane? Kafamı çevirdiğimde bir çift kocaman mavi göz gülümseyerek, ışık saçarak bana bakıyordu, çakır dedikleri buydu sanırım. O gülümseyen yüz, o sıcak bakış, kibar söylem sanki camı geçip bana geldi. Gülümseme bana bulaştı, o an bulutların dağılıp, masmavi gökyüzünün çıktığını düşündüm. İki mendil alıp, pazartesi sabahı bana kattığı bu mutluluk hali için küçüğe teşekkür edip, yeşil ışığın yanması ve arkadan gelen korna sesleri ile dünyama geri döndüm.

Neydi beni karamsar ruh halinden mutlu bir insana çeviren. Duygularıma dokunmuştu çocuk. Ne zaman kırmızı ışık yansa, o çakırı aradı gözlerim. Çünkü herkes gibi bende içten gelen bir gülümseme istiyorum, iyi bir ruh hali arıyorum. Hayat zaten stres ve zorluklarla dolu. Hepimizin ihtiyacı bir sıcak nefes, içten bir tebessüm.

Hayatınızın pek çok anında böylesi anlar yaşanmıştır, bir anda modunuzu olumludan olumsuza veya tersi olumsuzdan olumluya çeviren anlar. Hiç düşündünüz mü sizi olumluya çeviren olaylar neler ve nasıl bir duygu değişimi yaşıyorsunuz? Aslolan hangi durumların sizin duygularınıza dokunduğu, o durumun sizde hangi davranışla karşılık bulduğu ve sizi nasıl hareket ettirdiğidir. Aristo yıllar önce şöyle söylemiş; “Herkes kızabilir, bu kolaydır, ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru nedenle ve doğru şekilde öfkelenmek, işte bu kolay değildir.” Liderlik durumsallık içeren bir olgudur. Kriz anında, stres altında doğru kararlar vermeyi gerektirir. Kişi kendini, duygularını fark etmemişse, takipçilerine bunu nasıl fark ettirecek.

Duygusal zeka becerilerini geliştirerek…

1990 lı yıllardan itibaren bilim adamları zekanın bir çeşidinden daha bahsetmeye başladılar, duygusal zeka. Bilişsel, entellektüel Zeka (IQ) daha çok genetikle, çeveresel faktörlerle ilgilidir ve geliştirilmesi daha kısıtlıdır. Geliştirilemez mi? Geliştirilir ama 100 IQ hiçbir zaman 160 IQ seviyesine gelmez. Duygusal zeka (EQ) bu anlamda daha geliştirilebilir yapıdadır. IQ entelektüel bilgi birikimi, bilişsel zeka ve öğrenme ile ilgilidir. Çevremizde sıklıkla görmekteyiz, aslında önemli ölçüde bilgi sahibi, IQ su yüksek insanlar yaşamda çokta başarılı olamayabiliyorlar. Duygusal zeka becerileri yüksek kişiler daha tutkulu, daha hırslı, stres ile daha kolay başa çıkabilen insanlar olarak karşımıza çıkıyor ve daha başarılı oluyorlar. Bu durum liderlerin duygusal zeka becerileri yüksek kişiler arasından daha yoğunlukla çıkmasını sağlamaktadır. Genel bir anlam yüklemek istersek şöyle söyleyebiliriz; duygusal zeka aklın, beynin ve kalbin bütünleşik zekasıdır. EQ alanında önemli çalışmaları olan Daniel Goleman şöyle tanımlar; “Kendimiz, başkaları ve çevremizle ilişkilerimizi kolaylaştıran, duyguları fark etme, anlama ve etkin biçimde kullanma yeteneğidir.“ Duygusal zeka duyguların farkında olma, duygularla başa çıkabilme, empati kurabilme ve ilişkileri yönetebilme yeteneklerini kapsamaktadır. Duygular karşımızdaki kişiyi anlamamıza, düşünce ve davranışlarını anlamlandırmamıza, etkin empati yapmamıza yardımcı olur.

Duygu en genel anlamda zihin, his, devinimi ve bir dizi biyolojik hareket eğilimi anlamında kullanılmaktadır. Ne kadar çok ve karmaşık duygu yaşadığımızı düşünürüz, ancak yaşadığımız duygular temelde toplam sekiz tanedir. Bunlar; öfke, korku, üzüntü, tiksinti, utanç, mutluluk, sevgi, şaşkınlıktır. Kıskançlık ve öfke karışımı, üzerine üzüntü ve korkunun eklenmesi gibi yeni duygu durumları oluşabilir, en temel anlamda bu sekiz duygu çeşidinden bahsedebiliriz.

Öfke: Hiddet, hakaret, içerleme, gazap, tükenme, kızma, sinirlenme, hınç, kin, rahatsızlık, alınganlık, düşmanlık ve belki de en uç noktada, patolojik nefret ve şiddet.

Üzüntü: Acı, keder, neşesizlik, kasvet, melankoli, kendine acıma, yalnızlık, can sıkıntısı, umutsuzluk ve patolojik olduğunda şiddetli depresyon.

Korku: Kaygı, kuruntu, sinirlilik, tasa, hayret, şüphe, uyanıklık, vicdan azabı, huzursuzluk, çekinme, ürkme, dehşet, patolojik olduğunda ise fobi ve panik.

Mutluluk: Zevk, coşku, rahatlama, tatmin, haz, sevinç, eğlenme, gurur, tensel zevk, heyecan, vecd hali, hoşnutluk, kendinden geçme, aşırı zindelik, kapris ve en uç noktada mani.

Sevgi: Kabul görme, dostluk, güven, iyilik, yakın ilgi, sadakat, aşırı tutkunluk, muhabbet.

Şaşkınlık: Şok, hayret, afallama, merak.

Tiksinti: İğrenme, hor görme, aşağılama, küçümseme, nefret etme, hoşlanmama, itici bulma.

Utanç: Suçluluk, mahcubiyet, hayal kırıklığı, pişmanlık, küçük düşme, üzülme, çile ve nedamet.( Daniel Goleman; Duygusal Zeka)

Çok seri, çok doğru bir şekilde empati yapabilmek için; öncelikle kendini tanımak, daha sonra karşıdakini tanımak ve hangi duygunun hangi davranışa sebep olduğunu ortaya koymak gerekmektedir. Bu empatinin bizim için altıncı bir his gibi çalışmasını sağlayacaktır. Örneğin öfkeli biri iletişim kurmakta zorlanır. Mutlu kişi iletişime açıktır, sorun çözmeye odaklanır. Karşınızdakinin yaşadığı duyguyu bilirseniz hemen “ben olsam” sürecini başlatırsınız ve çözüm daha kolay gelir. Korku, hemen savunmaya geçmenize neden olur ve saldırgan olabilirsiniz. Öfkesini bastıramayan birinin insan ilişkilerinin yoğun olduğu yerde çalışmaması gerekir. Bu örnekleri uzatabiliriz.

Bir yöntemi var mıdır duygularımızı tanımanın, davranışlarımızı kontrol altına almanın? Bu da bir sonraki yazımızın konusu olsun.

Bu makale, SATINALMA DERGİSİ, Aralık 2018, Yıl:6, Sayı: 72, sayfa:37’de yayınlanmıştır.