Etiketler: inşaat, yapı, dekorasyon
Elpa Elektrik Malzemeleri Tedariki ve Taahhüt San. ve Tic. Ltd. Şti.
Etiketler: Elektrik, şalter, sigorta, kablo, pano, ampul, lamba, led, priz, schneider.legrand, öznur, abb, siemens, eae, pelsan, erse, forlife, osram, philips, entes, kondaş, prysmian, hes, nexans, mutlusan, audio, eaton, obo, pedaş
İTO’dan reel sektörün kredi yapılandırmasında ‘KGF’yi devreye alma’ önerisi
İTO Başkanı Avdagiç:
– “Üretimi, ihracatı olan ve döviz kurlarındaki artıştan olumsuz etkilenen firmaların kredileri yapılandırılırken, Kredi Garanti Fonu bu yeniden yapılandırmalara teminat versin.”
– “Ekonomi yönetimi kontrolün kendisinde olduğunu göstermiştir. Ülkemize karşı sistematik ve çökertici bir ekonomi savaşının yürütüldüğü ortamda, atılan adımların etkisini ise hemen bugün beklemek doğru değil, zaman içinde almayı beklemeliyiz.
– “Merkez Bankası piyasanın ilk hassasiyetine, olası likidite ihtiyacına olumlu bir şekilde cevap verdi. Bankaların reel sektöre karşı tutumunu yakından takip edeceğiz.”
– “Bu dönem riski yönetme dönemidir. Reel sektör olarak karşı tedbir alacak imkanlarımız var. Bu dönem sermaye yeterliliğimizi iyi yöneteceğiz, likiditemizi iyi düzenleyeceğiz. Panik havası estirmek isteyenlere prim vermeyeceğiz.”
İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, kur üzerinden Türkiye’ye karşı yürütülen ekonomi savaşında reel sektörün finansman desteğiyle güçlendirilmesi gerektiğini söyledi. Avdagiç, bu bağlamda, kredi yapılandırmasında ‘KGF’yi devreye alma’ önerisi getirirken, bankalara da Merkez Bankası’nın bugün artırdığı teminat yönetiminde esnekliği eksiksiz şekilde reel sektöre yansıtma çağrısında bulundu.
Avdagiç, kur riskini taşıyan firmalara önerisini şöyle anlattı:
“Reel sektörün mevcut kredilerini yeniden yapılandırma talebi var. Üretimi, ihracatı olan ve döviz kurlarındaki artıştan olumsuz etkilenen firmaların kredileri yapılandırılırken, Kredi Garanti Fonu bu yeniden yapılandırmalara teminat versin. Bu sayede mevcut kredilerin vadesini ve faiz oranını makul seviyelere çekmek daha mümkün hale gelecektir.”
Avdagiç, Merkez Bankası’nın bugün açıkladığı kararlarla piyasanın ilk hassasiyetine, olası likidite ihtiyacına olumlu bir şekilde verdiğini belirtti. Avdagiç, “Bu yaklaşımın bankalar tarafından tam ve eksiksiz dikkate alınmasını bekliyoruz. Bu süreçte bankaların reel sektöre karşı tutumunu yakından takip edeceğiz” ifadesini kullandı.
Avdagiç, Merkez Bankası nasıl bankalara teminat yönetiminde esneklik sağladıysa, bankaların aldığı bu esnekliği ‘eksiksiz’ şekilde reel sektöre yansıtması gerektiğini kaydetti.
Şekib Avdagiç, şunları söyledi: “Ekonomi yönetimi kontrolün kendisinde olduğunu göstermiştir. Piyasa karşılığı olan kararlar alınmıştır. Ülkemize karşı sistematik ve çökertici bir ekonomi savaşının yürütüldüğü ortamda, atılan adımların etkisini ise hemen bugün beklemek doğru değil, zaman içinde almayı beklemeliyiz. İnanıyoruz ki likiditeye yönelik adımlar, ilave tedbirlerle desteklenince etkisi çok daha fazla olacaktır. Bu dönem riski yönetme dönemidir. Reel sektör olarak karşı tedbir alacak imkanlarımız var. Bu dönem sermaye yeterliliğimizi iyi yöneteceğiz, likiditemizi iyi düzenleyeceğiz. Panik havası estirmek isteyenlere prim vermeyeceğiz. Bankalara da burada önemli bir rol düşüyor. Bankaların piyasayı olumlu etkileyecek adımlar atmalarını bekliyoruz.”
Adnan Bali: Ciddi bir spekülatif atakla karşı karşıyayız
Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, geçen haftaki gelişmelere, üst üste yaşanan olaylara bakıldığında bunun normal piyasa dinamikleri içerisinde açıklanabilecek bir hadise olmadığını, çok ciddi bir spekülatif atakla karşı karşıya olunduğunu söyledi.
Adnan Bali, katıldığı bazı televizyon programlarında, son günlerde yaşanan gelişmeler ile ilgili değerlendirmeler yaptı. Bali, Türkiye’nin şu anda zor günlerden geçtiğini belirterek, “Çok net, ciddi bir spekülatif atakla karşı karşıyayız. Ben Hazine kökenli bir yöneticiyim. Döviz piyasalarını, buranın işleyişini 90’lı yılların başlarından beri bilirim. 94 krizi, 96 Asya, 97 Rusya, 99 depremi, 2001 krizi bunların hepsini yaşadık. Buralarda bir kısım dalgalanmaların olması normaldir. O dönemlerde de hep görürdük. Ama bu defaki biraz farklı. Ben çok tabii görmüyorum açıkçası… Bazen bütün bu teknik detaylara hâkim insanlar olarak bile, ‘acaba komplovari düşünme eğiliminde mi oluyoruz’ diye kaygı duyuyorum. Ama durum hemen bizi teyit ediyor” şeklinde konuştu.
Döviz kurunda gelinen noktayı, ekonomik temellerle izah edemediğini söyleyen Bali, şöyle devam etti: “İktisat teorisinde bize şunu öğrettiler; iki ülkenin çapraz kurları, iki ülke arasındaki enflasyon farkından hesaplanır. Bu yönüyle bakıldığında ben hiçbir talebe, hiçbir teoriye uymadığı düşüncesindeyim. Diğer taraftan niye ekonomik temellerle izah edemiyoruz dediğimiz şu; bütçe açığının GSYİH’ya oranı, Türkiye’de Haziran sonu itibarıyla yüzde 2’yi biraz aşacak. Bu oran yıllarca yüzde 1.1-1.3 bandındaydı. Yılsonunda da 2,5’u bir miktar aşması bekleniyor. Bunu, Maastrich kriterleri ile Avrupa Birliği ülkeleri ile kıyaslayın, Türkiye’ye benzer kendi ülke grubu ile kıyaslayın. Harcamalarda bir miktar genişlemeye rağmen, son derece önemli bir mali disiplin göstergesidir. İkinci unsur; kamu borç stokunun GSYİH’ya oranı, bu yüzde 30’ların altındaydı, şimdi kur artışlarıyla yüzde 30’lu rakamlara gelmiş olabilir. Ama halen örneğin Akdeniz ekonomileri dahil AB ile kıyasladığınızda, bunun 3 katı kadar oranlara giden ülkeler görüyorsunuz. Tablo bu…”
Ekonomik temellerle açıklanabilir bir durum değil
Adnan Bali, ödemeler konusunun da çok tartışıldığına işaret ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Ben bunu 15 Temmuz sonrasında da yerli, yersiz, ilgili ilgisiz değerlendirmeler, kanaatler söz konusuyken rakamlarla izah etmiştim. Aynen güncellenmişi söyleyeceğim. Türkiye’nin vadesine bir yıl kalan ödeme tutarı, borçlarının tutarı 180 milyar dolar. Yani orijinal vadelere, ödeme vadesine 1 yıl kalmış olan borçların toplam tutarı. 180,6 milyar dolar… Bu çok önemli bir rakam ve ‘bu işin içinden nasıl çıkacağız’ hissi oluşuyor. Ama bütün hadise de ayrıntılarda, detayda… Meslek erbaplığı da o… Onu ortaya koymak lazım. Toplumu da bu konuda ikna edip, iyi bilgilendirmemiz lazım. Bugün ‘spekülatif ataklar’ derken, çok tabii saiklerle bankalara, şuraya, buraya gidip birtakım hareketler yapmayı düşünebilecek olan normal hane halkı da var. Onları doğru bilgilendirmeliyiz. Öyle baktığımız zaman, bu 180 milyar doların 102 milyar dolar tutarı bankaların yükümlülüğü. Bunun da yarısı yani 50 küsur milyar doları, bankaların kendi borçları değil, yurtdışı yerleşiklerin bizim nezdimizde açtığı mevduat hesapları, diğer yarısı ise borçlar… Bunların yenilenme oranı da 12 aylık kümülatif oranlara bakıldığında bankacılık sisteminde yüzde 110’a yakın bir yerde. Son dönemde bir miktar o düştü, ama yönetilebilecek olan bir düzeydir. Bu borçlanma düzeyine karşılık, aşağı yukarı 50 milyar dolarlık nakit borç diye baktığınız zaman, Merkez Bankası nezdinde rezerv opsiyon mekanizması nedeniyle tuttuğumuz rezervlerin toplamı 30 milyar dolara yakın. Yine döviz depo piyasasında 50 milyar dolar Merkezin bize kullandıracağı limitimiz var. Bankacılık sisteminin tamamının her an nakde döndürülebilir döviz likiditesi 50 milyar dolar civarında. Dolayısıyla hiçbir soruna işaret etmeyen bir tablodur.”
Adnan Bali, 180 milyar doların geriye kalan 73 milyar dolarlık kısmının, reel sektörün dış yükümlülüğü olduğuna, bunun da yüzde 65’ine denk gelen 48 milyar dolarlık kısmının ise mal ve hizmet ticaretinden kaynaklanan taahhütler olduğuna dikkat çekti. Bali, kalan 25 milyar dolarlık kısmının ise nakit nitelikli kredilerden oluştuğunu, bunun da 12 aylık kümülatif yenilenme oranının reel sektörde son dönemde düşmekle birlikte, yüzde 130’un üzerinde seyrettiğini ifade etti.
Açık pozisyon ve kurlardaki artışın etkilerine ilişkin de Bali, “Bankacılık sisteminde açık pozisyon yok. Daha önce yaşadığımız krizlerden en belirgin farklardan biri budur. Finansal kesimin dışında ise açık pozisyon var. Bu da 217 milyar dolar seviyesinde. Bu rakam bizi ilk bakışta çok ürkütüyor gözükse de yine detay var. Kısa vadede reel sektörün 6,5 milyar dolar net artı pozisyonu var. Bir yıla kadarkivadede bir mühleti var. Hem ekonominin hem reel sektörün kendisinin, o dönem içerisinde birtakım karşı tedbirleri alabilecek imkanları var. Dolayısıyla 2013’ün ortalarından itibaren, reel sektörün bir miktar kısa vadede artıya geçmiş olduğunu görüyoruz. Firmalar için bu hesaplar yapılırken, sermayedarların kendine ait, kuvvetle muhtemel bulunduğunu tecrübi olarak da ifade edebileceğim, artı pozisyonlar ise bu hesabın içinde yok” şeklinde konuştu.
Cari açığın da şu anda yüzde 5,7 seviyesinde bulunduğuna işaret eden Bali, “Ben bir kıyaslama yapmak istiyorum; bu ülke cari açıkta çift basamaklı orana yaklaştığında, 9-10’lara geldiğinde ve petrol fiyatları da varil başına 130 dolar olduğu dönemde kur atağı yemedi. Şimdi bu iki gösterge neredeyse yarısında, fakat kur atağı yiyoruz. İşte o nedenle diyorum ki bunun ekonomik temeli yoktur. Bu, ekonomik temelleriyle açıklanabilecek bir durum değildir” diye konuştu.
Kurda gelinen seviyeleri gördüğünde kişisel olarak da meslek insanı olarak da üzüldüğünü ifade eden Bali, “Bunun borcu olanı var, bundan olumsuz etkileneni var. 80’lerde annemin babamın tansiyonunu izler gibi, kime ne hasar veriyor kime ne zarar veriyor diye dolar kuru izliyorum. Bunu bizim yatıştırmamız, çalışmamız, uğraşmamız lazım. Temel ekonomik değil, ama her durumda almamız gereken de ekonomik önlemler var” dedi.
Eylem planı, yönetim kalitesi açısından bizi çok farklı noktaya getirecektir
Adnan Bali, sözlerini şöyle sürdürdü: “Geçen haftaki gelişmelere, üst üste yaşanan olaylara bakıldığında bunun normal piyasa dinamikleri içerisinde açıklanabilecek bir hadise olmadığı ortada. Bu, aynen ifade edildiği gibi ekonomik bir savaş. Ama bize düşen kısmı var. Biz böyle bir atağı öngörebilmeli ve buna göre de hep tedbirli olacak şekilde hareket etmeliyiz. Çok çabuk aksiyon göstermeliyiz. Şu anda artık söylem zamanı değil, eylem zamanı. Hatta piyasaların, bu tür kötü niyetli yaklaşanların dahi en iyi kullanabildikleri şey, yeterli eylemin, aksiyonun alınmamasıdır. Piyasa, bunu cezalandırıyor. Merkez Bankası, bu sabah bazı önlemler aldı. BDDK, swap ile ilgili düzenlemesinin yanı sıra olağan üstü piyasa fiyatlarının yarattığı menkul değerle ilgili değerlemelerden gelen problemleri giderecek yönde bir aksiyon aldı. İşte hadiseler budur. Bence iyi yönde alınmış olan kararlar. Piyasada karşılığı olacaktır diye düşünüyorum. Bu dönemde, en azından bütün imkanlarımızı, bu tür teknik kararlarla destekleyerek kullanmak durumundayız.”
Önlemler konusunda, Bankalar Birliği olarak oluşturdukları bütün çerçeveyi otorite ve ilgili Bakanlık ile doğrudan istişare ettiklerini ve paylaştıklarını ifade eden Bali, “Bu konuda son derece işbirlikçi ve açık bir çalışma ortamının olduğunu da biliyorum. Ama çalışma çerçevesi açısından önemsediğim; kapsamlı, teknik bir eylem planı… Bu eylem planından sadece kurumların değil, kişilerin sorumluluklarının belirlenmesi, kamuoyuna sürekli olarak taahhütte bulunulması ve performansın şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılması… Bu yönetim kalitesi açısından, taahhüt açısından bizi çok farklı bir noktaya getirecektir diye düşünüyorum” şeklinde konuştu.
Mevduat çıkışı yok
Adnan Bali, bankadan bir mevduat çıkışının söz konusu olmadığını, bu dönemde, perakende bankacılık alanındaki davranış değişikliklerini izlemek açısından İş Bankası’nın iyi bir örnek olduğunu ifade ederek, “Olağan bir tarzın yürüdüğünü görüyoruz. Efektif talep etmek açısından bakıldığında cuma günü bir miktar artış oldu, fakat önemli bir miktar değil. Yönetilemez şeyler değil. Normaldir, olabilir. Onu da sağlıyor olmanız lazım. Diğer taraftan döviz alım satımlarında da çok özel bir durum yok. Geçen hafta boyunca döviz alım satımlarımız, dengeliydi. Cumaya doğru gelindiğinde biraz hacim artışı oldu ama nette nötrdü. Alan olduğu gibi satan da vardı. 15 Temmuz’da ise bu tür badirelerden sonra hane halkından çok ciddi bir döviz satışı görmüştük, bu defa onu görmüyoruz, daha dengeli” diye konuştu.
“Hesaplara el konulacağı” yönündeki iddialar ile ilgili de Bali, şu yorumu yaptı: “Bugüne kadar katıldığım resmi nitelikli hiçbir toplantıda bu konunun safsata boyutundan öte değerlendirildiğine tanık olmadım. Ama bu değişik şekillerde çoğaltılıyor. Sosyal medya, bu konuda olağanüstü bir alan haline gelmiş durumda. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Düyun-u Umumiye döneminden kalmış borçlarını ödeyen, tarihin hiçbir döneminde bu tarz bir eyleme girmemiş olan bir ülke… Bunun düşünülmesi bile doğru değil. Bunun düşünülmediğini ifade etmek bile risktir bu piyasalarda. Böyle bir tablo yok.”
Bu ülkenin zorluğunu, meşakkatini de paylaşacağız
“Paranın sistem dışına çıkarılması, yurt dışına transfer edilmesi” konusunda da Bali, şöyle konuştu:“Liberal bir ekonomide bireylerin, kuruluşların şu veya bu saikle bunları yapması açısından bir değerlendirme yapmam doğru olmaz. Bu işin biraz objektif boyutu… İşin bir de sübjektif boyutu da var. Yurttaşsınız, vatandaşsınız, çıkarttığınız paranın tamamını bu ülkeden kazanmışsınız. Bunun kabul edilebilir olduğunu düşünmüyorum. Biz bu ülkenin sadece refahını paylaşmak için bir araya gelmiş alelade bir topluluk değiliz. Yeri geldiğinde bu ülkenin zorluğunu, meşakkatini de paylaşacağız. Nikah memuru bile ‘iyi günde kötü günde, hastalıkta, sağlıkta’ diyor. Bu nedenle ben vatandaşlara, yurttaşlara, kurumlara da iş düştüğünü düşünüyorum. Sorumlu davranmak gerektiğini düşünüyorum. Bu kurum, Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1924’te 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz’a denk getirilerek kurulmuştur. Siyasi bağımsızlığı payidar kılmak için iktisadi bağımsızlığın olması gerektiği vizyonuyla kurulmuştur. Hepimizin bu bilinçle hareket etmesi lazım.”
Gelişmelerin bankacılık sektörüne etkilerine dair de Adnan Bali, sektörün sermaye yeterliliğini iyi idare etmeye gayret edeceğini, şu anda yaşanan kur artışlarının, karlılıkları azalttığı gibi aynı zamanda risk ağırlıklı varlıkları artırdığına dikkat çekti. Bali, “Likidite ve ödemeler açısından iyi hareket edeceğiz. Tabii bu sadece bankacılık sisteminin sorumluluğu değil” dedi.
Bankacılık sektöründe yılın kalanına ilişkin öngörüler hakkında ise Bali, “Kur seviyelerini hiç olmazsa tekrar istikrarlı bir seviyeye oturtabilirsek, çok büyük bir kredi artışı olmadan ihtiyaçları karşılayacak şekilde, kredi hacmini yıl boyuna yayarak artırabiliriz. Kur seviyeleri buradan belli bir istikrara doğru gelişemezse, bizim de kredi artışı yapmamız pek mümkün değil. Kur artışı nedeniyle sermaye yeterliliğindeki durum, yasal açıdan bizi farklı şekilde hareket etmeye zorluyor. Tedbirli bir bankanın da böyle yapması lazım zaten” şeklinde konuştu.
Yeri geliyor kemoterapi yapılıyor, faiz de böyle bir şey…
Faiz oranlarının şu anda çok kritik bir seviyede olmadığının altını çizen Bali, serbest piyasa mekanizmalarıyla şu andaki tablonun sürdürülmesi gerektiğini belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Faizin yüksek olması kötü bir şey. Banka bilançoları açısından da kötü bir şey. Bizim mevduatlarımız 35 günlük ortalama vadeli. Yani bir faiz artışının ardından biz en fazla 35 gün içerisinde, kaynaklarımızın %60’ını oluşturan mevduatların yeniden fiyatlanmasıyla anında maliyet artışına maruz kalıyoruz. Ama bu artışı aynı anda aynı sürede aktiflerimize yansıtamıyoruz, çünkü onların ortalama vadesi çok daha uzun. Net faiz marjları daralıyor bunun sonucunda. O nedenle, bankacılar faaliyetlerini sürdürürken yüksek faiz talebinde bulunamazlar, bu kendileri için de doğru değildir. En yüksek karları, faizlerin düştüğü zamanlarda kazanıyoruz. Çünkü bu defa 35 günlük mevduatlarımız kısa süre içerisinde yeniden fiyatlanır ve maliyet düşer. Halbuki daha önce yaratmış olduğunuz aktiflerin nispeten daha yüksek oranlı getirileri sizi bir müddet daha besler. Onun için bence bu faiz konusunda, artık iktisat biliminin kuralları her ne ise onların gerektirdiği şekilde hareket edilmeli. Hoşumuza gitmeyebilir. Kötü bir örnek ama; yeri geliyor kemoterapi yapılıyor. Çok mu arzu ediliyor? Hayır… Faiz de böyle bir şeydir. Sizin onu çok sevdiğiniz istediğiniz anlamına gelmez, ama gerektiği zaman her enstrüman kullanılabilmelidir.”
Yabancıların bakış açılarına dair de Bali, bankacılık sisteminin aktif kalitesinin korunup korunamayacağı, reel sektörün borçlarının çevrilebilirliği gibi konuların konuşulduğunu, bunların tabii kaygılar olduğunu ifade etti. Bali, “Biz de bunları dilimiz döndüğünce anlatıyoruz. Mesela makroekonomik açıdan bütün faktörleri değerlendirmenin ihmal edilmesi de söz konusu. Tabii ki yabancı iş çevreleri kaygılarını dile getiriyorlar. Çok yoğun temaslar içinde olup gerçekçi bilgilerle beslenmelerini sağlamamız lazım” şeklinde konuştu.
Rating kuruluşları tamamen bir nesnellik merkezi gibi konumlandırılmamalı
Kredi derecelendirme kuruluşlarının notlarına ilişkin de Bali, şu değerlendirmeyi yaptı: “Orada teknik açıdan tutarlı bir tablo görmüyorum. Türkiye, çok uzun yıllar içerisinde aldığı yatırım yapılabilir ülke notunu, çok kısa sürede kaybetti. Hatta onun da altında seviyelere gitti. Zamanında ‘çeyiz gibidir, sandıklarda saklanmalıdır’ demiştim. Bütün bir milletin borçlanma maliyetini belirleyen bir unsur. Ratingimizi kaybetmemiş olsaydık CDS seviyeleri, bugünkü rekor seviyelere ulaşamazdı. Ancak rating kuruluşlarını tamamen bir objektivite merkezi, onları bir nesnellik merkezi gibi konumlandırmak hatasına düşülmemeli. Bunlar, ekonomi politiğe dahil kuruluşlardır. Kararlarının kesinlikle jeopolitik, politik, ekonomik koşullar ve trendlerle ilişkileri vardır. Genel olarak da taraftırlar. İyileştirmede çekingendirler, kötüleştirmede acelecidirler. O kararlar da her zaman aynı tutarlılıkta alınmaz. Örneğin; Güney Afrika ve Türkiye aynı ülke grubunda yer alıyor. Güney Afrika’nın büyüme oranı yüzde 1,3, Türkiye’nin geçen yılki büyüme oranı yüzde 7,4. Güney Afrika’nın bütçe açığının GSYH içindeki payı yüzde 3,8, Türkiye’nin ise yüzde 1,5. Güney Afrika’nın bütçe açığının GSYH içindeki payı bizden iki kat fazla. Kamu borçlarının GSYH’ye oranı Güney Afrika’da yüzde 52,7 iken, Türkiye’de ise yüzde 28,3… Bu da yaklaşık yarısı… İşsizliğe bakıyorsunuz bizde yüzde 11 civarında, orada yüzde 27,5. Güney Afrika, yatırım yapılabilir ülke. Türkiye, onun altındakinin de altındaki notta. Bunun neresi tutarlı? Bu, geçmişte de böyle oldu.”
Kriz yönetme tecrübesi olan bir ülkeyiz
İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, Türkiye’nin zorlukları ilk defa yaşayan bir ülke olmadığına işaret ederek, “Atalarımız, 1923’te ülkemizin temellerini nice yokluklar içinde atarken, çok daha zor koşullarda mücadele ettiler. Şu anda da ülke olarak zorlukların üstesinden geleceğimize inanıyorum. Kriz yönetme tecrübesi olan, kamuda ve kuruluşlarda kriz yönetme konusunda tecrübeli yöneticileri olan bir ülkeyiz. Bu dönemde çok iyi bir koordinasyonla, önceliklerimizi asla bir diğerine feda etmeden, dahili gündemlerle kafamızı fazla karıştırmadan, yapılması gerekenlerin en doğrusunu özellikle dışarıya dönük taahhütlerimiz açısından yapmamız gerekir diye düşünüyorum” dedi.
İstanbul Yeni Havalimanı’nda Test Amaçlı İlk Yakıt Sevkiyatı Gerçekleşti
Dünyada gemi ile ikmal yapılabilen birkaç havalimanından biri olma özelliğini taşıyan İstanbul Yeni Havalimanı’nda bir ilk daha gerçekleştirildi. İGA Yakıt İkmal Limanı’nda dünyanın en büyük gemilerinden birisi ile test amaçlı ilk yakıt sevkiyatı Petrol Ofisi iş birliği ile yapıldı. Karadan yapılması halinde yaklaşık 2.250 adet nakliye aracı kullanımını gerektirecek sevkiyat yöntemi ile yüksek operasyonel maliyetlerin önüne geçildi. İstanbul Yeni Havalimanı’nda yakıt ikmali sadece deniz yoluyla yapılacak.
Tamamlandığında 200 milyon yolcu kapasitesiyle dünyanın sıfırdan yapılan en büyük havalimanı olacak İstanbul Yeni Havalimanı’nda, açılışa 80 günden az kala bir ilk daha gerçekleşti. Karayolu yerine deniz yolu vasıtasıyla temin edilecek yakıt için kurulan İGA Yakıt İkmal Limanı’ndan, test amacıyla 63 bin tonluk ilk sevkiyat yapıldı.
İGA Yakıt İkmal Limanı, Türkiye’deki havalimanlarının yakıt kapasitesinin iki katına sahip olma özelliği taşıyor!
Petrol Ofisi’nden temin edilen ilk test yakıt, limana yakın olarak kurulan yakıt tanklarına aktarıldı. 116 bin ton yakıt taşıma kapasitesine sahip LR2 PIONEER isimli gemi, İGA Yakıt İkmal Limanı’na yanaşarak 63 bin tonluk yakıtı 12 km’lik boru hattı ile İstanbul Yeni Havalimanı içinde bulunan ve Türkiye’deki havalimanlarının yakıt kapasitesinin iki katı büyüklüğünde olan yakıt tanklarına aktardı. Deniz yolu aktarımı sayesinde, karayolu üzerinden yaklaşık 2.250 adet nakliye aracı kullanımına gerek kalmadan ve yüksek maliyetler içermeyen bir operasyon hayata geçti.
İGA Yakıt İkmal Limanı: Yıllık 6 milyon metreküp yakıt alım kapasitesine sahip
İGA Yakıt İkmal Limanı’na, deniz yolu ile sağlanan altyapıyla dünyanın her bölgesinden, uygun maliyetler ile yakıt taşıma avantajı elde edilecek. Liman sayesinde yakıt baz fiyatı uygun olan bölgelerden yakıt temini ve ikmal güvenliği sağlanacak. İGA Yakıt İkmal Limanı, yıllık yaklaşık 6 milyon metreküp yakıt alım kapasitesine sahip. Deniz yolu sayesinde 8 bin 571 adet kara yolu nakliye aracı ile sefer yapılmasına gerek kalmadan, 3 seferde doldurulabilme imkanıyla önemli bir zaman, maliyet ve iş güvenliği sağlanacak. Liman, 7 gün 24 saat ikmal yapılabilecek şekilde hizmet verecek.
İYH’da günlük yakıt tüketimi 13 bin 200 metreküp olacak!
İGA Havalimanı İşletmesi İcra Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü H. Kadri Samsunlu İstanbul Yeni Havalimanı’nın dünyada bu büyüklükte gemiler ile ikmal yapılabilen az sayıda havalimanından biri olduğunun altını çizerek şunları söyledi: “İstanbul Yeni Havalimanı’nda her geçen gün önemli bir gelişmeyi daha hayata geçiriyoruz. Projenin önemli kilometre taşlarından biri olan ilk yakıt sevkiyatının gerçekleşmesinden dolayı gururluyuz. Havalimanımızın devreye girmesiyle uçaklara akaryakıt ikmal hizmeti verilebilmesi için ilk etapta günde 13 bin 200 metreküplük yakıtın temin edilmesi gerekeceğini öngörüyoruz. İstanbul Yeni Havalimanı’na söz konusu yakıtın karayolu ile getirilmesi durumunda günlük ortalama 315 adet aracın giriş çıkış yapması söz konusu olacaktı. Bu durumun İstanbul trafiğine getireceği ilave yükten dolayı deniz yoluyla yakıt getirmenin hem maliyetleri hem de operasyonel yükü hafifleteceğini düşünerek İGA Yakıt İkmal Limanı’nı hayata geçirdik. Böylelikle İstanbul Yeni Havalimanı’nda deniz yoluyla yapılan yakıt sevkiyatı ile taşıma maliyetlerini %41 oranında düşürüyoruz. Deniz yoluyla gelen geminin yalnızca tek seferde boşaltacağı yakıt, karadan ancak 2.250 nakliye aracı ile sağlanabiliyor. Bu yüksek rakamı düşündüğünüzde deniz yoluyla sağlanan yakıtla çok daha güvenli ve önemli bir lojistik altyapı sağlıyoruz. Deniz lojistiği ile elde edilen zaman tasarrufu, maliyet avantajı ve iş güvenliği, operasyon için önemli bir optimizasyon sağlayacak ve operasyonel mükemmeliyet anlayışımıza hizmet edecektir.”
Petrol Ofisi’nin bu topraklarda kurulmuş, Türkiye’nin çok önemli bir değeri olduğuna vurgu yapan Petrol Ofisi CEO’su Selim Şiper, şöyle konuştu: “Petrol Ofisi, ‘Türkiye akaryakıt sektörü lideri’, ‘Türkiye madeni yağlar ve kimyasallar pazarı lideri’ ve ‘Türkiye’nin en büyük üç özel şirketinden biri’ unvanlarını geleneksel olarak korumaktadır ve ihtiyaç duyulan tüm yakıt çeşitlerini, kara, deniz ve hava araçlarına sağlayabilen yegâne şirket konumundadır. Havacılık yakıtları alanındaki markamız POAIR, Türkiye’nin birçok havalimanında gerçekleştirdiği jet yakıt ikmali ile havacılık yakıtları alanında en büyük iki firma arasında yer almaktadır. Yurtiçinde ve yurtdışında dünyanın önde gelen havayollarının da aralarında bulunduğu 180’den fazla yerli ve yabancı havayolu şirketine hizmet vererek Türkiye’de en fazla sayıda müşteriye ulaşan POAIR, güçlü altyapısı ile Türkiye’de eşitlenemez imkânlar sağlayan, en yüksek faal depolama kapasitesine sahip şirkettir. Petrol Ofisi, 77 yıldır olduğu gibi günümüzde de geçmişinden aldığı bu gücü yine Türkiye’nin gelişimi için paylaşıyor, Türkiye’yi geleceğe taşıyor, yarınların alt yapısını hazırlıyor. Dünyanın en önemli havalimanlarından biri olan İstanbul Yeni Havalimanı’na ilk yakıt tedarikini Petrol Ofisi gerçekleştirdi. İstanbul Yeni Havalimanı, hizmete girmesiyle birlikte modern yapısı, devasa kapasitesi, benzersiz nitelikleri ile Türkiye havacılık tarihini değiştirecek ve küresel arenada hak ettiği noktaya taşıyacak. İşte böylesine önemli bir tesisin; İstanbul Yeni Havalimanı’nın yapımında hizmet etmenin yanı sıra ilk yakıt tedarikini gerçekleştirmek, gerçekten de bizler için ayrı bir anlam ve çok özel bir gurur kaynağı olmuştur.”
Yıllardır süren 9 – 5 mesai geleneğinin sonu mu geldi?
Yeni bir araştırmaya göre yüzde 70’imiz ofise gitmiyor ve başka yerlerde çalışıyor. Anket sonuçlarına göre, dünya çapındaki çalışanların üçte ikisinden fazlası her hafta uzaktan çalışırken %50’sinden fazlası haftanın en az yarısında uzaktan çalışıyor. Yeni yapılan kapsamlı bir küresel araştırmaya göre bu durum, kurumsal gayrimenkulde geniş çaplı bir yeniden değerlendirmenin habercisi.
Regus’un ait olduğu IWG’ye göre, bu mobil iş gücü teknolojik yenilikler, küreselleşme ve çalışan beklentilerindeki değişiklikler sonucu ortaya çıktı.
IWG, 96 şirketten 18.000’i aşkın iş insanının görüşlerine dayanan bir araştırma yayımladı. Bu araştırmaya göre, çalışanların %70’i haftanın en az bir günü ofis dışında çalışıyor. Yarısından fazlası (%53) haftanın yarısı veya daha fazlasında uzaktan çalışırken 10’da birinden daha büyük bir kısmı (%11), çalışmalarını haftada beş gün şirketinin ana ofis lokasyonunun dışında devam ettiriyor.
IWG’nin kurucusu ve CEO’su Mark Dixon: “Seattle’dan Singapur’a, Londra’dan Lagos’a kadar artık insanlar belirli bir ofiste çok fazla vakit geçirmek zorunda değil. Mobil iş gücü çağına giriyoruz ve bu oldukça heyecan verici. Yalnızca bireysel çalışanlar için değil, aynı zamanda şirketler için de öyle. “
Bu, çalışma alanı atmosferinde dünya çapında büyük bir değişim yaratıyor ve şirketler artık bunun kurumsal gayrimenkul portföyleri için ne anlama geldiğiyle yakından ilgileniyorlar.
Regus’un ait olduğu IWG tarafından yapılan araştırmaya göre, çalışanlara esnek çalışma stratejileri sunmak, şirketlere önemli avantajlar da sağlıyor:
- Şirket büyümesi (2016 yılında %67’yken %89’a yükseldi)
- Rekabet gücü (2014 yılında yalnızca %59’ken %87’ye yükseldi)
- Üretkenlik (2013 yılında %75’ken %82’ye yükseldi)
- Yetenekli çalışanlar kazanma ve elde tutma (2016 yılında %64’ken %80’e yükseldi)
- Kâr maksimizasyonu (%83)
Dünyada nesiller boyunca, sabit bir lokasyon ve 9-5 mesaiyi içeren ofis tabanlı çalışma modeli uygulandı. Ancak artık birçok şirket, hem kendisine hem de çalışanlarına fayda sağlayan oldukça farklı bir çalışma modelini benimsiyor. Regus’un ait olduğu IWG’nin anketine göre, esnek çalışma yalnızca işe gidiş-geliş süresini azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda üretkenliği, personeli elde tutma oranını, iş memnuniyetini ve hatta yaratıcılığı da arttırıyor. Tüm bunların yanında şirkete finansal ve stratejik avantajlar da sağlıyor.
Daha mutlu ve daha üretken bir iş gücü yaratmak
Esnek çalışma alanlarına geçiş, iş gücünün değişen taleplerini ve beklentilerini yansıtıyor. Ankete katılanların %80’i esnek çalışmanın yetenekli kişileri ellerinde tutmalarına yardımcı olduğunu belirtirken %64’ü artık bu kişileri işe alabilmek için esnek çalışma olanağı sunuyor. Katılımcıların yarısından fazlası (%58) esnek çalışma olanağı sunmanın iş memnuniyetini artırdığına inanıyor ve bu da şirketlerin birinci sınıf iş gücü elde edebilmek için günümüz çalışanlarına uygun çalışma ortamları sunmaları gerektiğini gösteriyor.
Şirketlere sağlanan avantajlar oldukça açık: Katılımcıların %91’i kadar büyük bir kısmı esnek çalışma alanlarının, çalışanların hareket halindeyken daha üretken olmalarını sağladığını belirtti.
IWG Grup Genel Müdürü ve Marka ve Girişimcilikten Sorumlu Başkanı Ian Hallett: “Yeni teknolojiler artık birçoğumuz için istediğimiz zaman, istediğimiz yerde çalışabileceğimiz anlamına geliyor. Şirketlerin görevi ise bu yeni atmosferi optimize etmenin bir yolunu bulmak. Şirketler, esnek çalışmanın faydalarını ve bu modelin üretkenliği, iş memnuniyetini ve iş performansını artırdığını fark ediyor.”
“İsteğe bağlı” hizmetler oldukça revaçta
Anket aynı zamanda esnek çalışmanın ve ortak çalışma alanı kullanımının artık start-up şirketlerine özel olmadığını gösterdi. Etihad Airways, Diesel, GSK, Mastercard, Microsoft, Oracle ve Uber gibi dünyanın en başarılı işletmeleri, esnek çalışma alanı yaklaşımını benimsemeye başladı. Dixon sözlerine şunları ekledi: “Teknolojideki değişiklikler ve dijitalleşme, her ölçekten kuruluşun temel faaliyetler dışındaki faaliyetleri giderek daha fazla dış kaynaklardan tedarik etmek istemesiyle birlikte, genellikle iş dünyasında isteğe bağlı hizmetlerin kullanımında artışa yol açmıştır.
Profesyonel bir isteğe bağlı çalışma alanı ağı tarafından desteklenen esnek çalışma, artık şirketlerdeki risk yönetimi, iş geliştirme, insan kaynakları, pazarlama ve strateji gibi birimlerin üst düzey yöneticileri tarafından tartışılıyor. Esnek çalışma çok yakındabildiğimiz olağan ‘çalışma’ haline gelecek. Dönüm noktasına ulaşmak üzereyiz.












