Şubat Ayında Kimya İhracatı 2,25 Milyar Oldu

Kimya sektörü şubat ayında 2,25 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirdi. Sektörün bu yıl ilk iki aylık ihracatı ise 4,55 milyar dolar oldu. Bu yıl Ocak-Şubat döneminde yüzde 0,52’lik ihracat daralması gerçekleşti. Sektör şubat ayında gerçekleştirdiği ihracat ile ülke ihracatından yüzde 13,6 pay aldı.

Kimya sektörünün Şubat ayı ihracat rakamlarını değerlendiren İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) Yönetim Kurulu Başkanı Adil Pelister, “Şubat ayında büyük bir felaket yaşadık. Bu üzücü sürecin hepimizi derinden etkilediği bir gerçek. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve ülkemize baş sağlığı diliyorum. Depremden etkilenen bölgelerde acil ihtiyaçları karşılamak üzere sektör üretici ve ihracatçılarımız ilk günden itibaren destek sağladı ve sağlamaya devam ediyor. Yüzyılın felaketi olarak nitelendirilen bu büyük acının yaralarını hep birlikte sarmaya çalışıyoruz.

Şubat ayında ülke ihracatımız 18,6 milyar dolar olarak gerçekleşti. Kimya sektörümüzün ihracatı ise 2,25 milyar dolar oldu. Depremden etkilenen bölgelerdeki ekonomiyi, üretimi tekrar canlandırabilmenin en önemli desteklerinden birinin ihracat olduğunu görüyoruz. Bu bakımdan ihracatçılar olarak üzerimize düşen sorumluluk bilinciyle daha fazla çalışacağız. Şubat ayında Ambiente 2023 fuarına katıldık, ECRM Fransa Ticaret Heyeti ve Cosmeet Afrika Ticaret Heyetini gerçekleştirdik. Suudi Arabistan’da düzenlenen The Big 5 Saudi fuarı ve Rusya’da düzenlenen Interlakokraska fuarına info stand katılımını gerçekleştirdik. İngiltere’de düzenlenen White Label World Expo 2023 fuarının milli katılım organizasyonu gerçekleştirerek bu yıl ilk kez katılım sağladık. Önümüzdeki dönemde yurt dışı etkinliklerimize yoğun olarak devam edeceğiz. Ekonomik kalkınmaya en önemli katkıyı veren ve 27 sektöre dokunan bir sektör olarak ülkemizin yaralarını sarmak için devletimiz ve kurumlarımız ile birlikte hareket ederek bu zorlu süreci aşacağımıza inanıyorum. Hem İKMİB olarak hem de ihracatçılarımızın çatı kuruluşu TİM olarak her türlü desteği vermeye devam edeceğiz.” dedi.

Şubat Ayında En Fazla İhracat Yapılan Ülke İtalya Oldu

İtalya, Şubat ayında en çok ihracat yapılan ülke oldu. Şubat ayında İtalya’yı takip eden ilk onda yer alan diğer ülkeler ise İspanya, Rusya, Almanya, ABD, Romanya, Malta, Hollanda, İngiltere ve Irak oldu. Şubat ayında ilk 10 ülke arasında en çok artış yüzde 179,98 ile Rusya’ya oldu.

Şubat ayında İtalya’ya yapılan kimya ihracatı 166 milyon 700 bin dolar olarak gerçekleşti. Geçen yıl aynı döneme kıyasla yüzde 36,38 arttı. Şubat ayında İtalya’ya en çok ihraç edilen ilk beş ürün grubu sırasıyla “mineral yakıtlar, mineral yağlar ve ürünler”, “plastikler ve mamulleri”, “anorganik kimyasallar”, “organik kimyasallar” ve “kauçuk,kauçuk eşya” oldu.

Şubat Ayında En Çok “plastikler ve mamulleri” İhracatı Gerçekleştirildi

Şubat ayında kimyevi maddeler ve mamulleri ürün gruplarında plastikler ve mamulleri ihracatı, 715 milyon 819 bin dolarla kimya ihracatında ilk sırada yer aldı. İkinci sırada 515 milyon 426 bin dolarlık ihracatla mineral yakıtlar ve ürünler yer alırken, anorganik kimyasallar ihracatı 249 milyon 612 bin dolarla üçüncü sırada yer aldı. ‘Anorganik kimyasallar’ı takiben ilk onda yer alan diğer sektörler ise; ‘uçucu yağlar, kozmetikler ve sabun’, ‘eczacılık ürünleri’, ‘kauçuk, kauçuk eşya’, ‘boya, vernik, mürekkep ve müstahzarları’, ‘muhtelif kimyasal maddeler’, ‘organik kimyasallar’ ve ‘yıkama müstahzarları’ oldu.

2023 Aylık Bazda Kimya İhracatı

AY    2022 DEĞER ($)   2023 DEĞER ($)   FARK (%)
Ocak                2.143.957.497,06                2.301.995.037,94 % 7,37
Şubat                2.439.716.578,18                2.257.647.258,07 % -7,46
TOPLAM 4.583.674.075 4.559.642.296 % -0,52

 

 

 

 

2023 Yılı Şubat Ayı En Fazla Kimya İhracatı Yapılan Ülkeler

S. NO Ülke ŞUBAT 2022 DEĞER ($)  ŞUBAT 2023 DEĞER ($) DEĞİŞİM DEĞER (%)
1 İTALYA         122.233.892,60         166.700.975,43                     % 36,38
2 İSPANYA          82.246.509,28         151.655.283,80                     % 84,39
3 RUSYA          48.719.866,45         136.403.755,01 % 179,98
4 ALMANYA         131.455.735,36         104.747.871,27 % -20,32
5 ABD          92.689.627,18          89.332.341,20 % -3,62
6 ROMANYA          58.893.709,17          84.307.847,24                     % 43,15
7 MALTA          28.147.100,46          75.460.572,48 % 168,09
8 HOLLANDA         115.817.528,57          71.297.579,04 % -38,44
9 İNGİLTERE          74.075.828,42          70.169.003,24 % -5,27
10 IRAK          86.505.702,61          61.215.361,27 % -29,24

 

2023 Yılı Şubat Ayı Kimya Sektörü İhracatında Alt Sektörler

      2022 -2023
  ŞUBAT 2022 ŞUBAT 2023 %  FARK
ÜRÜN GRUBU DEĞER ($) DEĞER ($) DEĞER
PLASTİKLER VE MAMULLERİ 845.405.272 715.819.416 % -15,33
MİNERAL YAKITLAR,MİNERAL YAĞLAR VE ÜRÜNLER 566.594.393 515.426.727 % -9,03
ANORGANİK KİMYASALLAR 236.054.909 249.612.892 % 5,74
UÇUCU YAĞLAR,KOZMETİKLER VE SABUN 127.637.369 135.065.155 % 5,82
ECZACILIK ÜRÜNLERİ 112.848.387 130.665.026 % 15,79
KAUÇUK,KAUÇUK EŞYA 135.135.636 127.627.882 % -5,56
BOYA,VERNİK,MÜREKKEP VE MÜSTAHZARLARI 96.647.701 108.440.040 % 12,20
MUHTELİF KİMYASAL MADDELER 92.795.583 84.201.880 % -9,26
ORGANİK KİMYASALLAR 88.905.546 76.878.419 % -13,53
YIKAMA MÜSTAHZARLARI 51.042.867 58.918.441 % 15,43
YAPIŞTIRICILAR, TUTKALLAR, ENZİMLER 32.803.644 39.389.062 % 20,08
GÜBRELER 50.646.914 12.159.652 % -75,99
BARUT,PATLAYICI MADDELER VE TÜREVLERİ 2.243.121 1.977.939 % -11,82
FOTOĞRAFÇILIK VE SİNEMACILIKTA KULLANILAN ÜRÜNLER 729.388 1.106.389 % 51,69
GLİSERİN,BİTKİSEL MAMULLER,DEGRA,YAĞLI MADDELER 220.540 353.168 % 60,14
İŞLENMİŞ AMYANT VE KARIŞIMLARI,MAMULLERİ 5.308 5.171 % -2,58
TOPLAM 2.439.716.578 2.257.647.258   % -7,46

Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlaması: Çifte Önemlilik (Double Materiality) Nedir ? Neden Önemlidir ?

AB için, 2050 yılına kadar dünyanın ilk iklim nötr kıtası olma hedefi büyük önem arz etmektedir. Bu maksatla Komisyon Yeşil Mutabakat Eylem Planı kapsamında dönüştürücü politikaları ve bunları destekleyen yasal düzenlemeleri hızlandırmış ve sıkılaştırmıştır. Ayrıca uzun yıllar gönüllülük esasına dayalı uygulamalarda firmaların gerekli özen yükümlülüklerini yerine getirmemeleri nedeniyle son yıllarda birçok direktifi ya revize etmiş yada yeni direktiflerle destekleyerek ana hedefine entegre etmiştir. Öyle ki bazı konularda, cezai müeyyideler uygulamayı da planlamaktadır. Öte yandan finans, bu dönüşüm ve iklim adaptasyonu için kilit bir role sahiptir.

Karbonsuz ekonomiye geçişi hızlandırmak, sürdürülebilir finansman akışını doğru yönetebilmek, yatırımcıların bilinçli karar almalarını sağlayabilmek için şeffaf, basit, yeşil yıkama olmayan sürdürülebilirlik raporlamasına ihtiyaç vardır ve yasal düzenlemeler de bu yönlü olmaktadır. Dolayısıyla işletmelerin çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) ile ilgili performanslarının açıklandığı kurumsal sürdürülebilirlik raporları bu dönüşümde büyük öneme sahiptir ve kısa vadede finansal raporlarla birlikte sunulması hedeflenmektedir. Bu kapsamda, şirketler için risklerin ve fırsatların belirlenmesinde kritik rolü olan çifte önemlilik,  kurumsal sürdürülebilirlik raporlarının odağında yer almaktadır. Firmalar raporlama yükümlülüklerini iyi anlamaları için, hesap verebilirliğin ön koşulu olan ve tüm değer zincirini kapsayan çifte önemlilik yaklaşımını benimsemeleri gerekir.

Çifte önemlilik kavramı ilk kez AB Komisyonu’nun 2019 yılında Finansal Olmayan Raporlama (NFRD) Kılavuz İlkeleri kapsamında yayınladığı ‘İklimle ilgili bilgilerin raporlanması’ başlıklı ilave kural seti içerisinde yer almıştır. Buna göre önemlilik değerlendirmesinin hem finansal hem de etki bazlı perspektiften oluştuğu ifade edilmiştir. Konsey, Finansal Olmayan Raporlama Direktifi’ni (NFRD) değiştiren Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi’nin (CSRD) nihai onayını 28.Kasım.2022 tarihinde duyurmuştur. Direktifte, raporlama gereklilikleri farklı şirket türleri için aşamalı olarak uygulamaya girecek olup, kurallar 2024 mali yılından itibaren 500’den fazla çalışanı olan büyük kamu yararına çalışan şirketler, 2025’de 250’den fazla çalışanı veya 40 milyon euro cirosu olan şirketler, 2026’da ise borsaya tabi KOBİ’ler izleyecektir ( 2028 yılına kadar gönüllü hazırlayabilir). Ayrıca, direktif AB’de faaliyet gösteren AB dışı bazı büyük şirketleri de kapsayacaktır. (1 ) Komisyon, Avrupa Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları’nın (ESRD) geliştirilmesi için, Avrupa Mali Raporlama Danışma Grubu’nu  (EFRAG) görevlendirmiştir. Bu maksatla EFRAG tarafından ilk 12 taslak Avrupa Sürdürülebilirlik Raporlama setini Kasım 2022’de yayınlamıştır. Çifte önemlilik bu raporlama standardının temelini oluşturmaktadır.

Bilindiği üzere önemlilik, muhasebe ve denetimde kilit bir ilkedir ve finansal tablolardaki olası hata, hile veya eksiklik, hedef tablo kullanıcılarının alacakları kararları makul ölçüde etkilemesi bekleniyor ise önemlidir, şeklinde tanımlanmaktadır. Başka bir ifadeyle önemlilik, bilginin finansal tablolara dahil edilmesinin bir kriteridir ve doğru yönetilememesi durumunda negatif sonuçlar doğurma potansiyeline sahiptir. EFRAG’a göre çifte önemlilik, finansal önemlilik ve etki temelli önemlilik perspektiflerinin birleşiminden oluşur. Finansal ve etki bazlı önemlilik değerlendirmelerinin birbirleriyle ilişkili olduğu ve iki boyut arasındaki karşılıklı bağlantıların dikkate alınması gerektiği ifade edilmektedir. Finansal önemlilikte, bir sürdürülebilirlik konusu işletmeyi finansmana erişimi üzerinde etkisi olan her konuda ( performansı, konumu, gelişimi, sermaye maliyeti vd.)  risk ve fırsatlarını etkiliyor veya etkileyecek ise önemli kabul edildiğini bildirir.

Etki bazlı önemlilik ise, kısa orta uzun vadede şirketin (kendisi veya  değer zinciri yoluyla) toplum ve çevre üzerindeki mevcut veya potansiyel olumlu/olumsuz etkilerinin olması durumunda önemli kabul edileceğini ifade etmiştir. Dolayısıyla çifte önemlilik, şirketlerin sürdürülebilirlik konularından kaynaklanan etkilere (dış unsurların şirket üzerindeki etkileri)  ait risk ve fırsatların yanı sıra, işletmelerin doğrudan kendi operasyonları ya da dolaylı olarak tüm değer zinciri yoluyla çevre ve toplum üzerindeki etkilerinin (şirketin dış unsurlara yönelik etkileri) birlikte önemlilik değerlendirmesinin yapılmasıdır.

Örnek olarak bir işletmenin kontrolsüz bir şekilde denize veya toprağa bıraktığı kimyasallar nedeniyle biyoçeşitlilik, bölge halkı geçim kaynakları veya halk sağlığı üzerinde olası tehditleri (şirketin dış unsurlara yönelik etkileri ) olduğunu varsayalım. Buna istinaden mevzuat ihlalleri sonucu şimdi veya gelecekte oluşacak para cezası, kapanma riski, tazminat gibi olası riskler dışarıdan kaynaklanan zarar ve kayıplar olacaktır. (dış unsurların şirket üzerindeki etkileri) Görüldüğü üzere burada riskler iki taraflıdır (içten-dışa ve dıştan-içe) önemlilik türleri birbirinden bağımsız değildir ve raporlara dahil edilmelidir.  Eğer önemli olmadığı gerekçesiyle, raporlara dahil edilmemesine karar verilirse,  bunun sebebinin açıklanması gerekmektedir. Geleneksel önemlilik değerlendirmesinde çok uzun vadeler dikkate alınmadığından Standart, uzun vadeli ESG risklerinin odağa alınmasını tavsiye etmektedir.

Önemlilik değerlendirmeleri, işletmelerin sürdürülebilirlik konularında sağlam stratejiler oluşturmalarına ve paydaşların sürdürülebilirlik performansları hakkında bilgilenmelerine dayanak oluşturur. Bunun dışında kuruluşlar, iş performanslarının tüm boyutlarını daha iyi anlar, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na daha iyi hizmet eder, paydaşların beklentilerini daha iyi ele alır, kaynakların kullanımını kolaylaştırır ve çalışan bağlılığı gibi faydalar sağlar. Önemli etkiye sahip bilginin veya sürdürülebilirlik konusunun, gerçekleşme olasılığı, kapsamı, kısa, orta ve uzun vadede tüm paydaşlara, çevreye ve topluma olan etkilerinin önceden belirlenmesi ve raporlanması kritiktir.

Çifte önemlilik değerlendirmesi aşağıdaki süreçlerden oluşur;

  1. a) Öncelikli konuların tanımlanması ve güncellenmesi,
  2. b) Hem finansal hem de etki bazlı önemliliği gösteren kanıtların toplanması ve değerlendirilmesi,
  3. c) Belirlenen ve değerlendirilen hususlara ilişkin yönetim kurulu dahil iç ve dış paydaşlarla etkileşim
  4. d) Sürecin ve sonuçların raporlanması ve denetim
  5. e) Öncelikli konuların etkili bir şekilde izlenmesi

Kısaca önceliklendirme süreçlerine değinmek gerekirse; değerlendirme yapılırken karşılaşılacak en önemli zorluk neyin önemli olduğu, yani olası iç ve dış risklerin ve etkilerinin doğru tespit edilmesidir. İleride ortaya çıkacak herhangi bir konuyu atlamamak güvenilir ve kaliteli bir raporlama için en önemli adımdır. Finansal önemlilik değerlendirmesi hali hazırda uygulandığı için daha nettir ve daha çok yatırımcı ve kreditörler gibi küçük bir paydaş grubu açısından değerlendirilir. Ancak etki temelli önemlilikte ekosistem geniştir ve  çalışandan, STK’lara kadar geniş bir paydaş grubu mutlaka dikkate alınmalıdır. Yine analizi doğrulayacak kanıtlar yasal mevzuat, bölgesel ve sektörel gereklilik/uygulamalar,  jeopolitik konum, küresel durum,  pazar, teknolojik gelişmeler gibi kaynakların yanında hem mevcut CSRD Direktifi hem de taslak CSDD Direktifi’nin ana hedefler doğrultusunda temel etkileşimde oldukları rehber ilkelere (Birleşmiş Milletler İş Dünyası Ve İnsan Haklarına Dair Rehber İlkeleri  (UNGP’ler) ile Çok Uluslu Şirketler için OECD Kılavuz İlkeleri ve ILO’nun Çok Uluslu Şirketler ve Sosyal Politikaya İlişkin Üçlü İlkeler Bildirgesi) atıfta bulunulduğundan bu ilkeler göz ardı edilmemelidir.

Elbette beyan edilen bilgilerin kılavuz  ilkelerde işaret edilen Taksonomi ve ilgili yönetmeliklerle uyumu gereklidir. Ayrıca paydaş etkileşimi sürecinde yönetim kurulu ve üst düzey yöneticilerin katılımı çok önemlidir. Önceliklendirme yapılmış konuların raporlanması sonrasında diğer önemli adım izleme sürecidir. İleride açıklama yapılan konularda yükümlülük oluştuğunda riske maruz kalmamak için, önceliklendirilmiş konuların risk izleme tablolarına entegrasyonu ve dinamik bir süreç denetimi yapabilecek sistem oluşturulması kritiktir ve kaliteli sürdürülebilirlik raporlaması için teknoloji çözümleri dikkate alınacak önemli bir ayrıntıdır.

Öte yandan Avrupa Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları’na (ESRS) EFRAG’ın çifte önemlilik konusunda getirdiği açıklamaların, önde gelen standart geliştirme kurulları ile karşılaştırıldığında, Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu (ISSB) ile  ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu’nun (SEC) uyum konusunda henüz aynı çizgide olmadıkları ancak küresel düzeyde tutarlı bir raporlamanın geliştirilmesi yönünde görüş birliği oluğu bildirilmektedir.  SEC ve ISSB’nin finansal önemlilik perspektifi mevcut olsa da ISSB’nin GRI (Küresel Raporlama Girişimi) ile olan işbirliği, ileride önemlilik konularında gelişme kaydedecekleri yönünde işaretler vermektedir.  TCFD’nin ise yalnızca finansal önemlilik perspektifi mevcut olsa da iklimle ilgili açıklamalar konusundaki rolü kritiktir. Sonuçta tüm standartlardan beklenen, yatırımcı perspektifinden bakıldığında sürdürülebilirlik konularında ihtiyaç duydukları bilgiyi alacakları şekilde değerlendirilip raporlanmalıdır.

AB Komisyonu, Yeşil Mutabakat Eylem Planı ve Sürdürülebilir Finans Eylem Planı kapsamında sürdürülebilir büyümenin tesisi için önlem paketlerini sunmakta ve ayrıntılı teknik standartlar yayınlandıkça konular netleşmektedir. Hem yatırımcılar hem de diğer paydaşlar (STK ve sendikalar dahil) artık işletmelerin ESG performansları hakkında daha fazla bilgi talep etmektedirler. Yeşil Anlaşma’nın önemli bir parçası olan CSRD direktifi, önemlilik kavramına çift taraflı bakış açısı getirerek bir ESG önemlilik konsepti sunmuştur. Buna göre, şirketlerin gerçek performansı hakkında bilgi edinebilmek için, sürdürülebilirlikle ilgili konuların,  şirket üzerindeki mali etkileri yanında, şirket faaliyetlerinin ESG üzerindeki etkilerini bütüncül bir sürdürülebilirlik bakış açısı ile önemlilik analizlerinin yapılarak raporlanması gerekmektedir. Küresel düzeyde gelişmeleri dikkate aldığımızda, sürdürülebilir ekonominin inşasında, raporlama standartlarının finansal piyasaları ve endüstriyi şekillendirdiğini aynı zamanda da evrimleştiğini söyleyebiliriz.

(1 )CSRD hakkında daha fazla bilgiye ihtiyacınız olduğunda, dergimizin 11 Ekim 2022 tarihli köşe yazısından ulaşabilirsiniz.

Gül SALDIRANER

EG Partner- SMMM, BD

www.eg-econsulting.com

Referanslar:

[1]  European Commission  -Double Materiality  

https://ec.europa.eu/newsroom/fisma/items/754701/en

[2]  European Commission -06-20-2019 – Guidelines on non-financial reporting: Supplement on reporting climate-related information https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:52019XC0620(01)&from=EN

[3]  EFRAG -Jan-2022 – [Draft] ESRG 1 Double materiality conceptual guidelines for standard-setting- https://www.efrag.org/Assets/Download?assetUrl=/sites/webpublishing/SiteAssets/Appendix%202.6%20-%20WP%20on%20draft%20ESRG%201.pdf

[4]  EFRAG –Nov-2022 – Draft- ESRS- General Requirements https://www.efrag.org/Assets/Download?assetUrl=%2Fsites%2Fwebpublishing%2FSiteAssets%2F06%2520Draft%2520ESRS%25201%2520General%2520requirements%2520November%25202022.pdf

[5] Datamaran-  Getting started with double materiality: a 5-step plan  https://pages.datamaran.com/hubfs/Ebooks/Double%20Materiality%20%20How%20to%20get%20started%20in%205%20simple%20steps.pdf

[6]  PWC – Gulf or gap?: More unites standard setters than divides them- https://www.pwc.com/gx/en/services/audit-assurance/corporate-reporting/ESG-Materiality-Standards-Reporting.html

[7] Velocity EHS–08-06-2022 –  What Are “Materiality” and “Double Materiality?” Here’s What You  https://www.ehs.com/2022/06/what-are-materiality-and-double-materiality-heres-what-you-need-to-know/#:~:text=Impact%20materiality%20focuses%20on%20the,add%20to%20global%20climate%20risks.

[8] PracticalESG.com-08-1-2021 –  Conducting Double Materiality Assessments: A 5-Step Process (Part 2)

https://practicalesg.com/2021/08/conducting-double-materiality-assessments-a-5-step-process-part-2/

[9] Ksapa-  Understanding the Concept of Double Materiality    https://ksapa.org/understanding-the-concept-of-double-materiality/

[10]  PWC – Inflection point: a critical moment for sustainability reporting has arrived- https://www.pwc.com/gx/en/services/audit-assurance/corporate-reporting/esg-sustainability-reporting.html

[11]  Ecoras -03-30-2022 – CSRD: Impact measurements are becoming a license-to-operate in the near future https://www.ecoras.nl/csrd-impact-measurements-are-becoming-a-license-to-operate-in-the-near-future/

Önemsiz Aciliyetler

Sizin de bir an durup “benim meğer daha önce çok işim yokmuş!” dediğiniz anlar oluyor mu ? Sanırım giderek hızlanan çalışma temposundan ve buna eşlik ederek artan iş yükünden dolayı birçokları bunu düşünüyordur.

Bugünün iş hayatında ardı arkası kesilmeyen ve giderek sayıları artan “çok acil” ve “çok önemli” iş taleplerine nasıl karşılık verileceğinin başlı başına bir sorun haline gelmektedir. Gerçekten de ilginç bir biçimde neredeyse bütün işlerin artık “çok acil” ve “çok önemli” etiketini taşımaya başladığı söylenebilir.

II. Dünya Savaşının ünlü komutanlarından ve 1953-1961 yılları arasında A.B.D. başkanlığı yapmış bulunan Eisenhower da 1954 yılında yaptığı bir konuşmada “acil” ve “önemli” sorunundan mustarip olduğunu şu şekilde belirtmiştir: “Benim iki tür sorunum olur: Acil olanlar ve önemli olanlar. Acil olanlar önemli olmaz ve önemli olanlar da asla acil olmaz” (1, 2).

Bu ifade, konuyla ilgili literatürde “Eisenhower İlkesi” olarak isimlendirilen yönetim yaklaşımının ipuçlarını barındırmaktadır. Eisenhower ilkesinin temeli zamanın etkin ve verimli kullanılması gerektiği düşüncesine dayanmaktadır. Bunu sağlayabilmek için de zamanın kullanımında acil olanların değil, önemli olanların önceliğinin bulunması, diğer bir ifade ile, bu ilke açısından iş yükünün ve önceliklerin “acil olan ve olmayan” ile “önemli olan ve olmayan” kriterleri çerçevesinde belirlenip tanımlanması gerekmektedir (1).

Eisenhower İlkesine ilişkin uygulamada işler hem “acil olup olmama” hem de “önemli olup olmama” bakımından sınıflandırılmaktadır. Böylelikle işler 1) Önemli ve acil, 2) Önemli ama acil değil, 3) Acil ama önemli değil ve 4) Ne önemli ne de acil olmak üzere 4 farklı şekilde gruplanmış olmaktadır (3, 4).

İşler yukarıdaki gibi sınıflandırıldıktan sonra izlenmesi önerilen hareket tarzları ise şöyledir (1,2,3,4,):

1) Önemli ve acil: Bunlar tamamlanma tarihleri kesin ve tamamlanmadıkları takdirde cezai yaptırıma uğramak gibi ciddi derecede olumsuz sonuçlara neden olabilecek işlerdir. Bu işlerin derhal ve bizzat yapılması gerekir.

2) Önemli ama acil değil: Bu tip işlerin tamamlanma tarihleri henüz belirsiz olmakla birlikte tamamlanmadıkları takdirde ciddi derecede olumsuz sonuçlara neden olabilmeleri mümkündür. Bu nedenle bu tip bir işin sürdürülmesi ve tamamlanmasına ilişkin bir zaman planlaması yapılması ve bu plana göre hareket edilmesi önerilir. Ancak bu tip işlerde zaman planlamasına sadık kalmak önemlidir. Çünkü ilerleyen süreçte bunların acil özelliği kazanma ve önemli ve acil bir iş haline gelme ihtimali yüksektir. Bu tip işlerin aciliyet kazanması ise bir dönemdeki önemli ve acil işlerin sayısının başa çıkılamayacak kadar artması ve bunların en azından bazılarının tamamlanamaması tehlikesini ortaya çıkartacaktır. Bunların da mümkün olduğunca bizzat yapılması önerilmektedir.

3) Acil ama önemli değil: Bu işlerin yapılması, örneğin bazı telefon görüşmelerini yapmak ya da bazı e-mailleri yanıtlamak gibi özellikle sizin bilgi ve becerinizi gerektirmemektedir. Dolayısıyla zamanınızı daha etkili ve verimli kullanmak için bu işleri mümkün olduğunca delege etmek yararlı olur.

4) Ne önemli ne de acil: Bunlar yalnızca el oyalayan ve değerli zamanın boşa kullanılmasına neden olan işlerdir. Mümkün olduğunca bu işleri görmezden gelmek ya da bunlardan uzak durmak gerekir.

Görüldüğü gibi Eisenhower İlkesi aslında basit bazı gerçekleri daha görünür ve anlaşılır hale getirmektedir: Her iş önemli ve acil olmak durumunda değildir ve yaptığınız işlerin aslında önemli bir kısmı zamanınızı etkin ve verimli kullanmanızı engellemektedir.

Eisenhower İlkesinin işaret ettiği önemli bir nokta bütün görev ve pozisyonlar açısından aslında ne acil ne de önemli olan işlerden kaynaklanan ve zamanın etkin ve verimli kullanılmasını engelleyen zaman tuzaklarının bulunduğudur.

Ancak burada dikkate alınması gereken diğer bir nokta ise, bir işin acil ya da önemli olmasının aslında her bir görev ve pozisyon için farklılaştığıdır.

Gerçekten de her pozisyon için farklı görev tanımlarının bulunması gerektiğinden bir pozisyon için önemli ve acil olan bir iş, başka bir pozisyon için doğal olarak önemli ama acil olmayan bir iş olabilir. Burada görev tanımlarının tam ve doğru yapılmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Görev tanımlarının tam ve doğru olarak yapılması ise doğal olarak yöneticilerin bilgi, beceri ve tecrübeleriyle yakından ilişkilidir. Bu nedenle Eisenhower İlkesinin doğru bir biçimde uygulanabilmesinin bir kurumdaki yöneticilerin nitelikleriyle yakından ilişkili olduğu da söylenebilir.

Prof. Dr. Umut OMAY

Kaynaklar:

(1) “Professional Services Capability Framework: Planning”, Çevrimiçi: https://blogs.shu.ac.uk/shupdreviewtoolkit/files/2019/01/Eisenhower-Quadrant.pdf, (01.03.2023).

(2) “Eisenhower’s Urgent/Important Principle: How to Focus on Your Priorities”, Çevrimiçi: https://www.mindtools.com/media/Images/Infographics/eisenhower-principle-infographic.pdf, (01.03.2023).

(3) Setting the Right Priorities with the Eisenhower Principle”, Çevrimiçi: https://tu-dresden.de/ tu-dresden/karriere/weiterbildung/ressourcen/dateien/schreibzentrum/infothek/orientieren-und-planen/Methode_Eisenhower_SMART.pdf?lang=en, (01.03.2023).

(4) Rita, C. (2023), “Eisenhower Matrix: How to prioritize tasks”, Çevrimiçi: https://blog.logrocket.com/product-management/eisenhower-matrix-prioritize-tasks-examples-template/, (01.03.2023).

(5) “The Eisenhower Matrix”, Çevrimiçi: https://todoist.com/tr/productivity-methods/eisenhower-matrix, (01.03.2023).

PROF. DR. UMUT OMAY – MAKALE LİSTESİ

GİRİŞİMCİLİK VE YÖNETİCİ GÜÇLENDİRME

PAZARLAMA

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

İŞ DÜNYASINDA TUTUM VE DAVRANIŞ

DİĞER KONULAR

Doğal Afet Sonrası Lojistiğin Genel Durumu

6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş ve Hatay merkezli iki büyük deprem meydana geldi. Yaşanan depremler Türkiye’de 10 ili etkisi altına alan bir doğal afet yaşattı. Yüz binlerce insanın evsiz kaldığı depremin etkilerini ise halen tüm ülke üzerinde hissediliyor. Artçı sarsıntıların etkisini göstermeye devam ettiği deprem bölgesi için 2023 yılının en büyü doğal afeti diyebiliriz. Kahramanmaraş depremi sonrasında ise etkilenen sektörlere baktığımızda lojistik, üst sıralarda yer alıyor. Tüm Türkiye’nin yardım için seferber olduğu doğal afette deprem bölgelerine yardım gönderimleri kara, deniz ve havayolu ile sağlanmaya devam ediyor. Peki deprem lojistik sektörünü nasıl etkiliyor ?

Kahramanmaraş ve Hatay merkezli depremlerin lojistik sektörü üzerinde önemli bir etkisi oldu. Büyük yollar, köprüler ve demiryolu ağları depremden zarar gördü ve malların, insanların ve hizmetlerin hareketi olumsuz yönde etkiliyor. Deprem nedeniyle bozulan lojistik ağları, Kahramanmaraş ekonomisi üzerinde kalıcı bir etki yaratıyor. Birçok işletme, mallarını müşterilerine ulaştıramadığı için faaliyetlerine devam edemiyor. Buna ek olarak, altyapının tahrip olması, ürün fiyatlarının yükselmesine neden oluyor ve yerel ekonomi genelinde bir dalgalanma etkisi yaratıyor. Uzun yıllardır lojistik alanında hizmet veren BATI Innovative Logistics Uluslararası Satış ve Likitten Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Kaan Aydın, doğal afet sonrası sektör üzerine yaptığı değerlendirmesinde kritik noktalara dikkatleri çekiyor. Aydın, büyük çapta meydana gelen doğal afetlerin ardından ilk olarak yaşadığı ve etkisi altına aldığı bölgeye ikinci olarak ise sektör üzerinde bırakacağı etkilere odaklanılması gerektiğini dile getiriyor.

Deprem Sonrası Genel Durum 

Afetler insanların hayatlarını ve mallarını yok eden, hayatta kalmayı başaran insanlara da büyük acılar yaşatan olaylardır. BATI Innovative Logistics Uluslararası Satış ve Likitten Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Kaan Aydın’a göre, Afet Lojistiği tam bu noktada önem kazanıyor. “Afet lojistiği, zarar görmüş insanların ihtiyaçlarını giderebilmek amacıyla malların, eşyaların ve ilgili bilginin ilk üretim noktasından son tüketim noktasına kadar verimli ve maliyet etkin bir şekilde akışı, depolanması, planlanması, uygulanması ve kontrolü olarak tarif edilmektedir” açıklamasında bulunan Kaan Aydın, afet lojistiğinin aşamalarını afet öncesi hazırlık, afet müdahale süreci ve müdahale sonrası lojistik faaliyetler şeklinde sıralıyor.

Yaralarımızı Nasıl Saracağız ?

Yüzlerce kişi hayatını kaybederken, binlercesi yaralandı. 80.000’den fazla bina yıkıldı ve yüz binlerce insan evsiz kaldı. Yollar, köprüler, elektrik hatları gibi altyapılar ağır hasar gördü, telekomünikasyon ve su da dahil olmak üzere birçok temel hizmet olumsuz yönde etkilendi. Etkilenen iller, yeniden inşa edilmek için hükümetten, uluslararası kuruluşlardan ve özel bağışçılardan gelen yardımlara ihtiyaç duyuyor. Yaşanılan doğal afeti ve lojistik sektörüne etkisini değerlendiren BATI Innovative Logistics Uluslararası Satış ve Likitten Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Kaan Aydın, “BATI Group olarak gerek lojistik ağı desteği gerekse şirket çalışanlarımızın katkılarıyla biz de yardımlarımızı bölgeye ulaştırdık” açıklamasında bulunurken, önümüzdeki günlerde başta Kahramanmaraş ve Hatay olmak üzere depremden etkilenen tüm bölgeleri zorlu bir sürecin beklediğinin altını çiziyor. Bölgeye giden ulaşım yollarının ağır hasar görmesi, limanların önemli bir bölümünün yardım gemilerine tahsis edilmesi, deniz ve hava yolu taşımacılığına olan talebin artışı nedeniyle ulaştırılacak yardımlar ve diğer sevkiyatların aksamasına neden oluyor diyen Aydın’a göre, iyileşme sürecinin başlayabilmesi için yerel yönetimlerin ve merkezi yönetimin depremin yol açtığı zararları değerlendirmesi, ihtiyaçlara öncelik vermesi ve bunları karşılayacak kaynakları belirlemesi gerekiyor.

Almanya’dan SunExpress Öncülüğünde 450 Ton Yardım Malzemesi Getirildi

Almanya ile Türkiye arasında SunExpress öncülüğünde kurulan hava köprüsü kapsamında bugüne kadar 450 ton yardım malzemesi deprem bölgesine ulaştırıldı. ‘Birlikte Destek Oluyoruz’ inisiyatifiyle bölgeye toplam 1000 ton yardım malzemesi taşınması öngörülüyor.

Türk Hava Yolları ve Lufthansa’nın ortak kuruluşu SunExpress öncülüğünde DPD, FIEGE, time:matters, CB Customs Broker GmbH ve Lufthansa Cargo iş birliğiyle yürütülen ‘Birlikte Destek Oluyoruz’ inisiyatifi kapsamında Almanya’daki bağışçılardan toplanan 450 tondan fazla yardım malzemesi deprem bölgesine taşındı.

DPD mağazalarına teslim edilen 3 binden fazla koli, 8 kargo uçuşuyla Türkiye’ye getirildi. ‘Birlikte Destek Oluyoruz’ inisiyatifi kapsamında kurulan hava köprüsüyle gelecek birkaç hafta boyunca bölgeye ihtiyaçlar doğrultusunda toplam 1000 ton yardım malzemesi ulaştırılması planlanıyor.

‘Birlikte Destek Oluyoruz’ inisiyatifi kapsamında deprem bölgesine yapılan bireysel bağışlar Almanya’daki 7.700 DPD mağazasına teslim edilebiliyor. Bağışların lojistik koordinasyonu, FIEGE Grubu’nun lojistik merkezleri ve time:matters aracılığıyla sağlanıyor. Bağışlar, SunExpress ve Lufthansa Cargo ile haftada birkaç kez düzenlenen özel seferler ile Frankfurt’tan Antalya’ya getiriliyor ve AFAD aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine ulaştırılıyor. Bu kapsamda, Almanya’dan bireysel olarak yapılan bağışlar Türkiye’ye düzenli ve hızlı bir şekilde ulaştırılıyor.

Yaklaşık 18 Bin Kişinin Bölgeden Tahliyesini Sağladı

SunExpress, arama-kurtarma ve sağlık ekiplerini deprem bölgesine ulaştırmak ve vatandaşların tahliyesi amacıyla bugüne kadar toplam 424 özel uçuş gerçekleştirdi. Düzenlediği özel uçuşlarda yaklaşık 7.500 arama-kurtarma ve sağlık ekibini bölgeye taşıyan SunExpress, bu uçuşların dönüş seferlerinde de depremden etkilenen yaklaşık 18 bin kişinin bölgeden tahliyesini sağladı. Hava yolu, AFAD başta olmak üzere tüm resmi yetkili kuruluşlar aracılığıyla gelen 223 ton yardım malzemesini ücretsiz kargo hizmeti vererek deprem bölgesine ulaştırdı.

Deneme Süresi İçinde İstifa Eden İşçiden, Cezai Şart ve Eğitim Gideri İstenebilir mi ?

İşe alınan ve sürekli bir işte belirli veya belirsiz süreli bir iş sözleşmesi ile işe başlayan işçi ve bunu çalıştıran işveren için 4857 sayılı İş Kanunu’nda (m.15/1) “süresi en çok iki ay” olarak belirlenen bir deneme süresi öngörülmektedir. Taraflar kendi aralarında yapacakları bir anlaşma ile deneme süresini daha kısa tutabilirler; ama Kanunda yazılı sürelerin üstüne çıkamazlar. Ayrıca Kanunda belirtilen süreler “iş günü” üzerinden de hesap­lanamaz. Örneğin deneme süresi 1 Ağustos günü başlamış ise 1 Eylül günü sona erecektir. Deneme süresinin başlangıcı da iş sözleşmesinin yapıldığı gün değil, işçinin fiilen işe başladığı gündür.

Deneme süresi içinde işçi veya işveren, herhangi bir tazminat ödemek­sizin ya da süre vermeksizin sözleşmenin feshini (derhal) bildirebilirler. Bu­nun için, tarafların ayrıca herhangi bir haklı veya geçerli ve geçersiz nedene dayanmaları şart değildir[1].

Görüldüğü gibi, deneme süresine ilişkin çalışma, iş ilişkisinin bir par­çasıdır. Belirli olan süre sonunda sözleşme bozulmamış ise bu ilişki devam edecektir. Dolayısıyla, deneme süresi döneminde geçirilen çalışma süresi, iş sözleşmesine dayalı bir çalışmadır ve çalışan kimsenin, bu sözleşmeye kanu­nun bağladığı sonuçlardan yararlanması doğaldır.

Öyleyse işçinin kıdemi, deneme süresinin başladığı tarihten itibaren başlamış sayılır; yoksa iş sözleşmesi (işçinin kıdemi) deneme süresinin bittiği tarihi takip eden günden itibaren başlamaz. Bu nedenle, işçinin işe başladığı günden itibaren Türk İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukukundan doğan bü­tün hakları işlemeye başlar. Yargıtay’ın görüşü de aynı yöndedir. “Deneme süresi 4857 sayılı Yasaya göre en çok iki ay olabilir. Deneme süre­sinin uzun bir süre olarak belirlenmesi işçinin aleyhine bir durumdur. Bunun için yasa koyucu deneme süresinin üst sınırını belirlemiştir. Ancak toplu iş sözleşmeleriyle en çok dört aya kadar uzatılmasına imkân tanınmıştır. Deneme süresinin başlangıcı işçinin fiilen işe başladığı tarihtir. İşçi, iş akdinin yapıldığı tarihten sonraki bir tarihte işe başlamışsa, deneme süresinin başlangıcı sözleşme tarihi değil, işçinin fiilen çalışmaya başladığı tarih olma­lıdır. Hastalık, grev gibi iş akdini askıya alan nedenler deneme süresinin işle­mesine engel oluşturmaz.

Deneme süreli iş sözleşmesinin en önemli özelliği, tarafların deneme süresi içinde bildirim öneline uymaksızın ve tazminatsız olarak iş sözleşme­sini feshedebilmeleridir. Bunun dışında iş sözleşmesinin türünün, deneme sü­resi içinde deneme süreli iş sözleşmesi, süresinin bitiminde ise kesinleşmiş iş sözleşmesi olarak ayrılması mümkün değildir. Deneme süresi kaydını içeren başlangıçtan itibaren tek bir iş sözleşmesi söz konusudur. İleride hesaplanacak olan kıdem süresi bakımından deneme süresi de dikkate alınacaktır”.

Deneme süresi içinde işçinin hastalanması veya kazaya uğraması sonucunda bir süre işine devam edememiş olması, söz konusu sü­renin aynı miktarda uzatılmasını gerektirmez. Ancak sözleşmenin tarafları, gerek duyuyorlarsa, sözleşmeyi feshettikten sonra, deneme süreli ikinci bir sözleşme imzalayabilirler. Yargıtay’a göre de, “Deneme süresinin başlangıcı işçinin fiilen işe başladığı tarihtir. İşçi, iş akdinin yapıldığı tarihten sonraki bir tarihte işe başlamışsa, deneme süresinin başlangıcı sözleşme tarihi değil, iş­çinin fiilen çalışmaya başladığı tarih olmalıdır. Hastalık, grev gibi iş akdini askıya alan nedenler deneme süresinin işlemesine engel oluşturmaz”[2].

Deneme kaydı ilk kez işe alınan işçi için geçerlidir. Aynı işyerinde yeniden işe alınan işçi için deneme kaydı geçersizdir. Nitekim Yargıtay konuyla ilgili verdiği bir kararında, “Deneme süresi, işçi ve işverene sözleşmeden daha kolay dönme imkanı sağlamaktadır. Buradaki amaç tarafların birbirlerini tanımalarıdır. Ancak salt işçinin haklarını ortadan kaldırmak için bu yola gidilmesi halinde, yasal bir hakkın kötüye kullanılmasından söz edilir. İşverenin işyerinde yıllarca çalışmış bir işçi ile aynı işte çalışması için deneme süresi öngören yeni bir sözleşme yapması buna örnek olarak verilebilir. Yine, işverenin sürekli olarak ikişer aylık deneme süresi öngörerek işçi çalıştırması ve bunun genel bir uygulama haline getirmesi durumunda kötü niyetin varlığından söz edilebilir”[3].

Deneme süreli bir iş sözleşmesi belirsiz süreli iş sözleşmesi olabileceği gibi belirli süreli bir iş sözleşmesi de olabilir.. Belirli süreli iş sözleşmelerinde, 4857 sayılı Kanunun 15 inci maddesinde belirtilen iki aylık (TİS ile en fazla dört aylık) sürenin aşılma­ması şartıyla deneme süresi konulabilir[4].

Diğer taraftan, belirli süreli iş sözleşmesinde iki taraflı olarak kararlaştırılmış cezai şart hükmü deneme süresi içinde tarafları bağlamaz. Nitekim Yargıtay’ın görüşü de aynı yöndedir. Yargıtay, “Taraflar arasındaki 18.7.2000 tarihli hizmet sözleşmesinin 5 inci maddesinde deneme süresinin bir ay olduğu, tarafların bu süre içinde akdi bildirimsiz ve tazminatsız olarak feshedebilecekleri belirtilmiş olup, işçinin bu süre içinde istifa ederek sözleşmeyi feshettiği anlaşıldığından davacı bankanın cezai şart talebinin kabulü hatalıdır. Aynı sözleşmenin 4 üncü maddesinde her ne kadar göreve deneme süresiz başlanacağı anlamına gelmek üzere “süreli” sözcüğü çizilmişse de 5 inci maddede bu hususu açıklayan yukarda belirtilen ifadeler karşısında sözleşmenin deneme süreli olduğunun kabulü gerekir. Bu nedenle davacı bankanın talep ettiği cezai şart isteminin reddine karar vermek gerekirken kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir”[5], şeklinde karar vererek kararlaştırılmış olan cezai şart hükmünün deneme süresi içinde tarafları bağlamayacağına karar vermiştir.

Buna karşılık, deneme süresi içinde işçiye eğitim verilmiş ve belirli bir çalışma tamamlanmadan işçi istifa ederse ve eğitim giderlerinin geri alınacağı da kararlaştırılmışsa, işçinin istifası deneme süresi içinde dahi olsa, işverenin eğitim giderlerini talep hakkı doğar.

Sonuç olarak, sözleşmenin tarafları deneme süresi içinde herhangi bir tazminat ödeme yükümlülüğü olmaksızın, iş sözleşmesini feshedebilirler. Yargıtay’ın yerleşik kararına göre, belirli süreli iş sözleşmesinde iki taraflı olarak kararlaştırılmış cezai şart hükmü deneme süresi içinde tarafları bağlamaz. Buna karşılık deneme süresi içinde işçiye eğitim verilmiş ve belirli bir çalışma tamamlanmadan işçi istifa ederse ve eğitim giderlerinin geri alınacağı da kararlaştırılmışsa, işçinin istifası deneme süresi içinde dahi olsa, işverenin eğitim giderlerini talep hakkı doğar[6].

Lütfi İNCİROĞLU

[1] Y9HD.02.07.2018 T., E.2017/3173, K.2018/14254 Legalbank.

[2] Y9HD.3.6.2013 T., E.2011/17043, K.2013/16871 Legalbank.

[3] İstanbul BAM 31.HD.29.12.2017 T., E.2017/2500, K.2017/1958, ÇİL, İş Hukuku Yargıtay İlke Kararları, s.413.

[4] Y9HD.15.09.2020 T., E.2016/22178, K.2020/7846 Legalbank.

[5] Y9HD.25.02.2004 T., E.2003/13060 K.20043239 Legalbank.

[6] Y9HD.26.05.2005 T., E.2004/29438 K.2005/19387 EKMEKÇİ, Ömer/YİĞİT, Esra, Bireysel İş Hukuku Dersleri, 3. Baskı, İstanbul 2021, s.79.

Deprem ve Ülkemiz Ekonomisi

Depremin Görünümü

Depremin resimlerine bakmak dahi insanı rahatsız etmektedir. Ya depremi yaşayanlar ve daha da ötesi deprem dolayısıyla hayatını kaybeden binlerce insana ne demeli ? Depremden sağ kalan insanlar ise yakınlarını mı arasın, kendi yaşamını mı sürdürsün.

Deprem bir anda insanın tüm varlıklarını ve değerlerini alıp götürüyor maalesef. Aşağıdaki deprem resimleri bu olayları anlatan görsellerdir.

 

 

 

 

Ülkemizdeki Depremzedelerin Yüz Yüze Kalacakları Ekonomik Maliyetler

Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/articles/cz7rre57ky1o

Can kayıplarına paha biçilemeyeceği için onu bir kenara koyarsak, depremin ekonomik maliyetlerini iki boyutta değerlendirmek mümkün olabilir.

Birincisi depremde yaşadığı şehri, iş olanaklarını, evini, barkını, ailesini yitiren depremzedelerin katlanacakları bedel. Bu insanlarımız maalesef ekonomik olarak çok talihsiz bir zamanda bu zorluklarla yüzleşiyorlar.

Türk-İş yüksek enflasyonun sonucu 30 Ocak itibarıyla yoksulluk sınırını 29 bin 875 TL olarak hesapladı. Asgari ücret 8 bin 506 TL. Açlık sınırı ise 8 bin 865 TL. Tüketici Hakları Derneği, Ekim 2022 itibarıyla tüketicilerin yüzde 56’sının açlık sınırı altında yaşadığını açıklamıştı.

İşte depremler bu ağır şartlarda meydana geldi.

Bölgede, yaşamını kaybetmese de, yaşam boyu yaptığı sınırlı birikimlerini bir gecede kaybeden talihsiz vatandaşlarımızın içinde bulundukları yıkımı tahayyül edebilmek güç, rakama dökmek ise imkansız.

Yerle bir olan bölgenin yeniden yaşanır hale gelmesi, iş yerlerinin çalışmaya başlaması, kaybolan servetlerin tekrar oluşması şüphesiz zaman alacak.

Genel Ekonomik Maliyetler

Depremlerin yarattığı hasarın tespitine dair eldeki bilgiler sürekli güncellendiği için bu maliyetleri hesaplamak kolay değil. Ancak kaba hesaplarla genel bir fikir edinmeye çalışıyoruz.

Depremlerin genel maliyetlerini iki kaleme ayırabiliriz.

Birinci kalem; hasar gören binaların, şehirlerin yeniden inşasının getireceği maliyet. İkinci kalem ise depremlerde kaybolan üretim kapasitesinin getireceği maliyet olacak.

Birinci kalemde 17 Şubat itibarıyla yıkık ya da ağır hasar gördüğü tespit edilen yaklaşık 333 bin konut sayısını baz alırsak bu hanelerin salt yeniden inşası kabaca 20 milyar dolar civarında bir kaynak gerektirebilir.

Şayet yerleşim merkezleri fay hattından uzak bölgelere taşınırsa hem konut sayısı ciddi şekilde artacak hem de ilave altyapı harcamaları devreye girecektir.

Burada bir parantez açıp uzmanların uyarılarına dikkat çekmek, şehirlerimiz yeniden kurulurken acele etmeden bilim insanlarımızın tavsiyelerine uygun hareket etmemiz gerektiğini vurgulamak isterim. Depremde evleri hasar görmüş yaklaşık 1 milyon kişinin bir yıl barınma ve yaşama ihtiyacı için 3-5 milyar dolar, yeniden yapılacak konutlar için de asgari 20 milyar dolar olacak şekilde kısa vadeli acil ihtiyaçlar için yaklaşık 25 milyar dolarlık bir maliyet öngörebiliriz.

İkinci kalemde ekonomi genelinde üretimdeki aksamayı göz önünde bulundurmamız gerekiyor.

Deprem felaketine maruz kalan ve 13,5 milyondan fazla bir nüfusu kapsayan bölge, ekonomik pastadan nasibini alamamış bir coğrafya. Bölgesel GSYH dağılımına ait son TÜİK verilerini incelediğimizde 2021 itibarıyla bu bölgedeki şehirlerin GSYH’den aldıkları payın ağırlıklı olarak yüzde 1’in altında kaldığını üzülerek görüyoruz.

Karşılaştırma yaparsak, 1999 depremi sonrası Dünya Bankası, söz konusu depremin maliyetlerini yaklaşık 5 milyar dolar ve GSYH’nin yaklaşık yüzde 2,5’i olarak hesaplamıştı. Bu oranı bugünkü GSYH rakamlarına uyarlarsak kabaca 20 milyar dolara yakın bir tutar elde ediyoruz. Ancak 1999 depremi GSYH’nin yaklaşık yüzde 30’unu üreten bir sanayi bölgesini vurduğu için, üretime yansıyacak maliyetinin de görece daha yüksek olması muhtemel.

1999 depremi sonrası turizm gelirleri yüzde 40 azalmıştı.

Turizm gelirlerinin GSYH’nin yaklaşık yüzde 5’ine karşılık geldiğini düşünürsek, benzer bir düşüşün yaşanması durumunda sadece turizmden kaleminden birkaç puanlık ek bir maliyet yüklenmek zorunda kalabiliriz.

Bu yazı yazıldığında ölü sayısı 40 bine yaklaşırken, enkaz altında kalanlara ilişkin kesin bir rakam verilemiyordu.

Ancak durum her halükarda korkutucu boyutta. Kalplerimiz bu taşınmaz yük karşısında ağırlaştı.

Depremin Ülkemiz Ekonomisine Getireceği Yük

Özetle ele alınacak olunursa depremin ülkemiz ekonomisine getirdiği yük günler geçtikçe daha da belirgin hale gelmektedir. Manevi yanı zaten para ile asla ölçülemez bir acıdır. Bilhassa üretim, ihracat, turizm ve kaybolan işgücünün maliyeti şu an için çok net belirgin olmasa da ilerleyen günlerde bu alandaki kayıpların boyutu daha da belirginleşecektir. Deprem bölgesindeki ihracatın en fazlasını Gaziantep yapmaktaydı GAİB ve Ticaret Bakanlığı verilerine göre. Bilhassa ihracat rakamlarımızın ciddi anlamda düşüşe geçeceğini Mart ayı istatistikinde görebileceğiz.

Toplum Olarak Dask Yapma Alışkanlığımız Yok

Ülkemizdeki konutların sadece % 53’ünde DASK vardır. Kaldı ki DASK zorunlu olmasına rağmen insanlarımız hala DASK yaptırmıyorlar.

Kaynak: https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/turkiyede-konutlarin-yuzde-53unde-dask-var-41445463

Sigorta yaptırma alışkanlığımız yok. Bu sözüm sadece DASK için değil, hayatımızda gerekli diğer sigortalar için de geçerlidir. Halbuki sigorta yaptırıp hayatımızda karşılaşabileceğimiz olası riskleri sigorta şirketine devretmiş olmamız bizi daha fazla rahatlatmaz mı?

Reşat BAĞCIOĞLU

Sürdürülebilir İhracat EİB Export-Up İle Artıyor

Ege İhracatçı Birlikleri’nin genç ve kadın girişimcilere yönelik Türkiye’nin ilk ihracat odaklı ilk mentörlük programı EİB Export-Up; TurkishWIN, İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği (SKD Türkiye), EMCC (European Mentoring & Coaching Council /Avrupa Yönderlik ve Koçluk Derneği), Binyaprak ve Endeavor Türkiye’nin desteğiyle ikinci dönemine başladı.  

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Türkiye’de KOBİ sayısının 4 milyon civarında olmasına rağmen ihracatçı sayısının 120 bin seviyesinde olduğuna dikkat çekiyor.

“Firmaların ürünlerinin yüzde 30’u yüzde 50’sini ihraç edebileceği bir bilgi birikimine ulaşması ve ihracatımızı yüksek katma değerli ürünlerle yapacak zemini oluşturmamız gerekiyor. 250 bin ihracatçı hedefimize donanımlı genç ve kadın girişimcileri ihracata dahil ederek ulaşabiliriz. Genç ve kadın girişimcilerimiz EİB Export-Up gibi programlarla ihracatta yetkin isimler haline gelecek ve onlar ihracatçı olduklarında katma değerli nitelikli ürün ihracatımız artacaktır. Bunun bir devlet politikası haline gelmesi gerekiyor. Böylelikle Türkiye’nin ortalama ihraç fiyatını 1,5 dolardan 3 dolara hızlıca çıkarabiliriz. Ortalama ihraç fiyatımızı 3 dolara taşıdığımızda mevcut ihracatımız 500 milyar dolara çıkacaktır.”

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, EİB’nin Türkiye’de bir mentörlük programı kurgulayan ilk İhracatçı Birliği olduğunu hatırlatarak sözlerine şöyle devam etti:

“EİB Export-Up Mentörlük Programı’nın ilk döneminde yoğun bir ilgiyle karşılaştık ve çok olumlu geri bildirimler aldık. Genç ve kadın girişimcilerimiz EİB Export-Up sayesinde ilk kez ihracat gerçekleştirdi, birçok ülkeyle ticari bağlantılara imza attılar, iş yapış süreçlerini iyileştirip, networklerini genişlettiler. EİB olarak ana misyonumuz sürdürülebilir kalkınmaya destek olmak. “Geleceğin ihracatçıları deneyimin gücüne inanıyor” mottomuzla EİB Export-Up Mentörlük Programımızın ikinci dönemini geliştirilmiş içerikleriyle başlattık.”

Dünyanın Yeni Kalkınma Gündemi “sürdürülebilirlik”

Programın ana temasını “Sürdürülebilir ve Yeşil Büyüme” olarak belirlediklerini anlatan Eskinazi, EİB olarak sürdürülebilirlik ve toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik her çalışmada yer aldıklarını vurguladı.

“Sürdürülebilirlik alanında faaliyet gösteren genç ve kadın girişimcilerimizle son dönemin trendi ve AB Yeşil Mutabakat süreci ile ticari ilişkilerimizi değiştiren, dünyanın yeni kalkınma gündemi “sürdürülebilirliği” irdeleyeceğiz. Bu dönemki mentörlerimiz arasında organik tekstil üretimi yapan, dijital atık yönetimi platformuna sahip olan, Tarımsal İnsansız Hava Aracı ile pestisit oranlarının azaltılmasını, su kullanımının azaltılmasını ve tarımsal arazilerin etkin izlenip değerlendirilmesini sağlayan, enerji paylaşım ağı yazılımı ile enerji transfer donanımları için Ar-Ge çalışmaları yapan, hayvansal gıdalara alternatif çevre dostu ve sağlıklı bitkisel alternatifler üreten, enerji verimliliği ve temiz enerji kullanımı çalışmaları yapan, gıda atıklarını dönüştüren, iyi tarım uygulamalarıyla çevreye duyarlı üretim yapan birçok firmamız var. Türkiye’de İhracatçı Birlikleri arasında sürdürülebilirlikte öncü Ege İhracatçı Birlikleri olarak girişimcilerimize aktaracak çok fazla bilgi ve deneyime sahibiz.”

Sürdürülebilirlikte Öncü İhracatçılar Mentörlük Yapacak

Jak Eskinazi, “İhracata yeni başlayan veya kapasitesini artırmak isteyen 8 genç (40 yaş altı) ve kadın ihracatçımız, kuru meyve, hazırgiyim, tekstil, yazılım/otomasyon, mobilya, su ürünleri ve hayvansal mamuller, hububat bakliyat yağlı tohumlar, zeytinyağı ve kimya sektörlerinden sürdürülebilirlikte öncü Yönetim Kurulu üyelerimizden oluşan mentör ihracatçılarımızdan ve uzman isimlerden mentörlük hizmeti alacak. EİB olarak girişimcilik çemberimizi yeni paydaşlarla büyüterek genişletiyoruz. TurkishWin ile çıktığımız bu yolda ikinci dönemimizde aramıza SKD Türkiye ve Endeavor Türkiye’yi de ekleyerek daha kapsamlı ve güçlü adımlar atıyoruz.” diye konuştu.

Genç ve Kadın Girişimciler EİB Export-Up ile Başarılara İmza Atıyor

EİB Export-Up Mentörlük Programı ikinci dönemi açılış programında konuşan Ege İhracatçı Birlikleri Genel Sekreteri İ. Cumhur İşbırakmaz, “EİB olarak sürdürülebilirlik ve toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik faaliyetlerimize 2023 yılında da devam ediyoruz. Geçtiğimiz yıl ilkini düzenlediğimiz Export-Up Mentörlük Programının ikinci döneminde de ihracata yeni başlayan veya kapasitesini geliştirmek isteyen kadın ve genç ihracatçılarımıza, toplamda 8 faydalanıcımıza 6 ay boyunca, sektörlerinde tecrübeli mentörlerimizin gözetiminde ihracat kapasitelerine katkı sağlamaya çalışacağız. İlk dönemde farklı sektörlerden toplam 18 faydalanıcımızla başlayan Export-Up Mentörlük Programı birçok başarı hikayesine de öncülük etmişti.” dedi.

Hedef Pazar Belirleme, Global Pazarlama Stratejisi, E-İhracat, Start-up Kültürü, Yeni Nesil Devlet Yardımları

İşbırakmaz, “Genç bir katılımcımızın otomasyon firması 6 yıl sonra tekrar ihracata dönerken, bir kadın katılımcımız tekstil sektöründe yeni kurulan şirketi bünyesinde ihracat hayatına Export-Up Programı ile başlamıştı.  Program kapsamında ayrıca geçen dönem olduğu gibi yeni dönemde de hedef pazar belirleme, global pazarlama stratejisi, e-ihracat, start-up kültürü ve pekçok enstrümanı içinde barındıran yeni nesil devlet yardımları konularında eğitimlerle katılımcılarımızın yetkinliklerini artırmak ve ihracat ailemize yeni ihracatçıları kazandırmak için destek olunacaktır.” diye konuştu.

EİB Export-Up Mentörlük Programı İkinci Dönemi Mentörleri;

  • TİM Yönetim Kurulu Üyesi Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Birol Celep,
  • Ege Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller İhracatçıları Birliği Başkan Yardımcısı Melih İşliel,
  • Ege Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Gürhan Kanlı,
  • Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Cüneyt Başbakkal,
  • Ege Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Burak Hucuptan,
  • Ege Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Denetim Kurulu Üyesi Yasin Akçakaya,
  • PETKIM Petrokimya Pazarlama Müdürü Dr. Mevlüt Çetinkaya,
  • Triggerz Yönetici Ortağı ve Foxpider Yönetici Ortağı Girişimci Erdem Gülen.

 

Detaylı Bilgi, Başvurular ve Sıkça Sorulan Sorular için: www.export-up.org

Tedarikçi İlişkileri Yönetimi

Tedarik zinciri yönetimi, şirketlerin uygun maliyetli ürün ve hizmetleri yüksek kalitede ve hızlı bir şekilde satın alabilmesi için çok kritik bir süreçtir. Özellikle ekonomik belirsizliklerin, kriz durumlarının veya darboğazların olduğu zamanlarda rekabetçi kalabilmek açısından tedarik zincirlerinin etkili ve sorunsuz bir şekilde çalışması gerekmektedir. Bu noktada şirketlerin tedarikçileriyle güçlü ve sürdürülebilir iş birlikleri kurması ve tedarikçi ilişkilerini güven, kalite, maliyet ve inovasyon merkezli olarak yürütebilmesi büyük önem arz etmektedir. Tedarikçi ilişkilerini sürdürülebilir politikalar, stratejiler ve hedefler doğrultusunda yöneten şirketler piyasada her zaman kalıcı olabilmekte, saygı görebilmekte ve farklılaşabilmektedir.

Tedarikçi ilişkileri yönetimi şirketlerin;

  • doğru ürün ve hizmetleri satın alması,
  • maliyetlerini optimize etmesi,
  • tedarik zinciri risklerini ve güvenlik tehditlerini azaltması,
  • tedarikçi inovasyonunu teşvik etmesi,
  • yeni fırsatlar keşfetmesi ve değerlendirmesi,
  • operasyonel süreçlerini kolaylaştırması,
  • tedarik zincirinde sosyal uygunluk performansını artırması,
  • tercih edilen bir alıcı olarak ayrıcalıklar ve özel haklar kazanması

açısından son derece önemlidir. Bu bağlamda her şirketin tedarikçi ilişkilerine yön veren ilkeleri, açıkça tanımlanmış prosedürleri ve uyguladığı politikaları olmalıdır.

Günümüzde şirketler farklı sektörlerde farklı ürün ve hizmet gamında farklı ölçeklerde faaliyet gösterebilmektedir. Her şirketin tedarik zincirindeki iş hacmi satın aldığı ürün tipi ve miktarı ve tedarikçi ağının büyüklüğü birbirinden farklıdır. Ayrıca, faaliyet gösterilen bölge ve bu bölgenin coğrafi, sosyal ve kültürel koşulları ve tedarikçi profilleri her şirket için farklılık gösterebilmektedir. Bu bağlamda, her şirketin tedarikçi ilişkileri yönetimi anlayışı bu konuyla ilgili yürüttüğü çalışmalar birbirinden farklı olabilir. Fakat bu ilişkileri dinamik ve etkili hale getirmek ve sürdürülebilirliği gözeterek yönetebilmek için her şirketin genel anlamda referans alması gereken birtakım ilkeler sıralanabilir.

Bu ilkelerden ilki ve en önemlisi literatürde tedarikçi segmentasyonu olarak da bilinen yönetim yaklaşımıdır. Şirketler, yüksek değer üreten stratejik önemi bulunan tedarikçilerini ayrı bir sınıfta değerlendirmelidir. Ayrıca her bir tedarikçisiyle ilgili süreçleri ve onlardan beklentilerini net bir şekilde ortaya koymalıdır. Tedarikçinin sağladığı ürün ve hizmet, iş hacmi ve kritiklik durumuna bağlı olarak açıkça tanımlanmış performans metrikleri olmalıdır. Bu sayede daha sağlıklı, tutarlı ve şeffaf tedarikçi ilişkileri oluşturmak mümkündür.

Tedarikçi ilişkileri yönetiminde şirketlerin tedarikçilerini yakından tanıması; kapasitesini, güçlü ve zayıf yönlerini bilmesi son derece önemlidir. Bu sayede anahtar performans göstergelerini (KPI) her bir tedarikçisi için açık bir şekilde belirleyebilir ve kendileriyle amacına uygun tedarikçi sözleşmeleri yapabilir. Her iki taraf beklentilerini karşılıklı bir şekilde anlayabilirse günün sonunda beklentilerin çok ötesinde bir çıktı oluşmaz ve hem alıcı hem de tedarikçi tanımlanan iş tanımından ve iş ilişkisinden memnun kalabilir. Böylelikle tedarikçilerin eksik taraflarıyla ilgili iyileştirmeler yapılabilir ve uzun vadede tedarikçi performansı artırılabilir.

Şirketler tedarikçileriyle güçlü ilişkiler kurmak istiyor ve uzun vadeli iş birlikleri inşa etmek istiyorsa tedarikçisiyle ilgili neredeyse her bilgiye sahip olmalıdır. Bu bilgiler sadece üretim kapasitesi, eleman sayısı, ürün kalitesi vb gibi teknik bilgiler değil; tedarikçilerin etik değerleri, medyadaki güvenilirliği, misyon ve beyanları, çevresel ve sosyal sürdürülebilirliğe yaklaşımları, kurumsal sürdürülebilirlik taahhütleri vs olmalıdır. Bu bağlamda, her şirket oldukça kapsamlı tedarikçi davranış kuralları oluşturmalı ve her yeni tedarikçiden bu kurallara uyum sağlaması için bir taahhüt sunmasını beklemelidir.

Tedarikçi ilişkileri ne kadar dinamik ve gözetilebilir ise o kadar güçlü olabilir. Şirketler, finans dünyasındaki gelişmeler, piyasa ve müşteri beklentileri, teknolojik gelişmeler, ulusal ve uluslararası düzeydeki siyasi hareketlere bağlı olarak tedarikçi ilişkilerini sürekli olarak takip etmelidir. Tedarikçilerin sosyal uygunluk beyanlarına ve tedarik zinciri hedeflerine ne kadar bağlı kaldığı çeşitli gözetim zinciri mekanizmalarıyla düzenli olarak izlenmelidir.

Şirketler tedarik zinciri yönetiminde, diğer tüm alanlarda olduğu gibi güncel trendleri her zaman takip etmelidir. Bu bağlamda, teknolojik gelişmeler, piyasadaki arz ve talep dengeleri; kurum, yerel yönetim ve ülke bazındaki ekonomik ilişkiler, tedarik zinciri özelinde geliştirilen yeni standartlar ve sertifikasyon gereksinimleri vs sürekli olarak izlenmelidir.

Dilek AŞAN

 

  • – –  > Bu makale ilginizi çekebilir:  

Tedarikçi Günü Nasıl Planlanır? Organizasyon ve Yürütme için Yol Haritası 

Eğitim: TEDARİKÇİ PERFORMANS DEĞERLENDİRME ve TEDARİKÇİ İLİŞKİLERİ EĞİTİMİ
Teklif almak için: egitim@satinalmadergisi.com

Tedarikçi Performans Değerlendirme Eğitimi
Tedarikçi Performans Değerlendirme Eğitimi içeriğini incelemek için: https://satinalmadergisi.com/egitim-programlari/

Makine Sektörü Yıla Yüzde 20,1 İhracat Artışı İle Başladı: Ocak Ayı Makine İhracatı 2,1 Milyar Dolar

Makine İhracatçıları Birliği (MAİB) tarafından paylaşılan makine imalat sanayi konsolide verilerine göre, Ocak ayında Türkiye’nin serbest bölgeler dâhil toplam makine ihracatı yüzde 20,1 artarak 2,1 milyar dolar oldu. Dünya ekonomisindeki küçülme ve durağanlaşma beklentilerine yönelik yeni stratejiler geliştirilmesi gereken bir dönemde Türkiye’nin bir kez daha deprem gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldığını belirten Kutlu Karavelioğlu, “Afet kurtarma çalışmalarına katkı vermek üzere; Türkiye genelinde önde gelen ihracatçılarımız sevke hazır bütün makinelerini sahaya gönderdiler, bunun yanında servis ve bakım onarım kadrolarının da hemen tamamını görevlendirdiler. Bundan sonraki süreçte odağımızda bölgenin barınma ve altyapı ihtiyaçları olacaktır” dedi.

Türkiye’nin makine ihracatı Ocak ayında geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre miktar olarak yüzde 3, değer olarak yüzde 20,1 artarak 2,1 milyar dolar oldu. Geçen yılın ortasından itibaren hızlanan artış grafiği ile ana pazarlar arasında ikinci sıraya yükselen Rusya’ya Ocak ayı ihracatında artış yüzde 210 oldu. Aynı ayda   yüzde 22,6 artarak 273 milyon dolara ulaşan Almanya ihracatını, 165 milyon dolarla Rusya ve yüzde 29,9 artarak 117 mlyon dolara ulaşan ABD ihracatı izliyor.

Ocak ayını önemli bir artış ile geride bırakan sektör, Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen illerde görev üstlenmek için de seferber oldu. Depremin hemen ardından enkaz altından kurtarma faaliyetlerine katkı sağlamak üzere; inşaat ve madencilik makineleri alanındaki işletmeler başta olmak üzere, firmaların hızla harekete geçtiğini belirten Makine İhracatçıları Birliği Başkanı Kutlu Karavelioğlu şunları söyledi:

Depremin ilk anından itibaren mobil vinçler gibi kaldırma makinelerine, kazıcı ve yükleyici gibi iş makinelerine, jeneratörler gibi elektrik makinelerine yoğun ihtiyaç hasıl oldu. Bu makineler her ilimizde, başta inşaat müteahhitleri ve madencilerimiz, kiralama kuruluşlarımız, resmî kurumlarımızın teşkilatları ve belediyelerimiz olmak üzere çok sayıda kullanıcımızın envanterinde büyük miktarlarda yer almakla birlikte, ilk anda, gerek felaketin yıkıcılığı ve yaygınlığı gerekse makinelerin ve operatörlerinin büyük kısmının iş göremez hale gelmeleri nedeniyle yetersiz kaldı. Bu büyük felaket karşısında, hiçbir surette yeterli olamayacaklarını da bugün, enkaz başında sayıları 12 bini aşmış iş makinesinin çalışıyor olmasından anlıyoruz”. 

Afet kurtarma çalışmalarına katkı vermek üzere; Türkiye genelinde önde gelen ihracatçıların sevke hazır bütün makinelerini sahaya gönderdiğini, bunun yanında servis ve bakım onarım kadrolarının da hemen tamamını görevlendirdiğini belirten Karavelioğlu, “Türkiye Makina Federasyonu ile İMDER, İSDER, TARMAKBİR, MİB gibi; üyelerinin mevcut imkanlarını sahaya yansıtmaları için yoğun uğraş vermiş bütün derneklerimize müteşekkiriz. Bundan sonraki süreçte odağımızda depremzedelerin barınma ve altyapı ihtiyaçları olacaktır. Acımız büyüktür; hayatını kaybeden meslektaşlarımıza ve yurttaşlarımıza rahmet, geride kalanlara sabır ve başsağlığı diliyoruz” dedi.

“Öncelikli gündemimiz bölgenin ihtiyaçlarıdır”

Makinecilerin kamu ve sivil toplum kuruluşlarıyla koordineli bir şekilde insani yardımlarını sürdürdüğünü belirten Karavelioğlu şu an acil gündem olarak bölge halkının ihtiyaçlarını öncelediklerini ifade ederek şunları söyledi:

Ülkece dayanışma içinde olmamız gereken bu zorlu süreçte, enerji, su, kanalizasyon, soğuk zincir gibi altyapı hizmetlerinin kesintiye uğramaması için büyük önem taşıyan makine sektörünün, sivil savunma faslındaki önemi de yeniden anlaşıldı. Yurdun dört bir yanından ihtiyaç malzemeleri bölgeye akarken, firmalarımız ısıtıcılar, tuvaletler, su depoları, mobil mutfaklar gibi ürünleri hızlıca imal edip bölgeye ulaştırma gayretinde oldu. Birçok imalatçımız kapasitelerinin bir kısmını konteyner üretimine ayırdı. Üyelerimiz, geçici kentlerin bütün ihtiyaçlarında olduğu gibi, kısmen veya tamamen yenilenecek yerleşim yerlerinin pompa istasyonları, içme suyu ve kanalizasyon hatları gibi altyapı gereksinimlerinin sağlanması konusundaki çalışmalarını da sürdürüyorlar. Makine İhracatçıları Birliği olarak, sektörün bütün örgütleri gibi, enkaz kaldırma ve inşaat çalışmalarının hızlı yürütüleceği bundan sonraki süreçte bölgenin başlıca ihtiyaçlarının karşılanmasına katkı sağlamak için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Uluslararası dayanışma sağlamak ve insani yardımlarını ülkemize ulaştırmak isteyen yabancı dostlarımız için de yol gösterici olmayı sürdüreceğiz.”

“Bölgedeki işletmelerimiz kısa zamanda yeniden faaliyete başlayacak”

Ocak ayında serbest bölgeler dahil 2,1 milyar dolar ihracata imza atan makine sektöründe depremden etkilenen Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay, Adana, Malatya, Adıyaman, Osmaniye, Kilis, Diyarbakır ve Şanlıurfa’nın toplam payının yüzde 3 civarında olduğunu belirten Karavelioğlu şunları söyledi:

Bölgede yer alan 2 bin 700’den fazla makine imalatçısının büyük ölçüde çelik binalarda çalışıyor olmaları, makine ve tesis hasarını en az seviyeye indirmiş olmakla birlikte çalışanlar için durum zorlu. Bölgenin ihracatının yarıdan fazlasını yapan Gaziantep ve Adana’da üretimi aksatacak meseleler öne çıkmıyor olsa da, üçüncü sıradaki Hatay’da sorunlar büyük ve personel kaybı had safhada. Sadece makine değil, bütün sektörlerin endişesi kadrolarının yaşam gereksinimlerinin acilen giderilmesi. Nakdi, ayni bütün yardımların nihai hedefi yaraların sarılarak insanların kentsiz, kentlerin insansız kalmaması. Makine imalatı için büyük önem taşıyan demir-çelik sektöründeki işletmelerin de kısa süre içinde eski kapasitesine döneceğini öngörüyoruz. Zarar gören yapıların yeniden inşası ve acıların hafiflemesi zaman alacaktır fakat sınai işletmelerin olabildiğince çabuk faaliyete başlaması, 15 bine yakın kişinin makine sektöründe çalıştığı ve firmaların 800 milyon dolara yakın makine ihracatına imza attığı bölgenin ekonomik sürdürülebilirliğine de büyük katkı sağlayacaktır.”

“Kaynaklar verimli kullanılarak afetin ekonomik hasarı karşılanabilir”

Makine sektörünün Türkiye’nin tehditleri savuşturma gücü ve teknolojik bağımsızlığı için ne kadar önem taşıdığının ve son yıllarda yaptığı büyük atılım ile ihtiyaçları karşılamakta ne kadar mahir hale geldiğinin Covid salgınından sonra afet vesilesiyle bir kez daha görüldüğünü belirten Karavelioğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

Bu afet bazılarımıza sandıkları kadar ileri olmadığımızı, bazılarımıza da sandıklarından daha geride olduğumuzu hissettirdi. Karamsarlık hali umumi ve çok doğal olmakla birlikte, her zamankinden daha fazla çalışmak ve bölge halkının yaralarını çok hızlı sarmak zorunda olduğumuz bir sürecin başındayız. Yaşadığımız felaketin ekonomimize verdiği zarar büyük ve kentlerin yeniden inşası için GSYİH’den önemli bir pay ayrılması gerekecek fakat tedavinin psikolojik tarafı çok daha önemli. Yabancı kaynaklar, asrın felaketi olarak tanımlanan bu depremlerin ekonomimize hasarının 40 milyar doları bulabileceğini hesaplıyorlar. Senede 100 milyar dolara yakın makina teçhizat yatırımı yapa gelen Türkiye’nin, bir yılda ithal ettiği makinelerin toplam bedeline yakın bu büyük meblağın altından, kaynaklarını en verimli şekilde kullanarak kalkacağına şüphemiz yoktur”.