Uygulamada işverenler tarafından 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu kapsamında, işin niteliği gereği işe alım sürecinde ya da iş faaliyetlerinin devamında çalışanlara birtakım bedensel testler uygulanmaktadır. Genel olarak başta alkol ve uyuşturucu testleri olmak üzere AIDS/HIV testleri, Covid-19 (PCR) testleri ve genetik testlerin yapıldığı görülmektedir. İşverenlerin bahse konu bedensel testleri yaptırması hem çalışanların iş faaliyetlerini denetlemeyi hem de iş sağlığı ve güvenliği mevzuatının gerekliliklerini yerine getirmeyi amaçlamaktadır.
Peki, işverenler işyerinde her çalışana periyodik veya belirsiz aralıklarla alkol ve uyuşturucu testi yaptırabilir mi? Yoksa işin niteliği gereği bazı çalışanlara mı bu testler yaptırılmalıdır? Bilindiği üzere, işyerleri tehlikeli yerlerdir. Elbette ki bazı mesleklerin fazla risk taşıması nedeniyle (şoför, forklift operatörü, güvenlik görevlisi gibi) periyodik veya belirsiz aralıklarla alkol ve uyuşturucu testi yaptırmak mümkün olabilir.
Kaldı ki, 6331 sayılı Kanun’un 28 inci maddesine aykırı olarak çalışanın işyerine sarhoş veya uyuşturucu madde almış olarak gelmesi ve işyerinde alkollü içki veya uyuşturucu kullanması haklı fesih nedeni sayılmıştır. Yargıtay’ın bir kararında da, işçinin görevi sırasında alkollü içki içmesi veya kamyon şoförünün kamyonu içkili kullanması haklı fesih nedeni sayılmıştır[1].
İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkını düzenleyen 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25 inci maddesi uyarınca da, çalışanın, işyerine alkol alarak yahut uyuşturucu madde kullanarak gelmesi ya da işyerinde alkol ve uyuşturucu madde kullanması halinde işverene iş sözleşmesini haklı nedenle derhal sona erdirme hakkı vardır. Ancak; işverenin bahse konu madde kapsamında çalışanın iş sözleşmesini haklı nedenle derhal feshedilmesi için çalışanın alkol veya uyuşturucu madde alarak işyerine geldiğini veya işyerinde bu maddeleri kullandığını tespit etmesi gerekir. Eğer ki çalışanın alkollü olarak veya uyuşturucu madde kullanarak işyerine geldiği yönünde bir şüphe varsa, işverenin alkol ve uyuşturucu testi yaptırması kaçılmaz bir durum olacaktır[2].
Bununla birlikte, özel nitelikli kişisel verilerin işlenme şartları başlıklı 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun 6 ncı maddesine göre, ilgi kişinin açık rızası olmaksızın özel nitelikli kişisel verileri işlenemez. Elbette ki alkol ve uyuşturucu testi yapılması sonucunda çalışanların sağlık verilerine erişileceğinden, özel nitelikli kişisel veriler kategorisinde yer alan bu veriler nedeniyle çalışanlardan açık rıza alınması zorunluluk arz etmektedir. Alkol ve uyuşturucu testine tabi tutulacak çalışana öncelikli olarak işbu test için hangi yöntemin kullanılacağını (kan, idrar vb.), ve bu testlerin kendisine hangi amaçla uygulandığını ve tıbbi risklerin neler olduğu veri sorumlusu işveren tarafından detaylı olarak anlatmalı ve çalışan bu konuda aydınlatmalıdır. Ayrıca işverenler tarafından çalışanlara alkol ve uyuşturucu
testleri yapılırken ölçülülük ilkesi dikkate alınmalıdır. Özellikle sadece işin mahiyeti gereği gereklilik arz eden hallerde, alkol ve uyuşturucu testi yapılması öncelenmelidir[3].
Diğer taraftan, alkol ve uyuşturucu testi yapılan çalışanın test sonuçlarına ulaşma ve test sonuçlarına itiraz etme hakkı olduğu unutulmamalıdır. Son olarak ifade etmek gerekirse; alkol ve uyuşturucu testlerinin sonuçlarının hem uzman kişiler tarafından değerlendirilmesi hem de özel nitelikli bu tür verilerin güvenli ortamlarda saklanması büyük önem arz etmektedir.
Sonuç olarak, çalışanın alkollü veya uyuşturucu madde almış olarak işyerine geldiği işverence tespit edilmişse veya bu yönde bir şüphe oluşmuşsa bu durumunda alkol ve uyuşturucu testi yaptırılabilir. Ancak, alkol ve uyuşturucu testi özellikle işin mahiyeti gereği gereklilik arz eden hallerde uygulanmalıdır. Ayrıca, işverenler çalışanlara alkol ve uyuşturucu testi yaptırmadan önce çalışanlar bu testin yöntemi, kapsamı ve amacı konusunda kişisel verilerin korunması kapsamında aydınlatılmalı ve akabinde açık rıza alındıktan sonra alkol ve uyuşturucu testi yaptırılmalıdır.
Lütfi İNCİROĞLU
[1] Y9HD.9.10.2006 T., E. 2006/18364 K. 2006/26051 Legalbank.
[2] YURTERİ ÇETİN, Derya; 6698 Sayılı Kişisel Verileri Koruma Kanunu Kapsamında Çalışanlara ve Çalışan Adaylarına Yapılabilecek Testler, Kişisel Verileri Koruma Dergisi,C.4.S.1 2022.
Satınalma Dergisi Editörü – Prof. Dr. Murat ERDAL editor@SatinalmaDergisi.com
Prof. Dr. Murat Erdal ile sektör sohbetlerinde konuğumuz, İstanbul Teknokent Genel Müdürü Sn. Muhammed Kasapoğlu
Muhammed bey, sizinle geniş bir alanı konuşacağız.
Teknokentler, girişimci dünyası ve iş yaşamına etkileri…
Fakat onun öncesinde kısaca kendisini tanıyalım.
Muhammed Kasapoğlu kimdir?
1982’de İstanbul Fatih’te dünyaya geldim. Lisans ve Yüksek Lisans eğitimimi Kimya Bölümünde tamamladım. Yıldız Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümünde doktora öğrenimime devam etmekteyim. 2005 – 2014 yılları arasında çeşitli ilaç şirketlerinde Ar-Ge yöneticisi olarak görev aldım. 2014 – 2021 yılları arasında Yıldız Teknopark’ta çeşitli pozisyonlarda görev yaptım. Özellikle 2019 sonrasında Teknoloji Transfer Ofisi Müdürlüğü görevini yürüttüm. Teknoloji Transfer Ofisi tecrübesi sırasında, Ar-Ge ve bilgiden katma değer elde edilmesi sürecinde, akademik çıktılara ve girişimcilere yönelik ticarileştirme mekanizmaları üzerinde çalışma fırsatı buldum. Ekim 2021 tarihinden beri Entertech İstanbul Teknokent A.Ş. Genel Müdürü olarak görevimi sürdürmekteyim. Uzun yıllar boyunca edindiğin Ar-Ge temelli çalışma kültürümü, Teknokent tecrübelerimi ve teknoloji transfer mekanizmalarına dair bakış açımı Entertech’in yeni hedefleri ve gelişimi için kullanmak istiyorum.
İstanbul Teknokent ENTERTECH her geçen gün büyüyor. Üzerine ekleyerek ilerliyor. Bölgesinde tam bir cazibe merkezi. İstanbul Teknokent ENTERTECH’in geldiği son noktayı açıklar mısınız ?
Entertech İstanbul Teknokent olarak gelecek vizyonumuzu “sosyal ve teknolojik etki odaklı sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen ve küresel çapta geleceği şekillendiren bir inovasyon ekosistemi oluşturmak” olarak tanımlıyor ve bu bağlamda hedefler koyarak ilerliyoruz. Entertech bugün, yaklaşık 14.000 m2 kiralanabilir alanda 120’nin üzerinde teknoloji firması barındırmaktadır. Bu firmalarımızın yaklaşık 45 tanesi start-up olarak tanımlayabileceğimiz girişim firmalarıdır. Firmalarımıza sadece fiziksel alan sağlamakla kalmayıp Teknokent’te ve Üniversitelerde ortaya çıkan bilginin ekonomik değere dönüştürülmesine dair TRL geliştirme, prototipleştirme, projelendirme, şirketleşme, ürünleştirme, ticarileştirme ve ticarileştirme sonrası finansal yönetim, gelir paylaşımı, yatırım bulma ve yatırım alma gibi süreçlere de rehberlik etmekteyiz.
Ayrıca, girişimcilerimizi yatırımcılara buluşturduğumuz çeşitli etkinlikler düzenlemekteyiz. Böylece hem yatırımcıların girişim firmalarımızı yakından tanımasını sağlıyor hem de girişimcilerimizi olası bir yatırım turuna her daim hazır tutuyoruz. Entertech olarak önemli farklarımızdan biri girişimlerimiz için finansal ve yönetsel sürdürülebilirlik programları uyguluyoruz. Girişimciler genel olarak faaliyet gösterdikleri teknik alanın uzmanı kişiler. Ancak şirket yönetmek, finansal okuryazarlık, organizasyon, pazarlama ve yatırım süreçleri gibi konularda desteğe ihtiyaç duyabiliyorlar. Biz de bu bağlamda, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi ile birlikte hazırladığımız Finansal ve Yönetsel Sürdürülebilirlik Geliştirme eğitimlerine düzenli aralıklar ile girişimcilerimizi dahil ediyoruz.
Muhammed Bey, teknokentler kurulmaya başladıkları zamandan bu yana projesi olan insanlar için ümit oldu. Bir kanal oldu. Siz ülkemizde teknokentlerin gelişimini girişimciler, üniversiteler ve firmalar açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Teknokentler Ar-Ge projeleri olan ve Ar-Ge projelerinde sürdürülebilirliği sağlayan firmalar için önemli istisnalar ve vergi muafiyetleri sağlamaktadır. Böylece devletimiz, Teknokent’te bulunan firmaların Ar-Ge’ye ayrılan bütçelerinin mümkün olduğu kadar kesintisiz kalmasını sağlamıştır. Bunun yanı sıra Teknokentler, Ar-Ge kültürünü ve birlikte iş yapma alışkanlıklarını geliştiren platformlar olarak ülkemiz inovasyon ekosistemine önemli katkılar sunmaktadır.
Girişimcilik milletimizin genlerinde olan bir kavram. Hatırlarsanız, eskiden de kafe açmak, butik otel açmak, ticarete atılmak gibi hayalleri olan maaşlı çalışanlara rastlardınız. Günümüzde teknolojinin gelişmesi ve bilgiye ulaşma hızının artması ile birlikte iş fikirlerinin yapılabilirliği kolaylaştı. Bu bağlamda, Ar-Ge projesi olanlar için yapılabilirlikten ziyade kaynak arayışı ortaya çıktı. Bu bağlamda Türkiye, teknokentlerin gelişimi ve devletimizin sağladığı imkanlar sayesinde, özellikle teknoloji girişimleri için bir cennet haline geldi.
Tematik teknokent yapıları da var sanırım. Sosyal temalı.
Tematik teknokentlerin değerli olduğunu düşünüyorum. Ancak Ar-Ge bir sorun çözme işidir. Ayrıca günümüzde teknik problemler genellikle çoklu-disiplinli yapılarla çözülebilmektedir. Bu nedenle, temalar belirlenirken ve bu temalara göre firma kabulü yapılırken çeşitlilik de gözden kaçırılmamalıdır. Örneğin, yazılım artık tüm sektörlerin içine girmiş bir haldedir. Kendisi bir sektör olmaktan ziyade tüm sektörler için hızlandırıcı ve kolaylaştırıcı bir yapı haline gelmiştir. Bu bağlamda, tematik teknokentleri de oluştururken gelişen teknolojinin nereye gittiği çok iyi tetkik edilmelidir.
Sosyal tema kavramına ise daha temkinli yaklaşmak gerektiğine inanıyorum. Öncelikle kabul etmek gerekir ki; girişim ve Ar-Ge, para kazanma odaklı kavramlar değildir. Her başarılı girişimcinin odağında insanların hayatlarını değiştirmek, onlara bir fayda sağlamak veya çözülemeyen en az bir problemi çözmek bulunmaktadır. Bu nedenle, doğal olarak, her girişimin sosyal bir faydası olmalıdır. Sosyal faydadan ne kastettiğimize bağlı olarak tanım değişmektedir. İnsanların hayatlarını zorlaştıran önemli bir sorunu teknoloji ile çözmek de istihdam oluşturmak da sosyal fayda olarak tanımlanabilir.
Ama burada dikkat edilmesi gereken konu girişim kavramı ile sosyal temayı nasıl eşleştirdiğimizdir. Her sosyal çaba girişim olarak adlandırılamayabilir. Çünkü gelir modeli olmayan, ticari sürdürülebilirlik ve ölçeklenebilirlik planı olmayan çabaya girişim diyemiyoruz. Girişimcilik en nihayetinde ticari bir konudur. Bu bağlamda, sosyal girişim kavramından ziyade girişimin etkisi ve etki alanı açısından bakmak gerekmektedir.
Teknokentlerin esas katkısını dünya ile rekabet edebilirlik açısından ülke ekonomisinde oluşturduğu katma değer olarak anlıyoruz. Yenilikçi bir uygulamanın gerçekleştirilmesi, dünyada pahalı olan bir ürünün ikamesi, yerlileştirilmesi gibi sayısız yararlar var. Biraz genel ekonomiye katkılar üzerinde duralım.
İletişim teknolojilerinin gelişimi ile birlikte, tüm dünyada bilginin ekonomik değeri önemli şekilde artmıştır. Günümüzde bilgi ekonomisinin ağırlığı hissedilmektedir. Bilgi artık bir hammadde olarak değerlendirilmektedir. Teknokentlerde yapılan Ar-Ge çalışmalarından elde edilen teknolojiler, bu bilgi ekonomisi düzeninde ülkemizin ayakta kalması için oldukça önemlidir. Sadece üretmek değil, bir ürünün nasıl daha iyi üretileceğini bilmek, yeni bir üretim yöntemi geliştirmek gibi kavramlar da ekonomik değer olarak karşılık bulmaktadır. Bilgi, tabiri caiz ise; yükte hafif pahada ağır bir ticari kavram olarak görülmektedir.
Çok önemli teknoloji yatırımları ve projeler var. Fakat ticarileşme konusunda sıkıntılar var. Önce teknoloji yani ürün mü? Yoksa önce satış odaklılık ve müşteri mi?
Aslında birinci öncelik ekip. Ar-Ge ekibi veya girişimci grubu fark etmez, beşerî ve ilişkisel sermaye çok önemli. Özellikle ticari başarı, güven ile birlikte gelmektedir. Çok basit bir şekilde baktığımızda, kişisel olarak güvenmediğimiz bir markanın ürününü kolay kolay satın almayız. Yanlış bir algı var; çok iyi bir ürün veya yöntem ortaya koyalım, zaten o kendini satar. Ancak gerçek dünyada bu teori büyük çoğunlukla geçerli olmuyor. Çok önemli bir teknolojik ürün elde etsek bile bu ürün kendi kendini satamıyor, kendi kendine ticarileşemiyor. Arkasında güvenilir bir ekibin, güvenilir bir markanın olduğunu göstermek gerekiyor. Bunun yanında, pazarın ihtiyaçlarını ve müşterinin isteklerini doğru analiz etmiş olmak da önemli. Bazı sektörlerde, çok üst kalite, mükemmel bir ürün yapmak bile ticari başarı için yeterli olmuyor. Mükemmel ürüne rağmen ticari başarısızlığın, o sektöre dair pazarın alışkanlıkları, pazarın maddi büyüklüğü, müşteri segmenti gibi nedenleri olabiliyor. Bu bağlamda, mükemmel bir teknolojik ürün geliştirmek ile ticari başarı arasında birebir doğru orantı yok. Özellikle Ar-Ge yapan ekiplerin ve girişimcilerin, sürekli olarak pazar paydaşları ve müşteriler ile diyalog halinde olması gerekiyor. Girişimci çözdüğü soruna pazarı inandırmalı ve bu sorunu en optimum şekilde kendisinin çözdüğünü müşteriye göstermelidir. Mükemmel demiyorum dikkat ederseniz. Ürün – Pazar uyumu maliyet, basitlik, kolay uygulanabilirlik, müşteri alışkanlıkları, müşteriye kazandırılan statü gibi kavramlar ile mümkün olmaktadır. Girişimcilerimiz, bazen mükemmele ulaşmaya çalışırken pazarın güncel ihtiyacını çözebilecek ürünleri piyasaya sürmeyip geç kalabiliyor. Pazarı başkalarına kaptırabiliyor.
Firmaların pazarlama bütçeleri kısıtlı. Saha satış tecrübesi ise yok denecek kadar az. Kurumsal pazar tecrübesi zayıf firmaların bu alanda başarı gösterebilmeleri hayli zahmetli oluyor. Ne yazık ki, bir çoğu “ölüm vadisini” geçemiyor. Firmalara neler önerirsiniz?
Girişimciler için pazarlama bütçelerinin yeterli düzeyde olması zaten beklenemez. Ancak girişimciler için düşük bütçeli pazarlama ve müşteriye ulaşma, özellikle sosyal medyanın kullanımı ile bir nebze daha kolay mümkün olabilir. Bu bağlamda, sosyal medya mecralarının iyi değerlendirilmesi önemli.
Ayrıca yukarıda da belirttiğim gibi, girişimciler, ürün geliştirme sırasında, sürekli olarak pazar paydaşları ve müşteriler ile diyalog halinde olmalıdır. Çözdükleri soruna pazarı inandırmalıdır. Bu tip bir pazar araştırması için de çok büyük bütçeler gerekmiyor. Ürünü veya prototiplerini kullanan bir odak gruba sorulacak kısa sorular ile müşterin üründen beklentileri saptanabilir. Bu odak grup, gerekli çeşitliliğin sağlanacağı aile, arkadaşlar, tanıdıklar vb. olabilir. Bir girişim firmasından zaten kimse kurumsal yapıda büyük bir pazarlama projesi yürütmesini beklemiyor. Sektörel toplantılara katılmak ve bu toplantılarda fırsat buldukça ürününü pazar paydaşlarına tanıtmak da düşük bütçeli bir pazarlama faaliyeti olarak görülebilir. Ayrıca Entertech olarak biz de girişimcilerimizin iletişim ve pazarlama faaliyetlerine destek olan bazı yapıları ortaya koyuyoruz. Bunlardan biri Entertech Kuluçka sosyal medya hesapları. LinkedIn ve Twitter’da bulunan bu hesaplardan, girişimcilerimizin ürünlerine dair eğlenceli videolar paylaşıyoruz. Ayrıca bu hesapları takip eden yatırımcılar, sanayiciler ve müşteriler, ilgi duydukları ürünlerin gelişimleri hakkında düzenli bilgi alabiliyorlar.
Üniversite öğrencileri hiç olmadığı kadar ataklar. Farklı programlardan öğrenciler bir araya gelerek meydan okuyorlar. Deneyim kazanıyorlar. Çeşitli programlar var. Bireysel Genç Girişimciler (BİGG) ve diğerleri.
Günümüzde teknolojinin gelişimi ve bilgiye ulaşma hızının artmasıyla, iş fikirlerinin yapılabilirliği kolaylaştı. Bu nedenle girişimcilik son dönemde bu kadar revaçta. Girişimciliğin son dönemde etkisinin artması, sosyoekonomik bir tabana da dayanıyor. Üniversite öğrencileri, doğru bir ekip ve çözüm getiren bir iş fikri ile teknokentlerde hızlı bir şekilde şirketleşip pazara çıkabiliyorlar. Gençler burada, ne yapacağını, nasıl yapacağını, kiminle yapacağını ve ne zaman yapacağını seçme konusunda kendilerini özgür hissediyorlar. Derinlemesine baktığımız zaman, bu sınırsız bir özgürlük olmasa da kurumsal hayattakine nazaran önemli bir özgürlük. Ayrıca tabii ki devletimizin sunduğu imkanları da göz ardı etmemek gerekiyor. TÜBİTAK BİGG programı şirketleşme öncesi iş fikirlerine, şirketleşme için can suyu sayılabilecek geri ödemesiz bir destek (2022’de bu rakam 450.000 TL) veriyor. Bunun yanı sıra TÜBİTAK‘ın diğer destekleri ve KOSGEB Girişimcilik Destek Programları girişimcileri cesaretlendirmek adına önemli bir etki oluşturuyor.
Son olarak genç girişimci adaylarına rehberlik edebilecek önerileriniz nelerdir?
Her girişimin ve girişimcinin yapısı birbirinden farklı olduğu için burada klişe sayılabilecek önerilerden uzak durmak istiyorum. Sadece şunu söylemek istiyorum. Yukarıda bazı destek ve hibe programlarından bahsettik. Girişimcilere tavsiyem iş fikrinizi, bu programlara başvuru yaparken yazdığınız projeler ile ve bu programlardan elde edeceğiniz hibeler ile kısıtlamayın. İş fikriniz her zaman projelerden büyük olsun. Bu projeleri, iş fikrinizin gelişimine destek olan basamaklar olarak görün. İkincisi ve daha önemlisi, bir girişimci olarak tek bir iş fikrine bağlı kalmadan, girişiminizin nasıl büyüyeceğini ve sürdürülebilir olacağını planlamalısınız. Tabiri caiz ise, girişimci olarak iş fikrinizden büyük olmalısınız.
Sertifikasyon ve Ölçüm Hizmetleri için E-Mağazadan Teklif Alın
Uluslararası REC Standartı (I-REC), International REC Standard Foundation tarafından dünyanın herhangi bir ülkesinde yenilenebilir kaynaklardan üretilen enerjinin kaynağını izlemek ve tüketimini kanıtlamak için oluşturulmuş uluslararası bir standarttır.
Şirketler, süreçlerinden, ürün ve hizmetlerinden kaynaklı su ayak izini ISO 14046’da yer alan ilkelere göre hesaplayabilmektedir. Bu hesabın doğruluğunun ve güvenirliğinin teyit edilmesi ise ancak su ayak izi doğrulaması ile mümkündür. ISO 14046, bunun için de kuruluşların yapması gerekenleri açıklamaktadır.
ISO 14067 karbon ayak izi belgesi, yaşam döngüsü boyunca neden olduğu sera gazı emisyon miktarı doğrulanan ürünlere verilmektedir. Şirketler, ürünlerinin hammadde olarak çıkarılmasından ömrünü tamamladıktan sonra atık hale gelmesine kadar tüm süreçleri kapsayacak şekilde karbon ayak izi hesaplaması yapabilmektedir. Bunun için ISO 14067 standardı kullanılmaktadır.
Küresel ticaret ortamında dünyanın farklı yörelerindeki ithalatçılar, ihracatçılar, konuştukları dilleri, örf, adet ve coğrafi konumları farklılık göstermektedir. BU farklılıklar çerçevesinde ithalatçı mal alır, ihracatçı ise malını satar. En önemli unsur ithalatçılar ve ihracatçılar birbirlerine güven etmek zorundadır. Ya da güven duyamıyorlarsa farklı bir kişinin güvenini arkalarına almak durumundadırlar. Güvenin olmadığı yerde ticaretin de olmayacağını bilen ithalatçı ve ihracatçıların güvendikleri kurum ise bankalardır.
İthalatçı ve ihracatçıya bir güven veren bankalar adeta dış ticaretin ayrılmaz bir parçası konumundadırlar. Birbirlerini hiç görmemiş, farklı dilleri konuşan ithalatçı ve ihracatçılarda güven duyabilecekleri kurum kuşkusuz ki bankalar olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bu yüzden bankaların taraflara verdikleri hizmetlerde doğru bilgi, güven ilk sıradadır. Bilhassa bankaların müşterine karşı hata yapmaması gereklidir.
BANKALARIN HATA YAPMA LÜKSÜ YOKTUR
Bankalar müşterilerine verdikleri hizmetlerde, müşterilerini yanıltacak hatalı bilgi vermemeleri gereklidir. Zira dış ticaret tacirleri global piyasalarda kendilerine duydukları güvenden daha fazlasını bankalarına duyarlar. Bankanın yapmış olabileceği bir hata veya müşterisine vereceği hatalı bilgi, müşterinin ciddi kayıplarına neden olur.
Her zaman söylediğim bir söz vardır; Dış ticaret işleminde bankalar ithalatçı ve ihracatçı arasında güven verem kurumdur. Bankalar olmaz ise dış ticaretin olmasından pek söz edilemez. Bankalar hem ithalatçıya, hem de ihracatçıya güven verdiği gibi dış ticaret tacirlerinin noksan veya yanlış bilgilerinin yerine en doğru bilgileri verirler. Müşterinin kendi bankasına güven duyması için, her sorduğu soruya bankasından vakit geçirmeden yanıt alması gerekir. Bankanın pazarlamacısı / müdürü müşteri ziyaretine gittiğinde, müşterinin dış ticaretin teknik konulu sohbetleri sırasında, müşterinin sorularına anında yanıt verebiliyorsa, işte o pazarlamacı veya banka müdürü müşterinin kalbini fetheder. Müşterinin, bankasına güven duyması konusunda, sorduğu sorulara doğru ve net yanıt alabilmesi, müşterinin her yönü ile bankaya bağlanması konusunda önemli adımdır. Şimdiye kadar söylediklerim olması gereken, bir bankanın ideal pazarlamacısı veya müdürünün büyük resmidir.
Günümüzde müşteriler gözüyle bankaların değerlendirilmesine hiç kulak verdiniz mi? Banka pazarlamacılarının veya müdürlerinin yetersiz bilgi birikimi ile sahaya çıktıklarında devirdikleri çamların sayısını saymakta zorlanırız. Banka pazarlamacı ve mensuplarının yetersiz bilgileri ve donanımsız olmaları, kafasında tilkiler dolaşan kurnaz dış ticaret tacirleri için kaçırılmayacak birer fırsat haline gelmektedir.
BİLGİ NOKSANLIĞI BANKACILARIN KABUL EDİLEMEZ BİR HATASIDIR.
Sahaya çıkan banka pazarlamacısı veya müdürü, verdikleri doğru bilgiler sayesinde müşteriler nezdinde güvenlerini devam ettirirler. Verdikleri doğru bilgiler sayesinde güçlü konumda olabilirler. Sürekli hata yapan, verdikleri bilgilerle müşterisini yanıltan bir bankacının güvenli ve saygınlığından söz edilemez.
21.yüzyıl itibariyle dünya ticaretinin hızla arttığı, küreselleşme olgusunun önem kazandığı bir dünyada, ulusların rekabet avantajının önemli bir sorun olduğu bilinmektedir. Unutulmamalıdır ki; bir ülkenin dünya devleti olması, o ülkedeki işletmelerin dünya markası olmasına bağlıdır. Ülke olarak birim ihracat maliyetimizi yükseltmemiz şart. Çünkü cari açık ile değil cari fazla ile kalkınabiliriz. Bunun için de katma değeri yüksek ürünler ihraç etmeliyiz. Bu da iki şekilde mümkün olabilir; ya bir buluş/yenilik yapacağız ya da markalaşacağız.
Marka; dünyaya bakış açımızı ifade etmektedir. Hem kendi kimliğimiz hem de olmak istediğimiz kimliğimizi temsil ettiği için hayatlarımızda önemli bir yere sahiptir. Marka, müşterinin zihnindeki algılar ve deneyimler bütününü ifade eden soyut bir kavram iken; ürün, fabrikada üretilen, montaj hattından çıkan somut bir kavramdır. Ürünü satın almamızı sağlayan ya da bir ürünü diğerlerinden ayırarak öne çıkmasını sağlayan şey “marka”dır. Ancak marka sanıldığının aksine logo ve isimden çok daha fazlasıdır. Markayı marka yapan unsurlar; marka konumu, marka imajı, markanın kimliği ve dolayısıyla marka yönetimi ve de marka stratejileridir. Zaman içinde üretim anlayışından müşteri merkezli pazarlama anlayışına geçildiği için şirketler marka konumunu içten dışa doğru değil, dıştan içe doğru yapmalıdır. Peki markanın tüketici zihnindeki konumu, gerçekten de markanın hedeflediği/olmak istediği konum mu? İşte bu kritik öneme sahip bir soru. Amazon’un kurucusu ve CEO’su Jeff Bezos’un da dediği gibi “marka siz odadan çıktıktan sonra sizin hakkınızda konuşulanlardır.”. Markamıza ve hedeflerimize tüketicinin gözünden bakmalıyız. Zira markanın sahibi hedef kitlenizdir.
Ülke açısından ise; markalar, temelinde tüketiciyi hedef alan ve stratejik anlamda gücü temsil eden varlıklar olarak menşei ülke imajına katkı sağlarlar. Markaya yönelik algı, ülkeye bakış açımızı da etkilemektedir. Bu sebeple hem iç hem de dış pazarda “Türkiye değerlidir, Türk markası değerlidir” bilincinin oluşturulması gereklidir. Bu da ancak “kalite, değer, güven ve müşteri memnuniyeti”nin sağlanması ile mümkündür. Uygun teknolojik altyapıya sahip olmak ve katma değerli ürünler üreterek kalite imajını yansıtmak son derece önemlidir.
Her şeyin markalaşma olduğu günümüz dünyasında, marka değilseniz bir hiçsiniz ve bu noktada tek silahınız düşük fiyat olabilir. Ancak, değer yaratan, değere dayalı pazarlama anlayışını benimseyen markalara baktığımızda dünya ticaretinde nasıl fark yarattıklarını görebiliyoruz. Türkiye açısından dünyadaki konumumuzu ve payımızı; ülkemizin etkin teknoloji kullanarak katma değeri yüksek ürünlerin ihracına yönelmesi, ihracatta kendi içerisinde sektörel ve bölgesel çeşitlilik yaratması, sürekli ve istikrarlı ihracat artışına ulaşması açısından sorgulamalı ve ihracatta bu noktalarda gelişmeye odaklanmalıyız. İhracatı rakamla değil değerle ele almalıyız ve ciro içindeki net kârı büyüten bir pazarlama anlayışına geçmeliyiz, ki bu da ancak güçlü markalarla mümkün olabilmektedir. O halde “Yarın artık bugündür” diyerek markalarımızı küresel dünya sıralamasında daha üst sıralara çıkarmalı, global markalarımızın sayılarını artırmalıyız. “İyi de nasıl?” dediğinizi duyar gibiyim. Cevabı basit: Turquality.
Turquality, dünya çapında markalar oluşturmak isteyen şirketlere destek olmak için oluşturulmuş dünyanın devlet destekli ilk ve tek markalaşma programıdır. Günümüzde gittikçe ağırlaşan rekabet koşulları ve değişen tüketim kalıpları uluslararası arenada yer almak isteyen şirketleri daha fazla katma değer ve daha fazla pazar payı anlamına gelen güçlü markalar yaratmaya teşvik etmek amacıyla Ticaret Bakanlığı bünyesinde kurulmuş bir yatırım destek tanıtım ajansıdır. Çeşitli dillerde destek hizmeti vermesinin yanı sıra Turquality’nin ana konuları; marka performansı, finansal performans, tedarik zinciri yönetimi, müşteri yönetimi, insan kaynakları yönetimi, stratejik yönetim ve bilişimdir. Bu konularda destek alabilirsiniz.
Pazarlama stratejilerinin desteklenebilmesi için gerek marka yönetimi gerekse de pazarlama yönetiminde uzmanlaşma ve uzman kadrolarla çalışılması önemli olmakla birlikte, güçlü bir markanın, güçlü bir pazarlama kadrosu ile yaratılabildiği unutulmamalıdır. Birçok işletmenin değer maksimizasyonundan ziyade kâr maksimizasyonuna odaklandığını ve sadece an’ı yaşayan bu işletmelerin pazarda büyüyemediğini görmekteyiz. Önemli olan şey sürdürülebilirliktir; yani yüksek pazar payı, sürekli büyüme ve sürekli kârlılık. Bu da güçlü bir marka ile mümkündür. Bu sayede, fiyat ne kadar yüksek olursa olsun talep artmaya devam etmektedir. Bu noktada önemli olan bir diğer unsur ise; müşterilerin beklentileri ile marka vaadinin örtüşüp örtüşmediğidir. İşletmeler, süreklilik sağlayabilirse müşterinin güvenini ve dolayısıyla ilişkinin devamlılığını da sağlayabilmektedir. Bu da post modern pazarlama anlayışının bir getirisi olan ilişkisel pazarlamayı öne çıkarmaktadır. Bu anlayışa göre; markayı kullanan tüketicileri birer marka elçisi haline getirmek önemlidir. Bunun için ise tüketicinin sırasıyla; markayı fark etmesi, denemeye değer bulması, bu deneyimden memnun kalması ve markayı devamlı satın alması aşamalarından sonra; tüketici, her yerde markayı savunan, markanın yeniliklerini yayan ve markanın misyonerliğini üstelenerek marka topluluğu oluşturmaya da büyük katkı sağlayan “marka elçisi” ya da bir diğer deyişle “marka savunucusu” haline gelmektedir. Bunu başarabilen markalar, rekabette de büyük bir avantaj sağlamaktadır.