Mars Koç Burcunda

Betül ERDEM

Astrolog & Yazar

Mars gezegeni kendi yöneticisi olduğu burca yani Koç burcuna geçiş yaptı, 5 Temmuz’a kadar Koç burcunda ki hareketine devam edecek. Mars gezegeni harekete geçme enerjimizi, cesareti, girişkenliği, saldırıyı, savunmayı, cinselliği, kazaları ve ölümü temsil eder.

Mars Koç’ta iken enerjimizi en çok kendimize harcayabiliriz. Yeni girişimlerde bulunabiliriz. Hedeflerimizi belirlemekte ve harekete geçmekte son derece cesur olabiliriz. Tek başımıza hareket etmekten oldukça keyif alabiliriz. Yalnız burada hevesimizin hemen kaçmaması için kararlılığımızı da elden bırakmamız gerekiyor. Zaman zaman kendi isteklerimizin olması konusunda ısrarcı olabilir ve bencilce davranışlar sergileyebiliriz. İlişkilerde biraz daha iddialı ve rekabetçi olabilir ve dürtüsel davranabiliriz.

Fakat özel hayatımızda biraz daha dikkatli olmakta fayda var. Sabırsız davranışlar da bulunabilir, isteklerimiz olmayınca da kolaca öfkelenilir, gereksiz yere tartışmalar içine girebiliriz. Fiziksel görünümümüz ve genel sağlığımızda oldukça önem kazanacak. Spora başlayabiliriz, fiziksel açıdan daha fit olmak için gerekli motivasyona sahip olabiliriz.

Kazalara karşı da dikkatli olmalı ve trafikte acele etmemeliyiz. Sağlık açısından ise baş ağırları, yaralanma, ateş, kan ve kas hastalıkları görülebilir. İntihar gibi olaylar gündemi meşgul edebilir.

Mundan astrolojide yangınlar, aktif volkanlar, siyasi mağdurlar, kuraklık, güneş patlamaları, rekabet ve mücadeleye dayalı sporlar, sporcular, liderler, itfaiyeciler ve savaşı ön plana çıkabilir.

Tercihlerde Benzerlik

Dr. Öğr. Üyesi Gözde MERT

Nişantaşı Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi

İşletme Bölüm Başkanı & Gözde Araştırma Şirketi Kurucusu

“Bir ülkedeki kişi başına gelir düzeyi, o ülkedeki tüketicilerin zevk ve tercihlerinin belirleyicisidir.” Steffan B. Linder

Tercihlerde Benzerlik Teorisi, 1961’de Steffan B. Linder tarafından ortaya konulmuştur. Linder, Faktör Donatımı Teorisi’nin, doğal kaynaklar gibi ilkel ürünler ticaretini açıklayabilmesine rağmen, sanayi malı ticaretini açıklamada yetersiz olduğunu belirterek, Tercihlerde Benzerlik Teorisini ileri sürmüştür. Teori, sanayi malı ticaretinin, benzer gelir düzeyleri ve tercihlere sahip devletler arasında ortaya çıktığına dayanmaktadır. Bu bağlamda, talep yönlü bir nitelik taşıyan Tercihlerde Benzerlik Teorisi arz yönlü Faktör Donatımı Teorisi’nden önemli bir farklılık göstermektedir.

Linder’e göre; bir malın ihracı, öncelikle yurt içi piyasa talebinin olmasına bağlıdır. Bu talep, temsili talep olarak tanımlanır. Yerli üreticiler, başlangıçta iç piyasada kârlı buldukları malları üretir. İç piyasanın doyması ile ihracat arayışlarına girerler. Bu aşamada ihracat başlar ve diğer ülkelerin piyasalarına doğru yayılır. Linder’e göre gerek ihraç malları gerekse ithal mallarının ana belirleyicisi, yurt içi taleptir. Potansiyel ticaretin, gerçekleşen ticarete dönüşmesi sürecinde, üreticilerin piyasaya girmeleri önemlidir. Uzaklık, taşıma giderleri gibi unsurlar ile gümrük, kotalar gibi kısıtlamalar, gerçekleşen ticaret seviyesini belirler.

Linder’e göre; gelir düzeyleri benzer ülkelerin, endüstri içi ticareti, birbirleri ile yapacaklarını önermektedir. Üretici, mal üretirken, dış talebe bakmadan yurt içi talebi dikkate almaktadır. Endüstri içi ticaret emek yoğunluğunun azlığı nedeniyle tasarruf sağlayan yöntemlerle üretilen karmaşık ve pahalı nihai ürünler yanında yarı-iletkenler vb. malların ticaretinden oluşur. Fert başına gelir, talebe etki eden faktörlerin başında yer almaktadır.

Linder, benzer gelir düzeylerine sahip devletlerin aynı malları tükettikleri ve benzer ürünlerin ticaretini yaptıkları için aralarında ticaretin fazla olacağını ifade etmektedir. Linder’in bu görüşü; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde, ticaretteki hızlı artışın, gelişmiş ülkeler arasında gerçekleşmiş olmasıyla uyuşmaktadır.

Detaylı bilgiler için aşağıdaki eseri okuyabilirsiniz.

Mert, G. (2019). Uluslararası İşletmecilik Teori, Kavram ve Örnek Olaylar, Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara.

Elektronik İhaleler Zorunlu Hale Geliyor

Kamu İhale Kurumu tarafından yapılan mevzuat değişikleri ile Elektronik ihalelerin 2022 yılı Ağustos ayından itibaren başlamak üzere kademeli olarak zorunlu hale getirilmesi kararlaştırıldı.

Bu konu ile ilgili 18/5/2022 tarihli ve 31839 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan mevzuat ile Elektronik İhale Uygulama Yönetmeliği, Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliği ve Kamu İhale Genel Tebliğinde değişiklikler yapılmıştır.

Yapılan değişiklikler ile;

1- İhalelerde elektronik ihale (e-ihale) yönteminin kullanımı zorunlu hale getirilmiştir. Buna göre;

  1. 1 Ağustos 2022 tarihinden sonra, yaklaşık maliyeti 4734 sayılı Kanunun 8 inci maddesinde öngörülen eşik değerin yarısına kadar olan (mal ve hizmet alımlarında 2.002.017 TL / 3.336.704,50 TL, yapım işlerinde 73.407.984,50 TL) ve açık ihale usulü ile gerçekleştirilen ihalelerin,
  2. 3 Ekim 2022 tarihinden sonra tüm açık ihaleler ile 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (b), (c) ve (f) bentleri gereğince pazarlık usulü ile gerçekleştirilen ihalelerin,

e-ihale yöntemi ile yapılması zorunlu olacaktır. Bu zorunluluğun uygulanmasında ihalelerin ilan/duyuru tarihleri dikkate alınacaktır.

Mehmet ATASEVER

Kamu İhale Kurulu E. Üyesi/ Akademisyen

Çin’deki “baraj” Tedarik Zincirinde Sele Neden Olabilir !

Çin’in Şanghay ve Pekin şehirlerinde Covid-19 vakaları nedeniyle sokağa çıkma kısıtlamaları devam ediyor. ATF Forwarding’in Genel Müdürü Haldun Kavrar, bu şehirlerdeki üretimin durması ya da yavaşlaması nedeniyle yeni bir tedarik zinciri krizinin tetiklenebileceğini açıkladı. Kavrar, kısıtlamalar sona erdiğinde siparişlerin üretilmesinde, limanlara gönderilmesinde önemli sorunlar yaşanabileceğini, bunun baraj kapaklarının aniden açılması olarak yorumlanabileceğini belirtti.

Dünya ticaretinin kilit ülkelerinden Çin, “Sıfır Vaka” politikası kapsamında sıkı önlemler uygulamaya devam ediyor. Ülkenin en büyük ticaret şehri Şanghay’da, bir ayı aşkın süredir korona virüs önlemleri sebebiyle sokağa çıkma yasağı sıkı şekilde uygulanıyor. Başkent Pekin’de de kısıtlamalar sürüyor.

ATF Forwarding’in Genel Müdürü Haldun Kavrar, sokağa çıkma yasağı ve kısıtlamaların uygulandığı bölgelerdeki fabrikalarda üretimin durması ya da yavaşlamasının, yeni bir tedarik zinciri krizini tetikleyebileceğini açıkladı. Kavrar, bu bölgelerde sınırlı da olsa üretim yapan firmaların ise ürünlerini limanlara ulaştırmakta zorluk çektiğinin altını çizdi.

“Kısıtlamaların ne zaman sona ereceği belirsiz”

Mevcut durum sebebiyle Avrupalı ve ABD’li büyük alıcıların siparişlerinin üretilmesinde, üretilenlerin de teslimatında sorunlar yaşandığını vurgulayan Kavrar, “Bugüne kadar Çin otoriteleri, kısıtlamaların ne zaman biteceği konusunda bir açıklama yapmadığı gibi ‘Sıfır Vaka’ politikasına sadık kalacaklarının altını çizdi. Bu durum da uluslararası ticarette öngörülebilirliği zorlaştırıyor.” değerlendirmesinde bulundu.

“Baraj kapakları birden açılacak, limanlara akın olacak”

Kavrar, asıl problemin ise kısıtlamalar kaldırıldığında ortaya çıkabileceğine işaret etti. Bu şehirlerde normalleşme başladığında birikmiş üretim ve ertelenmiş tüketim nedeniyle limanlarda aşırı yığılma yaşanabileceğini belirten Kavrar, “Baraj kapakları birden açılacak ve sevk edilemeyen ürünler limanlara doğru bir sel gibi akacak. Ne mevcut konteyner stoku ne liman ne de gemi kapasiteleri bu ani baskıyı kaldıracak düzeyde değil.” diye konuştu.

“Üretim ve lojistik süreçleri önceden planlanmalı”

Kavrar, tedarik zinciri paydaşlarının bu duruma hazırlıklı olması gerektiğini dile getirdi. Üretim ve lojistik süreçlerin kesinlikle önceden planlanması çağrısında bulunan Kavrar, aksi takdirde söz konusu krizin beklenenden uzun ve sancılı sürebileceğini de sözlerine ekledi.

Kayıt Dışı İstifa

Prof. Dr. Umut Omay

Bu haftaki yazımda ilk kez 1982 yılında Höhn tarafından kavramlaştırılıp tanımlanan, Almanca literatürde de uzunca bir süreden beri tartışılmakta olan ve Türkiye’de henüz yeterince dikkat çekmemiş bulunan bir sorundan bahsetmek ve bu soruna farklı bir bakış açısıyla yaklaşmak istiyorum.

Almancada “innere kündigung” olarak belirtilen ve kelime anlamı olarak Türkçeye “içsel istifa” ya da “içsel işten ayrılma” olarak çevrilebilecek bu sorunda işgören, daha önce böyle olmamasına rağmen, zaman içerisinde inisiyatif almaktan kaçınma, olması gerekenden daha düşük performans gösterme (hatta yalnızca kovulmayacak kadar çalışma) gibi bir dizi tutum ve davranış değişikliği sergilemeye başlamaktadır (1,2). Diğer bir deyişle, işgören çeşitli nedenlerden kaynaklanan hoşnutsuzluğunun bir sonucu olarak örgüte küsüp iş ilişkisini kendi zihninde sona erdirmekte ancak bunu işverenine açık bir biçimde bildirmemekte ve iş ilişkisini görüntüde devam ettirmektedir.

Ne var ki, böylesi bir iş ilişkisinin sürdürülmesiyle birlikte yapılan işin kalitesinin düşmesi, müşteri şikâyetlerinin ve hatalı üretim ya da işlemlerin sayısının artması gibi sorunlar kaçınılmaz hale gelmektedir (3).

Bazı yazarlar sorunun örgütsel patolojiden kaynaklandığını ileri sürmektedir (4). Sorunun kaynağına ve nedenlerine ilişkin araştırmalar tek bir neden yerine bir “nedenler kümesinin” işgörenlerin bu yönde bir davranış göstermelerine yol açtığına işaret etmektedir. Dolayısıyla birden fazla olumsuz faktör belirli bir süre etkide bulunduktan sonra işgörenlerin böylesine bir tutum sergilemesine neden olmaktadır. Bu faktörlerden bazı şu şekildedir (4,5):

  • Kötü yönetim ve yetersiz liderlik,
  • Mobbing,
  • Açık olmayan ya da yetersiz yapılan görev ve hedef tanımları nedeniyle üstler, astlar ve iş arkadaşlarıyla yaşanan çatışma ve sorunlar,
  • Ortak değerlerin olmaması gibi kurumsal kültürdeki noksanlıklar,
  • Yükselme olanaklarının yetersizliği,
  • Yüksek performans baskısı,
  • Sürekli olumsuz stres yaşanması,
  • Sürekli fazla mesai yapılması yönündeki talepler,
  • Geri bildirim noksanlığı.

Kavram çalışma keyfinin yitirilmesine, motivasyon düşüklüğüne ve yapılan işe kayıtsızlaşmaya gönderme yapması nedeniyle Almanca literatürde bu tip sorunlar üzerinde çalışanlar tarafından fazlasıyla kabul görmüş ve deyim yerindeyse dile pelesenk olan bir kavram haline gelmiştir. Yine Almanca literatürde “innere kündigung” kadar yaygın olmasa da sorunu tanımlamak için “kendini emekliye ayırma” gibi kavramların da kullanıldığı görülmektedir. Kavrama yönelik çalışmalarda bu soruna ilişkin tutum ve davranışlardaki değişikliklerde duygusal, zihinsel ve davranışsal olmak üzere üç temel bileşenin bulunduğuna da dikkat çekilmektedir (6). Diğer yandan sorunun “geçici” bir durumu ifade etmediği, zaman içerisinde durağan bir nitelik kazandığı da belirtilmektedir (7).

Sorun her ne kadar gizli ve sessiz bir biçimde ortaya çıkıyor olsa da yapılan araştırmalar bir işgörenin kendi zihninde iş ilişkisini sona erdirmesine ilişkin birçok belirtinin bulunduğunu göstermektedir. Örneğin bu tip işgörenlerin işverenin ekonomik başarısına kayıtsız oldukları, isteksizce iş yaptıkları, işe gelme ve kendilerini geliştirme konusunda yine isteksiz oldukları, olumsuz ruh hali içerisinde bulundukları, sürekli herkesten ve her şeyden şikâyetçi oldukları, sıklıkla çeşitli bahanelerle işe gelmedikleri ve mesainin bitmesini sabırsızlıkla bekledikleri (8) görülmektedir. Sonuçta bu belirtileri göstermeye başlayan bir işgörenin iş ilişkisini zihninde bitirmiş olduğu, diğer bir deyişle işgören aslında kendi zihninde istifa etmesine rağmen bunu işverenine açıklamadığı kabul edilmektedir.

Bu nedenle bu duruma “kayıt dışı istifa” demek de mümkündür. Eğer istihdam ilişkisinin belirli prosedürlere uygun olarak gerçekleştirilen bir bildiriminin olmaması ya da bu prosedürlere tam olarak uyulmaması o iş ilişkisini kayıt dışı istihdam haline getiriyorsa, benzer bir durum iş ilişkisinin işgören tarafından haber verilmeksizin yalnızca kendi zihninde sona erdirilmesini de pekâlâ “kayıt dışı” hale getirebilir.

Kayıt dışı ekonomi ve buna bağlı olarak kayıt dışı istihdam kavramlarına ne yazık ki yabancı değiliz ve bu kavramlar sık sık karşımıza çıkıyor. Üstelik kayıt dışılık sorununun dünya geneline yayılmakta olduğu ve küresel nitelikli bir sorun haline geldiği de söylenebilmektedir (9, 10).

Kayıt dışı istihdamın özellikleri incelendiğinde 3 farklı biçiminin bulunduğu görülmektedir (11):

  1. Çalışmaları hiç bildirilmeyenler,
  2. Çalışmaları eksik bildirilenler,
  3. Mevzuatın kayıt dışında bıraktığı çalışanlar.

Kayıt dışı istihdamda her ne biçimde olursa olsun sonuçta istihdamın ya tamamen ya da kısmen resmi prosedürün dışında bırakıldığı bir durum söz konusudur. Dolayısıyla iş ilişkisinin kurulması ve sürdürülmesi yasal gereklilikler yerine getirilmeden gerçekleştirilmektedir. Bunun sonucunda da uygulamada çeşitli ilginç durumların ortaya çıktığı görülmektedir. Örneğin çalışmıyor görünen biri aslında çalışmakta, kısmi zamanlı çalışan biri tam zamanlı iş görmekte, daha fazla ücret alan biri asgari ücretle çalışıyor gibi gösterilmektedir.

Sonuçta eğer iş ilişkisi kayıt dışı kurulabiliyor ve kayıt dışı unsurlar çerçevesinde sürdürülebiliyorsa, iş ilişkisinin sona ermesinin de kayıt dışı olabileceği söylenebilir. Gerçekten de çalışmıyor görünen ya da göründüğünün ötesinde çalışmak durumunda kalan çalışanların var olduğunu ya da daha yüksek ücretlerin asgari ücret gibi gösterildiğini biliyorsak, çalışıyor görünen ancak yeterince çaba sarf etmeyen ya da kendisine ödenen ücrete karşılık gelen katma değeri üretmekten kaçınan çalışanların olması da şaşırtıcı gelmemelidir.

Kavramsal tartışmalar bir yana buradaki asıl sorun örgütün bazı işgörenlerinin potansiyelinden yeterince yararlanamamasıyla kendisini göstermektedir. Özellikle vasıflı işgörenler söz konusu olduğunda sorun daha da önem kazanmaktadır. Gerçekten de örgüte büyük beklentilerle kazandırılan bu işgörenlerin küstürülmesi, harcanan çabanın ve kaynakların boşa gitmesine neden olabilmektedir. Burada örgütün “kayıt dışı istifa edenleri” ve tutum değişikliğinin nedenlerini tespit edebilmesi örgütün mevcut durumu kadar geleceği açısından da önem taşımaktadır. Elbette kişisel nedenlerle bazı kişilerin çalışmaya ya da örgüte küsmeleri mümkündür. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta bu sorunun kişisel nedenlerden mi yoksa örgütün sahip olduğu bazı özelliklerden mi kaynaklandığının anlaşılmasıdır. Bu nedenle işgörenlerin tutum değişiklikleri gözlenmeli ve bunların nedenleri mutlaka araştırılmalıdır. Böylelikle örgütsel bir patoloji halinin bulunup bulunmadığının teşhisi de mümkün olabilecektir. Eğer örgütsel bir patoloji hali söz konusu ise sorun ya da sorunlar “erken teşhis” ile tespit edilebilecek ve böylelikle daha büyük ve geri dönüşü olmayan zararlar ortaya çıkmadan uygun tedavi yöntemleri ile ortadan kaldırılabilecektir.

Kaynakça

(1) “Innere Kündigung”, Çevrim içi: https://de.wikipedia.org/wiki/Innere_Kündigung, Erişim tarihi: 16.05.2022.

(2) Mai, J. (2022), “Innere Kündigung: Symptome, Ursachen, Lösungen + Test”, Çevrim içi: https://karrierebibel.de/innere-kundigung-test/, Erişim tarihi: 20.05.2022.

(3) Scheibner, N. & Hapkemeyer, J. (2013), “Innere Kündigung als Thema in der Organisationsentwicklung”, Organisationsberatung,Supervision, Coaching, 20, p. 466.

(4) Badura, B., Walter, U., & Hehlmann, T. (2010), “Problemstellungen, Ziele und Interventionsformen”, Betriebliche Gesundheitspolitik, Ed. B. Badura, U. Walter & T. Hehlmann, Springer-Verlag Berlin Heidelberg, p. 49.

(5) Mladina, A. (2018), “Innere Kündigung: Was tun gegen den schleichenden Rückzug?”, Çevrim içi: https://www.roberthalf.de/blog/innere-kuendigung-was-tun-gegen-den-schleichenden-rueckzug, Erişim tarihi: 16.05.2022.

(6) Scheibner, N., Hapkemeyer, J. & Banko, L. (2016). iga.Report 33. Engagement erhalten – innere Kündigung vermeiden. Wie steht es um das Thema innere Kündigung in der betrieblichen Praxis? Dresden: iga, p. 15.

(7) Scheibner & Hapkemeyer, ibid. p. 464.

(8) Mladina, ibid.

(9) Bozkurt, C. (2014), “Kayıtdışı Ekonominin Bir Değerlendirmesi ve Türkiye”, Gaziantep University Journal of Social Sciences, 13 (1), 41-58.

(10) Kalaycı, C. ve Kalan, E. (2017), “Türkiye’de Kayıt Dışı İstihdamla Mücadele Politikalarının Analizi”, Uluslararası Ekonomi, İşletme ve Politika Dergisi, 1 (1), 17-34.

(11) Yereli, A. B. ve Karadeniz, O. (2004), Kayıt Dışı İstihdam, Odak Yayın Evi, Ankara.

PROF. DR. UMUT OMAY – MAKALE LİSTESİ

GİRİŞİMCİLİK VE YÖNETİCİ GÜÇLENDİRME

PAZARLAMA

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

İŞ DÜNYASINDA TUTUM VE DAVRANIŞ

DİĞER KONULAR

Belirli Bir Yaşa Ulaşma, İş Sözleşmesinin Kendiliğinden Sona Erme Sebebi Olabilir mi ?

LÜTFİ İNCİROĞLU

İş ve sosyal güvenlik mevzuatında iş ilişkilerinde yaş sınırlaması ile ilgili bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu konu sadece 20 Nisan 2016 tarihinde yürürlüğe giren 6701 sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu’nda düzenlenmiştir.

6701 sayılı Kanuna göre, “Bu Kanun kapsamında cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, mezhep, felsefi ve siyasi görüş, etnik köken, servet, doğum, medeni hâl, sağlık durumu, engellilik ve yaş temellerine dayalı ayrımcılık yasaktır” (m.3/2). Aynı Kanun’un 7/1-(c) maddesinde ise, yaş temelinde farklı işlem yapılmasıyla ilgili olarak, işe kabul ve istihdam sürecinde sadece hizmetin zorunlulukları nedeniyle yaş sınırlarının belirlenmesi ve uygulanmasına izin verilmiş olup, genel olarak yaşa dayalı farklı muamele yasaklanmıştır.

Öğretide, belirli bir yaşa ulaşma ve/veya emekliliğe hak kazanma durumunda iş sözleşmesinin kendiliğinden sona ereceği hususu iş sözleşmelerinde, toplu iş sözleşmelerinde veya işyeri iç yönetmeliklerinde düzenlenmiş olsa dahi geçersiz kabul edilmektedir[1]. Çünkü belirli bir yaşa ulaşma ile iş ilişkisinin kendiliğinden sona erdiğinin kabulü, azami iş sözleşmesi kurulması anlamına gelmektedir. Oysa azami süreli iş sözleşmeleri 4857 sayılı İş Kanunu m.11/1’de yer alan belirli süreli iş sözleşmelerine getirilen sınırlamalara tabidir[2]. Nitekim, azami süreli sözleşmelerde taraflar sözleşme kurulurken sözleşmenin geçerli olacağı azami süreyi belirler ve sözleşme belirlenen sürenin dolmasıyla kendiliğinden sona erer. Sözleşmenin ne zaman sona ereceği sözleşmede belirtildiği için azami süreli sözleşmeler belirli süreli sözleşmeler gibi işlem görürler ve 4857 sayılı Kanun m.11/1’de belirli süreli sözleşmelerin kurulmasında aranan kriterler burada da aranmaktadır. Kaldı ki, belirli süreli iş sözleşmeleri objektif bir neden olmadan kurulamaz. Dolayısıyla, iş sözleşmesinin sona ermesinin belirli bir yaşa ulaşmaya bağlanması sözleşmeyi belirli kılacağından işçilerin belirli bir yaşa gelmesi veya emekliliğe hak kazanması durumunda, iş sözleşmeleri kendiliğinden sona ereceği için ihbar ve kıdem tazminatına hak kazanamayacakları gibi işsizlik ödeneği de alamazlar işe iade davası da açamazlar. Bu durumda emekliliğine hak kazanması nedeniyle iş sözleşmesini sona erdirerek kıdem tazminatı alabilecek işçilerin bu haktan mahrum edilmesi kabul edilemez[3].

Sonuç olarak, belirli bir yaşa ulaşma ve/veya emekliliğe hak kazanma iş sözleşmesini kendiliğinden sona erdirmez. Buna ilişkin bir kaydın iş sözleşmesine, toplu iş sözleşmesine ya da işyeri iç yönetmeliği’ne konulması da sonucu değiştirmez. Çünkü belirli bir yaşa ulaşma ile iş ilişkisinin kendiliğinden sona erdiğinin kabulü, azami iş sözleşmesi kurulması anlamına gelir. Oysa, azami süreli iş sözleşmeleri İş Kanunu m.11’de belirtilen sınırlamalara tabidir ve objektif bir sebep olmadan bu yönde yapılan bir düzenleme hukuka aykırı olur.

[1] TUNCAY, Can, Karar İncelmesi, ÇİD, s.1990 S.3, C.4; ÜNAL, Canan, İş Hukukunda Yeni Yaklaşımlar, İstanbul 2017.

[2] ASTARLI, Muhittin, İş Hukukunda İkale, (Bozma Sözleşmesi) , Ankara 2016.

[3] ÜNAL, Canan, İş Hukukunda Yeni Yaklaşımlar, İstanbul 2017.

Apple Tedarik Zincirini Çeşitlendirmek İstiyor

Wall Street Journal’da yayınlanan bir habere göre  Apple, Çin dışındaki üretimini artırmak istiyor, firmanın pandemi öncesinde de benzer konular üzerinde çalıştığı daha önce yayınlanmıştı.

Bu kez teknoloji devi, görünüşe göre üretim ortaklarını çeşitlendirmek istiyor. Çin’in yüz milyonlarca insanın uzun süreli kilitlenmelerine ve seyahat kısıtlamalarına yol açan katı Covid-19 protokolleriyle ilgili hayal kırıklıkları nedeniyle bazı üretim operasyonlarını Çin dışına kaydırmayı düşünüyor.

Apple, üretiminin büyük çoğunluğu (%90’dan fazlası) için uzun zamandır Çin’de faaliyet gösteriyor. Ürünlerinin küçük bir yüzdesi Hindistan ve Vietnam’da üretiliyor. Mevcut durumda her iki ülkenin de ek üretim için potansiyel varış noktaları olarak adlandırıldığını söylüyor.

Apple’ın Çin’den uzaklaşması sadece bir başlangıç olabilir

Kaynaklar doğruysa, Apple’ın Çin’den uzaklaşması diğer teknoloji şirketlerinin de dalgayı takip etmesine neden olabilir.

ABD merkezli bir ticaret birliği olan Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) son verilerine göre, Çin, yalnızca Mart ayında 17,5 milyar dolara ulaşan çıkışlarla yabancı yatırımlarda sürekli bir düşüş görüyor. Bu değişim daha önce “benzeri görülmemiş” olarak adlandırılıyor. Diğer gelişmekte olan piyasaların pandemi sırasında aynı yatırımcı tepkisini görmediği belirtiliyor.

Çin’in Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini ve devam eden savaşını kınamayı reddetmesi, yatırımcıların ve ABD şirketlerinin ülkeden uzaklaşmasının bir başka nedenidir. Siyasi analistler ayrıca, Çin’in Putin’in Ukrayna’daki savaşından Tayvan’a saldırı planlarına göre hareket etmek için cesaretlendirileceğinden korkuyorlar.

Bu arada, ülkenin “covid sıfır” stratejisini takip etmedeki rakipsiz gayreti, iç ekonomisiyle ilgili endişelere de yol açıyor. CNBC, Apple’ın yanı sıra, Starbucks, Dupont ve Estée Lauder gibi büyük firmaların hepsinin operasyonel engeller ve daha yavaş satışlar için uzun süren covid kilitlenmelerini suçladığını yazıyor. Pandemiden önce Apple, jeopolitik risklere maruz kalması nedeniyle üretiminin bir kısmını Çin dışına taşımak için de motive olmuştu.

Sert veya ani bir değişiklik beklemeyin

Çin’in ABD şirketleri için daha az çekici görünebileceği nedenlerinin kartopu listesine rağmen, bazı analistler sert veya hızlı bir değişim beklemediklerini söylüyor.

Apple, montaj merkezlerini ve ilişkilerini Çin’de inşa etmek için onlarca yıl harcadı, burada yetenekli insanlardan ve sağlam altyapıdan oluşan büyük bir havuza erişebiliyor. Ayrıca, diğer ABD merkezli firmalarda olduğu gibi, Çin’de ürün üretmek, Apple’ın Çin’in muazzam iç tüketici pazarına daha kolay erişmesini sağlıyor.

The Economist Intelligence Unit’in küresel ticaret lideri Nick Marro, kısa süre önce CNBC’ye verdiği demeçte, “Tedarik zinciri çeşitlendirmesi oldukça zordur çünkü insanlar her zaman bunun hakkında konuşurlar ve yönetim kurulu odaları bunu tartışmayı sever” şeklinde konuşarak Apple ve benzeri şirketlerin tedarik zincirlerini bir çırpıda çeşitlendirmelerinin kolay olmadığını vurguluyor.

 

İhracatın Kuralları – IV

İHRACATTA NEYİ BİLMELİYİZ ?  

Yurt dışına mal satacak, uluslararası arenada boy gösterecek ihracatçının her şeyden önce elinin güçlü olması gerekir. Elinin güçlü olması derken, pazuları iyi ve kuvvetli kastım olmadığı bilinmelidir. İhracatçımız uluslararası alış ve satış kurallarıyla birlikte satacağı malın fiyatının rekabet edebilir düzeyde olmalıdır.

Uluslararası kurallar derken; ICC – International Chamber and Commerce’nin çıkartmış olduğu kurallardan bahsediyorum. Yerine göre ihracatçımız malını vadeli satacaktır. Vadeli sattığında vadede parasını alabilecek mi? Yerine göre mal mukabili satacaktır. Mal mukabilinin ve kurallarının ihracatçımız tarafından iyi biliniyor olması gerekir.

Kuralları ne kadar bilip ne kadar bilmediğimiz şöyle dursun, ihracatçımızın karşısındaki ithalatçının niyeti oldukça önemlidir.

 

ULUSLARARASI KURALLAR

Uluslararası Odalarının hazırlayıp küresel piyasada iş yapan tüm tarafların bilgisine sunmuş olduğu kurallar vardır ki bu kuralların dış ticaretin tarafları olan;

  • İhracatçı,
  • İthalatçı,
  • İhracatçının bankası,
  • İthalatçının bankası,
  • Gemi şirketi,
  • Brokerler

tarafından bilinmeleri gereklidir.

 

ICC – INTERNATIONAL CHAMBER AND COMMERCE KURALLARI

Uluslararası Ticaret Odalarının hazırlamış olduğu ve hala kullanımda olan tüm ticaret taraflarının uymaları gereken kurallar şöyledir;

  • Uluslararası ticarette Teslim yöntemleri için INCOTERMS 2020
  • Garanti akreditifleri (standby LC) için ISP (International Standby Practices),
  • Ticari Akreditifler için “Akreditiflere İlişkin Bir Örnek Usuller ve Uygulama Kuralları” (“Uniform Customs and Practice for Documentary Credits” – “UCP 600”),
  • Tahsiller için “Vesaik Mukabili Ödeme İşlemlerine ilişkin Tahsiller İçin Bir Örnek Kurallar” (“Uniform Rules for Collections” – “URC 522”) ve
  • Garantiler/kontrgarantiler için “Garantilere İlişkin Bir Örnek Kurallar (“Uniform Rules for Demand Guarantees” – “URDG 758”) dir. ICC kuralları dünya çapında çok yaygın olarak kullanılmaktadır.

Uluslararası ticaretin kuralları olmasaydı alıcı ve satıcı arasında çeşitli ihtilaflar, ihtilaflar zaman kaybına, ihtilaflar yargı mercine intikaline ve sonucunda, para, zaman, güven kaybı olacağı ortaya çıkacaktı. ICC kurallarının dünya ticaretine katkısı büyüktür. En önemlisi dünya ticaretinde uyulması gereken kuralların ne olduğunu ortaya koyarak ticareti kolaylaştırdı. Her şeyden önce ticaretti kolaylaştırmaktadır, ihtilafların çözümüne katkıda bulunmaktadır, çoğu zaman sözleşmelerin hazırlanması aşamasında devreye girerek ihtilafların ortaya çıkmasını engellemektedir. Uluslararası ticarette yapılan sözleşmelerde ICC’nin kurallarına atıfta bulunarak ortak bir dil üzerinde anlaşma yoluna gidilmektedir. Dolayısıyla ICC’nın uluslararası ticaretle ilgili getirdiği kurallar Dünya ticareti için ortak bir lisandır.

Dünya ticaretinin ortak dili Uluslararası Ticaret Odalarının çıkartmış olduğu kurallar olduğundan, bir ihracatçı neyi bilmelidir diye bir soru aklımıza geldiğinde; kesinlikle dünya ticaretinin ortak dilinin bilinmesi gerekir derim.

REŞAT BAĞCIOĞLU

 

Ticaretle ilgili alım-satım ve danışmanlık taleplerinizi https://satinalmadergisi.com/ticaritalep/ sayfasından iletebilirsiniz.

Yöneticiler için ÖDÜLLÜ İŞ BULMACASI No:13

Yöneticiler için ÖDÜLLÜ İŞ BULMACASI No:13

Güzel bir mola verin. Zihinsel bir tazeleme için bulmaca çözün.
İş hayatı odaklı bulmaca için zaman ayırın.

Haftanın bulmacasını çözmek için 

https://satinalmadergisi.com/bulmaca13/
TIKLAYIN.

İnteraktif şekilde web sitesi üzerinde veya kağıt çıktıda (PDF) çözebilirsiniz.

Her pazartesi bir bulmaca sizi bekliyor.
Kolaylıklar dileriz. Prof. Dr. Murat ERDAL

Dünyanın en büyük nakliye hatları gökyüzüne çıkıyor

Dünyanın en büyük üç nakliye hattı, kendi kargo havayollarını geliştirmek için büyük hedeflere sahip. Maersk, Mediterranean Shipping Company (MSC) ve CMA CGM, uçak satın alıyor, hava kargo satıcılarıyla birleşiyor ve hava kargo tekliflerini genişletmek için mevcut havayollarıyla ortaklıklar kuruyor.

İki yıl boyunca yükselen nakliye karlarından sonra, firmalar pandeminin tetiklediği yüksek deniz taşımacılığı oranlarının sonsuza dek sürmeyeceğini biliyorlar. Artık nakliye fiyatları çökmeden önce karayolu taşımacılığından depolamaya, tedarik zinciri yazılım geliştirmeye kadar lojistik işinin diğer köşelerine doğru çeşitleniyorlar. Nakliye şirketleri dikey olarak entegre kargo şirketlerinin geleceğine odaklanırken, her üç nakliye hattı da karadan, denizden ve havadan tedarik zincirlerine hükmetmek için yarışıyor.

Air France-KLM ve CMA CGM hava kargoda ortak oldu

CMA CGM, hava kargo kapasitesini hızla genişletmek için Air France-KLM ile ortaklık kurdu. 18 Mayıs’ta açıklanan anlaşmanın şartlarına göre, şirketler kargo uçağı jetlerinde yer paylaşacak; CMA CGM, müşterilerinin kargoları için Air France-KLM uçaklarında yer ayırtabilir veya bunun tersi de geçerlidir. CMA CGM ayrıca Air France-KLM’nin yönetim kurulunda yer aldı ve şirkette % 9’luk bir hisse satın aldı ve CMA CGM’yi Air France-KLM’nin en büyük hissedarlarından biri haline getirdi.

CMA CGM, kargo havayolu şirketini Şubat 2021’de başlattı ve pandemi karlarının bir kısmını dört Airbus kargo jeti satın almak için kullandı. Şirket, dört Boeing 777 kargo uçağı ve dört Airbus A350 kargo uçağı sipariş ederek filosunu genişletmeye çalıştı – ancak bu uçaklar hala teslim edilmedi. Air France-KLM ile olan bağ, şirketlerin birleşik filosunu anında 10 kargo jeti içerecek şekilde genişletiyor ve sipariş üzerine bir düzine daha var.

Maersk hava kargo işini konsolide etti

Maersk, pandemi sırasında hava kargo alışveriş çılgınlığına başladı. Nakliye hattı, Boeing’den iki yeni 777 kargo uçağı satın aldı ve 15 kargo jetinden oluşan şirket içi filosunu genişletmek için kargo havayolu Hava Taşımacılığı Hizmetleri Grubu’ndan üç 767 kargo uçağı kiraladı. Ve Kasım ayında Maersk, müşterilerinin kargo uçaklarında yer ayırmasına yardımcı olan bir nakliye şirketi olan Senator International’ı satın aldı.

Maersk, Nisan ayında bu alımları Maersk Air Cargo adlı bir yan kuruluşta birleştireceğini açıkladı. Şirket yöneticileri, amaçlarının müşterilerine sattığı hava kargo alanının üçte birini taşımak için şirket içi havayolunu kullanmak ve geri kalanını diğer taşıyıcılara ve charter şirketlerine vermek olduğunu söylüyor.

MSC, ITA Airways’i hava kargosuna ilk adımı olarak mahkemeye verdi

MSC henüz bir kargo havayolu şirketi kurmadı, ancak işe girmek istiyor. Nakliye hattı, Ocak ayında sorunlu İtalyan devlet havayolu ITA Airways’in çoğunluk hissesini satın almayı teklif etti. İtalyan hükümeti, para kaybeden taşıyıcıyı Haziran ayı ortasına kadar satmak istediğini söyledi ve MSC, devralmak için 1,2 milyar dolardan fazla agresif bir teklifte bulundu. Ancak anlaşmayı kıstırmak için, Air France-KLM de dahil olmak üzere rakip teklif sahiplerini savuşturmak zorunda kalacak..

Hapag-Lloyd, hava kargosuna geçişi reddetti

Beşinci en büyük nakliye hattı olan Hapag-Lloyd’un mücadeleye katılmasını beklemeyin. CEO Rolf Habben Jansen, Şubat ayında gazetecilerle yaptığı konferans görüşmesinde, şirketinin bir havayolu şirketi işletmek için uzmanlığa sahip olmadığını gerekçe göstererek olasılığı reddetti. Ayrıca, nakliye hatlarının kargo havayollarının, yüzlerce uçağa sahip FedEx ve UPS gibi şirketlerle rekabet etmek için çok küçük olduğunu söyledi.

“Bazı taşıyıcıların dört, altı veya 10 kargo uçağı ile yaptıkları hava taşımacılığı operasyonlarının büyüklüğüne bakarsanız, bu sizi otomatik olarak büyük bir küresel kargo taşıyıcısı yapmaz. Ve bu nedenle, şüpheci olmaya devam ediyoruz, “dedi Habben Jansen.