Kalite: Sadece Bir Standart mı, Yoksa Bir Kültür mü?
“Kalite, bir hedef değil; her gün yaşanması gereken bir kültürdür.” – Doç. Dr. Gözde MERT
Kalite kavramı, günümüzde hemen hemen her sektörde karşımıza çıkan, sıklıkla önemi vurgulanan bir konu. Ancak kaliteyi yalnızca standartlar ve sertifikalar çerçevesinde ele almak, onu tam anlamıyla kavrayamamamıza neden olabilir. Peki, kalite gerçekten sadece belli kurallara ve prosedürlere uymaktan mı ibaret? Yoksa daha derin bir anlamı, bir kurum veya birey için benimsenmesi gereken bir kültür mü ifade ediyor?
Kalite Nedir?
Kalite, genellikle “bir ürün veya hizmetin belirli gereksinimleri karşılama derecesi” olarak tanımlanır. Ancak bu tanım kaliteyi oldukça dar bir çerçevede ele alır. Kalite, aslında bir organizasyonun tüm faaliyetlerine yayılan, yalnızca son ürün veya hizmette değil, iş süreçlerinin tamamında benimsenmesi gereken bir anlayıştır.
Kalitenin evrensel olarak kabul gören tanımlarından biri ISO 9001 standardına dayanır. Ancak kaliteyi sadece bir sertifika veya belirli prosedürlerin uygulanması olarak görmek, uzun vadede şirketlerin ve bireylerin gerçek anlamda fark yaratmalarını engelleyebilir.
Standartlar Yeterli mi?
ISO 9001, EFQM Mükemmellik Modeli ve Altı Sigma (Six Sigma) gibi kalite yönetim sistemleri, organizasyonların belli bir kalite düzeyine ulaşmasını sağlayan çok önemli yapılar sunar. Ancak bu sistemleri sadece yerine getirilmesi gereken birer zorunluluk olarak görmek, kalite anlayışının ruhunu kavramamış olmak anlamına gelir.
Gerçek kalite, yalnızca standartların belirlediği çizgide yürümek değil, sürekli gelişim anlayışıyla her geçen gün daha iyisini yapmaya çalışmaktır. Bir kurum, en iyi kalite sertifikalarına sahip olabilir, ancak çalışanları kalite bilinciyle hareket etmiyorsa, sürekli iyileştirme anlayışı benimsenmiyorsa, bu standartlar gerçekte anlamını yitirir.
Kalite Bir Kültür Olarak Nasıl Benimsenir?
Kalitenin bir kültür olarak benimsenmesi, bir organizasyonun DNA’sına işlenmesiyle mümkün olur. Bu noktada öne çıkan temel unsurlar şunlardır:
Liderliğin Rolü: Kalite kültürünün yerleşmesi için liderlerin bu anlayışı benimsemesi ve örnek olmaları gerekir. Yöneticilerin, yalnızca prosedürleri takip etmekle kalmayıp, kaliteyi bir vizyon olarak görmeleri kritik bir unsurdur.
Sürekli İyileştirme: Kaizen gibi yaklaşımlar, kalitenin bir defaya mahsus değil, sürekli gelişmesi gereken bir olgu olduğunu gösterir. Organizasyonların “bugün dünden daha iyi olmalıyız” anlayışıyla hareket etmesi gerekir.
Çalışan Katılımı: Kalite, yalnızca unvanında “kalite” kelimesi geçen kişilerin sorumluluğunda değildir. Tüm çalışanların kalite anlayışını benimsemesi ve kendi işlerinde en iyisini yapmaya çalışması gerekir.
Müşteri Odaklı Düşünme: Kalite, yalnızca iç süreçleri düzene sokmakla sınırlı değildir. Asıl hedef, müşterilere en iyi deneyimi sunmaktır. Müşteri geri bildirimlerine açık olmak, kaliteyi bir kültür olarak benimsemenin en önemli adımlarından biridir.
Eğitim ve Farkındalık: Kalite kültürü oluşturmak için çalışanlara yönelik sürekli eğitimler verilmesi gerekir. Kalite bilincinin oluşması, eğitimlerle ve tecrübelerle desteklenmelidir.
Kaliteyi bir kültür olarak benimseyen kurumlar, uzun vadede rakiplerinden farklılaşıyor. Apple, Toyota, Amazon gibi dünya devleri, kaliteyi yalnızca bir standart olarak değil, bir vizyon olarak ele aldıkları için öne çıkıyor. Bu anlayışı benimseyen firmalar:
Müşteri sadakati kazanıyor.
Operasyonel verimliliklerini artırıyor.
Marka değerlerini yükseltiyor.
Rekabet avantajı elde ediyor.
Çalışan memnuniyetini artırıyor.
Kalite, sadece standartlara uygunluk değil, bir zihniyet ve yaşam biçimi olarak ele alındığında gerçek anlamda fark yaratır. Sertifikalar, prosedürler ve kurallar elbette önemlidir, ancak kalitenin gerçek ruhu, onu bir kültür olarak benimsemekten geçer. Çünkü kalite, bir iş günü tamamlandığında değil, benimsenen bir anlayış olduğunda gerçek anlamda yaşar.
İşçi ve İşverenin Bildirimsiz Fesih Hakkı Sözleşmeler ile Ortadan Kaldırılabilir mi?
Lütfi İNCİROĞLU
Fesih, iş sözleşmesini derhal ya da belirli bir sürenin geçmesi ile sona erdiren, karşı tarafa yöneltilmesi gerekli tek yanlı irade açıklaması olarak tanımlanmaktadır [1]. Bildirimsiz feshin amacı, iş ilişkisinin objektif iyiniyet kurallarına göre, sürdürülmesinin mümkün olmaması halinde, taraflardan her birine sözleşmeden kurtulma imkanı sağlamaktır. Bildirimsiz feshin gerçekleşebilmesi için taraflardan birinin haklı bir nedene dayanarak karşı tarafa fesih bildiriminde bulunması gerekir. İş sözleşmesini haklı nedenle sona erdirme hakkına sahip olan taraf mutlaka haklı fesih yapmak zorunda değildir. Çünkü haklı nedenle sona erdirip erdirmeme konusunda serbesttir.
Bildirimsiz fesih hem belirli hem de belirsiz süreli iş sözleşmeleri için geçerlidir. Ancak bildirimsiz fesih sürekli iş sözleşmeleri için hüküm ifade eder. Süreksiz iş sözleşmelerinde haklı nedenle fesih 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 435 inci maddesine göre yapılabilir[2].
Fesih bildirimine yetkili olanlar ise, iş sözleşmesinin taraflarıdır. Yani işçi, işveren ve bunların yasal temsilcileridir. Başka bir anlatımla fesih bildiriminin mutlaka taraflarca yapılacağı hususunda bir hüküm bulunmadığından temsil ile ilgili genel hükümler burada da uygulama alanı bulmaktadır [3].
Yargıtay’a göre, fesih bildirimi her zaman açık bir şekilde yapılmayabilir, olayların akışından taraflardan birinin davranışı ile sözleşmeye son verildiği anlaşılabiliyorsa bu davranışın da fesih şeklinde değerlendirilmesi gerekir[4]. İşçinin hakarete uğraması üzerine işyerini terk etmesi de haklı fesih niteliğinde olup işçiye kıdem tazminatı ödenmesi gerekir[5]. Yargıtay’a göre, işçinin açık bir iradesi olmadan uzunca bir süre ücretsiz izne çıkarılması iş sözleşmesinin işveren tarafından feshi anlamına gelir[6]. Ücretsiz izni kabul etmeyen işçinin işyerini terk etmesi ise işçinin sözleşmeyi haklı feshi olarak kabul edilmelidir[7]. Yargıtay bir başka olayda işçiden tehdit ve baskı ile istifa dilekçesi alınmasını değerlendirmiş ve tehdit ve baskı sonucu işçinin elinden istifa dilekçesi alınması halinde sözleşmenin davalı işverence feshedildiğinin kabulü gerektiği sonucuna ulaşmıştır[8].
Fesih bildiriminin karşı tarafa ulaşma anından itibaren hüküm doğurması sonucu olarak, varmış olan bildirimden artık dönülemez. Fakat genel hükümlere göre, bildirim henüz ulaşmadan veya ulaşmakla birlikte karşı taraf öğrenmeden tebliğ eden bir geri alma beyanı ile bildirimden dönülebilir (TBK, m. 10). İş sözleşmesinin bildirimsiz feshini gerektirecek haklı sebepler, 4857 sayılı İş Kanunu’nda işçi ve işverenler bakımından ayrı maddeler halinde sayılmıştır (m.24-m.25). Ancak iş sözleşmesini fesih hakkı veren haklı sebepler İş Kanunu’nda sayılanlarla sınırlı değildir. Örneğin işçinin kanun dışı greve katılması, işveren açısından haklı nedenle bildirimsiz fesih sebebidir. Bununla birlikte, işverenler İş Kanunu’nda sayılan haklı nedenlerde işçi lehine değişiklik yapma hakkına sahiptir. Örneğin, ilk kez haklı feshi gerektiren bir suç işleyen işçinin iş sözleşmesini haklı nedenle feshetme yerine bir disiplin cezası öngörebilir[9].
İşverenin ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan hallere dayanarak yapacağı bildirimsiz fesih halinde, işçinin savunmasını alma zorunluluğu yoktur (İş K. m.19/2). Ayrıca, iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı nedenle fesih yetkisi disiplin kuruluna verilebilir. Bu durum işyeri iç yönetmeliği ya da bir disiplin yönetmeliği ile düzenlenebilir. Ancak haklı fesih yetkisi disiplin kuruluna verildiği taktirde kurul kararı olmaksızın fesih gerçekleştirilemez. Aksi halde haksız fesih hükümleri uygulanır[10].
Peki, işçi ve işverenin bildirimsiz fesih hakkı sözleşmeler ile ortadan kaldırılabilir mi? İşverenler, İş Kanunu’nda sayılan haklı nedenlerde işçi lehine değişiklik yapma hakkına sahip olmakla birlikte, tarafların bildirimsiz fesih hakkını sözleşmeler ile tümüyle ortadan kaldırması söz konusu değildir. Sonuç olarak, sözleşmenin tarafları haklı nedenle sözleşmeyi sona erdirip erdirmeme konusunda serbesttir. İşveren, İş Kanunu’nda sayılan haklı nedenlerde işçi lehine değişiklik yapma hakkına sahiptir. Ancak, işçi ve işveren bildirimsiz fesih hakkını sözleşmeler ile ortadan kaldıramazlar.
Lütfi İNCİROĞLU
Kaynakça:
[1] Tanımlar için bkz. TURAN, Kamil, s.125; ARASLAN ERTÜRK, Arzu, İş Sözleşmesinde Şekil, İstanbul 2017. s.269; ÇALIK, Şefik, İş Sözleşmesinin Feshi ve İş Güvencesi, İstanbul 2005, s.69.
[2] SÜMER, Haluk Hadi, İş Hukuku, 26. Baskı, Ankara 2022, s.114 vd.
Türk Müteahhitler, Yurt Dışında 28,6 Milyar Dolarlık Yeni Proje Üstlendi
Türkiye Müteahhitler Birliği (TMB) ev sahipliğinde düzenlenen “Yurt Dışı Müteahhitlik ve Teknik Müşavirlik Hizmetleri Değerlendirme Toplantısı”nda konuşan Ticaret Bakanı Prof. Dr. Ömer Bolat, Türk müteahhitlerin 2024 yılında yurt dışında 28,6 milyar dolarlık yeni proje üstlendiğini açıkladı.
Türkiye Müteahhitler Birliği Başkanı M. Erdal Eren “2024 yılı tüm dünyanın zorluklarla mücadele ettiği bir yıl olarak geride kaldı. Küresel ekonominin toparlanma sancısına savaşların neden olduğu yıkım ve dram eşlik etti. Türk müteahhitleri olarak savaştan değil, barıştan yana bir ulusun temsilcileri olmaktan gurur duyduğumuzu burada bir kez daha belirtmek isterim. Başka ülkelerin yıktığı yakın coğrafyamızdaki ülkeleri yeniden inşa etmek gibi bir görevi sorumluluk olarak kabul ediyoruz” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin en rekabetçi hizmet alanlarından olan yurt dışı müteahhitlik hizmetleri kapsamında Türk müteahhitler, küresel ekonomik ve jeopolitik zorluklara rağmen 2024 yılında 28,6 milyar dolarlık proje üstlendi.
Sektörün 2024 yılı yurt dışı performansı ve 2025 yılı vizyonu ile hedefleri, Türkiye Müteahhitler Birliği’nin (TMB) ev sahipliğinde ve Ticaret Bakanı Prof. Dr. Ömer Bolat’ın katılımıyla, TMB Başkanı M. Erdal Eren ile Türk Müşavir, Mühendisler ve Mimarlar Birliği (TürkMMMB) Başkanı İrfan Aker’in yer aldığı “Yurt Dışı Müteahhitlik ve Teknik Müşavirlik Hizmetleri Değerlendirme Toplantısı”nda ele alındı.
Önemli Pazarlardaki Sorunlara Rağmen Büyük Başarı
Toplantıda konuşan Ticaret Bakanı Prof. Dr. Bolat, Uluslararası müteahhitlik sektörünün, ülkemizin ekonomik gücünü ve uluslararası itibarını pekiştiren temel taşlardan biri olduğunu vurguladı. Türk yurt dışı inşaat sektörünün aynı zamanda ülkemizin temsilinde de kritik bir görevi ifa ettiğini kaydeden Bolat, “Türk inşaat şirketleri, uzun yıllardır yurt dışında gerçekleştirdiği projelerle dünyanın da en prestijli firmaları arasında yer almayı başarmışlardır” dedi.
Yurt dışı müteahhitlik sektörünün 2024 yılını, 28,6 milyar dolar gibi ciddi bir toplam proje değeri büyüklüğü ile kapattığını dile getiren Bakan Bolat, “Ekonomik konjonktür ve Rusya-Ukrayna çatışması gibi en önemli pazarlarımızı doğrudan etkileyen sorunlara rağmen bu proje büyüklüğünün yakalanmasını büyük bir başarı olarak görüyoruz. 2024’teki ilk 10 pazarımıza baktığımızda, Suudi Arabistan’ın birinci sıraya yerleştiğini, uzun yıllardır birinci olan Rusya’nın geriye düştüğünü, Orta Doğu’dan ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri, Irak; Afrika’dan Uganda, Gabon ve Cezayir, Avrupa’dan Polonya ve Romanya; Türk Cumhuriyetlerinden ise Kazakistan’ın sıralamada yer aldığını görüyoruz. Bölgesel olarak değerlendirme yaptığımızda, 2024 yılında proje bedelinin %44,7’sini Orta Doğu, %29,8’ini Afrika, %13,2’sini ise BDT bölgesindeki projeler oluşturmaktadır. Peşinden Avrupa, Amerika ve Asya gelmektedir. 2023 yılında ise BDT bölgesi birinci, Avrupa ise ikinci sıradaydı.” dedi.
Toplam Proje Büyüklüğü 534 Milyar Dolara Ulaştı
Bugün itibarıyla, dünyanın 137 ülkesinde 533,8 milyar doların üzerinde 12 bin 461 müteahhitlik projesinde Türk şirketlerinin tercih edildiğini kaydeden Bakan Bolat, “Uzun yıllardır ülkemiz yıllık uluslararası müteahhitlik gelirlerinden en çok pay alan ilk on ülke arasında yer almaktadır. Dünya inşaat sektörünün etkin yayınlarından biri olan ENR (Engineering News-Record) Dergisi’nin 2024 yılındaki listesinde ülkemiz, müteahhitlik şirketi sayısına göre 43 firma ile Çin’den sonra ikinci sırada gelmektedir. Uluslararası gelirlere göre ise 8. sırada bulunmaktadır. Sektörün uluslararası arenada eriştiği seviye bizleri gururlandırıyor.” dedi.
Teknik Müşavirlikte 194,2 Milyon Dolar Yıllık Proje Değerine Erişildi
Bakan Bolat, teknik müşavirlik sektörü ile ilgili de açıklamalarda bulunarak, şunları söyledi: “2024 yıl sonu itibariyle, geçmişten günümüze toplam teknik müşavirlik proje değeri 138 farklı ülkede yaklaşık 3,46 milyar dolara; proje adedi 2.993’e ulaşmıştır. 2024 yılında küresel olumsuzlukların etkisinin sektörün üzerinde hissedildiğini gözlemliyoruz. 2022 ve 2023 yıllarında oldukça iyi bir performansa ulaşmıştık. Ancak, 2024 yılında ise yaklaşık 40 milyon dolarlık bir gerileme ile 194,2 milyon dolar yıllık proje değerine erişildi. Zorlu yıllar için sektör hedefimiz yıllık 200 milyon dolarlık bir proje büyüklüğünü yakalamaktı. Hedefimizden az da olsa aşağı yönlü bir sapma mevcut. 2025 yılında bunu telafi edeceğimize inanıyorum.”
‘Yavaşlatılan projelerde tasfiye hakkı getirilmeli’
Türkiye Müteahhitler Birliği (TMB) Başkanı M. Erdal Eren ise 2024 yılında inşaat sektörü olarak yurt içinde ilgili Bakanlıklar ile birlikte deprem bölgesindeki yaraların sarılması ve bölgenin yeniden imarı için çalıştıklarını ifade etti. ‘‘Kamuda Tasarruf ve Tedbir Paketi” çerçevesinde yurt içinde sınırlandırılan faaliyetlerin yurt dışı müteahhitlik hizmetleri ile telafi ettiklerini dile getiren Başkan Eren, “Ancak yavaşlatılan veya tümden durdurulan kamu projelerinin müteahhitlerine tasfiye hakkı verilmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum.” diye konuştu.
‘Suriye’de üstümüze düşeni yapmaya hazırız’
2024 yılının tüm dünyanın zorluklarla mücadele ettiği bir yıl olarak geride kaldığını kaydeden Eren, şöyle devam etti: “Küresel ekonominin toparlanma sancısına savaşların neden olduğu yıkım ve dram eşlik etti. Devam eden Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte Gazze’de yaşanan trajedi, sadece ülkeleri değil tüm insanlığı derinden yaraladı. Yılın sonunda komşumuz Suriye’de iç savaşın sona ermesi ve sonrasında yaşananlar hiç şüphesiz bizler için de yeni bir ilgi alanı olmuş durumda. Tüm bu gelişmeleri değerlendirdiğimizde Türk müteahhitleri olarak savaştan değil, barıştan yana bir ulusun temsilcileri olmaktan gurur duyduğumuzu burada bir kez daha belirtmek isterim. Başka ülkelerin yıktığı yakın coğrafyamızdaki ülkeleri yeniden inşa etmek gibi bir görevi sorumluluk olarak kabul ediyoruz. Suriye’de 13 yıldır devam eden ve sadece ülkeyi değil sebep olduğu sonuçlar itibarıyla bölgemizi etkileyen yıkıcı iç savaşın son bulması son derece önemli bir gelişmedir. Şüphesiz, uzun süren savaşın yıktığı Suriye’de, barış ve demokrasinin tesisi ile birlikte hızla yeniden inşa sürecine başlanacaktır. Suriye’nin yeniden imarı ve inşası sürecinde, Devletimizin belirleyeceği yol haritası kapsamında üzerimize düşen görevi yapmaya hazır olduğumuzu belirtmek isterim.”
‘Ukrayna’da savaşa rağmen çalışmalar devam ediyor’
2024 yılı yurt dışı müteahhitlik hizmetleri değerlendirildiğinde ilk ve en önemli maddenin en büyük pazar olan Rusya ile ilgili olacağını anlatan TMB Başkanı Eren, “Sürmekte olan Rusya-Ukrayna savaşı sektörümüzü olumsuz yönde etkilemiş durumda. Bu talihsiz savaşın bir an önce bitmesi ve en büyük pazarımız olan Rusya’da yatırımların önünün açılmasını sabırsızlıkla bekliyoruz. Ukrayna’da da savaşın bitirileceği emarelerini memnuniyetle izliyoruz. Hepinizin bildiği gibi, Ukrayna’da devam eden savaş sürecinde de firmalarımız, tüm risklere rağmen çalışmalarına ara vermeden devam etmiş, bölgenin alt ve üstyapı ihtiyaçlarını karşılamak için özveriyle görevlerini sürdürmüştür. Bu süreçte edindiğimiz tecrübe ve bölgedeki güçlü varlığımızla, Ukrayna’nın yeniden imarı sürecinde de yer almaya hazırız. Bizler, müteahhitler olarak sadece yapıları değil; geleceği de inşa ettiğimizin bilincindeyiz. Üstlenmekten gurur duyduğumuz bu sorumluluk, devletimizin ve takım oyuncularımızın desteği ile sektör olarak ilerlediğimiz yolda bizler için itici bir güce dönüşmektedir. Dolayısıyla attığımız her adım, kazandığımız her başarı hepimizindir.” ifadelerini kullandı.
‘Orta vadede hedef 50 milyar dolar’
Rusya-Ukrayna savaşının neden olduğu kaybı, yeni pazarlara açılarak ve mevcut pazarlardaki faaliyetleri artırarak telafi etmeye çalıştıklarını anlatan Eren, sözlerini şöyle sürdürdü: “2024 yılında, özellikle Körfez ülkeleri ve Irak’a yoğunlaştık. Bu kapsamda, sektörümüz için büyük iş potansiyeli taşıyan Suudi Arabistan’ı hedef pazarlarımızdan biri olarak belirledik. Önümüzdeki dönemde Irak’ın kalkınmasında ve bölgenin istikrarında büyük rol oynayacak Kalkınma Yolu projesinde ve ülkedeki kalkınma hamlesi çerçevesinde hayata geçirilmesi planlanan tüm alt ve üstyapı projelerinde teknik müşavirlerimiz ve müteahhitlerimizin önemli roller üstleneceğine inandığımı belirtmek isterim. Türk müteahhitlerinin bu yıl da Suudi Arabistan ve Irak başta olmak üzere Özbekistan, Kazakistan gibi Orta Asya ülkelerinde, Romanya, Sırbistan, Makedonya gibi Balkan ülkelerinde, Hollanda, Portekiz gibi Avrupa ülkelerinde, Kuzey Afrika ve Sahra altı ülkelerinde ve potansiyel pazarlar olarak yakından izlediğimiz Uzak Doğu ve Latin Amerika ülkelerindeki faaliyetlerini artırmak amacıyla çalışmalarına devam edeceklerini bu vesileyle dikkatinize sunmak istiyorum. Türk müteahhitleri olarak önümüzdeki dönemde yurt dışında her yıl üstleneceğimiz yeni proje tutarı hedefimizi; kısa vadede 30 milyar dolar, orta vadede ise 50 milyar dolar olarak korumaktayız.”
‘İç pazarda müşavirlik firmalarına talep yaratılmalı’
Teknik müşavirlik hizmetleri için öncelikle iç pazarda talep geliştirilmesi gerektiğine vurgu yapan Türk Müşavir, Mühendisler ve Mimarlar Birliği (TürkMMMB) Başkanı İrfan Aker “Kamu yatırımlarının planlama ve gerçekleşmesinde, her türlü yatırım projesinin geliştirilmesinde ve yapıların üretilmesinin her aşamada Türk teknik müşavirlik firmalarından yararlanılmalıdır. Bizler firmalarımızdan yurt içindeki hizmetlerde yeteri kadar yararlanamaz isek, yakın gelecekte Türk mühendislik ve teknik müşavirlik firmalarının yurt dışındaki ihalelere girebilmeleri ve yeterlilik alabilmeleri için yeterli iş bitirme, benzer iş ve referanslar olmayacak, böylece yurt içi pazarlarına ilaveten yurt dışı pazarında da Türk firmalarının zaman içinde faaliyetlerindeki azalmalar söz konusu olabilecektir.” dedi.
– – – – – – – – – – – – – – – – – – – – –
Yöneticiler için ileri seviye Kurumsal Satış Eğitimi
Dolar döviz kurunun yaklaşık bir senelik hareketine ait grafik aşağıdadır.
Mart 2024 tarihinde USD TRL C/32.30 civarında iken
Şubat 2025 tarihinde ise USD TRL C/36.30 seviyelerinde
Diğer bir ifade ile Mart 2024 – Şubat 2025 dönemi arasındaki yaklaşık bir senelik dönemde döviz kuru % 12 – 13 civarında artış göstermiş.
Enflasyonun artış hızı ise ortalama % 60. Gerçi enflasyon oranını kullanırken hangi enflasyon oranını kullanacağımı ben de şaşırdım. ENAG?, İTO?, TÜİK?. Hangi kuruluşa sorsanız kendilerinin enflasyon değerlemesinin doğru olduğunu savunacaktır. Hiç kimsenin hatırı kalmasın diye ben de biraz daha gerçekçi ortalama bir oranı yazdım % 60 diyerek.
Kurların bir senede artış hızı yaklaşık % 13. Hadi biraz da biz abartalım % 20 diyelim.
Enflasyon ise % 60 dolayında artmış.
Dövizin geçtiğimiz yıl performansına bakarak 2025 yılı için de bir tahminde bulunmak hiç de zor olmaz.
Döviz Kurları Artacak mı?
Döviz kurları artacak mı?
Çok beklersiniz döviz kurlarının artmasını. Önümüzdeki kısa vadede döviz kurlarının enflasyonun artış hızında artması şimdilik hayal gibi görünmektedir.
Kurların artışı son derece sınırlı ve ölçülü. Kurlar artar ama ihracatçıların beklediği ölçüde artış olmayacağı aşikar.
Kurların bir günlük artış grafiğine bakalım birlikte;
İşte tam da böyle. Kurların artışı söz konusu olmaması için kurlar adeta sabit tutulmaktadır. Grafikte neredeyse düz bir çizgi halini almış USD TRL grafiği. Anlayacağınız yükselme hiç olmamış.
Tam da söylemeye çalıştığım budur: Enflasyon normal seyrinde artmaya devam eder, faizler ise enflasyon kadar olmasa da belli bir seviyeye kadar getirilir, döviz kurları ise kaplumbağa hızında ilerler.
Dövizin artış yüzdesi, ülkemizde verilen TRL faiz oranlarından oldukça düşüktür. Döviz kurlarının düşük seviyede artmasından kuşkusuz ki ihracatçı kesim rahatsız olacak, kâr marjları daralacak ancak TRL faiz oranlarının yüksek getirisi dolayısıyla yurt dışından ülkemize sıcak para gelecek, geçici de olsa rahatlık sağlayacak.
Bugünkü piyasada sıcak paraya rağbet var.
Sıcak paranın ülkemizde kalabilmesi için TRL faiz oranlarının yüksek, döviz kurlarının da oldukça düşük seyretmesi esastır. Aksi olması halinde sıcak para ile ülkemiz vedalaşmak zorunda kalacak ve döviz rezervi sıkıntıları baş gösterecektir.
Düşük Döviz Kurunun Kimlere Faydası Var?
Düşük döviz kurlarının sıcak paranın ülkemize gelmesi ve daha uzun süre ile ülkemizde ikamet etmesi açısından faydalıdır.
Diğer taraftan düşük döviz kurunun ithalatçılar için bulunmaz bir fırsat olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Döviz kurlarının oynaklığının sindirilmesi, düşük tutulması ithalatçılar için adeta kur riskinin ortadan kaldırıldığı anlamına gelmez mi?
Demem Şudur Ki
Şunu demek istiyorum; kurların artmasını şu günlerde beklemeyin, en azından kısa vadede hiçbir şey olmaz koşullar bu şekilde devam ederse. Şimdiden döviz satın alıp biriktirip, döviz kurları yükselir mi diye sotaya yatanlar da fazla ümitlenmesin. Bu şekilde paralarını dövize yatırıp pusuda bekleyen spekülatörler, acaba dövize bağladıkları paranın alternatif maliyetini hiç düşündüler mi?
Şikayet Sitelerinin Tüketici Tercihlerindeki Etkisi ve Ülkemizdeki Yasal Durumu
Şikayet Sitelerinin Tüketici Tercihlerindeki Etkisi ve Ülkemizdeki Yasal Durumu
Avukat Seher ŞENER
Şikayet sitelerinin tüketici tercihlerinde etkisinin olduğu tartışmasız bir konudur. Kullanıcıların şikayetlerini doğrudan markalara iletebilmesi, mağduriyetlerin çözülmesi ve tüketici bilincinin artması açısından faydalı olabileceği bilinci ile uygulamaya girse de mevcut işleyişiyle Şikayet siteleri haksız rekabet ve marka hukuku açısından tartışmalı hale gelmiştir. Şikayet siteleri kurumsal üyelere üye olmayanlardan farklı olarak avantajlı haklar tanımaktadır. Oysa şikayet yazanlardan bir üyelik ücreti alınmamaktadır. Anonim kimlikle yazılar yayınlanabilmektedir. Tüketici dostu olarak lanse edilen sitelerde artık aynı sektörde bir dönem iş ilişkisine girmiş ancak benzer işi yapan bir firma başka bir firmayı da şikayet edebilmektedir. Kurumsal üye olmayan firmalar şikayeti yazanın kimlik bilgilerine ulaşamamakta, yazıya cevap verebilmesi için ise şikayet sitesine ihtarname göndermesi gerekmektedir. Haklı bile olsa aradan geçen sürede haksız dahi olsa şikayetler yayınlanmaktadır.
Şikayet siteleri yazıları kaldırmak için mahkemelerden müzekkere talep etmektedir. Yazı siteden kaldırılsa bile yazıda geçen kelimeleri google arama moturu öğrenmiş olup hala bu kelimeleri(kötü hizmet, mağduriyet, bozuk, dolandırıcı vs) markayla ilişkilendirmeye devam etmekde, dolayısla şikayetlerin artçı zararları devam etmektedir. Bu süreçle uğraşmak istemeyen markalar ise en sonunda boyun eğip yıllık 60bin TL yi bulan paralar verip kurumsal üye olmaktadırlar. Bu şekilde bakıldığında şikayet sitesinin temel gayesi, tüm markalar için google daki aramalarda ilk sıralarda çıkmak, yazılan şikayetlerin arama sonuçlarında markanın resmi sitesiyle alt alta çıkması, piyasadaki gücünü arttırarak şikayet yoluyla şirketleri üyeliğe zorlayıp doğrudan veya reklam yoluyla ticari gelir elde etmektir. Bu gelir markaları zan altında bırakarak devamlı surette tehdit ve şantaja açık hale getirirerek elde edilen kendi emeğine dayanmayan haksız bir gelirdir.
Şikayet Sitelerinin Tüketici Tercihlerindeki Etkisi ve Ülkemizdeki Yasal Durumu
Yargıtayımız haksız rekabeti oluşturan eylemin kim tarafından hangi şekilde hangi yolla meydana getirilmiş olduğunun bu eylemin sübutu açısından bir önemi bulunmadığına karar vermiştir. Haksız şikayet = haksız rekabet eylemidir. Kötüleme eylemi ise yanlış, yanıltıcı ve gereksiz yere incitici olmalıdır. Sikayet siteleri ayrıca tescilli bir markadan izin almadan bu markanın logosunu kullanarak şikayet yazılması için ortam sağlamakta, bu konuda yönlendirici olmakta ve içerikle ilgili editoryal hizmet vererek bu iş modeliyle para kazanmaktadır. Bu yönüyle de marka hakkında tecavüzden bahsedilebilir. Anayasal şikayet hakkının kullanımı ancak yetkili makamlara başvurarak veya dava açarak mümkündür.
Şikayet siteleri anayasal bir hakkın kullanımının bir mercii değildir. Şikayet siteleri kurumsal üyeler için gelen şikayetleri yayınlamama veya değiştirerek yayınlayabilmektedir. Bu durumda hala bu sitelerin birer yer sağlayıcı olduğu iddia edilemez, içerik sağlayıcıdır. İş modelinin temelinde haksız rekabet olan markalara ve ekonomiye zararı olan bir firmanın kamu menfaatine uygun olduğu düşünülemez. Kurumsal üyeyle üye olmayanlar arasında yapılan ayrım ve ayrıcalıklar dikkate alındığında şikayet sitelerinin işleyişi bir dijital değnekçilik veya dijital fidyecilik haline gelmekte, bu şekilde algılanmaktadır. Teşebbüs kurma özgürlüğü, tüketicinin ifade özgürlüğü ve şikayet hakkının arkasına sığınarak markaları karalama veya kötüleme tehtidiyle bu sitelere ücret karşılığı cevap hakkını kullanmaları için aboneliğe zorlanmasının aracı olamaz.
Özel teşebbüslerin ekonomik aktivitelerini kamu menfaatine uygun olarak sınırlandırılması açısından bakıldığında , yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, şikayet sitelerinin iş modelinin bizahiti kendisinin haksız rekabet olarak nitelendirilerek YASAKLANMASIYLA fiilen yürütülen sıkıştırarak zorda bırakarak tahsilat yapılmasınason verilmesi amacı açısından orantılılık mümkündür.
Yazı siteden kalksa da Google’da izi kalıyor
Markalar hakkında yazılan karalama yazıları yayından kalksa dahi Google arama motorunda anahtar kelimelerin saklandığını, unutulmadığını ve her fırsatta yapılan aramalarda kullanıcılarının yani potansiyel müşterilerin karşılarına çıkmaya devam ettiği görülmektedir. Uyguladığı iş modelinin bu artçı zararlarını şikayet siteleri de çok iyi bilmekte ve takip etmektedirler. Zaten gelirini bu yolla elde etmektedirler. Google algoritmasına öğretilen bu olumsuz yazıları sildirmek google unutturmak aylar hatta yıllar almaktadır. Google arama motorunun tüm avantajlarını kullanan şikayet siteleri marka hakkında sisteme öğretilen bazı incitici anahtar kelimeleri sanki kendisi yayınlamamış, sisteme yükleyip öğreten kişi kendileri değilmiş gibi sorumlu arandığında üç maymunu oynadıkları görülmektedir. Ancak yukarıda da bahsedildiği üzere şikayet siteleri için gelir üreten ancak ekonomimiz açısından büyük zararlar doğuran ve dünyanın hiç bir yerinde mevcut olmayan bu iş modelinden ülkemizde binlerce marka zarar görmektedir. Özellikle küçük/orta ölçekli firmaların markaları hakkında haklı haksız anonim kullanıcılar tarafından yazılan tüm yazıları yayınlayarak, bu ihtilaflardan reklam gelirleri elde eden şikayet siteleri isimlerinin Google arama motorunda -halk tabiriyle-“rüsva eyleyenmesini istemeyen” markaları da boyun eğdirip kendilerine kurumsal üye yapıp firmalardan da ayrıca kazanç elde etmeye devam ettikleri görülmektedir. Bunun dışındaki hak arayışları yıllarca sürdüğünden bu zararla binlerce marka yok olmuş olmaya devam etmektedir. Bazı şikayet siteleri öylesine bir tekeldir ki kendileri hakkında hukuk siteleri ve ekşisözlük dışında hiç bir yayına müsaade etmeyecek güçle Google da iş birliği yapmışlardır.
Yüksek Yargımızın Görüş Değişikliği:
Yüksek Yargımız da bir sene öncesine kadar şikayet sitelerini “yer sağlayıcı” olarak görüp, ilgili şikayetlerin “anayasal bir hak olarak ifade özgürlüğü” kapsamında olduğunu ve yazanlar açısından “şikayet hakkının kullanılması” olarak görüyordu. Ancak son dönemde görüş değiştiren Yargımız bu sitelerin faaliyetlerinin haksız rekabet teşkil ettiğini sabit bulmuştur. Bu kararlar;
11 Hukuk Dairesinin 6-11-2023 tarihinde verilen 2022-2560 Esas 2023-6460 no.lu kararda “Bölge Adliye Mahkemesi ise “davalının “………..” internet sitesinde davacı şirkete yönelik şikayet ve eleştirilere karşı davacı şirkete savunma yapabilmesi için ücret karşılığı kurumsal üyelik teklif edilmesi ve kurumsal üye olan firmalara üye olmayan firmalardan avantajlı imkanlar sunulmasının 6102 sayılı Kanun’un 54 ve 55 inci maddeleri uyarınca haksız rekabet teşkil edeceği” kararı USUL VE KANUNA UYGUN bulunmuştur.
11 Hukuk Dairesinin 3-7-2024 tarihinde verilen 2023-2834 E. 2024-5484 no.lu kararda İlk Derece Mahkemesinin verdiği “kendisine ücret ödeyerek üye olan firmalara verilen öncelik hakkı ile şikayetin yayınlanmadan çözülmesi imkânını tanıması, buna karşılık üye olmayan şirketlerin ise ancak haklarındaki şikayetler internet sitesinde yayınlandıktan sonra bu imkâna sahip olmalarının haksız rekabet teşkil ettiği, üye şirketlere şikâyetleri yayınlanmadan çözme imkânı sağlanırken, üye olmayan şirketlere bu imkânın verilmediği, bu suretle davalı sitesine ücret ödeyerek üye olan şirketler yararına bir avantaj sağlandığı, davalının(…………………) bu şekildeki eyleminin, piyasadaki şirketleri davalı sitesine üye olmaya zorladığından, iyi niyetli ve ticari dürüstlüğe aykırı olduğu, davalının kendisine üye olan firmalara verdiği öncelik hakkını, davacı şirkete vermemesinin haksız rekabet teşkil ettiği,” kararı USUL VE KANUNA UYGUN bulunmuştur.
11 Hukuk Dairesinin 29-4-2024 tarihinde verilen 2022-7451 Esas 2024-3328 no.lu kararda İstinaf Mahkemesinin “davacıya yönelik şikayet ve eleştirilere karşı davacının etkili bir savunma yapabilmek için ücret karşılığı kurumsal üyeliğe zorlanması ve kurumsal üye olan firmalara üye olmayan firmalardan avantajlı imkanlar sunulmasının 6102 sayılı TTK’nın 54. ve 55. maddeleri kapsamında haksız rekabete neden olacağı, haksız rekabet sebebine dayalı olarak davacı vekilinin istemlerinin kabulünün gerektiği, her ne kadar davalı vekilince, müvekkilinin firmaları üyeliğe zorlamadığı ve ücretsiz cevap hakkının tanındığı bildirilmişse de, mahkemece aldırılan bilirkişi raporunun tespitlerinin bulunduğu, üye olmayan işletmeler hakkındaki şikayetlerin doğrudan yayımlanması suretiyle, müşteriler nezdinde hemen o anda olumsuz kanaatin oluşmasına neden olunduğu halde, üye iş yerleri için şikayete cevap verme zamanı konusunda bir eşitsizliğin yaratıldığı, böylelikle üye olmayan iş yerleri aleyhine daha başlangıçta, sonradan tersine çevirebilmenin çok zor olacağı olumsuz bir kanaat oluştuğu, sonradan telafisi imkansız ve haksız bir menfaat sağlayan ve rakipler arasındaki ilişkileri etkileyen, aldatıcı veya dürüstlük kuralına aykırı bir uygulama olduğunun açık bulunduğu, bu durumun da TTK’nın 54 üncü maddesi uyarınca “Rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar” anlamında haksız rekabet teşkil edeceği,davalı eyleminin haksız rekabet teşkil ettiğinin tespitine, haksız rekabetin önlenmesine, ………….adlı internet sitesinde davacıya ait “…” ait markanın kullanımının durdurulmasına, davacı tarafın manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 10.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle beraber davalıdan tahsiliyle davacıya ödenmesine,” kararı USUL VE KANUNA UYGUN bulunmuştur.
Özetle tekel konumundaki şikayet sitelerinin markalara karşı bir dijital zorbalık bir linç politikası uygulamalarının önüne kısmen olsa da geçilmiştir. Ancak tüketicilerin ürün ve hizmet alım tercihleri öncesinde yaptıkları araştırmalar sırasında doğru bilgiye ulaşabilmeleri için kat edecek daha çok yol bulunmaktadır.
Satın alma Eğitimi Sınıf İçi Uygulama-2 :
Tedarikçi KPI (Üretim Şirketi) Örnek Olay (Case Study)
Tedarikçi KPI Hesaplaması Nasıl Yapılır?
Prof. Dr. Murat ERDAL
Öğrenme Hedefleri: Bu uygulama (vaka çalışması) ile ne öğreneceksiniz?
İmalat Sektörlerinde Tedarikçi Değerlendirme Kriterleri Nasıl Hesaplanır?
Tedarikçi Seçim Kriterleri Nelerdir?
Hedef KPI’lar: Kalite, Teslimat, Maliyet, …
Tedarikçi Kategorileri ve Uygun KPI’ların Belirlenmesi
Ürün Kategori Yönetimi ve Risk Değerlendirme
Performans Değerlendirme Tablosu Nasıl Yorumlanır?
Tedarikçi Geribildirimleri Nasıl Yapılır?
Tedarikçi KPI Performans Değerlendirme
TEDARİKÇİ PERFORMANS DEĞERLENDİRME
VAKA ÇALIŞMASI
Murat Bey, Merhabalar,
Sizinle daha önce telefonda görüşmüştük. Şimdiden yardımlarınız için çok teşekkür ederim. Kısaca bahsetmek istiyorum. Tedarikçilerin performansların değerlendirilmesi ( şuan kullanılmakta olan yöntem Ek’debelirtilmiştir.) Her alımdan sonra tedarikçiyi ek’de belirtilen kriterlere göre değerlendirip kullanmakta olduğumuz programa veriler girilmektedir. Her yılsonunda bir önceki yıldan toplanmış olan verilerin sonucunda tedarikçileri değerlendirerek Toplam puanları belirlenmektedir.
Sormak istediğim ek”de belirtilen kriterlerden Zamanında Teslim Kriterinde yer alan puanlama sistemden doğru sonuç elde edilmediği çünkü zamanında teslim eden tedarikçiyle 1-7 gün arasında erken veya geç teslim eden tedarikçiler aynı puanı yani tam puan 20 puanı almaktadır. Bizim için 1 günlük gecikmenin önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla aynı puan sistemini uygulamamızın yanlış olduğu tesbit edildi. Bu puanlama sistemini ağırlandırılarak analiz edilmesi ve revizyonu gerekmektedir.
Geç ve erken teslimlerin puanlamalarının mevcut puanlama yöntemiyle değil sonucu daha iyi yansıtacak şekilde düzenlenmesi için nasıl bir puanlama sistemi uygulamam gerekmektedir. Sizden bu konuda bana yardım etmenizi rica eder, İyi çalışmalar dilerim.
FABRİKANIZDA BİRE BİR (1-1) YÖNETİCİ
ve GRUP EĞİTİMLERİ
UYGULAMA AĞIRLIKLI EĞİTİMLER – VAKA TABANLI İÇERİKLER
Şirket eğitimlerine büyük özen gösteriyoruz. Memnuniyetiniz ve referansınız bizim için çok değerli. Eğitime sizlerle birlikte hazırlanıyoruz. Sizlerden gelen önerileri dikkate alıp özgünleştirmelerle ilerliyoruz. Güvenilir eğitim hizmetleri ile yanınızdayız.
Dolu dolu, güler yüzlü eğitimler dilerim. Prof. Dr. Murat Erdal
Türkiye’nin Her Yerinde Bire Bir (1-1) Yönetici Ekibi ve Şirket Eğitimleri
☐ Müzakere Teknikleri ve Pazarlık Becerileri (İleri Seviye) Eğitimi (2 gün)
☐ Kurumsal Satış Eğitimi (Rol Canlandırma/Oyun) (2 gün) ☐ Stratejik Satınalma Yönetimi Eğitimi (2 gün)
☐ Sürdürülebilir Tedarik Standardı ISO 20400 Eğitimi (2 gün) ☐ Sözleşme Yönetimi ve Sektörel Kontrat İncelemeleri Eğitimi (1-2 gün)
☐ Harcama Analitiği; Maliyet ve Gider Analizi Eğitimi (1 gün) ☐ Tedarikçi Performans Değerlendirme Eğitimi (2 gün)
☐ Tedarik Zinciri Stratejileri Eğitimi (2 gün) ☐ Depo ve Stok Yönetimi Eğitimi (2 gün)
MÜZAKERE TEKNİKLERİ ve PAZARLIK BECERİLERİ (E-Kitap 2. Baskı),
Prof. Dr. Murat ERDAL, Erişim için profesyonel üyelik işlemlerinizi tamamlamanız gerekmektedir.
MÜZAKERE TEKNİKLERİ VE PAZARLIK BECERİLERİ MAKALELERİ “Taktikler bazen pazarlık sürecinin başı, bazen ortası bazen de sonunda etkilidir.”
Erdal, M., Satınalma ve Tedarik Zinciri Yönetimi, 4. Baskı, Beta Yayınevi.
Erdal, M. (Editör), Tasarımdan Süreç İyileştirmeye Tedarik Zinciri Yönetimi Başarı Hikayeleri, BETA Basım, İstanbul.
Erdal, M. (Editör), Konteyner Deniz ve Liman İşletmeciliği, 2. Baskı, BETA Basım, İstanbul.
Erdal, M., Ünal, A., Lojistik Merkez Yönetimi, Uluslararası Taşımacılık ve Lojistik Hizmet Üretenleri Derneği (UTİKAD) Yayını, İstanbul.
Erdal, M. Saygılı, M., Global Logistics, UTİKAD Yayını, İstanbul.
Erdal, M. ve Çancı, M., Lojistik Yönetimi, Uluslararası Taşımacılık ve Lojistik Hizmet Üretenleri Derneği (UTİKAD) Yayını, 4. Baskı, İstanbul.
Erdal, M. ve Çancı, M., Uluslararası Taşımacılık Yönetimi, Uluslararası Taşımacılık ve Lojistik Hizmet Üretenleri Derneği (UTİKAD) Yayını, 4. Baskı, İstanbul.
Trakya Lojistik Master Planı, Trakya Kalkınma Ajansı, 2012.
Erdal, M., Görçün, Ö., Saygılı M., Depo Yönetimi, Uluslararası Taşımacılık ve Lojistik Hizmet Üretenleri Derneği (UTİKAD) Yayını.
Erdal, M., Güvenler A., Sandalcı, K., Uluslararası Demiryolu Eşya Taşımacılığı, Uluslararası Taşımacılık ve Lojistik Hizmet Üretenleri Derneği (UTİKAD) Yayını, İstanbul.
Erdal, M., Görçün Ö. F., Görçün Ö., Saygılı, M., Entegre Lojistik Yönetimi, BETA Basım, İstanbul.
Erdal, M., Teknoloji Yönetimi, 2. Baskı, Türkmen Kitabevi, İstanbul,
Erdal, M., Saygılı, M., Lojistik İşletmelerinde Yönetim-Organizasyon ve Filo Yönetimi, UTİKAD Yayını, Mataş Matbaası, İstanbul.
Erdal, M., Alkan, M., Lojistik ve Dış Ticaret Sözlüğü, UTİKAD Yayını, 2. Baskı, İstanbul.
Erdal, M., (Editör), Yurtiçi ve Uluslararası Karayolu Taşımacılığı, Eşya-Kargo-Yolcu, Mesleki Yeterlilik Sınavı Soru Bankası, Beta Basım Yayın, İstanbul.
Erdal, M., Küresel Lojistik, UTİKAD Yayını, Mataş Matbaası, İstanbul.
SÜRDÜRÜLEBİLİR TEDARİKÇİ GELİŞTİRME PROGRAMI
PROJE DANIŞMANLIĞI
20 Ocak 2025 tarihinde ikinci kez ABD Başkanlığı görevine getirilen Trump’ın özellikle dış ticaret alanında aldığı kararlar tüm dünyada etki yaratmaya devam ediyor. Trump ticaret açığını azaltmak ve üretimi ülkeye geri getirmek amacıyla ABD’nin ticaret ortaklarına peş peşe yeni tarifeler getirme kararları alıyor.
Trump yeni yönetiminin ilk aldığı kararlardan birisi Şubat ayından itibaren, Kanada ve Meksika’dan ithal edilen mallara yüzde 25, Çin’den ithal edilen mallara yüzde 10 ek gümrük vergisi getirmek olmuştu. Ticaret savaşlarını tetikleyen bu hamleye Çin’den misilleme gecikmedi.
Buna ilaveten Beyaz Saray’dan yapılan duyurularda çelik ve alüminyuma Mart ayından itibaren ve otomobil, ilaç ve yarı iletken ithalatına Nisan ayından itibaren yüzde 25 gümrük vergisi getirilebileceği belirtildi. Önerilen tarifelerin yürürlüğe girmesinden sonra Meksika veya Çin gibi ülkelerde üretim yapan şirketlerin üretimlerini taşımaları ve müzakerelere vakit tanınması bekleniyor.
Bu yeni gümrük vergileri ve tarifelerin üretimi Amerika’ya taşımaya yeterli olup olmayacağını zaman gösterecek ancak dünyadaki ticaret dengelerini değiştireceği bir gerçek.
Amerikan şirketlerinin Kanada, Meksika ve Çin’de üretim yapıp ithal ettiği ürünler için kendilerine dünyada yeni birer üretim üssü bulmaları gerekecek. Bu üretim üssünü ararken vergi, işgücü ve lojistik maliyetlerinin nispeten düşük olduğu ülkelere yönelecekler. Üretim üssünü belirlerken en önemli kriter bu seçilen ülkenin de benzer kısıtlamalara, kotalara ve tarifelere maruz kalmaması olacak. Türkiye bu konuda diğer gelişmekte olan ülkeler ile birlikte bazı sektörlerde fark yaratma imkanı elde edebilir.
ABD’de duyurusu yapılan geniş kapsamlı tarifelerin devreye girmesi ile Avrupa Birliği en önemli ihracat pazarlarından birisi olan ABD’den yeterli geliri elde edemeyecek. Uluslararası Kredi Derecelendirme Kurumu Fitch, bu durumun Avro Bölgesine dair yüzde 1,2’lik büyüme beklentisini aşağı çekebileceğine dair görüş bildirdi. AB büyümesinde yaşanan sıkıntının devam etmesi üretime ve dolayısıyla satın almaya yönelik talebi olumsuz etkiler. Bu da Türkiye gibi Avrupa’ya ihracat yapan ülkeler için bir yavaşlama anlamına gelir.
Değerlendirilmesi gereken bir başka senaryo ise yukarıda bahsetmiş olduğumuz Amerikan şirketlerinin olası yeni üretim üssünün bulunamaması veya kurulmasına kadar geçecek olan zamanda yaşanacak gelişmeler. İthalatçı Amerikan şirketlerine zorluk çıkaracak bu yeni tarifelerin ister istemez ürün fiyatlarına yansımaları olacak. Bu yeni fiyatların da hem ABD’de hem de bu ürünlerin ihracatının yapıldığı ülkelerde genel fiyat seviyesini yükseltici bir etkisi olacak. Bu noktada Türkiye’nin de ithalatçı bir ülke olduğunu hesaba katmak gerekiyor.
Üretimi yurt içine çekerek ithalatı kısmak adına Beyaz Saray’ın izlediği bu strateji başta ABD ve Çin olmak üzere, AB, Kanada ve Meksika’yı da içine alacak birçok ülke arasında ticaret savaşlarının fitilini ateşledi. Ancak Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler de farklı bir zamanlama ile bu arabanın ön tekerlerinin gittiği yere doğru gitmeye başlayacak. Bu noktada Türk şirketlerinin ABD ve ticaret ortaklarının ithalatında oluşacak boşlukları doldurabilecek şekilde doğru yerde konumlanması gerekiyor.
Neoliberal Söylemlerin ve Serbest Ekonominin Neferi ABD’de Neler Oluyor? – 2. Bölüm
Göktürk ALTINBAŞ
Ön Not: Bu yazının içeriğini daha iyi anlayabilmeniz adına bir önceki yazımı okumanızı tavsiye ediyorum. Bir önceki köşe yazımız için; tıklayınız.
Bu hafta, bir önceki hafta ele almaya başladığımız konuya devam ediyoruz. Temel konumuz şu; ne oldu da Trump, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların ve hatta gelişmekte olan ülkelerin bazılarında zorunlu tuttuğu serbest ticaret, özelleştirme ve deregülasyon gibi popüler neoliberal politikaları terk etmeye karar verdi?
Aslında bu uygulamalar ABD için yabancı uygulamalar değil. Hatta birçok çalışma gösteriyor ki; ABD, kesin olarak süper güç konumunu garanti altına alana kadar asla korumacı politikalardan vazgeçmemiştir.
Eski Yeni Ekonomi Politikaları
Önceki yazımızda ele aldığımız şekilde, ABD iç savaşını Kuzey Eyaletlerinin kazanmasıyla birlikte başlayan süreçte ABD uzun bir süre yüksek gümrük vergileri uygulamış ve yurtiçindeki Bebek Sanayileri korumuştur.
Aşağıda yer alan iki grafik bize 1789 ve 1999 arası dönem için, ithalat mallarındaki (genel ithalat ve mamul mal ithalatı) gümrük vergi oranlarının ve vergiye tabi malların değişimlerini göstermektedir;
Grafik 1. ABD’de Bütün İthalat Mallarındaki (Serbest ve Gümrüğe Tabi) Gümrük Vergi Oranı ve Gümrüğe Tabi İthalatların Toplam İthalatlar İçindeki Payı % (1821-2000)
Grafik 2. ABD’de Mamul Mallardaki Gümrük Vergi Oranları % (1789-1990)
Grafiklerden de görüleceği şekilde, ABD’de 1821-1946 yılları arasında, toplam ithalat malları içinde gümrüğe tabi malların seviyesi yaklaşık olarak %41,34’dür. Bu yüksek oran ancak, 1968-1999 yılları arasında %7’ler seviyelerine inmiştir. Aynı zamanda, gümrük vergisi oranlarının da istikrarlı bir şekilde ancak ve ancak, 1891/94 döneminden itibaren düşürülmeye başlandığı gözlemlenmektedir. Bununla birlikte, bütün ithalat malları içindeki gümrük vergi oranları seviyesi, 20. yüzyılın ortalarından sonra ancak %10’lu seviyelerin altına indirilmiştir. Yine aynı grafikte de görüldüğü şekilde; 18. yüzyıl sonunda mamul mallardaki gümrük tarife oranlarını arttırmaya başlayan ABD’nin, 18. yüzyıl sonundaki tarife oranları seviyelerine geri dönmek için yaklaşık olarak 150 yıl beklemeyi tercih ettiği görülmektedir.
Ayrıca Grafik 3, bize göstermektedir ki; aynı dönemde ABD günümüzün gelişmiş ülkeleri içinde en uzun süreli olarak en yüksek oranlı gümrük vergilerini uygulayan ülke olmuştur.
Grafik 3. Seçilmiş Kalkınmış Ülkelerin 1820-1950 Yılları Arasında, Mamul Mallara Uygulamış Oldukları Ortalama Tarife Oranları (Ağırlıklı Ortalama, %)
KAYNAK: Chang (2003:39)[2] Tablo 2.1. kullanılarak elde edilmiştir.
ABD’nin 20. yüzyılın ortalarından itibaren, gümrük duvarlarını indirmesi ise şu şekilde açıklanabilir; İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD’nin, yıkılmış ve bütünüyle zarar görmüş Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında yüksek oranlı bir arz kapasitesi fazlalığına sahip olduğu görülmektedir. ABD bu noktadan sonra, elindeki arz kapasitesini etkin bir şekilde kullanabilmek amacıyla serbest ticaret politikalarını hayata geçirmeye başlamıştır.
ABD kendi çıkarları doğrultusunda, gerektiğinde sadece ticari açıdan serbestleşme karşıtı olmamıştır, aynı zamanda işgücünün serbest dolaşımına karşı faaliyetlerde de bulunmuştur. ABD Göç Komisyonu, 1911 yılında yayınlamış olduğu raporda, yeni niteliksiz işgücü göçünün, hem yerliler, hem de eski göç etmişler açısından Amerikan işçisini negatif etkilediğini, bu durumun da ABD vatandaşlarının yaşam standartlarına etki ettiğini belirtmektedir. ABD’de bu rapordan sonra, niteliksiz işgücü göçünü engelleyici önlemlerin alındığı görülmektedir (Williamson, 1996:9).[3]
Trump da seçim kampanyasında “ülke tarihindeki en büyük sınır dışı etme operasyonunu” gerçekleştireceğini söylemiş ve göreve başladıktan sonraki ilk konuşmasında, ABD-Meksika sınırına ilişkin Ulusal Acil Durum ilan ederek yasa dışı göçleri engelleyeceğini ve bu kişileri sınır dışı edeceğini belirtmişti. 1911 yılında, ABD’nin Niteliksiz işgücü politikası ve söylemleri ile Trump’ın göçmenlerle ilgili yaklaşımları ve söylemleri ne kadar da benziyor değil mi?
Eğer, kafanızda “Trump ne yapmaya çalışıyor?” şeklinde bir soru varsa, umarım bu yazı bu soruya bir nebze yanıt olabilmiştir. Özetle, yeni hiçbir şey yok. Trump, Çin ile rekabette lider ülke konumunu kaybetmeye başladığını görüyor ve ABD için eski taktikleri yeniden devreye sokmaya çalışıyor. Bu dönem, özellikle de Avrupa için çok kolay olmayacak gibi gözüküyor. Çünkü ABD en son bu şekilde bir uygulama yaptığında, Avrupa ülkeleri uzun bir süre sıkıntılı bir süreç yaşamıştı.
Haftaya görüşmek dileğiyle.
Göktürk ALTINBAŞ
Kaynakça:
[1] Shafaeddin, S.M., (1998), “How Did Developed Countries Industrialize? The History Of Trade And Industrial Policy: The Cases Of Great Britain And The Usa”, Unctad Discussion Papers, No. 139.
[2] Chang, H.J., (2003), “Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003.
[3] Williamson, J.G., (1996), “Globalization, Convergence And History”, Journal Of Economic History (June 1996), Pp. 1-30.
Dünya Türk Kuru İncirini Çok Seviyor: Kuru İncirin İhraç Fiyatı 6 Bin Dolar Bandında
Cennet meyvesi olarak nitelendirilen, Türkiye’nin ihracatta prestij ürünlerinden kuru incir 2024/25 sezonunda dolar bazında yüzde 37 değerlendi ve kuru incirin ortalama ihraç fiyatı 6 bin doları aştı.
2023/24 sezonunun ilk 4 aylık döneminde ortalama 4 bin 506 dolara ihraç edilen kuru incir, 2024/25 sezonunun 4 aylık döneminde dolar bazında yüzde 37’lik sıçramayla 6 bin 162 dolarlar alıcı buldu. Türk ihracatçıları 4 aylık döneminde kuru incir ihracatını yüzde 31’lik artışla 148 milyon dolardan 194 milyon dolara çıkardılar.
Küresel iklim değişikliği neticesinde olumsuz hava koşulları nedeniyle kuru incir rekoltesinde 2024/25 sezonunda yüzde 15 düşüşe rağmen kuru incir ihracatında miktar bazındaki düşüş yüzde 4 ile sınırlı kaldı. 25 Eylül 2024 tarihinde başlayan 2024/25 kuru incir sezonunda 25 Ocak 2025 tarihine kadar Türkiye, 31 bin 425 ton kuru incir ihraç etti. Önceki sezon kuru incir ihracatı miktar bazında 32 bin 796 ton olmuştu.
Kuru İncir En Çok Avrupa, Amerika ve Uzakdoğu’ya Gidiyor
Kuru incir ihracatında en büyük payı 12 bin 801 ton karşılığı 87,5 milyon dolarla Avrupa Birliği ülkeleri aldı. Amerika kıtasına 7 bin 467 ton kuru incir ihraç ederken, 40 milyon 170 bin dolarlık kuru incir ihraç edildi.
Uzakdoğu ülkelerine yapılan kuru incir ihracatımız ise; 3 bin 396 ton karşılığı 20 milyon 251 bin dolar olarak gerçekleşti.
Dünya Sağlık Örgütü’nün kuru inciri sağlıklı gıdalar arasında tanımladığı bilgisini veren Ege İhracatçı Birlikleri Organik Ürünler ve Sürdürülebilirlik Koordinatörü ve Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Mehmet Ali Işık, kuru incire dünya genelinde talebin her geçen yıl daha da attığını dile getirdi.
Kuru incirde olumsuz iklim koşullarından dolayı oluşabilen aflatoksin ve okratoksin bulaşıklığının önüne geçmek için Tarım ve Orman Bakanlığı, Araştırma Enstitüleri, Üniversiteler, Üreticiler, İhracatçılar ve Tüccarlar yoğun bir mesai harcadıklarını paylaşan Işık, “Kuru incir, yaklaşık 25.000 üreticimizin ve işletmelerimizde çoğunluğu kadın olan çalışanlarımızla birlikte en az 40.000 ailenin geçim kaynağıdır. Bu açıdan hem Ege Bölgemiz hem de ülkemiz açısından çok önemli sosyal ve ekonomik değere sahip olan kuru incirin üretim ve ihracatının sürdürülebilir bir şekilde devam ettirilmesi hepimizin görevidir” diye konuştu.
Aflatoksinli İncirler 25 Yıldır İmha Ediliyor
Kuru incirdeki aflatoksinin, kuru incire insan eliyle konulan zirai ilaç/pestisit olmadığının altını çizen Başkan Işık şöyle devam etti: “Aflatoksin diğer pek çok tarım ürününde de olabildiği gibi olumsuz iklim koşullarına bağlı olarak doğada bulunan saprofit mantarlar tarafından üretim aşamasında meydana gelmektedir. İklim koşullarına bağlı olarak aflatoksin oluşumu her yıl farklılık göstermektedir. Üretim dönemindeki olumsuz hava koşullarına bağlı olarak toplam üretimdeki aflatoksin varlığı, %0,5 ila %1,5 arası oranlarda değişmektedir. Kuru meyve sektöründe; Türkiye’nin en büyük sosyal sorumluluk projelerinden birisine imza atarak, “Aflatoksinli Kuru İncirlerin Bertarafı Projesi”ni 25 yıldır sürdürüyoruz. İşletmelerde lazer ayıklama makinelerinde ve özel karanlık odalarda tekrar tekrar seçilen ve ayıklanan aflatoksinli kuru incirler ayrı alanlarda biriktirilmektedir. Sürdürülebilirliği Türkiye’de başlatan sektörlerden birisi olarak her yıl yaklaşık 700 ton aflatoksinli kuru inciri Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği olarak ihracatçılarımızdan topluyoruz, piyasaya sürülmesini engelleyerek biyogaz tesislerinde enerjiye dönüşmesine aracılık ediyoruz. “Aflatoksinli Kuru İncirlerin Bertarafı Projesi” kuru incir ihracatçılarımıza her yıl ortalama 5 milyon dolar civarında maddi bir yük getirse de bu projeyi 25 yıldır sürdürdüğümüz gibi, bundan sonraki süreçte de devam edeceğimizi taahhüt ediyoruz.”
Kuru incirde aflatoksin ve okratoksin bulaşıklığını önlemek için Tarım ve Orman Bakanlığımız kontrolünde uzun yıllardır üreticilere binlerce kurutma kereveti, ilek filesi, hasat filesi ve tuzaklar yaptırarak, Tarım ve Orman Bakanlığı koordinasyonunda üreticilerimize ücretsiz olarak dağıttıkları bilgisini veren Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Mehmet Ali Işık, çok yoğun kontroller sonucunda ihraç edilen kuru incir partilerimiz çeşitli nedenlerle ülkemize geri geldiklerinde de İhracattan Geri Dönen Ürünler Türk Gıda Kodeksi (TGK) Mevzuatına uygunsa ülkemize girdiğini, ihracattan geri gelen kuru incirlerin ülkemize girişte Türkiye’nin ithalat prosedürüne tabi tutulduğunu, Tarım ve Orman Bakanlığı kontrolünde antrepoya alındığını, numune alınıp analiz edilerek sonucu uygun olan partilerin yurda girişine izin verildiğini, limitlerin üstünde çıkan partilerde memur eşliğinde elleçleme yapıldığını sonrasında uygunsa yurda girişine izin verildiğini, uygun olmayan partilerin imha edildiğini ifade etti.
– – – – – – – – – – – – – – – – – – – – –
Yöneticiler için ileri seviye Kurumsal Satış Eğitimi
Zurich Türkiye’nin, NN Hayat ve Emeklilik’i satın alma süreci, yasal onayların alınması ve hisse devrinin yapılması ile tamamlandı.
Hollanda merkezli NN Grup bünyesinde Türkiye’de bireysel emeklilik, sağlık ve hayat sigortası alanlarında faaliyet gösteren NN Hayat ve Emeklilik A.Ş.’nin Zurich Sigorta Grubu Türkiye’ye satışıyla ilgili süreç, Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu (SEDDK) ve Rekabet Kurulu onaylarının alınması ve hisse devrinin yapılması ile tamamlandı.
“NN Hayat ve Emeklilik satın almasıyla Türkiye’ye olan güvenimizin altını bir kez daha çiziyoruz.”
Yeni satın almanın Türkiye’nin geleceğine ve Türk ekonomisine duydukları güvenin net bir göstergesi olduğunu ifade eden Zurich Sigorta Grubu Türkiye CEO’su Yılmaz Yıldız, “Türkiye, bu coğrafyadaki en gelişmiş ekonomi ve büyüme potansiyeli en yüksek ülke konumunda. Zurich Grubu açısından da yatırımlar için öncelikli bir ülke. NN Hayat ve Emeklilik satın almasıyla Türkiye’ye güvenimizin altını bir kez daha çiziyoruz” dedi. Yıldız sözlerini şöyle sürdürdü: “2008’den bu yana Türkiye’de başarılı ve karlı bir performansımız var. Sürdürülebilir büyümeye ve tüm paydaşlara katma değer yaratmaya dayalı stratejimizle elementer sigortada ürün yelpazemizi genişletirken, önce İspanya merkezli MAPFRE Yaşam, şimdi Hollanda merkezli NN Hayat ve Emeklilik satın almalarıyla birlikte bireysel emeklilik ve hayat sigortacılığı alanlarına hızlı bir giriş yapıyoruz. Zurich Sigorta Grubu’nun uluslararası bilgisi, deneyimi ve müşteri odaklı hizmet anlayışı ile müşterilerimize artık daha geniş kapsamda ürün ve hizmetler sunacağız.”
“Hayat sigortalarının yaygınlaştırılmasını ve tasarruf açığının giderilmesini önceliklendiriyoruz.”
Zurich Yaşam ve Emeklilik Genel Müdürü Atilla Benli, NN Hayat ve Emeklilik’in satın alınmasının ardından bireysel emeklilik ve hayat sigortası alanındaki hedeflerini şöyle özetledi: “Bireysel emeklilikte, devlet kurumları ve SEDDK tarafından iyi kurgulanmış bir yapı mevcut. Biz de sigorta sektörünün ihtiyaçlarına odaklanarak, hayat sigortalarının yaygınlaştırılmasını ve tasarruf açığının giderilmesini önceliklendiriyoruz. BES ile bütünleşik hayat sigortası ürünleri ve yatırım fonlu hayat sigortalarını stratejik alanlar olarak görüyoruz. Katılımcı deneyimini iyileştirme, etkin fon yönetimi ve dijital odaklı hizmetlerle daha hızlı, kolay ve erişilebilir çözümler sunmayı hedefliyoruz. NN Hayat ve Emeklilik’in müşteri portföyü, dağıtım kanalları ve deneyimli ekibi, Zurich Türkiye için büyük bir kazanım oldu. Bu birleşim, daha zengin çözümler ve sektörde fark yaratan hizmetler sunmamıza olanak sağlayacak.”