Marka Koruma Grubu Korsan Ticaret Kayıplarını Paylaştı

“KORSAN TİCARETTEN DOĞAN VERGİ KAYBIYLA 6 MARMARAY DAHA YAPILABİLİRDİ”

Marka Koruma Grubu (MKG), taklit, sahte ve kaçak ürün ticareti nedeniyle Türkiye’nin uğradığı zararların büyük boyutlara ulaştığını açıkladı. MKG Sözcüsü Dr. Ali Ercan Özgür, Dünya Gümrük Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, ülkemizdeki yerli ve yabancı yatırımlar açısından da büyük bir sorun oluşturan yasadışı ticaretle mücadele açısından devletin gerek yasal gerekse idari tedbirler vasıtasıyla etkin bir mücadele yürüttüğünü belirterek, tüketicilere de, kamu sağlığını ve ülke ekonomisini tehdit eden kaçak ve sahte ürünlere karşı duyarlı olmaları ve devletin mücadelesine katkı sağlamaları yönünde çağrıda bulundu.

Dünya Gümrük Örgütü’nün 21. Yüzyılın suçu olarak tanımladığı, “taklit, sahte ve kaçak ürün ticareti”, dünya ekonomilerinin her geçen gün büyüyen sorunlarının başında geliyor. Dünya çapında sahte, taklit ve kaçak mal ticareti yılda ortalama %15,6 oranında artıyor. Sadece gümrüklerden elde edilen verilere göre bu yasa dışı faaliyetin boyutu 461 milyar dolara ulaşmış durumda. Ülke içinde üretilen ve tüketilen sahte, taklit ve kaçak mallar ile internet üzerinden dağıtılan korsan dijital ürünler de dahil edildiğinde, sahte, taklit ve kaçak ticaretinin dünya ölçeğinde hacminin 1,7-1,8 trilyon dolara çıkmış olabileceği tahmin ediliyor. Türkiye’de ise bu illegal ticaretin büyüklüğü 17,2 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Marka Koruma Grubu (MKG) Sözcüsü Dr. Ali Ercan Özgür’ün verdiği bilgiye göre, bu büyüklükteki bir yasadışı ticaret nedeniyle kamunun vergi kaybı yaklaşık 7,2 milyar dolara ulaşmış durumda.

Yasadışı ticaret ile mücadele edilmesi ve ticari marka haklarının etkin bir biçimde korunması amacıyla kurulan ve ülkemizde faaliyet gösteren 300’e yakın yabancı ve 30’dan fazla yerli markayı temsil eden Marka Koruma Grubu, 26 Ocak Dünya Gümrük Günü nedeniyle bir açıklama yaptı.

Taklit, sahte ve kaçak eşya ticaretinin, sadece büyük uluslararası markaların meselesi olarak görülmemesi gerektiğini vurgulayan Dr. Ali Ercan Özgür, yasadışı bu faaliyetlerin bir taraftan KOBİ’lerin gelişmesinin önünü tıkarken diğer taraftan da ülkemizdeki mevcut ve potansiyel doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının önüne set çekerek, vergi ve istihdam kayıplarına yol açtığını ve ülke ekonomisine büyük zararlar verdiğini söyledi. “Bu faaliyetlerinin yol açtığı sorunların başında insan sağlığı ve güvenliği açısından yol açtığı riskler gelmektedir” diyen Özgür, tüketicilere, hem sağlıklarını, hem de ülke ekonomisini tehdit eden kaçak ve sahte ürünlere karşı duyarlı olmaları ve mücadeleye katkı sağlamaları çağrısı yaptı.

Dr. Özgür, sahte veya taklit piyasasının mevcut büyüklüğü ile kayıtlı sektörde yaklaşık olarak 90.000 istihdam yaratmanın mümkün olduğunu; İstanbul–Ankara Hızlı Tren projesinin km başına maliyetinin 3.5 milyon dolar olduğu düşünüldüğünde 7,2 milyar dolarlık vergi kaybı ile ortalama 3.000 km’lik yeni hızlı tren hattı çalışması, 6 Yavuz Sultan Selim Köprüsü, yaklaşık 200 futbol stadı, 6 Marmaray yapılabileceğini, bu kayıplar giderilebilirse yaklaşık 6 adet İstanbul–Ankara uzunluğunda hızlı tren projesinin hayata geçebileceğini söyledi.

Gümrüklerde kaçakçılıkla mücadele için, nükleer madde detektörleri, uzaydan araç takip sistemleri, hareket kabiliyeti yüksek deniz botları, kapalı devre plaka okuma sistemleri gibi pek çok yeni sistemin devreye sokulduğunu, bu çalışmaların taklit, sahte ve kaçak ürün girişini önemli ölçüde azalttığına dikkat çeken Özgür, “Ancak, alınan önlemlere rağmen sektörün giderek büyüme eğiliminde olduğunu gösteren birçok bilgi ve veri mevcuttur” dedi.

Korsan ve kaçak piyasasının büyüklüğünün doğru olarak ölçümlenmesinin olanaksızlığına işaret eden Özgür, Marka Koruma Grubu olarak Türkiye’de taklit, sahte ve kaçak ürünler piyasasında arz ve talebi belirleyen koşulları belli bir teorik çerçeve içinde ortaya koymayı hedefleyen yeni bir çalışma gerçekleştirdiklerini belirterek, “Türkiye’de bu piyasanın kuramsal çerçevesini oluşturan ilk rapor niteliğindeki bu çalışmanın sonuçlarını kısa süre içinde kamuoyuyla paylaşacağız” dedi.

Türkiye, Çin’den sonra ikinci sırada
Türkiye, gümrüklerde dört veya daha fazla sektörde sahtecilik tespit edildiği en fazla raporlanan 10 ülke arasında ön sıralarda yer alıyor. OECD’nin Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi EUIPO ile birlikte hazırladığı son rapora göre, Türkiye dünyanın en büyük sahte üreticisi Çin’in ardından ikinci sırada bulunuyor. Bu çerçevede, Türkiye’nin 2013 yılında yaklaşık 1,5 milyar dolar civarında sahte veya taklit ürün ihracatı yaptığı tahmin ediliyor.

Verilerle yasa dışı ürün ticareti (1)
* Dünya Gümrük Örgütü’nün verilerine göre tüm dünyada gümrüklerde ele geçen sahte ürünler arasında değer cinsinden ilk beş ürün: aksesuarlar (%29), saatler (%27) elektronik ürünler (%12), diğer ürünler (%8) ve giyim eşyaları (%8).
* Türkiye’de tüketicilerin % 58’i, ürünleri taklit/sahte olduğunu bilerek satın alıyor. Bu oran Batı Avrupa’da % 28
* Ankara Ticaret Odası tarafından hazırlanan bir rapora göre sahte parfüm, sahte şampuan, sahte çamaşır deterjanı, sahte çamaşır suyu, sahte bulaşık deterjanı, sahte diş macunu, sahte ped, sahte çocuk bezi gibi kadınların en çok kullandığı ürünler olan kozmetikler ve temizlik malzemeleri en çok sahtesi üretilen ürünler arasında.
* Türkiye’de 2015 yılı itibariyle kaçak sigara oranı %13.3. Devletin kaçak sigara nedeniyle uğradığı yıllık vergi kaybı 5 milyar TL.
* 2015’te 258 bin şişe kaçak/sahte içki, 143 milyon paket kaçak sigara, 4.4 milyon litre kaçak akaryakıt, 3,2 milyon adet ilaç, 286 bin adet cep telefonu, ele geçirildi. (KOM-Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı 2015 Raporu)
*2015 yılında ele geçirilen kaçak ürün ve eşya önceki yıla göre yüzde 24 arttı (KOM 2015 Raporu)
* G20 ülkelerinin hükümetlerinin ve vatandaşlarının her yıl uğradıkları zarar 125 milyar Euro’yu, istihdam kaybı ise 2,5 milyonu buluyor.
(1) MKG’nin “21. Yüzyılın Sorunu: Kaçak, Taklit ve Sahte Ürünlerin Ticareti” başlıklı özel araştırma raporu kapsamındaki verilere dayandırılarak verilen bilgiler. Rapor, önümüzdeki günlerde MKG tarafından kamuoyu ile paylaşılacak.

Kaynak: Marka Koruma Grubu

Marka Koruma Grubu, kaçak, sahte gibi yasadışı ürünlerle mücadeleye ve ticari marka haklarının etkin bir biçimde korunmasına odaklanan, 2001 yılında kurulmuş gönüllü bir özel sektör inisiyatifidir. Marka Koruma Grubu’nun misyonu; Türkiye’de tüketicilere iyi tercih hakkı ve değer sunabilmek için, yenilikçi ve sürdürülebilirlik anlayışı ile markaların etkin korunduğu bir ortam oluşturmak, marka ihlallerinin; kamu, tüketici, üretici ve perakendeci üzerindeki olumsuz sonuçları hakkında farkındalık yaratmak ve önlenmesi konusunda gerekli aksiyonları almaktır.

Sabancı Holding 1,5 Milyar TL Yatırım Yapacak

SABANCI HOLDİNG SANAYİ GRUBU 2017’DE 1,5 MİLYAR TL YATIRIM YAPACAK, İHRACATA ODAKLANACAK

Sabancı Holding Sanayi Grubu Başkanı Mehmet Hacıkamiloğlu düzenlenen basın toplantısında Sanayi Grubu’nun faaliyetlerini aktardı.

Sabancı Holding Sanayi Grubu 2016 yılı üçüncü çeyrek verilerine göre Brisa, Kordsa, Akçansa, Temsa, Temsa İş Makinaları, Temsa Motorlu Araçlar, Çimsa ve Yünsa olmak üzere 8 sanayi şirketinde 18.000 çalışanı ile 8,3 milyar TL ciro elde etti ve 780 milyon TL net kara ulaştı. Sanayi Grubu 8 şirketi ile 110 ülkeye 773 milyon dolarlık ihracat yaparken, 12 ülkede yer alan iştirakleri ile faaliyet gösteriyor.

2017 yılında da yeni yatırımlarla büyümeye devam edeceklerini belirten Hacıkamiloğlu sözlerine şöyle sürdürdü: ”2017 yılında 1,5 milyar TL’lik yatırım yapacağız. 2017 yılı için 10 milyar TL’lik toplam gelir hedeflerken, 1 milyar dolarlık ihracat rakamına ulaşmayı hedefliyoruz.”

ÜRETİMDE VE İNOVASYONDA TÜRKİYE’NİN GURURUYUZ

Sanayi Grubunun 2016 yılı faaliyetlerini değerlendiren Hacıkamiloğlu; grup şirketleri hakkında şu açıklamalarda bulundu: “5 ülkede 3.500 çalışanı ile üretim ve 42 ülkeye 162 milyon dolarlık ihracat yapan Kordsa, 407 patent başvurusuna sahip ve 128 adet buluşu mevcut. Kordsa, yürüttüğü AR-GE çalışmaları ve değer yaratan buluşları ile Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından En İyi Ar-Ge Merkezi Ödülü’ne defalarca layık görüldü. Kordsa ve Sabancı Üniversitesi’nin aynı çatı altında buluştuğu Kompozit Teknolojileri Mükemmeliyet Merkezi ise üniversite-sanayi iş birliği için Türkiye’de öncü bir örnek teşkil ediyor. Merkez kapsamında 80 doktora öğrencisi ve 10 profesör ar-ge çalışmalarını yürütüyor. 2016 senesinde hem Türkiye’de hem de Endonezya’da ihracat şampiyonu olan Kordsa, 29,5 milyon dolarlık Türkiye ve Endonezya yeni polyester iplik yatırımlarını 2018 yılında devreye alacak.

Brisa 63 ülkede 5000 satış noktasına sahip bir diğer küresel markamız. 2.600 çalışanı ile 200 milyon dolarlık ihracat hedefliyor. Özellikle Lassa markamızla uluslararası rekabet gücünü de artıran Brisa, Avrupa lastik pazarının üzerinde büyüme sergiledi. Bugün Türkiye’de satılan her üç lastikten biri Brisa markalı.

Temsa Otobüs, 3.800 çalışanı ile 66 ülkeye 136 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdi. Bu büyük bir başarı. 74 patente sahip Temsa Otobüs olarak 2016 yılında birçok yeni ürün lansmanını yaptık. Bunlardan bizi en çok heyecanlandıran ise Aselsan işbirliği ile ürettiğimiz Türkiye’nin %100 yerli ilk elektrikli otobüsü oldu. 8 dakikada şarj olma özelliğiyle de segmentinde bir ilk. Ayrıca akıllı otobüsümüz Avenue I BUS ile Londra’da düzenlenen “Intelligent Mobility” organizasyonunda “2016 New Product Innovation” ödülünü aldık.

Temsa İş Makinaları 850 kişilik istihdamı ile iş makinaları kiralama filosunda % 44 büyüme gerçekleştirirken, dizel forklift pazarında da liderliğe sahip. Temsa Motorlu Araçlar ise 1050 kişilik ekibiyle Mitsubishi L200 markasıyla Türkiye’deki en geniş pick-up araç parkına sahip. 25 yıldır Adana’da üretimini yaptığımız Fuso Canter markasında da %30 Pazar payına sahibiz.
Avrupa’nın en büyük kumaş üreticisi ve İtalya’da tasarım ofisine sahip olan Yünsa ise 1.300 çalışanı ile 50 ülkeye 60 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdi.

ÇİMENTODA LİDERLİK

Çimento sektörüne baktığımızda, Türkiye önemli bir çimento üreticisi konumunda. Çimento şirketlerimiz Akçansa ve Çimsa ile sektördeki liderliğimizi 2016’da da sürdürdük. Beyaz çimento ve özel ürünlerde dünyada lider markalardan biri olan Çimsa 65 ülkeye 115 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdi. 2017 yılında açılışını yapacağımız ve 165 milyon dolarlık yatırımla hayata geçireceğimiz Afyon Çimento fabrikasının yanı sıra 55 milyon dolarlık yatırımla Çimsa Eskişehir fabrikamızda hem gri hem beyaz klinker üretecek şekilde fırında modifikasyon yapacağız. Bu yatırımlar ve 7 terminali ile müşterilere ihtiyacı olan ürünleri kısa sürede iletebileceği lojistik dağıtım kanalları Çimsa için önemli atılım olacaktır. Akçansa ise ayrı bir gururumuz. 60 milyon dolarlık yıllık ihracatının yarısından fazlasını Çanakkale limanının sağladığı lojistik avantaj ile ABD’ye gerçekleştirmiş ve ABD’nin en önemli tedarikçisi konumuna gelmiştir. Dünyanın en yüksek betonarme asma köprüsü ünvanına sahip Yavuz Sultan Selim Köprüsü için bakım gerekmeksizin 100 yılın üzerinde dayanım gücüne sahip özel bir ürün geliştiren ve kullanan Akçansa; 100+Beton adı verilen ve çevresel etkilere karşı yüksek dayanıklılığa sahip bu özel ürün ile Amerikan Beton Enstitüsü tarafından Betonda Mükemmellik ödülünün sahibi oldu.
Bu gurur verici başarımızda rol alan ve ailemizin bir parçası olan çalışanlarımız nezdinde tüm Sanayi Grubu’nu yürekten kutluyorum. Türkiye’nin Sabancı’sı olarak; çalışanlarımızla birlikte, Türkiye’nin geleceği için üretmeye ve değer yaratmaya devam edeceğiz.”
———-
Fotoğraf Soldan Sağa: Brisa Genel Müdürü Yiğit Gürçay, Temsa Motorlu Araçlar Genel Müdürü Eşref Zeka, Çimsa Genel Müdürü Nevra Özatay, Temsa Otobüs Genel Müdürü Dinçer Çelik, Sabancı Holding Sanayi Grubu Başkanı Mehmet Hacıkamiloğlu, Kordsa Genel Müdürü Cenk Alper, Temsa İş Makinaları Genel Müdürü Cevdet Alemdar, Akçansa Genel Müdürü Şahap Sarıer

Bankacılık sektörü aktif büyüklüğü 2,5 trilyon TL’ye ulaştı

KPMG Türkiye, 2017 Bankacılık Sektör Raporu’nu açıkladı. Bankacılıkta 2016 değerlendirmesine yer verilen rapora göre, Türkiye’de faaliyet gösteren 52 bankanın üçüncü çeyrek itibarıyla toplam aktif büyüklüğü 2,5 trilyon TL’ye ulaştı. Bunun yüzde 64’ünü oluşturan krediler aynı dönemde yüzde 8,4 artarak 1,6 trilyon TL’ye ulaştı. Toplam aktif içerisindeki yabancı para oranı yüzde 38,9 olurken sektörün geçtiğimiz yılın dokuz ayında 29 milyar TL kar elde etti.

KPMG Türkiye Finansal Hizmetler Sektörü Lideri Sinem Cantürk, KPMG Türkiye’nin gerçekleştirdiği Türk bankacılık sektörünün araştırıldığı rapor hakkında bilgi verdi. Türk bankacılık sektöründe 2016 yılı Eylül ayı itibariyle 34 adet mevduat, 13 adet kalkınma yatırım ve 5 adet katılım bankası olmak üzere 52 bankanın faaliyet gösterdiğini belirten Cantürk, “Türkiye’deki bankaların şube sayısı geçen seneye göre azalarak 11.926 adet olurken, bankalarda toplam çalışan sayısı da geçen seneye göre düşüş göstererek 211.673 kişi seviyesinde oldu. Bankacılık sektörünün 2016 yılı üçüncü çeyreği itibariyle aktif büyüklüğü 2015 sonuna kıyasla yüzde 7,5 artış göstererek 2,5 trilyon TL oldu. Toplam aktifler arasında yüzde 64 ile en yüksek paya sahip olan krediler aynı dönemde yüzde 8,4 artarak 1,6 trilyon TL olurken, Merkez Bankası tarafından zorunlu karşılık oranlarında indirime gidilmesi sebebiyle aktifler içinde bulunun zorunlu karşılıklar da yüzde 4,2 azalarak 198 milyar TL oldu. Yükümlülükler tarafında ise yüzde 53 ile en yüksek paya sahip olan mevduatlar 2015 sonuna kıyasla yüzde 7,7 artarak 1,3 trilyon TL’ye yükseldi” dedi. KPMG’nin raporundan öne çıkan noktalar şöyle;

Bankaların 9 aylık net karı 29 milyar TL

Toplam aktifler içerisindeki yabancı para oranı yüzde 38,9 olurken, toplam yükümlülükler içerisindeki yabancı para oranı yüzde 42,7 seviyesinde gerçekleşti. Bankacılık sektörü tarafından verilen kredilerin yaklaşık üçte biri yabancı para cinsinden olurken, mevduatlar içerisindeki yabancı para oranı yüzde 39 oldu. Küresel krizden sonraki yıllarda, Türk bankacılık sektöründe verilen kredilerin toplanan mevduattan fazla artması sebebiyle kredi mevduat oranı her geçen yıl yükseldi. 2010 yılında 0,85 olan kredi mevduat oranı, 2015 yılında 1,19’a, 2016 yılının Eylül ayında ise 1,2 seviyesine yükseldi.

Bankacılık sektörünün kârlılık oranları incelendiğinde, 2016 yılında sektörün karlılık oranının arttığı görülüyor. 2016’nın ilk 9 aylık döneminde bankacılık sektörünün net dönem karı yüzde 54,7 artarak 29 milyar TL’ye yükseldi. Bu dönemde kârını oransal bazda en hızlı artıran bankalar yüzde 66 ile yerli özel bankalar olurken, yabancı bankaların kârı yüzde 60,5, kamu bankalarının kârı ise yüzde 41 artış gösterdi. Özkaynak kârlılığı açısından incelendiğinde ise geçtiğimiz sene yüzde 8,17 olan oranın bu sene ilk 9 aylık dönemde yüzde 11,03’e çıktığı görülüyor. Aktif kârlılık ise geçen sene yüzde 1,08 düzeyinde iken, bu sene bu oran yüzde 1,47’ye yükseldi.

Karlılık konusunda 2017 zorlu geçecek
Türk bankacılık sektöründe 2016 yılında artan karlılık oranları ve sermaye yeterlilik oranlarının yükselmesi artılar hanesine yazılırken, takibe dönüşüm oranları yükseldi. Sektörde son dönemde döviz kurlarında meydana gelen önemli artışlar sebebiyle firmaların bilançolarında meydana gelen bozulmalar takibe dönüşüm oranlarının yükselmesinde etkili rol oynadı. TL’nin değer kaybetmesi ile birlikte 2017 yılında da söz konusu oranda artış öngörülüyor.
Önümüzdeki dönemde faiz artışları olmasa bile, kredi mevduat oranının yüksek seyri ve ek kaynak yaratmada doğabilecek zorluklar kredi büyüme hızında yavaşlamaya sebep olabilir. Bu, karlılık konusunda 2016’ya göre daha zorlu bir yıl yaşanacağına işaret ediyor.

Türkiye’nin son dönemde risk priminin artmasıyla birlikte bankaların yurtdışından sağladığı sendikasyon kredilerinin maliyetleri yükseldi. Bunun sonucunda borç çevirme oranının da 2017 yılında özellikle Fitch’in olası not indirimiyle birlikte düşmesi bekleniyor. Bütün bunların yanında, 2017’nin ekonomik büyüme anlamında 2016’dan daha canlı bir yıl olacağı beklentisi, iç talepte ve turizmde 2016’ya göre daha yüksek rakamlar beklentisi, sektör için beklentileri olumlu yönde etkileyen faktörler.

2017’de içeride yeni negatif şoklar yaşanmazsa sektörün gücü ve ivmesinin, gelebilecek dış şokları karşılayabilecek ve büyüme performansını sürdürebilecek düzeyde olduğu söylenebilir.

Bankacılıkta M&A piyasası canlıydı
2016 yılı M&A piyasası açısından çok hareketliydi. Haziran ayında Finansbank A.Ş, Ortadoğu ve Afrika bölgesinin lider finansal kuruluşu olan Katar’ın en büyük bankası Qatar National Bank S.A.Q (QNB Group) tarafından satın alındı. Diğer taraftan, Temmuz ayında ise Körfez bölgesinin en önemli bankalarından ve Katar’ın ilk özel bankası olan, The Commercial Bank (P.S.Q.C.), Anadolu Grubu’nda bulunan yüzde 25’lik hisseyi de alarak, ABank’ın tüm hisselerinin sahibi oldu. Bunun yanı sıra, Mayıs ayında Bank of China’ya mevduat bankası kuruluş izni verildi.
BDDK tarafından çıkartılan sermaye yeterliliğinin ölçülmesine ve değerlendirmesine yönelik düzenlemeyle birlikte bankaların sermaye yeterlilik oranlarında yükseliş yaşandı.

1,6 trilyon TL’lik kredi verildi
Bankacılık sektörünün 2016 yılı üçüncü çeyreği itibariyle sağladığı 1,6 trilyon TL’lik kredinin yarısını (802 milyar TL) ticari ve kurumsal krediler oluşturuyor. Bunların dörtte birini KOBİ kredileri (405 milyar TL), kalan yüzde 25’lik kısmını ise tüketici kredileri ve kredi kartları (403 milyar TL) oluşturdu. Geçtiğimiz yılsonuna göre verilen krediler yüzde 8,4 artarken, ticari ve kurumsal krediler yüzde 12,8, KOBİ kredileri yüzde 4,1, tüketici kredileri ve kredi kartları yüzde 4,7 artış gösterdi.

KOBİ kredilerinin gelişimine bakıldığında, 2016 üçüncü çeyreği itibariyle en fazla kredi 164 milyar TL ile orta büyüklükteki işletmelere verilirken, bunu 135 milyar TL ile küçük işletmeler izledi.
Geçtiğimiz yılsonuna kıyasla en fazla artış oranı yüzde 7,1 ile mikro işletmelere verilen kredilerde görülürken, orta büyüklükteki işletmelere verilen krediler yüzde 4,5, küçük işletmelere verilen krediler ise yüzde 1,5 arttı. Mikro işletmelere 106 milyar TL kredi verildi.

161 milyar TL ihtiyaç kredisi
Bireysel kredilerin yapısı incelendiğinde, 2016 yılında sağlanan 403 milyar TL’lik kredinin yaklaşık yüzde 40’ını ihtiyaç kredileri, yüzde 38’ini konut kredileri, yüzde 20,5’ini bireysel kredi kartları, yüzde 1,5’ini ise taşıt kredileri oluşturdu. 2016’nın üçüncü çeyreği itibariyle 2015 sonuna kıyasla toplam bireysel krediler yüzde 4,7 artış gösterirken, konut kredileri yüzde 7,7, bireysel kredi kartları yüzde 3,8 ihtiyaç kredileri ise yüzde 2,6 artış kaydetti. Taşıt kredileri ise 6 milyar TL’lik seyrini korudu.

Takipteki krediler 2016 yılı üçüncü çeyreği itibariyle 2015 sonuna kıyasla yüzde 14,6 artarak 55 milyar TL oldu. Böylelikle, kredilerde takibe dönüşüm oranı yüzde 3,32’ye yükselerek 2010 yılındaki yüzde 3,66 seviyesinden sonraki en yüksek düzeyine ulaştı. Takibe dönüşüm oranı tüketici kredileri ve bireysel kredi kartları ile KOBİ kredilerinde yüzde 4,5 seviyelerinde seyrederken, ticari kredilerde ise bu oran yüzde 2 düzeyinde seyrediyor.

En çok takip oranı toptan ticaret, tekstil ve perakende sektörlerinde
Takibe dönüşüm oranlarına sektörel olarak bakıldığında, en yüksek oranın yüzde 4,46 ile toptan ticaret, yüzde 4,21 ile tekstil, yüzde 3,87 ile perakende ticaret ve yüzde 3,78 ile inşaat sektörlerinde olduğu görülüyor.
Tüketici kredilerindeki takip oranları incelendiğinde, Eylül 2016 itibariyle yüzde 4,5 seviyesinde olan takibe dönüşüm oranının, 2009 yılındaki yüzde 6 seviyesinden sonraki en yüksek düzeye ulaştığı görülüyor. Tüketici kredileri içerisinde takibe dönüşüm oranı en yüksek olan kalem yaklaşık yüzde 8,1 ile bireysel kredi kartları oldu. Bunu yüzde 6,2 ile ihtiyaç kredileri, yüzde 3,5 ile taşıt kredisi ve yüzde 0,4 ile konut kredisi takip etti.

Yetkilendirilmiş Gümrük Müşavirliği Sistemlerinde Yeni Dönem

Yetkilendirilmiş Gümrük Müşavirliği tespit raporlarında e-imza dönemi

E-dönüşümün temel öğelerinden biri olan e-imza, bireylerin ve kurumların, tüm işlemlerini çok daha uygun maliyetlerle, saniyeler içinde hatasız bir şekilde yasal geçerli ve güvenli şekilde yapabilmelerini sağlıyor.
E-imza, şimdi de YGM (Yetkili Gümrük Müşavirliği) tespit raporlarında kullanılacak.

Yetkilendirilmiş Gümrük Müşavirliği raporlarının gönderiminde e-imza kullanımı 07 Ocak 2017 itibari ile başladı. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından yapılan duyuruya göre, 07.01.2017 tarihinden itibaren YGM tespit raporlarının PDF formatında oluşturulması ve üzerine e-imza atmaya olanak verecek bir program vasıtası ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın talep ettiği formatta e-imza’lı dosya haline getirildikten sonra ilgili sistem üzerinden gönderilmesi gerekiyor. Türkiye çapında sunduğu e-dönüşüm hizmetleriyle sektöre öncülük eden E-GÜVEN, sunduğu e-imza hizmeti ve EBİMZA masaüstü yazılımı ile YGM tespit raporlarının hızlı ve kolay şekilde imzalanmasını sağlıyor.

E-imza kullanım alanları giderek yaygınlaşıyor

E-imza ile yapılabilecek işlemlerin her geçen gün arttığını belirten E-GÜVEN İş Geliştirme, Satış ve Pazarlama Direktörü Ayşegül Tüzün, “E-imza, kamuda e-devlet uygulamaları, adres değişikliği bildirimleri; özel sektörde ise banka talimatları, bayi ağı iletişiminde sipariş süreci, çalışan hizmet sözleşmeleri gibi ıslak imza gerektiren tüm işlemlerde kullanılabiliyor. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından yapılan açıklama ile 07 Ocak 2017 tarihinden itibaren YGM tespit raporlarının imzalanma işlemlerinde de e-imza dönemi başladı. E-GÜVEN olarak elektronik imzanın yanı sıra kurumların ihtiyacına uygun imzalama çözümlerimiz ile iş süreçlerinin hızlı bir şekilde tamamlanmasını sağlıyoruz. EBİMZA masaüstü yazılımı sayesinde bilgisayar ortamında bulunan dokümanların e-imzalanmasını ve imzalı dosyaların doğrulamasının kolaylıkla yapılabilmesini mümkün kılıyoruz. Yenilikçi çözümlerimiz ile e-dönüşüm süreçlerine değer katmaya ve desteklemeye devam edeceğiz.” dedi.

EBİMZA ne tür avantajlar sağlıyor?

EBİMZA, bilgisayar ortamında bulunan dokümanların e-imzalanmasını ve imzalı dosyaların geçerlilik kontrolünün yapılmasını sağlıyor. E-imza oluşturma ve imza kontrolü ile birlikte, zaman damgası hizmeti de sunuluyor. EBİMZA, kullanıcının imza sonrası talebi halinde, hazırlanan elektronik imzalı dosyanın e-posta eklentisi şeklinde gönderilmesi işlemine hızlı ara yüz geçişi de sağlıyor.

2017 Teknoloji Tahminlemeleri

Kendi kendini iyileştiren bir gelecek yanı başımızda

2017’yi, dijital dönüşüm karşısında ayakta kalmakta zorlanan dev şirketlerden, IoT’den sorumlu yöneticilere kadar teknoloji odaklı yeni bir iş dünyası bekliyor

Dell EMC’nin dünya genelinde yaptığı araştırmaya göre, karar vericilerin yüzde 66’sı, yeni kurulmuş dijital şirketlerin getirdiği rekabetin, IT altyapılarına ve dijital beceri liderliklerine yatırım yapmayı teşvik ettiğini söyledi. Peki, işletmeler dijital dönüşüm yatırımlarına daha önce başlamış olsalardı, rekabetten olumsuz etkilenirler miydi? Dell EMC Operasyonlardan Sorumlu Başkan Yardımcısı ve Müşteri Çözümleri Birimi Başkanı Jeff Clarke, 2017 öngörülerini paylaşarak dijital dönüşümle daha fazla yıkımın ortaya çıkmasının nasıl önüne geçilebileceğinin sırlarını açıklıyor.

Köklü şirketler, tüm dünyada yeni kurulmuş dijital şirketler tarafından oyun dışına itiliyor ve yenilikte geride bırakılıyor. Neredeyse her iki tanesinden biri, 3-5 yıllık zaman dilimi içinde ortalarda olup olmayacaklarını dahi bilmiyor. İşte 2017 ve sonrası için yedi önemli trend:

1) Tamamen sarmalayan tasarım ve yaratıcılık ana akım oluyor

2017, insanları çevreleyen yaratıcılığın yaygınlaşmasının sinyalini verecek. Çok yakında yaratıcı ekipler, yeni nesil teknolojiler ile sihirli dokunuşlar yapabilecek ve zamanla bu teknolojiler çok daha geniş kitleler tarafından benimsenecek.

Mimarlar, henüz hiçbir çalışma başlamadan binalarının tam ölçekli modellerini görmek üzere cihazlarını kullanabilecek ve proje sahalarında yürüyebilecek. Amatörler bir düğmeye basarak, parmaklarını kaydırarak veya bir kalem oynatarak birçok şeyi henüz olmadan görebilecek ve yapabilecek.

2) Sanal gerçeklikle başka bir dünyaya yolculuk

Küresel Geleceğin İşgücü Araştırması’na katılan katılımcıların %67’si profesyonel hayatlarında Artırılmış Gerçeklik (AR) / Sanal Gerçeklik (VR) ürünlerini kullanmak isteyeceklerini kaydetti. Önümüzdeki birkaç yıl içinde VR/AR’ın tepe noktaya ulaşmasını bekleyebilirsiniz.

Kısa bir süre içerisinde cihazlar, insanları tek sınırın kendi hayal güçleri olduğu paralel dünyalara itecek. Fiziksel ortamın zaman ve maliyet engellerine takılmadan yeni beceriler edinecek, hizmetler sağlayacak ve diğer insanlarla etkileşim kuracaklar.

Fiziksel ve sanal dünyaların birbirinin içine geçmesi, eğitimi dokunma gibi daha üç boyutlu duyular ile hayata geçirerek derslerin, klasörlerin ve aralıksız not almanın sonunu müjdeleyebilir. Pokemon Go, günde yaklaşık 700.000 yeni oyuncu kazanıyor ve ilgiyi oyuna çekiyor ama AR ve VR oyundan çok daha fazlası için yeterli olgunluğa erişti.

3) Isıtma, Soğutma, Havalandırma altyapınızı garantiye alın

Yakın zamanda tamircinizin arabanızın yazılım güncellemesine ihtiyacı olduğunu söylediğini duydunuz mu? Evet, doğru duydunuz. Bağlantılı dünya çağında IP adresi olan neredeyse her şey hack’lenebilir. Jeep Cherokee’nin 2015’te başına gelenler hafızalardaki tazeliğini koruyor.

Bu yıl, saldırı alanının daha da genişlemesini ve BT ağının ötesinde diğer iş alanlarına girmesini bekliyoruz. Korunması gerekenin sadece veriler değil aynı zamanda HVAC (Isıtma, Soğutma, Havalandırma) altyapısı gibi kalemler olduğunun farkına varmak, gelişen işletmeler için önemli bir bilinçlenmeyi beraberinde getirecek.

4) 5K ve daha fazlası…

İkinci en iyiye razı olacak bir nesil ile birlikte yaşamıyoruz. Çünkü hızlı internete, hızlı trenlere, 200 kilometre hızla giden otomobillere alışmış bir nesilden söz ediyoruz. Ar-Ge ekipleri, sürekli olarak müşterilerini şaşırtmak ve mutlu etmek için ter döküyor. Örneğin tam insanlar 5K çözünürlüğün yeni endüstri standardı olarak 4K’nın yerini alacağını düşünürken iki katı çözünürlüğe sahip büyük ekranların söylentisi dolaşmaya başlıyor bile.

2017 yılında ve sonrasında insanların ekranlardaki deneyimi daha da geliştirilecek, ta ki gerçek dünya daha sönük görünene kadar.

5) IoT yöneticilerinin dönemi başlıyor

Son dönemde birçok yönetici ünvanı ortaya çıktı. Dijitalden Sorumlu Yöneticiler (CDO) son derece popülerken şimdi yeni gelen biri var: IoT’den Sorumlu Yönetici.

Onlara neden ihtiyacımız var? Çünkü şirketler, operasyonları ve BT birimleri arasındaki uçurumu kapatmak için giderek artan bir baskı altında kalıyor. Yatırım geri dönüşünü ve verimliliği artırma çabasıyla IoT’den Sorumlu Yönetici, tesis ve fabrika yöneticilerinden CIO’lara ve CEO’lara kadar herkesle çalışacak.

Firmalarını, Dördüncü Sanayi Devrimine, yani bugün gezegende bağlı bulunan sekiz milyar cihazın ritmiyle hareket eden bir dünyaya taşımaktan sorumlu değişim temsilcileri olacaklar. 2031 yılına geldiğimizde bağlantılı cihaz sayısının 200 milyarın üstüne, yani dünyadaki insan sayısının 25 katı fazlasına çıkmasının beklendiğini hatırlatalım.

6) Önlemek tedavi etmekten daha iyi

Günümüzde yapay zeka yardımıyla öğrenme sayesinde teknolojik bir parçanın henüz arızalanmadan önce arızalanabileceğini söyleyebilir ve hızla sorunu giderebiliriz. Kendi kendini iyileştiren teknoloji ile şirketler, onarma/kurtarma hizmetlerine zaman ve para harcamaktansa yeteneklerini daha stratejik BT projelerinde kullanabilirler.

IDC, 2020’ye gelindiğinde operasyonel süreçlerin yaklaşık %20’sinin kendi kendini onarma ve kendi kendine öğrenme becerisine sahip olacağını tahmin ediyor. Bu da söndürülmesi gereken çok daha az sayıda yangın anlamına geliyor.

7) Makineler ve kristal küreleri

Şirketlerin ve insanların, çevrimiçi dünyada devasa sayıdaki veriyle başa çıkmak için çabaladığı bir sır değil. Ama sıkı durun, büyük ölçekli veriler yakında makinelerin tamamen yeni yollarla anlamasına yardımcı olacak. Örneğin MIT, görsel algı ile gerçekten harika şeyler yapıyor. Makinelere, The Office (Ofis) ve Desperate Housewives (Umutsuz Ev Kadınları) gibi popüler televizyon dizileri izleterek, onlara insanların nasıl davranacaklarını tahmin etmeyi öğretiyorlar.

MIT araştırmacıları, makine algısının, büyük ölçekli verilerden içgörülerin edinilebileceği endüstrilerde devrim yaratacağına inanıyor. Örneğin bilgisayar vizyonu, tıbbi sorunları tespit etmek üzere insanları taramak için daha ekonomik, daha doğru bir prosedür sağlayabilir. Zaman içinde makineler, tanım alanları için öğrendiklerini kullanmaya başlayacak. Bu da metinler veya sanal dünyalardan öğrenmeyi mümkün kılacak.

Otomotiv 2017’nin de lokomotifi olacak

Türkiye ekonomisinin lokomotifi olarak kabul edilen otomotivde yakalanan olumlu ivmenin; 2017’de üretim, satış ve ihracata yüksek rakamlarla yansıması bekleniyor. Türkiye Otomotiv Sektör Raporu’ndan öne çıkan başlıklar…

KPMG Türkiye Denetim Şirket Ortağı Ergün Kış, “Küresel konjonktür ve Türkiye ekonomisindeki gelişmeler dikkate alındığında 2016 yılının en çok otomotiv sektörüne gülümsediği söylenebilir. Otomotiv, üretim ve ihracat rakamları ile hem büyümeye hem de cari dengeye en çok katkı sağlayan sektör oldu” dedi. Kış, şu rakamlara dikkat çekti:

  • 2016 yılının ilk 11 ayında toplam otomotiv üretimi yüzde 2 artışla 863 bin adet, otomobil üretimi ise yüzde 6 artışla 649 bin adet olarak gerçekleşti.
  • Aynı dönemde Türkiye’de üretilen her 100 aracın 77’si ihraç edildi. 2015’te bu oran yüzde 73’tü. Her iki dönemin ilk 11 aylık verileri karşılaştırıldığında, ihraç edilen toplam araç sayısındaki artış yüzde 14’e yaklaştı.
  • 2016’nın tüm aylarında en çok ihracat yapan sektör olma ünvanına sahip otomotiv sektörünün yakaladığı bu başarılı grafik, ülke ihracatına da olumlu yansıdı. Sektör ekonominin lokomotifi oldu.

AB ülkeleri ilk 5’te

  • TİM verilerine göre otomotiv sektörü ihracatının yüzde 80’e yakınını AB ülkelerine gerçekleştirdi. En çok ihracat yapılan 5 ülke Almanya, İtalya, Fransa, Birleşik Krallık ve İspanya oldu. AB ülkeleri ihracat yapılan ilk 20 ülkenin 14’ünü oluşturdu. İlk 10’da AB ülkeleri dışında ABD yer aldı. İlk 20’nin diğer ülkeleri İsrail, Mısır, İran ve Rusya olurken daha önce üst sıralarda yer alamayan Fas geçen yıl listeye 13’üncü sıradan girdi.

Sektördeki büyük yatırımlar

  • Toyota’nın hibrit C-HR araçları Sakarya’da üretmeye başlaması, OYAK Renault’un Bursa’da Megane Sedan seri üretimine geçmesi, BMC’nin Sakarya Karasu’da savunma sanayii yatırımı yapma kararı, Alman otomotiv yan sanayi firması ElringKlinger’in Bursa’da yeni üretim tesisi açması 2016’da sektördeki büyük yatırımlar arasına girdi.
  • Ekonomi Bakanlığı verilerine göre son 10 yılda otomotiv sektöründe yatırım teşviki için düzenlenen belge adedi 2008’de zirveye çıktı, 2016’nın ilk 10 ayında ise en düşük seviyeye geriledi. Düzenlenen belge adedi 2015 ve 2016’da düşüş gösterirken, belgelerin toplam yatırım tutarları ise 2015’teki seviyeyi geride bıraktı.
  • 2016’da belgeye bağlanan yatırım tutarının yüzde 81’i yabancı sermaye tarafından gerçekleştirildi. Aynı oran 2014’te yüzde 67, 2015’te ise yüzde 55 seviyelerindeydi. Yerli yatırımların yedek parça ve ara malı, yabancı sermayenin büyük yatırımlarının ise otomobil ve ticari araç üretimine yoğunlaştığı düşünüldüğünde, bu yatırımların tamamlanmasıyla sektör ihracatında ciddi artış beklenebilir.

Risk unsurlarına dikkat

Ergün Kış, şu değerlendirmeyi yaptı:

“2016’da sektör genelinde yakalanan olumlu ivmenin 2017’de süreceği öngörülüyor. 2017, üretim, satış ve ihracatta daha yüksek nominal rakamların görüleceği bir yıl olacak. Ayrıca otomotiv sektörünün 2017’de de firma ve sektör bazlı liderliklerini devam ettirmesi bekleniyor. Otomotiv, dışa açıklığı ve küresel tedarik zincirlerine yüksek entegrasyonu nedeniyle küresel talep ve ikili/çoklu ticaret anlaşmalarına duyarlılığı en yüksek sektör. Hem avantaj hem tehdit olan bu özellik nedeniyle TTIP, TPP ve Brexit gibi etkisi geniş gelişmeler sektör için risk faktörü olmaya devam edecek.”

Küresel CEO Araştırması

Yeni risklere ve belirsizliğe rağmen CEO’ların cesareti artıyor…

Geleceğe güven artıyor,

CEO’ların yüzde 52’si çalışan sayısını artırmayı düşünüyor,

Aşırı regülasyon ve yetenekli işgücüne erişim endişeleri rekor seviyeye çıktı,

CEO’lar küreselleşmenin gelir eşitsizliğine katkı yapmadığını düşünüyor.

Türk CEO’lar ekonominin geneli konusunda biraz kaygılı ama yine de 2017’de şirketlerini büyütebileceklerine inanıyorlar…

PwC 20. Küresel CEO Araştırması’na göre, dünyada genelinde CEO’lar önümüzdeki yıl endişe etmeleri gereken birçok konu olduğunu düşünseler de yine de büyüme beklentileri ve küresel ekonomiye güven yeniden yükselmeye başladı.

Her yıl olduğu gibi bu yılda Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu Yıllık Toplantısı’nın açılışında kamuoyu ile paylaşılan araştırmaya katılan CEO’ların yüzde 38’i (2016: yüzde 35) önümüzdeki 12 ayda şirketlerinin büyüme beklentileri oldukça yüksek; CEO’ların yüzde 29’u (2016: yüzde 27) ise küresel ekonomik büyümede 2017 yılında toparlanma olacağına inanıyor.

CEO’ların beklentileri geçtiğimiz yıla göre daha pozitif bir tablo çizse de ekonomik belirsizlik (yüzde 82), aşırı düzenleme (yüzde 80) ve yetenekli işgücüne erişim (yüzde 77) konusundaki endişe seviyeleri hala çok yüksek. Yerli ekonomiyi korumakla ilgili endişeler de artıyor; CEO’ların yüzde 59’u bu konuyla ilgili endişe duyuyor, ABD ve Meksika’daki CEO’larda ise bu oran yüzde 64’e çıkıyor.

Küreselleşme ile ilgili görüşlerin de alındığı araştırmada CEO’lar; sermaye, ürün ve insanların serbest dolaşımını sağlaması açısından küreselleşmeye olumlu bakıyorlar. Ancak, CEO’lar küreselleşmenin zengin ile fakir arasındaki uçurumu ortadan kaldırma ya da iklim değişikliğine çözüm bulma konusunda etkisini ciddi şekilde sorguluyorlar. Bu konuda görüşler, CEO’ların küreselleşmeyi tetikleyen faktörlerle ilgili olumlu görüşlerini paylaştığı PwC’nin 1998 yılında gerçekleştirdiği ilk CEO Araştırması ile tamamen zıt yöne dönmüş durumda.

PwC Küresel Başkanı Bob Moritz araştırma sonuçlarını şöyle değerlendiriyor:
“Fırtınalı geçen 2016 yılına rağmen, 2007 yılında gördüğümüz seviyelerden çok daha düşük ve yavaş olsa da, CEO’ların güveni yeniden yükseliyor. Trump’ın başkanlığına ilişkin tahminler ve İngiltere’nin AB’den çıkmasına rağmen CEO’ların şirket büyümesine güvenlerinin 2016 yılına göre arttığını, İngiltere ve ABD dahil tüm dünyada iyimserlik belirtilerinin arttığını görüyoruz. Bir yıl öncesine göre dünya çapında daha fazla CEO’nun yatırım için ABD ve İngiltere’yi işaret etmesi ile bu iyimser hava, diğer ülkelere de yansıyor.”

“Büyüme fırsatları konusunda CEO’lar daha güvende hissetse de, bu yıl en önemli üç endişelerinin şunlar olduğunu söylüyorlar:

  • Dijital çağa uygun işgücünü yaratacak insan kaynakları ve teknoloji stratejisi
  • Giderek artan sanal etkileşimlerin olduğu bir dünyada işletmelerine güveni korumak
  • Toplumla daha çok iletişim kurarak ve çözüm bulmak için işbirliği yaparak küreselleşmeyi herkesin yararına kullanmak

2017’de ekonominin de Davos toplantılarının da gündemine damga vuracak bazı konular bunlar…”

Türkiye ile ilgili bazı sonuçlar
PwC 20. Küresel CEO Araştırması’na Türkiye’den 33 CEO katıldı. Araştırmanın ilk bulgularına göre Türkiye’deki CEO’ların görüşleri şöyle:

  • Türkiye’deki CEO’ların ekonomik büyüme beklentisi geçtiğimiz yıllara göre büyük düşüş gösterdi. Türkiye’den katılan CEO’ların sadece yüzde 12’si önümüzdeki bir yılda ekonomik büyümede artış öngörüyor (2016: yüzde 50, 2015: yüzde 50, 2014: yüzde 50). Yüzde 59’u ekonomik büyümenin aynı kalacağını, yüzde 29’u düşeceğini düşünüyor.
  • Bununla birlikte Türkiye’deki CEO’lar kendi şirketlerinin performansını ele aldıklarında ekonominin geneline yönelik kaygılarından sıyrılarak büyüme konusunda ise %41’lik bir oranla daha iyimserler. (2016: yüzde 40, 2015: yüzde 33, 2014: yüzde 56)
  • Türkiye’deki CEO’ların en çok endişe ettikleri konular dünyadan biraz farklılaşıyor: Jeopolitik belirsizlik (yüzde 95), belirsiz ekonomik büyüme (yüzde88), terörizm (yüzde 85) ve döviz kurundaki kırılganlık (yüzde 82) diğer küresel kaygıların önüne geçiyor.
  • Teknolojinin sektörlerine etkisi sorulduğunda Türkiye’deki CEO’ların tamamı konunun öneminin bilincinde: yüzde 9’u sektörü tamamen değiştireceğini, yüzde 65’i belirgin etkisi olacağını, yüzde 26’sı ortalama bir etkisi olacağını söyledi. Türkiye’den hiçbir CEO teknolojinin herhangi bir etkisi olmayacağını düşünmüyor.
  • Teknolojik değişim ve güven temasının detaylı irdelendiği araştırmada Türkiye’deki CEO’lar iş dünyasındaki güvene olumsuz etki edecek teknoloji ile ilgili konuları şöyle aktardılar: Siber güvenlik ihlalleri (yüzde 91), veri güvenliği ve etik ihlali (yüzde 90), bilgi teknolojilerindeki kesinti ve sıkıntılar (yüzde90), yapay zekâ ve otomasyon (yüzde 67)

PwC Türkiye Başkanı Haluk Yalçın, rapor sonuçlarını şöyle değerlendirdi: “Türkiye’deki CEO’lar küresel trendlerin tümüyle farkında ve gerek regülasyonlar gerek teknoloji gerekse yetenek yönetimi açısından dünya CEO’ları ile aynı görüşleri paylaşıyorlar. Bunun yanı sıra Türkiye’deki CEO’lar coğrafyamızın karmaşık denklemi ile de uğraşmak zorundalar. Bu durum ekonomik büyüme beklentileri açısından düşüşe işaret etse de Türk Şirketleri’nin CEO’ları kendi şirketlerini her duruma hazırlama konusunda çok daha inançlı ve deneyimli görünüyorlar. Bu da kendi şirketlerinde büyüme beklentilerinin %41 gibi iyi sayılabilecek bir oranda olmasını sağlıyor.

Önümüzdeki dönemde küresel ekonomideki karmaşık görünüme ve güvenlik konularının gündemi işgal ettiği mevcut ortama rağmen ilk hedef bu gündemi en rasyonel politikalar ile yöneterek büyümeden ödün vermeden ilerlemek olmalı. Esas hedef ise teknolojideki sıçrama, onunla birlikte gelen dijital dönüşüm ve bunu yönetecek yetenekli insan kaynağına ulaşmak konusunda akılcı yatırımların yapılması ve belirli bir ekonomik reform süreci ile Türkiye’nin geleceğe koşusunun hızlanarak devamı olmalı. Bölgemizdeki sıkıntılı jeopolitik unsurlara rağmen ekonomik büyüme, markalaşma ve endüstriyel yatırım hedeflerine sıkı sıkı tutunarak büyük adımlar atmalıyız. ”

PwC 20. Küresel CEO Araştırması’nda yer alan diğer sonuçlar

Gelir artışına güven tırmanıyor

2016’nın tam aksine, CEO’ların kendi işletmelerinin bir yıllık gelir artışına güveni tüm dünyada neredeyse tüm büyük ülkelerde yükselişte. Önde gelen ülkeler ise Hindistan (yüzde 71), güven seviyesinin iki katından fazlasına çıktığı Brezilya (yüzde 57), Avustralya (yüzde 43) ve İngiltere (yüzde 41). Güven seviyesi Çin’de 11 puan artarak yüzde 35’e, ABD’de altı puan artarak yüzde 39’a, Almanya’da ise üç puan artarak yüzde 31’e çıktı. İsviçre’de ise güven seviyeleri iki katından fazlasına çıkarak yüzde 34 oldu.

Güven trendine uymayan ülkeler ise güven seviyelerinin düştüğü İspanya, Meksika ve özellikle de bu seviyenin 2016 yılındaki yüzde 28’den yüzde 14’e düştüğü Japonya oldu.

Büyümeyi teşvik eden faktörlerle ilgili olarak, CEO’ların üçte birinden fazlası (yüzde 79) için önümüzdeki yıl gündemin ilk sırasında organik büyüme yer alacak. Büyüme ile ilgili olarak, CEO’ların yüzde 41’i 2017 yılında yeni bir birleşme ve satın alma faaliyeti planlıyor; tüm CEO’ların yaklaşık dörtte biri (yüzde 23) yeni fırsatları kazanca dönüştürmek için inovasyon kapasitelerini artırmayı düşünüyor.

CEO’ların büyüme fırsatı arayacağı yerler

PwC’nin ilk küresel CEO araştırması, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan pazarların kesinlikle başarılı olacağını göstermiştir. Ancak para birimi kırılganlığıyla daha da artan pazarlardaki kararsızlık, CEO’ların daha çeşitli ülkelere yönelmesine neden oldu. Bu yılın araştırması ise ABD, Almanya ve İngiltere’nin daha önemli öncelikler haline geldiğini; Brezilya, Hindistan, Rusya ve Arjantin’e yatırım yapma isteğinin ise üç yıl öncesine göre azaldığını gösteriyor. 

Şirketlerin faaliyet gösterdiği hangi ülkelerde büyüme beklentisi olduğu sorusunda CEO’lar ilk beş ülke olarak ABD, Çin, Almanya, İngiltere ve Japonya’yı sıraladı. CEO’lar arasında büyüme lokasyonu olarak popülerliği en çok artan ülke İngiltere oldu: Geçen yıl yüzde 7 oranında büyüme beklenen İngiltere bu sene yüzde 15’lik bir oranla dördüncü sırada yer aldı.

Küreselleşme

CEO’ların yüzde 58’i küreselleşmeyi yerli ekonomiyi korumak gibi yükselen trendlerle dengelemenin zorlaştığını düşünüyor. Bu tür endişeler, ‘tipik küresel kurumların ihtiyaçları olduğu kadar ticaret özgürlüğüne sahip’ olduğu sonucu çıkan PwC’nin ilk CEO Araştırması’ndaki görüşlere ters düşüyor.

Son 20 yılda CEO’lar küreselleşmenin sermaye, ürün ve insanların serbest dolaşımına katkısı hakkında oldukça olumlu düşünüyordu. Ancak bu yılki araştırmaya katılanlar, küreselleşmenin iklim değişikliğini azaltma ya da zengin ile fakirler arasındaki uçurumu ortadan kaldırmaya katkısı konusunda şüpheci yaklaşıyor. Bu durum, PwC’nin 22 ülkede yer alan 5.000’den fazla katılımcı arasında yaptığı ayrı bir tüketici anketindeki bu konulara ilişkin halk görüşleri ile benzerlik gösteriyor.

CEO’ların yüzde 60’ı, tüketicilerin ise yalnızca yüzde 38’i küreselleşmenin sermaye, insan, ürün ve bilginin dolaşımını iyileştirmeye oldukça pozitif etkisi olduğuna inanıyor. CEO’ların dörtte üçünden fazlası (yüzde 76), tüketicilerin ise neredeyse üçte ikisi (yüzde 64) küreselleşmenin tam ve anlamlı istihdam yaratmaya yardım ettiğini düşünüyor. Tüketiciler arasında küreselleşmenin büyük ölçüde beceri sahibi ve eğitimli iş gücü yarattığına inananların oranı da işletme liderlerine göre daha düşük; halkın yüzde 29’u CEO’ların yüzde 37’si buna inanıyor.

PwC Küresel Başkanı Bob Moritz konuyla ilgili şunları söylüyor: “Halk arasındaki memnuniyetsizliğin uzun vadede sürdürülebilir performans için gereken güveni sarsma olasılığı var. Ancak buradaki en büyük zorluk CEO’ların nasıl hareket edeceği değil, CEO’ların paydaşlar, müşteriler, çalışanlar ve toplumla daha derin ve iki yönlü ilişki kurmasının gerekmesi. Olası memnuniyetsizlik ya da bu yöndeki algının asıl nedenini anlamak şirketinizin topluma faydalarının anlatılmasında gerekli olan ilk ve en önemli adım. Kapsayıcı küresel büyümeyi yakalayamazsak kaybedeceğimiz çok şey var.”

Teknoloji ve güven

CEO’lar, teknolojinin artık şirketlerinin imajı, becerileri, personel alımı, rekabet gücü ve büyümesinin ayrılmaz bir parçası olduğunu söylüyor. CEO’ların neredeyse dörtte biri (yüzde 23), teknolojinin önümüzdeki beş yılda kendi sektörlerindeki rekabeti tümüyle yeniden şekillendireceğine inanıyor.

Giderek dijitalleşen dünyada, teknoloji şirketler ve müşteriler arasında yeni bir dinamik yaratarak iki taraf için de büyük avantajlar sağladı. Ancak, CEO’ların yüzde 69’u bu ortamda insanların güvenini kazanıp elde tutmanın zorlaştığını, yüzde 87’si ise sosyal medya kullanımından doğan risklerin sektörlerindeki güven seviyesine negatif etkisi olabileceğini söylüyor. CEO’ların yüzde 91’i veri gizliliği ve etik sorunların da önümüzdeki beş yılda kurumlarını etkileyeceği konusunda hemfikirler.

Yirmi yıl önce CEO’lar için güven, iş radarında üst sıralarda değildi. 15 yıl önce CEO’ların sadece yüzde 12’si şirketlere kamu güveninin büyük ölçüde azaldığını düşünüyordu. Bu yıl ise CEO’ların yüzde 58’i iş hayatına karşı güven eksikliğinin şirketlerinin büyümesine zarar vereceğini düşünüyor. Bu oran 2013 yılına kıyasla yüzde 37 arttı.

Büyük şirketlerin yaşadığı sansasyon yaratan bazı teknoloji ve güvenlik olaylarından sonra, CEO’lar tahmin edilebileceği üzere siber güvenlik, veri gizliliği ihlalleri ve bilgi teknolojilerine dair aksaklıkları paydaş güvenine karşı en önemli üç teknoloji tehdidi olarak gösteriyor.

Bob Moritz konuyla ilgili şunları ekliyor: “CEO’lar dijital çağda güveni elde tutmanın daha zor olmasını bekliyor. Fakat teknolojiyi, güven temeline dayanan süregelen ilişkilerinde paydaşlarla bağlantı kurma yeteneğiyle birleştirerek güçlü yönleri haline getirenler, rekabet avantajını yakalayacaktır”. 

Yetenekli işgücü ve istihdam

Becerilerle ilgili endişe, son 20 yılda iki katından fazlasına çıktı (1998’de CEO’ların yüzde 31’i bu konuyla ilgili endişeliyken 2017’de bu oran yüzde 77’ye çıktı). Gelecekteki beceri ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılacak stratejiler arasında ise çeşitlilik, kapsayıcılık ve işgücü hareketliliği yer alırken insan kaynakları, şirketlerin ilk üç önceliği arasında bulunuyor. Yetenekli işgücüne ulaşım, CEO’ların dörtte üçünden fazlasının (yüzde 77) endişeleri arasında yer alırken; Afrika (yüzde 80) ve Asya Pasifik’teki (yüzde 82) CEO’ların endişeleri arasında başı çekiyor.

CEO’ların yarısından fazlası (2016’daki yüzde 48’e karşı yüzde 52) önümüzdeki 12 ayda çalışan sayısını artırmayı planlıyor. En iddialı işe alım planları yapanlar arasında İngiltere (yüzde 63), Çin (yüzde 60), Hindistan (yüzde 67) ve Kanada (yüzde 64) bulunuyor. Sektör bazında ise, en iddialı işe alım planlarını Varlık Yönetimi (yüzde 64), Sağlık (yüzde 64) ve Teknoloji (yüzde 59) alanında çalışan CEO’ların yaptığını, devlet ve kamu kurumundakilerin (yüzde 32) ise bu konuda en düşük seviyede olduğunu görüyoruz.

Araştırmaya katılan CEO’ların sadece yüzde 16’sı genel çalışan sayısını azaltmayı planladığını söylerken, CEO’lar ilgili işlerin yüzde 80’inin teknoloji veya otomasyon kullanımından bir şekilde etkileneceğini söylüyor. Kanada (yüzde 100), ABD (yüzde 95), Almanya (yüzde 93), Avustralya (yüzde 92) ve Brezilya’daki (yüzde 91) işletme liderleri teknolojinin en büyük etkiye sahip olduğunu düşünüyor.

Görüşme yapılan CEO’ların yarısından fazlası (yüzde 52) insanlarla makinelerin birlikte çalışmasının avantajlarını şimdiden araştırırken beşte ikisi (yüzde 39) gelecekteki beceri ihtiyaçları üzerinde yapay zekânın etkisini göz önünde bulunduruyor.

Teknolojik değişikliğin hızının CEO’ların yüzde 70’i için endişe kaynağı olduğu düşünülürse, yaratıcılık ve yenilikçiliğin, liderlik ve duygusal zekânın aranan en değerli beceriler olması ve CEO’ların işe alım yapmakta zorlanması şaşırtıcı değil. Dijital ve STEM (Fen, Teknoloji, Mühendislik, Matematik) beceriler işletme liderlerinin yarısından fazlası için işe alımda sorun yaratıyor. 

PwC Küresel Başkanı Bob Moritz konuyu şöyle noktalıyor: 

“CEO’lar temel beceri eksikliğinin şirketlerinin büyüme potansiyeline, geçerliliğine ve sürdürülebilirliğine zarar vermesinden endişe duyuyor. CEO’lar en çok teknik olmayan becerilere değer veriyor. Yenilikçilik ve insan ilişkisi becerileri kodlanamıyor. Bu nedenle CEO’ların ihtiyacı olan değişimi gerçekleştirebilmek için (dikkatle düşünüp uygun adımlar atarak) teknolojiyle kişilerin yeri doldurulamaz becerileri arasında denge kurmak kilit öneme sahiptir. Paydaşların beklentilerini yönetmek; ayakta kalmak ve büyümek için ihtiyaç duyulan güvenin kazanılmasını sağlayacaktır. Sonuç olarak sanallaşan dünyada insan unsuruna öncelik vermek gelecekteki başarının ön şartı olacaktır.”

 

 

“Hayat’ı Keşfet” staj programıyla 30’dan fazla genç Hayat Kimya bünyesine katılacak

Hayat Kimya’da geleceğin ‘H Generation’ yöneticileri, üniversitedeyken “Hayat’ı Keşfediyor”

2016’da hızlı tüketim ürünleri sektörünün en beğenilen üçüncü şirketi seçilen Hayat Kimya’nın, 2017 “Hayat’ı Keşfet” staj programı üniversite 3. ve 4. sınıf öğrenci başvurularına açıldı.

Hızlı tüketim ürünleri sektöründe, Türkiye’den doğan ve hızla globalleşen Molfix, Molped, Bingo, Papia, Familia gibi güçlü markaların sahibi Hayat Kimya’nın “Hayat’ı Keşfet” staj programı için başvurular alınmaya başladı. 3. ve 4. Sınıf üniversite öğrencilerini iş dünyasına hazırlamayı ve gençlere deneyim kazandırarak kariyerlerine yön vermeyi amaçlayan “Hayat’ı Keşfet” staj programının başvuruları, 16 Ocak-21 Mart tarihleri arasında, www.hayat.com.tr ve www.kariyer.net adresleri üzerinden gerçekleştirilebiliyor.
Staj programını başarıyla tamamlayan öğrenciler, mezun olduktan sonra Hayat Kimya’nın “H Generation” yönetici yetiştirme programlarıyla kariyerlerine tam zamanlı olarak başlayabiliyor, şirketin Türkiye ve yurt dışı organizasyonlarında rol alma imkanına sahip oluyorlar.
2016’da, 3.000’e yakın başvuru içerisinden genel yetenek testi, İngilizce sınav ve grup vaka çalışmaları gibi çeşitli süreçleri tamamlayan 30 öğrenci, Haziran-Ağustos ayları arasında, Hayat Kimya’nın proje bazlı staj programında yer aldı. 18 farklı üniversite ve 16 farklı bölümden katılım gösteren öğrenciler Pazarlama, Finans, İhracat, Üretim, Bilgi Teknolojileri, Satış ve İnsan Kaynakları gibi çeşitli fonksiyonlarda staj programında rol aldı. Mezun olduktan sonra 5 kişi ise “H Generation” adı verilen geleceğin yöneticilerini yetiştirme programıyla Hayat Ailesi’ne katıldı.
“Hayat’ı Keşfet” staj programı 2017’de de 30’dan fazla genci bünyesine katmayı hedefliyor.

İş Dünyası Analitiğin Geleceğini, Geleceğin Analitiğini Tartışacak

Dünya analitik lideri SAS’ın “Experience Your New Possible” temasıyla 16 Şubat’ta İstanbul’da düzenleyeceği etkinliğin gündeminde, yeni nesil analitik, veri analitiğinin günümüz iş dünyasında daha iyi kararlar alınması üzerindeki rolü ve bunun sonucunda yeni olasılıkların tecrübe edilebilmesi gibi konular olacak.

SAS Türkiye, analitiğin hızla değişerek dijitalleşen iş dünyasının karar alma mekanizmaları ve dolayısıyla iş çıktıları üzerindeki etkisinin tartışılacağı bir etkinlikle bankacılık, perakende, telekom ve sigortanın da aralarında olduğu pek çok sektörden önde gelen şirketlerin yöneticileri ile SAS’ın deneyimli uzmanlarını bir araya getiriyor. “Experience Your New Possible” temasıyla 16 Şubat tarihinde İstanbul’da, Sakıp Sabancı Müzesi yerleşkesindeki The Seed’de düzenlenecek olan etkinliğin gündeminde yeni nesil analitik, bulut teknolojileri, analitik kültürü, dijital çağın müşteri deneyimi ve fintech işbirlikleri de olacak.

SAS Türkiye Genel Müdürü Hakan Erdemli’nin ev sahipliğinde gerçekleşecek olan etkinlikte, SAS’ın yerli ve yabancı üst düzey uzmanlarının yanı sıra, pazarlama profesyonellerinden analitik profesyonellerine, pazar araştırmacılarından medya temsilcilerine kadar geniş bir yelpazede konuşmacılar tecrübelerini ve gelecek öngörülerini paylaşacak. Ziraat Bankası CIO’su Can Örüng’ün “Kusursuz müşteri deneyimi için doğru analitik yönetişim” üzerine bir sunum yapacağı etkinlikte, Akbank CRM Başkanı Dr. Atilla Bayrak ise veri analitiği ile nasıl rekabet avantajı sağlanabileceği hakkında konuşmasıyla sahne alacak.

Etkinlik kapsamında ayrıca, “Analitiği Kullananlar Anlatıyor”, “Fintech: Fırsat mı, tehdit mi?”, “Analitik Yolculuğun Öğrettikleri”, “Dijital Çağın Müşteri Yönetiminde Analitiğin Rolü”, “Kişisel Verime Dokunma” ve “Üst Yönetim Tartışıyor: Analitik Kültürü Değişime Nasıl Önderlik Ediyor?” başlıklı altı adet panel oturumu da gerçekleştirilecek.