Pandemi Sürecinde Modüler Yapılara Talep Yüzde 40 Arttı

Tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs (Covid -19) salgını bir zamanlar “alternatif” olarak kabul edilen parçaların birleştirilmesiyle tamamlanan ve ihtiyaç halinde yeniden parçalara ayrılabilen  modüler yapılara olan ilgiyi arttırdı. Öyle ki bu yapılara sadece bir yılda talep yüzde 40 oranında artarken pazarın büyüklüğünün ise 2027 yılına kadar 106,22 milyar dolara ulaşması bekleniyor. 

Koronavirüs (Covid-19) insan sağlığı için önemli bir tehdit olmaya devam ederken bu dönemde sağlık, çevreye duyarlılık, minimalist yaşam gibi konular daha çok öne çıktı. Hal böyle olunca birçok sektörde de yeni nesil fikirlere olan ilgi arttı. Bu alandan biri de inşaat sektörü olarak karşımıza çıkıyor. Hız, düşük maliyet, sürdürülebilirlik, deprem gibi doğal afetlere dayanıklılık gibi birçok avantajı ile öne çıkan modüler yapılar sektörün geleceğini de şekillendiriyor. Nitekim salgın sürecinde artan talep fuar ihtiyacını da beraberinde getirdi. Bu kapsamda Tureks Uluslararası Fuarcılık tarafından Türkiye’nin ilk ve tek ‘Prefabrik, Modüler, Mobil Ev ve Yapı Sistemleri Fuarı’ 16 -18 Eylül 2021 tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi’nde düzenlenecek.

Modüler Yapılar İnşaat Sektörünün Geleceğini Şekillendiriyor

İnşaat sektörünün salgından en çok etkilenen sektörlerin başında geldiğini dile getiren Tureks Uluslararası Fuarcılık Genel Müdürü Nergis Aslan, “Yıllardır dünyanın pek çok yerinde yaşam alanından iş yerine, hastanelerden fabrikalara kadar birçok kullanım alanı sunan prefabrik yani modüler yapılar, Covid -19 sürecinde sektörün başka bir yöne evrilmesine de neden oldu.  Burada kişilerin bakış açılarının değişmesi de kilit rol oynuyor. Biz de buradan yola çıkarak hem sektörün hem de tüketicilerin bir platformda buluşmaları için kolları sıvadık. Hedefimiz farklı coğrafyalardan gelecek 250 katılımcı firma ve mimarlardan müteahhitlere, kamu kurum ve kuruluşlarından uluslararası alıcılara kadar birçok meslek grubundan 20 bin ziyaretçi ile fuarcılığa yeni bir soluk kazandırırken sektörün nabzının atacağı bir buluşma organize etmek” dedi.

Eğitimde 3 boyutlu ders dönemi

Eğitimi baştan sona şekillendiren koronavirüsün etkileri, kalıcı hale geliyor. Hem yüz yüze hem de uzaktan eğitimin bir arada yürütüldüğü hibrit modeller, birçok ülkede yeni eğitim öğretim dönemleri için uygulanmaya hazırlanılıyor. Bu noktada eğitimde kişiselleştirilmiş, sürükleyici, yenilikçi ve 3 boyutlu öğrenme ortamları sunan sanal ve artırılmış gerçeklik teknolojilerine olan ilgi de artıyor.

Sanal ve artırılmış gerçeklik unsurlarını bir bilgisayarda bir araya getiren teknoloji firması zSpace ise sunduğu uygulamalarla dersleri ilginç, pratik ve etkileşimli hale getiriyor.

Eğtimin geleceği hakkında bilgi veren zSpace Türkiye Müfredat ve Eğitim Tasarım Uzmanı Elif Çilek Ataman, “Teknoloji, eğitimin amacını geleneksel öğretimden daha çok öğrencilerin nasıl öğrendiklerini keşfetmeleri için güçlendirmeye yönelik dönüştürmüş durumda. Aynı zamanda kişiselleştirme çabası sayesinde, bireysel öğrenme stilleri eğitimin geleceğinin merkezinde yer alıyor. Artan teknolojik gelişmelerle birlikte, yenilikçi ve uygulamalı öğrenimi içerecek şekilde gelişmesini gerektirmektedir” dedi.

Uzaktan eğitim kalıcı hale geliyor

Koronavirüs sonrasında uzaktan eğitim ve hibrit eğitim modelleri kalıcı hale geliyor. Bu nedenle zSpace uygulamalarına talebin daha da artması bekleniyor.

Öğrenciler sınıfta değilken deneyimsel öğrenmeyi yönetmenin zor olduğunu belirten Ataman, “Uzaktan ve yüz yüze eğitimde sınıflarda öğrenci verimliliğini artırmak için harmanlanmış bir öğrenme yaklaşımını benimsemenin önem arz etmektedir. Bu nedenle uygulamalarımıza olan ilgi ve talepler artış göstermektedir. Zamanla bu ilginin ve taleplerin daha da artacağını tahmin ediyoruz” diye konuştu.

Ataman bu noktada zSpace’in sağlayacağı faydaları ise şu şekilde sıraladı: “Hibrit öğrenme ortamlarında zSpace, öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarına göre işbirliğine ve farklı öğrenme stillerine uygun eğitim içerikleri sunar. zSpace sürükleyici, uygulamalı, kapsayıcı ve 3 boyutlu eğitim içeriklerini ve duyusal uyaranları kullanarak, öğrencilerin deneyimleyerek öğrenmesini sağlar. Öğrenciler geleneksel sınıflarda erişemeyecekleri nesneleri görselleştirebilir, etkileşime girebilir ve hissedebilir. zSpace ile öğrenciler derslere aktif olarak katılıyor, 21. yüzyıl becerilerin sergiliyorlar ve öğrenmeye daha istekli oluyorlar.”

Öğrenmeyi kolaylaştırıyor

Eğitimde sanal ve artırılmış gerçeklik teknolojisinin öğrencilerin alıştıkları teknolojinin ötesinde, yeni dünyalar keşfedebileceği, yenilikçi, sezgisel ve devrim niteliğinde bir öğrenme deneyimi sunduğunu belirten Elif Çilek Ataman “K12 Eğitiminde zSpace uygulamaları, öğrencileri müfredatla uyumlu öğrenme deneyimleri ile buluşturur. Öğrenciler, disiplinlerarası konulara odaklanarak birden fazla müfredat alanında kavramlar hakkında bilgi ve anlayış oluştururlar. zSpace, öğretimi ve öğrenmeyi merak ile destekleyen, deneyimler ve ortamlar sağlar. Öğrenciler sorular sorarak, bilgi toplayarak, modeller geliştirerek, fikirleri test ederek, verileri analiz ederek ve sonuçlar geliştirerek öğrenirler. Öğretmenler için ise öğrencilere ders boyunca yardımcı olacak araçlar ve kaynaklar oluşturarak öğrenmeyi kolaylaştırır” dedi.

Kalbin içinde gezecekler

zSpace içeriğinde yer alan her uygulama, müfredat kazanımlarına uygun tasarlanmış etkinlikleri içerdiğini belirten Ataman, zSpace ile yapılabilecekler hakkında ise şunları kaydetti “Örneğin fen derslerinde kalbin yapısının ve işleyişinin öğrencilere anlatılması her zaman olmuştur. Yıllar boyunca öğretmenler, öğrencilere nasıl bir yapıya ve işleyişe sahip olduğunu göstermek için kalp diseksiyonları yaparlar. Ancak öğrenciler kalp artık çalışır durumda olmadığı için kalbi atarken gözleyemezler. Ya da kalbin odacıklarının, kapakçıklarının ve damarların daha ince ayrıntılarını göremezler çünkü hepsi birbirinin üzerine katlanmış şekildedir. Ancak zSpace ile bu süreç öğretmen ve öğrenci faydasına yönelik bir değişiklik oluşturmaktadır. Öğrenciler zSpace kalemini kullanarak kalbin kapakçıkları arasında gezinebilirler. Nasıl çalıştığını anlamalarına yardımcı olmak için kalbi parçalara ayırabilir ve tersine çevirebilirler. zSpace, öğrencilerin iki boyutlu bir şekilde değil, 3 boyutlu bir şekilde anlamalarını geliştirmelerine olanak tanıyan daha derin bir etkileşim düzeyi ve daha derin bir öğrenme düzeyi oluşturur.”

Yaşayarak öğreniyorlar

Klasik eğitim modellerinin yerini kişiselleştirilmiş, sürükleyici, yenilikçi ve 3 boyutlu öğrenme ortamları sunan sanal ve artırılmış gerçeklik teknolojilerinin aldığını aktaran Ataman, “Sanal gerçeklik, eğitici içeriğin öğrencilere aktarılma yöntemini dönüştürerek merakı teşvik eder, ilgiyi artırır ve geleneksel sınıf ortamlarında her zaman mümkün olmayan görselleştirmeler sunar” diye konuştu.

Bu şekilde öğrencilerin yaşayarak öğrendiğini ifade eden Ataman, “Bir lise öğrencisi sınıf ortamında kasları öğrenirken, bir video izlemek ya da kitapta okumak yerine zSpace ile sanal bir kolu hareket ettirebilir ve açıkta bir pazı kasının kasılmasını görebilir. Başka bir zSpace uygulamasıyla öğrenciler aslında bütün bir devre kartı inşa edebilirler. Aynı zamanda motorları çalıştırabilir, ışıkları yakabilir vb. şekilde devre elemanlarını birleştirme yapabilirler. Aynı zamanda plastik, metal, cam gibi çeşitli malzemelerin iletkenliğini test edebilirler. Öğrenciler zSpace uygulamaları ile araştırma sürecini kullanır, verileri toplar ve analiz yaparlar” dedi.

Ataman’ın verdiği bilgilere göre zSpace daha derin öğrenmeyi geliştirmeye yardımcı oluyor. Öğretmenlerin önceden kurdukları etkinlik düzenekleri kaybolmaz ve bir sonraki ders için hepsinin tekrar hazırlanmasına gerek kalmaz. Sistem aynı zamanda öğrencilerin çalışmalarını da kaydederek öğretmene gönderilmesine olanak veriyor.

Konut alırken Iraklı ‘fiyatı’, Arap ‘görünümü’ İngiliz ‘konumu’ ilk sıraya koyuyor

10 yatırımcıdan 7’si yeni yatırıma sıcak

GİGDER’in geçen ay tanıtımını yaptığı ve yabancı yatırımcıların eğilimlerini ortaya koyan araştırmanın ikinci bölümü yayınlandı. Verilere göre, Türkiye’de gayrimenkul satın alanların memnuniyet oranı %83,2 olurken, yatırımlarından memnun olan ülkeler sıralamasında ilk sırayı %95,8 ile Cezayir aldı. Onu %92,6 ile Rusya, %92 ile Almanya, %91,7 ile İngiltere, %89,7 ile Ürdün, %86,5 ile Irak, %76,9 ile İran, % 66,7 ile Suudi Arabistan izledi.

Araştırmaya katılan katılımcıların %70,2’si ise Türkiye’de yeni bir gayrimenkul yatırımına niyetli olduğunu belirtiyor. Gayrimenkul satın alırken Iraklı ‘fiyatı’, Arap ‘görünümü’, İngiliz ‘konumu’ ilk sıraya koyarken, yatırımcıların Türkiye’yi tercih etmesinin nedenleri arasında iklim %53,2 ile öne çıkıyor. Türkiye deyince Almanya ‘misafirperverlik’, Cezayir ‘Erdoğan’ diyor.

Gayrimenkul Yurtdışı Tanıtım Derneği (GİGDER), saha çalışması pazar araştırma şirketi AGS Global’e yaptırdığı ve Türkiye’nin 12 şehrinde gayrimenkul yatırım geçmişi bulunan, 48 ülkeden toplam 410 uluslararası yatırımcıyla 8 dilde gerçekleştirilen ‘Rekabet ve İlham: Türkiye’de Yabancı Gayrimenkul Yatırımlarının Geleceğini İhracat Odaklı Yeniden Düşünmek’ adlı araştırmanın ikinci bölümünü yayınladı.

Geçen ay ilk bölümünün kamuoyuna tanıtıldığı araştırmanın açıklanan yeni verilerine göre, Türkiye’de gayrimenkul satın alanların memnuniyet oranı %83,2 gibi oldukça yüksek bir seviyede. ‘Türkiye’den satın aldığınız gayrimenkulden memnun kaldınız mı?’ sorusuna yanıt veren ülkeler incelendiğinde, Türkiye’deki gayrimenkul yatırımlarından en memnun olan ülkeler sıralamasında ilk sırayı %95,8 ile Cezayir alırken onu %92,6 ile Rusya, %92 ile Almanya, %91,7 ile İngiltere, %89,7 ile Ürdün, % 86,5 ile Irak, %76,9 ile İran, % 66,7 ile Suudi Arabistan takip ediyor.

Araştırma kapsamında ‘Önümüzdeki dönemde Türkiye’den yine gayrimenkul satın almayı planlıyor musunuz?’ sorusunu ise araştırmaya katılan katılımcıların %70,2’si olumlu yanıtlarken, kararsız olanların oranı %18,5, yeni bir yatırım düşünmediğini ifade edenlerin oranı ise %11,3 oldu. Başka bir deyişle, 10 yatırımcıdan 7’si, arzu edilen Türkiye imajına dair mesajı doğru alarak yeni bir gayrimenkul yatırımına niyetli olduğunu gösterdi.

Verileri değerlendiren GİGDER Başkanı Ömer Faruk Akbal, “%83,2’lik memnuniyet seviyesi oldukça iyi bir oran. Türkiye’nin tutundurma stratejileri konusunda sorun yaşamadığını ve bu eğilimin yatırım kararlarının % 70,2 oran ile sürmesi yönünde pozitif yönlü hareketi desteklediğini gösteriyor. Türkiye yapı arz ve kalitesi, kozmopolit kültürü, gayrimenkul satın alan yatırımcıya kendini evinde gibi hissettirmesi, yabancı dostu ekosistemi, sağlık altyapısı konusunda önemli kaynaklarıyla küresel yatırımcının radarındaki en cazip gayrimenkul pazarlarının başında geliyor. Mülakat setlerinden elde ettiğimiz bilgilere göre, Türkiye’de gayrimenkul sahibi olmak, yabancı yatırımcılar aynı zamanda itibar ve statü göstergesi” dedi.

İşte ‘Türkiye’den yine konut alırım’ diyen ülkeler

Gelecek senaryolarına bakıldığında ise önümüzdeki dönemde Türkiye’den yine gayrimenkul satın almayı planlarım diyen ülkeler arasında %72.4 oranıyla evet cevabını veren Ürdün ilk sırada yer alıyor. Onu %66,7 ile Cezayir, %51,4 ile Irak, %43,6 ile Suudi Arabistan ve %41,7 ile İngiltere takip ediyor. Araştırmaya göre bu konuda kararsız olan ülkelerin başını %48 ile Almanya çekiyor. Onu 46,2 ile İran, %41,7 ile İngiltere, % 37 ile Rusya izliyor. Bu verilere göre İngiltere ise gelecekte gayrimenkul satın almayı planlayanlar ile kararsızların oranının eşit olmasıyla dikkat çekiyor.

Iraklı ‘fiyatı’, Arap ‘görünümü’, İngiliz ‘konumu’ önemsiyor

Verilere göre, yatırımcıların %63,4’ü için gayrimenkul satın alırken en önemli etmen ‘fiyat’ iken, onu ilk 5’te %58,3 ile lokasyon, %36,6 ile manzara, %28,8 ile karlılık ve %21,2 ile yapı özellikleri izliyor. Ülkelerin gayrimenkul satın alırken hangi özelliklerin belirleyici olduğu sorusuna verdiği çoklu yanıtlara göre, İngiltere %83,3 ile, Ürdün %62,1 ile konum’u, Suudi Arabistan %61,5 ile görünümü, Irak %75,7 ile, Almanya %68, Cezayir %54,2, İran %61,5 ile fiyatı, Rusya ise %51,9 ile hem konum hem fiyatı en önemli karar kriteri olarak temel alıyor.

Parite etkisiyle değerli Türk gayrimenkullerine olan iştah ve ilginin arttığının yadsınamayacağını kaydeden Akbal, “Bununla birlikte bazı ülkelerden yatırımcılar fiyatı ilk sıraya yazsa da, her ülke için bundan bahsedemeyiz. İngiliz ya da Ürdünlü yatırımcılar için konumun, Suudi Arabistanlı yatırımcılar için görünümün önemi, anlamlı ipuçları içeriyor. İstanbul’da bugün ortalama bir gayrimenkulün metrekare fiyatı 450 euro iken Avrupa’da bu rakam 2-4 bin euro civarında. Türkiye’deki gayrimenkuller henüz hakettiği değere ulaşmadı. Fiyat odaklı rekabetçiliği aşmanın yolu ise, pazar yelpazesini genişletmekten, doğru pazarlama karmasının kurgulanmasından ve katma değerli odaklı fiyatlandırma ile itibarı iyi yönetmekten geçiyor” diye konuştu.

Türkiye, Ürdün ve İran için ekonomik bir seçim, en yaygın kriter ise iklim

Araştırma verilerine göre, yatırımcıların Türkiye’yi tercih etmesinin nedenleri arasında %53,2 ile iklim ilk sırada yer alıyor. Onu, %48 ile kültürel, sosyal, dini uyum, %39,8 ile güvenli ve istikrarlı bir yaşam sunması, %34,9 ile uygun maliyetli tatil seçeneği ve %30,7 ile misafirperverlik faktörleri izliyor.

Ülkelerin Türkiye’yi neden tercih ettikleri sorusuna verdikleri çoklu yanıtlar incelendiğinde, Suudi Arabistan %71,8 ile daha iyi bir iklimi, Irak %70,3 ile güvenli ve istikrarlı yaşamı ağırlıklı kriter olarak alırken, Ürdün %55,2 ve İran %53,8 ile ‘yaşadığım ülkeye kıyasla daha ekonomik bir seçim’ yanıtını veriyor. Araştırmada Rusya %77,8 ve Almanya %84 ile iklim derken, Cezayir %50 ile kültürel, sosyal, dini gibi özelliklerde uyumluluğu tercih nedeni olarak gösteriyor. İngiltere ise %66,7 ile hem iklim hem de güvenli ve istikrarlı yaşam kriterine göre yatırım kararını veriyor.

Verilere bakıldığında Türkiye’nin en cazip yanının her zevke hitap edebilecek değerleri olması olduğunu belirten Akbal, dijitalleşme ve veri yönetiminin yanı sıra çeşitli fuar ve tanıtım aktiviteleri ile ülke bazlı pazarlamanın önümüzdeki dönemde daha çok önem kazanacağını vurguladı.

‘Projelerin zamanında bitirilmemesi’ memnuniyetsizlik nedeni

Yatırımcılara Türkiye’den gayrimenkul satın aldıktan sonraki süreçte tüm satın alma süreci ve sonrası bir bütün olarak değerlendirildiğinde memnuniyet düzeyi sorulan araştırmada, bu süreçte memnuniyet oranının %77,3 ile satın alma kararından duyulan memnuniyet düzeyinin gerisine düşüldüğü görülüyor. Araştırmada yatırımcılar ‘Satın alım sonrası yaşadığınız sorunlar nelerdir?’ sorusuna verdikleri çoklu yanıtlarda, projelerin zamanında tamamlanmaması (%77,4), genel giderler konusunda yanlış bilgilendirme (%36,6), site yönetimiyle yaşanan sorunlar (%30,1), elektrik, su, doğalgaz vb. bağlatma (%16,1) ve %14 ile vatandaşlık hakkı edinme ile ilgili sorunları sıralıyor.

Yatırımcılar, çoklu yanıt sistemiyle yanıtladıkları ‘Türkiye’de yaşamayla ilgili en önemli memnuniyetsizlik sebebiniz?’ sorusunu yani süreçten genel anlamda memnun olmama nedenlerini ise güvenlik kaygısı (%59,1), yabancılara olumsuz bakış (%37,9), kültürel-sosyal uyuşmazlık (%36,4) ve dil sıkıntısı (%22,7) olarak gösteriyor.

Ülkeler Türkiye’yi hangi öne çıkan kelimelerle tanımlıyor?

Araştırmaya katılanların %49’una egemen olan Türkiye imajı, ‘güzel ülke’ iken, İslam ve Müslümanlık %28,2 ile Türkiye imajının diğer önemli bileşenidir. Tarih %6,1 ve deniz %5 ile diğer öne çıkan faktörler olarak yer alıyor. Araştırmada mülakatlar sürecinde de yatırımcıların en çok vurgu yaptığı hususlar; kültürel ve dini yakınlık, kendini evinde gibi hissetme, tatil, yatırım ve iş için elverişli bir destinasyon olması olarak öne çıkıyor. Örneğin Türkiye’nin yanı sıra Avustralya’da da yatırımları olan ABD vatandaşı bir yatırımcı için Türkiye, Avustralya’ya göre çok daha cazip ve tabir-i caizse ikinci ev niteliğinde bir destinasyon.

Suudi Arabistan: Güzel, güven, İstanbul

Irak: Doğa, harika, evim

Ürdün: İslam, misafirperverlik, güçlü

Rusya: Deniz, tarih, İstanbul

Almanya: Misafirperverlik, Antalya, kalite

Cezayir: Erdoğan, İslam, tarih, güzel

İran: Komşu, iklim, güzellik, istikrar

İngiltere: İklim, güven, güzel, gastronomi

Yatırımcılar Türkiye’ye alternatif nerelere bakıyor?

Araştırma kapsamında her ülkeden olmak üzere yabancı yatırımcılarla düzenlenen mülakat setinden edinilen bilgilere göre ise, bazı ülkelerin yurtdışı gayrimenkul yatırımı kararı alırken ajandasında Türkiye’den başka bir ülke bulunmuyor, az sayıda yatırımcı ise Türkiye ile bazı Avrupa ülkelerini de değerlendirdiklerini vurguluyor. Türkiye ile benzer iklim özelliklerine sahip Akdeniz çanağı ülkeleri Portekiz, İspanya, Yunanistan ve Malta alternatif yatırım senaryolarına konu olan diğer ülkeler olarak dikkati çekiyor.

Özellikle Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar gibi Ortadoğu ülkelerinden yatırımcılar için Türkiye, çok alternatifli bir yatırım senaryosunun unsurlarından birini oluşturuyor. Türkiye dışında başka ülkelerde gayrimenkul yatırımları olduğunu ifade edenlerin zikrettikleri ülkelere bakıldığında; araştırma raporunun “benchmark” ülkesi konumundaki İngiltere pazarı ile dünyanın en büyük denizi aşırı gayrimenkul pazarı niteliğindeki ABD pazarı ön plana çıkıyor. BAE, ismi birden fazla zikredilen yatırım destinasyonlarından biri konumunda iken Cezayir ise MENA bölgesinin yükselen gayrimenkul ekosistemlerinden biri olarak yatırımcının radarına girmiş durumda. Diğer öne çıkan destinasyonlar ise; Kanada, Avustralya, İspanya, Filistin, Ürdün gibi ülkeler…

Küresel emisyonların yüzde 45’i ürün bazlı

Moda sektörü düşük karbon ekonomisine hazırlanıyor

Döngüsel Ekonomi Haftası, Hedefler için İş Dünyası Platformu (B4G), DCube Döngüsel Ekonomi Kooperatifi (DCube) ve İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği (SKD Türkiye) iş birliğinde 1-5 Mart 2021 tarihlerinde düzenleniyor.

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Döngüsel Ekonomi Haftası’nın 3’üncü gününde moda sektörü oturumunun moderatörlüğünü yaptı.

SKD Proje Danışmanı Ferda Ulutaş İşevi, Mud Jeans Kurumsal Sosyal Sorumluluk Yöneticisi Laura Vicaria, Orta Anadolu Direktörü Sedef Uncu Akı, Raqha Kurucusu Gözde Taşkın da döngüselliği nasıl ele aldıkları konusunda deneyim ve görüşlerini paylaştı.

Modanın yeni hikayesinin artık sürdürülebilir olmanın bir adım ötesine döngüselliğe doğru ilerlediğini söyleyen Eskinazi, sektörün bir dönüşüm gerçekleştirip döngüsel bir modele geçişinin kaçınılmaz olduğu görüşünde.

“Kaynaklarımızın sınırlı olması, hammaddelere erişimimizin azalması, ancak bunlara karşılık nüfusun hızla artması, küreselleşme ve iklim değişikliği gibi riskler bize sürdürülebilirliğin ve döngüsel ekonomi modelinin önemini hatırlatıyor. Küresel emisyonların %45’i ürün bazlı. Ürünlerle ilgili emisyonlar Avrupa Birliği 2050 hedefleri çerçevesinde büyük oranda döngüsel ekonomi ile azaltılabilir. Tekstil ve hazır giyim sektörü Avrupa’nın ikinci büyük toprak kullanıcısı, kişi başı yıllık 104 metreküp ile Avrupa’nın beşinci büyük su kullanıcısı. Ayrıca küresel sera gazı emisyonlarının büyük bir kısmından sorumlu. Küresel olarak tekstilin sadece yüzde 1’i geri dönüştürülerek, yeni ürünlerin yapımında kullanılıyor. Plastikten sonra tekstil ve hazır giyim de döngüsel ekonomi modelinde öncelikli sektörler arasında.”

Döngüsel Ekonomi Modeli iş dünyası için bir fırsat

Jak Eskinazi’ye göre tekstil ve hazır giyimde döngüsellik, çevreye zararlı malzeme kullanımının aşamalı olarak terkedilmesi, kıyafetlerin kullanım ömrünün uzatılması, geri dönüşümün radikal seviyede geliştirilmesi, kaynakların etkin kullanılması ve yenilenebilir girdi kullanımın arttırılmasıyla sağlanabilir.

“İhracatımızın büyük bir çoğunluğunu gerçekleştirdiğimiz Avrupa Birliği’nin döngüsel ekonomi için eylem planı çerçevesinde tekstil ve hazır giyim ihracatçılarına, sürdürülebilir moda tasarımıyla ilgili kapasite geliştirilmesi konusunda çalışmalarını hızlandırmalarını öneriyorum. BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarına hizmet eden Döngüsel Ekonomi Modeli iş dünyası için daha fazla fırsat ve yeni iş imkanı, karın maksimize edilmesi, iklim değişikliği ile etkin mücadele, temiz ürün üretimi, sürdürülebilir üretim ve tüketim alışkanlıkları, yeşil satın alma ve tedarik zinciri, sıfır atık yaklaşımı ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarına erişim için bir imkandır.”

Bir sistemin çıktısı başka bir sistemin girdisi olabilir

Eskinazi, “Döngüsel ekonomi, kıt kaynakların verimli kullanımı ve iş birliklerini teşvik etme vizyonu ve geleceğin ekonomisine Türkiye’deki işletmeleri hazırlaması açısından oldukça önemli. İşletmelerin yanı sıra tüketiciler de artık satın aldıkları ürünlerde şeffaflık, sürdürülebilirlik ve döngüsellik arıyor. Döngüselliği sağlamanın önemli aşamalarından biri tüketici sonrası atık yönetimi. Her yıl yaklaşık 80-100 milyon ton arası hazır giyim üretimi gerçekleşiyor ve üretilen bu giysilerin büyük çoğunluğu maalesef çöpe gidiyor. Ancak, döngüsel ekonomi modelinin en güzel yanlarından biri bu modelde atıklarımız da değerli. Bir sistemin çıktısı başka bir sistemin girdisi olabilir. İşletmelerimizin başarılı olabilmesi ve başarının sürdürülebilir olabilmesi için bu yaklaşımları benimsemeleri artık bir zorunluluk.” dedi.

Dayanıklılık, geri dönüşüm, azaltmak, yeniden kullanım ve tamirat

Jak Eskinazi, döngüsel ekonomi konusunda muhtemel düzenlemelerin üretici üzerindeki sorumluluğu artıracağını sözlerine ekledi.

“Firmalar döngüsel iş modellerini hızla öncelikli gündemleri arasına almalı. Döngüsel ekonomi modelini 5 kelime ile özetlemek istiyorum. Dayanıklılık, geri dönüşüm, azaltmak, yeniden kullanım ve tamirat. Yani ürünlerin kullanım ömrünü uzatmak, ürünlerin efektif bir şekilde geri dönüştürülmesi sağlamak, tüketim düzeyini azaltmak, yeniden kullanılması ya da paylaşılmasını sağlamak ve tamirat süreçlerini desteklemek. Gelecek nesiller için sorumluluğumuz olan iklim değişikliği ile mücadele konusunda hepimiz elimizi taşın altına koymalı ve atık yönetimi stratejilerimizi gelişen teknolojiler ışığında iyileştirmeliyiz. Tüketici sonrası atıklar konusunda bütün tekstil ve hazır giyim işletmeleri olarak çalışmalarımızı hızlandırmalıyız. Sürdürülebilir moda anlayışını benimsemeli, su tüketiminin çok olduğu denim üretiminde geri dönüşümün öneminin farkında olmalıyız.”

Beyaz Et Sektöründe Kadın İstihdam Oranı Türkiye Ortalamasının Üzerinde 

Türkiye beyaz et sektörü yıllık cirosu yaklaşık 5,5 milyar dolar olan ve 15 bin adet kayıtlı kümesi ile birlikte dolaylı olarak 3 milyon kişinin geçimini sağladığı bir sektördür. Yoğun istihdam gerçekleştiren ve tarımı destekleyen yapısıyla Türkiye ekonomisine önemli ölçüde katma değer sağlayan beyaz et sektöründe kadın çalışan oranı yüzde 40 ile Türkiye ortalamasının üzerinde.

Dünya Kadınlar Günü’nün, ilk olarak 1911 yılında Danimarka’da kutlanmasına karar verilmiş olsa da 1975 yılında Birleşmiş Milletler tarafından da kabul gördü. Türkiye’de de eş zamanlı olarak başlayan kutlamalar her yıl 8 Mart tarihinde yapılıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’in 2020 yılı verilerine göre Türkiye’de kadın istihdam oranı yüzde 30’dur. Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği (BESD-BİR), yaptığı sektör bazlı araştırmada Türkiye Beyaz Et Sektörü kadın istihdam oranını yaklaşık yüzde 40 olarak açıklıyor.

Beyaz et sektörü birçok konuda olduğu gibi kadın istihdamı konusunda da öne çıkmaktadır. Kadın istihdamının ülke ortalamasının yüzde 10 üzerinde olmasını olumlu bir gelişme olarak değerlendiren BESD-BİR Yönetim Kurulu Başkanı Naci KAPLAN sürdürülebilir bir gelecek için kadınların başta üretim olmak üzere tüm alanlarda etkin olmasının ülke refahı için önemli olduğunu vurguladı. Naci KAPLAN konu ile ilgili “20 yıldır Türkiye’de beyaz et sektörü üretim ve ihracat alanlarında çok ciddi gelişmeler gösterdi. Sadece Türkiye’de değil dünyada da önemli bir konuma geldik. Bizim işimiz yoğun emek gerektiren bir iş gücü istiyor ve biz kadın emeğinin değerini biliyoruz. Kadınların çalışma dünyasında eşit fırsatlara sahip olması konusunda hepimizin payı olmalı. Hedefimiz sektördeki yüzde 40 kadın emekçi katılımını destekleyerek eşitlik sağlamak. Hayatın her alanında emeklerini ortaya koyan tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü içtenlikle kutlarız” açıklamasını yaptı.

Kadınlar Kripto Dünyasında da İddialı

blockchain
blockchain

Türkiye’nin lider kripto para işlem platformu Paribu, Istanbul Blockchain Women iş birliğiyle gerçekleştirdiği ve Akademetre’nin hazırladığı “Blokzincir Ekosisteminde Kadın Olmak” araştırmasının sonuçlarını paylaştı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel gerçekleştirilen araştırmaya göre kadın çalışanlar blokzincir projelerinde oldukça etkili.

Akademetre’nin Paribu ve Istanbul Blockchain Women (ISTBCW) adına yaptığı “Blokzincir Ekosisteminde Kadın Olmak” araştırmasına göre blokzincir projelerinde çalışan kadın sayısı az ancak kadınlar mesleklerinde iddialı. “Fortune 100 Türkiye” firmaları ve blokzincir start-up’larında yürütülen blokzincir proojelerideki kadın istihdamını ve kadın çalışanların yaklaşımlarını mercek altına alan araştırma 20 önemli sonuç içeriyor.

Kadınların yüzde 92’si blokzincir projesinde çalışmaktan memnun

Araştırmaya göre, “Fortune 100 Türkiye” firmalarında ve blokzincir start-up’larında yürütülen blokzincir projelerindeki her 4 kişiden 1’i kadın. Ancak blokzincir projelerinde çalışan kadınların yüzde 92’si bu alanda kariyer yapmaktan memnun. Araştırma, kadınların proje süreçlerindeki rolünü de ortaya koydu. Buna göre kadınların blokzincir projelerinde en çok üstlendiği görev yüzde 44 ile “proje süreçlerinin tasarımı ve yönetimi”. Kadınların yüzde 16’sı “proje süreçlerinin uygulanması”ndan sorumlu. Bu alanda çalışan kadınların yüzde 40’ı ise her iki süreçte de görev alıyor.

Araştırmaya katılan kadınlar, “Şirketinizde yürütülen blokzincir projesindeki karar alma süreçlerinde ne derece etkilisiniz?” sorusuna  yüzde 60 oranında “Çok etkili” yanıtını verdi. Araştırmaya katılanlara bu alanında çalışmak konusundaki memnuniyet nedenleri soruldu. Verilen çoklu yanıtlarda “mesleki ve kişisel gelişim sağlaması” yüzde 76 ile ilk sırada yer aldı. Bunu, yüzde 48 ile “yeteneklere uygunluk”, yüzde 32 ile “uzaktan çalışma imkânı” ve yüzde 24 ile “girişimciliğe basamak olması” takip etti.

Blokzincir projelerinde çalışan kadınların yüzde 84’ü kariyer hedefine ulaşabileceğini düşünürken kadınların yüzde 28’i yönetim kurulu üyesi/CEO/genel müdür, yüzde 20’si ise üst düzey yönetici olmak istiyor.

Blokzincir projelerinde mobbing yok

Kadınların blokzincir alanında motive olmalarını sağlayan unsurların başında yüzde 60 ile “mesleki ve kişisel gelişimle ilgili eğitimler” yer alıyor. Eğitim yanıtını yüzde 52 ile “esnek çalışma imkânı”, yüzde 40 ile “yöneticilerin koçluk yapması” ve yine yüzde 40 ile “çalışma ortamında ilişki ve bağlantıları artırmak” izliyor.

Verilen çoklu yanıtlara göre, blokzincir projelerinde çalışan kadınların yüzde 76’sı “gelecek vadeden bir alan olması”, yüzde 72’si ise “ileri ve yeni teknolojilere ilgi duyması” nedeniyle bu alanı tercih ediyor.   Araştırma kapsamında kadınlara, “Blokzincir alanında mobbing uygulandığını düşünüyor musunuz?” sorusu da soruldu. Kadınların tamamı bu soruya “Hayır” yanıtını verdi.

Blokzincir projelerindeki kadınların tamamı kripto parayla işlem yapmak istiyor

Blokzincir projelerinde çalışan kadınların yarısından fazlası bu alanın en popüler ürünü olan kripto paralarla henüz işlem yapmadı. “Bugüne kadar kripto para ile hiç işlem yaptınız mı?” sorusuna kadınların yüzde 56’sı “Hayır”, yüzde 44’ü “Evet” yanıtını verdi. Kripto parayla işlem gerçekleştiren kadınların yüzde 32’si “trade” yaparken, yüzde 32’si kripto para satın aldı.

Blokzincir projelerinde çalışan kadınlara işlem yaptıkları kripto para birimi de soruldu. Çoklu yanıtlara göre, kadınların yüzde 40’ı Bitcoin’le işlem yaparken yüzde 24’ü Ether’i, yüzde 20’si XRP’yi, yüzde 20’si ise Tether’i tercih etti.Blokzincir projelerinde çalışan ve kripto parayla işlem yapan kadınların yüzde 91’i kripto para işlem deneyiminden memnun kaldı. “Gelecekte kripto para ile işlem yapmayı ne derecede istiyorsunuz” sorusuna ise katılımcıların tamamı “İsterim” ya da “Çok isterim” yanıtını verdi.

Araştırma ayrıca blokzincir projesi olan “Fortune 100 Türkiye” firması sayısının da az olduğunu ortaya çıkardı. Araştırmaya göre “Fortune 100 Türkiye” firmalarından yalnızca 9’unun blokzincir projesi var.

“Blokzincir Ekosisteminde Kadın Olmak” araştırmasının tamamına bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

Oluklu Mukavva Sektörü Pandemiye Rağmen Büyüdü

Türkiyede reel sektöre güç katan sektörlerden biri olan oluklu mukavva ambalaj endüstrisi, yaşanan zor süreçlere rağmen 2020yi büyümeyle kapattı.

2020 pandemi nedeniyle iş dünyasını zorlayan, bazı sektörlerde üretimleri durduran bir yıl olarak kayıtlara geçti. Oluklu mukavva ambalaj endüstrisi ise 2020yi geçtiğimiz yıla oranla yüzde 12 büyüme ile tamamladı. Tedarik zincirindea kritik öneme sahip olan oluklu mukavva ambalaj, pandemiye rağmen üretimini çalışanlar için gerekli tedbirleri de alarak aralıksız sürdürdü. Birincil öncelikli tüketim maddelerinin (gıda, ilaç, temizlik ve tıbbi malzeme) depolanması, taşınması ve ulaştırılmasında kritik rol oynayan oluklu mukavva sektörü toplumun elzem tüketiminin kesintisiz karşılanması için pandemi sürecinde aralıksız çalıştı.

Avrupada 6. büyük pazar olmayı başardı

Türkiyede oluklu mukavva sektörünün üretimi 2020de 2.5 milyon ton, 4,5 milyar metrekare seviyelerine ulaşırken; bu rakamlar ile Avrupada en büyük 6. büyük pazar haline geldi. Ciro açısından yıllık 15 milyar TLye yaklaşan oluklu mukavva sektörü, 12 bine yakın çalışanı ile çalışmalarını hız kesmeden devam ettirdi. Sektörün toplam istihdam etkisi 25 bin kişi olurken, sektörün temas ettiği kişi sayısı ise 100 bine yaklaşıyor.

OMÜD faaliyetleri pandemiye rağmen hız kesmedi

Ambalaj sektörünün ilk meslek kuruluşu olarak; üyeleri ve yönetim kurulu ile sektörün gelişmesi adına faaliyetlerini sürdüren Oluklu Mukavva Sanayicileri Derneği (OMÜD) 2020de de yoğun çalışmalarını sürdürdü. OMÜD olarak oluklu mukavvanın üstün özelliklerini daha iyi anlatmak, pazarı büyütmek ve sektörün sorunlarına çözüm bulmak adına çalışmalar yürüttüklerinin altını çizen OMÜD Yönetim Kurulu Başkanı Buğra Sükan, Oluklu mukavva sektörü olarak 2020de yaşanan tüm zor koşullara rağmen yıl boyunca üretimimizi kesintiye uğratmadan devam ettiren sektörler arasında yer aldık. Çeyrekler bazında bakacak olursak sektörümüzün genel performansı dalgalı bir seyir izledi. Birinci ve üçüncü çeyrekler güçlü büyüme gösterirken, ikinci çeyrekte bunun tersine çok sert bir düşüş yaşandı. Buna rağmen yılı yüzde 12 oranında büyüme ile tamamladık. Türkiye oluklu mukavva sektörü Avrupan en hızlı büyüyen altıncı pazarı konumunda yer alıyor. Hedefimiz, yüksek kalitede hizmet sunma anlayışıyla bu basamakları tırmanmak ve daha üst sıralara yükselmek. Sektörümüzün daha iyi noktalara taşınması için oluklu mukavvanın ham maddesi olan, atık kağıdın fiyatı ile bulunabilirliğinde bir istikrar sağlanması ve sektörün ihtiyacı olan nitelikli iş gücünün artması konularında iyileştirmeler yapılması gerek. Diğer yandan; oluklu mukavvanın üstün özelliklerinin daha iyi anlatılması, gıdayla temas eden ambalaj tarafında oluklu mukavvanın avantajlı yönlerinin ön plana çıkarılması ve gündemin bir diğer önemli konusu olan AB Yeşil Mutabakata hazırlıkla ilgili çalışmalarımız var. Bu çalışmalarımızın, ilerleyen dönemde sektörümüzü daha da büyüteceğine inanıyorum” dedi.

Alt işveren işçisinin ölümlü iş kazasında asıl işverenin cezai sorumluluğu var mıdır?

4857 sayılı Kanun’un 2 nci maddesine göre bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir.

4857 sayılı Kanun’un 2 nci maddesinin 7 nci fıkrasına göre bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.

5510 sayılı Kanun’un 12/6.maddesi ile de asıl işveren, bu Kanunun işverene yüklediği yükümlülüklerden dolayı alt işveren ile birlikte sorumlu tutulmuştur.

Yargıtay’a göre, “Asıl işveren ile alt işverenin birlikte sorumluluğu “müteselsil sorumluluktur”. Asıl işveren, doğrudan bir hizmet sözleşmesi bulunmamakla birlikte İş Kanunu’nun ilgili maddesi gereğince alt işverenin işçilerinin kazası veya meslek hastalığı nedeniyle uğrayacakları maddi ve manevi zarardan alt işveren ile birlikte müteselsilen sorumludur. Bu nedenle meslek hastalığına veya kazasına uğrayan alt işverenin işçisi veya ölümü halinde mirasçıları tazminat davasını müteselsil sorumlu olan asıl işveren ve alt işverene karşı birlikte açabilecekleri gibi yalnızca asıl işverene veya alt işverene karşı da açabilirler. Öte yandan asıl işveren ile alt işveren arasında yapılan sözleşme ile kazası veya meslek hastalığına bağlı maddi ve manevi tazminat sorumluluğunun alt işverene ait olduğunun kararlaştırılması; bu sözleşmenin tarafı olmayan işçi veya mirasçıları bağlamaz” (Y9HD.13.02.2018 T., 2018/404, K.2018/1141 Legalbank).

Türk Ceza Hukukunun en temel ilkelerinden birisi de, suç bizatihi kim tarafından işlenmişse o kişinin cezalandırılması anlamına gelen “şahsilik ilkesi”dir. Nitekim 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 20 nci maddesine göre, “Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.” Dolayısıyla bir iş kazasına ya da meslek hastalığına asıl olarak kim sebebiyet vermişse, o kişinin cezalandırılması gerekir (AYDINLI, İbrahim, İş sağlığı ve Güvenliğinden Doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk, Ankara 2015). Nitekim asıl işveren ile alt işveren arasındaki müteselsil sorumluluk hukuki sorumluluktur. İşverenin iş kazalarından cezai sorumluluğu kusur sorumluluğuna dayanır. Cezai sorumluluktan bahsedebilmek için işverenin kusurlu olması gerekir. Bu bağlamda “cezaların kişiselliği ilkesi” gereği önlem alma ihtimali olan gerçek kişi cezai açıdan sorumlu olacaktır.

Sonuç olarak, asıl işverenin, alt işveren işçisi ile doğrudan bir iş sözleşmesi bulunmamakla birlikte, İş Kanunu m.2/6 fıkrası uyarınca alt işveren işçilerinin iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle uğrayacakları maddi ve manevi zarardan alt işveren ile birlikte müteselsilen sorumludur. Ancak İş Kanunu’nda düzenlenen sorumluluk hukuki sorumluluk olup, cezai sorumluluğa ilişkin değildir. Cezaların kişiselliği ilkesi gereği, alt işveren işçisinin iş kazasında ölümüyle ortaya çıkan cezai sorumluluk, asıl işvereni ilgilendirmez.

Türkiye, Çin’den sonra dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ekonomisi

Büyümenin en büyük destekçisi ve itici gücü ihracat oldu

BM, Dünya Ekonomik Durumu ve Beklentiler Raporu’na göre; gelişmiş ülkelerin ekonomileri geçen sene yüzde 5,6 küçülürken, gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri yüzde 2,5 daraldı. Pandemi dünya ekonomisinde geçen sene yüzde 4,3 küçülmeye neden oldu.

Türkiye ekonomisi, dünyanın pandemi kriziyle geçirdiği 2020 yılını yüzde 1,8’lik büyümeyle geride bıraktı.

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Türkiye’nin üçüncü çeyrekte yüzde 6,7’lik büyüme oranıyla G20 ve OECD ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ülkelerden biri olduğunu hatırlatarak şöyle devam etti.

“Türkiye ekonomisi son çeyrekte de yüzde 5,9 büyüyerek, küresel salgınla mücadeleyle geçen 2020 yılını yüzde 1,8’lik büyüme oranıyla tamamladı. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin bir araya geldiği G20 ülkeleri arasında sadece Türkiye yüzde 1,8’lik ve Çin yüzde 2,3’lük büyüme oranıyla diğer ülkeler arasında pozitif olarak öne çıktı. Ülkemiz 2020 yılında Çin’in ardından dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ekonomisi oldu. Büyümenin gerçekleştiği kalemler de önemli. Tarım sektöründe yüzde 4,8, sanayi de yüzde 2 artış söz konusu. Uluslararası derecelendirme kuruluşlarının Türkiye ekonomisini analizine göre beklentiler de büyümenin 2020 ve önümüzdeki yıllar için hız kazanacağı yönündeydi.”

Eskinazi, Türkiye’nin 2020 yılında pandemi koşullarına rağmen 169,5 milyar dolar ihracat gerçekleştirdiğine değinerek, bu yılın ilk ayında da 15,5 milyar dolarla tüm zamanların en yüksek Ocak ayı ihracat rakamına ulaşıldığını sözlerine ekledi.

“IMF, Türkiye ekonomisinin 2021’de yüzde 6 oranında büyümesini öngörüyor. Bütün gelişmiş ülke ekonomileri resesyon gerçeğiyle yüz yüze gelirken Türkiye’yle ilgili pozitif büyüme beklentisinde ihracat sektörünün payı büyük. Büyüme rakamlarının en büyük itici gücü ve destekçisi ihracat olmuştur. Pandemide devreye alınan birçok tedbir ve destekle, ticarette geliştirdiğimiz yeni yöntemlerle, dijitalleşme hamlelerimizle ülkemizi dünyadan ayrıştıracak bu pozitif büyüme verisine ulaştık. Hedefimiz yüksek hızlı büyüme değil, yüksek kaliteli sürdürülebilir bir ekonomik büyüme. Türkiye, fiyat istikrarı ve finansal istikrar mücadelesini sürdürürken, üretim ve ihracatı arttırmaya dayalı büyüme stratejilerini, reform adımlarıyla destekledikçe önümüzdeki dönemde bu standardı yakalayabilir. Böylelikle doğrudan yatırımlar ve uluslararası ticaretteki gelişimin önünü daha da açılacak ve artacaktır.” dedi.

Türkiye ekonomisinin 2020 yılındaki performansı şöyle oldu:

-İlk çeyrek: Yüzde 4,5 büyüme

-İkinci çeyrek: Yüzde 9,9 daralma

-Üçüncü çeyrek: Yüzde 6,7 büyüme

-Dördüncü çeyrek: Yüzde 5,9 büyüme

Lojistik sektörü e-lojistik perspektifini geliştiriyor

Pandemi sürecinin temassızlığı ve dijitalleşmeyi yükselen bir değer haline getirmesi, online işlemlerde ve e-ticaret sektöründe devasa bir büyümeye yol açarken tüketicilerin satın alma davranışları büyük ölçüde değişime uğradı. Dijital müşteri tabanındaki yoğunluk her sektör gibi lojistiği de etkisini altına alarak güçlü bir e-lojistik perspektifi oluşturdu. Sektörde faaliyet gösteren firmaların teknolojik altyapılarındaki gelişim ölçüsünde rekabette öne çıktığı böylesi bir dönemde, Türkiye lojistik sektörünü geleceğe taşıma vizyonuyla aksiyon alan Dinçer Lojistik, hizmetlerin dijital platformlar üzerinden sunulmasına yönelik yatırımlarıyla sektöre bir kez daha ilham oldu.  

Küresel pandemi ile birlikte tüketicilerin satın alma tercihleri değişerek hızlı teslimat, 7/24 satın alma olanağı, kapıya teslim, temassız ödeme ve miktar olarak düşük ancak frekans olarak yüksek satın alma avantajları e-ticaret sektörünü geliştirdi. E-ticarette kendini gösteren büyümeye paralel olarak, lojistik sektöründe faaliyet gösteren firmaların dijital iş modellerine entegrasyonu da hızlanmış oldu.

Ar-Ge Merkezi alt yapısı ve yenilikçi bakış açısı ile sektörde adını sıkça bahsettiren Dinçer Lojistik, bu dönemde teknoloji alanındaki yatırımlarını arttırarak müşterilerine değer yaratıcı ve hızlı çözümler sunarak proaktif adımlarla satın alma, depolama, müşteri hizmetleri gibi geleneksel lojistik süreçlerini internet teknolojilerine entegre etti. 5.0 teknolojilerinin konuşulduğu günümüzde geleceği şimdiden yaratmak için bilgi teknolojilerini merkeze almanın her sektör için kaçınılmaz olduğunu dile getiren Dinçer Lojistik Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Dinçer, “E-lojistik sahasında doğru stratejiler kurmak yerel ve küresel sahada elimizi güçlendiriyor. Robotik depolama, IoT ve diğer teknolojik yatırımlarımız kesintisiz devam ederken sektöre yön verme misyonumuzu da koruyoruz” dedi.

E-ticaretteki büyüme lojistik sektörüne doğrudan yansıyor

E-ticaretin genel ticaret içindeki hacmi, 2019’da 105,9 milyar TL’de 8,5 milyar TL, 2020’de ise 104,1 milyar TL’de 18,7 milyar TL olarak ölçümlendi. 2019’un ilk 6 ayında bu oran yüzde 8,4 iken, 2020’nin ilk ayında yüzde 14,2’lik bir pay oluştu. Oluşan büyüme rakamlarının e-ticaret ile direkt bağlantı halindeki lojistik sektöründe de yansımaları görülürken Dinçer Lojistik; otomasyona dayanan gelişmiş sorter sistemi, filosunun genişliği, efektif rota ve yük planlama alt yapısının yanı sıra siparişlerin dijital olarak takibini sağlayan yazılım olanaklarını da derinleştirdi. İleri teknolojik altyapısı sayesinde online alışveriş hizmetleri sunan iş birlikçi firmalarla entegrasyon avantajını da kullanan şirket, rekabet sahasında güç yaratan parametreleri son derece iyi analiz ederek sektörün nabzını sektör adına tuttu.

E-lojistik ekosistemini gelecekte nesnelerin interneti yönetecek

E-lojistik ekosistemini dün, bugün ve yarının koşulları üzerinden değerlendiren Mustafa Dinçer, “Pandemi dönemi kriz anlarına hazırlıklı olma, inovasyon becerisi, alternatif hizmet alanları geliştirebilme gibi konularda hepimizi sınamış oldu. Önümüzdeki süreçte de yeniçağın gerekliliklerine adapte olan firmaların ayakta kaldıklarını göreceğiz. Bu noktada çeviklik, teknolojiyi kullanma becerisi, teknolojik altyapının gelişmiş olması ve alanında yetkin çalışanlara sahip olmak her şirket için son derece önemli olacak.” açıklamasında bulundu.

Dinçer, lojistik sektörünün özellikle e-ticaretle birlikte değişen ihtiyaçlara çok hızlı bir şekilde yanıt vermesi gerektiğinin altını çizerek “Teknoloji perspektifinden baktığımızda, bazı konuların sektörümüz için öne çıktığını görüyoruz. Örneğin IoT (nesnelerin interneti), her sektörde tedarikçi ve üretici/satıcı arasındaki etkileşimi arttırarak, akıllı ve etkili bir ekosistem oluşturmanın en güncel yolu. Geleceği bu teknolojiler yönetecek ve ani talep artışları, sosyal medya analizleri ile çerez politikaları sayesinde saptanarak üretim planları otomatik olarak kişiden bağımsız yazılımlar üzerinden sağlanabilecek. Müşteri taleplerine ek olarak, firmanın hammadde ihtiyaçları da değişen talebe uygun olarak yönetilebilecek.” sözlerin kaydetti.   Dinçer Lojistik’in söz konusu teknolojilere ilişkin yatırımlarının devam ettiğini vurgulayan Mustafa Dinçer, şu açıklamalarda bulundu: “Kuvvetli bir AR-GE yapımız var. Dünyadaki teknolojik trendlerin takibiyle iş süreçlerimizi daha da güçlendirmek adına AR-GE merkezimizle birlikte son derece yoğun çalışıyoruz. Robotik depolama, IoT ve diğer teknolojik yatırımlarımız kesintisiz devam ediyor. Dinçer Lojistik A.Ş olarak teslimat güzergâhlarını iyileştirmek, araç performanslarını izlemek, gecikme veya sorunları önlemek, şayet oluşurlarsa oluştukları anda müdahale etmek için bu alanlara yatırım yaparak akıllı lojistik faaliyetlerinde daha da gelişeceğiz. Bu sayede müşterilerimizin ihtiyaçlarını mümkün olan en hızlı biçimde algılayarak, ani talep artışlarını karşı farklı kanallarla tedarik zincirlerini organize edip, proaktif aksiyon alabilecek, çözüm getirebilecek ve sektörün dinamiklerini şekillendirme misyonumuzu kuvvetlendireceğiz.”