PAGDER Sağlık Çalışanlarını 1.000.000 Sağlık Siperi ile Koruyacak!

Plastik Sanayicileri Derneği (PAGDER) Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Gülsün: “Başlattığımız ‘Sağlık Siperi’ projesi ile Kovid-19 salgınının ülkemizde yayılmasını engellemek için cansiperane bir şekilde çalışan sağlık çalışanlarımızı korumayı hedefliyoruz ” dedi.

Sağlık çalışanları “Sağlık Siperi” projesi ile korunacak

Salgının ülkemizde görülmesi ile artan koruyucu siper ihtiyacını karşılamak için “Sağlık Siperi” projesini başlattıklarını belirten Gülsün: “Sağlık çalışanlarımız gece gündüz demeden bizler için çalışırken kendileri de hastalık riski ile karşı karşıya kalıyor. Bu noktada siper, maske, eldiven, önlük gibi koruyucu sarf malzemelerine olan ihtiyaçta mevcut kapasitenin çok üstünde seyretmeye başladı. Derneğimiz kuruluşundan bu yana ülkemizin karşılaştığı her zorlukta olduğu gibi burada da toplum menfaati için bu projeyi geliştirmiştir. Proje kapsamında üretilen siperler ihtiyaca binaen sağlık çalışanlarımıza ulaştırılmak üzere ücretsiz olarak Sağlık Bakanlığımıza teslim edilecektir. Bu koruyucu ekipman sayesinde sağlık çalışanlarımızın enfeksiyon riski önemli ölçüde aşağı çekilmiş olacak” dedi.

Proje öncülerin kıymetli destekleri ile hayata geçti

Proje kapsamında üretim hızını arttırmak adına gerekli makine ve ekipman yatırımının gerçekleştirildiğini belirten Selçuk Gülsün: “Proje fikri ortaya çıktıktan sonra üyelerimizden Beno Plastik ve Özge Plastik’in özverili çalışmaları ile hızla üretim aşamasına gelindi. 1 haftadan daha kısa bir sürede tüm yatırım hayata geçirilerek üretime hazır hale gelindi. Sağlık çalışanlarımızın ihtiyaçlarını mümkün olan en kısa sürede karşılayabilmek adına 7/24 esasına göre planlanan üretim kapsamında iki ayrı tesiste üretilen siper parçalarının montajı tamamlanarak Sağlık Bakanlığı’na teslim ediliyor. PAGDER’in ilk etapta 1.000.000 sağlık çalışanına 1.000.000 sağlık siperi hedefiyle başlattığı projeye sektörden ve toplumdan da yoğun bir talep var. Önümüzdeki süreçte Sağlık Bakanlığımızın ihtiyaçları doğrultusunda üretim kapasitemizi arttırmak üzere çalışmalarımız devam ediyor” dedi.

İKMİB’den anlamlı destek

Gerek sivil toplum kuruluşlarının gerek özel sektörün projeye destek olmak için yoğun bir talebi olduğunu dile getiren Gülsün: “Projeyi başlatmamızla birlikte İKMİB-İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği’nden 100.000 sağlık siperi için destek geldi. Benzer şekilde plastik sektöründe faaliyet gösteren birçok firma bu zor dönemde elini taşın altına koyarak projemize desteğini açıkladı. Salgın bitene ve bu zor dönem atlatılana kadar destekçilerimizden aldığımız güçle sağlık çalışanlarımızın siper ihtiyaçlarını karşılamaya devam edeceğiz” dedi.

Video Konferans Yaparken Dikkat Edilmesi Gereken Güvenlik İpuçları

Şirketler oldukça uzun bir süredir video konferans yazılımlarını kullanıyorlar ve Koronavirüs nedeniyle evden çalışmaların arttığı şu günlerde sürece doğru adapte olabiliyorlar. Ancak Bitdefender Türkiye Genel Müdürü Barbaros Akkoyunlu’ya göre birçok çalışan, video konferans uygulamalarını sık bir şekilde kullanmadığı için video konferans sırasında uygulanması gereken güvenlik ipuçlarını göz ardı edebiliyor.

Koronavirüs nedeniyle evden çalışmaya başlayan birçok kişinin video konferans yazılımlarının nasıl çalıştığını yeni yeni öğrenmesi gerekirken aslında birçok şirket bu yazılımları uzunca bir süredir kullanıyor. Dünyada 500 milyondan fazla kullanıcıyı koruyan Bitdefender Antivirüs’ün Türkiye Genel Müdürü Barbaros Akkoyunlu, daha önce bu yazılımları oldukça sık kullanan veya hiç kullanmayan tüm şirketlerin ve çalışanların uymaları gereken güvenlik ipuçlarına dikkat çekiyor. Birçok insanla video konferans üzerinden eş zamanlı olarak ciddi bilgileri paylaşmanın sanıldığı kadar güvenli olmayabileceğine dikkat çeken Barbaros Akkoyunlu, “Ev ortamında çalışmanın rahatlığı, bazen çalışma kurallarının evde de geçerli olduğunu çalışanlara unutturabilir.” uyarısında bulunuyor.

Video Konferans Gerçekleştirirken Dikkat Etmeniz Gereken 5 Nokta

Görünen o ki Koronavirüs nedeniyle video konferans yazılımlarının kullanımı, bir süre daha yoğun bir şekilde devam edecek. Bitdefender Türkiye Genel Müdürü Barbaros Akkoyunlu, video konferans yazılımlarını kullanırken dikkat edilmesi gereken 5 noktayı şöyle sıralıyor;

  1. Giriş bilgilerinizi çok iyi koruyun.Video konferans yazılımları üzerinden gerçekleştirilen toplantılara katılım için genellikle doğru kimlik bilgileri üzerinden giriş yapılması gerekmektedir. Bu yüzden, çalışanların bu kimlik bilgilerini her zaman olduğundan daha fazla korumaları gerekiyor. Bu, uzaktan çalışmak için kurulan cihazların en azından kurulu güvenlik çözümlerine ihtiyaç duyduğu anlamına geliyor. Kötü bir senaryoda bu kimlik bilgileri kullanılarak gizli bir şekilde toplantıda casusluk yapılması veya herhangi bir başka kötü amaç için kullanılması oldukça mümkün gözüküyor.
  2. Sohbet uygulamalarıyla iş için video konferans gerçekleştirmeyin.Bazı çalışanlar bu tür görevler için tasarlanmamış bir uygulamayı kullanarak bir toplantı düzenleyebilir. Bazı mesajlaşma uygulamaları grup toplantıları yapmaya olanak sağlar ancak bu işlevselliğe sahip olmaları onları kurumsal bir ortamda kullanmak için uygun yazılım ya da uygulama haline getirmez.
  3. Video konferans yazılımının güncel olduğundan emin olun.Bu tarz uygulamaların son sürümlerini kullanmak ve düzenli bir şekilde güncellemek herkes için gerekli bir adımdır. Bu tür uygulamaların geliştiricileri düzenli olarak güvenlik iyileştirmeleri yaparlar ve şirketlerin en büyük önceliği çalışanlarının bu uygulamaları güncel tutmasını sağlamak olmalıdır.
  4. Kameranıza yetkisiz erişimi engellemek için güvenlik yazılımı kullanın. Ev internetiniz ve evdeki cihazlarınız ne yazık ki şirketinizdeki kadar güvenli olmayabilir. Bu nedenle Bitdefender Antivirüs gibi ödüllü bir güvenlik çözümü ile tüm cihazlarınızı ağ saldırılarına, fidye yazılımlarına ve oltalama saldırılarına karşı korurken aynı zamanda web kameranıza yönelik yetkisiz erişimleri de önleyebilirsiniz.

5. Ekranınızı paylaşırken dikkat edin. Son olarak, video konferans uygulamalarıyla ilgili çok az deneyimi olan kişiler, konferans sırasında ne paylaştıklarının farkında olmayabilir. Kullanıcılar ekranlarını diğer katılımcılarla paylaşabilir veya dosya paylaşabilirler. Burada dikkat edilmesi gereken, kullanıcıların ekranlarını temiz tutması ve yalnızca o arama için ihtiyaç duydukları uygulamaları kullanmasıdır. Bilgisayarınızda bulunan özel veya özel olmayan herhangi bir şeyi paylaşmak sanıldığından daha kolaydır.

İşe Yüzde 45 Daha Az Gittik

Office workplace table
Office workplace table with supplies, laptop and smartphone with stock market data and chart. Flat lay. Top view flat lay

Google, koronavirüs salgınının başlamasından bu yana ülkelerdeki hareketliliğinin nasıl değiştiğine ilişkin “Covid 19 Topluluk Hareketlilik Raporları”nı yayımladı. 131 ülkeyi kapsayan rapora göre, Türkiye’de işe gitme oranında yüzde 45’lik bir azalma görüldü.

Google Maps verilerinden elde edilen raporda 16 Şubat-29 Mart günlerinde; iş yeri, perakende, market, eczane, park, istasyon ve konut gibi yerlerdeki hareketlilik değişimleri ülke ve zaman bazlı gözlemlenebiliyor.

Toplu taşıma kullanımı yüzde 71 azaldı

Rapora göre, Türkiye’de milli park, sahil, marina, park, plaza gibi alanlarda topluluk hareketliliği yüzde 58 azaldı. Metro, otobüs ve tren istasyonu gibi toplu taşıma alanlarındaki topluluk hareketliliği ise yüzde 71 azaldı. Almanya’da parklarda yüzde 49, toplu taşıma istasyonlarında yüzde 68 azalma görüldü.

Market ve eczanelerdeki hareketlilik yüzde 39 düştü

Veriler marketler, özel gıda mağazaları, pazar alanları, eczane gibi alanlarda topluluk hareketliliğinin yüzde 39 azaldığını gösteriyor. Birleşik Krallık’ta bu alanlardaki azalma yüzde 46, İspanya’da ise yüzde 76 oranında.

İş yerlerindeki hareketlilik Türkiye’de yüzde 45, İtalya’da yüzde 63 azaldı

Rapordaki diğer bir veri, Türkiye’de iş yerlerindeki topluluk hareketliliğinin yüzde 45 azaldığını gösteriyor. İkamet edilen lokasyonlarda topluluk hareketliliği yüzde 17 artmış durumda. İtalya topluluk hareketliliği verileri; iş yerlerinde yüzde 63 azalmanın, ikamet yerlerinde topluluk hareketliliğinin de yüzde 24 artışın olduğuna işaret ediyor. görülüyor.

Hollandalılar, Fransızlara göre daha çok işe gitmiş durumda

Hollanda’ya bakıldığında; topluluk hareketliliğinin iş yerlerinde yüzde 35 azalıp, ikamet yerlerinde ise yüzde 11 arttığı görülüyor. Fransa’da ise iş yerlerinde yüzde 56 azalma mevcutken, ikamet yerlerindeki topluluk hareketliliğinin yüzde 18 artması dikkat çekiyor.

ABD, Türkiye’ye göre daha çok toplu taşıma kullandı

Amerika Birleşik Devletleri’nde ise alışveriş ve eğlence alanlarında topluluk hareketliliği yüzde 47 düşmüş durumda. Raporda, ABD’de market ve eczanelerde topluluk hareketliliğinin yüzde 22 gerilediği görülüyor. ABD’de toplu taşıma merkezlerinde topluluk hareketliliği yüzde 51, iş yerlerindeki topluluk hareketliliği yüzde 38 azalırken; ikamet yerlerindeki topluluk hareketliliğinin ise yüzde 12 arttığı görülüyor.

ABD’nin ilerisinde, AB’nin gerisindeyiz

Raporun konum geçmişlerini Google’ın görmesine izin veren kişilerin anonim verilerine dayanılarak hazırlandığını ifade eden Google SMB Premier Partnerı EG Bilişim Teknolojileri’nin CEO’su Gökhan Bülbül, “İnsanların iş yeri, ev, toplu taşıma alanları, park, market, eczane gibi lokasyonlardaki hareketlilik değişimlerini gösteren Covid-19 Topluluk Hareketlilik Raporu 131 ülkeyi kapsıyor. 29 Marta kadar olan verileri incelediğimizde, Türkiye’de hareketlilikteki azalmanın ABD ile kıyaslandığında daha yüksek oranda olduğunu görüyoruz. Hareketliliğimizi Avrupa ülkeleri ile kıyasladığımızda ise ortalamaya göre daha geride olduğumuzu söyleyebilirim.” dedi.

Koronavirüs Salgını Evden Çalışmanın Önündeki Bariyerleri Yıkacak Mı?

mother with toddler working
Young mother with toddler child working on the computer from home.

‘Evden çalışma’ modeli sevildi, tatil planları ile iş kurma hayalleri ertelendi, birikim yapma planları başladı. Kariyer.net’in “HR Pulse” serisi kapsamında Curiosity ile yaptığı araştırma; Koronavirüs salgınının çalışma şekillerini kökten değiştirebileceğini ve dijital dönüşüm sürecini hızlandıracağını gözler önüne serdi.

Kariyer.net’in “HR Pulse” araştırma serisi kapsamında CURIOCITY iş birliğiyle gerçekleştirdiği “Koronavirüs ve İş Hayatı” araştırmasının sonuçları açıklandı. Koronavirüs (COVİD-19) salgınının iş hayatına etkisini anlamak amacıyla gerçekleştirilen araştırmaya, 1.346 beyaz yakalı çalışan ve 570 İşveren/İK yetkilisi katıldı. Araştırma sonuçları çalışanların %65’inin Koronavirüs salgınıyla ilgili endişeli olduğunu ortaya koyarken; en çok endişe edilen ilk 3 başlık sırasıyla “aile bireylerinin sağlığı”, “aile büyüklerinin / yaşlıların sağlığı” ve “bireyin kendisinin sağlığı” olarak sıralandı. Araştırmaya katılan her 10 beyaz yaka çalışandan 5’i, bu süreçte şirketlerinin aldığı önlemleri yeterli bulurken, her 10 çalışandan 4’ü de bu önlemlerin iletişimini ve şirketin kriz yönetimini yeterli buldu.

İşverenlerin Koronavirüs salgınındaki yaklaşımları, işveren markalarında derin izler bırakabilir

Araştırmada ortaya çıkan çarpıcı sonuçlardan biri, çalışanların şirketlerine olan bağlılık seviyesi oldu. Araştırmaya katılan çalışanların %41’i bu süreçte şirketlerine olan bağlılıklarının arttığını söylerken, bağlılığının azaldığını söyleyenlerin oranı %30 olarak gerçekleşti.

Diğer yandan çalışanların şirketlerine ilişkin değerlendirmeleri alındığında; sadece %34’ünün şirket yönetimine güvendiği ortaya çıktı. Çalışanların %36’sı şirketlerinin yönetimine güvenmediğini, %33’ü ise şirketlerinin salgın sürecindeki tutumunun iş performanslarını olumsuz etkilediğini belirtti.

Diğer yandan “Bu zorlu bir dönemde şirketiniz motivasyonunuzu artırmak için ek uygulamalar yapıyor mu?” sorusuna, çalışanların %85’i “hayır” cevabını verdi. “Çalışan olarak bu dönemdeki haklarınızı biliyor musunuz?” sorusuna “hayır” diyenlerin oranının %70 olması da diğer bir çarpıcı sonuç olarak öne çıktı.

Evden çalışma, koronavirüse karşı alınan önlemler listesinde ikinci sırada

Araştırma sonuçlarına göre işverenlerin yarıdan fazlası ilk olarak hijyeni arttırma, evden çalışma, seyahatleri erteleme gibi koruyucu önlemler aldı. Araştırmaya katılan işveren yetkilileri, bu önlemleri takiben salgının ekonomik etkilerini sınırlandırmaya ve işin sürekliliğini sağlamaya yönelik önlemlerin artacağı yönündeki beklentilerini dile getirdi.

Araştırma; işyerlerinin %64 gibi büyük bir kısmının evden çalışma yöntemine geçtiğini ortaya koydu. Hem işverenlerin hem de adayların yaklaşık yarısı uzaktan çalışmanın ne kadar daha süreceğine dair bir tarih ön görüsünde bulunamazken, her iki kitlenin de %14’ü nisan sonunda ofislerine döneceklerini düşündüklerini iletti.

Araştırmaya katılan şirketlerin %70’inin alt yapısının salgın öncesinde de uzaktan çalışma sistemine uygun olmasına rağmen, sadece %24’ünün bu modeli salgından önce uygulamış olması dikkat çekti. Böylece nispeten daha uzun bir sürede gerçekleşmesi planlanan dijital dönüşüm sürecinin, salgınla beraber hızlanmış olduğu ortaya çıktı.

Evden çalışma karşıtları ile savunucularının ortak argümanı: Odaklanma ve motivasyon

Evden çalışma konusundaki görüşlerin; çalışanlar ile İK yetkililerini 3 kampa böldüğü görüldü. Evden çalışmanın daha verimli olduğunu düşünenler de, daha az verimli olduğunu düşünenler de odaklanma ve motivasyon ile ilgili nedenlerin ön planda olduğunu belirtti. Çalışanların yaklaşık yarısı evde ya da ofiste çalışmanın verimlerinde bir fark yaratmadığını belirtirken; evden çalışmanın daha az verimli olduğunu düşünen İK Yetkililerinin oranının çalışanlardan daha fazla olduğu görüldü.

Her 2 çalışandan biri evden çalışmanın kalıcı olmasını istiyor

Şirketlerinde evden / uzaktan çalışma önlemi alındığını söyleyen çalışanların, ofise dönme konusunda İşveren/İK yetkililerine kıyasla daha tedirgin oldukları görüldü. İşverenlerin %47’si ofise dönme konusunda tedirgin iken çalışanlarda bu oran %54 olarak gerçekleşti.

Diğer yandan çalışanların %47’si evden / uzaktan çalışma sisteminin salgın sonrasında da kalıcı hale getirilmesini istediğini belirtirken, %27’sinin bu konuda kararsız olduğu görüldü. Cevaplar, salgın sebebiyle değişmeye başlayan iş yapış şekillerinin, salgın sonrasında da hayatımızda olacağını ortaya koydu.

Çalışanların %81’i işverenlerinin fedakarlık yapmasını bekliyor

Hem İK Yetkilileri hem de çalışanların sadece 5’te biri salgın sonrasında çalışma şekillerinin aynı kalmasını beklediği görüldü. Görüşülen kişilerin yaklaşık %60’ı bir çok sektör için köklü değişiklikler beklediklerini belirtti.

Çalışanların ve İK yetkilerinin %60’ından fazlasının “Koronavirüs sürecinde hem çalışanın hem işverenin fedakarlık yapması gerektiği”’ne inandığı görüldü. Diğer yandan Çalışanların %81’i işverenlerinin fedakarlık yapmasını beklediğini belirtti.

Koronavirüs salgını tüketim, birikim ve kariyer planlarını değiştirecek

Araştırma; tatil planı gibi kısa vadeli harcamalar ile ev, araba sahibi olmak gibi yatırımların salgından ciddi anlamda etkilendiğini ortaya koydu. İş değişikliği, kendi işini kurma ya da kariyerini yurtdışında sürdürme planlarının da salgından etkilendiği görüldü. Salgının getirdiği belirsizlik daha çok kişinin birikim yapmaya pozitif bakmasına neden oldu. Söz konusu cevaplar salgın sürecinde ve sonrasında tasarrufların artacağını, tüketimde ise düşüş yaşanabileceğini gösterdi.

 

Satınalma Dergisi Nisan 2020 Sayısı Yayınlandı

Değerli yöneticiler,

Nisan ayı ile ekonomimizde yeni bir dönemi açıyoruz. Ne yazık ki dünya çapında etkili olan salgın sonunda ülkemizi de vurdu. Sağlık sistemimiz yoğun bir çaba sarfediyor. Hastaneler, doktorlar ve hemşireler en önde mücadele veriyorlar. Bizler de kamu otoriteleri- mizin aldığı kararlar doğrultusunda hareket ediyoruz. Sağlığı koruma çerçevesinde; sosyal mesafelere dikkat etme, rotasyonlu ve uzaktan (evden) çalışma iş hayatında gündeme yerleşti.

Sağlık, gıda, bilişim sektörleri ile lojistiğin kısmi alanlarında (özellikle kent içi dağıtımda) hareketlilik gözlemlenirken ticaretin genel havasında büyük bir belirsizlik hakim. İmalatın önemli bir bölü- mü, turizm ve otelcilik, havayolu taşımacılIğı, perakende mağazacılık ve pek çok hizmet sektöründe işler durma noktasında. Temennimiz virüse karşı aşının bulunması ve daha fazla kayıpların yaşanmaması.

Bu dönemde tedarik zincirleri boyunca; özellikle müşteri ve tedarikçi ilişkilerinde büyük problemleri gözlemliyoruz. Firmalarımız satış, müşteri ilişkileri ve pazar talep tahminleri konusunda hayli sıkıntılı. Ciddi anlamda sipariş ertelemeleri ve iptaller sözkonusu.
Ticaret insanları, önünü göremiyor. Ön ödemeleri alınan işler fabrikalarda beklemede. Birçok noktada geçmişten gelen siparişler üretildi ve depolarda beklemede, stoklar birikti. Sezon ürünleri ve raf ömrü olan ürünlerin ticari değerleri riskli bir hal almaya başladı. Yöneticiler yeni çözümler arayışı içerisinde.

Sözleşmelerde “mücbir sebep” kapsamı ve taraflar arası etkileri araştırılıyor. Alışık olmadığımız ve fakat yaşamakta olduğumuz sıra dışı bu durumun etkileri “ödemelere ve çeklere” doğrudan yansıyor. Bu nedenle Nisan sayımızda hukuk hocalarımızın kaleme aldıkları makaleleri dikkatle incelemenizi tavsiye ediyorum.

KOBİ Dayanışma Paketimiz Firmalarımıza ve Çalışanlarımıza Açık.

İş ve ticaret dünyasının buluşma noktası BuyerNetwork.net platformu olarak bu zor dönemde üzerimize düşeni gerçekleştiriyoruz. Küçük ve orta ölçekli işletmelerimizle dayanışma içerisinde hareket ediyoruz. KOBİ’ler sadece iki adımda ürün ve hizmetlerini ücret ödemeden tanıtma imkanına sahipler. Firma çalışanı olarak yapmanız gereken iki işlem var. Platforma girip profil oluşturmak birinci işlem. Satış ve alımla ilgili taleplerinizi, duyuru ve ilanlarınızı Ticari Akış modülünde paylaşmanız ikinci işlem. Bu kadar kolay. Böylelikle 8.500’den fazla üyesi olan alıcı iş çevresinde ticaret imkanına kavuşacaksınız.

Bireye yönelik tüm çalışmalarımıza üst seviyede önem gösteriyoruz. Tüm çalışanlarımız platform yönetici yerleştirme hizmetlerinden yararlanabilmek adına özgeçmişlerini sisteme yüklemeleri gerekmektedir. Nitelikli istihdama katkıda bulunmanın gururu içerisindeyiz.

Nisan sayımıza katkı veren tüm yazarlarımıza ve sektör yöneticilerimize teşekkür ederim. Dayanışmanın önem kazandığı bu dönemde sabırla ve sakin kalarak çalışma azmimizi ve motivasyonumuzu artıralım. Sağlıklı günler dilerim.

Prof. Dr. Murat ERDAL
Editör
www.muraterdal.com

https://satinalmadergisi.com/dijital-islem-merkezi

 

Başarı

Birçok insan gücü olmadığı için değil hedefi olmadığı için yol alamaz…

“Hiç kimse başarı merdivenlerini elleri cebinde tırmanmamıştır” deseler de, dünyaya gelirken emrine asansör verilen insanların varlığını da hepimiz biliyoruz. Emrinize tahsis edilmiş bir soyisminizle açılan bir asansör kapınız yoksa, hedefinizi belirleyip yola koyulun derim.

Kime Göre, Neye Göre Başarı?

Başarısızlık diye bir şey yoktur aslında. Eğer başarısızlık diye bir kavram olsaydı, öğretmenine göre diğer çocuklardan yavaş ve zihinsel engelli olarak nitelendirilen Albert Einstein, 1921 yılında Nobel Fizik ödülüne layık görülmezdi.

Ya da Stephen King Carrie romanı için bu kitap satmaz diyen adamlara inat hedeflerinin uğruna savaşmasaydı şimdi bu roman 350 milyon kopyadan fazla satar mıydı?

Örnekleri çoğaltmak mümkün. İnanç biterse başarı başarısızlıkla sonuçlanır.

Türk tarihinde askerlerimiz, ilk defa ülküleri uğrunda yüce bir amaçla savaşmış bulunuyorlar. Askerlerimiz ayakları altında bir metre yüksekliğinde çukur, çamur bulunmasına rağmen düşmanlarına karşı koşa koşa, sevine sevine gidip savaşmışlardır. 1925 (Atatürk’ün S.D.V, s. 35)

“Başarılı olmak için mutlaka başarısızlıklarla tanışmalıyız.”

Ali topu tut.

Ali topu tutarsa başarılı, tutamazsa başarısız oldu öyle mi?

Ya da 5 yaşındaki bir çocuğa 2 kere 2 kaç eder diye sordunuz çocuk boş boş suratınıza baktı, gülüp geçtiniz. Aynı soruyu 10 yaşındaki çocuğu sordunuz çocuk birkaç saniye düşündü diye, daha 2 kere 2 kaç eder onu bilmiyor diyip yargıladınız. Başarı kişiden kişiye değişiklik gösterebiliyorsa başarısızlık diye bir şey de olmamalı diye düşünüyorum.

Kime göre, neye göre başarı? Ya da başarısızlık ölçütü nedir?

O zaman şunu demek doğru bir tespit midir?

Beklenti = Başarısızlık

Peki beklenti bir hedefin karşılığı mıdır?

Bu kimin hedefi olmalı?

Neye göre belirlenmeli?

Her gün yaptığınız her işte başarılı olmak parmaklarınızın ucunda bunu biliyor muydunuz?

Günlük bin adım atan bir kişi beklentisini 100 adım diye belirlerse sonuç olarak kişi kendini başarılı sayması kadar doğal bir şey yokken, yöneticileri tarafından bin adım atan, atabilen bir kişiye on bin adım hedefi koyarsanız kişi başarısız mı oldu diyeceğiz?

Başarı sizin parmaklarınızın ucundaysa, başarısızlığınız da sizin hakkınızda karar veren kişilerin elinde diyebilir miyiz?

“Ölçmezseniz yönetemezsiniz” derim her zaman.

Bakın Mustafa Kemal ATATÜRK ne demiş;

“Bütün bu başarı, yalnız benim eserim değildir ve olamaz. Bütün başarı, bütün milletin karar ve imanıyla çalışmasını birleştirmesi sonucudur; kahraman milletimizin ve seçkin ordumuzun kazandığı başarı ve zaferlerdir.”
1928 (Atatürk’ün S.D. II, s. 76-77)

Başarı için onlarca resim, çizelge, formül, özlü sözler varken başarısızlıktan neden utanır insan?

Ben hayatım boyunca mükemmelliyetçi kişiliğe sahip oldum, lakin başarısızlıklarımdan hiç utanmadım. Hatta başarı varsa paylaştım, başarısızlıklarımızı tek başıma sahiplendim. Başarı belgesi nasıl insanları mutlu ediyorsa aslında başarısızlık belgesine de sahip çıkmalı insan.

Başarısızlıkla nasıl başa çıkılır?

Öncelikle başarısızlığı kabul etmekle işe başlayalım, neden başarısız olduk?

Nerede hata yaptık?

Beklentilerimiz gerçekçi mi?

Bir sonraki adımda ne yapmalıyım?

Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlara ulaşmak nasıl mümkün değilse, daha iyiye ulaşmak için de aynı şeyleri yapmamaktan vazgeçmemiz gerektiğini bilmemiz gerekmekte.

“Asla unutmayın, başarı sizsiniz.”

2019 yılının 365 gününü daha acısı ile tatlısı ile geride bıraktığımız zaman diliminde giden yılın ardından mı yoksa gelen yıl için mi kutlama yapılır bunu kimse bilemezken, geçmiş yıllarımızın muhasebesini yaparsak geleceğe daha sağlam adımlarla yürüyebiliriz kanaatindeyim. 10 dakikanızı ayırıp ömrünüzün geçen kısmının muhasebesini yapın. Bir tarafa sizi mutsuz eden, diğer tarafa sizi mutlu eden şeyleri yazın. Sizi tebessüm ettiren ne varsa onları 2020 yılında yaşamaya, mutsuz edenlerden de kurtulmaya bakın. Unutmayın siz bir ağaç değilsiniz, dilediğiniz zaman yerinizi değiştirebilirsiniz.

Son zamanlarda Türkiye’nin en büyük sorunu iletişimsizlik, diliyorum ülkemiz ve dünya için 2020 iletişim ve lojistik yılı olur.

Asla unutmayın lojistik bisiklet sürmeye benzer. Durursanız düşersiniz. Bu yüzden pedal çevirdiğiniz sürece bisikletin üzerinde kalmaya devam edersiniz.

Google’da umut ile ümit arasında ne fark vardır diye arama yaparsanız milyonlarca yoruma denk gelirsiniz. Bana göre o iki nokta karar vermeyi sizin elinize bırakıyor.

Umut medet ummaktır.

Ümit kişinin iradesine bağlıdır.

2020 yılının beklentilerinizi karşıladığı, hayallerinizi ulaşılabilir yerlere serdiğiniz ve istediğiniz zaman toplamaya çıktığınız bir yıl olması ümidiyle…

Teknolojik Güdü

Teknoloji gelişerek, dünya çevresinde dönmekte, Teknolojik Güdü dünya toplumlarını etkisi altına almaktadır.

Dünyada yaşayan tüm canlılar güdüleri ile hareket etmekte ve güdüleri sayesinde, hayatta kalma becerilerini gelişmektedirler.

Web, sanal mecralarında gelişen ve büyüme ivmesi gösteren, toplumları oluşturan bireyleri kendisine gün ve gün daha fazla bağımlı haline getirmektedir.

Sanal mecralarda yer bulan her işletme, ilk önce müşteri kitlesini dizayn ederek, teknolojik tüketici toplumlarını oluşturmaktadır.

İşletmeler, web sitelerinde müşteri deneyimi teknolojilerini konumlandırarak, teknolojik tüketicilerin teknolojik güdü yapılarını analiz etmektedirler.

Teknolojik Güdeler,

  • Sosyal Medya Etkileşimleri,
  • Digital App,
  • İOS ve Android Yazılımlarının Ticari Yapıları,

Bizlerin kendimize sorması gereken en önemli sorular;

  • Teknolojik güdülerimizi biz mi yönetiyoruz,
  • Teknolojik güdülerimizi bir başkası mı yönetiyor,

Dijital mecralarda, marka değerinizi nasıl yönetiyorsunuz,

  • Sermayeniz ve finansal yapınız ile mi, dijital sektöre damga vuruyorsunuz,

yoksa;

  • Bilgi, beceri ve deneyimleriniz ile mi, dijital mecralarda yaratıcı odaklı marka değerinizi yönetiyorsunuz.

Teknolojik Güdü lerimiz, kontrol altında tutulması gereken ve potansiyel verimliliği kullanıma sokulan yapıları içermelidir.

Gelecek bir kaç yıl içinde, Yapay Zeka Pazarlama yöntemlerini konuşuyor olacağız.

Sizlere sorulacak sorular;

  • Dijital Teknoloji mi,
  • Yapay Zeka Stratejileri mi,

stratejilerinize yön veriyorsunuz,

şimdilik bu iki yön eylem strateji matrisi için erken bir hamle olur.

Demografik planlar ölçüsünde, teknolojik güdümüzü inşa etmeli, yaratıcı inovasyon stratejileri ile beslemeliyiz.

Ürün ve hizmet işletmeleri, küresel rekabet ortamında stratejik pazarlama yöntemleri çalışmalarına doygunluk sağladı.

Teknolojik güdüleri tetikleyecek; niche alanların yaratılması ve startup çalışmalarının hız kazanması gerekiyor.

Kuşaklar arası iletişimin sürdürülebilirliği, teknolojik güdümüzü aktif kılacaktır.

  • X Kuşağı ve Y Kuşağı,
  • Üniversite eğitimi gören, Z Kuşağı

Strateji Yönetimi,

  • Alpha, Alfa Kuşağı teknolojinin merkez üssü olacaklar.

Z Kuşağı,

Üniversite eğitiminde Big Data alanında kendini zenginleştiriyor.

Kod yazmak ve Üretim alanlarını değerlendirerek Startup çalışmalarında sürdürülebilir çalışmalar yapmaya başladılar.

Alpha, Alfa Kuşağı;

Dünyaya meydan okuyacak.

Günümüzdeki mesleklerin %90 ı sil baştan konumlanacak.

Teknolojik Güdü Haritası ve Zaman Stratejik Analiz Teknolojileri gelişerek, Müşteri ve Tüketici guruplarında yeni yapılanmalar oluşturulacak.

Temel Yapılandırılan Kaynaklar,

  • Basitleştirilmiş,
  • Kullanılabilirlik,
  • Pratik,
  • Teknolojik Teslimat,
  • Hedef Odaklı Eğitim Modülleri,
  • Yaşayarak Tecrübe Etme,
  • Demografik Kültürel Özelliklere Uygun Ticari Stratejiler,

Teknolojik Güdü, dijital mecralar başta olmak üzere Yapay Zeka Teknosistemine yeni inovasyon stratejileri katacaktır.

Zaman sürekli ilerliyor, insanların düşünce kalibresi her yeni gün kendini yenilerken, bireylerin fark yaratıcı sistemleri zenginleşiyor.

Bilgiyi edinme ve dizayn etme yetimiz güçlenirken, teknolojiye yön veren zihnimiz, teknosistemi yönetirken algısal yönetimimiz yeni teknolojik güdülerimize vizyon katarak yapılandırırken, Big Datayı daha basit ve kullanabilir kılmakta ve stratejik sürdürülebilir çalışmalara zemin hazırlamaktadır

COVİD- 19 ve Toplumsal Değişimlerin Gizli Öznesi Olarak Salgınlar

Coronavirus COVID-19 blood test samples tubes in centrifuge. Diagnostic medical laboratory.
Coronavirus COVID-19 blood test samples tubes in centrifuge. Diagnostic medical laboratory. 3d illustration

Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Kültürel Çalışmalar Programı Öğretim Üyesi Antropolog Ayşecan Terzioğlu:

COVİD- 19 ve Toplumsal Değişimlerin Gizli Öznesi Olarak Salgınlar

Salgın hastalıklar insanlık tarihi boyunca sadece yaşandıkları zaman toplumda büyük bir korku ve paniğe yol açmakla kalmadı, uzun vadede de köklü toplumsal değişimlere yol açtı. Tarihçiler bugün salgın hastalıkları bir çok toplumsal değişime yol açan ve onları hızlandıran önemli bir etken; hatta salgınların uzun vadeli etkilerinin ilk başta göze çarpmaması nedeniyle adeta bu değişimlerin ardında yatan bir “gizli özne” olarak görüyorlar. Örneğin, Orta Çağ Avrupa’sında krallıkların politik güçlerinin daha küçük coğrafi bölgeleri kapsaması ve ekonomide büyüme yerine kendi kendine yetme dönemine geçilmesinde o dönemin her toplumsal ve ekonomik kesiminden yüzlerce can alan Veba’nın büyük bir rolü var. Soylu aileler, kendilerini yalnızca düşman ordulardan veya haydutlardan değil, halkı kasıp kavuran Veba’dan da korumak için kalın ve yüksek duvarlı kalelerin ve şatoların arkasına çekiliyorlardı bu dönemde. Salgınların aynı zamanda, kendilerinden önce de varolan toplumsal ve politik eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları da arttıran bir yapısı var. Yine Ortaçağ Avrupa’sında Veba’nın Uzak Doğu’dan geldiğine dair bir inanış, Uzak Doğu ülkeleriyle ticaret yapan çoğu Yahudi tüccarların Veba’yı Avrupa’ya taşımakla suçlanmalarına ve bu yüzden bir kısmının yakılarak öldürülmesine yol açıyor.

20.yüzyıla gelindiğinde fizyoloji, farmakoloji, halk sağlığı ve bulaşıcı hastalıklarla aşı ve hijyen gibi kolay uygulanan önlemlerle bulaşma öncesi etkin bir şekilde savaşan koruyucu/önleyici tıp gibi alanlardaki gelişmelerin, sağlıkçılara özellikle bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engellemede önemli başarılar ve bu başarıların yol açtığı büyük bir özgüven kazandırdığını görüyoruz. Bu özgüven ne yazık ki 1980’lerde yeni bir küresel salgın yani pandemi olarak HIV/AIDS’in ortaya çıkması ve hızla yayılmasıyla önemli ölçüde sarsılıyor. Bugün bile tam olarak tedavi edilemeyen, ancak HIV aşamasında ilaçlarla kontrol altına alınan bu hastalık yine toplumun her kesiminden bir çok kişiyi öldürmesi nedeniyle büyük bir korku ve paniğe yol açıyor. “Havuzdan bulaşıyormuş” veya “hasta insanlar sağlıklı insanlara zorla bulaştırıyormuş” şeklinde, günümüzde bile hala bazı kişilerin inanabildiği, hiçbir tıbbi dayanağı olmayan şehir efsanelerinin de doğmasına yol açan HIV/AIDS hastalığı yüzünden, tıpkı Ortaçağ Avrupa’sında Yahudilerin suçlandığı gibi, Türkiye dahil dünyanın çeşitli yerlerinde de hastalığın ilk dönemlerinde yaygın olarak görüldüğü eşcinseller suçlandı. Bu suçlama ilk etapta onların toplumdan iyice dışlanmalarına ve ayrıştırılmalarına yol açarken, zaman içinde bu konuda farklı toplumsal eğilimler de oluşmaya başladı. Örneğin, İngiliz doktorlar bu hastalığın insanlara nasıl bulaştığını, vücutta nasıl ilerlediğini ve hangi aşamalarda ne gibi sorunlara yol açtığını anlamak için eşcinsel hastalar ve onların yakınlarıyla işbirliğine giderek, onların gözlem ve hastalık deneyimlerinden faydalandı. Aynı dönemde, toplumsal olarak dışlanan ve ayrımcılığa uğrayan eşcinseller hem bu konuda hem de HIV/AIDS’le yaşamda birbirlerine destek olmak için etkin örgütlenme mekanizmaları geliştirerek LGBTI+ haklarını savundular ve toplumsal cinsiyeti “kadın ve erkek” şeklinde ikili bir anlayışla dayatan heteronormatif sistemin önemli ölçüde sorgulanmasına yol açtılar.

Bugün yine bir pandemiyle karşı karşıyayız: Yayılma hızıyla dünyayı derinden sarsan, 14.000’e yaklaşan ölüm sayısıyla hepimizi panikleten ve evimize kapanıp, gerekmedikçe dışarıya çıkmamızı engelleyen COVID-19 isimli bir virüs var artık hayatımızda ve uzun bir süre de hayatımızı etkileyecek gibi gözüküyor. Bu virüsün de ortaya çıkmasının ve yayılmasının epey önemli ve gözden kaçırmamamız gereken bazı toplumsal nedenleri ve sonuçları var. Bu toplumsal neden ve sonuçlar o kadar önemli ki belki de- ve umarım- kişisel olarak bugüne kadar varolan günlük hayatımızda yaptığımız seçimleri sorgulamamıza; hastane, üniversite ve sivil toplum kuruluşları gibi kurumların işleyişini ve devletlerin politik mekanizmalarını yeniden düşünmelerine yol açacak. Bu nasıl olabilir, önce bu çerçevedeki en küçük birimden, yani bizden başlayarak anlatayım: Günlük yaşamımızda artık bizi rahatlatan bir rutin oluşturduğu için farketmediğimiz bir çok karar alıyoruz. Arkadaşlarımı eve mi çağırayım, yoksa lokantaya mı gidelim? Lokantaya yürüyerek mi gideyim, arabayla mı yoksa taksiyle mi? Lokantada yine aynı, o çok sevdiğim hamburgeri mi ısmarlayayım, yoksa bugün “vejeteryan takılıp” salata mı yiyeyim? Akşam geç mi dönerim? Kaç gündür annemle konuşmadım, erken dönersem annemi aramaya vaktim olur mu? Bunun gibi bir çok sorunun yanıtını verirken yaptığımız seçimler hayat tarzımızı ve kimliğimizi belirliyor. Peki dünyadaki 7.7 milyar insan olarak günlük yaşam kararlarımızı verirken ne ölçüde başka insanları veya başka türden canlıları düşünüyoruz? Bu kararların dünyanın dengesi ve bu dengenin sürdürülebilirliği açısından nasıl bir önemi var? COVID-19’un benim lokantada akşam yediğim hamburgerle ya da akşam annemi arayıp aramadığımla ilgisi ne?

Bu soruların yanıtını verebilmek için öncelikle bu virüsün tam bir antroposen yani insan çağı virüsü olduğunu söylemeliyim. Dünyanın her yerine yayılarak, doğa üzerinde giderek daha fazla dönüştürücü ve tahripkar olan insan; konutları, barajları, limanları ve sanayisiyle dünyayı hızla kirleterek, bitkiler, hayvanlar, bakteriler ve virüsler gibi diğer canlı türlerinin yaşam alanlarını önemli ölçüde sınırladı. Bu sorun Sanayi Devriminden başlayarak, Küreselleşme çağında hızlanan bir egemenlik savaşı haline geldi, ve diğer türlerin yaşaması insanın varlığına, seçimlerine ve vicdanına bağlı olmaya başladı. Bu yüzden COVID-19’un Dünyanın en kalabalık ülkesi ve son yıllarda küresel sanayide önemli bir aktör haline gelen Çin’de çıkması bir tesadüf değil. Tabii bu konuda Ortaçağ’dan kalma bir refleksle Çinlilileri suçlamak da hiç doğru değil, çünkü diğer canlı türlerinin yaşam alanını kısıtlama ve yaşamlarını sürdürmeyi zorlaştırmada neoliberal küreselleşme sistemi etkisinde yaşayan, kendileri farketmese de günlük yaşam seçimleri bu sistemin dayatmaları tarafından belirlenen tüm insanlar, yani hepimiz, farklı ölçülerde sorumluyuz.

Ancak biz insanlara tutunarak ve insandan insana geçerek yaşayabilen COVID-19’un ortaya çıkmasında insanların günlük hayat seçimleri kadar bunlara yön veren devlet ve kurum politikaları da sorumlu. Ekonomik büyüme odaklı politikalar, her ölçekte dayatılan rekabetçi yaklaşım, her konuda yapılan listeler ve listelerin en başında, o da olmazsa üst sıralarında olmak için birbirleriyle kıyasıya rekabet eden insanlar, kurumlar ve ülkeler… Kendilerini diğerlerinden üstün gören devletler, başka ülkelerin insanları istenmediği için devletler arasında giderek daha kalın çizgilerle belirlenen, yüksek çitler ve duvarlarla vurgulanan sınırlar…Tüm bu rekabetçi ortamda hayatı bireyci bir yarış olarak algılarken belki de COVID-19 gerçeğiyle kelimenin tam anlamıyla burun buruna gelince aslında bu yaşam tarzının ne kadar yıpratıcı ve yalnızlaştırıcı olduğunu anladık hepimiz.Tıp ne kadar ilerlese de, bazı hastalıklar ve ölüm karşısında hala kırılgan ve çaresiz hissediyoruz kendimizi ve bu yeni, distopik dünya düzeninin getirdiği yalnızlık hissi de bu olumsuz hisleri pekiştiriyor.

Biliyorum bu son paragrafta çok karanlık bir tablo çizdim ve buraya kadar okumayı başardıysanız, bile eminim bu son paragrafta okumayı bırakmayı ciddi ciddi düşündünüz. Ama hemen pes etmeyin, bu bireyci, rekabetçi ve yalnızlaştırıcı eğilimlerimizin dünyayı daha da tahrip eden kısır döngüsünü kırmanın bir yolu var. İnsanlık tarihinde yüzyıllar boyunca nice salgınları, felaketleri, savaşları ve kırımları atlatarak sağ kalmanın da en önemli yöntemi bu aslında: Birbirimizle dayanışma, yani ortaklaşa hareket etme, günlük hayat seçimlerimizi kendi eğilimlerimiz, zevkimiz ve rahatımız kadar diğer insanları ve canlıları da düşünerek yapma. Bu virüs yüzünden toplumsal hayatımızın sekteye uğramasını ve bunun bizde yol açtığı yalnızlık hissini, ancak Halk Sağlığı uzmanı Dr. Yeşim Yasin’in dediği gibi “diğerkam” olarak aşabiliriz. Hastalık ve ölüm karşısındaki çaresizliğimizi ancak hep birlikte, dayanışarak hafifletebiliriz, sadece diğer insanlarla değil, diğer canlı türleriyle de.Biliyorum hepimiz evlere kapandık, ama 65 yaşının altındakiler market alışverişi gibi temel ihtiyaçlar için dışarı çıkabiliyorlar. Ailemizde ya da çevremizde 65 yaşının üstünde, marketten bir ihtiyacı olan var mı? Lokantalar ve bir çok dükkan kapanınca onların beslediği sokak kedilerini ve köpeklerini bizler besleyebilir miyiz?

Eve kapanmak altyapısı sorunlu olan eski evlerde kalabalık düzende oturanları ve aile içi şiddet görenleri daha çok zorluyor. Aynı şekilde mülteciler ve hapislerde tutuklu olanlar COVID-19 korkusunu çok daha farklı bir boyutta yaşıyorlar, diğer yaşam zorluklarına ek olarak. Onlar için ne yapabiliriz? Onlarla nasıl dayanışabiliriz? Sosyal medyada sıklıkla okuduğumuz gibi hepimiz toplumun en zayıf halkası kadar güçlüyüz ve sağlıklıyız. O yüzden bir diğerimizin yaşam ve sağlık koşullarının iyileşmesine sağladığımız minicik bir katkımızın bize de olumlu etkileri olacak, sadece vicdanımızı rahatlatmak için değil, bu ekosistemde “hepimiz aynı teknede olduğumuz”, yaşamımızı sürdürebilmek adına birbirimize bağımlı olduğumuz için. Umarım COVID-19’un uzun vadeli toplumsal sonuçları küresel, neoliberal sistemin dayattığı rekabetçi, bireyci ve yalnızlaştırıcı düzeni biraz kırarak, dayanışmacı ve paylaşımcı eğilimlerin artması yönünde olur. Salgının ilk çıktığı Çin’in bugünlerde salgından en çok etkilenen İtalya ve İran’a yaptığı tıbbi ekip ve malzeme yardımları ve bir balkondan diğer balkonlara verilen konserler bu eğilimlerin ilk göstergeleri belki de. Ama çok daha fazlasına ve etkin, örgütlü dayanışmalara ihtiyacımız var artık.

TÜHİD’den Covid-19 Salgınına Karşı Mücadelede İletişim Uzmanlarına, Kurumlara, Halka ve Kamuoyuna Çağrı

A group of young business people in an office, brainstorming
A group of young business people talking in an office, brainstorming.

‘Covid-19 pandemisi dünya çapında bir sağlık seferberliği gerektiriyor, stratejik kriz yönetiminin yanı sıra doğru iletişim bu seferberlikte en önemli savunma araçlarımızdan biri!’

Küresel Yeni Koronavirüs (Covid-19) salgınında resmi verilere göre kriz yönetiminden daha fazlası gerekiyor.

Covid-19 hastalığının modern yaşamın hemen hemen her yönünü; sağlık, eğitim, ulaşım, ticaret, finans ve günlük hayatı önemli ölçüde durdurduğunu görüyoruz.

Covid-19 salgınıyla ilgili mücadelede sadece kriz yönetimi değil, bilgi kirliliğinden uzak, doğru bilgilendirmelerle sağlanacak doğru bir iletişimle, büyük bir dayanışma ve iş birliği içinde toplu bir hayatta kalma mücadelesi gerekiyor.

Küresel Covid-19 salgınıyla ilgili günümüze kadar olan gelişmeleri TÜHİD olarak değerlendirip, iletişim konusunda uzman bir sivil toplum örgütü olarak, halkla ilişkiler profesyonellerimiz ile tüm toplum ve kurumlar için geliştirdiğimiz tavsiyeleri paylaşıyoruz.

TÜHİD’ in İletişimcilere, Kurumlara ve Kamuoyuna yönelik tavsiyeleri:

İletişim danışmanlarına tavsiyeler;

  • Doğru iletişim bu büyük mücadelede en kritik faktördür.
    • İletişim profesyonellerinin karamsar bir iletişim dili kullanmamaları ve verecekleri mesajlara her zamankinden daha fazla dikkat etmeleri gereklidir.
    • Koronavirüs özelinde müşterileri için en kötü olasılıklar da dahil olmak üzere farklı senaryolar içeren kriz iletişim planlarını çoktan hazırlamış olmalıdır.
    • Güncel gelişmeler takip edilmeli müşterilerinin paydaşlarıyla iletişim sürecine destek olunmalıdır.
    • COVID-19 ile mücadelede, bilimsel kaynaklı doğru bilgi iletişimi çok önemlidir.
    • İletişimcilerin bilimsel sağlık okuryazarlıklarını hızla geliştirmeleri gereklidir.
    • Bireylerin yaşamsal sorumluluklarını hatırlatan, vurgulayan içerikler üretilmelidir.
    • Kamuoyu için yanlış bilgi, daha fazla belirsizlik ve korkuya yol açar.
    • Haber ve bilgiler mutlaka güvenilir kaynaklardan derlenmeli ve mutlaka kaynak belirtilmelidir.
    • Korkuyu besleyen herhangi bir taktikten uzak olmak gerekir.
    • T.C. Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü gibi güvenilir kaynakların bilgileri kullanılmalıdır.
    • Tüm iletişim stratejilerinde olduğu gibi doğru iletişim yapmak, hızlı olmaktan iyidir.
    • Bu olağanüstü dönemde gerçek verilerden ve güvenilir uzman analizlerinden yola çıkılmalıdır.
    • Duyarlı, tutarlı, empatik ve şeffaf bir iletişim dili benimsenmelidir.

Kurumlara tavsiyeler;
Şirketlerin ekonomik faaliyetlerini durduran/yavaşlatan, uzaktan çalışmanın neredeyse zorunlu hale geldiği bu dönemde;
• Dijital dönüşüm ve teknoloji yatırımlarına hız verilmelidir.
• Şirketler, ekonomik olarak kayıplarla karşı karşıya olsa da başta çalışanları olmak üzere toplumun ihtiyaçlarını daha fazla desteklemelidir.
• Paydaşlarla kurulan bağlar güçlendirilmelidir.
• Şirketler, çalışanlarının güvenliği ve sağlığına önem vermeli ve bunu göstermelidir.
• Evden çalışması mümkün olmayan üretim, lojistik ve güvenlik gibi birimlerde çalışanlar için her türlü önlemin alınması ve bunun iyi anlatılması önemlidir.
• Şirketlerin önümüzdeki birkaç ay boyunca pazarlama stratejilerini sağlık odaklı oluşturmalarında yarar vardır.
• Dünya Ekonomik Forumu’nda yayımlanan Rutgers Kurumsal Sosyal Yenilik Enstitüsü’nün İcra Direktörü Noa Gafni imzalı makaleye göre, COVID-19 krizi sırasında, iş liderlerinin çalışanları ve toplumu üç önemli şekilde desteklediği belirtiliyor:
o Zihinsel sağlığı teşvik etmek
o Finansal güvenlik sağlanması
o Küçük işletmeleri desteklemek

Kamuoyunun eksiksiz ve şeffaf biçimde bilgilendirilmeye devam edilmesi önemlidir. Buna göre; 
• Gerçekler ne kadar ürkütücü olursa olsun, belirsizlikten daha iyidir.
• Bilgi akışında kesinti ve belirsizlikten doğan iletişim boşluğunu, iyi ya da kötü niyetli spekülatörler doldurur.
• Sürekli ve kesintisiz bilgi akışını sağlamak spekülasyonları ve paniği önler.
• Panik ve korkuyu gidermek üzere gerçeği kısmen gizleyerek verilen haberler, zaman içinde güven kaybı yaratır ve paniği artırır.

Dünya Sağlık Örgütü’ nün (WHO) Salgın İletişim Rehberi’ne göre, kamuoyu iletişiminde izlenmesi gereken ilkeler şöyle:

• İletişimciler ve politika yapıcılar arasında samimiyetle güven oluşturulması kritiktir.
• Şeffaflık toplumda güveni artırır, paniği azaltır.
• Toplumla iletişimde güven her iki yönde de kritiktir.
• Kanıtlar, bireyler açık yüreklilikle bilgilendirildiğinde toplumun paniğe kapılmasının daha nadir olduğunu ortaya koymaktadır.
• Sorumluluk ve katılımcılık güvenin ayrılmaz parçalarıdır.
• Sorumluluk, katılım ve şeffaflık mekanizmaları güvenin oluşturulması ve sürdürülmesi açısından önemlidir. Ayrıca bu durum, güvenin düşük olduğu durumlarda güvenin tekrar yavaş bir biçimde inşası için de özellikle önemlidir.
• Toplumun ne düşündüğünü bilmeden başarılı mesajlar tasarlamak neredeyse imkansızdır.
• Toplumun özgün risklerle ilgili inanç, görüş ve bilgilerini anlamak iletişimcinin görevidir. Bu görev bazen “iletişim sürveyansı” olarak da adlandırılır.
• Toplumun kendi sağlığı ile ailesinin sağlığını etkileyecek bilgiye sahip olma hakkı vardır.
• Halk sağlığı çalışanlarının karar ve uygulamalarının, toplumun risk algısı ve güveni üzerine çok fazla etkisi vardır.
• Halk sağlığı çalışanlarının ana hedefi, olabildiğince az sosyal aksamaya yol açarak, salgını mümkün olduğunca hızlı kontrol altına almaktır.
• Etkin salgın iletişimi, bu hedefe ulaşmadaki araçlardan biridir.

Kriz Döneminde Finansal Yönetim Tavsiyeleri

Uzmanlar, kriz dönemlerinde şirketlerin satış ve karlılıklarının düşüş gösterip zarar edebileceğini buna rağmen doğru strateji ile şirketlerin ayakta kalabileceklerini belirtiyor.

Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs Covid-19 pandemisi, etkilerini her alanda sürdürmeye devam ediyor. Koronavirüs günlerinde öncelik her ne kadar sağlık konusunda olsa da bu dönemi ekonomik açıdan kazasız belasız atlabilmek önemli. Şirketler kendi yapılarına en uygun finansal yol haritasını çıkarmak için kafa yormanın yanı sıra finans danışmanlarının kapılarını çalıyor.

Herkesin gözünün kulağının küresel salgın ile ilgili gelişmelerde olduğu bugünlerde, Dinamo Danışmanlık Kurucu Ortağı, Kamu Özel Ortaklığı (PPP) ve Proje Finansmanı Uzmanı Fatih Kuran, ‘Kriz döneminde ne yapmalıyız?’ sorusuna şöyle cevap veriyor: “Öncelikle soğukkanlılığımızı koruyup asla panik yapmamalıyız. Kararlarımızı almadan önce objektif bir durum tespiti yapabilmek ve alacağımız kararların kısa-orta ve uzun vadede getirebileceği sonuçları ön görebilmek çok önemli. Genel kanaatim alınan ani kararların nadiren olumlu sonuç doğurduğu şeklinde olduğundan önemli kararları almadan önce ince eleyip sık dokumamız gerekiyor.

Türkiye’de kurulan yeni şirketlerinin yaşam sürelerine bakıldığında %80 gibi çok önemli bir bölümünün ilk 5 yıl içinde iflas ettiği görülüyor. Günümüzde, değişen dünyanın gerekliliklerine ayak uyduramayan, nakit akışını doğru yönetemeyen şirketler ekonomik değişimlerden de olumsuz etkilenerek yok oluyorlar. İş planlarını sürekli yenileyen ve çağdaş bir yönetim felsefesi benimseyen şirketler ise kriz ve değişimleri fırsata çevirip yollarına emin adımlarla devam edebiliyorlar.“

Fatih Kuran, kriz dönemini daha rahat atlatabilmek ve belki de fırsata çevirebilmek adına şirketlere 5 tavsiyede bulunuyor:

  1. Nakit Akış Yönetimi

Türkiye’deki pek çok şirket nakit akışlarını nasıl yöneteceğini maalesef tam olarak bilmiyor. Bu konuda çalışma yapmak finans ve muhasebenin sentezlenmesi gereken özel bir uzmanlık konusu olduğu için çoğu orta ölçekli şirket böyle bir kapasiteye sahip de değil. Türkiye’deki bankaların önemli bir kısmı ile yaptığım çalışmalarda ortak kanaat şirket iflaslarının veya zora girmesinin en önde gelen nedenlerinin başında nakit akışında yaşanan sıkıntıların geldiğidir. Gelir tablosundaki karın aslında muhasebesel bir değer olduğunun farkında olmayan şirketler kağıt üzerinde para kazanıyor olsalar bile gerçek de nakit akışı sıkıntısı yaşayabilmekte ve durumu yönetemeyen şirketler de iflasa doğru sürüklenmektedirler. Başka bir deyişle kar eden bir şirketin nakit akışında sıkıntı olabileceği gibi tam tersi de mümkündür. Amortisman, KDV, kredi ana para geri ödemeleri ve tahakkuklar gibi kalemler gelir ve nakit akış tablolarının farklı performanslar göstermesine neden olur. Her ne kadar şirket için kar önemli olsa da asıl performans nakit akışında belli olur. Nakit akışı fiili durumu yansıtır. Reel olarak şirketin cebine giren ve çıkan nakit hareketleri üzerinden hesaplama yapıldığı için gerçek durumu yansıtır. Büyük veya küçük ölçekli olduğu fark etmeksizin her işletme için önemli olan nakit akışı yönetimi ancak doğru şekilde yapıldığı takdirde uzun vadeli, başarılı ve sürdürülebilir büyüme ile karlılık söz konusu olabilmekte, şirketlerin devamlılığı garanti altına alınabilmektedir.Kriz dönemlerinde şirketlerin likidite bakımından güçlü olması büyük avantajdır. Nakit akışınızı güçlendirmeye ve likiditenizi arttırmaya çalışın.

  1. Karar Almak

Sıkıntıların ve stres katsayılarımızın fazla olduğu bu dönemde sakin kalmaya ve itidalli kararlar almaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Durumumuzu soğukkanlılık ile analiz etmeli ve kısa, orta, uzun vadede etkisini gösterecek sağlıklı tedbirler almak durumundayız. İşletme körlüğü yaşıyor olabiliriz ve dışarıdan daha objektif gözle durum değerlendirmesi yapabilecek danışmanlarla çalışmayı değerlendirebiliriz. İyi bir danışman şirket iş modeli geliştirmekten, karlılık analizlerine, maliyet optimizasyonuna ve nakit akış yönetimine kadar pek çok alanda şirketlere ekstra faydalar sağlayıp vizyonunu geliştirebilir.

Kriz dönemleri fırsatlar barındırsa da uzun vadeli karar almak için uygun zamanlar değildir. Kriz dönemlerinde riskler çok daha fazladır ve ileriye yönelik projeksiyon yapmak çok daha zordur. Uzun vadeli kararlarınızı erteleyin. Mutlaka bir karar almanız gerekiyor ise sizi uzun vadede bağlayacak nitelikte olmamasına özen gösterin. Bununla beraber bu dönemde özellikle gıda, bilişim teknolojileri, e-ticaret, perakende, sağlık ve ihracata dayalı sektörlerde şirketler için ekstra fırsatlar söz konusu olabilir. Bu tip şirketler önlerini özellikle satış ve gelir yaratma itibari ile daha uzun vadeligörebilecek güçlü bir pozisyona sahiplerse kararlarını daha uzun vadeli alabilirler.

  1. Kur Riski Yönetimi

Krize bağlı alınan parasal genişleme tedbirleri gelecekte kur artışlarına neden olabilir. Bu nedenle kur riski yönetimine her zamankinden daha fazla dikkat etmek gereklidir. Kur riski yönetiminin en temel prensibi doğal korunmadır. Gelirleriniz ile giderlerinizin aynı para birimi üzerinden olmasıdır. İhracat yapan bir şirketseniz ve döviz bazında borçlandıysanız kurların artmasından çok fazla etkilenmeyeceksiniz hatta TL olan maliyetleriniz varsa döviz bazında değer kaybettiği için ekstra kar ediyorsunuz demektir. Eğer gelir ve giderlerinizin para birimleri aynı değil ise ‘forward’ gibi finansal enstrumanlar kullanıp kur riskini yönetmeniz gerekir.

  1. Paranın Zaman Değeri

Bugün elinize geçecek olan paranın değeri ileride alacağınıza göre daha yüksektir. Buna paranın zaman değeri denilir ve alış veriş yaparken mutlaka hesaplanması gereklidir. Özellikle faizlerin yüksek olduğu dönemlerde paranın zaman değeri hesabını yapmak daha büyük önem taşır. Bir malı standart olarak 3 ay vadeli satıyorsanız ve peşin satışta ne kadar iskonto verebileceğinizi hesaplamak istiyorsanız elinize peşin para geçtiği zaman getirisinin ne olacağı üzerinden hesap yapabilirsiniz.

Örneğin:

Vadeli satış fiyatı : 1000 TL, Vade (n): 3 ay, Fırsat maliyeti (vade farkı veya faiz) (i): % 2 (aylık) ise

Peşin Satış Fiyatı = Vadeli Satış Fiyatı / ( 1 + i) ^n = 1.000 / ( 1 + %2)^3 = 942.32 TL şeklinde hesaplama yapılır.

Yukarıdaki örnekte fırsat maliyetiniz arttıkça daha fazla iskonto yapabilirsiniz. Fırsat maliyeti peşin parayı alıp işinize yatırmak ve para kazanmak şeklinde olabileceği gibi kredi geri ödemeleri için de değerlendirilebilir. Peşin parayı alıp kredi kapatacaksanız bu takdirde fırsat maliyetini aylık kredi faizi olarak düşünebilirsiniz.

  1. Maliyetleri Azaltmak

Kriz dönemlerinde ilk akla gelen hususlardan biri maliyetleri azaltmaktır ki tasarruf etmek anlamında maliyet düşürmek doğru bir yaklaşımdır. Bununla beraber satış, pazarlama, reklam, tanıtım faaliyetleri gibi işinizin artmasına direkt etki edebilecek kalemlerden kesmeye çalışırsanız dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olabilirsiniz. Maliyet optimizasyonu yaparken en başta değindiğimiz gibi soğukkanlı davranmamız ve neden sonuç ilişkisi çerçevesinde doğru kalemlerden tasarruf etmeye odaklanmamız gerekir. Özellikle eleman çıkarma konusunu aceleye getirmeyin. Çıkartacağınız kişi kadar geride kalacak olan şirket personeli üzerindeki olumsuz etkisini de hesaba katın. Kriz döneminden şirket olarak tek parça çıkmanız durumunda yaratacağınız aidiyet duygusunun olumlu etkilerini de dikkate alın. Eleman çıkartmak kaçınılmaz bir karar ise öncelikle kişilerin liyakatını dikkate alarak karar verin.