Dış Ticaretteki Riskler

Gerek dış ticaret firmaları, gerekse bankalar dış ticaret departmanlarında yeterli miktarda işgücü bulundurması ve çalışanlarına doğru eğitimleri verilmesi operasyonel risklerin önlenmesi açısından önem arz etmektedir. Verilen eğitimlerin belirli periyodlarda tekrarlanarak, bilgilerin daha güncel hale getirilmesi olmazsa olmazdır. Bildiklerimiz maalesef ki bizlere yeterli gelmeyebilir.

Uluslar arası Ticaret Odaları (ICC – International Chamber and Commerce) dış ticarette yaşanbilecek karışıklıkların giderilmesi ve dış ticaretin tarafları olan;

  • ithalatçı,
  • ithalatçının bankası,
  • İhracatçı
  • İhracatçının bankası
  • Taşıma firmalarının

Sorumluluklarını belirleyerek, bir takım kuralların yer aldığı broşürler çıkartmış ve risklerden korunmak veya en azından azaltmak adına tarafların broşür kurallarına uymalarını ve bu yolla risklerin azaltılabileceğini tavsiye etmiştir.

Gerek bankalar, gerekse dış ticarette yer alan taraflar basiretli ve iyi niyetli davranmak, yeterli özeni göstermek durumundadırlar. Uluslar arası Ticaret Odaları’nın kurallarının taraflarca bilinmesi dış ticarete ilişkin risklerin azaltılmasında önemli rol oynayacaktır. Ayrıca söz konusu kuralların bilinmesi personelin gelişimi açısından önemli olabileceği gibi hata yapma riskini de azaltacaktır. Dış ticaret ile uğraşan personelin görev ve sorumlulukları, yaptıkları işlemler konusunda bilinçlendirilerek uluslar arası platformlarda riski sorgulayan, konusuna hakim olacak şekilde eğitilmeleri gerekmektedir.

Alınacak eğitimler sayesinde;

  • personel daha dikkatli olacak,
  • bilinçlenecek,
  • riski görebilecek,
  • riskin nereden gelebileceğini rahatlıkla algılayabilecek ve
  • operasyonel risklerin azaltılmasına ilişkin

daha dikkatli hareket edeceklerdir.

Dış ticaretin bir tarafında ithalatçı ve ihracatçılar bulunurken, diğer tarafında ise bankaların var olduğu, bankalardaki dış işlemler servislerinde çalışan personelin hem dış ticaret kurallarını, hem de borçlar ve kefalet hukukunu iyi bilmeleri önem arz etmektedir. Zira banka personeli bir poliçeye aval kaşesi bastığında bankayı müşterek borçlu, müteselsil kefil durumuna sokmaktadır. Ciro niyeti ile bir poliçenin arka yüzü yerine, poliçenin ön yüzüne kaşe basıp bankayı risk ve sorumluluk altına sokacak yetkililerce imzalanması, poliçeden doğan hakların devir ve temliki yerine, poliçede yazılı rakamı ödemeye yükümlü bir taraf haline gelebilecektir. Böyle bir durumda bankalar düşünce olarak farklı ancak şeklen doğru olan işlemden doğan bir sorumluluk ve borç yükü almış olacaklar. Poliçede imzası bulunan borçlunun borcu için bankalar aval vermekle bu borcun zamanında ödeneceğine dair garanti vermiş olacaklardır.

Bankaların dış ticaret biriminde çalışan personellerin, şubenin pazarlama ve satış kadroları ile birlikte müşteri ziyaretleri yapması, müşterilere güven olgusu sağlayacağı gibi şubede yaşanılan problemlerin ne olduğunun algılanması açısından önemli bir adım olacaktır. Banka müşterilerin bilinçlendirilmesi, işlemlerin sadece banka personelinin bilgisine ve tecrübesine dayalı yürümesini engelleyecektir. Müşterilerin bilgi sahibi olması, operasyonel olarak oluşacak pek çok riskin, işlemler bankaya gelmeden önce çözülmesine sebep olacaktır. Bu sebeple, bankalar müşterilerine yaptıkları işlemler ile ilgili eğitim vermesi, müşterilerin kendilerine düşen sorumluluğu bilmesine ve iki tarafın daha dikkatli ve sorumlu davranmasına sebebiyet verecektir. Bu durum, işlemlerde yaşanan hataların minimize edilmesine olanak sağlayacaktır.

Bir başka bir risk de, bir dış ticaret firmasının banka personelinden daha fazla bilinçli ve bilgili olması, kendi bilgileri çerçevesinde banka personelini kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmesi, banka personelinin her konuda dış ticaret firmasının elemanına güven duyması riskin koşa koşa geldiği anlamına gelir. Bilinçsiz ve bilgisiz, kendin yetiştirememiş bir kişiyi ikna etmek, yönlendirmek ve hatta kandırmak oldukça kolaydır. Bilgisizliğin vardığı son nokta risk değil midir?

Dış ticaretteki risklere göz atıldığında ilk etapta sayabileceğimiz riskleri şu şekilde sıralamamamız mümkündür;

  • Fiyat riski
  • Kur riski
  • Faiz riski
  • Mala ilişkin riskler
  • Ödeme riskleri
  • Mal mukabili ödeme riski
  • Peşin ödeme riski
  • Vesaik mukabili ödeme riski
  • Kabul kredili ödeme riski
  • Akreditifli ödeme riski
  • Ülke riskleri
  • Mal cinsi
  • Karşı ülkenin dış ticaret mevzuatını bilememe riski
  • Taşıma (Navlun) riski
  • İthalatçı riski – Ticari Risk
  • Politik riskler

Riskler bu kadarla sınırlı mıdır sizce?

Her zaman söylediğim bir söz vardır;

“Dış ticaretteki en büyük risk alıcı ve satıcının karşılıklı niyetleridir”

Gerek alıcı, gerekse satıcıda niyetler bozulmuşsa, yukarıda sayılan tüm risklerin pek fazla bir önemi kalmıyor. İlk sırada niyetleri saymak yerinde olur. Alıcı veya satıcının olumsuz niyetleri olması halinde mutlaka dış ticaret süreci içinde bir problem çıkması olasıdır. En güvenli ödeme şekillerinden biri olan gayrikabilirücu teyidli akreditifli satış yapılsa da, alıcının iyi niyetli olmaması halinde, satıcının mal bedelini alması ciddi anlamda sıkıntıya düşecektir. İyi niyetten yoksun her ticaret işleminin sonucu hüsrandır. Gayrikabilirücü teyidli akreditif bazında işlem yapılsa da, sadece alıcı değil, satıcıdan kaynaklanan problemlerin olabileceği tabiidir. Bu problemlerin neler olabileceği konusundaki görüşlerimizi yazımızın ilerleyen bölümlerinde detaylı bir şekilde ele alınacaktır.

Dış ticaretteki risklere sırasıyla göz atalım;

FİYAT RİSKİ
Bir malın ihracatçı tarafından sabit bir fiyatla alınıp değişken bir endeksle dünya pazarlarında satılması veya değişken fiyatla alınıp, sabit fiyatla satılması olağandır. Bu arada geçen süre zarfında fiyatlarda bir değişme olursa, ihracatçının veya ithalatçının kâr oranları değişecektir. Örneğin: vadeli olarak yapılan ihracatta, eğer kurlar değişirse ihracatçı veya ithalatçı firmanın bu işlemden dolayı kârları etkilenecektir.

Hem imalat, hem de ihracat yapan bir firmanın imalatta kullandığı ham maddelerini peşin olarak aldığını, hammaddeyi mamul hale getirmek için bir takım işçilik, katma değer, ilave masraf, işletme giderlerini de ilave ettikten sonra mamul olan emtialarını da değişik vadelerde sattığını düşünün. Bu firma hammaddeyi peşin aldı ve işlenmiş ürünü vadeli sattı. Sattığı ürünün bedelini tahsil ettiği zaman, tahsil ettiği para ile tekrar hammadde almak isteyen firma muhtemelen hammaddeyi farklı fiyattan alacaktır. Burada firma peşin hammadde alıp, vadeli ürün sattığında adeta kendi kaynakları ile piyasayı fonlamış olacağı gibi fiyat riski ile karşı karşıya da gelecektir.

Fiyat riski için altın ve petrol fiyatlarına ait iki farklı grafik incelendiğinde emtia fiyatlarının sabit kalmayıp, sürekli yukarı veya aşağı yönlü hareketler göstererek ama konsolide olarak bakıldığında bu fiyatların sürekli yukarı yönlü hareket ettiği, bunun sonucunda da fiyat riskinin her zaman var olabileceği tabiidir.

 

Döviz riski / kur riski

Döviz riski, belli etkenlerle (siyasal olaylar, ödemeler dengesi açığı, mevcut yönetim tarafından alınan kararlar vb.) ulusal para birimlerinin yabancı paralar karşısında değerinde meydana gelebilecek olumlu veya olumsuz değişimlerdir. Döviz riski, döviz kurlarında meydana gelen değişimlerden dolayı firmaların bilânçoları veya yatırım portföyleri üzerinde kâr veya zarara neden olmak suretiyle ortaya çıkmaktadır. Kur hareketlerinden dolayı bilançolarda oluşan kârlar aldatıcıdır ve firmanın işletme faaliyetlerinden kaynaklanan kâr değildir. Bilhassa yabancı para üzerinden vadeli alım veya satış yapan firmalar, ileri tarihteki döviz kurlarının akibeti hakkında tahmin üzeri karar aldıklarında, enflasyonist bir ülkede büyük olasılıkla zarar edeceklerdir. Zayıf olasılıkla kâr edebilirler. Dövizli işlemlerde ileri tarihli kurların akibeti için tahmin üzeri alınan kararlar döviz riski, kur riskini de beraberinde getirir.

Kur riski adına çeşitli nedenler saymak mümkündür;

  • Küresel piyasalardan bir ülkeye gelen sıcak paranın azalması, farklı ufuklara yönelmesi veya kesilmesinden dolayı, döviz ihtiyacının baş göstermesi kurların yükselmesine sebep olur,
  • Sıcak paranın yön değiştirmesiyle o ülkeye gelmeyen dövizleri tekrar davet etmek üzere yerel para biriminin faiz oranları yükseltilir. Yüksek faiz sıcak parayı o ülkeye davet eder, adeta yoluna kırmızı halı serilir. Faizler yüksek seyrettiği sürece sıcak para gelecektir. Sıcak parayı sistemde tutacak etkenlerden bir tanesi yüksek faizlerdir. Mevcut yönetim sıkı para politikası çerçevesinde faizleri aşağı çektiğinde, kurlar yukarı yönlü hareket edecek ve beraberinde kur riskini getirecektir.
  • Sıcak para bir ülkede yuvalanmışken, para yönetiminin veya üst bürokratların farklı açıklamalarda bulunması, ileri geri konuşması ve beyanatlar vermesi, sıcak paranın uykusunu kaçırır. Sıcak para böylesi beyanlardan rahatsız olur ve rahat edebileceği farklı ülkelerde başka pazarlara doğru yola çıkar. Sıcak paranın bir ülkeden gidişi, o ülkede döviz talebini beraberinde getirir ve bunun sonucunda kurların yükselmesine sebebiyet verir. Sıcak paranın var olduğu her ortamda kur riskinin var olacağını hatırlamakta yarar vardır.
  • Bir ülkede gerek yerli yatırımcıların, gerekse yabancı yatırımcıların dövizi spekülatif olarak kullanmaları, döviz kurunun düşükken satın alıp, döviz kuru yükseldiğinde dövizi satmaları yerine döviz kuru yükseldiğinde dahi kur riski endişesi ile yatırımcılar ellerindeki dövizleri satmama eğiliminde bulunmaktadırlar.
  • Bir ülkenin döviz rezervlerinin yeterli olmaması beraberinde spekülatif işlemleri de beraberinde getirecektir. Spekülatif işlemlerin var olduğu bir ülkede dövize sıklıkla müdahale olabileceği ve beraberinde kur riskini de getirecektir.
  • Ülkenin dış ticaret açığı ve döviz borçları nedeniyle yeni döviz kaynaklarına ihtiyaç duyacağı tabiidir. Taze döviz kaynağı bulunamadığı sürece mevcut borçların vadelerinde ödenebilmesi için farklı kaynaklardan kur yükseltmek sureti ile döviz ihtiyaçlarının karşılanması beraberinde kur riskini de getirecektir.
  • Ülkenin Merkez Bankası döviz rezervlerinin düşük seyretmesi, hatta aşırı dış borçlanmaya karşılık Merkez Bankasının döviz rezervlerinin endişe verici boyutta seyretmesi dövize olan talebi yukarı çekecek, bu talep de kur riskini beraberinde getirecektir.
  • Uluslar arası kredi değerlendirme kuruluşlarının bir ülke için verdikleri düşük notlar yabancı yatırımcıların yatırım yapmalarının önünü kesebilmekte, yabancı yatırımcıların yatırım konusundaki düşüncelerini yeniden gözden geçirmelerine neden olmakta, yeni yatırım yapmayan yabancılar o ülkeye döviz getiremeyecek ve ülkenin döviz ihtiyacı güncelliğini koruyacaktır. Döviz ihtiyacının var olması, dövize olan talebi arttıracak ve talep sonunda dövizin fiyatı sürekli yukarı yönlü yolculuğuna devam edecektir.
  • Kur riskinin yükselmesinin diğer bir nedeni de ülkenin komşuları ile olan olumsuz ilişkileri, savaş halinde olması, sürekli piyasaların diken üzerinde olması yabancı yatırımcı ve sıcak paranın yönünü farklı ülkelere çevirmesine neden olacaktır. Ülkeden kaçan sıcak para ve yatırımcıların o ülkeye maliyeti pahalıya patlar. Azalan ülke döviz rezervlerinin sonucunda döviz fiyatlarının artacağı tabiidir.
  • İktidarın sürekliliğinin de kur riskine etkisi olduğu bir gerçektir. Sürekli değişkenlik gösteren bir iktidar o ülkedeki para politikalarındaki kur riskini de beraberinde getirecektir. Sıklıkla iktidar değişikliğine maruz kalan bir ülkede ekonomik disiplin nispeten kaybolacaktır. Kaybolan ekonomik otorite belirsizliklerle birlikte kur riskini de beraberinde getirecektir.  

1994 – 2000 YILLARI USD / TRL DEĞİŞİM GRAFİĞİ

Kaynak : TCMB

 Yukarıdaki grafiğe bakıldığında 1994 yılına kurlarda izlenen sakin ve yatay görünüm, 1994 yılının ilk yarısından sonra kurlarda bir sıçrama olmuştur. Sonraki yıllarda yine stabil bir kur hareketi olsa da bu durum1996 yılına kadar devam etti. Ancak 1996 yılından başlayarak kurlar yukarı yönlü hareketliliğini sürdürmüştür. Bilhassa 1999ve 2000 yıllarına gelindiğinde kurların ciddi anlamda risk oluşturduğu dikkatlerden kaçmamıştır.

1999 – 2007 yılları USD / TRL DEĞİŞİM GRAFİĞİ

(kaynak : TCMB)

 

 2000’li yıllarda devam eden kurlardaki yukarı yönlü hareket 2001 yılının ilk çeyreğine kadar devam etti.2001 yılı ilk çeyrek sonrası kurlarda ciddi anlamda yukarı yönlü sıçramalar devam etmiş ve yaklaşık % 150 gibi kırılması zor bir rekorla kur yukarı doğru hareketini sürdürmüştür. Kurların yukarı yönlü hareketi adeta 2001 yılı boyunca piyasaları rahatsız eder düzeyde hareketliliğini sürdürmüştür. Kurların yukarı yönlü hareketliliği ihracatçılar ve döviz geliri olan firmalar için bulunmaz bir fırsat gibi görünse de ithalatçı firmalar için kara günlerin yaşanmasına neden olmuştur.

2000’li yıllarda başlayan dövizdeki yukarı yönlü hareketlenme, ilerleyen yıllarda da devam etti. 2008 yılının üçüncü çeyreğindeki yukarı yönlü hareket 2009 yılının ilk çeyreğinde de devam etti.

2018 – 2019 yılları USD / TRL DEĞİŞİM GRAFİĞİ

(kaynak : TCMB)

 

Yakın tarihten bir grafik daha inceleyelim. 2018 yılı ilk çeyreğini sakin geçiren döviz fiyatları ikinci çeyrekte hareketlilik göstermiştir. Yukarı yönlü hareketliliğini sürdüren döviz fiyatları bilhassa 2018 yılının üçüncü çeyreğinde tepe noktasına erişmiş, 2018 yılının ilk günlerindeki döviz fiyatı ile kıyaslandığında 2018 yılının üçüncü çeyreğinde döviz fiyatının eriştiği kur fiyatının kıyaslanması yapıldığında % 83 civarında kurun artmış olduğu gözlemlenebilir. Ansızın oluşan kur riski dış ticaret yapan ithalatçı firmalarına soğuk duş etkisi yaratmıştır.

1999 – 2005 YILLARINA AİT EUR / USD PARİTESİNE AİT GRAFİK

Kaynak : TCMB

Yukarıdaki grafikte ise kur riskinin farklı bir boyutu EURO / USD paritesine ait bir grafik olup 1999 yılının başlarında EUR / USD paritesi1.1793 civarında iken 2000’li yılın son çeyreğinde EUR / USD paritesi 0.8298 civarına kadar düştükten sonra 2005 yılı başlarında ise EUR / USD paritesi 1.1369 civarına kadar değişim göstermiştir. Grafikten de anlaşılacağı üzere 1999 – 2000 yılı içerisinde EURO üzerinden satış yapan ihracatçı EURO / USD paritesi dolayısı ile risk taşımış ve zarar etmiştir.

Faiz riski

Faiz riski, faiz oranlarında ortaya çıkan değişimlerden dolayı karşılaşılan risk olup, bu risk; herhangi bir yatırımdan beklenen getiriyi olumlu veya olumsuz etkilemekte veya firmaların yaptığı borçlanmalar üzerinde etkili olmaktadır. Zira, faiz oranı vade sonunda elde edilecek veya dışarıya aktarılacak nakit akımları üzerinde doğrudan etki etmektedir. Yaşamın her alanında karşımıza çıkan risk, finans piyasaları söz konusu olunca daha fazla önem kazanmaktadır.

Yukarıdaki tabloda 2000 -2001 yıllarına ait faiz değişimleri görülmektedir. Finansal piyasalarda faizin değişim göstermesi maliyeleri önemli ölçüde etkileyecektir. Kredi ile işletme finansman ihtiyaçlarını karşılayan firmaların finansman maliyetleri faizlerin yukarı yönlü hareketi ile yukarıya doğru ivme kazanacaktır. Tablomuzda 2001 yılının ilk iki ayında faizlerin % 7.000’li rakamları aşması, hatta bankalar arası piyasalarda gecelik (overnight) faizleri birkaç saatliğine % 10.000 olması adeta piyasaları kilit duruma getirmişti. Dış ticaretteki küçümsenmeyecek ölçüde risklerin bir tanesi faiz riskidir.

Mala ilişkin riskler

Satış sözleşmesi hükümlerine göre malın ihracatçının sorumluluğunda olan teslim noktasına kadar getirilmesi sırasında ortaya çıkabilecek her türlü riskler ihracatçının, teslim noktasından sonraki zararlar ise ithalatçı firmanın riskleri olmaktadır. Mala ilişkin riskler, dış ticaret işlemlerinin yürütülmesinde aracı olan bankanın tamamen kontrolü dışında olduğundan, bu konuda ihracatçı veya ithalatçının gerekli tedbirleri alması zorunlu bulunmaktadır. Bu çeşit risklerin yönetiminde sigorta kuruluşları taraflara yardımcı olabilmektedir.

Dış ticaret işlemlerinde ödeme şekli ne olursa olsun, ithalatçı ile ihracatçı arasındaki imzalanan sözleşme hükümlerine göre yüklenen mala ilişkin risklerin her aşamada olması muhtemeldir. Nakliyat sigorta poliçeleri taşımada oluşabilecek riskleri azaltırken;

  • malın kalitesi,
  • malın ambalajı,
  • malın miktarı

alıcı ve satıcı arasındaki alım satım kontratındaki koşulların mevcut olmasına rağmen, yukarıdaki risklerin zaman zaman ortaya çıktığını gözlemlemek sürpriz olmaz. Mala ilişkin risklerin azaltılması veya tamamen ortadan kaldırılması için alıcı ve satıcın mutabık kalacağı bir gözlemci şirket (süpervisior) tarafından malların kontrol edilmesi gerekmektedir.

Malların kontrolü;

  • Alıcın gümrüğünde veya deposunda
  • Satıcının gümrüğünde veya deposunda

yapılmalıdır.

Gözlemci şirket tarafından yapılacak kontroller, kontrolü talep eden ithalatçı veya ihracatçının talebi üzerine daldırma usulü ya malların bir kısmını, ya da malların tamamını kapsayacak şekilde yapılır ve sonucunda bir kalite, vezin kontrol belgesi tanzim edilerek kontrolü yapılan mallara ait sonuç bulguları bu belgeye yazılır, gözlemci şirket tarafında benle imzalanır.

Mala ilişkin risklerin her zaman var olabileceği düşünüldüğünde, malın kontrolünün gözlemci şirkete yaptırılması maliyeti arttıran bir unsur olarak düşünülürse, bu durumda ithalatçı firma, kendi şirketinden bir kişiyi veya güvendiği bir eksperi ihracatçının ülkesine göndererek, malın imalatından, ambalajlanmasına, kalitesinden her çeşit kontrolüne kadar ihracatçının ülkesindeki depoda, limanda veya gümrüğünde gerekli kontrolleri yapması mümkündür.

Yazımızın ilerleyen bölümlerinde, ihracatçının ülkesinden yurt dışına gönderilen malların taşınması sırasında meydana gelebilecek, lojistik kaynaklı zarar ve ziyanların nasıl bertaraf edilebileceği, ödeme riskleri, ticari ve politik riskler konularına değinilecektir.

İşçinin ölümü halinde kanuni mirasçılarına hem kıdem hem de ölüm tazminatı ödenir mi?

Lütfi İnciroğlu
İNCİROĞLU DANIŞMANLIK DENETİM VE EĞİTİM HİZMETLERİ 

İşçinin ölümü halinde kanuni mirasçılarına hem kıdem hem de ölüm tazminatı ödenir mi?

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na göre, sözleşme, işçinin ölümüyle kendiliğinden sona erer. İşveren, işçinin sağ kalan eşine ve ergin olmayan çocuklarına, yoksa bakmakla yükümlü olduğu kişilere, ölüm gününden başlayarak bir aylık; hizmet ilişkisi beş yıldan uzun bir süre devam etmişse, iki aylık ücret tutarında bir ödeme yapmakla yükümlüdür (m.440). Bu durumda işçinin kanundan ve iş sözleşmesinden doğan tüm hakları mirasçılarına geçer.1475 sayılı mülga İş Kanunu’nun yürürlükte bulunan 14’üncü maddesinin 14 üncü fıkrasına göre, “ölen işçinin kıdem tazminatı kanuni mirasçılarına ödenir. Ancak kanuni mirasçılarına kıdem tazminatı ödenebilmesi için ölen işçinin en az bir yıllık kıdeme sahip olması gerekir.

Ölen işçinin kanuni mirasçılarının kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için, ölümün doğal nedenler dışında, işçinin kendi kusurlu davranışı ile hatta intiharı nedeniyle meydana gelmiş olması önemli değildir. Bu yönüyle salt ölüm olayının gerçekleşmiş olması yeterlidir (SÜMER, Haluk Hadi, İş Hukuku Uygulamaları, Ankara 2016, 6. Baskı, s.291-292).

Bununla birlikte Yargıtay, doktrindeki görüşlerin aksine, işçinin ölümüne neden olan olayın işveren yönünden iş sözleşmesinin haklı nedenle feshine imkân sağlayabilecek nitelikte olması halinde, kanuni mirasçılarına kıdem tazminatı ödenmemesi gerektiğini kabul etmektedir (Y.9HD.7.2.1985, 11082/1201, Tekstil İşveren Dergisi Şubat ,1986).

1475 sayılı mülga İş Kanunu’nun yürürlükte bulunan 14’üncü maddesinin 14’üncü fıkrasına göre, “ölen işçinin kıdem tazminatı kanuni mirasçılarına ödeneceği düzenlenmiştir. Ancak kanuni mirasçıları kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için ölen işçinin en az bir yıllık kıdeme sahip olması gerekir. Aksi halde kanuni mirasçılar kıdem tazminatı talebinde bulunamazlar. İşte o zaman bu boşluk ölüm tazminatı ile doldurulmalıdır. Yani kıdemi bir yıldan az olupta ölen işçinin eşi ve ergin olmayan çocukları bunlar yoksa bakmakla yükümlü olduğu kişilere bir aylık ücret tutarında ölüm tazminatı ödemelidir. Ölüm tazminatı ile kıdem tazminatına birlikte hak kazanılması söz konusu değildir.

Sonuç olarak, bir yıldan fazla hizmeti olan işçinin ölümü halinde, kanuni mirasçılarına sadece kıdem tazminatı ödenir. Ancak, ölen işçinin bir yıldan az kıdemi bulunması durumunda, işverenin kıdem tazminatı ödeme yükümlülüğü doğmayacağı için kanaatimizce işveren, işçinin eşi ve ergin olmayan çocukları bunlar yoksa bakmakla yükümlü olduğu kişilere bir aylık ücret tutarında ölüm tazminatı ödemelidir.

 

2000’den Bugüne Dış Ticaretin Seyri

Remzi AKÇİN
Ünsped Gümrük Müşavirliği Gn. Koordinatörü

Türkiye’nin son 20 yılına baktığımızda birbirleriyle uyuşmayan, farklı karakteristik özelliğe sahip iki 10 yıl yaşamakta olduğunu görmekteyiz. Birinci 10 yılda imrenilecek düzeyde gelişmelere şahit olurken, ikinci 10 yılda, orta gelir tuzağına yakalanmış, çabalayan ancak bir türlü bu tuzaktan kurtulamayan bir Türkiye’ye şahit olmaktayız.

2002-2012 Ekonomik Seyir

2002-2012 yılları ekonomik seyri, sadece kişi başı milli gelire bakarak görmek bile mümkündür. Dünya Bankası verilerine göre, 2001 yılında kişi başına düşen milli gelirimiz 3.120 $ iken, bu gelir düzeyi 2009 yılı haricinde bütün yıllar artış göstermiş ve 2013 yılında 12.543 $’a yükselmiştir. Ancak bu tarihten sonra artış yerini duraksamaya ve düşüşe bırakmıştır. 2018 verileri henüz açıklanmadı ama 2017 yılında kişi başı milli gelir düzeyimiz 10.546 $ olarak hesaplanmıştır. 2018 yılında ve hala yaşadığımız kur dalgalanmaları dikkate alınarak bugün kişi başı milli gelirimizin 9.000 $ civarında olduğu tahmin edilmektedir.

2000-2012 döneminde göze çarpan ve ekonomik göstergelere olumlu yansıyan elbette başka gelişmeler de mevcuttur. Öncelikle, Türkiye için yıllarca karabasana dönüşen devlet iç ve dış borçları bu dönemde tasfiye edilmiştir. Aynı zamanda, devletin sırtında kambura dönüşen konut edindirme yardımı hesapları da yine bu dönemde tasfiye tasfiye edilmiştir.

Yine bu dönemde özelleştirme konusunda radikal diyebileceğimiz kararlar alınmış ve uygulanmıştır. Elbette özelleştirmede eleştirilecek çok konu olabilir, ancak söylemek istediğimiz, bir taraftan bütçeye yük getiren işletmelerin özelleştirilme suretiyle kamu giderlerinin azaltılması, diğer taraftan özelleştirme suretiyle bütçeye önemli oranda gelir getirilmesi sağlanmış olmasıdır.

Bir ülkenin gelişmişlik düzeyinin önemli göstergelerinden birisi de altyapıdır. Belirttiğimiz dönemde, özellikle karayolu olmak üzere, sanayileşmenin olmazsa olmazı olan altyapı yatırımları konusunda önemli gelişmeler sağlanmıştır.

Dış alım ve dış satım dediğimiz ithalat ve ihracatın seyri de belirttiğimiz sürece paralel bir seyir izlediğini görmekteyiz. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, gerek ihracatımız gerekse ithalatımızı 2000-2008 yılları arasında sürekli olarak artmış, 2009 yılında güçlü bir düşüşe rağmen sonrasında 2012 yılına kadar artış devam etmiştir. Tıpkı diğer ekonomik göstergeler gibi 2012 sonra dış ticaretin seyrinde de istikrarsızlık görülmekte, hala ciddi anlamda bir iyileşmeden de bahsedememekteyiz.

2002-2012 dış ticarette başarı ve nedenleri

2000 yılında 27 milyar 775 milyon $ olan ihracatımızı 2012 yılında 152 milyar 462 milyon $’a çıkaran diğer bir deyişle 12 yılda 5,5 katına çıkaran etkenler nelerdir? Biz neden bu süreci devam ettiremedik? Bu iki noktaya odaklanmakta fayda var.

2000 yılında bugüne ithalat ve ihracatımızın seyri grafik ve tablo olarak aşağıdadır. Her ikisinin de incelenmesinde ana hatlarıyla; gerek ithalatın gerekse ihracatın 2000-2008 sürecinde sürekli ve kayda değer oranda arttığı, 2009 yılında önemli ölçüde düştüğü sonra 2009-2012 yılları arasında yine artışın olduğu, ancak 2012 sonrasında dalgalı bir seyir izlediği ve bütüncül bakıldığında yatay seyrettiği söylenebilir. Yine bu süreç boyunca zaman zaman sapmalar olmakla birlikte, ihracatın ithalatı karşılama oranının %65 civarında seyrettiği gözlemlenmektedir.

Yıl İhracat Artış % İthalat Artış % İt/İh %   Yıl İhracat Artış % İthalat Artış % İt/İh %
2000 27.775 54.503 50,96 2010 113.883 11 185.544 32 61,38
2001 31.334 13 41.399 -24 75,69 2011 134.907 18 240.842 30 56,01
2002 36.059 15 51.554 25 69,94 2012 152.462 13 236.545 -2 64,45
2003 47.253 31 69.340 34 68,15 2013 151.803 0 251.661 6 60,32
2004 63.167 34 97.540 41 64,76 2014 157.610 4 242.177 -4 65,08
2005 73.476 16 116.774 20 62,92 2015 143.839 -9 207.234 -14 69,41
2006 85.535 16 139.576 20 61,28 2016 142.530 -1 198.618 -4 71,76
2007 107.272 25 170.062 22 63,08 2017 156.993 10 233.800 18 67,15
2008 132.027 23 201.964 19 65,37 2018 167.934 7 223.047 -5 75,29
2009 102.143 -23 140.928 -30 72,48 2019 42.249 49.020 86,19

2000’li yıllar dünya ekonomisinin büyüdüğü, dünyada para bolluğunun yaşandığı, globalleşme stratejinin hüküm sürdüğü yıllardır. Bu dönemde, bütün dünyada bir ticaret artışı olduğu gibi ülkemize de olumlu yandığı bir gerçektir.

Türkiye, on yıllarca çoğu zaman koalisyonların hüküm sürdüğü siyasi istikrarsızlık ortamından bu dönemde siyasi istikrara kavuştu. Bu durum doğal olarak, ortalama 1,5 yıl süren hükümetlerin aksine daha uzun vadeli kararlar alınması sonucunu doğurdu. Aynı zamanda yabancı yatırımcı, geleceğe daha öngörülü bakabilir oldu.

Her ne kadar, aleyhine bir sürü şey söyleniyor olsa da, gümrük birliğinin dış ticaret hacmi üzerinde olumlu etkisi yadsınamaz. Bir taraftan, yabancı yatırımcı hem Türkiye hem de Avrupa Birliği pazarına vergisiz ve kolayca erişebilir hale geldi, diğer taraftan Türk yatırımcı yatırım ölçeğinde Avrupa pazarının büyüklüğünden yararlandı. Bu iki durum, ölçek ekonomisi anlamında hem üretimi hem de dış ticareti artırdı.

Geleceğin planlamasında en önemli etkenin istikrar olduğunu söylemek yanlış olmaz. İstikrardan bahsederken insanın aklına hep siyasi istikrar gelir. Ancak, ekonomik istikrar ve döviz kurları, yabancı yatırımcıların yatırım kararı almasında önemli etkenlerdir.

2002 yılında 1.51 olan $/TL ABD doları kurunun, 2010 yılına geldiğimizde aynı düzeyde olduğunu, 2011 yılında ise 1,68 $/TL olduğunu görmekteyiz. Kurlarda süren bu istikrar elbette geleceğe güvenle bakmayı ve yatırım yapmayı teşvik edici olmuştur. Aynı kurun, 2012 ve sonra yıllarda seyri ise şekildedir: 2012=1.80, 2013=1.91, 2014=2.19, 2015=2.72, 2016=3.03, 2017=3.65, 2018=4.82, 2019=5.50. Bu veriler bize $/TL kurunun 2002-2010 yıllarında hiç değişmezken 2011-2019 yıllarında 3,27 kat arttığını göstermektedir.

Dış ticaretimizin güncel seyri

Güncel olarak dış ticaretimizin seyrini incelemek amacıyla 2017 yılı baçından bugüne aylık durumlarının incelenmesinde yarar görmekteyiz. Bu sürece baktığımızda, son aylarda hafif bir artış olmakla birlikte, ihracatın yatay ancak dalgalı seyrettiğini söylemek mümkün. İthalatın ise yine dalgalı seyrettiği, 2017 yılı boyunca hafif bir artışın olduğu, 2018 başından itibaren düşüşe geçtiği, bu düşüşün 2018 Ağustos ayında çok sert olduğu ve sonrasında yine yatay seyir sergilediği görülmektedir. 2018 Ağustos ayındaki ani ithalat düşüşte kurlardaki ani artışın etkili olduğu anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan, ihracatın ithalatı karşılama oranının önceki yıllara göre daha iyi düzeyde olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum, 2018 Ağustos ayından bu yana yüksek düzeyde seyretmiş ve seyretmeye devam etmektedir. Hatta 2018 Ekim ve Kasım aylarında cari açığın on yıllardır Türkiye’nin ulaşamadığı düzeyde seyrettiğine şahit olduk. Cari açığın bu denli azalmasında, ihracat artışından çok ithalatın azalması etkili olmuştur.

Ay İhracat Artış % İthalat Artış % İt/İh % Ay İhracat Artış % İthalat Artış % İt/İh %
2017/1 11.248 15.592 72,14 2018/3 15.553 18 21.435 13 73
2017/2 12.090 7 15.826 2 76,39 2018/4 13.847 -11 20.557 -4 67
2017/3 14.471 20 19.018 20 76,09 2018/5 14.257 3 22.067 7 65
2017/4 12.860 -11 17.788 -6 72,3 2018/6 12.924 -9 18.449 -16 70
2017/5 13.582 6 20.923 18 64,91 2018/7 14.049 9 20.057 9 70
2017/6 13.125 -3 19.174 -8 68,45 2018/8 12.334 -12 14.804 -26 83
2017/7 12.612 -4 21.491 12 58,69 2018/9 14.398 17 16.326 10 88
2017/8 13.248 5 19.162 -11 69,14 2018/10 15.679 9 16.174 -1 97
2017/9 11.810 -11 19.978 4 59,12 2018/11 15.495 -1 16.164 0 96
2017/10 13.913 18 21.217 6 65,57 2018/12 13.813 -11 16.554 2 83
2017/11 14.188 2 20.547 -3 69,05 2019/1 13.186 -5 15.671 -5 84
2017/12 13.846 -2 23.084 12 59,98 2019/2 13.577 3 15.727 0 86
2018/1 12.434 -10 21.523 -7 57,77 2019/3 15.486 14 17.622 12 88
2018/2 13.148 6 18.937 -12 69,43

Dış ticaretimiz neden istenen düzeye ulaşamıyor?

Cari açığın yıllardır ilk defa bu kadar düşük olduğu, ithalatın düşürüldüğü bir ortamda, dış ticarette daha nasıl iyi olsun sorusu akla gelebilir. Öncelikle sunu söylemek gerekir ki, ithalatın düşmesi her zaman iyi değildir. Eğer tüketim mallarının ithalatını düşürebiliyorsanız bu iyidir. Ancak, bilinmelidir ki, ithalatın düşmesi, hammadde ve ara malı ithalatının düşmesi anlamına da gelebilir. Hammadde ve ara malı hem yerli üretimin hem de ihracatın üretiminde kullanılan girdiler olduğu için, bunun düşmesi ya ihracatı ya da yerli üretimi düşürecektir. Bu iki durum da iyi değildir. Türkiye’nin ithalatının yaklaşık %78’ini hammadde ve ara mallar oluşturmaktadır. Bu yönüyle bakıldığında ithalatın düşmesinin -eğer yerine ikame ürün kullanılmaz ise- olumsuz etkisi olabilir. Bu nedenle, ihracat artışından kaynaklanan cari açığın düşmesi daha olumludur.

Türkiye, 1980 yılından beri ithal ikamesi yerine ihracata dayalı büyüme modelini benimsemektedir. Dışa dönük büyüme, doğal olarak hem ihracatta hem de yerli üretimde ithalat bağımlılığını doğurmaktadır. Türkiye ihracatının %40’dan fazlasını teşvikli ithal edilen eşyanın ihracatı oluşturmaktadır. Bu yapı sadece ucuz işgücünün ihraç edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Türkiye, ihraç eşyanın bünyesindeki yerlilik payını artırma yolunda fazla mesafe kaydedememiştir.

İhracatımızın lokomotif sektörü geçmişte tekstil ürünleri iken otomotiv sektörü olmuştur. Gerek otomotiv üretimi gerekse otomotiv yan sanayi konusunda kaliteli ve yetkin üretim yapılmasına rağmen, hala Türkiye’nin markası bulunmamaktadır. Bu konu sadece otomotiv için değil, çoğu sektörler için geçerlidir. Günümüzde üretimden çok, marka, lisans, patent, inovasyon değerlidir. Dolayısıyla, ihracatın ve ihracata yönelik teşviklerin bu yönle evrilmesi konusunda başarı sağlanamamıştır.

Türkiye’nin ihraç ürünleri ağırlıklı olarak emek yoğun ürünlerdir. Bu ürünler ise yükte ağır, bahada hafif ürünlerdir. Kilogram fiyatı, tasarım ve teknoloji ürünlerine göre çok çok düşüktür. İhracatı miktar değil de değer olarak artırmanın yolu bu dönüşümü sağlamaktan geçmektedir.

Irak ve özelinde Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmeler, ihracatımızın bazen artmasına bazen ise tam tersine azalmasına sebep olmuştur. Irak, 2012-2014 yıllarında 11-12 milyar $’la ihracat yaptığımız ülkeler arasında ilk sırayı alırken, petrol fiyatlarındaki düşüş ve Kuzey Irak’ın bağımsızlık girişimi nedeniyle bu seviye korunamamıştır.

Aynı şekilde, Suriye iç savaşı da ihracatımızı olumsuz etkilemiştir. Her ne kadar Suriye’nin ihracatımız içindeki payı az olsa da, Suriye Türkiye’nin Ortadoğu pazarına ulaştığı geçiş koridoruydu. Savaş nedeniyle Suudi Arabistan, Ürdün gibi ülkelere karayolu ulaşımı koptu. Bu nedenle, savaş sadece Suriye’ye olan ihracatımızı değil aynı zamanda bu güzergahtaki tüm ülkelere olan ihracatımızı olumsuz etkiledi.

Yukarda da belirttiğimiz gibi, son dönemde döviz kurlarında yaşanan dalgalanma nedeniyle işlem maliyeti risk hesabı yapılamamakta, bu durum hem yatırımları hem de ticareti olumsuz etkilemektedir. Genel olarak bu süreçte erteleme eğilimi sergilenmektedir.

Ayrıca, uluslararası ilişkilerin uluslararası ticareti etkilediğini söylemek gerçekçi bir yaklaşımdır. Günümüz dünyasında, Türkiye’nin dış ilişkilerinin iyi olmadığını hepimiz biliyoruz. Bunun elbette çeşitli nedenleri olabilir ama bu durum yabancı sermayenin ülkeye girişini olumsuz etkilediği gibi dış ticareti de olumsuz etkilemektedir.

Bütün bu anlatımlarından çıkarılacak sonucun, Türkiye’nin dış ticaretini artırmak için, bu alanda yapısal dönüşümü sağlamak zorunda olduğunu düşünmekteyiz.

Etik Kültürün Kurumlarda Geliştirilmesinde İş Etiği ve Kamu Etiği İlişkisi

1980’li yılların başından itibaren şirketler için sermaye piyasaları yoluyla fon sağlamaya yönelik finansman biçiminin önem kazanması, bu fonları sağlayanlarla şirket yöneticileri arasında bir iletişim sorununu ortaya çıkarmıştır. Büyük iflas ve şirket yöneticilerinin kendi menfaatlerine göre hareket etmeleri bu sorunun çözümü için yeni mekanizmalara olan ihtiyacı artırmıştır. Bu konuda kamu düzenleyici kurumlarının da yetersiz denetimleri de sorunların büyümesine yol açmıştır. Bunların sonucunda sermaye piyasalarında şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi kurallar önem kazanmaya başladı. Buna koşut olarak kurumların kendi iç yapılarında etik değerlere göre iş yapma kurallarının önemi giderek arttı ve iş etiği ve kamu etiği sistematik bir alan haline geldi. Bu kurallar kamu yönetimi ve iş süreçlerini de etkiledi.

Kamu yönetim ettiği ve iş etiği açıklanan gelişim sürecinden dolayı birbiriyle ilişkili ve etkileşim içinde gelişimini sürdürdü. Ancak kamunun iş süreçlerinin farklı olması ve genel olarak kamu yararıyla toplumsal faydayı amaçlamasından dolayı, kamu yönetim etiği ve iş etiği arasında ayrımlar da vardır. İş etiğinin farklılaştığı en önemli nokta karlılığı amaçlamasıdır. Buradan hareketle bu çalışmada söz konusu benzerlikler ve farklılaşmalar çerçevesinde konular ele alınmaktadır.

Çalışmanın ilk bölümünde etik, iş etiği ve kamu yönetimi etiği tanımları ile etik ile ahlak ve yasalar arasındaki farklar tartışılarak kavramsal çerçeve tanımlanmıştır. Bu bölümde yine kamu etiğindeki yeni eğilimlerden bahsedilerek kamu yönetimi hareketi ve yeni kamu yönetimi işletmeciliğinin etkileri üzerinde durulmuştur.

İkinci bölümde kamu ve özel sektörün etiğe yaklaşımlarındaki benzerlikler ve farklılıklar tartışılmıştır, bu bölümde etiğe ve etik değerlere yaklaşım farklılıkları ayrı ayı ele alınmıştır, bu kapsamda kamu ve iş etiğinin ortak ve farklı değerleri belirlenmeye çalışılmıştır.

İş etiği ve kamu etiği açısından sorun yaratan hususlar bir diğer alanımız olup, sorunlu alanlar, risk göstergeleri, etik dışılığın nedenleri üzerinde özellikle durulmuştur. Etik uygulamalar bakımından kamu ve özel sektör arasındaki işbirliği bir diğer ilgi alanımızı oluşturmuş ve bu husus incelenerek öneri setleri geliştirilmiştir.

Kamu ve özel sektörde etik dışı davranışı engelleyici ve etik davranışı geliştirici mekanizmalar olarak etik program kavramı ayrıntılı incelenmiştir.

Kamu ve özel sektördeki etik kodlara yaklaşım ve bu iki alandaki etik kodların farklılıkları üzerine durulmuştur. Son bölümde değerlendirmelerimiz ve önerilerimize yer verilmiştir.

Kamu Yönetim Etiği ve İş Etiği arasındaki Kavramsal bağ

İyi bir yönetimin geleneksel olarak ‘’3 E ‘’si; Ekonomi, Etkinlik ve Etkililik olup, günümüzde dördüncü E’ si olan Etik eklenmiştir. [1] Etik gerek kamu yönetiminde gerek ise iş dünyasında farklılıklar taşısa da temelde aynı amaca yönelmiş bir disiplindir.

Kamu Yönetim ve İş Süreçleri Açısından Etik Kavramı

Etik kavramı Yunanca (Grekçe) ‘’ethos’’ sözcüğünden gelmekte olup karakter anlamına gelmektedir. [2] Etik kavramının iki farklı kullanımı söz konusudur. ‘’ εθος ‘’   olarak yazılan etik kavramı alışkanlık, görenek, töre anlamına gelir, asıl anlamıyla ve dar anlamda ‘’ηθος ‘’ olarak yazılan etiğe göre ise eylemde bulunan ve davranan kişi, aktarılan eylem kurallarını ve değer ölçülerini sorgulamadan uygulamayıp, üzerinde düşünerek talep edilen iyiyi gerçekleştirmek için onları alışkanlığa dönüştüren kişidir. Alışkanlık töre ve görenek bu şekilde karakter haline gelmekte, erdemli olmanın temel tavrı olarak anlaşılmaktadır.’’[3]

Sözlüğe göre ise, Etik ; töre bilimi,‘’Yarar, iyi, kötü gibi sorunları inceleyen, töre ile ilgili bir davranış yasası geliştiren, neyin uğrunda savaşılmaya değer, yaşama neyin anlam kazandırdığı, hangi davranışın iyi ve hangisinin kötü olduğu gibi sorunları kendine konu edinen bilim, ahlak bilimi, ilmiahlak, etik ’’olarak tanımlanmaktadır.[4] Etik; ‘’Felsefenin‘ödev, ‘yükümlülük, ‘sorumluluk’ ve erdem’ gibi kavramları analiz eden, ‘doğruluk’ veya ‘yanlışlık’ ile ‘iyi’ veya ‘kötüyle ilgili ahlaki yargıları ele alan, ‘ahlaki eylemin doğasını soruşturan ve iyi bir yaşamın nasıl olması gerektiğini açıklamaya çalışan dalıdır’’.[5] Günümüzde etik özellikle mesleklerin yapılmasında ve görevlerin yapılmasında önem kazanmıştır. Bu açıdan Etik; ‘’Çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması veya kaçınması gereken davranışlar bütünü’’ olarak tanımlanmaktadır.[6] Etik genel olarak davranışlarımız için çerçeve teşkil eden değerler, ilkeler ve kurallar toplamı olarak da tanımlanabilir.

Etik ve ahlak arasındaki ilişki; Etik tanımı ahlak’a da atıf yaptığından ahlak kelimesini de açıklamak gerekir. Ahlak, 1.‘’Bir toplum içinde kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulundukları davranış biçimleri ve kuralları’’, 2. Felsefede kullanımı olarak ‘’Belli bir toplumun belli bir döneminde bireysel ve toplumsal davranış kurallarını tespit eden ve inceleyen bilim’’ ve 3. ‘İyi nitelikler, güzel huylar’’ olarak tanımlanmaktadır.[7] Ahlak kelimesi batı dillerinde adet alışkanlık, karakter anlamlarına gelen moral kelimesi ile karşılanır ve mos (çoğulu mores) kelimesi kökenlidir.[8] Ahlak kelimesi arapça ’’hulk’’ kelimesinin çoğulu olup, huy, mizaç, seciye gibi anlamlar taşır. Her iki kelime birbirlerinin yerine ve dönüşümlü olarak kullanılmakla birlikte, genel olarak bu iki kavramın birbirinden farklı olduğu kabul edilmektedir. Etik ahlak felsefesi olarak da tanımlanmakta olup bu anlamda ‘’insanların kurduğu bireysel ve toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan değerleri, kuralları, doğru yanlış ya da iyi-kötü gibi ahlaksal açıdan araştıran bir felsefe disiplinidir’’[9]

Ahlak, belirli bir toplumda belirli bir zaman ve alanla tanımlıdır, belirli bir ülkedeki belirli bir grubun ahlakından söz edilebiliriz. Etik daha çok özel gruplar için belirlenmiş davranış kuralları olarak tanımlanabilir. Bu anlamda muhasebeci etiğinden veya borsa aracılarının etiğinden söz edilebilir. [10]

Yukarıdaki açıklamalar kapsamında ‘’Ahlak, göreli, toplumdan topluma, toplum içindeki farklı gruplara, bu grupların dinsel, cinsel, etnik kimliklerine göre değişen, yazılı olmayan, insanlar arasında uyulması gereken kurallara işaret ederken, etik, daha soyut kavramlara dayalı, daha evrensel ve genel geçerliliğe sahip bir karakter taşımaktadır.[11]

‘’Ahlak ile etik arasındaki temel fark, ahlakın din, çevre gibi dışsal nedenlerle şekillenmesine karşın etiğin dışsal değil, değerlerimize dayanan içsel bir güdü olmasıdır. Etik, birileri bize şöyle davran dediği için değil, gerçekten doğru olduğuna ve öyle davranmamız gerektiğine inandığımız için öyle davranmamız nedeniyle ahlaktan ayrılır.’’[12]

Yukarıdaki açıklamaları tekrar gözden geçirir ve karşılaştırmalı olarak bakar isek, ahlak; göreli, toplumdan topluma, toplum içindeki farklı gruplara, çeşitli dinsel, cinsel etnik gruplara göre ve zamana göre değişen davranış kurallarını tanımlar iken, etik ise, daha soyut kavramlara dayalı, evrensel ve genel geçerliliğe sahip bir karakter taşımaktadır. Etik, ayrıca son dönemde daha çok özel gruplar için belirlenmiş davranış kuralları anlamını da taşımaya başlamıştır.

Tablo 1- Etik ve Ahlak Karşılaştırması

AHLAK ETİK
•  Göreli

•  Toplumdan topluma değişebiliyor

•  Toplum içindeki farklı gruplara göre değişebiliyor

•  Çeşitli dinsel cinsel etnik gruplara göre değişebiliyor

•  Zaman içinde değişebiliyor

•  Daha soyut kavramlara dayalı

•  Evrensel

•  Genel geçerliliğe sahip bir karakter taşımaktadır

•  Özel gruplar için belirlenmiş davranış kuralları anlamı kazanmıştır

Etik ile yasaların ilişkisi; bir çok konuda etik ile yasalar aynı şeyleri söyler, ama ikisi aynı şey değildir. Çoğu kez önce etik kurallar oluşur; daha sonra bunlar yasalaştırılırlar. Başka bir deyişle etik yasaların öncülüdür. Bazılarına göre yasalar ve etik farklıdır. Yasalar iş dünyasına uygulanacak en uygun ve tek düzenlemedir. Bu konuda iki farklı temel yaklaşım mevcuttur: bir yaklaşım, yasaların kamu yaşamı ile ilgili olduğunu, etiğin ise özel alanın bir konusu olduğu, yasalar açık ve net olarak tanımlanmış herkese karşı uygulanan zorlayıcı uyulmaması halinde yaptırımı olan düzenlemelerdir. Etik ise kişisel görüşlerimize göre bizim yaşamımızı düzenlerken seçimlerimizi yansıtan bir alandır. Bu düşüncenin bir diğer çeşidi de, yasalar uyulması gereken asgari standartları belirlerler. Öte yandan etik ise daha yüksek, olması gereken arzulanan bir düzeydir. Etik olmak arzulanan bir şeydir, ancak uyum zorunluluğumuz yasalarla sınırlıdır.[13] İkinci yaklaşıma göre ise yasalar iş etiğinin ana yapısını oluşturur. Duruma göre iş yaşamına uygulanabilecek etik kurallar vardır ve bunlar da yasa düzenleyiciler tarafından yasalara aktarılmalıdır. Yasalar daha ayrıntılı düzenlemeler içermeleri, yaptırıma tabi tutulmaları, kamu otoritesi tarafından yoruma tabi tutulabilmeleri nedeni ile etiğe karşı avantajlara sahiptirler. Bu genel düzenlemeler herkes tarafından bilinirler ve başlangıç noktası olarak bir zemin oluştururlar. Eğer birbiriyle yarışan takımlar kendileri için kuralların ne olduğunu belirlemeye kalksa idi bir kaos oluşurdu. Bu nedenle iş dünyasında sadece kanunu dikkate almak ahlaki açıdan yeterlidir. Bu yaklaşım tarzının şiarına göre ‘’bir şey yasal ise ahlaki olarak da uygundur.’’

Yukarıda açıklanan her iki yaklaşım da temelde yöneticilerin karar alırken yalnızca yasaları dikkate almasını önerirler. Bu uygulama yanlış olmanın yanında son derece de tehlikeli bir yaklaşımdır. John R.Boatright’a göre pratik açıdan yöneticiler birçok nedenle karar alırken hem etik, hem de yasal boyutunu dikkate almalılar. Böyle davranmaları için yazara göre nedenlerden bazıları şunlardır ;     Öncelikle yasalar iş dünyasındaki bazı konuları düzenlemeye uygun değildir. Gayri ahlaki olan her şey yasa dışı değildir. Örneğin başka birisinin işi için kredi almak, ya da rakiplere karşı sorgulanabilir rekabet yöntemleri kullanmak yasal olmakla birlikte, etik açıdan sorgulanabilir uygulamalardır. Bir şeyin yasadışı olmaması onun ahlaki olarak uygun olduğunu göstermez. İkincisi, kanunlar yeni gelişen alanları düzenlemekte genellikle yavaş davranırlar. Kanunlar genellikle tepkiseldirler ve sorunlar kamunun dikkatine gelinceye kadar çoğu zaman uzun süre geçer. Yasal düzenlemelerin yapılması uzun zaman alır ve bu arada önemli zararlar da oluşabilir. Bu durum yeni ortaya çıkan hususlarda olduğu gibi bazen uzun süredir bilinen konularda da ortaya çıkan bir sorundur. Üçüncü olarak yasalar tam olarak tanımlanmamış etik hususları baz alabilir. Dolayısıyla bu konuları anlamadan, hukuku anlamak da imkansızdır, örmeğin iyiniyet kavramı hukukta çok net tanımlanmış değildir. Dolayısıyla bu kavramı anlamadan hukuku ve bu konudaki kuralları anlamak imkansızdır. Örneğin fiyat farklılaştırması suçlamasına karşı bir savunmada iyiniyetli olarak rakibin fiyatını karşılayacak daha düşük bir fiyat önermektir. Dördüncü olarak yasalar bazen konuyu açık bırakır ve karar vermeyi mahkemeye bırakırlar. Ahlaki olarak yanlışsa muhtemelen yasadışıdır anlayışı ile bazen kanun tarafından tam olarak tanımlanmayan alanlarda ahlak iyi bir yorumlama aracı olmaktadır. Beşinci olarak bazen yasalar oldukça yetersiz araçlardır ve sırf kanuna dayanmak gereksiz hukuki süreçlere ve davalara yol açmaktadır.[14]

Bir çok nedenlerle yasalar yetersiz kalabilmekte, bu durum yasal olan ile etik olan farklılığını doğurmaktadır. Bazen yasal olan bir şey etik olmayabilir; ya da tersine etik olan bir şey yasalara aykırı olabilir. Örneğin yasalar bir şirkette yükselme için iki adaydan yeterli performansı gösteremeyen, kişiyi bir üst göreve yükseltmenize bir şey demezler, ancak etik açıdan bu çalışanlara ayırım gözetmeksizin, gerek işe alınmada, gerekse kariyer gelişiminde eşit olanaklar sağlanması bağlamında adil olmaması nedeniyle etik dışı bir uygulama olarak değerlendirilecektir. ’’ Benzer şekilde tersine Martin Luther KİNG in 1960’lı yıllarda Amerika’da siyahlara karşı ırk ayrımcılığına izin veren yasaları protesto eden sivil itaatsizlik eylemi yasalara aykırı olmasına rağmen meşru ve etik kabul edilebilir.

‘’Hukukun amacı adaleti gerçekleştirmektir. Buna karşın ahlakın amacı iyiyi gerçekleştirmek ya da iyiye ve doğruya ulaşmaktır. İnsanlık tarihi boyunca temel ahlaki değerlerin bir çoğu zaman içerisinde hukuki norm haline gelmiştir. Kanunlar genellikle yapılmaması gereken insan eylem ve davranışlarını belirlemiş ve sınırlamıştır.’’[15] Bazen yasaların sırf kelimelere dayanarak yorumlanması hukuka ve etiğe aykırı uygulamaları da getirmekte ve hatta yasalar gerekçe gösterilerek etik dışı uygulamalar gerçekleştirilebilmektedir. Yasalar asgari standardı belirlerken etik daha üst düzey bir standart ister. Bu nedenle bazen yasa hükümlerine dayanarak insanlar etik olanı yapmaktan da kaçınabilmektedir. [16]

Kısaca özetler isek; yasaların suç saydığı çoğu şey etik açıdan da yanlıştır; ama her zaman birebir örtüşmezler. Hukukun amacı adaleti gerçekleştirmektir. Etiğin amacı iyiyi gerçekleştirmektir. Hukuk kurallarına uymamanın resmi yaptırımı var iken, etik kurallarına uymama resmi yaptırıma tabi değildir Bununla birlite, son dönemde etik ilkelere uymama da yaptırıma tabi olma eğilimindedir. Hukuk kuralları devlet tarafından, etik kurallar ise organizasyonlar tarafından oluşturulur. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Hukuk, yasalar çerçevesinde ne yapılabileceğini; Etik ise, ne yapılması gerektiğini belirtir.

Vicdan ; ‘’Vicdan kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç’’[17] olarak tanımlanmaktadır. Vicdan neyin doğru neyin yanlış olduğunu gösterdiğine inandığımız içimizdeki öznel pusula ya da içimizdeki muhakeme olarak tanımlanabilir.

Vicdan davranışlarımıza yön veren bir manevi duygu olup, bir otokontrol mekanizması vazifesini görebilir ve vicdan da ahlaki değer yargılarının bir koruyucusu olabilir.[18]

İş Etiği

‘’İş Etiği’ni, kendi kişisel değerlerimize ek olarak, kurum değerlerinin, karlılığın, profesyonel sorumluluk ve beklentilerin de girmesiyle karar vermenin daha da zorlaştığı iş yaşamında kendine özgü kurum ve kuralları ile doğru, haklı, iyi ve adil olduğuna inandığımız şeyleri belirlemeye yarayan kurallar bütünü olarak tanımlayabiliriz.’ ‘’İş etiği, etiğin iş dünyasına uygulanmış hali, iş dünyasındaki davranış, görüş ve tutumlarımızı yönlendiren, yol gösteren değerler ve kuralların bütünü olarak tanımlanabilir. İş etiği, etiği iş dünyasına uygularken kurum değerlerinin belirlenmesi, etik kod ya da davranış kurallarının hazırlanması, etik komitenin oluşturulması, etik liderlik, gibi kendine özgü konuları da kapsar.’’ [19] Bu açıdan bir kurumda etik davranışlar, süreçlerin bir bileşeni olmaktadır.

‘’iş etiği belirli bir grup veya topluluk için belirlenmiş olan ve bu grup veya özel topluluğun üyeleri tarafından benimsenen davranış kurallarını içerir.’’[20] ‘’İş etiği genel olarak, etiğin özel bir uygulama alanıdır ve etik açıdan doğru ve yanlış kavramları iş hayatı çerçevesinde özelleştirilerek incelenmekte ve odak noktası işletme politikaları, kurumlar ve davranışlar için etik standartların nasıl uygulanacağı olmaktadır. ’’[21]

İş dünyasında etik kavramı sorumluluk duygusundan kaynaklanır (bir topluluğa, çalışanlara, ortaklara ve topluma) neyin etik olduğu, neyin doğru olduğu, yönetimin kendini sorumlu olarak hissettiği gruba bağlı olarak değişebilir.[22]

Kamu yönetimi etiği

Kamu yönetimi etiği, kamu hizmetlerinin sunulmasında, kamu kaynaklarının kullanılmasında ve kamusal kararların alımında karşılaşılan etik ilişkileri incelemektedir. Kamu hizmetlerin sunumunda ve kamu kaynakların kullanımında eşit ve adil bir uygulamanın gerçekleşmesi bakımından kamu yönetimi etiği büyük önem taşımaktadır. Kamu yöneticilerinin kamusal kararları alırken ve kamu hizmetlerini yürütürken uymaları gereken tarafsızlık, dürüstlük, sosyal adalet, saydamlık, hesap verebilirlik, kamu yararı gözetme gibi bir takım ilke ve değerler bütünü kamu etiğinin temelini oluşturur.

Kamu görevlilerinin davranışlarında etkili olan temel unsurlardan birinin yasalar, diğerinin ise etik değerler olduğu söylenebilir. Yasalar, kamu görevlilerinin davranışlarını dışsal olarak belirlemekte ve denetlemekte iken, etik değerler, davranışı içsel olarak yönetmekte ve denetlemektedir (Cooper vd., 1998: 91). Kamu yönetiminde bir etik hiyerarşisinden de sözedilebilir. Hiyerarşinin ilk basamağında kamu görevlilerinin kendi öznel geçmişleri tarafından biçimlendirilen “bireysel ahlak” yapıları ikinci basamağında “mesleki etik” bulunur. Mesleki etik, kamu görevlisinin görevini yaparken, mesleğin gerektirdiği normlar çerçevesinde davranmasıdır. Üçüncü basamakta “örgütsel etik” yer alırken, son basamakta ise “toplumsal etik” bulunmaktadır. (Shafritz ve Russell, 2005: 186). [23]

Kamu yönetiminde etiğin önemi

Etik, devlete ve kurumlarına karşı güven oluşturarak korumanın ve siyasal sistemin iyi işleyişini sağlamanın en temel yoludur. Kamuda etik uygulamalar, kamu gücünün kişisel çıkarlar için değil toplum yararına kullanılmasını sağlarlar. Etik, iyi bir kamu politikasının ön şartıdır ve etik olmaksızın adil, erdemli bir toplum oluşturmak olanaksızıdır. Kamu kaynaklarının yönetilmesi ve politika oluşturulmasında takdir yetkisi son derece önemlidir. Etik, kamu gücünün yanlış ve kamu zararına kullanılmasını engeller. Kamuda etik dışı uygulamalar devlete ve hukuk sistemine olan güveni azaltır ve toplumun tüm kesimlerinde kuralları çiğneme eğilimini güçlendirir. Sonuç olarak; kamuda etik dışı uygulamalar büyümeyi yavaşlattığı gibi, yatırımların verimini de düşürür ve ülkenin kaynaklarının kullanımını olumsuz yönde etkiler. Etik dışı uygulamalar kamunun verim ve kalitesini düşürerek devletin işlevlerini sağlıklı olarak yerine getirmesini engeller. Kaynakların etik olmayan uygulamalar sonucu etkin olmayan şekilde kullanılması altyapı ve hizmet kalitesinin düşmesi sonucunu doğurur. Etik olmayan uygulamalar sonucunda bazı çıkar grupları ve bazı kamu görevlilerinin çıkar sağlamasına karşılık, özellikle başta rüşvet olmak üzere maliyetleri arttırıp, rekabeti engelleyip, yatırımcıları kaçırarak toplumun genel refahını azaltırlar.

Sonuç olarak; kamuda etik dışı uygulamalar, devlet hizmetlerindeki verimliliği ve etkinliği düşürüp, kaynak dağılımını bozar, enflasyonu arttırıp, tüketici refahını düşürür ve devlete olan güveni azaltır.

[1] Oecd . (1996). Ethics in the public service; current ıssues and practice ,oecd report no 14 .

[2]Kırel, Ç. (2000). Örgütlerde etik davranışlar , Yönetimi ve bir uygulama çalışması. Anadolu Üniversitesi iktisadi ve idari bilimler fakültesi.s.2

[3] Pieper Annemaria Etiğe giriş 1999 s 30 dan aktaran ( A. Veysel ve S.Gönül çevirisi) Atak, S. (2014). Kamu Yönetimi Etiği. S. Atak, & S. K. Gül içinde, meslek Etiği Kavramları s. 312

[4]Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük 9.baskı Ankara 1998. S. 739 ve s. 2244

[5]Türk Dil Kurumu Bilim ve sanat Terimleri Ana Sölüğü. (tarih yok). 3 31, 2017 tarihinde Türk Dil Kurumu:

[6]Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük. (tarih yok). 3 31, 2017 tarihinde Türk Dil Kurumu:

[7]Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük 9.baskı Ankara 1998. S.48

[8]Torlak Ömer ‘’Pazarlama Ahlakı Sosyal Sorumluluklar Ekseninde Pazarlama Kararları ve Tüketici Davranışlarının Analizi’’ 2003 Beta. s 70

[9]Kırel Çiğdem   ‘’Örgütlerde etik davranışlar , Yönetimi ve bir uygulama çalışması   s 2

[10]Boatright John R. ‘’Ethics in Finance ‘’ 1999 Blackwell Publishers Inc. Massachusetts USA . s

[11]İnayet Aydın Pehlivan ‘’Yönetsel, mesleki ve örgütsel etik’’2002 pegam A yayıncılık s.8

[12]Balkan, B. (2006). Bankacılıkta Temel Etik Yaklaşım basılmamış yüksek lisan tezi. istanbul. s.6

[13]Boatright John R. ‘’Ethics and the Conduct of Business’’ 2003 Prentice Hall New Jersey.ss.15-16

[14]Boatright John R. ‘’Ethics and the Conduct of Business’’ 2003 Prentice Hall New Jersey.ss.15-18

[15]Aktan Coşkun Can ‘’Ahlaki Yeniden Yapılanma ve Toplam Ahlaka Doğru:1-Ahlak ve Ahlak Felsefesi‘. s.40

[16]Balkan, Bülent . Etik ve Yasalar. 4 15, 2017 tarihinde Tedmer

[17]Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük 9.baskı Ankara 1998. s.2347

[18] Aktan Coşkun Can ‘’Ahlaki Yeniden Yapılanma ve Toplam Ahlaka Doğru:1-Ahlak ve Ahlak Felsefesi‘. s. 36

[19]Balkan, B. (2006). Bankacılıkta Temel Etik Yaklaşım basılmamış yüksek lisan tezi. istanbul. ss. 11,12

[20]Boatright John R. ‘’Ethics and the Conduct of Business’’ 2003 Prentice Hall New Jersey. s. 15

[21]Kırel, Ç. (2000). Örgütlerde etik davranışlar , Yönetimi ve bir uygulama çalışması. Anadolu Üniversitesi iktisadi ve idari bilimler fakültesi ss.6-7 aktarılan eser Valesguez, M. G. (1988). Business Ethics . New Jersey: printece Hall.ss 18,22

[22]Boone Louis E., Kurtz David L. 1990 ‘’Contemporary Business’’ The Dryden Press .s.28

[23]Öztepe, M. C. (2013). Kamu yönetiminde etik Sorunu; Türk Kamu yönetiminde etik sisteminin eleştiresel çözümlemesi doktora tezi. s. 44

‘’Bu yazı dizisi Kamu Görevlileri Etik kurulu için Yolsuzluğun önlenmesi ve etiğin teşviki için teknik destek projesi için hazırlanan’’ Etik Kültürün kurumlarda geliştirilmesinde iş etiği ve kamu etiği ilişkisi’’ teknik raporuna dayanmaktadır. 

  • Bu makale Satınalma Dergisi Haziran 2018 sayısında yayınlanmıştır.

EnterTech, Londra’da girişimci ekosistemi kuruyor. Buyer Network İş ve Ticaret Platformu dünyaya açılıyor.

İstanbul Kalkınma Ajansı’nın destekleriyle İstanbul Teknokent EnterTech önemli bir etkinliğe daha imza attı. Kolektif House’da ICUBE Demo Day etkinliği ile girişimcileri ağırladı. 14 girişimcinin sunumlarını gerçekleştirdiği etkinlik Londra’da bir girişimci ekosistemi geliştirmeyi ve Network ağı oluşturmayı amaçlıyor.

Girişimci ekosistemini destekleyeceğiz

İstanbul Teknokent EnterTech Genel Müdürü Yasin Erol uluslararası çalışmalar ve girişimcilik ekosistemi konusunda teknokentlerin önemine değinerek, “Bizler farklı bir model ile girişimcilerimize destek oluyoruz. Girişimci firmalarımızı daha önce Amerika Birleşik Devletleri’nin California eyaletine götürmüştük. Bu tarz projeleri gerçekleştirerek olumlu ve olumsuz yönlerimizi görüyor, kurum olarak faaliyetlerimizi analiz ediyoruz. Bu proje kapsamında eksikliklerimizin üzerine gitmeyi ve bu eksiklikleri kapatmayı da amaçlıyoruz. Dolayısıyla tecrübeli insanlar ile bir araya geldik ve İngiltere’ye rotamızı çevirdik. Londra lokasyon olarak bakıldığında girişimcilik ekosistemi için güçlü bir şehir. Bugün burada sunum yapan 10 girişimcimizi 20 Temmuz 2019’da Londra’ya göndereceğiz. Dünyada ihracata ağırlık veren ve girişimcileri destekleyen firmaların uzun yıllar ayakta kaldığında yakından şahit oluyoruz. Bu yüzden bizler de bu vizyon ile yola çıktık ve girişimci ekosistemimizi destekleyeceğiz. 10 girişimcimizi Londra pazarına sokacak ve network geliştirmelerine yardımcı olacağız.” ifadelerini kullandı.

BuyerNetwork İş ve Ticaret Platformu
Kurumsal Pazarda (B2B) Büyümeye Devam Ediyor

BuyerNetwork.net kurucu ortağı Adil Ünal yaptığı sunumda Platform hakkında bilgi verdi. Platformun 7.500’den fazla firma ve yönetici üyesi ile hızlı bir sektörel büyüme kaydettiğini vurguladı. 2014 yılında kurulan platformda firmalar ürün ve hizmet satışlarını doğrudan alıcılara yapabiliyorlar.

Ticaret Paketi ile Satış Çok Kolay

Buyer Network.net Kurucu Ortağı Adil Ünal

Satıcılarla alıcıları bir araya getiren Buyer Network Platformu alanında bir ilk özelliği taşıyor. Firma, platforma üyeliği ile birlikte firma sayfasını kolaylıkla oluşturup, ürün, hizmet, sertifika, katalog ekleme ve personel (iş) ilanlarını sadece tek bir “ticaret paketi” ile sağlayabiliyor.

Platformda girişimciler başta olmak üzere satın alma, lojistik, planlama, üretim ve tedarik zinciri yöneticileri bulunmakta. Üyeler düzenli olarak Konferans ve Çalıştaylarda bir araya gelebiliyor. Mesleki ve sektörel konuları paylaşabiliyor. Bu özelliği ile iş ve kariyer açısından da eşsiz bir networking sağlanıyor.

Business Card Üyeliği İle Tüm Platforma Kampanya Düzenleme İmkanı

Buyer Network Platformunda istendiğinde ayrıcalıklı (exclusive) olarak tüm platforma alanında özel kampanyalar da oluşturulabiliyor. Yine bu işbirliği kapsamında firmanın genel çerçevesini belirlediği tüm yöneticileri biraraya getiren özel etkinlikler düzenlenebiliyor. Böylelikle yüz yüze temas imkanları genişletiliyor.

10 girişimci firması Londra’ya götürülecek

ICUBE Demo Day etkinliği kapsamında toplam 14 firma ekiplerini ve girişimlerini tanıtan sunumlarıyla katılımcıları bilgilendirdi. Katılan 14 girişimci firmanın 10 tanesi 20 Temmuz 2019’da Londra’ya götürülecek. Farklı alanlarda çalışan girişimci firmaların listesi ise şu şekilde:

  • Buyer Network Business
  • PDA
  • Fanaliz
  • Uservision
  • Solar Curtain
  • Gamitive
  • Aksense
  • Minus
  • Bot More
  • İltema
  • Tetis
  • Keyzy
  • BiaTech
  • Gloits

Türkiye LPG Tüketiminde Avrupa’da Birinci

Türkiye, otomobillerde LPG tüketiminde Avrupa’da birinci, dünyada ikinci sırada yer alıyor. Ülke genelinde tüketilen tüm LPG’nin yüzde 80’i otogaz olarak kullanılıyor. Ayrıca Türkiye, benzinli araçtan daha fazla LPG’li araç kullanan tek ülke konumunda. Benzinin litre fiyatının 7 lirayı aşması ve dizel yakıtın ekonomik olma avantajını kaybetmesiyle LPG’li araçlara yönelim trendi artışını sürdürüyor. 30 milyar TL’lik ekonomik büyüklük üreten ve 100 bine yakın çalışanıyla istihdama katkı sağlayan Türkiye’nin LPG endüstrisi, trafikteki dizel ve benzinli araçların sayısını azaltmayı hedefleyen diğer ülkeler için kendini kanıtlamış bir başarı öyküsü teşkil ediyor. 

Temiz enerji kaynağı olan LPG pazarı hızla büyüyor. Çevreci bir yakıt olması sebebiyle birçok ülke, LPG’li otomobillerin kullanımını artırmak için çeşitli teşvikler uygularken, Türkiye, LPG sektörü için dünyaya örnek olacak seviyede otogaz kullanım oranlarına sahip bulunuyor. Ülkemizde trafikte yer alan LPG’li otomobillerin sayısı 5 milyona yaklaşmış durumda. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışma sonucunda LPG’li araçların kapalı otoparka girmesi yönünde mevzuat değişikliğinin yapılması halinde ve Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV) ile köprü ve otoyol geçişlerinde indirim uygulanması durumunda LPG’li araç kullanımının yüzde 50 artacağı öngörülüyor.

Türkiye’deki LPG endüstrisinin ulaştığı seviyenin önemli olduğunu belirten dünyanın lider LPG dönüşüm kiti üreticisi BRC’nin Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Kadir Örücü, “Türkiye, otomobillerde LPG tüketiminde ulaştığı oran ile diğer ülkelere de ilham kaynağı olmuş durumda. Otomobillerde LPG tüketiminde Avrupa’da birinci, dünyada ikinci sırada yer alıyoruz. LPG sektörü Türkiye pazarında 30 milyon TL’lik ekonomik büyüklüğe sahip. 2018 yılında 4.146.448 tonluk LPG tüketildi. Bunun yüzde 79,18’i otomotiv yakıtı olarak kullanıldı. Otogaz segmentinde 3.283.170 tonluk hacmimizle, dünyanın en büyük ikinci pazarıyız. Bu, göz ardı edilemeyecek bir büyüklük. Şu an LPG’nin Türkiye ekonomisi için önemli getirileri var. Öte yandan, LPG’li araçların kapalı otoparklara girmesinin önündeki engelin kaldırılması ve hükümet tarafından verilmesini beklediğimiz teşviklerin gerçekleşmesi halinde bu rakamların katlanacağını çok rahat söyleyebilirim.” açıklamasını yaptı. Kadir Örücü, trafikteki benzinli ve dizel araçların karbon emisyonları ile çevreye verdikleri zararı telafi etmek için milyonlarca yeni ağaç dikmeye ihtiyaç olduğunu vurgulayarak, “LPG kullanan 5 milyona yakın otomobil, her yıl 2 Milyon ton daha az karbon emisyonuyla 300 bin ağaç dikmiş kadar çevreye katkı sağlıyor” değerlendirmesini yaptı.

Türkiye’de fabrika çıkışlı LPG’li araç satışları artacak

Türkiye’de otomobil firmalarının LPG’li sıfır araçları satışa sunmaları ile OEM satışlarının önümüzdeki yıllarda öne çıkacağı öngörülüyor. 2018 yılında birçok Avrupa ülkesinde gözlendiği gibi, Türkiye’de de son 12 ayın verilerine göre, dizel araç satışlarında bir düşüş trendi var. Pazar dinamiklerindeki bu değişim, potansiyel olarak LPG’ye dönüştürülebilecek araç sayısının artması olarak değerlendiriliyor.

Dünyanın otomobil üreticileri fabrika çıkışlı LPG’li otomobil üretiyor

BRC, fabrika çıkışlı LPG’li araç üretiminde dünyanın önde gelen otomobil üreticileri ile iş birliği yapıyor. BRC ürünleri ile donatılmış olarak fabrikadan LPG’li olarak satışa sunulan otomobil markaları arasında Mercedes-Benz, Volvo, Audi, Volkswagen, Peugeot, Chevrolet, Citroen, Ford, Fiat, Honda, Kia, Mitsubishi, Subaru, Suzuki, Daihatsu gibi dünya devleri yer alıyor.

Sağlık Sektöründe 4734 Sayılı Kanunun 3. Maddesine Göre İstisna Alımlar

SAĞLIK SEKTÖRÜNDE 4734 SAYILI KANUNUN 3. MADDESİNE GÖRE İSTİSNA ALIMLAR

MEHMET ATASEVER

Kamu sağlık sektörünün satınalma işlemlerini yürüttüğü temel mevzuat olan 4734 sayılı kanun 3. Maddesinde bir kısım istisna düzenlemeleri yapılmıştır. Söz konusu istisna düzenlemeleri büyük ölçüde diğer kamu kurumlarından yapılacak alımlar ile satınalma işlemi kendisine has özellik gösteren işlemleri kapsamaktadır.

4734 sayılı kanunun 3. Maddesinde sayılan söz konusu istisna düzenlemlerinin sağlık sektörü ile ilgili olanları şunlardır.

A.4734 Sayılı Kanun’un 3/b Maddesine Göre Özel Güvenlik İşlemi Gerektiren Satınalma İşlemleri; Sağlık Bakanlığı tarafından 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 3. maddesinin (b) bendi kapsamında yapılacak ihalelere ilişkin ekli Esasların yürürlüğe konulması; Sağlık Bakanlığının 16.03.2017 tarihli ve 1523 sayılı yazısı üzerine, anılan Kanunun geçici 4’üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 17.04.2017 tarihinde kararlaştırılmıştır. Söz konusu usul ve esaslar 03.06.2017 tarihinde Resmî Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Buna göre, gizlilik ve güvenlik gerektiren iş, Sağlık Bakanlığı Türkiye’nin sağlık politikasına yön vermek amacı ile Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğü tarafından işletilen kurumsal kaynak verileri ve yönetimi ile ilgili sistemler, kişisel sağlık verisi işleyen ve sahadan bu amaçla güvenli bir iletişim alt yapısı ile veri toplayan sistemler ve bu sistemler için gerekli yazılım, donanım, veri merkezi, sunucu barındırma ve güvenli iletişim ağı bileşenlerinin kurgulanması, tedarik edilerek kurulması, kapasite artırımı ya da azaltılması, modernizasyonu, standardizasyonu, işletilmesi, bakım, destek, geliştirme ve eğitim hizmetleri ile bu sistemler arasında elektronik ortamda sürdürülen güvenli veri iletimi ve paylaşımı için gerekli altyapının tesis, işletim, bakım, destek, geliştirme, modernizasyon ve standardizasyon işleri olarak tanımlanmış ve tanım kapsamındaki işler 4734 Sayılı Kanunun 3/b maddesine göre belirlenen ve 03.06.2017 tarihinde Resmi Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe giren usul ve esaslara göre yapabilecektir.

Bu usul ve esas kapsamında yapılabilecek hizmet işler; Sağlık Bakanının onayı ile gizli olarak özel güvenlik işlemleri ile yapılmasına karar verilen bilgi sistemlerine yönelik bakım, onarım, taşıma, haberleşme, telekomünikasyon, iletişim ve iletişim altyapısı, sigorta, araştırma, geliştirme, yükleme ve boşaltma, teknik yardım, teknik eğitim, toplantı, organizasyon, koruma ve güvenlik, danışmanlık ve müşavirlik, mimarlık ve mühendislik, etüt ve proje, bilgisayar sistemlerine yönelik hizmetler, yazılım hizmetleri, taşınır ve taşınmaz mal ve hakların kiralanması ve benzeri diğer hizmetlerdir.

B.4734 Sayılı Kanun’un 3/c Maddesine Göre Uluslararası Anlaşmalar Gereği Sağlanan Dış Finansmanla Yapılacak Satınalma İşlemleri; Sağlık Bakanlığı tarafından 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 3. maddesinin (c) bendi kapsamında uluslararası anlaşmalar gereğince sağlanan dış finansman ile yaptırılacak olan ve finansman anlaşmasında farklı ihale usul ve esaslarının uygulanacağı belirtilen mal veya hizmet alımları ile yapım işleri ile ilgili satınalma işlemlerini ilgili uluslararası kuruluşun mevzuatına göre gerçekleştirmek zorundadır. Uygulamada genel olarak uluslararası kuruluşlardan finansmanı sağlanan işlerin kullanımı için yapılan anlaşmalarda ilgili kuruluşun mevzuatının uygulanacağı ile ilgili hükümler bulunmaktadır.

Bu kapsamda Sağlık Bakanlığı’nın Dünya Bankası ile uzun süredir yürüttüğü ve farklı isim ve amaçla devam ettirdiği çeşitli ikraz anlaşmaları bulunmaktadır. Son olarak Türkiye Cumhuriyeti, Sağlık Sisteminin Güçlendirilmesi ve Desteklenmesi Projesi’nin (SSGDP/Proje) finansmanı için Dünya Bankasından 120 milyon Avro tutarında bir ikraz sağlamıştır. Sağlanan finansman Proje kapsamında yapılacak mal, yapım işleri, danışmanlık dışı hizmetler ve danışmanlık hizmet alımlarının ödemelerinde kullanılacaktır.

Bu kapsamda yapılacak mal, yapım işleri ve danışmanlık dışı hizmet alımları, Ocak 2011’de yayınlanan, Temmuz 2014’te revize edilen “IBRD İkrazları ve IDA Kredileri & Hibeleri Kapsamında Dünya Bankası Borçluları tarafından Mallar, Yapım İşleri ve Danışmanlık Dışı Hizmetlerin Satın Alımı” isimli Satınalma Kılavuzu’na uygun olarak gerçekleştirilecektir.

Yine aynı şekilde danışmanlık hizmet alımları ise, Ocak 2011’de yayınlanan, Temmuz 2014’te revize edilen “IBRD İkrazları ve IDA Kredileri & Hibeleri Kapsamında Dünya Bankası Borçluları Tarafından Danışman Seçimi ve İstihdamı” isimli Danışmanlık Kılavuzu’na uygun olarak gerçekleştirilecektir. Bu alımların tamamı aynı zamanda söz konusu İkraz Anlaşmasında belirtilen hükümlere uygun olarak gerçekleştirilecektir. Kılavuzlara http://go.worldbank.org/LLG7KORBF0 adresinden ve tercümelerine Proje Yönetim Destek Birimi’nin www.pydb.saglik.gov.tr adresindeki dokümanlar linkinden ulaşılabilir.

2019 yılı itibariyle Sağlık Bakanlığının Dünya Bankası ile yürüttüğü kredi anlaşması haricinde Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan Suriyeli misafirler içinde Avrupa Birliği ile yürüttüğü hibe anlaşmaları gereği yaptığı satınalma işlemleri de AB ilgili mevzuatına tabi olarak yapılmaktadır. Bunun için Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü ile AB Komisyonu Türkiye Delegasyonu arasında imzalanan doğrudan hibe sözleşmesi kapsamında uygulanmakta olan IPA 2016/378-641 sayılı “Geçici Koruma Altındaki Suriyelilerin Sağlık Statüsünün ve Türkiye Cumhuriyeti Tarafından Sunulan İlgili Hizmetlerin Geliştirilmesi Projesi” çerçevesinde çeşitli satınalma işlemleri yapılmaktadır.

C.4734 Sayılı Kanun’un 3/e Maddesine Göre İstisna Alımlar Kapsamında Yapılacak Satınalma İşlemleri; Kamu sağlık işletmeleri 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 3. maddesinin (e) bendi kapsamında;

  1. a) Adalet Bakanlığına bağlı ceza infaz kurumları ile tutukevleri iş yurtlarından yapılacak mal ve hizmet alımları,
  2. b) Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı huzurevleri ve yetiştirme yurtlarından yapılacak mal ve hizmet alımları,
  3. c) Millî Eğitim Bakanlığına bağlı üretim yapan okullar ve merkezlerden yapılacak mal ve hizmet alımları,
  4. d) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı enstitü ve üretme istasyonlarından yapılacak mal ve hizmet alımları,
  5. e) Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğünden yük, yolcu veya liman hizmetleri için yapılacak alımlar,
  6. f) Tasfiye Hizmetleri Genel Müdürlüğünden yapılacak akaryakıt ve taşıt alımları,
  7. g) Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumundan araştırma-geliştirme faaliyetleri kapsamında yapılacak mal, hizmet ve danışmanlık hizmet alımları,
  8. h) Et ve Süt Kurumu Genel Müdürlüğünden yapılacak et ve et ürünleri alımları,
  9. i) Ray üstünde çeken ve çekilen araçlar için Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu Genel Müdürlüğünden yapılacak tekerlek ve tekerlek takımları alımları,

ilgili mevzuatına göre yapabilirler.

  1. 4734 Sayılı Kanun’un 3/f Maddesine Göre Ar-Ge İhtiyaçlarının Karşılanması; 4734 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde, “Ulusal araştırma-geliştirme kurumlarının yürüttüğü ve desteklediği araştırma-geliştirme projeleri için gerekli olan mal ve hizmet alımları ile finansmanının tamamı Kanun kapsamındaki bir idare tarafından karşılanarak elde edilen sonuçların bu idare tarafından sadece kendi faaliyetlerinin yürütülmesinde faydalanıldığı haller hariç, her türlü araştırma ve geliştirme hizmeti alımlarının” ceza ve yasaklama hükümleri hariç olmak üzere Kanuna tabi olmadığı hüküm altına alınmıştır.

Ulusal araştırma-geliştirme kurumlarının yürüttüğü ve desteklediği araştırma-geliştirme projeleri için gerekli olan mal ve hizmet alımları, anılan kurumlar tarafından hazırlanarak Kamu İhale Kurumunun uygun görüşü alındıktan sonra yürürlüğe konulacak esas ve usullere göre yürütülecektir.

Finansmanının tamamı 4734 sayılı Kanun kapsamındaki bir veya birden fazla idare tarafından karşılanan ve elde edilen sonuçların bu idare veya idareler tarafından sadece kendi faaliyetlerinin yürütülmesinde faydalanıldığı araştırma ve geliştirme hizmeti alımları hariç, her türlü araştırma ve geliştirme hizmeti alımlarına ilişkin esas ve usuller, bakanlıkları tarafından bağlı ve ilgili idareler için ortak olarak, ilişkili kurum ve kuruluşlar ile bağlı veya ilgili olduğu bir bakanlık bulunmayan idarelerin ise kendileri tarafından hazırlanmak suretiyle doğrudan Kuruma gönderilerek Kurumun uygun görüşü alındıktan sonra yürürlüğe konulacaktır.

Kamu İhale Genel Tebliğinde, 4734 sayılı Kanunun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde belirtilen ulusal araştırma ve geliştirme kurumlarının; ulusal alanda ve münhasıran araştırma geliştirme faaliyetleri yürütmek amacı ile kanunla kurulan kurumlar ve yükseköğretim kurumları ile bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapan kurumlar olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmektedir.

Üniversiteler ve yüksek teknoloji enstitüleri tarafından araştırma-geliştirme projelerinin ihtiyacı olan tıbbi cihazlar 4734 sayılı Kanunun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi kapsamında Kanuna tabi olmadan alınabilmektedir. Yükseköğretim Kurumları Tarafından 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 3’üncü Maddesinin (f) Bendi kapsamında Yapılacak İhalelere İlişkin esaslar, Bakanlar Kurulunun 01.12.2003 tarihli ve 2003/6554 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve 30.12.2003 tarihli ve 25332 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.

Sağlık Bakanlığı tarafından 4734 sayılı Kanununun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi uyarınca finansmanının tamamı idare tarafından karşılanarak elde edilen sonuçların bu idare tarafından sadece kendi faaliyetlerinin yürütülmesinde faydalanıldığı haller hariç her türlü araştırma ve geliştirme hizmet alımlarında uygulanacak esaslar, Sağlık Bakanlığı Tarafından, 4734 Sayılı Kamu İhale Kanununun 3 üncü Maddesinin (f) bendi kapsamında yapılacak ihalelere ilişkin esaslar’da düzenlenmiş ve 31.07.2010 tarihli ve 27658 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.

E.4734 Sayılı Kanun’un 3/h Maddesine Göre Yapılacak Satınalma İşlemleri; Sağlık Hizmeti Sunan 4734 Sayılı Kamu İhale Kanunu Kapsamındaki İdarelerin Teşhis ve Tedaviye Yönelik Olarak Birbirlerinden Yapacakları Mal ve Hizmet Alımlarına İlişkin Yönetmelik, 07.02.2009 tarihli ve 27134 sayılı Resmî Gazete ‘de yayımlanmıştır. Bu Yönetmeliğin amacı, 4734 sayılı Kanun kapsamında sağlık hizmeti sunan idarelerin teşhis ve tedaviye yönelik olarak birbirlerinden yapacakları mal ve hizmet alımlarının usul ve esaslarını belirlemektir.

Anılan Yönetmeliğin 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde fiyat tarifeleri, “Sosyal Güvenlik Kurumunca yayımlanan Sağlık Uygulama Tebliğinde veya Hazine ve Maliye Bakanlığınca yayımlanan Tedavi Yardımına İlişkin Uygulama Tebliğinde belirlenen fiyatları ya da bu kapsamda hazırlanan diğer resmi fiyatlar” olarak tanımlanmaktadır. Yönetmeliğin 6’ncı maddesinde hizmetlerin fiyatlandırılması; 9 uncu maddede ise mal alımlarında fiyatlandırma düzenlenmiştir.

Anılan Yönetmeliğin 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde hizmet, teşhis ve tedaviye yönelik olarak idarelerce üretilen veya 4734 sayılı Kanuna göre hizmet alımı yolu ile üçüncü şahıslardan temin edilen hizmetler olarak tanımlanmaktadır. Yönetmeliğin 5 inci maddesinde, idarelerin aralarında imzalayacakları protokollerle birbirlerinden doğrudan hizmet alabilecekleri hüküm altına alınmıştır. Örneğin bir hastane görüntüleme hizmetlerini başka bir hastaneden bu yönetmelik kapsamında alınabilir. Ancak bu Yönetmelik kapsamında otelcilik hizmetleri olarak adlandırılan temizlik ya da özel güvenlik veya yemek servis hizmetlerinin idarelerce birbirlerinden alımı mümkün değildir.

Söz konusu Yönetmeliğin 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde mal, “Teşhis ve tedaviye yönelik olarak idarelerce üretilen veya 4734 sayılı Kanuna göre temin edilen mallar” olarak tanımlanmaktadır. İdareler, ilaç, tıbbi sarf malzemesi, tıbbi gaz ve tıbbi cihaz gibi teşhis ve tedaviye yönelik malları birbirlerinden Yönetmelik kapsamında alabilirler.

Anılan Yönetmelik kapsamında düzenlenecek protokollere ilişkin hükümler 11’nci maddede yer almaktadır. Her bir mal ve hizmet alımı için ayrı ayrı protokol düzenlenebileceği gibi, birden fazla mal ve hizmet alımı için ortak protokol düzenlenebilir. Karşılıklı mutabakat sonucu hazırlanan protokol, protokolün tarafı olan birimlerin harcama yetkilileri tarafından imzalanır. Protokolde “bu alımlar hakkında uygulanacak ceza ve yasaklama hükümlerinde 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’na tabi olunacağı” hususuna yer verilir. Protokolün feshine ve anlaşmazlıkların çözümüne ilişkin hükümler protokolde belirlenir.

Kamu İhale Kurulunun 02.04.2009 tarihli ve 2009/DK. D-46 sayılı düzenleyici kararıyla, 4734 sayılı Kanun kapsamında bulunan sağlık hizmeti sunan idareler tarafından Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Sağlık İşletmesi bünyesinde kurulu bulunan Tıbbi Aygıtlar Bakım Onarım Merkezinden tıbbi cihazların kalibrasyon hizmetlerinin 4734 sayılı Kanunun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının (h) bendi kapsamında alınabileceğine karar verilmiştir.

Söz konusu düzenleme ile gerek sağlık Bakanlığına ait işletmelerin gerekse kamu üniversiteleri sağlık işletmelerinin ihtiyaç duyduğu teşhis ve tedaviye yönelik mal ve hizmetleri ihale mevzuatına tabi olmadan birbirlerinden satın alabilirler.

Tedarik Zinciri İçinde Satınalma Yönetimi

Atilla YILDIZTEKİN

Uzun zamandır zevkle takip ettiğim Satınalma Dergisinin içinde yazar olarak yer almam için yapılan davetten son derece memnun oldum. Yıllardır biriktirdiğim Tedarik zinciri, Lojistik konularında, satınalma ile ilgili bilgi ve tecrübelerimi sizlerle paylaşacağım. Sizleri yeni kavramlara, yeni uygulamalara taşıyacağım.

Öncelikle tedarik zinciri kavramlarımızın değiştiğini açıklayarak başlamak istiyorum. Geçmişte satınalma – üretim-satış üçgeninin içine yani tedarikçi- üretici-satıcı arasında sıkışmış olan tedarik zinciri tanımı; daha sonra tedarikçinin tedarikçisinden başlayan, üretim sonrası satıcının satıcısına kadar uzayan bir zincir haline getirildi. Bu çerçeve de tedarik zincirini tanımlamaya dar geldi. Gelişen teknoloji, büyüyen ölçek, uygulanan teknolojiler tedarik zincirine yeni bir tanım zorunluluğunu ortaya çıkarttı. Tedarik zincirinin sınırlarını artık hammaddeden başlattığımız ve ürünün tüketildiği hatta geri dönüş sürecinin de tamamlanarak tüketildiği bir süreç içine yerleştirdik.

Çok yakından tanıdığımız, Türkiye’de “yuvarlak masa” organizasyonunu kurduğumuz CSCMP ( www.cscmp.org ) tanımı, tedarik zincirine bir hedef de yükledi. Artık tedarik zincirimizi hammaddeden tüketime kadar olan süreç içinde birim şirketlerin, uzun dönem performanslarının arttırılması amacıyla, bir kurum içindeki iş kolları arasında, bilinen iş fonksiyonlarının ve aralarındaki uygulamaların sistematik ve stratejik koordinasyonu şeklinde tanımlıyoruz.

Uzun dönem performans ise kurumların ayakta durmaları, kendilerini geliştirmeleri amacıyla;

  • Şirket karlılıklarını arttırmaları
  • Pazar paylarını yükseltmeleri
  • Finansal iyileşme sağlamaları
  • Ürün kalitesinde artış elde etmeleri
  • Yeni ürün geliştirme çalışmalarında başarılı olmaları
  • Çalışan Memnuniyeti yaratmaları
  • Müşteri Memnuniyetini arttırmaları
  • Yatırımcılarını memnun etmeleri
  • Tedarikçileri ile karşılıklı memnun olmalarını sağlayarak elde edilmektedir.

Tedarik zincirinde süreçlerimiz de değişmiştir artık. Geçmişte henüz bilgi teknolojilerinin bu kadar etkin kullanılmadığı dönemden kalan itme sistemi, yani önce üret, sonra sat dönemi de sona ermektedir. Gelecek yavaş yavaş önce sat, sonra üret, yani MAO ( Made As Order ) dönemine taşımaktadır bizleri.

Tedarik zincirinde gelişimin nedenleri şu şekilde belirlenmektedir.

  • Dünya Savaşı sonrası yeni dünya düzeni kurulmuş, gerek kapitalist sistem gerek komünizm ölçeklerin büyütülmesi ve ülkeler arasındaki ürün hareketinin arttırılması yönünde benzer çalışmalar yapmışlardır.
  • Dünya ticaretinin serbestleşmesi için başta Birleşmiş Milletler ardından Dünya Ticaret Örgütü WTO olmak üzere çeşitli kuruluşlar dünya ticaretinin hızlı ve engelsiz olması için çeşitli çalışmalar yapmışlardır.
  • Artan Uluslararası ticaret hacmı daha ucuz, daha hızlı, daha hatasız taşıma yollarının kullanılmasını gerekli hale getirmiştir. Deniz taşıması ve Intermodal taşıma gelişmiştir.
  • Birçok ülkede kişi başı milli gelirin artması tüketimi, dolayısıyla üretimi büyütmüş, satınalma, lojistik gelişmiştir.
  • Kişisel tüketimin artması tedarik zincirlerini daha çok üretmeye, daha kontrollü yönetime mecbur bırakmıştır.
  • Markalar arasındaki rekabet ürün fiyatlarını düşürmüş ve tüketimin artmasına, küreselleşmesine neden olmuştur.
  • Mevcut ürünler üzerindeki rekabetin fiyat indirimine dayandırılması ile yeni ürün geliştirme zorunlu hale gelmiş ve yeni tüketim kanalları ortaya çıkmıştır.
  • Internet Üzerinden on-line İletişim süreçleri hızlandırmış, hammaddeden tüketime giden çevrim süreci kısalmıştır.

Tedarik zinciri süreçleri de bugün planla, satın al, üret, sat şeklinde planlanmamakta, faklı yönetim sistemlerinin birleştirilmesiyle yaratılmaktadır. Gelecek dönemde üzerinde çalışacağımız süreçler şu şekilde olacaktır.

  • Müşteri ilişkileri yönetimi CRM ( Customer Relationship Management )
  • Müşteri hizmet yönetimi CSM ( Customer Service Management )
  • Talep Yönetimi (Demand Management)
  • Sipariş İşleme (Order Fullfilment)
  • Üretim Akış ( Manufacturing Flow)
  • Satınalma (Procurement)
  • Ürün Geliştirme (Product Develepmont)
  • Lojistik ( Logistics )
  • İadeler (Return)

Tedarik Zinciri Yönetiminin belli stratejilere dayandırılması ve hedeflerinin belirlenmesi gerekmektedir. Bu hedefler içinde satınalma fonksiyonunun önemi daha da artmıştır. Satınalma büyüme ile doğu orantılıdır. Bilinen sözdür “Ekonomi Satın Almayı, Satın Alma Ekonomiyi Büyütür” sözü şirketler için de geçerlidir. Düzgün satınalma sitemine sahip olan şirketler büyür ve büyüme satınalmanın önemini daha fazla ortaya çıkartır. Geçmişten gelen bir söz de “Şirketler karlarını satarken değil, satın alırken yaratırlar” sözüdür. Hala geçerliliğini kaybetmemiştir.

Artık satınalma tedarik zincirinin destek fonksiyonu değil ana fonksiyondur ve rekabetin en kritik unsurudur. Satınalma departmanlarının temel hedeflerini şu şekilde belirleyebiliriz.

  • Envanter maliyetlerini ve kayıpları minimize etmek. Satınalma hammadde ve ürün stoklarını kontrol ederek, üretim planlama ve satış departmanı ile birlikte yavaş hareketli, ölü stokların oluşmamasını hızlı, küçük adetlerde satınalma sistemi kurarak yönetmelidir.
  • Ürünün kalitesini korumak, aldığınız hammadde ve yarı mamulün kalitesinin koruyarak başlamaktadır. Satınalma kalite – maliyet dengesinin kurulmasında yer almalıdır.
  • Güvenilir tedarikçiler bulmak ve korumak da satınalmanın görevidir. Üretimi ve satışı aksatmayacak, sözüne güvenilir tedarikçilerle uzun süreli iş anlaşmaları yapılmalı ve ilişkiler canlı tutulmalıdır.
  • Temin edilen materyalleri ve servisi standart hale getirmek de satınalma ile sağlanmaktadır. Her gelen ürünün kalitesi tedarikçi tarafından kontrol edilmeli ve garanti edilmelidir. Satınalma her girişin kalite kontrolünü yapmamalıdır.
  • Gerekli olan materyalleri ve hizmetleri en düşük maliyetle sağlamak konusunda da toplam maliyeti etkilemesi açısından en düşün maliyetlerle satınalmanın gerçekleşmesi şarttır. Satınalma sadece satınalma maliyetini değil elde etme ve elde tutma maliyetini de minimize etmelidir.
  • Kurumun pazarlık ve rekabetçi gücünü yükseltmek için tedarikçilere verilen sözlerin tutulması önemlidir. Özellikle ödeme konularında satınalma tedarikçilere destek vermelidir.
  • Üretimi düzenli şekilde gerçekleştirecek kesintisiz malzeme, servis ve bilgi akışını gerçekleştirmek için kurum içindeki tüm departmanlarla periyodik süreç iyileştirme toplantıları yapılmalıdır.

Satınalmanın yukarıdan kuş bakışı görünüşü bu şekildedir. Gelecek yazılarımızda satınalma fonksiyonuna daha yakından bakmak ve uygulamalardan örnekler vermek yerinde olacaktır. Ülkemizde satınalma konusunda çok başarılı çalışmalar yapan kurumlar, satınalma direktörleri, müdürleri görev yapmaktadır. Önemli olan bu görevlerini yaptıkları süre içinde kazandıkları deneyimleri paylaşmaları, diğer arkadaşlarımızın elde ettiği sektörel başarıları iş süreçlerine eklemeleri olacaktır.

 

  • – –  > Bu makale ilginizi çekebilir:  

Tedarikçi Günü Nasıl Planlanır? Organizasyon ve Yürütme için Yol Haritası 

Eğitim: TEDARİKÇİ PERFORMANS DEĞERLENDİRME ve TEDARİKÇİ İLİŞKİLERİ EĞİTİMİ
Teklif almak için: egitim@satinalmadergisi.com

Tedarikçi Performans Değerlendirme Eğitimi
Tedarikçi Performans Değerlendirme Eğitimi içeriğini incelemek için: https://satinalmadergisi.com/egitim-programlari/

Elektronik Teminat Mektubu Uygulama (e-teminat) kılavuzu

Gümrük mevzuatı uyarınca gümrük idarelerince kabul edilen teminat mektuplarının elektronik ortamda Bakanlık sistemine aktarımı ve kullanımına ilişkin bankalar, yükümlüler ve gümrük idarelerinin takip etmesi gereken işlemlere ilişkin esaslara ilişkin Elektronik Teminat Mektubu Uygulama (e-teminat) kılavuzu güncel versiyonu eklidir.

Kaynak: GGM

Dosyaları indirmek için tıklayınız.