Satınalma Dergisi Editörü – Prof. Dr. Murat ERDAL editor@SatinalmaDergisi.com
Prof. Dr. Murat Erdal ile sektör sohbetlerinde konuğumuz, İstanbul Teknokent Genel Müdürü Sn. Muhammed Kasapoğlu
Muhammed bey, sizinle geniş bir alanı konuşacağız.
Teknokentler, girişimci dünyası ve iş yaşamına etkileri…
Fakat onun öncesinde kısaca kendisini tanıyalım.
Muhammed Kasapoğlu kimdir?
1982’de İstanbul Fatih’te dünyaya geldim. Lisans ve Yüksek Lisans eğitimimi Kimya Bölümünde tamamladım. Yıldız Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümünde doktora öğrenimime devam etmekteyim. 2005 – 2014 yılları arasında çeşitli ilaç şirketlerinde Ar-Ge yöneticisi olarak görev aldım. 2014 – 2021 yılları arasında Yıldız Teknopark’ta çeşitli pozisyonlarda görev yaptım. Özellikle 2019 sonrasında Teknoloji Transfer Ofisi Müdürlüğü görevini yürüttüm. Teknoloji Transfer Ofisi tecrübesi sırasında, Ar-Ge ve bilgiden katma değer elde edilmesi sürecinde, akademik çıktılara ve girişimcilere yönelik ticarileştirme mekanizmaları üzerinde çalışma fırsatı buldum. Ekim 2021 tarihinden beri Entertech İstanbul Teknokent A.Ş. Genel Müdürü olarak görevimi sürdürmekteyim. Uzun yıllar boyunca edindiğin Ar-Ge temelli çalışma kültürümü, Teknokent tecrübelerimi ve teknoloji transfer mekanizmalarına dair bakış açımı Entertech’in yeni hedefleri ve gelişimi için kullanmak istiyorum.
İstanbul Teknokent ENTERTECH her geçen gün büyüyor. Üzerine ekleyerek ilerliyor. Bölgesinde tam bir cazibe merkezi. İstanbul Teknokent ENTERTECH’in geldiği son noktayı açıklar mısınız ?
Entertech İstanbul Teknokent olarak gelecek vizyonumuzu “sosyal ve teknolojik etki odaklı sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen ve küresel çapta geleceği şekillendiren bir inovasyon ekosistemi oluşturmak” olarak tanımlıyor ve bu bağlamda hedefler koyarak ilerliyoruz. Entertech bugün, yaklaşık 14.000 m2 kiralanabilir alanda 120’nin üzerinde teknoloji firması barındırmaktadır. Bu firmalarımızın yaklaşık 45 tanesi start-up olarak tanımlayabileceğimiz girişim firmalarıdır. Firmalarımıza sadece fiziksel alan sağlamakla kalmayıp Teknokent’te ve Üniversitelerde ortaya çıkan bilginin ekonomik değere dönüştürülmesine dair TRL geliştirme, prototipleştirme, projelendirme, şirketleşme, ürünleştirme, ticarileştirme ve ticarileştirme sonrası finansal yönetim, gelir paylaşımı, yatırım bulma ve yatırım alma gibi süreçlere de rehberlik etmekteyiz.
Ayrıca, girişimcilerimizi yatırımcılara buluşturduğumuz çeşitli etkinlikler düzenlemekteyiz. Böylece hem yatırımcıların girişim firmalarımızı yakından tanımasını sağlıyor hem de girişimcilerimizi olası bir yatırım turuna her daim hazır tutuyoruz. Entertech olarak önemli farklarımızdan biri girişimlerimiz için finansal ve yönetsel sürdürülebilirlik programları uyguluyoruz. Girişimciler genel olarak faaliyet gösterdikleri teknik alanın uzmanı kişiler. Ancak şirket yönetmek, finansal okuryazarlık, organizasyon, pazarlama ve yatırım süreçleri gibi konularda desteğe ihtiyaç duyabiliyorlar. Biz de bu bağlamda, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi ile birlikte hazırladığımız Finansal ve Yönetsel Sürdürülebilirlik Geliştirme eğitimlerine düzenli aralıklar ile girişimcilerimizi dahil ediyoruz.
Muhammed Bey, teknokentler kurulmaya başladıkları zamandan bu yana projesi olan insanlar için ümit oldu. Bir kanal oldu. Siz ülkemizde teknokentlerin gelişimini girişimciler, üniversiteler ve firmalar açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Teknokentler Ar-Ge projeleri olan ve Ar-Ge projelerinde sürdürülebilirliği sağlayan firmalar için önemli istisnalar ve vergi muafiyetleri sağlamaktadır. Böylece devletimiz, Teknokent’te bulunan firmaların Ar-Ge’ye ayrılan bütçelerinin mümkün olduğu kadar kesintisiz kalmasını sağlamıştır. Bunun yanı sıra Teknokentler, Ar-Ge kültürünü ve birlikte iş yapma alışkanlıklarını geliştiren platformlar olarak ülkemiz inovasyon ekosistemine önemli katkılar sunmaktadır.
Girişimcilik milletimizin genlerinde olan bir kavram. Hatırlarsanız, eskiden de kafe açmak, butik otel açmak, ticarete atılmak gibi hayalleri olan maaşlı çalışanlara rastlardınız. Günümüzde teknolojinin gelişmesi ve bilgiye ulaşma hızının artması ile birlikte iş fikirlerinin yapılabilirliği kolaylaştı. Bu bağlamda, Ar-Ge projesi olanlar için yapılabilirlikten ziyade kaynak arayışı ortaya çıktı. Bu bağlamda Türkiye, teknokentlerin gelişimi ve devletimizin sağladığı imkanlar sayesinde, özellikle teknoloji girişimleri için bir cennet haline geldi.
Tematik teknokent yapıları da var sanırım. Sosyal temalı.
Tematik teknokentlerin değerli olduğunu düşünüyorum. Ancak Ar-Ge bir sorun çözme işidir. Ayrıca günümüzde teknik problemler genellikle çoklu-disiplinli yapılarla çözülebilmektedir. Bu nedenle, temalar belirlenirken ve bu temalara göre firma kabulü yapılırken çeşitlilik de gözden kaçırılmamalıdır. Örneğin, yazılım artık tüm sektörlerin içine girmiş bir haldedir. Kendisi bir sektör olmaktan ziyade tüm sektörler için hızlandırıcı ve kolaylaştırıcı bir yapı haline gelmiştir. Bu bağlamda, tematik teknokentleri de oluştururken gelişen teknolojinin nereye gittiği çok iyi tetkik edilmelidir.
Sosyal tema kavramına ise daha temkinli yaklaşmak gerektiğine inanıyorum. Öncelikle kabul etmek gerekir ki; girişim ve Ar-Ge, para kazanma odaklı kavramlar değildir. Her başarılı girişimcinin odağında insanların hayatlarını değiştirmek, onlara bir fayda sağlamak veya çözülemeyen en az bir problemi çözmek bulunmaktadır. Bu nedenle, doğal olarak, her girişimin sosyal bir faydası olmalıdır. Sosyal faydadan ne kastettiğimize bağlı olarak tanım değişmektedir. İnsanların hayatlarını zorlaştıran önemli bir sorunu teknoloji ile çözmek de istihdam oluşturmak da sosyal fayda olarak tanımlanabilir.
Ama burada dikkat edilmesi gereken konu girişim kavramı ile sosyal temayı nasıl eşleştirdiğimizdir. Her sosyal çaba girişim olarak adlandırılamayabilir. Çünkü gelir modeli olmayan, ticari sürdürülebilirlik ve ölçeklenebilirlik planı olmayan çabaya girişim diyemiyoruz. Girişimcilik en nihayetinde ticari bir konudur. Bu bağlamda, sosyal girişim kavramından ziyade girişimin etkisi ve etki alanı açısından bakmak gerekmektedir.
Teknokentlerin esas katkısını dünya ile rekabet edebilirlik açısından ülke ekonomisinde oluşturduğu katma değer olarak anlıyoruz. Yenilikçi bir uygulamanın gerçekleştirilmesi, dünyada pahalı olan bir ürünün ikamesi, yerlileştirilmesi gibi sayısız yararlar var. Biraz genel ekonomiye katkılar üzerinde duralım.
İletişim teknolojilerinin gelişimi ile birlikte, tüm dünyada bilginin ekonomik değeri önemli şekilde artmıştır. Günümüzde bilgi ekonomisinin ağırlığı hissedilmektedir. Bilgi artık bir hammadde olarak değerlendirilmektedir. Teknokentlerde yapılan Ar-Ge çalışmalarından elde edilen teknolojiler, bu bilgi ekonomisi düzeninde ülkemizin ayakta kalması için oldukça önemlidir. Sadece üretmek değil, bir ürünün nasıl daha iyi üretileceğini bilmek, yeni bir üretim yöntemi geliştirmek gibi kavramlar da ekonomik değer olarak karşılık bulmaktadır. Bilgi, tabiri caiz ise; yükte hafif pahada ağır bir ticari kavram olarak görülmektedir.
Çok önemli teknoloji yatırımları ve projeler var. Fakat ticarileşme konusunda sıkıntılar var. Önce teknoloji yani ürün mü? Yoksa önce satış odaklılık ve müşteri mi?
Aslında birinci öncelik ekip. Ar-Ge ekibi veya girişimci grubu fark etmez, beşerî ve ilişkisel sermaye çok önemli. Özellikle ticari başarı, güven ile birlikte gelmektedir. Çok basit bir şekilde baktığımızda, kişisel olarak güvenmediğimiz bir markanın ürününü kolay kolay satın almayız. Yanlış bir algı var; çok iyi bir ürün veya yöntem ortaya koyalım, zaten o kendini satar. Ancak gerçek dünyada bu teori büyük çoğunlukla geçerli olmuyor. Çok önemli bir teknolojik ürün elde etsek bile bu ürün kendi kendini satamıyor, kendi kendine ticarileşemiyor. Arkasında güvenilir bir ekibin, güvenilir bir markanın olduğunu göstermek gerekiyor. Bunun yanında, pazarın ihtiyaçlarını ve müşterinin isteklerini doğru analiz etmiş olmak da önemli. Bazı sektörlerde, çok üst kalite, mükemmel bir ürün yapmak bile ticari başarı için yeterli olmuyor. Mükemmel ürüne rağmen ticari başarısızlığın, o sektöre dair pazarın alışkanlıkları, pazarın maddi büyüklüğü, müşteri segmenti gibi nedenleri olabiliyor. Bu bağlamda, mükemmel bir teknolojik ürün geliştirmek ile ticari başarı arasında birebir doğru orantı yok. Özellikle Ar-Ge yapan ekiplerin ve girişimcilerin, sürekli olarak pazar paydaşları ve müşteriler ile diyalog halinde olması gerekiyor. Girişimci çözdüğü soruna pazarı inandırmalı ve bu sorunu en optimum şekilde kendisinin çözdüğünü müşteriye göstermelidir. Mükemmel demiyorum dikkat ederseniz. Ürün – Pazar uyumu maliyet, basitlik, kolay uygulanabilirlik, müşteri alışkanlıkları, müşteriye kazandırılan statü gibi kavramlar ile mümkün olmaktadır. Girişimcilerimiz, bazen mükemmele ulaşmaya çalışırken pazarın güncel ihtiyacını çözebilecek ürünleri piyasaya sürmeyip geç kalabiliyor. Pazarı başkalarına kaptırabiliyor.
Firmaların pazarlama bütçeleri kısıtlı. Saha satış tecrübesi ise yok denecek kadar az. Kurumsal pazar tecrübesi zayıf firmaların bu alanda başarı gösterebilmeleri hayli zahmetli oluyor. Ne yazık ki, bir çoğu “ölüm vadisini” geçemiyor. Firmalara neler önerirsiniz?
Girişimciler için pazarlama bütçelerinin yeterli düzeyde olması zaten beklenemez. Ancak girişimciler için düşük bütçeli pazarlama ve müşteriye ulaşma, özellikle sosyal medyanın kullanımı ile bir nebze daha kolay mümkün olabilir. Bu bağlamda, sosyal medya mecralarının iyi değerlendirilmesi önemli.
Ayrıca yukarıda da belirttiğim gibi, girişimciler, ürün geliştirme sırasında, sürekli olarak pazar paydaşları ve müşteriler ile diyalog halinde olmalıdır. Çözdükleri soruna pazarı inandırmalıdır. Bu tip bir pazar araştırması için de çok büyük bütçeler gerekmiyor. Ürünü veya prototiplerini kullanan bir odak gruba sorulacak kısa sorular ile müşterin üründen beklentileri saptanabilir. Bu odak grup, gerekli çeşitliliğin sağlanacağı aile, arkadaşlar, tanıdıklar vb. olabilir. Bir girişim firmasından zaten kimse kurumsal yapıda büyük bir pazarlama projesi yürütmesini beklemiyor. Sektörel toplantılara katılmak ve bu toplantılarda fırsat buldukça ürününü pazar paydaşlarına tanıtmak da düşük bütçeli bir pazarlama faaliyeti olarak görülebilir. Ayrıca Entertech olarak biz de girişimcilerimizin iletişim ve pazarlama faaliyetlerine destek olan bazı yapıları ortaya koyuyoruz. Bunlardan biri Entertech Kuluçka sosyal medya hesapları. LinkedIn ve Twitter’da bulunan bu hesaplardan, girişimcilerimizin ürünlerine dair eğlenceli videolar paylaşıyoruz. Ayrıca bu hesapları takip eden yatırımcılar, sanayiciler ve müşteriler, ilgi duydukları ürünlerin gelişimleri hakkında düzenli bilgi alabiliyorlar.
Üniversite öğrencileri hiç olmadığı kadar ataklar. Farklı programlardan öğrenciler bir araya gelerek meydan okuyorlar. Deneyim kazanıyorlar. Çeşitli programlar var. Bireysel Genç Girişimciler (BİGG) ve diğerleri.
Günümüzde teknolojinin gelişimi ve bilgiye ulaşma hızının artmasıyla, iş fikirlerinin yapılabilirliği kolaylaştı. Bu nedenle girişimcilik son dönemde bu kadar revaçta. Girişimciliğin son dönemde etkisinin artması, sosyoekonomik bir tabana da dayanıyor. Üniversite öğrencileri, doğru bir ekip ve çözüm getiren bir iş fikri ile teknokentlerde hızlı bir şekilde şirketleşip pazara çıkabiliyorlar. Gençler burada, ne yapacağını, nasıl yapacağını, kiminle yapacağını ve ne zaman yapacağını seçme konusunda kendilerini özgür hissediyorlar. Derinlemesine baktığımız zaman, bu sınırsız bir özgürlük olmasa da kurumsal hayattakine nazaran önemli bir özgürlük. Ayrıca tabii ki devletimizin sunduğu imkanları da göz ardı etmemek gerekiyor. TÜBİTAK BİGG programı şirketleşme öncesi iş fikirlerine, şirketleşme için can suyu sayılabilecek geri ödemesiz bir destek (2022’de bu rakam 450.000 TL) veriyor. Bunun yanı sıra TÜBİTAK‘ın diğer destekleri ve KOSGEB Girişimcilik Destek Programları girişimcileri cesaretlendirmek adına önemli bir etki oluşturuyor.
Son olarak genç girişimci adaylarına rehberlik edebilecek önerileriniz nelerdir?
Her girişimin ve girişimcinin yapısı birbirinden farklı olduğu için burada klişe sayılabilecek önerilerden uzak durmak istiyorum. Sadece şunu söylemek istiyorum. Yukarıda bazı destek ve hibe programlarından bahsettik. Girişimcilere tavsiyem iş fikrinizi, bu programlara başvuru yaparken yazdığınız projeler ile ve bu programlardan elde edeceğiniz hibeler ile kısıtlamayın. İş fikriniz her zaman projelerden büyük olsun. Bu projeleri, iş fikrinizin gelişimine destek olan basamaklar olarak görün. İkincisi ve daha önemlisi, bir girişimci olarak tek bir iş fikrine bağlı kalmadan, girişiminizin nasıl büyüyeceğini ve sürdürülebilir olacağını planlamalısınız. Tabiri caiz ise, girişimci olarak iş fikrinizden büyük olmalısınız.
Sertifikasyon ve Ölçüm Hizmetleri için E-Mağazadan Teklif Alın
Uluslararası REC Standartı (I-REC), International REC Standard Foundation tarafından dünyanın herhangi bir ülkesinde yenilenebilir kaynaklardan üretilen enerjinin kaynağını izlemek ve tüketimini kanıtlamak için oluşturulmuş uluslararası bir standarttır.
Şirketler, süreçlerinden, ürün ve hizmetlerinden kaynaklı su ayak izini ISO 14046’da yer alan ilkelere göre hesaplayabilmektedir. Bu hesabın doğruluğunun ve güvenirliğinin teyit edilmesi ise ancak su ayak izi doğrulaması ile mümkündür. ISO 14046, bunun için de kuruluşların yapması gerekenleri açıklamaktadır.
ISO 14067 karbon ayak izi belgesi, yaşam döngüsü boyunca neden olduğu sera gazı emisyon miktarı doğrulanan ürünlere verilmektedir. Şirketler, ürünlerinin hammadde olarak çıkarılmasından ömrünü tamamladıktan sonra atık hale gelmesine kadar tüm süreçleri kapsayacak şekilde karbon ayak izi hesaplaması yapabilmektedir. Bunun için ISO 14067 standardı kullanılmaktadır.
Küresel ticaret ortamında dünyanın farklı yörelerindeki ithalatçılar, ihracatçılar, konuştukları dilleri, örf, adet ve coğrafi konumları farklılık göstermektedir. BU farklılıklar çerçevesinde ithalatçı mal alır, ihracatçı ise malını satar. En önemli unsur ithalatçılar ve ihracatçılar birbirlerine güven etmek zorundadır. Ya da güven duyamıyorlarsa farklı bir kişinin güvenini arkalarına almak durumundadırlar. Güvenin olmadığı yerde ticaretin de olmayacağını bilen ithalatçı ve ihracatçıların güvendikleri kurum ise bankalardır.
İthalatçı ve ihracatçıya bir güven veren bankalar adeta dış ticaretin ayrılmaz bir parçası konumundadırlar. Birbirlerini hiç görmemiş, farklı dilleri konuşan ithalatçı ve ihracatçılarda güven duyabilecekleri kurum kuşkusuz ki bankalar olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bu yüzden bankaların taraflara verdikleri hizmetlerde doğru bilgi, güven ilk sıradadır. Bilhassa bankaların müşterine karşı hata yapmaması gereklidir.
BANKALARIN HATA YAPMA LÜKSÜ YOKTUR
Bankalar müşterilerine verdikleri hizmetlerde, müşterilerini yanıltacak hatalı bilgi vermemeleri gereklidir. Zira dış ticaret tacirleri global piyasalarda kendilerine duydukları güvenden daha fazlasını bankalarına duyarlar. Bankanın yapmış olabileceği bir hata veya müşterisine vereceği hatalı bilgi, müşterinin ciddi kayıplarına neden olur.
Her zaman söylediğim bir söz vardır; Dış ticaret işleminde bankalar ithalatçı ve ihracatçı arasında güven verem kurumdur. Bankalar olmaz ise dış ticaretin olmasından pek söz edilemez. Bankalar hem ithalatçıya, hem de ihracatçıya güven verdiği gibi dış ticaret tacirlerinin noksan veya yanlış bilgilerinin yerine en doğru bilgileri verirler. Müşterinin kendi bankasına güven duyması için, her sorduğu soruya bankasından vakit geçirmeden yanıt alması gerekir. Bankanın pazarlamacısı / müdürü müşteri ziyaretine gittiğinde, müşterinin dış ticaretin teknik konulu sohbetleri sırasında, müşterinin sorularına anında yanıt verebiliyorsa, işte o pazarlamacı veya banka müdürü müşterinin kalbini fetheder. Müşterinin, bankasına güven duyması konusunda, sorduğu sorulara doğru ve net yanıt alabilmesi, müşterinin her yönü ile bankaya bağlanması konusunda önemli adımdır. Şimdiye kadar söylediklerim olması gereken, bir bankanın ideal pazarlamacısı veya müdürünün büyük resmidir.
Günümüzde müşteriler gözüyle bankaların değerlendirilmesine hiç kulak verdiniz mi? Banka pazarlamacılarının veya müdürlerinin yetersiz bilgi birikimi ile sahaya çıktıklarında devirdikleri çamların sayısını saymakta zorlanırız. Banka pazarlamacı ve mensuplarının yetersiz bilgileri ve donanımsız olmaları, kafasında tilkiler dolaşan kurnaz dış ticaret tacirleri için kaçırılmayacak birer fırsat haline gelmektedir.
BİLGİ NOKSANLIĞI BANKACILARIN KABUL EDİLEMEZ BİR HATASIDIR.
Sahaya çıkan banka pazarlamacısı veya müdürü, verdikleri doğru bilgiler sayesinde müşteriler nezdinde güvenlerini devam ettirirler. Verdikleri doğru bilgiler sayesinde güçlü konumda olabilirler. Sürekli hata yapan, verdikleri bilgilerle müşterisini yanıltan bir bankacının güvenli ve saygınlığından söz edilemez.
21.yüzyıl itibariyle dünya ticaretinin hızla arttığı, küreselleşme olgusunun önem kazandığı bir dünyada, ulusların rekabet avantajının önemli bir sorun olduğu bilinmektedir. Unutulmamalıdır ki; bir ülkenin dünya devleti olması, o ülkedeki işletmelerin dünya markası olmasına bağlıdır. Ülke olarak birim ihracat maliyetimizi yükseltmemiz şart. Çünkü cari açık ile değil cari fazla ile kalkınabiliriz. Bunun için de katma değeri yüksek ürünler ihraç etmeliyiz. Bu da iki şekilde mümkün olabilir; ya bir buluş/yenilik yapacağız ya da markalaşacağız.
Marka; dünyaya bakış açımızı ifade etmektedir. Hem kendi kimliğimiz hem de olmak istediğimiz kimliğimizi temsil ettiği için hayatlarımızda önemli bir yere sahiptir. Marka, müşterinin zihnindeki algılar ve deneyimler bütününü ifade eden soyut bir kavram iken; ürün, fabrikada üretilen, montaj hattından çıkan somut bir kavramdır. Ürünü satın almamızı sağlayan ya da bir ürünü diğerlerinden ayırarak öne çıkmasını sağlayan şey “marka”dır. Ancak marka sanıldığının aksine logo ve isimden çok daha fazlasıdır. Markayı marka yapan unsurlar; marka konumu, marka imajı, markanın kimliği ve dolayısıyla marka yönetimi ve de marka stratejileridir. Zaman içinde üretim anlayışından müşteri merkezli pazarlama anlayışına geçildiği için şirketler marka konumunu içten dışa doğru değil, dıştan içe doğru yapmalıdır. Peki markanın tüketici zihnindeki konumu, gerçekten de markanın hedeflediği/olmak istediği konum mu? İşte bu kritik öneme sahip bir soru. Amazon’un kurucusu ve CEO’su Jeff Bezos’un da dediği gibi “marka siz odadan çıktıktan sonra sizin hakkınızda konuşulanlardır.”. Markamıza ve hedeflerimize tüketicinin gözünden bakmalıyız. Zira markanın sahibi hedef kitlenizdir.
Ülke açısından ise; markalar, temelinde tüketiciyi hedef alan ve stratejik anlamda gücü temsil eden varlıklar olarak menşei ülke imajına katkı sağlarlar. Markaya yönelik algı, ülkeye bakış açımızı da etkilemektedir. Bu sebeple hem iç hem de dış pazarda “Türkiye değerlidir, Türk markası değerlidir” bilincinin oluşturulması gereklidir. Bu da ancak “kalite, değer, güven ve müşteri memnuniyeti”nin sağlanması ile mümkündür. Uygun teknolojik altyapıya sahip olmak ve katma değerli ürünler üreterek kalite imajını yansıtmak son derece önemlidir.
Her şeyin markalaşma olduğu günümüz dünyasında, marka değilseniz bir hiçsiniz ve bu noktada tek silahınız düşük fiyat olabilir. Ancak, değer yaratan, değere dayalı pazarlama anlayışını benimseyen markalara baktığımızda dünya ticaretinde nasıl fark yarattıklarını görebiliyoruz. Türkiye açısından dünyadaki konumumuzu ve payımızı; ülkemizin etkin teknoloji kullanarak katma değeri yüksek ürünlerin ihracına yönelmesi, ihracatta kendi içerisinde sektörel ve bölgesel çeşitlilik yaratması, sürekli ve istikrarlı ihracat artışına ulaşması açısından sorgulamalı ve ihracatta bu noktalarda gelişmeye odaklanmalıyız. İhracatı rakamla değil değerle ele almalıyız ve ciro içindeki net kârı büyüten bir pazarlama anlayışına geçmeliyiz, ki bu da ancak güçlü markalarla mümkün olabilmektedir. O halde “Yarın artık bugündür” diyerek markalarımızı küresel dünya sıralamasında daha üst sıralara çıkarmalı, global markalarımızın sayılarını artırmalıyız. “İyi de nasıl?” dediğinizi duyar gibiyim. Cevabı basit: Turquality.
Turquality, dünya çapında markalar oluşturmak isteyen şirketlere destek olmak için oluşturulmuş dünyanın devlet destekli ilk ve tek markalaşma programıdır. Günümüzde gittikçe ağırlaşan rekabet koşulları ve değişen tüketim kalıpları uluslararası arenada yer almak isteyen şirketleri daha fazla katma değer ve daha fazla pazar payı anlamına gelen güçlü markalar yaratmaya teşvik etmek amacıyla Ticaret Bakanlığı bünyesinde kurulmuş bir yatırım destek tanıtım ajansıdır. Çeşitli dillerde destek hizmeti vermesinin yanı sıra Turquality’nin ana konuları; marka performansı, finansal performans, tedarik zinciri yönetimi, müşteri yönetimi, insan kaynakları yönetimi, stratejik yönetim ve bilişimdir. Bu konularda destek alabilirsiniz.
Pazarlama stratejilerinin desteklenebilmesi için gerek marka yönetimi gerekse de pazarlama yönetiminde uzmanlaşma ve uzman kadrolarla çalışılması önemli olmakla birlikte, güçlü bir markanın, güçlü bir pazarlama kadrosu ile yaratılabildiği unutulmamalıdır. Birçok işletmenin değer maksimizasyonundan ziyade kâr maksimizasyonuna odaklandığını ve sadece an’ı yaşayan bu işletmelerin pazarda büyüyemediğini görmekteyiz. Önemli olan şey sürdürülebilirliktir; yani yüksek pazar payı, sürekli büyüme ve sürekli kârlılık. Bu da güçlü bir marka ile mümkündür. Bu sayede, fiyat ne kadar yüksek olursa olsun talep artmaya devam etmektedir. Bu noktada önemli olan bir diğer unsur ise; müşterilerin beklentileri ile marka vaadinin örtüşüp örtüşmediğidir. İşletmeler, süreklilik sağlayabilirse müşterinin güvenini ve dolayısıyla ilişkinin devamlılığını da sağlayabilmektedir. Bu da post modern pazarlama anlayışının bir getirisi olan ilişkisel pazarlamayı öne çıkarmaktadır. Bu anlayışa göre; markayı kullanan tüketicileri birer marka elçisi haline getirmek önemlidir. Bunun için ise tüketicinin sırasıyla; markayı fark etmesi, denemeye değer bulması, bu deneyimden memnun kalması ve markayı devamlı satın alması aşamalarından sonra; tüketici, her yerde markayı savunan, markanın yeniliklerini yayan ve markanın misyonerliğini üstelenerek marka topluluğu oluşturmaya da büyük katkı sağlayan “marka elçisi” ya da bir diğer deyişle “marka savunucusu” haline gelmektedir. Bunu başarabilen markalar, rekabette de büyük bir avantaj sağlamaktadır.
Nedir bu yeni nesil uluslararası ticaret? birileri yeni nesil dış ticaret diyor, birileri de yeni nesil ihracat diyor…
Aslında dünya ticaretinin yasalarında değişen bir şey olmadı.
Dünya ticaretinde pandemiyle ve pandemiden sonra gelen etkilerle birlikte birtakım kurallar değişti.
Savaşında patlak vermesiyle birlikte yeni değişiklikler ve yeni işleyip biçimleri de gündeme geldi.
Uluslararası ticaret çağın ve ortamın durumuna göre kendini yeniden şekillendirdiği için “yeni nesil” olarak adlandırılmaya başlandı.
Sadece ticarette değil sosyal yaşantımızda da birçok kullanımda “yeni nesil” kavramını hayatımızın içerisine katar olduk.
Uluslararası ticaretin içerisine yeni nesil diye bir kavram eklendi ve değişen kurallarda bu kavramında içerisinde güncellenerek dünyaya servis edildi. Sadece uluslararası ticarette değil ulusal ticarette de kendini gösterdi. Ancak etkileri uluslararası alanda daha fazla hissedildi.
Peki neler oldu? Bu değişiklikler gelecek dönemdeki küresel ve ticari ilişkilere nasıl etki edecek?
Her şeyden önce ticaretin rengi ve ilişkilerin boyutu değişti. Gelecekte de bu değişimin boyutu daha farklı noktalarda karşımıza çıkacak. Bunun sinyallerini dünya piyasalarında şimdiden almaya başladık.
Birbirileriyle yakın ilişkileri olan ülkeler pandemi de başlarının çaresine bakmak için kendi kabuklarına çekildiler. Belirli bir süre kimsenin kimseye hayrı dokunmadı. Bu da bu tür durumlarda ülke olarak tek başına ayakta durabilmenin gücünü bir kez daha hatırlattı. Her ülke zor günlerinde yanında olan ülkelerin dostluğunu da test etmiş oldu. Siyasal dengeler farklı noktalara taşındı. Sosyal yaşamda değişiklikler belirdi. İlişkilerin arasına mesafeler girdi ancak insanların birbirine verdiği değer arttı ve unutulan değerler yeniden hatırlanmaya başlandı.
Müşterilerimizle olan yüz yüze ve sıcak ziyaretlerimize bir süre ara vermek zorunda kaldık. Teknoloji bunu bize Zoom ve alternatif görüşme yolları ile sağladı. Buradan da bir fayda çıkardık ve müşterilerimize her an ve kısa sürede teknoloji üzerinden ulaşmanın rahatlığını yaşadık. Maliyet dolayısıyla gidilemeyen veya çok uzak ülkelerde olan mevcut ve potansiyel müşterimizle de bu iletişim yolu ile bağlantı kurmayı öğrendik. Mesafelerin hiçbir şey teknolojinin her şey olduğunun farkına vardık.
Bugün dünyanın öteki ucundaki mevcut ve potansiyel müşterilerimizle internet üzerinden istediğimiz toplantıları yapar hale geldik. Sıcak satış her zaman için daha iyidir tabii ki ancak pandeminin etkileri devam ederken ve dünyadaki ekonomik krizin etkileri sürerken müşterilerimiz masraf yapmamızı ve yavaş ekonomik durum nedeniyle kendilerini ziyaret etmemizi istemeyebilirler. Bu durumda onlarla olan iletişimimizi online görüşme yoluyla faydaya dönüştürebildik. Bu da yeni bir kavramı beraberinde getirdi. Online sunum teknikleri… Sunum teknikleri ayrı bir beceri gerektirirken online sunum tekniklerinin ve becerilerini de öğrenmemiz gerekti. Enerji ve coşkumuzu müşterilerimize ekranlar arkasından yansıtmaya çalıştık. Müşteri ikna taktiklerimizde de güncellemeler yapmak zorunda kaldık.
Ülkeler arası seyahatler azaldığı için turizm sektöründe bir daralma meydana geldi. Bu sektörde hizmet veren çalışanlar başka sektörlere yönelmek zorunda kaldılar. Firma sahipleri alternatif iş olanakları üzerine odaklandılar. Bazı firmalar rotalarını sanal ortamda toplantı organizasyonlarına dönüştürdü.
Fuarları sanal yapar hale geldik. Yüz yüze ilişkileri güçlendirdiğimiz, müşterinin ürüne dokunarak ürünü test ettiği fiziki fuarlar, hibrit ve sanal olarak adlandırıldı. Sanal fuarlar her sektör için uygun olmadı. Bazı sektörler için de zaman ve maliyet tasarrufu sağladı. Fiziki fuarlar göre ürünlerimizi sergileyeceğimiz süre sanal fuarlarda daha fazla oldu. Müşteri ile sıcak bir görüşme olmadı bununla birlikte sanal fuarlar bir reklam aracı gibi kullanılarak ürünlerimizin daha fazla sergilenmesini sağladı. Sektöre, sanal fuar olarak yeni bir kavram girmiş oldu. Pandemi dönemlerinde de bu tür fuarlarda ticari faaliyetlere devam edebilme yolunu geliştirdik. Satışları düşen fuar firmaları için de sanal ortamda fuar düzenleme alternatifi yoluyla gelir kayıplarını bir miktar azalttılar.
Sosyal medya kanallarının kullanımına daha fazla önem vermeye başladık. Aslında hepimiz daha fazla teknolojik insan olmaya başladık. Her an telefonlar ellerimizde müşterilerimizi, tedarikçilerimizi ve rakiplerimizi takip eder hale geldik. Bunun yansıması olarak firmalarda sosyal medya iletişim uzmanı adı altında yeni bir meslek dalı oluştu. Firmalar web sitelerini daha etkili hale getirmeye başladı. Bu da bilgi teknolojileri alanında çalışan kişilerin mesleki değerlerinin daha fazla artmasını sağladı. Biz dış ticaret çalışanları da e-ticaret eğitimleri almaya başladık ve mesleğimizin içerisine yerleşen bu kavramı da öğrendik.
E-ticaretin önemi daha fazla anlaşılmaya başladı. Firmalar e-ticaret siteleri kurmaya ağırlık verdiler ve mevcut e-ticaret sitesi olan firmalar bunu geliştirme yoluna gittiler. Belki de en önemli adımlardan biri bu oldu. E-ticaretin dünyadaki şanı ve şöhreti arttı. Dünya da eskinden de yaygın olan bu sistemi bizlerde ülkemizde önemini daha fazla anlamaya başladık ve bu yöndeki yatırımlarımızı ve Devlet desteklerimizi arttırdık. E-ticaret sitelerine üyelik ve tanıtım çalışmaları arttı. Ulusal ve uluslararası ticarette birçok firma bu siteleri kullanmaya başladı. E-ticaret siteleri üzerinden satın almalar artmaya başladı. Bu durum müşterilerde davranış biçimi haline geldi ve pandemi sonrası da devam etti. Müşteri artık internetten satın almanın rahatlığına ve alternatif fiyatları karşılaştırmanın kolaylığına alıştı. Kurye çalışanlarına ilgi arttı ve bu konuda yetişmiş, müşteri odaklı bilinçli çalışanlar yetişmeye başladı.
Müşteri istihbarat kanalları değişti. Daha farklı yollardan ve kanallardan müşteri aramamız gerekti. Rekabet küresel düzeye çıktı. Maliyetler arttı ve karlar düştü. Her ülkedeki karlılık dengesi değişti ve müşteriler farklı ülkelerdeki farklı fiyat dengeleriyle rekabet etmek zorunda kaldılar. Bu durum üretim ve hizmet sektöründe faaliyet veren firmaların müşterilerine daha farklı yollarla yaklaşım geliştirmelerini sağladı. Yeni nesil müşteri bulma kavramı diye bir kavram oluştu. Yerinde ve masa başı araştırması ile bulduğumuz müşterileri artık online platformlarda ve sosyal medyada aramaya başladık. İnternet kullanımın yaygın olmadığı ülkelerde firmalar, sosyal medya araçlarını kullanarak online satış yapma konularını düşünmeye başladılar. Profesyonel web siteleri yapamadılar ancak sosyal medya ve iletişim araçlarını daha fazla ve bilinçli kullanmaya başlamanın yollarını keşfettiler.
Müşteriler eskisi gibi çok stoklu çalışmayı bıraktı. Bu durumda pazarların daralmasına neden oldu. Bulunması zor ürünlerden stoklar tutulmaya başlandı. Belirsizlikten dolayı sipariş bazlı çalışma şekline geçildi. Müşteri siparişi aldı, ödemesini yaptı ve bir sonraki siparişe kadar hareket göstermedi. Pazarda herkes risk almadan elinde olan siparişlere yöneldi. Dünya genelinde gelir düzeyindeki düşüşler endüstriyel piyasalarda da yansıdı. Satınalma gücü düşerken bununla ters orantılı olarak hammadde maliyetleri ve ürünlerin birim fiyatlarında artış meydana geldi. Bu da ticaretin dengesizliğine neden oldu.
Rekabetin dengesi tamamen değişti ve ticaret kıyasıya bir savaşa dönüştü. Uluslararası ticarette stratejik düşünme dönemi başladı. Dünya global bir köy haline dönüştü. Bir ülkede meydana gelen sosyal, siyasal ve ekonomik olumsuzluk diğer ülkeleri de zincirleme etkiledi. Bu durum uluslararası ticaretin bundan sonraki değişmez kuralı oldu.
Birçok ülkede online gümrükleme sistemine geçildi. Mal mukabili ödeme ihracatımızda önemli bir paya sahipti. Dünya çapındaki ekonomik dengesizlik nedeniyle alım gücü düştü ve gümrük verilerine göre mal mukabili ihracatlar daha da yükseldi. Bununla birlikte ürünün bulunmasının zor olduğu zamanlarda peşin ihracatlarda artışlar meydana geldi. Kripto para kavramını daha fazla duyar hale geldik.
Uluslararası ticarette bu kadar şey değişti de onun ayrılmaz bütünü olan lojistik değişmedi mi? hiç değişmez olur mu? asıl köklü değişim orada kendini gösterdi. Lojistik maliyetleri çok fazla arttı. Aylık ve yıllık yapılan lojistik anlaşmaları günlük görüşülmeye başlandı. Lojistikteki artışlar ürün maliyetlerine yansıdı ve ürünlerin satış fiyatlarında artışlar meydana geldi. Teslimat süreleri uzadı. Lojistik firmaları kıyasıya bir rekabetin içerisinde kaldı. Lojistik problemleri nedeniyle müşterilere geç ulaşan ürünler ve maliyetler, müşterilerin hızlı sipariş gönderme süreçlerini de etkileri ve bu durumda firmalara sipariş düşüşleri olarak yansıdı. Konteynır krizi gündeme geldi. Lojistik sektörü iyice kızıştı.
Pandemi ile birlikte bazı sektörlerde üretim artarken bazı sektörlerde ise duraklama yaşandı. Tam pandemi bitti, her şey yoluna girmeye başlıyor derken savaş gündeme ansızın oturdu. Global bir köy olan Dünya’da savaşın etkileri zincirleme olarak her ülkeyi etkiledi. Savaşta bir tarafa destek çıkma, diğer tarafa tepki gösterme derken taşlar tekrar yerinden oynadı ve ticaretin dengesini yeniden değişti. Swiftler kapandı, ülkeler arası soğuk savaşlar belirdi ve enerji krizi kapıda kendini göstermeye başladı. Enerji krizi devam ederse, ticaretin boyutunda daha farklı değişimlerde kendini göstermeye başlayacak ve ticaretin dengesi daha farklı konular üzerinden gidecektir. Savaşla birlikte paralel ihracat kavramını daha sık duymaya başladık. Çok kullanmadığımız bir uygulama ortaya çıktı ve bu tür durumla karşılaşabilecek ülkeler için alternatif bir ticaret yolu açıldı.
Son yıllarda yaşadığımız tüm bu olumsuzluklar bize güçlü olmanın ve ticareti durdurmadan alternatif yollarla nasıl? yürütmemiz gerektiğini öğretti. Yurtdışı kaynaklı yayınlarda dünya ticaretindeki bu dengesizliğin ekstra yeni olumsuzluklar gelişmezse, 2025 yılına kadar belirsizlikler içerisinde devam edeceği yönündedir. Bunun için özellikle biz dış ticaret meslek mensuplarının alanımızla ilgili her konuyu farklı kaynaklardan dikkatlice ve titizlikle takip etmemiz, gelecek olumsuzluklara karşı önceden stratejiler geliştirmemiz gerekmektedir.
Gelecekte dünya ticaretinin seyrinde çok önemli değişikler olacak… Dünya ticaretinin şekli ve boyutu nasıl değişecek? Güncel gelişmeleri merakla bekliyor ve takip ediyoruz.
Satış denilince ticaret, ticaret denilince sürdürülebilirlik, sürdürülebilirlik denilince kârlılık, kârlılık denilince verimlilik, verimlilik denilince kalite, kalite denilince de W.E Deming gelir benim aklıma.
Gerçi siz ne derseniz deyin, benim aklıma bir şekilde kalite ve Deming Üstadımız geliyor ya neyse.
Meslek hastalığı diyelim.
Neyi sorgulamış Büyük Deming Üstadımız; “Birisi eğer kendi ürün ve hizmetlerini satamıyorsa, başka insanların ürünlerini nasıl satın alabilir? ([2])”
Vay be! Soruya bakın.
En az on dakika camdan dışarıya öylece baktıracak bir cümle!
Satmayana, Satamamak mı?
Satana Satılır mı?
Satıyorsa niye satın alsın?
Ha! Tamam. Misal; bir bakkal mal satarsa, toptancı da ona mal satar!
Yok bu kadar da basit olamaz, ilk bulduğuna atlama Zafer.
Düşün!
E, herkes mal satmıyor, hizmet sunanlar var, maaşlı çalışanlar var?
Demek ki, işsiz insanların yaşadığı bir muhitte, salyangoz satamazmışız. 😊
Tamam, sanırım şimdi anladım; Yerel olsun küresel olsun ekonomik yapılar mal ya da hizmet satışıyla oluşmakta ve yaşamaktadır. Eğer belirli sektör ya da bölgenin satışlarında bir tıkanma ya da maddi değer kaybı yaşanırsa bu durum tüm ekonomik yapıya mutlaka yansır. Demiş Üstat.
Şirket olarak sen kendi kârına tabi ki bak, bakmasına da tedarikçini, müşterini, çalışanını ve ticari faaliyet çevreni yani kısacası tüm paydaşlarını da yaşat ki sen de yaşa.
Bir şirket doğal olarak ürününü ya da hizmetini satmak ister!
Hem de;
Ucuza üretip, pahalıya satmak ister.
Çok üretip çok satmak ister.
Kısa sürede satmak ister.
Nakit satmak ister.
İade almadan satmak ister.
Fire ve zayiat olmadan satmak ister.
Devletine ve milletine yarar sağlamak için çok vergi vererek satmak ister. 😊
En az maliyetle satmak ister.
Sürekli satmak ister.
Tahsilat sorunu yaşamadan satmak ister.
Bunlar çok haklı istekler ve doğru hedefler. Kimse aksini iddia edemez, haklılar. Bu davranış şekli yani Basiretli Tacir olma durumu kanunda ([3]) bile yeri olan zorunluluktur. Bunları düşünmeyen şirket sahibi, yöneticisi ve hatta çalışanı hemen bugün işini gücünü bırakıp eve gitsin.
Ama
Bir iki satır yukarda yazdığım “tedarikçini, müşterini, çalışanını ve ticari faaliyet çevreni yani kısacası tüm paydaşlarını da yaşat” kelimeleri ne olacak?!?
Tedarikçiyi yaşatmak!
Müşteriyi yaşatmak!
Çalışanını yaşatmak!
Çevreyi yaşatmak!
Özetle Paydaşları fark etmek ve onlarla yaşamak…
Bu devirde yaşamak isteyen yaşatmak zorunda kalacak. Çünkü çok tükettik. Ürünleri tükettik, şirketleri tükettik, insanları tükettik, doğayı tükettik. Dünya tükenme aşamasına geldi, gözü Marsa diktik, Ay’a diktik.
Seversiniz sevmezsiniz bilemem ama yazımı bir davetle bitireceğim.
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim…
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim…
Zafer URFALIOĞLU
Saygılarımla.
[1]Basiretli Tacir, geleceği gören, sezgisi yüksek, dikkatli ve yapacaklarının nereye varacağını bilen ya da bilmesi gereken, ticari iş, işlem ve eylemlerinin hukuki, mali ve ticari sonuçlarını öngörmesi gereken kişi.
[2]W. Edward Deming “Krizden Çıkış” Haziran 1996 sy.123
[3] 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 18/2. maddesi (mülga 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 20/ II. maddesi