Kadının İnsan Hakları

Dr. Öğr. Üyesi Gözde MERT
Nişantaşı Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi
İşletme Bölüm Başkanı & Gözde Araştırma Şirketi Kurucusu

“Toplumsal cinsiyet eşitliği kendi başına bir hedef olmaktan daha fazlasıdır. Yoksulluğu azaltma, sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etme ve iyi yönetişim oluşturma sorununu karşılamak için bir ön koşuldur.” Kofi Annan

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kadınlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine bağlı olarak, gelir elde etme, üretkenlik ve toplumda seslerini duyurma anlamında, istedikleri kazanımlara hala ulaşamamışlardır. Dünya genelinde çok fazla sayıda kadın; bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerinde, farklı şiddet türlerine maruz kalmakta ve yaşamlarını yitirebilmektedir. Kadınların, kadın oldukları için karşılaştıkları toplumsal dezavantajlar ve eşitsizlikler, onları erkeklerden daha fazla zorlamakta, güçsüzleştirmekte ve toplum içindeki yoksunluklarını daha fazla tırmandırmaktadır.

Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınların toplum içindeki durumlarını ortaya koymaya çalışmak ve toplumlardaki kadın olgusunu işlemek oldukça zor bir iştir. Çünkü toplumdan topluma hatta bir toplum içerisinde bile “kadının konumu” karmaşık bir görünümdedir. Son 50 yıldır kadınların yaşamları köklü bir biçimde değişmiştir. Kadınlar günümüzde daha fazla eğitim görmekte, küresel işgücünün %40’ından fazlasını oluşturmakta ve yaşamın her alanında varlıklarını hissettirmek için çaba harcamaktadırlar. Kadınlar toplum içerisinde varlık mülkiyeti, ekonomik fırsatlara erişim ve gelir elde etme fırsatlarını yakalayarak, kendilerinin ve ailelerinin refahını korumak ve iyileştirmek için savaşmaktadırlar.

Kadınların karşılaştıkları sorunların başında eğitim konusu gelmektedir. Geleneksel anlayış içerisinde kadının temel ve birincil görevi ev içerisinde annelik ve çocuk bakımını sürdürürken komşuluk ve akrabalık ilişkilerini de yerine getirmek olarak görülmektedir. Ancak, kadının toplumdaki konumuna üretim tarzı ve kadının bu faaliyetlere katılım düzeyi tesir etmektedir. Halen kadınların işgücüne katılma oranı oldukça düşüktür. Her yaş grubunda görülebilmekle birlikte kadınların toplumsal ve ailevi baskılardan dolayı sağlık hizmetlerinden faydalanamadıkları bilinmektedir. Bu duruma en fazla üreme ve cinsel sağlık sorunlarında karşılaşıldığı görülmektedir.

Kadının İnsan Hakkı Alanları:

  • Kadının Evlilikle İlgili Hakları: Eşini seçme, istediği kişiyle evlenme hakkı; resmi nikâh hakkı; kumayı reddetme hakkı; eşit miras hakkı; evlilik içinde cinsel birleşmeyi reddetme hakkı; şiddete maruz kalmama hakkı; kendi malına sahip olma hakkıdır.
  • Kadının Boşanma ile İlgili Hakları: Ev tutarak ayrı yaşama hakkı; boşanmak için mahkemeye başvurma hakkı; çocuklarının velayetini alma hakkı; nafaka alma hakkı; kendi malını beraberinde götürme hakkıdır.
  • Kadının Bedensel Hakları: Bedenine sahip çıkma, bedeninin yalnızca kendine ait olması hakkı; hayır deme hakkı; kendi cinselliğini yaşama hakkı; tecavüzsüz, tacizsiz, enseste maruz kalmadan özgürce yaşama hakkı; çocuğa karar verme hakkı; doğum kontrolünü kullanma veya kullanmama hakkı; sağlıklı yaşama hakkıdır.
  • Kadının Kamu Yaşamındaki Hakları: Eşit eğitim hakkı; istediği zaman kocasından izin almadan istediği işte çalışma hakkı; eşit ücret hakkı; kendi istediği partiye oy verme hakkı; siyasi partiye katılma hakkı; ev kadını veya tarımda aile işçisi olarak çalışsa bile sigortalı olma hakkı; dini yaşama katılma ya da katılmama hakkıdır.

BM Kadın Birimi’nin Yayınladığı İstatistikler

  • Dünya çapında yapay zekâ ve veri analizi profesyonellerinin sadece yüzde 26’sı kadın
  • Dünyanın 39 ülkesinde kız ve erkek çocukları mirastan eşit pay almıyor.
  • Dünya kadınlarının yüzde 30’u partnerleri tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddet gördüklerini ifade ediyor.
  • Toplumsal eşitliğin en yüksek düzeyde olduğu ilk 5 ülke; İzlanda, Norveç, Finlandiya, İsviçre ve Nikaragua.
  • Toplumsal eşitliğin en düşük düzeyde olduğu ilk 5 ülke; Yemen, Pakistan, Irak, Suriye ve Çad.
  • Dünya çapında bugünkü koşulların sürdüğünü varsayarsak, toplumsal eşitliğe 99,5 yıl sonra ulaşabileceğiz.
  • Küresel iş gücüne katılım oranı kadınlar için yüzde 63, erkekler için yüzde 94.
  • Fortune 500 şirketlerinin yüzde 6,6’sında kadın CEO görev yapıyor.
  • Dünya çapında yüzde 41 oranında kadın, doğum yardımı alıyor.
  • Kadınların ev işlerine ücretsiz olarak katılımı erkeklerin 3 katı daha fazla.
  • Dünyada kadın parlamenter oranı 2020 yılında 24,9 oranında gerçekleşti.
  • Dünya çapında çocuklarıyla yalnız yaşayan ebeveynlerin yüzde 84’ü kadın.
  • Dünyada film yapımcısı kadın oranı yüzde 21.

 

Dünyada her üç kadından biri, hayatının bir döneminde şiddete maruz kalmaktadır. Her beş kadından biri, cinsel tacize ya da tecavüze uğramaktadır. Dünyada işlerin %66’sını kadınlar yapmakta, dünyada malların %99’u erkekler tarafından paylaşılmaktadır. Dünyadaki mültecilerin %80 kadındır. Kadınların, siyasete katılmaları, karar mekanizmalarında ve iş dünyasında yer almaları düşük seviyededir. Kadına yönelik ayrımcı yasalar, kadını dezavantajlı duruma getirmektedir. Kadının güçlendirilmesi, aile ve toplum içinde etkinliğinin artırılması, eğitim fırsatlarından yararlanması, istihdam oranlarının artırılması, iş yaşamına katılımlarının sağlanması, sağlık hizmetlerinden eşit olarak yararlanması için düzenlemelerin yapılarak uygulanması gereklidir. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin, bireylere aktarılmasında eğitim çok önemlidir.

Kadın hakları ihlallerini önlemek için; ahlaki erdemler en üst seviyede içselleştirilmelidir. Her insan, kendi inancı çerçevesinde, başkasına haksızlık yapmanın ne kadar yanlış olduğunu bilmelidir. Kanunlar caydırıcı olmalı ve insanlar kanun hâkimiyetini önemsemelidir. Kadınların yaşadığı sorunlar, sadece kadınlara aitmiş gibi değerlendirilmemeli, birer insanlık sorunu olarak algılanmalıdır. Her erkek, bununla da yetinmeyip, kadınların maruz kaldıkları sorunlardan kurtulmaları için elinden geleni yapmalıdır.

KOZMETİK SEKTÖRÜ 5 MİLYAR DOLARA KOŞUYOR

Pandemi sürecinde yaşanan değişimle beraber kozmetik sektörü hem iç pazarda hem de ihracatla büyümeye devam ediyor. Her yıl yüzde 10 büyüyen kozmetik sektörünün yıl sonunda da yüzde 10’un üzerinde büyümesi bekleniyor. Konuyla ilgili açıklanan verilere bakıldığında, Ocak-Ağustos 2020 yılı 2 milyar 713 milyon dolar olan kozmetik ihracatı 2021 yılının aynı döneminde 2 milyar 877 milyon dolar olarak gerçekleşti. Sektörün pazar büyüklüğünün önümüzdeki yıllarda 5 milyar dolara ulaşması öngörülüyor. 2025 yılında dünya çapında 750 milyar dolara ulaşması beklenen sektörün önemli temsilcileri, 25-27 Kasım tarihleri arasında Kozmetik Üreticileri ve Araştırmacıları Derneği tarafından düzenlenen, Türkiye’de ilk olan “5.Uluslararası Kozmetik Kongresi’nde” bir araya gelecek.

162 ÜLKEYE İHRACAT YAPILIYOR

2021 yılı Temmuz ayı kozmetik ihracatı 100,4 milyon dolar olarak gerçekleşirken 162 ülkeye ihracat yapılıyor. İhracat yapılan ülkelerin başında Irak, ABD, Rusya, İran ve Birleşik Krallık yer alıyor. 20 milyon dolar ile ilk sırada yer alan Irak ve ABD’nin ardından 6,2 milyon dolar ile Rusya, 4,9 milyon dolar ile İran, 4,3 milyon dolar ile de Birleşik Krallık geliyor.

ONLİNE MARKETİNG YÜZDE 65 BÜYÜDÜ

Özellikle, pandemide e-ticaret satışlarının artması sektörü ciddi anlamda geliştirdi. Bu anlamda, online marketing sektörü de yüzde 65 oranında büyüme kaydetti.

Kozmetik sektöründe ihracatın ithalattan fazla olduğu ve dolayısıyla cari açığının olmadığına dikkat çeken KÜAD Kongre Başkanı Fuat Arslan, “Pandemi döneminde, Çin pazarının kapanması ve döviz kurlarındaki hareketlilik ile alıcıların Türkiye pazarına yönelmeye başladığını belirtti. Bununla birlikte, global markaların yerel üreticiler ile üretim iş birliklerini geliştirmesi kozmetik pazarının daha da büyümesine katkıda bulundu. Ortalama her yıl yüzde 10 büyüyen kozmetik sektörünün bu yılda büyüme hedeflerini aşması ekleniyor. Pandemi dönemindeki birtakım kullanım alışkanlıklarının değişmesi ile özellikle hijyen gruplarında da, pazar oldukça hareketlendi ve ülkeler yeni tedarikçilere yöneldi. Genç nüfusumuz, coğrafi konumumuz, üretim kabiliyetlerimiz ve birçok avantajlarımızın yanında üretmiş olduğumuz ürünlerin dünya klasmanında rekabet edebilecek düzeyde kaliteli ve rekabetçi ürünler olması, ülkemize kozmetik ve hijyen gruplarında bir üretim üssü olma fırsatını sunuyor” diye konuştu.

KONGRENİN ANA TEMASI SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Kozmetik üretiminde sürdürülebilirlik konusunun altını çizen Arslan, “Artık, dünyada sürdürülebilirlik en çok konuşulan konuların başında yer alıyor. Yeşil mutabakat konusunda firmalar yeni politikalarını oluşturuyor. Biz de, kozmetik sektörü olarak 25-27 Kasım’da düzenlediğimiz 5. Uluslararası Kozmetik Kongresinde özellikle karbon salınımının önüne geçmek, çevreye, bitki ve hayvanlara karşı daha duyarlı ürünlerin üretilmesini sağlamak, tüketiciye ve çevreye zararların en aza indirilmesi için yapılması gerekenleri konuşuyor olacağız. KUAD olarak etik çalışan, kaliteli ürünler üreten, çevresel duyarlılığı yüksek, güçlü markaları üreten firmaların sayısının artmasını sağlamak ve sektörümüzü bu yönde geliştirmek hedefindeyiz. Bu anlamda, dernek olarak gerçekleştireceğimiz kongrenin ana teması olan sürdürülebilirlik başlığı altında birçok konuyu da konuşuyor olacağız. Yine bu kongre vesilesiyle önümüzdeki yıllarda sektörün gelişimi hangi yöne olacak, dünyada kozmetik pazarında neler konuşulacak, hangi kavramlar çerçevesinde planlamalar yapılacak, mevzuatlarda ne gibi düzenlemeler olacak gibi konuları da yine tüm sektör paydaşlarımızla birlikte değerlendirme fırsatı bulacağız dedi.

Teklif Mektubunda, Para Biriminin Yazıyla “Türklirası” Yerine “Türkirası” Olarak Yazılması

Anahtar Kelimeler; Teklif mektubu, para birimi, Türklirası, TL

İtirazen Şikayet Konusu; teklif mektubunda, para biriminin yazıyla “Türklirası” yerine “Türkirası” olarak yazıldığı gerekçesiyle teklifinin değerlendirme dışı bırakıldığı, ancak teklif bedelinin rakam ve yazıyla doğru şekilde yazıldığı ve birbirini teyit ettiği, rakamla yazılan tutarın para biriminin “TL” olarak ifade edildiği, yazıyla yazılan para birimindeki “l” harfinin bilgisayardan sehven silindiği, ülkemizde Türk lirası haricinde başka bir para biriminin olmaması nedeniyle çağrışım yaparak çelişkili bir durumun oluşmasının mümkün olmadığı, bu nedenle teklif mektubunun geçerli sayılarak sınır değer hesabına katılması gerektiği iddialarına yer verilmiştir.

Kamu İhale Kurulu Kararı Özeti; 08.09.2021 tarihli ve 2021/UY.I-1693 sayılı kurul kararına göre; 4734 sayılı Kanun’un 30’uncu maddesinde teklif mektuplarının yazılı ve imzalı olarak sunulacağı, teklif mektubunda ihale dokümanının tamamen okunup kabul edildiğinin belirtileceği, teklif edilen bedelin rakam ve yazı ile birbirine uygun olarak açıkça yazılacağı hükme bağlanmış olup Yapım İşleri İhaleleri Uygulama Yönetmeliği’nin 54’üncü maddesinde de teklif mektubunun taşıması gereken şartlar belirtilerek, teklif edilen bedelin rakam ve yazı ile birbirine uygun olarak açıkça yazılacağı, ayrıca teklif mektuplarının şekil ve içerik bakımından belirtilen niteliklere ve teklif mektubu standart formuna uygun olmamasının teklifin esasını değiştirecek nitelikte bir eksiklik olarak kabul edileceği ifade edilerek, taşıması zorunlu hususlardan herhangi birini taşımayan teklif mektuplarının değiştirilmesi, düzeltilmesi veya eksikliklerinin giderilmesi gibi yollara başvurulamayacağı ve teklif mektubu usulüne uygun olmayan isteklinin teklifinin değerlendirme dışı bırakılacağı hükme bağlanmıştır.

Yapılan incelemede, başvuru sahibinin teklifinin teklif mektubunda, para biriminin yazıyla “Türklirası” yerine “Türkirası” olarak yazıldığı gerekçesiyle değerlendirme dışı bırakıldığı görülmüştür.

İdarece ihale işlem dosyası içerisinde başvuru sahibine ait olarak gönderilen teklif dosyası kapsamında yer alan anahtar teslimi götürü bedel teklif mektubu incelendiğinde;  teklif edilen tutarın rakam ve yazı ile birbirine uyumlu olduğu, ancak yazıyla olan ifadenin “Türklirası” yerine “Türkirası” olarak yazıldığı tespit edilmiştir.

Başvuru sahibinin, ihale dokümanında yalnızca Türk Lirası olarak teklif verileceği belirtilmiş olan başvuruya konu ihaleye sunduğu teklif mektubunda, ihale dokümanını oluşturan tüm belgelerin okunduğunun, anlaşıldığının ve kabul edildiğinin beyan edildiği ve teklif tutarının rakam ve yazı ile birbirine uyumlu olduğu dikkate alındığında, şikâyete konu hususun anılan teklifin geçersizliğini gerektiren bir husus olmadığı anlaşılmıştır.

Bununla birlikte, isteklilerce teklif edilen bedelin en az %3’ü tutarında sunulması gereken geçici teminat kriterini yerine getirmek amacıyla başvuru sahibinin sunduğu geçici teminat mektubunda para birimi olarak Türk Lirası ibaresinin bulunduğu, geçici teminat tutarının, birimi yazıyla farklı ifade edilmiş olan teklif edilen bedelin %3’ünden yüksek olduğu hususları da dikkate alındığında, isteklinin gerçek iradesinin açıkça tespit edilebildiği ve teklif ettiği tutarın para biriminin Türk Lirası olduğu konusunda tereddüt ya da çelişki oluşturacak bir durumun söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak, İdari Şartname’de tekliflerin Türk Lirası üzerinden verileceğinin açıkça belirtildiği ve tekliflerin yalnızca bir para birimi esas alınarak hazırlanmasının zorunlu olduğu, bu nedenle bu konuda herhangi bir belirsizliğin oluşmayacağı, ayrıca istekli tarafından sunulan geçici teminat mektubundan teklif mektubunda yer alan teklif tutarının hangi para birimi esas alınarak hazırlandığının da açık olduğu hususları bir arada değerlendirildiğinde, başvuru sahibinin teklif ettiği tutarın para biriminin Türk Lirası olduğu konusunda tereddüt ya da çelişki oluşturacak bir durumun söz konusu olmadığı ve teklif mektubunda para biriminin yazıyla bir harf eksik şekilde yazılmış olması sonucunda oluşan şekli aykırılığın, isteklinin teklifinin esasına etki edecek nitelikte bir eksiklik olmadığı anlaşıldığından, başvuru sahibinin iddiasının yerinde olduğu sonucuna varılmıştır.

Eş Yazar: Sinan Özesen

Sinan ÖZESEN, Özel sektörde çalışmasının ardından kamuda 2013 yılında Sosyal Güvenlik Kurumu’nda inşaat mühendisi olarak çalışmaya başlamış, 2014 yılından beri Kamu İhale Kurumu’nda kamu ihale uzmanı olarak çalışmaktadır. Kamu ihale mevzuatı eğitimi vermektedir. Kamu İhale Dünyası dergisinde yayımlanmış makaleleri bulunmaktadır.

Yavaş Moda

Yavaş moda, 1980’li yıllarda tüm dünyaya yayılmaya başlayan hızlı moda anlayışına tepki olarak doğan yeni bir akım. Kıyafetlerin artık kullan – at bardaklar misali kullanılmaya başladığı günümüz moda sektöründe köklü değişiklikler yapılması gerekiyor. Yavaş moda konsepti bu bağlamda modada gerçek anlamda sürdürülebilirliğin sağlanmasına yardımcı olabilir. Temelde kıyafetlerin çok daha uzun süreli kullanılmasını ve ömrünü tamamladıktan sonra başka amaçlarla yeniden değerlendirilmesini öngörüyor yavaş moda hareketi. Bunun için üreticilere ve tüketicilere ayrı ayrı sorumluluklar düşüyor. Bu akıma katılan insanlar satın aldıkları ürünleri nasıl daha uzun kullanacaklarına odaklanıyor ve bilinçli bir tüketici olarak ürünün mağaza rafına gelene kadarki tüm sürecine hakim olmaya çalışıyor. Moda markaları ise çevresel ve sosyal performansı yüksek ürün, hizmet ve süreçler geliştirerek küresel tekstil sektörünün sürdürülebilir hale getirilmesine destek oluyor.

Kabul edelim veya etmeyelim, kıyafetlerimizin gardıroplarımızdaki ömürleri gerçekten çok kısaldı. Eskiden baştan aşağı yenilenmesi yıllar sürerken şimdilerde birçoğumuz yılda bir hatta altı ayda bir yeniliyor tüm gardırobunu. Dünyanın giderek sonunu getiren müthiş tüketim çılgınlığı, tekstil / moda sektöründe de kendini gösteriyor. İşin kötüsü bir kıyafetin; gömleğin, pantolonun, tişörtün vs kalitesini sadece taşıdığı marka logosu cinsinden tayin ediyoruz. Evet, her üründe olduğu gibi kıyafetlerde çok farklı kalite seviyeleri var. Fakat bizim moda anlayışımız bundan çok daha derin olmalı. Öncelikle daha az kıyafet satın almaya başlamalı; daha sonra ise bu kıyafetleri sürdürülebilirlik esaslarına uygun olarak seçmeliyiz. Yavaş moda da tam bu noktada devreye giriyor işte. Başına hangi sıfatı (sürdürülebilir, yeşil, çevreci, eko vs) koyarsanız koyun moda anlayışınız “yavaş” ise her birini kapsıyor demektir.

Yavaş modanın geçmişi çok eski değil. 2007’de yazılan bir makale üzerine başlıyor akım. Makalenin yazarı Kate Fletcher, bir tekstil profesörü ve ömrünü daha sürdürülebilir bir moda anlayışı inşa etmeye adamış bir isim. Yavaş moda ile ilgili kaleme aldığı makale bunu başarıyor ve ortaya yeni bir moda konsepti çıkıyor. Kate Fletcher, hızlı modanın asıl özelliğinin “hızlı” olması değil insanları açgözlü hale getirmesi olduğunu savunuyor. Ve bu moda anlayışının sadece büyük markalara para kazandırdığını ve insanlara geçici mutluluklar sattığını ifade ediyor. Önerisi olan yavaş moda tarzında ise insanlar az sayıda fakat gerçek anlamda kaliteli; ekolojik sorumluluğu yüksek ve sosyal adalete uygun üretilmiş kıyafetleri tercih ediyor.

Yavaş moda konseptinin bir tercihten ziyade zorunluluk olarak görülmesini sağlayan ve Kate Fletcher ve onun gibi düşünenleri haklı çıkaran; yavaş moda akımında bir dönüm noktası olan olay ise 2013’te gerçekleşiyor. Ne yazık ki çok üzücü bir olay vesile oluyor bu dönüşüme. Hatırlamak dahi istemeyeceğimiz Bangladeş’teki Rana Plaza olayında, içerisinde dünyaca ünlü markalara üretim yapan tekstil atölyeleri bulunan büyük plaza yıkılıyor ve binden fazla insan hayatını kaybediyor. Sonradan ortaya çıkıyor ki burada yaşayan insanlar hiç de güvenli, sağlıklı ve adil şartlarda çalışmıyor ve hak ettikleri ücreti alamıyorlarmış. Buradaki en önemli detay ise şu; böyle bir olay yaşanmasa bu markaların müşterileri böyle bir bilgiyi asla öğrenemeyeceklerdi. Yavaş moda akımı ile insanlar giydikleri kıyafetlerin adeta izlerini sürmeye başladı ve birçok bilinçli tüketici bir kıyafet satın almadan önce onun nerede, ne zaman, nasıl ve kim tarafından üretildiğini sorgular hale geldi. İşte moda endüstrisinde görmek istediğimiz manzara gerçekten de bu.

Yavaş Modanın İlkeleri

Yavaş moda felsefesi çok yeni olmasına rağmen birçok bilinçli tüketici üzerinde etkili olmaya başladı. Yine büyük ya da küçük birçok marka yavaş moda akımına uygun ürün ve hizmetler geliştirmeye başladı. Yavaş modayı bu kadar değerli yapan temel ilkelere bakalım şimdi de biraz.

  • Yavaş modada, hızlı moda anlayışında olduğu gibi sezonluk, düşük fiyatlı, kaliteli gibi görünen fakat çoğunlukla kalitesiz ürünlere yer yoktur. Trendler sürekli değişmez, insanlara ihtiyacından fazla kıyafet satma hedefi yoktur. Zira, aşırı tüketim çılgınlığı doğaya ve topluma ağır bedeller ödetir. Yavaş moda konseptinde bu konuda net bir farkındalık vardır.
  • Yavaş modada çevre ile toplumsal yapının iç içe olduğunu bir bütünlük vardır. Yani moda endüstrisindeki her eylem, sadece finansal parametreler ile değil bir bütün olarak ele alınır.
  • Ekolojik, sosyal ve kültürel farklılıkların korunması yavaş modanın ana temalarından biridir. Bu moda akımında geleneksel iş modellerinin yanında ikinci el kıyafet, geri dönüştürme, elbiselerin değiştirilmesi gibi iş modellerine de yer vardır. Bu da sosyokültürel yapısı farklı olan insanları bir araya getirmede önemli rol oynar. Aynı zamanda yeni ürünler doğa ile uyumlu olarak geliştirildiğinden çevresel yapı ve ekosistemler korunur.
  • Yavaş moda anlayışıyla uyumlu ürün ve hizmetler sunan şirketler sosyal uygunluk kriterlerini gözetirler. Bu bağlamda çalışanlar, sosyal haklar, adil ücret, insan yakışır çalışma koşulları, iş sağlığı ve güvenliği, yasal çalışma süreleri vb gibi konularda hak ettikleri muameleyi görürler (Rana Plaza olayını hatırlayalım!).
  • Yavaş moda akımında ürünler sadece estetik kaygılar veya ticari hedefler ile tasarlanıp üretilmez. Etik, toplumsal ve insani değerler de ön plandadır. Her ürünün bir hikayesi vardır ve ürünlerin onları kullananlar ile adeta duygusal bir bağ kurması istenir.
  • Yavaş moda, moda endüstrisinin tüm paydaşlarını bir araya getirmeyi amaçlar. Bu bağlamda, üreticiler, tedarikçiler, tüketiciler, işverenler vs aynı hedef doğrultusunda çalışırlar.
  • Daha az kaynak kullanmak ve kaynak çeşitliliği yaratmak bir diğer önemli ilkedir. Bu bağlamda, sürdürülebilir kıyafetler üretilerek sürekli yeni kaynak kullanımının önüne geçilmeye çalışılır. Aynı zamanda ikinci el kıyafet kullanımı ve geri dönüşüm gibi iş modelleri de bu hedefi destekler.
  • Yavaş moda, modası hızlı bir şekilde geçen ürünler değil, her zamana uygun; zamanın ve mekanın gerekliliklerini karşılayan ürünler üretmeye odaklanır. Bu da kaliteli, şık, uzun ömürlü, sağlıklı ve güvenli kıyafetler anlamına gelmektedir.
  • Yavaş moda akımında ürünlerin piyasaya rekabetçi fiyatlar ile sunulması hedeflenir. Ürün fiyatları biraz yüksek olabilir fakat bunun nedeni sadece eko trendlere uygunluktan değil, ürünün gerçek fiyatının öyle olması gerektiğinden kaynaklanır.
  • Yukarıdaki madde ile uyumlu olarak; insanlar ürün seçimi yaparken fiyat / performans konusunda daha bilinçli davranırlar. Bir ürüne sadece marka olduğu için değil, onu uzun süre kullanacağı için yüksek fiyat ödeyeceklerinin farkındadırlar.

Ne Yapabiliriz?

Sürdürülebilirliği bir bütün olarak hayatımıza adapte etmek için nasıl ki eğitimde, ticarette, sanatta, teknolojide vs sürdürülebilir olmak gerekiyorsa modada da ürdürülebilirlik prensiplerine uygun olarak hareket etmek gerekiyor. Yavaş moda bu bağlamda sürdürülebilirliğin moda ve giyim sektöründeki karşılığıdır diyebiliriz. Üreticileri ve tüketicileri ortak bir paydada buluşturur. Bunun için çok kompleks sistemlere de gerek yoktur. Kıyafet alışverişlerimizde yıllardır süregelen bazı alışkanlıklarımızı değiştirdiğimiz takdirde yavaş moda akımına dahil olabiliriz.

Sadece alışveriş merkezlerinden değil yerel üreticilerden alışveriş yaparak başlayabiliriz işe. Ürünlerin sadece fiyat ve beden ile ilgili etiketlerini değil, bize sürdürülebilirlik konusunda fikir verecek bilgilerin yer aldığı etiketlerini inceleyebiliriz. İkinci el kıyafet kullanımının çok normal bir şey olduğunu kabul edip bunu hayatımızın rutinlerinden biri haline getirebiliriz. Eskiyen kıyafetlerimizi tamir ettirmek de yavaş modaya dahil. Gerçek kaliteyi markanın değil, ürünün amacına uygun şekilde kullanılma süresinin belirlediğini de unutmayalım. Tarzımızın farkında olarak uzun süre giyebileceğimiz kıyafetleri seçmeye özen gösterelim. Bu eylemlerimiz zamanla çevremizdekilere örnek olmamızı ve modada sürdürülebilir değerler yaratmamızı sağlayacaktır.

Perakendenin Geleceğine Işık Tutan Trendler YZB’de Belirleniyor

Türkiye Perakendeciler Federasyonu (TPF) tarafından “Gelecek” temasıyla gerçekleştirilen Yerel Zincirler Buluşuyor Konferansı ve Fuarı (YZB) iş dünyasına ilham veren birbirinden ilgi çekici içeriklerle devam ediyor.

Ülke ekonomisine, istihdama, tedarikçilerine, tüketicilerine ve bulundukları şehirlere değer katanlar, Türkiye Perakendeciler Federasyonu (TPF) tarafından düzenlenen organize gıda perakende sektörünün en büyük konferans ve fuar organizasyonu Yerel Zincirler Buluşuyor (YZB) Konferansı’nda bir araya geldi. 300 markanın yeni ürün, çözüm ve hizmetlerini tanıttığı YZB’de, ilk gün oturumlarında sektörün geleceği masaya yatırıldı.

Sektörün geleceğine ışık tutmaya devam eden; üreticiden tedarikçiye, perakendecilerden sektöre hizmet sunan firmalara kadar binlerce paydaşı aynı çatı altında buluşturan YZB’de, Coca-Cola İçecek (CCI) Kurumsal İlişkiler Lideri Aykan Gülten, JacobsDouweEgberts&OFÇAY Türkiye Satış Lideri Kerem Ak, Yonca Gıda Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Rıza Seyyar ile Evyap Türkiye Genel Müdürü Serkan Ödemiş, NielsenIQ Türkiye Genel Müdürü Didem Şekerel Erdoğan moderatörlüğünde gerçekleştirilen “Geleceği Gören Markalar” oturumunda buluştu. Gelecek trendlerinin kolaylık, e-ticaret, dijitalleşme, kişiselleştirme, deneyim, fiyat & promosyon hassasiyeti, sağlık & zindelik ve sürdürülebilirlik olmak üzere 8 ana başlık altında değerlendirildiği oturumda, geleceğin tüketicisinin beklentileri de masaya yatırıldı.

YZB’nin ikinci oturumunda ise Future Bright Group Kurucu Ortağı Akan Abdula “Gerçekler Yeniden Şekillenirken” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Koronavirüs salgınının, tüm dünyada dijital dönüşümü 6 yıl kadar hızlandırdığını vurgulayan Abdula, önümüzdeki dönemde en çok konuşulacak sektörlerin bankacılık ve finansal teknolojileri, uzaktan çalışma, perakende, hane-eğlence ve dijital içerik sektörleri olacağına dikkat çekti. Önümüzdeki 10 yılda da perakende sektöründe mağazacılık alanında küçülme beklenmediğini vurgulayan Abdula, dijitalin bir büyüme alanı olacağını ifade etti.

Deloitte Türkiye Ortağı ve Danışmanlık Hizmetleri Lideri Hakan Göl ise “Oyunun İçinde Kal” başlıklı konuşmasında, dijital çağa geçişin beklenenden hızlı olduğuna dikkat çekerek, bu süreçte asıl yıkıcı olanın teknoloji değil, insanların teknolojiye adaptasyonu olduğunu vurguladı. Günümüzde belirsizliklerin hızlı şekilde arttığına dikkat çeken Göl, “çevik olmak, hızlı, anlık içerik üretmek ve gerçek zamanlı etkileşim kurabilmek ve tahmin edebilmek farklılaşma yaratıyor” dedi.

İşe girerken işçiden alınan teminat senedi geçerli midir?

Uygulamada işçi ve işverenin taraf oldukları iş ilişkisinde başlangıçta işe girerken, işverenin teminat amacı ile bu tür senetler aldığı görülmektedir[1]. İşverenler, iş ilişkisi devam ederken işçinin vereceği muhtemel zararları karşılamak amacıyla veya psikolojik üstünlük kurmak için açık senet (tutar yazılmayan) imzalatarak almaktadırlar. Özellikle işverene ait araç ve ekipmanları kullanan veya işyeri dışında satış yapan veya tahsilat yapan işçilere teminat için açık senet imzalamaları istenmektedir. İş sözleşmesinin sona ermesinden sonra işçinin hak kazandığı ücret ve tazminatlardan oluşan bu zararları karşılama yoluna gitmektedirler. Veya işçiden alınan bu tür senetler icra takibine konu edilebilmektedir. Sosyal ve ekonomik bakımından zayıf durumda olan ve işe ihtiyacı olan işçinin işe girerken bu tür senetleri imzalamaktan başka çaresi de kalmamaktadır.

Esasında işverenlerin işçiye imzalattıkları bu tür senetler hukukumuzda aslından bağımsızdır. Bu durum genel bir kural olmakla birlikte bu genel kural işçi işveren ilişkisinde geçerli değildir. Nitekim işveren işçisinden aldığı teminat amaçlı senedi takibe koymak isterse, zararını mutlaka kanıtlamak zorundadır. Başka bir deyişle, alınan senedin icraya konulabilmesi için işverenin bir zararı var ise bunu ispat etmesi gerekecektir. Aksi durumda senedin geçerli olmadığından bahisle borcun iptali yoluna gidilebilir. Konu ile ilgili Yargıtay’ın değişik tarihlerde verdiği kararlar da bu yöndedir. Nitekim Yargıtay’a göre, “İcra takibine konu senedi davalı şirketlerin davacı işçiden işe girerken aldığı ve teminat senedi olduğu açıktır. Davacı ve davalı şirketler arasındaki iş ilişkisi nedeni ile de iş mahkemesinin görevli olduğu da açıktır. Mahkemece işin esasına girilerek, senedin teminat senedi olduğu ve bu nedenle davacının bu senetten dolayı borçlu olmadığının tespitine karar verilmesi yerindedir. Bu nedenle davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde bulunmamıştır”[2].

Yargıtay başka bir kararında, “işveren işçisinden aldığı teminat amaçlı senedi takibe koymak isterse, zararını mutlaka kanıtlamak zorundadır. Kuşkusuz bu durumun kanıtlanması halinde bu şekilde alınan senet, teminat senedi niteliğinde sayılmalıdır. Diğer taraftan, İş Hukuku; işçi ve işveren ilişkisinde, işverenin sosyal ve ekonomik bakımından güçlü olması, işçinin korunması ve işçi lehine yorum ilkeleri dikkate alınarak, sözleşme hukuku alanında ayrılmış ve farklı kurallar getirerek gelişmiştir. Bu nedenle iş hukukunda, düzenlenen belgelere karşı işçi lehine tanık dinletilmesi yoluna gidilmektedir[3]. “iş hukukunu ilgilendiren mevzularda, tanık ile senedin teminat senedi ve bedelsiz olduğu ispatlanabileceğine kanaat getirmiş ve senede karşı senetle ispat kural yükümlülüğünü işçi lehine çevirmiştir[4].

İş mevzuatında düzenlenmeyen ancak Yargıtay uygulamasında içtihat oluşmuş bu konuda işçi ve işverenin taraf oldukları iş ilişkisinde başlangıçta işe girerken, bazı iş kollarında işverenin teminat amacı ile bu tür senetler aldığı uygulama ile anlaşılmaktadır. Kuşkusuz bu durumun ispatlanması halinde bu şekilde alınan senet, teminat senedi niteliğinde sayılmalıdır. Diğer taraftan, İş Hukuku; işçi ve işveren ilişkisinde, işverenin sosyal ve ekonomik bakımından güçlü olması, işçinin korunması ve işçi lehine yorum ilkeleri dikkate alınarak, sözleşme hukuku alanında ayrılmış ve farklı kurallar getirerek gelişmiştir. Bu nedenle iş hukukunda, düzenlenen belgelere karşı işçi lehine tanık dinletilmesi yoluna gidilmektedir. İşçiden teminat olarak alınan senet sebebiyle işçinin borcu, işverene verdiği zarar veya yedindeki nakit miktarı ile sınırlıdır. Zararı ve davacı işçiden alacağı olduğunu işveren ispatlamalıdır. Teminat niteliğinde alınan bu senetler işverenin zararını veya alacağını kanıtlamadığı sürece geçersiz sayılmalıdır[5].

Sonuç olarak işveren iş sözleşmesi imzalanırken teminat senedi alabilir. Ancak bu senet teminat niteliğinde alındığından; işveren zararını veya alacağını kanıtlamadığı sürece bu senet geçersiz sayılmaktadır. Bununla birlikte teminat amacı ile böyle bir senet alında dahi bu işlemin, iş sözleşmesinin kurulması aşamasında yapılması hem dürüstlük kuralına hem de işçiyi koruma ilkesine aykırılık oluşturur.

 

 

[1] İNCİROĞLU, Lütfi, Sorulu Cevaplı İş Hukuku Uygulaması, 4. Baskı, İstanbul 2019, s.363.

[2] Y9HD.27.6.2011 T., E.2010/46290, K.2011/19011 Legalbank.

[3] Y9HD.2.7.2009 T., E.2008/3062, K.2009/18488 Legalbank.

[4] Y7HD. 13.2.2014 T., E.2013/25501 K.2014/3863 Legalbank.

[5] Y22HD. 26.1.2017 T., e. 2017/466 K. 2017/1079 Legalbank

Makine İhracatı İlk 8 Ayda 15 milyar Dolar Olarak Gerçekleşti

Makine İhracatçıları Birliği (MAİB) tarafından yapılan açıklamaya göre, yılın ilk 8 ayında Türkiye’nin serbest bölgeler dâhil toplam makine ihracatı 15 milyar dolar oldu. Ağustos ayında ihracatın 2 milyar dolara ulaştığını ve geçen yılın aynı ayına göre yüzde 43 artış sağlandığını belirten Makine İhracatçıları Birliği Başkanı Kutlu Karavelioğlu, “Rakip ülke sektörlerinden hızla ayrışmaya ve dünya makine ticaretindeki payımızı artırmaya devam ediyoruz. İlk 8 aylık ihracatımız 2019’un yüzde 18,4 üzerinde. Dünyada kalkınma stratejisi içinde makineye en büyük önceliği veren ülke Çin. Biz kişi başı ortalama olarak, Çin’e yakın seviyede makine ihraç ediyoruz. AB için tedarik güvenliği ve yakın coğrafya yatırımları özellikle İkiz Dönüşüm kulvarında en hassas konu haline geldi. Türkiye ve Rusya’nın dış ticaret ve yatırım analizlerine yakından bakıldığında da bilhassa makine sektörünün, ikili ilişkilerin büyümesi perspektifinde özel bir konuma sahip olduğu görülecektir” dedi.

2021 yılı Ağustos sonu itibarıyla ihracatını, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 32,5, Ağustos ayına göre yüzde 43 artıran makine sektörünün serbest bölgeler dâhil toplam ihracatı 15 milyar dolar oldu. Ağustos ayında Almanya, ABD ve Birleşik Krallık’a yapılan makine ihracatı 500 milyon dolara yaklaştı. Makinecilerin geçtiğimiz yılın aynı ayına göre ihracat artışı Fransa’da yüzde 96’yı, Rusya’da yüzde 63’ü geçti. Makine ihracatındaki yükselişin sadece pandeminin baz etkisiyle açıklanamayacağına dikkat çeken Makine İhracatçıları Birliği Başkanı Kutlu Karavelioğlu şunları söyledi:

Gelişmiş ülkeler makine ihracat rakamlarında 2019 yılını yakalamakta güçlük çekiyorlar. Üstelik bu sıkıntıyı, emtia ve lojistik maliyetleri nedeniyle fiyatlarda meydana gelen ciddi artışa rağmen yaşıyorlar çünkü dünyada ihraç edilen makine miktarı 2019’un hâlâ çok gerisinde. Fakat biz rakip ülke sektörlerinden hızla ayrışmaya ve dünya makine ticaretindeki payımızı artırmaya devam ediyoruz. İlk 8 aylık ihracatımız 2019’un yüzde 18,4 üzerinde. Dünyada kalkınma stratejisi içinde makineye en büyük önceliği veren ülke Çin ve biz kişi başı ortalama olarak, Çin’e yakın seviyede makine ihracatı yapıyoruz.”

AB ile İstikrarlı, Rusya ile Yakın İlişki

ABD, Çin ve AB’nin yeni dönem stratejilerinin Türkiye’ye etkisini değerlendiren Karavelioğlu, bu süreçte Rusya’nın konumunun özellikle teknolojik ve ticari iş birlikleri bakımından önemini artırdığını belirterek şunları söyledi:

Çin yerlileşme konusunda tedbirlerini sıkılaştırarak yabancı sermayeli şirketleri giderek daha fazla dışlayan bir kalkınma stratejisine yöneliyor. Vergi artırımı ile ticaret ve sermaye savaşlarına devam eden ABD kanadı ise üretimde hız kesmemeye çalışıyor. Giderek derinleşen kamplaşmada Rusya, yapacağı tercihlerle, kendisine  ticari ayrıcalıklar tanıyacak karşılıklar dahi bulabilecektir. Bizim için bu ayrışmada stratejik merkez Avrupa Birliği. Çünkü dış ticaretinin yüzde 65’ini kendi içinde yapsa da, AB için tedarik güvenliği ve yakın coğrafya yatırımları özellikle İkiz Dönüşüm kulvarında en hassas konu haline geldi. Makinelerimize giderek artan rağbetin gerisinde, bizim de arzu ettiğimiz şekilde istikrarlı ve sürdürülebilir ilişkiler kurmak tercihi yatıyor.

Küresel güçler arasındaki çıkar çatışmaları ekseninde, makine sektörünün yüksek performans sergilediği Rusya pazarının öneminin yadsınamaz hale geldiğini belirten Karavelioğlu şunları ifade etti:

Türkiye ve Rusya’nın dış ticaret ve yatırım analizlerine yakından bakıldığında bilhassa makine sektörünün, ikili ilişkilerin büyümesi perspektifinde özel bir konuma sahip olduğu görülecektir. İhracatının tamamına yakınını fosil yakıtlar ve ağır sanayi ürünlerinden sağlayan Rusya’da sermayenin oluşması ve tabana yayılması yönünde bir gayret var. Bu dönüşümün yansımaları ülkede on binlerce küçük işletmenin kurulacağını ve bunların makine talebinin hızlı artacağını gösteriyor. Rusya’nın uzay, silah ve nükleer gibi teknolojinin ileri alanlarında büyük birikimi olmasına rağmen sınai üretim gereçlerinde yani makine imalatında bizim gerimizde kalışının nedeni sektörel ekosistemin bütün dünyada KOBİ’ler üzerinde yükselmekte oluşudur. Hemen her makine dalında mevcut üretim kabiliyetimiz ve her keseye uygun teknoloji çeşitliliğimiz Rusya’nın dönüşüm çabalarına kapsamlı yanıt verebileceğimiz anlamı taşıyor. İki ülke arasında makine yatırımı ve ticareti üzerinden bir koridor açılabilirse ilişkilerin istikrarına da katkı sağlanmış olacaktır. Türkiye’de makine üretimi genel imalat sanayi üretiminin 1,5 katı hızla artıyor. Yani, makinecilerimiz bir yandan ülkemizdeki sanayicilerin artmakta olan ihtiyacını karşılarken bir yandan da makine üretimi zaafa düşen diğer ülkelerin eksiklerini tamamlıyor.”

“OVP’nin Başarı Kriteri, Talebin Yerli Makineyle Karşılanması”

Teknoloji ve katma değer odaklı hedefler doğrultusunda, makine ve teçhizat yatırımlarının artmasını hedefleyen Orta Vadeli Plan’ın yurtiçinde önemli bir makine talebi oluşturmasını beklediklerini ifade eden Karavelioğlu, “Planda yerlileşme ve teknoloji transferi içeren kamu alımları yoluyla birçok girdide yerlilik payının artırılması hedefleniyor. Son 12 ayda 33,4 milyar dolar kaynağımızın makine ithalatına harcandığı düşünülürse, planın başarı kriterinin yurtiçinde oluşacak yeni talebin yerli makinelerle karşılanması olduğu çok açıktır” dedi.

Programın bir başka önemli hedefinin başta AB yeşil mutabakatına uyum olmak üzere yeşil, sürdürülebilir ve döngüsel bir ekonomik yapıya kavuşmak oluşundan memnuniyet duyduklarını belirten Karavelioğlu sözlerini şöyle tamamladı:

Dünyada ana gündem pandemi olmasaydı, bugün iklim değişikliği daha yüksek sesle tartışılıyor olurdu. Çünkü bu konu hem dünyanın geleceğini ilgilendiriyor hem de AB için yeni bir büyüme stratejisi anlamına geliyor. Tüm dünya gibi, yerli sanayicimiz de mevcut makine parklarının büyük bölümünü endüstriyel dönüşüme uyum sağlayabilmek için yenilemek zorunda. Bu mecburiyet makinelerimize olan talebi güçlü biçimde artıracaktır. Türkiye’nin Makinecileri yatırım ve faaliyetlerini bu öngörüyle planlamakta, makinelerimizin geçirmekte olduğu teknolojik evrime destek olacak işbirliklerine giderek artan bir önem atfetmektedir.

Akreditifteki Hain Rezerv, Kahraman Banka

AKREDİTİFTE REZERVİN HAİNİ OLUR MU?
Reşat BAĞCIOĞLU

Güzel bir soru değil mi? Akreditifte rezervin dostanesi olur mu? Elbette olmaz. Her rezerv ihracatçının canına okuyan hain bir hatadır. Dolayısıyla rezerv bir akreditifte elbette ki “haindir”. Öyle bir hain ki, akreditife ilişkin tüm işlemleriniz o hain rezerv yüzünden kilitleniveriyor, işler yürümüyor, bir rezerv olduğunda ise bankaların verdikleri ödeme garantileri ile akreditif teyidi tamamen rafa kalkıyor. Rezerv için ben hain demeyeyim de kim için hain demeliyim sizce?

İşte akreditifteki hain, sinsi, işimizi durduran hain rezerv. Sevimli göründüğüne aldanmamanızı tavsiye ederim.

AKREDİTİFTEKİ REZERV

Size gerçek rezervin ne olduğunu anlatayım. Sonrasında rezervin çeşitlerine geçeyim;

Rezerv;

Akreditif koşullarına uymayan farklı bir evrağın bankaya ibraz edilmesi rezerv olarak kabul edilir.

Kısaca;

Rezerv: farklılıktır, risktir, İhracatçı için gerçek sıkıntıdır, İhracatçının bileğinin büküldüğünün resmidir, İthalatçının elini güçlendirir.

Bir akreditif evrağının, akreditifte talep edilen koşullara aykırılık teşkil eder bir şekilde düzenlenmesi halinde, bu uyumsuzluk, farklığın adı rezervdir. Rezerv oluştuğunda, rezervi bulan / tespit eden banka, evrağı ibraz eden tarafa hatalı / rezervli evrağın düzeltilip ibraz süresi içinde kalması kaydı ile tekrar düzeltilmiş evrağın bankaya ibrazına olanak tanımaktadır. Kendisine düzeltilmesi için iade edilen rezervli evrağı düzelten ihracatçı rezerv yemekten kurtulur. Evraklarda oluşan rezervlerin bazıları düzeltilebilen hatalardan oluşabildiği gibi, bazıları da düzeltilemeyen hatalardan oluşur.

Düzeltilemeyen rezervlere örnek;

  • Deniz konşimentosunun tarihi,
  • Evrak ibraz süresinin geçmesi,
  • Malların geç yüklenmesi,
  • Sigorta poliçesinin tanzim tarihi
  • Art niyet bulunan rezervler

Düzeltilebilen rezervlerin ortadan kaldırılması kolaydır, asıl düzeltilemeyen ve temelinde “zaman” olan rezervler ihracatçı için sıkıntı yaratır.

Örnek;

  • Geç yüklemeye konu olan deniz konşimentosunun tarihinin düzeltilememesi
  • Akreditif açılış tarihinden önceki bir tarihte tanzim edilmiş vesaik

AKREDİTİF EVRAĞI VE REZERV

İhracatçı, bankasına sunmuş olduğu akreditif evraklarının doğru olduğuna emin olmasına rağmen, banka,  evrakların akreditif koşullarına uygun olmadığını ileri sürerek, ihracatçıya rezerv bildiriminde bulunur ve evrakları kabul etmeyi red ederse, ihracatçı akreditif bedelini almak için yargı yolunu kullanarak akreditiften doğan alacağını dava açmak sureti ile alma hakkına sahiptir.


REZERVİ BANKALAR KOYMUYOR, İHRACATÇI REZERVLİ EVRAK VERİYOR

Akreditif evrağına banka rezerv koymuyor, ihracatçı bankaya rezerve konu olacak hatalı evrak ibraz ediyor ve banka da bu rezervli evrağı tespit ediyor. Bankanızın rezerv bulması, bankanın sizin karşınızda yer aldığı anlamına gelmesin. Hiç kimse benim yoğurdum ekşi der mi?


Demem odur ki;

Sunulan evrağa banka rezerv koymuyor, akreditif koşullarına uygun olmayan hatalı evrağı ihracatçı bankaya ibraz etmekte ve ihracatçının gözünden kaçan hatalı evraktan dolayı rezervi ihracatçı kendi eliyle yaratmaktadır.

Hiç bu soruyu sordunuz mu?


BANKA İHRACATÇISININ BİLEĞİNİ BÜKMEZ

Banka daima müşterisinin yanındadır. Sunulan akreditif evrağında bir rezerv var ise, bankalar ihracatçısına yol gösterir, düzeltilmesi gereken hususların ne olduğunu açıklar. Banka neden ihracatçısı ile bilek güreşi yapıp, onun gücünü zayıflatsın ki?


KAHRAMAN BANKA

Bankalar, ihracatçısına ve müşterine güç verir, ihracatçı bankasına güvenmesini bilmeli, bankanın gücünü yanında hissedip, bilgi ve tecrübelerinden ihracatçılar yararlanmasını bilmelidir. Küresel piyasada, ihracatçılara en yakın olan birkaç kuruluştan bir tanesi bankalar olup, akreditif evraklarında hatanın var olmasını tespit etmesini ihracatçı bardağın dolu tarafına bakar şekilde değerlendirmeli. Bankalar ihracatçıya evraklarında rezerv var dediklerinde, ihracatçının bu rezervi düzeltme şansı vardır. Ya bu rezervi, ihracatçının bankası ile birlikte,  ithalatçının bankası da gözden kaçırır, ithalatçının kendisi bizzat akreditif evrağında rezerv bulursa ne olacak? O zaman ihracatçının bittiğinin resmidir desem abartı olmaz.

Kahraman banka ihracatçının yanındadır. Öyle biline…

REŞAT BAĞCIOĞLU

 

Müzakerelerde Gündemi Belirleme ve Yönetim – Pazarlık Taktikleri

Müzakerelerde Gündemi Belirleme Müzakereleri Ve Pazarlık Müzakere Pazarlık Taktikleri
Müzakerelerde Gündemi Belirleme - Müzakere Pazarlık Taktikleri

MÜZAKERE TEKNİKLERİ VE PAZARLIK BECERİLERİ MAKALELERİ
“Taktikler bazen pazarlık sürecinin başı, bazen ortası bazen de sonunda etkilidir.”

“Müzakerelerde Gündemi Belirleme ve Yönetim”
– PAZARLIK TAKTİKLERİ-

Müzakerelerde Gündemi Belirleme Müzakereleri Ve Pazarlık Müzakere Pazarlık Taktikleri
Müzakerelerde Gündemi Belirleme – Müzakere Pazarlık Taktikleri

Prof. Dr. Murat ERDAL merdal@istanbul.edu.tr
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tedarik Zinciri Yönetimi Yüksek Lisans Program Başkanı
www.muraterdal.com

Her alanda geniş kullanıma sahip “gündem” sözcüğü ile başlayalım. İş, aile, sosyal hayat, siyaset ve uluslararası ilişkilerde gündem sözcüğü yoğun bir biçimde kullanılmaktadır. Birçok başlık arasından sıyrılarak önem taşıyan, zihinleri meşgul eden ve belirli bir süre odaklanılan konu şeklinde açıklanabilir. Farklı alanlardan gündem örnekleri vermek istersek; çevre konusunda orman yangınları, musilaj sorunu, spor konusunda voleybolda başarı “filenin sultanları”, siyasette ise göçmenler ve mülteci sorunu hemen aklımıza gelmektedir. Bazı konular dönemsellik içerse de bazıları stratejik olarak uzun yıllar gündemde kalmaya devam edebilir.

Yöneticiler Için Müzakere Teknikleri Ve Pazarlık Becerileri Eğitimi Müzakere Teknikleri Ve Pazarlık Eğitimi
Yöneticiler için Müzakere Teknikleri ve Pazarlık Becerileri Eğitimi. İleri Seviye Eğitim Teklif Almak için: egitim@satinalmadergisi.com
Makaleye tam erişim için profesyonel üyelik gereklidir. “Abonelik” sekmesinden işlemlerinizi tamamlayarak okumaya devam edebilirsiniz. Üye iseniz giriş yapınız.
Hesap Oluştur

Her gün mesleki gelişiminize 15 dakika zaman ayırın.

MÜZAKERE TEKNİKLERİ VE PAZARLIK BECERİLERİ – EĞİTİM YAZI DİZİSİ

PAZARLIK TAKTİKLERİ

TESTLER

 ANKET

Müzakerelerde Gündemi Belirleme Müzakereleri Ve Pazarlık Müzakere Pazarlık Taktikleri
Müzakerelerde Gündemi Belirleme – Müzakere Pazarlık Taktikleri

Kitap Önerileri :

  • MÜZAKERE TEKNİKLERİ ve PAZARLIK BECERİLERİ (E-Kitap 2. Baskı), Prof. Dr. Murat ERDAL, Erişim için profesyonel üyelik işlemlerinizi tamamlamanız gerekmektedir.
  • SATINALMA ve TEDARİK ZİNCİRİ YÖNETİMİ, Prof. Dr. Murat ERDAL, (Beta Yayıncılık),  4. Baskı.

-> ŞİRKET EĞİTİMLERİNİZ İÇİN TEKLİF ALIN -> egitim@satinalmadergisi.com 

Otomotivde Üretim ve İhracat Yüzde 14 Arttı

Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) Ocak-Ağustos verilerini açıkladı. İlk sekiz ayda otomotiv üretimi bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 14 artarak 814 bin 520 adet, otomobil üretimi yüzde 6 artarak 511 bin 766 adet olarak gerçekleşti. Traktör üretimiyle birlikte toplam üretim ise 850 bin 811 adede ulaştı. Aynı dönemde, otomotiv ihracatı adet bazında yüzde 14 artarak 595 bin 425 adet olurken, otomobil ihracatı ise yüzde 2 artarak 365 bin 704 adet oldu. Bu dönemde, toplam pazar geçen yıla göre yüzde 26 artarak 522 bin 244 adet düzeyinde gerçekleşirken, otomobil pazarı yüzde 23 oranında arttı ve 391 bin 392 adet oldu. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre, Ocak-Ağustos döneminde toplam ihracattan yüzde 13,4 pay alan otomotiv sanayisi yılın ilk sekiz ayını lider tamamladı.

Türkiye otomotiv sanayiine yön veren 14 büyük üyesiyle sektörün çatı kuruluşu olan Otomotiv Sanayii Derneği (OSD), Ocak-Ağustos dönemine ait üretim ve ihracat adetleri ile pazar verilerini açıkladı. Buna göre, yılın ilk sekiz ayında toplam otomotiv üretimi bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 14 artarak 814 bin 520 adet, otomobil üretimi  de  yüzde 6 artarak 511 bin 766 adet olarak gerçekleşti. Traktör üretimiyle birlikte toplam üretim ise 850 bin 811 adet oldu. Bu dönemde, otomotiv sanayisinin kapasite kullanım oranı yüzde 62 olarak gerçekleşti. Araç grubu bazında kapasite kullanım oranları ise hafif araçlarda (otomobil + hafif ticari araç) yüzde 62, ağır ticari araçlarda yüzde 57, traktörde yüzde 73 seviyesinde gerçekleşti.

Ticari araç üretimi yüzde 34 arttı

Ocak-Ağustos döneminde ticari araç üretimi bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 34 artış gösterdi. Bu dönemde, ağır ticari araç grubunda üretim yüzde 50 artarken, hafif ticari araç grubunda üretim yüzde 32 arttı. Yılın ilk sekiz ayında, toplam ticari araç üretimi 302 bin 754 adet olarak gerçekleşti. Pazara bakıldığında ise, Ocak-Ağustos döneminde bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla ticari araç pazarı yüzde 34, hafif ticari araç pazarı yüzde 28 ve ağır ticari araç pazarı yüzde 79 arttı. Baz etkisi dikkate alındığında 2015 yılına göre kamyon pazarı yüzde 30, otobüs pazarı 58 ve midibüs pazarı yüzde 74 oranında daraldı.

 

Pazar 10 yıllık ortalamaların yüzde 5,4 üzerinde

Yılın ilk sekiz ayını kapsayan dönemde toplam pazar geçen yıla göre yüzde 26 artarak 522 bin 244 adet düzeyinde gerçekleşti. Bu dönemde, otomobil pazarı da yüzde 23 oranında arttı ve 391 bin 392 adet oldu. Son 10 yıllık ortalamalar dikkate alındığında Ocak-Ağustos döneminde toplam pazar yüzde 5,4 ve otomobil pazarı yüzde 9 oranında artarken, ağır ticari araç pazarı yüzde 2,3 ve hafif ticari araç pazarı yüzde 4,4 daraldı. Bu dönemde, otomobil satışlarındaki yerli araç payı yüzde 40 olurken, hafif ticari araç pazarında yerli araç payı yüzde 53 olarak gerçekleşti.

Otomotiv yüzde 13,4 ile ihracatın zirvesinde

Ocak-Ağustos döneminde toplam otomotiv ihracatı geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre adet bazında yüzde 14 artarak 595 bin 425 adet olarak gerçekleşti. Otomobil ihracatı ise yüzde 2 oranında artarak 365 bin 704 adet oldu. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre, otomotiv sanayi ihracatı Ocak-Ağustos döneminde toplam ihracattan aldığı yüzde 13,4 pay ile ilk sıradaki yerini korudu.

19,2 milyar dolarlık ihracat gerçekleşti

Ocak-Ağustos döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre toplam otomotiv ihracatı dolar bazında yüzde 30, Euro bazında ise yüzde 21 arttı. Bu dönemde, toplam otomotiv ihracatı 19,2 milyar dolar olarak gerçekleşirken, otomobil ihracatı yüzde 11 artarak 6 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Euro bazında otomobil ihracatı ise yüzde 3 artarak 5 milyar Euro oldu. Yılın ilk sekiz ayında dolar bazında ana sanayi ihracatı yüzde 23 oranında artarken, tedarik sanayi ihracatı yüzde 40 oranında arttı.

 

 

Kayıt Formu

Kayıt için Kullanım Şartları ve Gizlilik Politikası ve 6698 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (“KVKK”) Usul ve Esasları Uyarınca Kişisel Verilerinizin Korunması Hakkında Müşteri Aydınlatma Metnin okunması ve kabul edilmesi gereklidir.