İdareye Şikâyet Başvurusunda Bulunmayan İddialar KİK Tarafından İncelenir mi?

İdareye Şikâyet Başvurusunda Bulunmayan İddialar KİK Tarafından İncelenir mi?
Yazarlar:
Mehmet ATASEVER
Sinan ÖZESEN

Anahtar Kelimeler; şikayet, itirazen şikayet, iddia,

İtirazen Şikayet Konusu; İhaleye teklif sunan diğer isteklilerin yeterlik belgelerinin incelenmesi gerektiği

Kamu İhale Kurulu Kararı Özeti; 20.05.2021 tarihli ve 2021/UM.I-1035 sayılı Kamu İhale Kurulu kararına göre; anılan iddianın 26.04.2021 tarihli idareye şikâyet başvurusuna konu edilmediği, söz konusu iddianın ilk kez 04.05.2021 tarihinde Kurum kayıtlarına alınan itirazen şikâyet başvurusunda yer aldığı tespit edilmiştir.

İhalelere Yönelik Başvurular Hakkında Yönetmelik’in “Başvuruların şekil unsurları” başlıklı 8’inci maddesinin onuncu fıkrasında yer alan hüküm ile İhalelere Yönelik Başvurular Hakkında Tebliğ’in “Kurum tarafından yapılacak işlemler” başlıklı 12’nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan açıklama şikâyet başvurusunda belirtilmeyen hususların itirazen şikâyet başvurusuna konu edilemeyeceğini açıkça ifade etmektedir.

Dolayısıyla; söz konusu mevzuat hükümleri uyarınca, başvuru sahibi tarafından öncelikle idareye şikayet başvurusunda bulunulması gerektiğinden ve bu iki aşamalı idari başvuru yolunda şikayet yoluna başvurulmadan itirazen şikayet yoluna başvurulamayacağından, şikayet başvurusunda ileri sürülmeyen iddiaların da itirazen şikayet başvurusunda ileri sürülmesi mümkün olamayacaktır.

Bu çerçevede şikayet başvurusu; Kurul kararının alınmasından önceki süreçte uyuşmazlık konusu hususla ilgili tarafların haklarını veya mevcut hukuki durumlarını sınırlayan ya da değiştiren bir zorunlu idari başvuru yolu olup, idarelere kendi vakıa, gerekçe ve delillerini ileri sürme fırsatı tanıyarak Kurul kararına ilişkin idari usulün bir parçası olması nedeniyle, önemli bir usuli güvence teşkil etmektedir.

Netice itibarıyla, yukarıda aktarılan mevzuat hükümleri uyarınca idareye şikâyet başvurusunda dile getirilmeyen hususların; şikâyet başvurusu üzerine idare tarafından alınan kararda belirtilen hususlar hariç, itirazen şikâyet başvurusuna konu edilemeyeceği anlaşılmaktadır. Buna göre, başvuru sahibinin iddiasının şekil yönünden reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Diğer taraftan uyuşmazlık konusu olan iddiaların bunu ileri süren aday/istekli olabilecek/istekliler tarafından iddia konusu hususun farkına varıldığı veya farkına varılmış olması gerektiği tarihi izleyen 10 gün içerisinde bu iddiaları incelemek ve sonuçlandırmakla yetkili makamlar nezdinde ileri sürülmesi de gerekmektedir.

Buna göre, idareye şikâyet başvurusunda dile getirilmeyen hususların itirazen şikâyet başvurusuna konu edilemeyeceği anlaşılmakla birlikte, idareye sunulan şikâyet dilekçesinde bulunmayan ancak Kuruma sunulan itirazen şikâyet dilekçesinde yer alan iddiaların incelenmesinin Kamu İhale Kurumunun yetkisi dâhilinde olduğu ileri sürülse dahi, söz konusu iddia/iddiaların, farkına varıldığı veya varılmış olması gerektiği tarihi izleyen günden itibaren 10 gün içerisinde ileri sürülme zorunluluğu bulunmaktadır. Dolayısıyla süresinde ileri sürülmeyen iddiaların da süre aşımı sebebiyle Kamu İhale Kurumu tarafından incelenmesi mümkün bulunmamaktadır.

Bu itibarla, başvuru sahibinin bahse konu iddiasını uyuşmazlığa konu hususu öğrendiği 22.04.2021 tarihini izleyen günden itibaren on gün içinde yazılı şekilde ileri sürmesi, bir diğer deyişle başvuruda bulunması gerekirken, bu süre geçtikten sonra 04.05.2021 tarihinde itirazen şikâyet başvurusunda bulunduğu anlaşıldığından başvuru sahibinin iddiasının süre yönünden de reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Eş Yazar: Sinan Özesen

Sinan ÖZESEN, Özel sektörde çalışmasının ardından kamuda 2013 yılında Sosyal Güvenlik Kurumu’nda inşaat mühendisi olarak çalışmaya başlamış, 2014 yılından beri Kamu İhale Kurumu’nda kamu ihale uzmanı olarak çalışmaktadır. Kamu ihale mevzuatı eğitimi vermektedir. Kamu İhale Dünyası dergisinde yayımlanmış makaleleri bulunmaktadır.

Kripto Para İşleri MASAK Denetiminde !

1997 yılında faaliyetine başlayan Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı’nın (MASAK) temel fonksiyonu suç gelirlerinin aklanması ve terörün finansmanının önlenmesi alanındaki gelişmeler ile anılan suçların önlenmesine yönelik çalışmalar yaparak ilgili makamlara iletmektir.

Son dönemde pek çok kişi tarafından duyulan ve ilgi gören kripto paralar sayesinde MASAK kurumu hakkında da biraz bilgi sahibi olduk. Peki kripto para ve kripto varlık nedir? İnceleyelim; kripto para, tamamen dijital, şifreleme sistemine sahip takas işlemlerinde de kullanılabilen sanal bir işlem birimidir. Bazılarınca geleceğin para birimi olarak görülen kripto paraların herhangi bir fiziksel karşılığı yoktur.

Bakıldığında banka ve kredi kartları da sanal bir paradır çünkü yapılan işlemler sistem verilerindeki değişiklik ile olur, kripto paralar da aynı mantaliteye sahiptir. Fakat bu platformun hükümet tarafından yönetilmemesi ve merkezi olmaması durumları dikkat çekerek ilgiyi üzerine toplamıştır.

Konu ile ilgili çarpıcı örneklerden bir tanesi de Mr. Elon Musk’ın Tesla’nın araç satışlarında Bitcoin’i askıya aldıklarını duyurmasıdır. Açıklamanın ardından Bitcoin fiyatı 58 bin dolar seviyesinden 46 bin dolar bandına kadar geriledi. Kripto paranın avantajlarından biri de hiçbir merkez bankasına bağlı olmamasından ötürü ekonomik durumlardan etkilenmemesi olsa da yapılan açıklamaların önemi itibarıyla platformun esnekliğinin yüksek olduğunu da göstermektedir.

Kripto paraların yasallığı ise ülkeden ülkeye değişkenlik göstermektedir. Bazı ülkeler kullanımına ve ticaretine açıkça izin verirken; bazı ülkelerde sınırlı veya yasaklıdır. Örneğin Japonya kripto para birimleri açısından en düzenleyici tutuma sahip ve kripto para birimlerinin kullanımında geleneksel kara para aklamayı önleme yükümlülüklerine uyması ve kripto para borsalarına kayıtlı olması onlar için yeterli bir durumdur.

Türkiye’de ise “Bitcoin yasal mı?” sorusunun cevap bulmaya beklediği süreçte, kripto para platformunun hem kullanıcısı hem de girişimcisi artmıştır. Gün geçtikçe kripto paralar daha fazla yatırım aracı olarak kullanılmaya başlanmış ve dolandırıcılığa da açık alanlar bırakmıştır.

Son günlerde yaşanan Thodex ve Vebitcoin mağduriyetleri sonucunda Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, kripto para düzenlemesi ile ilgili MASAK’ın yetkilendirildiğini açıklamıştır:

“Platformlar her türlü alım satım bilgilerini MASAK ile paylaşacaklar.”

MASAK tarafından yapılan bir düzenleme ile kripto para şirketleri de kara para kapsamında yükümlü sınıfına sokulmuştur.

  • Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair Tedbirler Hakkında Yönetmelik’in 4’üncü maddesine eklenen iki bentle kripto varlık hizmet sağlayıcılar ile tasarruf finansman şirketleri de yükümlülük kapsamına girmişlerdir.
  • Söz konusu Yönetmelik kapsamında çoğu finansal kurum ve kuruluş yanında belli işlemler için avukatlar, noterler, spor kulüpleri, SMMM ve YMM’ler de yükümlü sınıfında yer almaktadırlar. O yüzden biz de çok dikkatliyiz!

Cumhurbaşkanı kararı ile “kripto varlık hizmet sağlayıcıları”, suç gelirlerinin aklanmasının ve terörün finansmanının önlenmesi için alınan tedbirlerden sorumlu olacaktır.

Aynı karar kapsamında faizsiz konut sistemindeki tasarruf finansman şirketleri de önlemler neticesinde yükümlü olmuştur. Böylelikle Karar ile kripto para platformları ile faizsiz konut şirketleri, suç gelirlerinin aklanması ve terörün finansmanının önlenmesi açısından bankalar, sigorta şirketleri, varlık yönetim şirketleri, milli piyango idaresi, spor kulüpleri ve  noterler ile aynı yükümlülükler kapsamına alınmıştır.

Aslında Türkiye’de kripto paralar için ilk hamle 30 Nisan’da Merkez Bankası’ndan gelmişti.

Düzenlemede “Ödeme ve elektronik para kuruluşları, kripto varlıklara ilişkin alım satım, saklama, transfer veya ihraç hizmeti sunan platformlara veya bu platformlardan yapılacak fon aktarımlarına aracılık edemez” ifadeleri yer almaktadır.

Bu durumda Merkez Bankası Kripto paraları bir ödeme aracı olarak görmemektedir. Sonuç olarak kripto para borsalarındaki para transferi için kullanılan uygulamalar düzenlemeden etkilenecektir. Dolayısıyla yatırımcıların para transferlerini farklı araçlar üzerinden yapmaları gerekecek.

MASAK ise kripto para varlık hizmet sağlayıcıları için bir rehber yayımladı. Rehbere göre, kripto para platformları, şüpheli işlemleri, en geç 10 gün içerisinde sakıncalı halleri ise derhal MASAK’a bildirecek ve şüpheli işlemlerde toplam 75 bin lirayı aşan işlemde kimlik tespiti yapılacak.

Konuya üretken bir tutum olarak istihdam oluşturması açısından bakılabilir. Avrupa’da ilk sırada olduğumuz Bitcoin kullanımına getirilecek bir düzenleme ve denetleme ile girişimcilerin önünü de açabiliriz.

 

İş kazası ve meslek hastalıklarına karşı işçiye kaza sigortası yaptıran işveren tazminat borcundan kurtulabilir mi?

Dünyada teknolojinin hızla gelişmesi ile birlikte tehlike arz eden işletmelerin sayısı da artırmaya başlamıştır. Tehlike arz eden işletme sahipleri ve varsa işletenleri işletme faaliyetlerinden doğan zararların karşılanması konusunda büyük ekonomik risk altında kalmakta ve risklerini minimize etmek amacıyla işveren sorumluluk sigortası yaptırma ihtiyacı duymaktadırlar. Çünkü teknik yenilik ve ekonomik faaliyetlerin gelişmesi işletme sahiplerini veya işletenleri ciddi anlamda tazminat ödeme yükü ile karşı karşıya getirmektedir.

Türk Hukukunda tehlike sorumluluğu 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.71’de düzenlenmiş ve önemli ölçüde tehlike arz eden işletme sahiplerini ve varsa işletenleri faaliyetlerinden doğan zararların karşılanması konusunda kusursuz olarak müteselsilen sorumlu tutmuştur. Bu nedenle işletme sahipleri ağır tazminat yüklerinden korunmak için belli bir pirim karşılığında işveren sorumluluk sigortası yaptırarak tazminat yükünü sigorta şirketlerine yıkmayı amaçlamaktadır[1].

Kaza sigortası, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m.1507’de düzenlenmiştir. Madde hükmüne göre, “Kaza sigortası, belli bir prim karşılığında, sigortalının uğrayacağı kaza sonucu ölüm, geçici veya sürekli engellilik ya da iş göremezlik hâlleri için sigorta teminatı sağlar.  Ölüm, ani olarak veya kaza tarihinden itibaren en çok bir yıl içinde gerçekleşmiş ise sigorta bedeli sigorta ettirene yahut onun tarafından belirlenmiş kişiye; geçici ve sürekli engellilik veya iş göremezlik hâllerinde ise sigortalıya ödenir”.

İş kazasına uğrayan işçi kazaya karşı özel sigorta şirketine kendisi kaza sigortası yaptırmış ise, sigorta şirketinden alacağı yardım işçinin ya da geride kalanların tüm zararlarını karşılasa bile ayrıca kazadan sorumlu olan işverene karşı tazminat davası açmalarına engel olmayacağı gibi dava sonucunda sigorta şirketi tarafından ödenen bedeller işveren aleyhine hükmedilen tazminattan da mahsup edilmez[2].

Ancak, iş kazası veya meslek hastalığına karşı işveren, işçisini özel sigorta şirketlerine işveren sorumluluk (kaza) sigortası yaptırmışsa, bu durumda kaza sonucu zarar gören işçi ya da ölmesi halinde yakınlarına sigorta şirketi tarafından ödenen bedeller işverence ödenecek tazminattan mahsup edilmelidir[3].

Kaza sigortasının zorunlu olarak işverenlerce yaptırılması hususu, 6 Şubat 2015 tarihli ve 2015/72249 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile düzenlenmiştir. Kararda, yeraltı ve yer üstü kömür madenleri ile kömürden gayri yeraltı madenciliği faaliyetinde bulunan işyerinde çalışanlara  ferdi kaza sigortası yaptırılması zorunlu hale getirilmiştir. Bu kapsamda, maden işçilerine yaptırılan ferdi kaza sigortası ile ödenen bedeller işverence ödenecek tazminat miktarından mahsup edilebilecektir. Aynı şekilde iş kazası ve meslek hastalıklarına karşı işveren sorumluluk (kaza) sigortası yaptırılması, kazadan kusuru oranında sorumlu olan işverene karşı açılacak tazminat davasına engel teşkil etmez, işvereni tazminat sorumluluğundan kurtarmaz ancak, sigorta şirketinin ödeyeceği bedel işverenin ödeyeceği tazminattan mahsup edilir.

[1] SARIHAN, Banu Bilge, Türk Borçlar Kanunu’nda Genel Bir Kural Olarak Tehlike Sorumluluğu, Prof. Dr. Ali Rıza OKUR’a Armağan, MÜHFHA Dergisi, C:20, S.1, İstanbul 2014, s.1191.

[2] AYDINLI, İbrahim, İş Sağlığı ve Güvenliğinden Doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk,  Ankara 2015, s.340.

[3] AYDINLI, s.340.

 

İthalatçı Akreditife Ne Kadar Güveniyor?

İTHALATÇI VE AKREDİTİF

Küresel ticarette tüm taraflar birbirlerine güvenselerdi ne olurdu acaba? Olmayacak bir varsayım olsa da düşünmesi de güzel. Ortada dolaşan ne aç tilkiler ne de çakallar olurdu. Demem şudur ki hani akreditiflerde çakallar ve tilkiler vardı ya? İşte o çakallar olmazdı. Tacirler birbirlerine güvenirlerdi. İthalatçı parasını peşin gönderirdi, ihracatçı da malları gönderirdi. Hem de tam da sözleşmeye uygun bir biçimde, malın kalitesinden hiç de kuşku duyulmadan.

Hadi canım sende dediğinizi duyar gibi oluyorum. Elbette diyebilirsiniz. Çünkü yok öyle bir dünya. İthalatçı parasını gönderdiğinde, ihracatçıda malını tertemiz gönderecek değil mi? Eğer dünyadaki ticaret böylesine güvenli olsaydı akreditifli ödeme şeklinden hiç bahsetmeyecektik. UCP 600 Sayılı Kurallar yazılmamış olacaktı. Söyler misiniz bana ithalatçının, ihracatçısına sonsuz güven duyduğu bir alış veriş dünyası var mıdır? Yoktur elbet. İthalatçı, ihracatçısına güven duysaydı, alım satım sözleşmelerinden de söz edilmeyecekti.

Galiba ithalatçı fazla şüpheci olacak ki ihracatçısına çok da güven duymadığı, ihracatçısına çok güven duymanın sonunda muhtemelen bir sıkıntının yaşanacağını olası görmekteler. Hani bir söz vardır; “sağ gözünü sol gözüne güvenmeyeceksin” diye.. İşte ithalatçı da, ihracatçısına sonsuz güven duymak yerine, ihracatçıdan daha fazla güven duyacağı, parasını, malını ve her şeyini güven edeceği bir ödeme aracına güven duyuyor. Bunun adı; Akreditiftir.

Kim ne derse desin, akreditiflere güvenmek, ihracatçıya güven etmekten daha doğrudur.

AKREDİTİF NEDİR?

Bir nevi şartlı havaledir. Belli şartların yerine getirilmesi ile bankaların birbirlerine ödeme taahhüdü vermeleridir.


 AKREDİTİF

Adı ve tanımlaması nasıl olursa olsun, amir bankanın uygun bir ibrazı karşılayacağına ilişkin kesin yükümlülüğünü oluşturan dönülemez nitelikte herhangi bir düzenleme anlamına gelir. Şartlı bir banka garantisidir.


Bir nevi şartlı havaledir. Bir ithalat işleminde ithalatla ilgili koşullar olan;

  • Yükleme vadesi,
  • Ödeme şekli,
  • Malın cinsi,
  • Kalite ve fiyatı gibi

Konuları içeren akreditif mektubunun ithalatçının bankası tarafından yurt dışındaki ihracatçının bankasına gönderilmesi ile mal bedelinin, mal Türkiye’ye gönderilmesinin ardından ödenmesini taahhüt etmektedir.

İTHALATÇI AKREDİTİFE NE KADAR GÜVENİYOR?

Laf aramızda kalsın ama benden daha fazla akreditife güvendiğini söyleyebilirim. Neden güven duyduğunu şu şekilde sıralayabilirim;

  • Akreditifin yegane patronu ithalatçıdır,
  • İthalatçı, ihracatçısı ile yapmış olduğu alım satım sözleşmesine istinaden, akreditifteki kuralların ne olacağını tespit eder ve bankasına bu şekilde talimar verir,
  • Her türlü değişikliği, ihracatçısı ile mutabık kaldıktan sona, ithalatçı bankasına talimatla bildirir,
  • İthalatçı şunu çok iyi biliyor ki, ihracatçı malını yüklemeden, akreditifte yazılı gerekli evrakları bankaya ibraz etmeden, evraklar akreditif koşullarına uygun olmadığı taktirde ihracatçı zırnık para alamaz.
  • İthalatçının bankası ithalatçıya güvence vermiştir; “sen rahat ol, ben senin paranın jandarmasıyım, ithalatçı malını yüklemez, bizim istediğimiz uygun evrakları kendi bankasına vermez ise ben para ödemesi asla yapmam”

Gördünüz değil mi? İthalatçı hem kendi bankasına, hem de akreditife güvenmekte ne kadar haklı. İthalatçımız ihracatçıya güven duyacağına, akreditife ve kendi bankasına sonsuz güven duymalı.

Çok büyük laf ettim galiba? Akreditife çok güven etmesi sizce çok doğru mu? İçime şüphe düştü şimdi.  

REŞAT BAĞCIOĞLU

İşletme Gözünün İşlevsel Bozukluğu: Miyopi

İnsan için stratejik bir organ olan “göz” sadece tıbbi anlamda görme olgusunun gerçekleşebilmesi işlevselliği olmamakta; Aristoteles ve Porphry gibi antik düşünürlerin ifadesi ile strateji üreten insansı bir varlık olarak nitelenmektedir. Dolayısıyla gözün görememesi tıbbi anlamının ötesinde anlamlar taşımaktadır. Tıbbi anlamında miyopi; gözün fiziksel sağlığına bağlı olarak işlevini tam olarak yerine getirememesi ve nesneleri görmede yaşadığı güçlük olarak tanımlanmaktadır. Böyle bir anatomik sorun işletmelerin sorunlarını ve fırsatlarını ifade etmede kullanıldığında işletmelerde miyopi olgusu ortaya çıkar.

İlk olarak “Maurizio Catino” tarafından işletmelerde yaşanan ve sektörel tahmindeki yetersizliklere bağlı olarak bir algı olarak nitelenen miyopi; işletmelerin sürdürülebilir rekabet avantajı yaratmaları için stratejik nitelikte bir konudur. Miyopi bir işletmedeki iş/işletmecilik sistemini farkında olmadan bozan bir durumdur. Bu durum çalışanların rutin bir seyir içinde iş yapmalarından kaynaklanmakta bireysel, örgütsel ve sektörel olarak en açık sorunların ya da fırsatların görünmediği bir duruma dönüşmektedir. Aslında miyopi işletme içerisinde hataların, yanlışların ve tehditlerin çalışanlar tarafından algılanmasındaki zafiyettir. Rutin faaliyetler içerisinde olan/olası sorunlar görünmemekte veya görmekten imtina edilir duruma gelinmektedir. Belli bir süre sonra imtina etme rutinliği bozmamaya, iş akışını zedelememeye ve olan durumda devam etmeye evrilmektedir. Bu evrilme ile işletme için bir saplantı oluşmakta ve kendi mevcut gerçekliğini kendisi sanmakta, bu durumu sürdürmeyi istemekte ve zamanla kendilerinin en iyi olduğunun gerçek(siz)liğine kapılmaktadır.

İşletmelerin miyopiden kurtulmak için onu yönetmeleri gerekmektedir. Miyopinin yönetilmesinde işletmelerin zekalarını aktif kullanmaları gerektiği, etkin bir iletişim sisteminin kullanılması zorunluluğu ya da örgütsel öğrenmenin sürdürülebilirliği önemsenmektedir.  İşletmelerin sürdürülebilir rekabet avantajı yaratabilmek için içlerindeki miyopiden bu şekillerde arınmaları ve/veya miyopiyi pozitiflemeleri gerekir. Böylelikle işletmeler kendi içlerinde yaşadıkları yetersizlikleri gidermeye yönelik davranış sergileyebilecek, yöntem ve uygulamalarındaki hataları keşfedip yönetebilecek ve çevresel fırsatları algılayabileceklerdir. Ancak bu konuda net bir reçete ve tüm işletmeler için ortak bir çerçeve çizmek olanak dahilinde değildir. Nitekim miyopi her işletme için farklı öncüllerle ele alınabilmekte, süreçte farklı şekillerde işlemekte ve sonuçları da farklı olabilmektedir.

Kaynak ve ayrıntılı okuma önerisi: Aşağıdaki eserl(er) konu ile ilgili kaynak ve bilgilendirmeyi artırmaya yöneliktir.

  • Catino, M. (2013). Organizational Myopia: Problems of Rationality and Foresight in Organizations. UK-Cambridge: Cambridge University Press.
  • Kaplan, M. (2021). Örgütsel Miyopi. Örgüt İçi Davranışsal Psikoloji. (Edi. Mehmet Sağır, Leyla Erat ve Aslı Uğur Aydın). İstanbul: Beta Yayınları. (ss.269-279).

Kurumsal Faaliyetlerde Duygusal Hafızanın Rolü

Bilim adamları, yürüttükleri binlerce araştırma sonucunda, duyguların, iş yaşamındaki rolü hakkında birçok bilgi edindiler. Bu çalışmaların bazı sonuçları şaşırtıcı olmaktadır. Örneğin; yöneticinin duyguları, onun örgütlenmesindeki başarısının önemli ve yararlı bir göstergesidir.

Pennsylvania Üniversitesi’nden Profesör Sigal Barsade’nin araştırmasına göre, yönetici grubunun duygularının, şirket kazancı üzerinde doğrudan etkisi bulunmaktadır. Olumlu ve ortak bir duygusal görüşü paylaşan üst düzey bir yönetici topluluğu, farklı duygusal görüşlere sahip yöneticilerden oluşan şirketlere oranla, hisse başına yüzde 4 ila 6 daha fazla kazanç elde edeceklerdir.

Bolton (2005) ve Fineman (1993) duyguları, örgütün motivasyon ve rekabetçiliğinde bir artışa neden olduğunu ifade etmiştir. Bir örgütte duyguların, rekabetçi avantajda, kolaylık sağlayacağı ifade edilmektedir. Bir örgütün, örgütsel faaliyetlerini istenen düzeye yükseltmek ya da özel bir faaliyeti gerçekleştirmek ya da bir değer yaratmak amacıyla; çalışanlara duygu aşılanmasını ya da insanların duygularını kontrol etme kapasitesini, örgütün belirlediği ve üyelerince kabul gören ve hissedilen fikirler olduğu belirtilmektedir.

Duyguların, bilgi ve örgüt alışkanlıkları ile iç içe olmasından dolayı duygular; kurum bilgi ve alışkanlıklarından, tam olarak ayrılamaz. Örgütte bilgi ve alışkanlıkların geliştirilmesinin, duygulardan ayrılamayacağı belirtilmektedir. Herhangi bir şeyi nasıl yaptığımız, o faaliyet hakkında kişisel hislerimize bağlı olmaktadır.

Bir kişinin hissiyatı ve duyguları, sadece onun içsel kişisel karakteristik özelliği olmayıp, aynı zamanda örgütsel yapı, alışkanlıklar ve kültür gibi faktörlerin etkisinde şekillenmektedir. Sırasıyla kişisel his ve duygular; örgütsel yapı, alışkanlıklar ve kültür, duygusal olarak çevrelenmiş toplu faaliyetler ve etkileşimler ile yaratılır ya da şekillenir.

Duygular kültürel eğilimdir ve örgütteki işlemleri, politikaları ve kültürü, zaman geçtikçe, dolaylı olarak şekillendirirler. Örgütlerde duygusallık, sadece yazılı talimatlarda olmayıp, aynı zamanda örgütsel yapı ve kalıplarda da mevcuttur.

Enformasyon özel bir değer taşır; bilgi pazar gücüne dönüşür. Şeffaflığın özü, bilginin ona sahip olandan, olmayana doğru aktarılmasında yatar.

Kurumsal duygusal hafıza kavramını ve süreçlerini bilmek yöneticilere, kontrol ve sevk etmede, düzenlemede veya etkin bir biçimde performans göstermek için geçmiş duygusal olayların anılarını yönetmekte yardımcı olmaktadır.

Yöneticiler, kurumsal bilgi tabanı ve uygulamalarını geliştirmek için, işçilerin kendi aralarında duygusal tecrübelerini paylaşabileceği şekilde çalışma alanlarını yapılandırabilir. Bunun için yöneticiler, kişisel ilişkileri teşvik etmeli, sosyal iletişimi sağlamalı, kurumda herkesin duygularını kolayca dile getireceği bir eşitlikçi diyalog ortamını yaratmalıdır.

Farklı bölümlerde olan kişiler, iş dışında diğerleriyle kişisel ilişkiler kurabilirler ve farklı etkinliklerde (konferans ve projeler) kurumla ilgili olarak farklı konuları (yeni proje geliştirme, planlama, iş yönetimi gibi) tartışabilirler. Yönetim bu amaca ulaşmak için; kurumda düzenli toplantılar yapma, firmanın kuruluş gününü kutlama, aylık akşam ya da öğle yemeği düzenleme ve işçi günü piknikleri yapabilir. Kurumsal toplantılara katılma yoluyla, insanlar daha fazla duygusallık yaşarlar.

Yönetim; geçmiş kurumsal duygusal tecrübelerin çalışma alanlarına aktarıldığını kabul etmeli ve kurumun bilgi, talimat ve becerileri için semboller kullanmalıdır.

Yönetim:

(1) Bilgi kitapları, bildiri mektupları ve firma tarihi konusunda CD’leri ile kritik olayları resimli olarak sunmalıdır.

(2) Kurumdaki insanları etkileyecek olan, önemli kişisel tecrübeler, bilgi ve araştırma gezileri, iş hayatındaki mücadeleler, başarıya ulaşan geçmiş duygusal olaylar hakkında hikayeler oluşturmalıdır.

(3) Geçmişi hatırlatan, heykelleri, resimleri, portreleri salonlara koymak, önemli (markette başarılı/başarısız olan) ürünlerin olduğu bir odayı müze olarak kullanmalı, bildiri mektupları ve buna benzer şeylerle gelecek kuşaklara, kolektif duyguları taşımalıdır.

Yönetim; güçlü bilgi tabanı, talimatlar ve beceriler geliştirmek için kurumda duygusal olayları yaymalıdır. Bu anlamda yönetim; hikâye anlatımını desteklemelidir. Bu husus, bir anahtar olay hakkında, hikâyenin yaratılması, anlatılması ve tekrar anlatılmasını içerir. Kurum tarihinde; ürün geliştirme çabaları, faaliyet uygulama çabaları, müşteri faaliyetleri, rakiplerle rekabet gibi konularda hikayeler oluşturulmalıdır. Duygusal olay ve tecrübelerin yönetim tarafından, hikayesi yapılmalıdır. İnsanlar bir hikâye duydukları ya da okudukları zaman, olayın içine çekilirler ve karakterlerinin hissettirdikleri duyguları hissederler.

Kurumdaki hikayelerle bireyler, benzer tecrübe ve düşüncelere doğru çekilirler. “Olay bana olsaydı” sorusunu kendilerine sorup, bilinçsiz olarak bir tecrübeye sahip olurlar. Bu tecrübenin kişisel anlamı olan bir yönü de vardır. Kurumun hayat hikayesi için, bütün kişiler yardımcı bir yazar olmasına karşın, kurum; daha yaşlı olan personel gibi güçlü olan kişileri, hikayeler üretip, yayınlaması için görevlendirir. Yönetim, geçmiş duygusal tecrübelerin, kaybolmuş kısımlarını doldurarak, onları anlaşılırlığını geliştirir ve onları bilgi, talimat ve beceri geliştirmek amacıyla kurumda kullanır.

Yönetim, kurumsal hafızadan, duygusal tecrübelere, olaylara ve bilgilere dikkat çekmek için iletişime önem vererek medya ortamını (bilgisayar destekli uygulamalar ve yazılı iletişim) kolaylaştırır. Aynı şekilde, bir veri tabanı (ya da web sitesi) ya da bir günlük tutularak, kurumdaki tecrübeler birleştirilir ve gerektiğinde bu tecrübelere ulaşılır.

 

Detaylı bilgiler için aşağıdaki kitabı okuyabilirsiniz.

Mert, G. (2018). Kurumsal Duygusal Hafıza, Artikel Yayıncılık, İstanbul.

Üniversite Teknokentleri Kamu İhale Mevzuatına Tabi midir?

Bilindiği üzere, yükseköğretim kurumlarında, ar-ge ve yenilikçilikle ilgili olarak kamu ve özel sektör işbirliği yapmak, üretilen bilgi ve yapılan buluşları fikri mülkiyet kapsamında koruma altına almak ve uygulamaya aktarmak üzere Yükseköğretim Kurulundan önceden izin almak kaydıyla yükseköğretim kurumu yönetim kurulunun kararıyla 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamında sermaye şirketi statüsünde teknoloji transfer ofisi kurulabilmektedir.

Üniversiteler bu amaçla; Teknoloji Geliştirme Bölgesi ve Teknoloji Transfer Ofisi (TTO) kurmaktadırlar. Bugün itibariyle Türkiye’de bu şekilde kurulmuş onlarca teknoloji transfer şirketi kurulmuştur.

Teknoloji Transfer Ofisleri (TTO); Öğretim elemanları tarafından yükseköğretim kurumlarında üretilen bilgi ve yapılan buluşları ticarileştirmek amacıyla yükseköğretim kurumu yerleşkelerinde veya yükseköğretim kurumunun ortağı olduğu Teknoloji Geliştirme Bölgeleri içerisinde kurulmaktadır. TTO’lar; ilgili yükseköğretim kurumu senatosu tarafından alınan kararlara istinaden Yükseköğretim Yürütme Kurulu tarafından faaliyet izni verilmesi halinde ilgili yükseköğretim kurumu yönetim kurulu tarafından kurulmaktadır. TTO’nun kuruluş sermayesi, bilimsel araştırma projesi kaynaklarından veya döner sermaye kaynaklarından karşılanmaktadır.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na dayanılarak çıkarılan Yükseköğretim Kurumları Teknoloji Transfer Ofisi Yönetmeliğine göre; Teknoloji Transfer Ofislerinin 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’na tabi olmadığı belirtilmiş fakat 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ve 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’na tabi olmadıklarına ilişkin bir düzenleme yapılmamıştır.

Konu ile ilgili olarak üniversite teknoparkları 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu’nda tanımlanmış ve ilgili kanunun 10. Maddesinde;  Bu Kanun kapsamına giren Bölgelerdeki faaliyetlerde; 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu, 3/12/2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanunu, 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu ile 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu hükümleri uygulanmayacağı belirtilmiştir.

Ayrıca 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu’na dayanılarak çıkarılan Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Uygulama Yönetmeliğinde ise; Teknoloji geliştirme bölgeleri ve Teknoloji Transfer Ofislerinin tanımı yapılarak bu bölgelerdeki faaliyetlerde; 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu, 3/12/2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanunu, 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu ile 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu hükümleri uygulanmayacağı belirtilmiştir.

Sonuç olarak üniversitelerimizin Teknoloji Geliştirme Bölgelerinde veya Teknoloji Transfer Ofislerinde faaliyet gösteren şirketleri, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’na, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’na ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu hükümlerine tabii değildir.

Eş Yazar: Sinan Özesen

Sinan ÖZESEN, Özel sektörde çalışmasının ardından kamuda 2013 yılında Sosyal Güvenlik Kurumu’nda inşaat mühendisi olarak çalışmaya başlamış, 2014 yılından beri Kamu İhale Kurumu’nda kamu ihale uzmanı olarak çalışmaktadır. Kamu ihale mevzuatı eğitimi vermektedir. Kamu İhale Dünyası dergisinde yayımlanmış makaleleri bulunmaktadır.

Vergi Yapılandırma Kanunu Mecliste !

Yine aynı şey oldu, yeni bir Vergi Affı daha geliyor. Peki hiç vergi affı çıkarmayan ülke var mı? Ülkemizde 3 yılda bir çıkarılan vergi aflarında ne kadar para toplanıyor ve kaç firma matrah artırıyor? Vergi afları bizleri yani YMM, SMMM ve mali danışmanların işini nasıl etkiliyor? Sanayici ve mükellefin anlayacağı dille vergi incelemesine bir nevi sigorta yaptırmak için ödenen ilave vergilerin tutarı ne kadar? Bunlar kamuyouna açıklanıyor mu?

Satış ve alışlarda özellikle şirket birleşme ve devirlerinde, M&A veya DD (due diligence) denilen işlerde yapılandırmış şirket olmak avantaj mı, yoksa dezavantaj sayılır mı? Satınalma profesyonelleri için bu tür yapılandırmaların veya mal/hizmet aldıkları firmanın vergisel durumunu, en azından bu kanundan yararlanıp yararlanmadığını bilmeye hakkı yok mu? Hoş, kamu tarafından yapılan satın almalarda “borcu yoktur” uygulaması bazen işkenceye dönüşebiliyor ama özel sektör kuruluşları da hatırı sayılır alımlar yapıyorlar piyasadan.

Soru listesi uzun! Vergi sadece parasal bir konu değil. Vergi öncelikle, iktisat, politika ve realite demek. O yüzden Vergi önemli.

Vergi her toplumda farklı seviyede ele alınan bir konu. Vergiden kaçınma ve vergi riski ve iştahı yüksek toplumlar, kişiler ve ülkeler hangileridir?

  • Mesela sizce, kadınlar mı erkekler mi daha çok vergi ödememe iştahına sahiptir?
  • İtalya ile Türkiye’yi farklı kılan ne?
  • Almanya’da neden vergiden bu kadar çok korkulur?
  • Akdeniz coğrafyasında durum farklı mıdır?
  • ABD’de de kesin olan iki şeyden biri vergidir? (Diğeri ölümmüş)

Danışmanlarınız, YMM ve SMMM meslektaşlar size vergi yapılandırma koşullarını, erken ödeme avantajını, yapılandırmanın bozulması halinde başınıza gelebilecekleri, devam eden incelemelerde matrahları düzeltme şansının önemini, stok, kasa, ortaklar cari ve değeri düşük taşınmazlar için hangi avantajlar olduğunu anlatacaklardır. Mutlaka iyi değerlendirmek gereken bir konu, özellikle pandemi şartlarında kamu maliyesinde ve hazine tarafında da bir ihtiyaç olduğu açık.

Kısaca söylersek teklifte temel olarak;

  1. Kesinleşmiş alacaklar ile
  2. Kesinleşmemiş veya dava aşamasındaki alacakların yapılandırılması,
  3. Vergi incelemesi ve tarhiyat aşamasındaki işlemler,
  4. Matrah ve vergi artırımı düzenlemesi,
  5. İşletme kayıtlarının düzeltilmesi,
  6. Ödenemeyen krediler ve çeklerde sicil affı,
  7. Taşınmaz ve amortismana tabi diğer iktisadi kıymetlerin %2 ilave vergiyle yeniden değerlenmesine ilişkin kapsamlı düzenlemeler yer almaktadır.

Yukarıda sorduğumuz soruya geri dönelim. Bu son denilen ve her yıl orta vadeli plan program vb metinlere kalın kalın yazılan, “vergi aflarının vergiye bakışı erozyona uğrattığını” söyleyen ifadeleri hatırlayalım, her seferinde son dedikçe artık rutine binen vergi yapılandırmaları ve özellikle matrah artırımları ne zaman son bulacak.

Bir İngiliz YMM meslektaşım yıllar önce bir uluslararası vergi konferansında sizde en son vergi affı ne zaman çıktı diye sorduğumuzda “Magna Carta’dan beri herhalde 1 tane yapılandırma oldu” demişti.

Sahi bizim eksiğimiz bir Magna Carta’mız olmaması mı?

İşveren, iş sağlığı ve güvenliğinden doğan sorumluluğunu bertaraf etmek için sorumsuzluk anlaşması yapabilir mi?

Sorumsuzluk anlaşması öğretide, “Gelecekte doğması muhtemel bir borcu ortadan kaldırmayı ve sınırlandırmayı amaçlayan anlaşmalar olarak” tanımlanmaktadır[1].

Türk hukukunda sorumsuzluk anlaşmalarını kesin hükümsüz kılan bazı durumlar vardır. Kanun koyucunun amacı burada zarar göreni koruma altına almaktır. Özellikle iş ilişkilerinde, sözleşmenin tarafı olan işçinin çalışma ortamında sağlık ve güvenliğinin sağlanması bu açıdan büyük önem arz etmektedir.

İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve ilgili Yönetmelik hükümlerine aykırı davranan işverenin, meydana gelen iş kazası ve meslek hastalığı dolayısıyla oluşan zararları özel hukuk hükümlerine göre tazmin etmesi gerekir.

Nitekim, işverenin kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı sonucunda işçinin ölümü ya da yaralanması veya kişilik haklarının ihlal edilmesi durumunda, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi olur (TBK m.417/3).

İş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle ruh ve beden bütünlüğü zarar gören işçi, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmayan maddi ve manevi zararlarını işverenden talep edebilir (TBK m.54, 56). İşçinin ölümü halinde ise, desteğinden yoksun kalan yakınları işverenden destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilirler (TBK m.53;417/3).

İşverenin işçiye ve yakınlarına karşı sorumluluğunun yanısıra Sosyal Güvenlik Kurumuna karşı da sorumluluğu bulunmaktadır. Nitekim işveren, kurumun sigortalıya yaptığı yardımları 5510 sayılı Kanunda öngörülen koşullara bağlı olarak ödemekle yükümlüdür (m.21).

Sorumsuzluk anlaşması, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 115 inci maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, ”Borçlunun alacaklı ile hizmet sözleşmesinden kaynaklanan herhangi bir borç nedeniyle sorumlu olmayacağına ilişkin önceden yapılmış her türlü anlaşma kesin olarak hükümsüzdür” (m.115/2).

Ayrıca, uzmanlığı gerektiren bir hizmet, meslek veya sanat, ancak kanun ya da yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülebiliyorsa, borçlunun hafif kusurundan sorumlu olmayacağına ilişkin önceden yapılan anlaşma kesin olarak hükümsüzdür (m.115/3).

İş ilişkilerinde taraflar arasında yapılan sorumsuzluk anlaşmaları dışlanmış olmakla birlikte, giderim borcunu doğuran davranış gerçekleşmeden önce veya davranış gerçekleşmiş olsa da zarar oluşmadan veya öğrenilmeden önce yapılması gerekir[2].

Bununla birlikte, iş sağlığı ve güvenliği yükümlülüklerine aykırılık nedeniyle meydana gelen zarar oluştuktan ve öğrenildikten sonra yapılan sorumluluğu ortadan kaldırmaya yönelik anlaşmalar, ibra ve sulh niteliğine haiz olup, yargısal denetim ile ilgili düzenlemeler çerçevesinde yapılabilir.

Uygulamada işveren, iş sağlığı ve güvenliğinden doğan sorumluluğunu bertaraf etmek için sorumsuzluk anlaşmaları yapma yolunu tercih etmektedir. Özellikle iş sözleşmelerine bu konuda hükümler konulmaktadır. Örneğin, iş sözleşmelerine, “işveren işyerinde meydana gelecek iş kazasından sorumlu değildir” şeklinde konulan hükümler kesin hükümsüz sayılacaktır.

Benzer şekilde, iş sağlığı ve güvenliği profesyonelleriyle imzalanan sözleşmelere de sorumsuzluk hükümleri konulması kesin hükümsüz sayılacaktır. Bu tür sözleşme hükümleri ya da bireysel olarak yapılan sorumsuzluk anlaşmaları iş sözleşmesine dayalı olarak çalışanlar açısından kesin hükümsüzlük doğuracaktır. İş sağlığı ve güvenliği profesyonelleri hem İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununa göre, uzmanlık gerektiren bir hizmeti ifa etmekte hem de yetkili makam olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca verilen izin ile istihdam edilebilmektedir. Dolayısıyla, TBK m.115/3’de yer alan, “uzmanlığı gerektiren bir hizmet, meslek veya sanat, ancak kanun ya da yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülebiliyorsa” ifadesi ile işveren hafif kusuru ile dahi olsa zarara sebep olmuşsa, bu şartlarda dahi yaptığı sorumsuzluk sözleşmeleri hükümsüz sayılacaktır.

Sonuç olarak, işveren, iş kazası veya meslek hastalıklarından kaynaklanan sorumluluğunu bertaraf etmek amacıyla, çalışanlarla ya da iş sağlığı ve güvenliği profesyonelleriyle sorumsuzluk anlaşması yapması veya imzalanan sözleşmelere sorumsuzluk hükümleri koyması kesin olarak hükümsüz sayılır (TBK m.115). İşverenin sorumluluğunun kasıttan, ağır ihmalden veya hafif ihmalden kaynaklanması arasında da bir fark yoktur.

 

[1] BAYCIK, Gaye, Türk İsviçre Hukukunda İşçinin Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2015.

[2] OĞUZMAN, M. Kemal/ÖZ, M. Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.1, 14. Bası, İstanbul 2016,

Rengi Solan Red Clause Letter of Credit

KIRMIZI RENKLİ AKREDİTİF

Teee uzun zaman önce kamu ve özel kurumların en gözde ve vazgeçemedikleri ofis cihazlardan bir tanesi daktilolardı.  Tık, tık tık… Daktilosuz bir iş yapılamazdı. Çalışanları kendisine esir etmişti adeta…

Mektup yazılıyor, dekont kesiliyor, sözleşme yapılıyor, inanmayacaksınız ama çek de yazılabiliyordu. Bankalar bu daktilo ile yurt dışına gönderilecek tüm mektupları yazıyor, romiz (talimat mektubu) mektubu hazırlıyor, tahsil tediye işlemlerini aha şu gördüğünüz daktilo ile yapıyordu.

Bir ilave yapayım mı? Bankalar akreditiflerini de daktilo ile hazırlıyorlardı.. Yıllar önceye döndüğünüzde bankaların akreditifleri daktilo ile yazdıklarını düşünün. Zordu. Zor olsa da yapıyorlardı.

AKREDİTİF MEKTUBU

Şimdiki dış ticaret jenerasyonlarına bu yazdıklarım masal gibi gelecektir kuşkusuz.

1960’lı yıllarda akreditif açılacağında bankalar nasıl çalışırdı sizce?; Akreditif için her bankanın amblem ve logosunun mevcut olduğu, özel olarak hazırlamış olduğu A4 veya benzer ölçülerinde kağıt üzerine akreditif detayları yazılırdı. Akreditif metnin bitimine bankanın yetkililerince imza edilirdi. İmza altına alınan akreditif metni posta ile ihracatçını bankasına gönderilirdi. İhracatçının bankası genel anlamda, akreditifi açan bankanın muhabir bankası olurdu ve muhabir bankalar birbirlerinden gelecek yazılı garantiler, akreditifler, poliçeler, dövizi natık çeklerde kullandıkları imzaların kontrol edileceği imza örneklerinin yer aldığı imza spesimeni mevcut olup, gerek kıymetli evraklar, gerekse akreditif üzerindeki imzaların hangi yetkililerce imzalandığının ve imzalarını doğru olup olmadıkları imza spesimenlerinden kontrol edilir ve doğruluğu saptanırdı. İmzaların doğruluğunun kontrolü sağlandı ise, o akreditif de amir bankadan gelen gerçek akreditif olarak güvenle kabul edilirdi.

Sonraki yıllarda telex ve teletex kullanılmaya başlandı. Bildiğimiz daktilonun teknik olarak donanımı haberleşme sisteminin desteği ile mesajlaşma trafiğinde kullanıldı. Mesajlaşma derken tüm haberleşme, akreditif, para transferleri ve garantiler telex ile gönderilmeye başlandı. Mesajlar telex ile gönderilirken bankaların birbirlerine daha önceden göndermiş oldukları şifreleme sistemi kullanılırdı. Her mesaja güvenliği sağlayacak o bankanın şifresi tesis edilir, mesajın en baş tarafına bu şifre konulur, karşı bankaya gönderilirdi. Telex mesajını alan karşı bankanın yapacağı ilk iş, mesajın gönderen bankanın tesis ettiği şifrenin doğru olup olmadığını çözmek. Şifre çözülürdü, şifre doğru ise mesaj gerçek mesajdı ve güven duyulması gereken mesajdı şeklinde kabul edilirdi.   Uzun yıllar bankalar arası mesaj trafiği ya mektupla ya da telex veya teletex ile yapılmaya devam edildi.

Bugün ise çağımızın teknolojisi;

SWIFT  

Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication

kullanılmaya başlandı. Yukarıda saydığımız tüm eski usul haberleşmelerin papucunu dama atmış, tamamen kendisine özgü kullanımı olan bir sistem olup, güven kısmında ise mesajı gönderen ve mesajı alacak olan bankaların Swift bilgisayar sistemleri şifreyi üretiyor, mesajı alan bankanın bilgisayarı ise şifreyi çözmekteydi. Swift mesajlaşmasındaki şifreleme ve güven tamamen bilgisayar ortamında yapılmaktadır.

RED CLAUSE AKREDİTİFİN ANLAMI? 

Akreditifli ödemelerde ithalatçı firmalar, ihracatçının talebine istinaden ihracatçıya sevkiyatın yapılmasından önce akreditif tutarının tamamını veya bir miktarını peşin ödeme yapmak isteyebilirler. Böylece ihracatçı, malın üretimi ile ilgili ön finansman desteğini akreditif yolu ile sağlamış olur. Akreditiflerde peşin ödemeye ilişkin hususların hemen göze çarpması açısından akreditif metni daktilo ile yazılırken, peşin ödemeye ilişkin maddeler kırmızı renkte yazılır, altı çizilir. Bu şartı taşıyan akreditifler Red Clause Akreditifler olarak adlandırılır. İthalatçı firma tür akreditiflerde ihracatçıdan, akreditifi açan banka veya ithalatçı lehine, kısmi peşin ödenen kısım için teminat mektubu vermesi istenebilir.


RED CLAUSE AKREDİTİF

Akreditiflerde peşin ödemeye ilişkin hususların hemen göze çarpması açısından akreditif metni daktilo ile yazılırken, peşin ödemeye ilişkin maddeler kırmızı renkte yazılır, altı çizilir. Bu şartı taşıyan akreditifler Red Clause Akreditif olarak adlandırılır.


Red Clause akredtiflerle ilgili olarak ithalatçı firma veya onu temsilen akreditifin bir tarafı durumunda olan ithalatçının bankası, peşin ödenen kısma ilişkin ihracatçı firmadan;

  • Basit bir makbuz veya imzalı alındı,
  • Garanti mektubu,
  • Herhangi bir teminat

talep etmesi uygulamada görülen bir husustur.

RED CLAUSE AKREDİTİFİN RENGİ SOLDU

 Red Clause Akreditif teknolojik gelişmelerle birlikte değişime uğradı. Şimdiki SWIFT tekniğinde kullanılan haberleşme sisteminde bazı ifadeleri kırmızı ile yazmak söz konusu olmadığından dolayı Red Clause Akreditif yerini aynı işlevi bugünkü SWIFT tekniği ile işlem gören;

                                    Down Payment Letter of Credit

ödeme şekline bırakmıştır. Kısmi peşin ödemeli akreditif anlamındadır. Tıpkı teee eskilerde kalan red clause akreditif özelliği gibi.

Anlayacağınız bugünün teknolojisi bildiğimiz red clause letter of credit’in rengini soldurdu. Tüm renkler siyaha büründü.

REŞAT BAĞCIOĞLU