Kaynak : Ticaret Bakanlığı
Açıklama :
Ticaret Bakanlığı tarafından yayınlanan Devlet Yardımları Rehberi için ;
https://ticaret.gov.tr/data/
Kaynak : Ticaret Bakanlığı
Açıklama :
Ticaret Bakanlığı tarafından yayınlanan Devlet Yardımları Rehberi için ;
https://ticaret.gov.tr/data/
Satınalma Dolandırıcılığı ve Satınalma Ödeme Sürecine Genel Bakış
Kağan Demirdöven
Med – Idea Bilgi Yönetimi ve Ticaret A.Ş.
Satınalma ödeme süreci (procure to pay: P2P), çoğu zaman birden fazla sistemi ve işlemi kapsayan en karmaşık iş süreçlerinden biri olarak kalır. Kurumsal kaynak planlama (ERP) uygulamaları da dahil olmak üzere otomasyon seviyesine rağmen P2P, dolandırıcılık, para kaçağı ve verimsizlik eğilimi gösteren bir alan olmaya devam etmektedir. ERP sistemleri doğası gereği, sürekli iş geliştirme için platformlardır. Bununla birlikte, ERP sistemleri iş süreçlerindeki ve politikalardaki değişikliklere uyum sağlayacak şekilde geliştikçe, başlangıçta işe yardımcı olmak için getirilen değişiklikler sonucunda dahili kontrol ortamı tehlikeye girebilir ve bozulabilir.
Aşırı ödemeler, sahte faturalandırma ve envanter hırsızlığı hem iç hem de dış tedarikçilerle ilgili büyük dolandırıcılık kaynağı olarak kalmaktadır. İlginç bir şekilde, bir dolandırıcılık tespit etmek ortalama 342 gün sürmektedir ve bu sürecin tamamındaki kazançların% 89’u geri kazanılmaz. Yıllık dolandırıcılık oranı 1.5 milyon dolar olan ortalama organizasyon için 1.34 milyon dolar kayba uğradı. Bu zorluklar Üst Düzey Yöneticiler için satın alma ödeme (P2P) sürecine tam bir bakış açısı kazanma çabalarında büyük hayal kırıklığı kaynağıdır.
CaseWare Analitik ile Yönetim, satın alma ödeme P2P iş süreçleri üzerinde bağımsız bir gözlem noktası ile sağlanır. Altta yatan sistemlere, veri kaynaklarına veya konumlara bakmaksızın herhangi bir P2P süreci izlenebilir. Tek bir analitik platformda, bu farklı kaynaklardan gelen veriler birleştirilir ve anomaliler yönetim tarafından gözden geçirilmek üzere sunulur. Analitik platform, Satınalma kontrolleri ile Ödeme ve Görevlerin Ayrımı ve Satıcı Ana Verileri arasında kapsamlı tedarik kontrolü sağlıyor.
Anında sahtekarlık tespiti için otomatik ve tekrarlanabilir analitik kullanabilirsiniz, ayrıca anormallikleri ilk tespitten çözünürlüğe kadar yönetebilir ve takip edebilirsiniz. Otomatik İzleme ile İş Süreçleri Sahipleri, periyodik denetimler yerine kaynakları belirleyen ve çözen konularda önemli maliyet tasarrufları elde edebilirler. Kuruluş, tedarik sürecinin genel olarak iyileştirilmesine yardımcı olmak için şimdi ele alınabilecek temel nedenleri belirleme ek istihbaratını da alıyor.
Prof. Dr. Murat Erdal ile sektör sohbetlerinde konuğumuz,
Sakarya Satınalma Yöneticileri ve Profesyonelleri Derneği Başkanı
Sn. Emre SALİHOĞLU
Tabi ki. 1981 Yılında Sakarya’da doğdum. İlk ve Orta Öğretimimi Sakarya’da tamamladım. Çocukluk yıllarımda resim ve müziğe meraklıydım. Sakarya çapındaki ilköğretim resim yarışmalarında derecelerim oldu. Sakin bir çocukluk orta öğretim döneminin ardından eğitim hayatıma Abant İzzet Baysal Üniversitesi İşletme bölümü ile devam ettim ve 2004 yılında aile şirketimizde ilk iş hayatıma başladım. Ardından kapı ve pencere sektöründe faaliyet gösteren Belçika merkezli Deceuninck grubuna bağlı Winsa ve sonrasında da İsveç merkezli Wingroup şirketinin üretim tesisi olan Alimex Alüminyum San ve Tic A.Ş de kademeli olarak Satınalma pozisyonlarında görev aldım ve halen Alimex ’de iş hayatıma Satınalma Müdürü olarak devam ediyorum. Eğitim hayatım boyunca ailemin desteği bana çok şey kattı. Sosyal, meraklı, hayvan sever ve sakin ama yeri geldiğinde de bir o kadar heyecanlı bir karaktere sahibim. Tatlı ve tuzlu su balıkçılığı, doğa yürüyüşü, kitap okuma, teknoloji takibi, yelken sporu hobilerim arasında. Tüm enerjimi kendilerinden aldığım çok sevdiğim bir eş ve dünyalar tatlısı bir kız çocuğuna sahibim. Hayatımın iş ve SASAYDER faaliyetleri dışında kalan tüm vaktini ailem ile birlikte geçiriyorum.

Ben mesleğimi çok severek icra ediyorum. Sevmediğiniz bir işi yapmak, bir kez geldiğimiz hayatta kendimize vereceğimiz en büyük ceza olur. Türkiye’de Satınalma profesyonelleri olarak mesleğe tercihen değil, tesadüflerin getirdiği sonuçlar ile atılmış birçok arkadaşımız var. Bu sebeple öncelikle mesleği seven profesyonellerin olması hem verimlilik hem de gelişim için hayati önem taşıyor. Türkiye’de Satınalma mesleği genel olarak şirketlerin vitrinlerinde itibarlı bir yere sahip fakat yine de olması gereken noktada değil. Bu durumun gelecek dönemlerde daha da iyileşmesini temenni ediyorum. Satınalma mesleğini idari işler ya da diğer farklı birim görevleri ile ortak yürüten şirketler de var. Birbirinden farklı fonksiyonlarda olan mesleklerin aynı görevde bulundurulmasını da kurumsallıktan uzak olmaya bağlıyorum. Satınalma kendi içinde apayrı bir fonksiyona sahip bir destek birimi olarak organizasyon şemasında olmalıdır. Bu noktada da çalışmalarımız ile fonksiyonel merkezileşmenin yayılması adına elimizden geleni yapmaya çalışacağız.
Çok teşekkürler. Aslında hikayemiz 2 yıl önce Türkiye çapında faaliyet gösteren bir Satınalma meslek organizasyonun Sakarya liderliğini üstlendikten sonra başladı. Her biri farklı sektörde yer alan alanında söz sahibi firmaların Satınalma Yöneticilerinin bulunduğu 8 kişilik yönetim ekibim ile yerel olarak daha aktif olmak, sinerji yakalamak ve daha hızlı lokal fayda sağlayabilmek adına Sakarya özelinde bir Satınalma meslek derneği kurma kararını aldık. Yaklaşık 11 ay süren altyapı çalışması ve dernek tüzüğümüzün hukuki değerlendirme sürecinin ardından 2018 yılı sonunda resmi olarak derneğimizi kurduk. Vizyonumuz mesleğimizin Sakarya vilayeti ile ulusal ve uluslararası iş birlikleri içinde gelişmesini sağlayarak, yüksek verimli, rekabetçi kurum ve kuruluşlar oluşturulmasına katkıda bulunmak.
Misyonumuz ise de sürdürülebilir, güncel ve etik Satınalma yaklaşımı çerçevesinde Satınalma mesleğinin Sakarya’da yükselmesine ve gelişmesine katkıda bulunmaktır. Buna yönelik amaç ve faaliyetlerimiz ise Milli Satınalma projeleri geliştirme, Eğitim, Seminer, Konferans ile mesleki farkındalık ve yetkinlikleri artırma, Tedarikçi geliştirme ve ayrıca portföy paylaşım sistemi ile hızlı referans alışverişi sağlama, STK iş birlikleri sayesinde proje geliştirme çalışmaları ile de farklı fonksiyonlardaki birçok kurum ile ortak amaca yönelik çalışmalarda aktif rol alma. Fakat öncelikli amacımız, dönemimizin de en büyük ihtiyacı olan Milli Satınalma projesi geliştirmek üzerinedir.
Her Satınalma profesyonelinin İthal ikamesi ürün tedariki konusunda sorumlu olduğunu düşünüyor ve bu bağlamda yapılacak tüm faaliyetlerin ticari olmasından çok sosyal sorumluluk bilincinde olması gerektiğini savunuyorum. SASAYDER’in kuruluşu ile daha da genişleyen bu sosyal sorumluluk projesi konusunda beni cesaretlendiren yöneticim Sn. Galip Arbak’a minnettarım.
Öncelikle mesleğinizin niteliği çerçevesinde hukuki altyapının çok sağlam olması gerekiyor. Takdir edersiniz ki direkt para ile ilişkili bir mesleğe sahibiz. Etik kuralları dahilinde mesleği icra ediyor olmak Satınalma profesyonellerinin en büyük sermayesidir. Aynı zamanda dernek faaliyetleri ve amaçlarının da bu etiğe uygun olması ve bu zeminde yönetilebilir olması için hukuk danışmanlarının altına imza atabildiği bir tüzüğe sahip olunmasını tavsiye ederim. Bunun yanında yanınızdaki ekibiniz gerçekten sadece ekip değil yol arkadaşları da olmalılar. Tüm fikirleri açıkça konuşabildiğiniz, tartışabildiğiniz ve nihayetinde aynı amaç için enerjinizi ortaya koyabildiğiniz bir yönetim ekibiniz olmalı. Zatı haliyle bu enerji, sizlere motivasyon olarak daha iyisi için geri dönüyor. Ben bu bağlamda SASAYDER yönetiminde çok sağlam bir ekip ile çalışıyorum. Dernek faaliyetleri sosyal zamanınızı da ciddi oranda alıyor, bu sebeple anlayışlı ve destek veren bir eşiniz olmalı. Ben bu konuda da şanslı olduğumu düşünüyorum.
Satınalmayı kendi içinde Kaynak yönetimi (Stratejik Satınalma) ve Operasyonel Yönetim olarak ayırırsak, özellikle son dönemde Operasyonel Satınalmanın teknolojiden ciddi şekilde pay almaya başladığını görüyoruz. Talep Yönetimi ve Planlama – Satınalma zincirinin teknoloji ile harmanlanması ve koordinasyonu ile birlikte proses akış hızlarının arttığı, insan müdahalesinin ise azaldığı dijitalleşmiş bir modelden bahsediyoruz.
Çalıştığım şirkette özellikle bu trendi yakından takip ederek örnek uygulamaları hayata geçirmeye gayret gösteriyorum. Maliyetlerin her zamandan daha fazla baskı altında kaldığı bir döneme girdik. Ticaret savaşları ve bunların küresel etkileri Çin’den Amerika’ya kadar olan coğrafyalarda göstergeleri ciddi etkiliyor. Satınalma profesyonelleri olarak bizlerin de bu rekabet ortamı içerisindeki yükü oldukça fazla. Doğru yöntem ve taktikler ile stratejik, teknolojik araçların azami kullanımı ile verimli, istihbari kaynakların kullanımı ile her zamandan daha fazla gözü açık olmamız gerekiyor.
Esnek ERP yapılarının çok yaygın olmadığı bir sistem yaygınlığı Türkiye’de göze çarpıyor. Bununla birlikte de sabit proses akışları yeni trendler ile yorumlanarak geliştirilemiyor ya da buna kaynak ayrılmıyor. “Proseste problem yok ise kaynak ayırmaya gerek yok”. Fakat gelecek kesinlikle dijital! Rekabeti sağlayacak en iyi enstrümanlar dijital olacak. Kullandığımız ERP’lerde yeni trendlere uyum sağlayacak geliştirmeleri kendi içlerinde ya da 3. parti yazılım destekleri ile yapamazsak şirketlerimiz maalesef treni kaçırmış olacaklar ya da geç adaptasyon ile geride kalarak yarışı devam ettirmeye çalışacaklar. Bunu öngörerek hazırlıklarımızı yapmamızda fayda olacaktır.
Tam da yerinde bir soru oldu. Az önceki soruya cevaben belirttiğim gibi “Gelecek Dijital”. Özellikle Operasyonel Satınalma süreçlerinde insan kaynağından ziyade dijital kaynakların süreçleri yöneteceğini düşünüyorum. Ağırlıklı olarak Endirekt Satınalma gruplarında portföylere girmeye hak kazanmış tedarikçiler ile tüm talep-teklif-fiyat analizi- sipariş çevrim-sipariş iletme ve teyit kontrolü gibi iş döngülerinin algoritmalara devrolduğu süreçler ile insana ihtiyaç duymayan bir çok 3.parti yazılım desteklerini günümüzde bile görebiliyoruz. Peki bizler bu durumda Satınalma departmanları içinde hangi görevleri yürüteceğiz? Esas değişim bu noktada başlıyor. “Doğru İletişim ve doğru taktik”.
Algoritmaların sağlayamadığı strateji, ilişkisel yönetim, istihbarat, güç dengeleri dahilinde müzakere becerileri ve taktikleri, hukuk gibi konulardaki yetkinlikler günümüzde ve gelecekte de Satınalma Meslektaşlarının mutlaka ceplerinde olması gereken unsurlar olarak karşımıza çıkacaktır. Bu bağlamda SASAYDER olarak eğitim programlarımız ile Sakarya’daki meslektaşlarımızın yetkinliklerine katkıda bulunmak için faaliyetler düzenlemeyi planlıyoruz.
Öncelikle Satınalma biriminin şirket içindeki yeri ve öneminin iyi kavranması, anlaşılması ve bu konumun gerektirdiği karakteristik özelliklerin kendi karakterleri ile ne kadar uyum sağladığını analiz etmeleri ile başlayalım. Bu analiz ile gerçekten bu meslek profilinde başarılı olabilir miyim? Ve en önemlisi bu meslek beni mutlu eder mi? Sorularına pozitif cevap aramalarını öneririm.
Mesleğin neredeyse %80’i iletişim kalan %20 si ise teknik donanımdan oluşmakta. İletişimi her koşulda her pozisyondaki herkes ile hızlı, verimli, adil, yapıcı ve sonuç odaklı olarak yürütmek kolay değil ama becerebildiğimizde ise çok keyif verici. İçsel motivasyonun tam kaynağı. İletişim becerisi çok iyi olan genç arkadaşlarımızın teknik becerilerini de tecrübe ve eğitim ile arttırarak mesleğe rahatlıkla adapte olabileceğini düşünüyorum.
Bir sözleşmede, alacaklı, borçlunun borcunu yerine getirip getirmeyeceğinde tereddüt yaşıyorsa, çoğu zaman, borçlunun borcu için teminat almak istemektedir. Teminatlar, esas itibarıyla, şahsi ve aynî teminatlar olmak üzere ikiye ayrılır. Aynî teminatlarda alacaklı, teminat konusu malı paraya çevirerek paraya çevirme sonucunda elde edilecek paradan öncelikli olarak alacağını alma yetkisini elde eder. Taşınmaz rehni türlerinden ipotek, taşınır rehni, teminaten temlik en sık rastlanan aynî teminatlardandır. Şahsi teminatlarda ise alacaklı, bir mal üzerinde değil bir üçüncü kişinin malvarlığı üzerinde teminat elde eder. Yani alacaklı, borç hiç veya gereği gibi ifa edilmediğinde üçüncü kişinin malvarlığına başvurma imkânına sahip olur. Şahsi teminatlar; kefalet, teminatı amaçlayan garanti, borca katılma, aval vb. olarak karşımıza çıkabilir. Bu çalışmada, uygulamada belki de en fazla rastlanan şahsi teminat türleri olan kefalet ve teminatı amaçlayan garanti üzerinde durulacak ve bu iki şahsi teminatın birbirinden ayrılmasının önemi ve yöntemi incelenecektir. Önemle belirtmek gerekir ki bu çalışmanın amacı, akademik çalışma ortaya koymak değil hukukçu olmayan kişilerin kefalet ve garanti ayrımı hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamaya gayret etmektir.
Hem kefalet hem teminatı amaçlayan garanti, bir üçüncü kişinin, borçlunun borcunu hiç veya gereği gibi ifa etmemesinden şahsi olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşme olarak ifade edilebilir. Yani, borçlu borcuna aykırı davrandığında alacaklı, kefalet veya garanti verenin malvarlığına başvurarak borçlunun borcunu yerine getirmemesi sebebiyle uğradığı zararın tazminini sağlayabilir. Kefalet ve garanti, aynı amaca yönelse de bu iki şahsi teminat türü arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Peşinen belirtilebilir ki kefalet, garantiye göre, borçlunun daha lehine alacaklının daha aleyhinedir. Örneğin; kefile başvurabilmek için 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 585-586 hükümlerindeki şartların gerçekleşmesi gerekirken garanti verene başvurabilmek için borcun yerine getirilmemiş olması (rizikonun gerçekleşmiş olması) gerekli ve yeterlidir. Kefalet, bir kısmı el yazısı ile yerine getirilmesi gereken yazılı şekil (TBK m. 583) ve eş rızası (TBK m. 584) gibi sıkı geçerlilik şartlarına tabi iken tüzel kişilerce verilen garanti, hiçbir şekle tabi değildir. Buna bağlı olarak, kefalette, şekle aykırılığı sürerek kefalet borcundan kurtulma imkânı mevcut olmaktadır. Kefalette kefil, asıl borçluya ait olan savunma imkânlarını alacaklıya karşı ileri sürerek kefalet borcundan kurtulabilmekte iken garanti veren böyle bir imkândan yoksundur. Yine, kefalet, asıl borcun mevcut, geçerli ve talep edilebilir olmasına bağlı olmasına rağmen garanti veren, asıl borç ilişkisi hükümsüz olsa dahi kural olarak garanti borcundan kurtulamamaktadır. Bunlar, kefalet ile garanti arasındaki en can alıcı farklılıklardır.
Uygulamada, özellikle tüzel kişilerce (örneğin, ticaret şirketleri) verilen şahsi teminatlar sebebiyle alacaklı, teminat veren tüzel kişiye başvurduğunda, teminat veren tüzel kişi, sözleşmenin kefalet niteliğinde olduğunu ileri sürülerek teminat sağlama borcundan kurtulmaya çalışabilmektedir. Şöyle bir örnek üzerinden somutlaştıralım: (B) AŞ ile (G) AŞ arasında bir ticari ilişki mevcuttur. (G) AŞ, (B) AŞ’nin (A) AŞ’ye olan borcu için garanti vermek üzere garanti sözleşmesi yapmaktadır. (B) AŞ’nin borcunu yerine getirmemesi üzerine (A) AŞ, (G) AŞ’ye başvurduğunda (G) AŞ, yapılan sözleşmenin kefalet sözleşmesi niteliğinde ve şekle aykırı olduğu, TBK m. 586 hükmündeki şartların gerçekleşmediği gibi kefalete özgü savunma imkânlarını ileri sürerek teminat sağlama borcundan kurtulmaya çalışmaktadır.
Bu gibi örneklerde, şahsi teminatı amaçlayan sözleşmenin kefalet mi garanti mi olduğu sorunu ortaya çıkmaktadır. Peki, sözleşmenin, kefalet mi garanti mi olduğu nasıl anlaşılacaktır? Bu sorunun cevabı, hemen aşağıdaki başlıkta ele alınmaktadır.
III. KEFALET ve GARANTİNİN AYRIMINDA KULLANILAN KISTASLAR
Öğretide ve Yargıtay uygulamasında, kefalet ve garantiyi birbirinden ayırmak üzere çeşitli kıstaslar geliştirilmiştir. Bu kıstasların başlıcaları şu şekilde özetlenebilir:
“Yine doktrin ve anılan İçtihadı Birleştirme Kararı’nda belirlenmiş olan ana kıstaslara gelince; bunlardan ilki, asli-feri yükümlülük kriteridir. Buna göre garanti veren bağımsız bir borç altına girmekte olup, bu yükümlülüğün bir başka borç ile ilgisi yoktur; kefalette ise, asıl olan bir başka borcun (temel ilişki) olması ve verilen teminat ile o borcun ödenmesinin sağlanmasıdır. Doktrine göre de bir başka borç ilişkisine yollamada bulunulması, fer’ilik karinesini teşkil eder.”
“Ana kıstaslardan ikincisi, ‘yükümlülüğün kapsam ve niteliğine göre belirlenmesi kriteridir’. Buna göre, asıl borçlu gibi yükümlülük altına girme amacını taşıyan sözleşme kefalet, asıl borçlunun borcunu aşabilecek, bir başka deyimle, lehine taahhüt altına girilen alacaklının hiçbir şekilde zarara uğramayacağını temine yönelik sözleşme ise, garanti sözleşmesi olarak nitelendirilmelidir.”
“Ana kıstaslardan bir diğeri ise menfaat kıstası olup, buna göre kefalet ilişkisinde kefalet verenin bu ilişkide bir yararlanma amacı olmadığı halde, garanti sözleşmesinde ilke olarak böyle bir teminat verenin yararı yoktur.”
Önemle belirtmek gerekir ki bu kıstaslar, öğreti ve Yargıtay uygulamasında kullanılan başlıca kıstaslar olmasına rağmen sadece bu kıstaslardan yola çıkılmamakta ve somut olayın özellikleri mutlaka göz önünde bulundurularak sonuca ulaşılmaktadır.
Yukarıda da belirtildiği üzere, garanti, kefalete göre, alacaklı bakımından daha kuvvetli bir teminat teşkil etmektedir. Bu sebeple, borçlunun borcunu yerine getireceğinde tereddüt yaşayan alacaklıların kefalet yerine garanti alması daha lehe olacaktır. Ancak garanti sözleşmesi yapılsa dahi teminat veren, yapılan sözleşmenin kefalet sözleşmesi olduğunu ileri sürebilmektedir. Bu gibi durumlarda, mahkemece, yapılan sözleşmenin kefalet mi garanti mi olduğu incelenmektedir. Bu incelemede, bir önceki başlıkta kısaca ele alınan kıstaslar ile sonuca varılmaya çalışılmaktadır. Yapılan sözleşmenin kefalet mi garanti mi olduğunun tespitinde garanti sözleşmesinin mevcut olduğuna işaret eden bazı önemli kayıtlar şu şekilde sıralanabilir:
iii) Garanti verenin sorumlu olduğu miktarın, asıl borçtan daha fazla olacak şekilde kararlaştırılması (örneğin, asıl borç 10.000.000 TL ise garanti verenin sorumlu olacağı miktarın 12.000.000 TL olarak kararlaştırılması),
Teminatı amaçlayan sözleşmede, yapılan sözleşmenin garanti sözleşmesi olduğundaki tereddütler azaltılmak isteniyorsa, bu kayıtlara yer verilmesi faydalı olacaktır.
Önemine istinaden belirtmek gerekir ki gerçek kişilerce verilen şahsi teminatlar; ehliyet, şekil ve eş rızası bakımından kefalet hükümlerine tabidir. Buna göre, şahsi teminat veren kişi, tacir dahi olsa gerçek kişi (şahıs) ise onun yaptığı sözleşme garanti sözleşmesi de olsa örneğin, şekle ilişkin TBK m. 583 hükmü uygulama alanı bulacaktır.
Bu çalışma ile anlatılanları bir örnek üzerinden özetleyelim:
iii) Bunun üzerine, (T)’nin kira bedeli ödeme borcu için garanti vermeyi kabul eden (M) ile alacaklı (K) arasına yapılan garanti sözleşmesinde;
hususlarına yer verilirse, uyuşmazlık hâlinde, (M) ile (K) arasındaki sözleşmenin garanti sözleşmesi niteliğinde olduğu noktasındaki tereddütler asgariye indirilmiş olacaktır.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
DEVELİOĞLU, Hüseyin Murat; Kefalet Sözleşmesini Düzenleyen Hükümler Işığında Bağımsız Garanti Sözleşmeleri, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2009.
ELÇİN GRASSİNGER, Gülçin; Kefilin Alacaklıya Karşı Sahip Olduğu Savunma İmkânları, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 1996.
NOMER, Halûk N.; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş Onbeşinci Bası, Beta, İstanbul, 2017.
ÖZEN, Burak; Kefalet Sözleşmesi, 2. Bası, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2012.
TANDOĞAN, Halûk; Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri Cilt II, 1989 Yılı Dördüncü Tıpkı Basım’dan Beşinci Tıpkı Basım, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2010.
Kazancı Hukuk Otomasyon (Metin içinde “KHO” olarak kısaltılmıştır)
SÖZLEŞMENİZDEKİ YETKİLİ MAHKEME KAYITLARI GEÇERLİ Mİ?
Doç. Dr. Umut Yeniocak
Hukukta “yetki sözleşmesi” olarak andığımız ve sözleşmelerde genellikle “Bu sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda İstanbul mahkemeleri yetkilidir.” ya da benzeri ifadelerle karşımıza çıkan hükümler konusuna değineceğim.
Öncelikle, belirtmek gerekir ki, sözleşme serbestîsi ilkesi çerçevesinde, kural olarak tarafların o sözleşmeden doğacak davaların hangi yer mahkemesinde görüleceğini belirleme yetkileri vardır. Ancak, hemen belirteyim burada sadece yer bakımından bir belirleme yapılabilir. Yani İstanbul mahkemeleri, İzmir mahkemeleri gibi…
Ama şunu yapamayız “Bu sözleşmeden doğan davalar İstanbul Asliye Ticaret Mahkemeleri’nde görülecektir.” diyemeyiz. Desek bile, açacağımız davanın türü ticaret mahkemelerinde görülmeye müsait değilse, örneğin, tüketici mahkemesinde görülmesi gerekiyorsa, biz sözleşmeyle bunu değiştiremeyiz. Çünkü bu konu mahkemelerin “görev” konusudur. Yani uyuşmazlığın hangi mahkemenin görevine girdiği konusudur ki, burası, sözleşmeyle müdahale edilemeyecek, emredici kurallarla düzenlenmiş, kamu düzenini ilgilendiren bir alandır. Biz sözleşmeyle sadece davanın hangi yer mahkemesinde görülebileceği (yetki) üzerinde anlaşabiliriz.
2011’de getirilen yeni kural
Ancak, yapacağımız bu anlaşmanın geçerliliği bakımından 2011 yılında bu konuda önemli bir gelişme oldu. Mahkemelerin işleyişiyle ilgili kuralları belirleyen kanun yenilendi. Kanun’un yeni adı “Hukuk Muhakemeleri Kanunu”. Bu Kanun, yetki sözleşmeleri hakkında önemli bir yenilik getirdi.
Buna göre, artık herkes sözleşmeyle yetkili mahkemeyi tayin edemeyecek. Bu imkân sadece her iki tarafı da tacir ya da kamu tüzel kişisi olan sözleşmelerde mevcuttur. Bunun haricindeki sözleşmelerde, taraflar sözleşmeye böyle bir hüküm koysalar da bu hüküm geçersiz olacaktır.
Peki, yetki anlaşması geçersizse ne olur?
Yetki anlaşması geçersizse, onun yerine kanun o konudaki uyuşmazlığın hangi yer mahkemesinde görülmesi gerektiğini düzenlemişse dava orada görülecektir.
Bu konuda Kanunda yer alan en genel kural şudur: Dava, davalının yerleşim yerinde açılır. Yani dava açmak istiyorsan, kural olarak davalının yaşadığı yerdeki mahkemede açman gerekir. Kanuna göre, sözleşmeleri ilgilendiren bir başka genel yetki kuralı ise, sözleşmedeki esas borçların ifa edildiği yerdeki mahkeme de yetkilidir. Kanunda başka bazı özel yetki kuralları da yer alır. Burada ayrıntısına girmeyeceğim.
Yukarıda bahsi geçen 2011 tarihli yeni kural getirilirken, bir koruma amacıyla hareket edilmiştir. Özellikle, tüketicilerle yapılan sözleşmelerde tüketicinin aleyhine olacak şekilde yetkili mahkeme kayıtları kullanıldığı için, şayet sözleşmenin her iki tarafı da tacir değilse yetkili mahkemenin kanuna göre belirlenmesi tercih edilmiştir. Yani İstanbul’daki bir firma Niğde’deki tüketiciye bir mal sattığı zaman, sözleşmeye ‘yetkili mahkeme İstanbul mahkemeleridir.’ yazarak, sonradan bu sözleşmeye dayanarak tüketiciye karşı bir dava açmak isterse, Niğde’ye gitmeyip İstanbul’da dava açabilmesi, tüketiciyi kendi ayağına gelmek zorunda bırakması engellenmek istenmiştir.
Yeni kuralın bir başka yönü de şudur: Eskiden sözleşmede bir yetkili mahkeme belirlesen bile, Kanuna göre yetkili olan mahkemenin yetkisini kaldırmak mümkün değildi. Yani hem Kanuna göre yetkili mahkemede hem de sözleşmede belirlenen mahkemede dava açılabilirdi. Yeni kural ise, aksine bir anlaşma yapılmamışsa taraflar, sadece sözleşmede belirlenen mahkemede dava açabileceklerdir.
Örneğin, sözleşmeye İzmir mahkemeleri yetkilidir yazdınız. Ama kanuna göre yetkili mahkeme İstanbul. Eskiden davanızı isterseniz İzmir’de isterseniz İstanbul’da açabilirdiniz. Şimdi ise, sözleşmede İzmir yazdığı için sadece İzmir mahkemelerinde dava açabilirsiniz.
Hemen hatırlatmak isterim ki, yukarıda belirttiğim gibi, sözleşmedeki bu yetki anlaşmasının geçerli olabilmesi için sözleşmenin her iki tarafının da tacir (ya da kamu tüzel kişisi) olması şart.
EĞİTİM PROGRAMLARI İÇİN TIKLAYINIZ.
Ekibinizin ihtiyacı doğru eğitim teklifini almak için talebinizi egitim@satinalmadergisi.com e-posta adresimize iletebilirsiniz.

Çalışılmayan cumartesi günü telafi çalışması yapılabilir mi?
LÜTFİ İNCİROĞLU
İnciroğlu Danışmanlık Denetim ve Eğitim Hizmetleri
“ÇARŞAMBA’NIN SORUSU”
4857 sayılı İş Kanunu’nun 64.maddesine göre “zorunlu nedenlerle işin durması, ulusal bayram ve genel tatillerden önce veya sonra işyerinin tatil edilmesi veya benzer nedenlerle işyerinde normal çalışma sürelerinin önemli ölçüde altında çalışılması veya tamamen tatil edilmesi ya da işçinin talebi ile kendisine izin verilmesi hallerinde, işveren iki ay içinde çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabilir. Bu çalışmalar fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma sayılmaz. Telafi çalışmaları, günlük en çok çalışma süresini aşmamak koşulu ile günde üç saatten fazla olamaz. Tatil günlerinde telafi çalışması yaptırılamaz”.
İşçi, 4857 sayılı İş Kanundaki koşullara göre işveren tarafından karar verilen bir telafi çalışmasını yapmakla yükümlüdür. Çünkü İş Kanunu m.64/1’de, “işveren… çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabilir” şeklindeki telafi çalışması uygulamasını işverenin takdirine bırakmıştır. Dolayısıyla işverenin telafi çalışması yaptıracağı zaman işçiden onay almasına gerek yoktur. Telafi çalışmasına katılmak istemeyen işçi, işi ifa borcuna aykırı davrandığından İş K. m25/II (h) fıkrasına göre, iş sözleşmesi işveren tarafından haklı nedenle feshedilebilir (Mollamahmutoğlu, Astarlı, Baysal, İş Hukuku, s.1280).
Yargıtay’a göre de “Dosya içeriğine göre dava konusu işyerinde haftanın 5 günü çalışma yapıldığı Cumartesi günü akdi tatil, Pazar gününün ise hafta tatili olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Davalı işveren, piyasadaki döviz kurlarının ani dalgalanması ve buna bağlı olarak fiyat oluşmaması, sipariş alınamaması nedeniyle 2006 Haziran sonu ve Temmuz ayının ilk günlerinde işin tatil edilmesi zorunluluğunu doğurduğunu, bu nedenle müteakip aylarda Cumartesi günlerinde çalışma yapılacağını işçilere önceden duyurmuştur. Tanık anlatımlarına göre davacının birkaç Cumartesi günü 08.00-19.00 saatleri arasında çalıştıktan sonra 26.8.2006 Cumartesi gününde çalışmak istememiş ve iş sözleşmesi bu nedenle feshedilmiştir. Ancak Cumartesi günü dava konusu işyeri bakımından tatil günü olduğu gibi, telafi çalışması olduğu belirtilen çalışmanın da günde 3 saatten fazla yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının çalışmak istememesi Yukarıda belirtilen hükümlere uygun düşmektedir. Mevcut olgulara göre feshin haklı veya geçerli nedene dayandığını kabul etmek mümkün görülmediğinden mahkemece davanın kabulü yerine yazılı şekilde reddi hatalı olmuştur”. (Y9HD.17.3.2008 T., E.2007/27667/11104 K.2008/5298 Legalbank).
Sonuç olarak, 4857 sayılı Kanunda telafi çalışmasının sadece tatil günlerinde yaptırılamayacağı belirtilmiş, tatil gününün kanuni ya da akdi olduğuna değinilmemiştir (m.64/2). Dolayısıyla haftanın beş günü çalışılan işyerlerinde cumartesi günü akdi tatil ise, bu günler de telafi çalışması yaptırılamaz. Yargıtay’ın aynı yönde verdiği kararında da “dava konusu işyerinde haftanın beş günü çalışma yapıldığı cumartesi günü akdi tatil, pazar gününün ise hafta tatili olarak kullanıldığı anlaşıldığından bu günlerde telafi çalışması yaptırılamaz” denilmektedir.
KEP, e-Tebligat, e-Fatura, e-Arşiv ve e-Saklama gibi hizmetler ile şirketlerin dijitalleşmesini sağlayan TÜRKKEP, düzenlediği ‘Anadolu Buluşmaları’ kapsamında Türkiye’nin dört bir yanında faaliyet gösteren TÜRKKEP Başvuru Merkezi (TBM) temsilcileri ile bir araya geldi.
Kurumsal ve bireysel müşterilerine, Kayıtlı Elektronik Posta (KEP), e-Tebligat, e-Fatura, e-Arşiv Fatura ve e-Saklama gibi hizmetler sunan TÜRKKEP, ‘Anadolu Buluşmaları’ kapsamında Adana, Ankara, İzmir, Bursa ve Diyarbakır’da hizmet veren 150 kadar TÜRKKEP Başvuru Merkezi (TBM) temsilcileri ile bir araya geldi. Yapılan toplantılar kapsamında 2019 yılı planları ve hedefleri, pazardaki son gelişmeler ve trendler ele alındı. Toplantılarda ayrıca yeni ürünler ve çıkarılması planlanan ürünler hakkında bilgi verilirken; TBM’lerin fikir ve önerileri de alındı.
‘Anadolu Buluşmaları’ hakkında konuşan TÜRKKEP Yönetim Kurulu Başkanı M. Kurtuluş Nevruz, “Şirketlerin dijitalleşmesine öncülük eden şirketimiz, 2008’den beri şirketlere özel KEP çözümleri sunuyor. Bugün 200’e yakın bayimiz ile Türkiye’nin her bölgesinde aktif olarak faaliyet gösteriyoruz. Adana, Ankara, İzmir, Bursa ve Diyarbakır’da düzenlediğimiz ‘Anadolu Buluşmaları’ kapsamında bir kez daha TBM temsilcilerimizle bir araya gelmenin mutluluğunu yaşadık. Temsilcilerimizle birlikte hem 2019 yılı planları ve hedeflerimizi paylaştık hem de pazardaki son gelişmeler ve trendler konusunda önemli istişarelerde bulunduk. Hedefimiz bu yıl boyunca ‘Anadolu Buluşmaları’nı sıklıkla tekrarlamak ” dedi.
TÜRKKEP’ten yepyeni bir ürün: KEP Mutabat
Toplantılar kapsamında TÜRKKEP’in Türkiye’de bir ilk olan yeni ürünü KEP Mutabakat’ın tanıtımı da yapıldı. KEP Mutabakat ile standart e-posta, faks, telefon üzerinden bilgi gönderimine ihtiyaç duymadan tek bir yönetim paneli üzerinden mutabakat yazışmalarının yapılabildiğini belirten Nevruz, “KEP Mutabakat Sistemi’ne müşteri/tedarikçi vergi kimlik numarası ve vergi dairesi bilgileri ile birlikte girilmiş olan cari bakiye, BA veya BS bilgileri topluca müşteri/tedarikçi bazında dağıtılır. Her bir mutabakat tarafı kendisine iletilmiş olan bu mutabakat talebi karşısında değerlendirmesini gerçekleştirip cevabını (kabul, red ve/veya yeni tutar talebi) iletir.
Bir panel üzerinde gönderilmiş mutabakat talepleri ve gelen mutabakat cevapları izlenebilir. Bu aşamada mutabakatlaşma sürecindeki dağınık yapının önüne geçilirken, sistematik olarak mutabakat süreçlerinin izlenmesi ve takibi kolaylıkla sağlanır” diye konuştu.
Makine sektörünün köklü şirketlerinden Tezmaksan, Ar-Ge ve inovasyon konusunda gerçekleştirdiği yatırımlarla adından sıkça söz ettiriyor. Şirketin ‘Kapasitematik’ ve ‘CUBEBOX’ gibi projeleri, şirketlerde ciddi anlamda verimlilik sağlıyor. Zaman ve maliyetten oluşan tasarruf, Türkiye ekonomisine de destek oluyor.
Türk şirketleri Endüstri 4.0’ın rüzgarıyla Ar-Ge ve inovasyon yatırımlarına hız verdi. Verimlilik temeline dayalı olan bu furya, özellikle üretim sektöründe kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Türk mühendislerin geliştirdiği yazılım ve otomasyon sistemleri, şirketlerin maliyet ve zamandan tasarruf etmelerine imkan tanıdı. Türkiye makine pazarının lider markası Tezmaksan da bu konuda yatırım yapan şirketlerin başında geliyor.
Tezmaksan tarafından sektörün hizmetine sunulan Kapasitematik yazılımı, üretim sektöründe verimlilik adına hayata geçen en önemli Ar-Ge projesi olarak öne çıkıyor. Türk mühendisleri tarafından oluşturulan ve ‘Kapasitematik’ adını taşıyan yazılım; firmaların makineleri uzaktan takip ederek anlık çalışma verilerini ve tarihsel istatistiksel verimlilik analizlerini kullanıcı ve işletme sahiplerine sunuyor. Kapasitematik uygulamasını makinelerinde kullanan işletme sahipleri, internet bulunan her yerden (cep telefonu ve tabletler dahil) uygulamayı indirerek makinelerinin ne durumda olduğunu analiz edebiliyor. Kapasitematik ile makinenin çalışmaya ne zaman başladığı, ortam sıcaklığı, ortamda bulunan nem oranı, parça üretimine dair kalite kontrol bilgileri, arıza durumları, makinenin ne kadar verimli kullanıldığı gibi bilgilere internet üzerinden anında ulaşılabilmek mümkün.
VERİMLİK ARTIŞI SAĞLIYOR
Tezmaksan’ın verimlilik üzerine geliştirdiği bir diğer proje ise CUBEBOX… Yine yerli bir otomasyon sistem olarak göze çarpan sistem özellikle gece vardiyalarında yüzde 50 verimlilik sağlıyor. 24 saat çalışma sistemine uygun olan CUBEBOX, duruş ve hata oranını minimum düzeye indirerek, üreticilerin daha rekabetçi olmalarına imkan tanıyor. Standart yapısı ile tüm CNC tezgahlara uyumlu olan bu sistem, şirketlere özel robot sistemlerinden daha uygun fiyata geliyor. Zamanın çok önemli olduğu üretim sürecinde, CUBEBOX’ın 1 gün kadar çok kısa bir sürede sisteme adapte olması da büyük avantaj sağlıyor. Ayrıca bu sistem ile robot programlama bilgisine ihtiyaç duymadan parça değişimi de yapılabiliyor. Her türlü kontrol ünitesi ve markasına uyumlu olan CUBEBOX ile robot makine ile birlikte çalışırken operatörde magazini doldurup boşaltabiliyor. Bu ilaveten sistem, esnek yapısı ile fabrika içerisinde makinadan makinaya kolayca taşınabilir bir yapıda bulunuyor.
TÜRKİYE POTANSİYEL BİR PAZAR
Tezmaksan Genel Müdürü Hakan Aydoğdu yaptığı açıklamada “Bir önceki yıla göre robot talepleri 10 kat artmış durumda. Sanayici nitelikli ara eleman bulamadığından veya insanların ağır işlerde çalışmak istemesinden dolayı robota olan ilgi hayli yüksek. Ancak Türkiye’de işçiliğin halen uygun olması ve robot maliyetlerinin Türkiye için yüksek olmasından dolayı otomasyonlaşma hak ettiği yerde değil. Geliştirdiğimiz Kapasitematik programı da robotlaşmaya geçildiğinde robotların ve makinaların verimliliğini ölçecek ve geliştirdiğimiz yapay zeka sayesinde robotlar ve makinalar da kendi işlerinde uzmanlaşacak ve insiyatif almaya başlayacak. Dolayısıyla ile gelecek bu veriler, okuyup analiz eden analizciler, robot programcıları gibi yeni meslekler çıkacak. Türkiye’de bu konuda fazla bilgi kirliliği var. Türkiye henüz işin ABC’si kısmında. Okullarda ve sanayide bu konu ile ilgili geleceğe yönelik atılmış bir adım yok” diye konuştu.
DEVLET HİBE DE VERİYOR
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın ülke ekonomisine fayda sağlayacak olan teknolojik yatırımları desteklediğini söyleyen Tezmaksan Makina Genel Müdürü Hakan Aydoğdu “Teknoloji üreten veya ülke ekonomisine fayda sağlayacak şekilde bu teknolojiyi kullanan firmaların, belli limitlerde desteklenmesi bir süredir hayatta olan bir konu. KOSGEB’in bu alandaki girişimini son derece doğru buluyorum. Biz de Kapasitematik gibi bir yazılımı ülkeye kazandırdığımız için son derece gururluyuz. Şirket maliyetleri düşerken, hem üretici hem de ülkemiz kazanıyor. Kapasitematik’i kullanan şirketlerin yüzde 50’ye kadar devletten hibe alabilmesi de bu tür yatırımların önünü açıyor” dedi.
Tedarik Zinciri + Akıllı Lojistik = Değer Zinciri
Dr. Hakan ÇINAR
İngiltere Cranfield Üniversitesi’nden Prof. Martin Christopher, “Gelecekte kurumların arasındaki rekabet; ürettikleri ürünlerde veya bu ürünlerin tüketildiği ülkelerde değil, kullandıkları TEDARİK ZİNCİRLERİ arasında olacaktır.” diyerek Tedarik Zinciri’nin önemini son derece etkili bir şekilde vurgulamıştır. Yine New ve Payne,1995 yılında Tedarik Zinciri Yönetimi kavramını, hammaddenin elde edilmesinden, üretilen ürünün son kullanıcıya ulaştırılmasına kadar olan süreç içerisinde üretim ve tedarik proseslerinin her bir elemanının birleştirilmesi olarak tanımlayarak, tedarik zincirinin önemine değinmişlerdir. Tedarik Zinciri kavramı, hammaddenin elde edilmesinden, üretilen ürünün son kullanıcıya ulaştırılmasına kadar olan süreç içerisinde üretim ve tedarik proseslerinin her bir elemanının birleştirilmesi olarak tanımlayanlar, tedarik zincirinin hem anlamını, hem de hayatımızdaki önemini çok net özetlemiş oluyorlar.
Tedarik Zinciri yönetiminde çok önemli bir paya sahip olan lojistikte, artık Akıllı Lojistik Teknolojilerinin söz sahibi olmak üzere olduğunu göz önünde bulundurmalıyız. Yüksek teknolojilerin geçerli olduğu, tüm malların envanterinin, malların dünyanın nerede olduğunu takip edebilen sistemler, o ürüne kaç kere dokunulduğu, o ürünün hızlı satılıp satılmadığını bilmek artık son derece kolay ve mümkün. Yıllar önce bize bu tarz yeniliklerin olacağı söylenildiğinde, hani canım diyor idik. Ancak artık günümüzde, chatbot (yapay zeka), akıllı ve en önemlisi öğrenen robotlar öylesine hakim ki, lojistik gibi dinamik ve yenilikçi bir sektörde nelerin değiştiğini herkesin çok iyi takip edip öğrenmesi gerekiyor.
Günlük kullanımımızda ve rekabetçi anlamda bakıldığında “değer” kelimesi, bir şirketin ürettiği ürünlerin veya hizmetlerin karşılığında müşterilerin ödemeye gönüllü oldukları tutar olarak ifade edilir ve genellikle de toplam ciro ile ölçülür. Dolayısı ile ortada müşteri için üretilmiş bir değer olduğundan, bu bedelin, bahse konu üretim için katlanılan maliyetten fazla olması gerekliliği ortaya çıkar. Bunların sonucunda da kar rakamı ortaya çıkmış olur. Değer yaratıcı faaliyetler olarak; başta tasarım olmak üzere, üretim, pazarlama, dağıtım gibi faaliyetler sıralanabilir. Bu faaliyetler, günümüz literatüründe esas faaliyetler olarak nitelendirilmiş olup, aynı zamanda ürünün satışı, müşteriye teslimi ve satış sonrası faaliyetleri de aynı kapsamda değerlendirilir. Detaylı incelemelere baktığımızda “Esas Faaliyetler”in beş ana faaliyet kategorisine ayrıldığını görürüz. Bunlar;
Destek faaliyetler ise ürün ve hizmetin üretilmesi faaliyetlerini destekleyen, satın alınan girdileri, insan kaynaklarını, gerekli teknolojiyi sağlayan faaliyetlerdir. Bu tür faaliyetler kuruluşun tümüne yönelik genel faaliyetler olabileceği gibi belli esas faaliyetler ile ilgili de olabilir. Esas faaliyetler ve destek faaliyetler birbirleriyle ilişkili faaliyetlerdir.
İşletmeler için hammadde ile başlayan, ve onun mamule dönüşmesi ile devam eden ticari ürünün, müşteriye ulaştırılması ve son kullanıcı tarafından tüketilmesi aşamalarını kapsayan fiziksel ve bilgi akışının tamamı anlamına gelen Tedarik Zinciri ile, değer zinciri arasındaki kuvvetli bağ, bu iki tanımı da inceledikten sonra çok daha net ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle, “Değer Zinciri” olarak kabul edilen ve bir işletmenin can damarı olan esas faaliyetler, tümü ile “Tedarik Zinciri’ni de içine almaktadır. Tedarik Zinciri Yönetimi, her ne kadar üretim ve satışı kapsamıyor gibi değerlendirilse de; ürünlerin üretimini ve müşteriye doğru zaman ve mümkün olan en uygun koşullarda teslimatını sağlayabilmek üzere konumlandığını belirttiğimiz anda, aslında Değer Zinciri’nin tam da merkezine oturduğunu çok net algılayabiliyoruz.
Tedarik Zinciri’nin bir işletme için; satıcıların, üreticilerin, toptancıların veya tedarikçilerin etkin şekilde entegrasyonu için kullanılan yaklaşımlar ve yöntemler bütününü kapsadığını düşündüğümüzde, kurumlar için bu kavramın can damarı anlamına geldiğini görebilmek hiç de zor değil. Her firma bir tedarik zincirinin parçasıdır ve artık günümüzde rekabet işte bu zincirler arasındadır.
Genel anlamda baktığımızda, dış kaynak kullanım düzeyinin artması, taşıma maliyetlerinin yükselmesi, işlemlerin iyileştirilmesi gereksinimi, rekabet baskısı, elektronik ticaretin öneminin artması ve envanterin kontrol altına alınması gibi sebepler ile Tedarik Zinciri Yönetimi’ne geçiş sağlandığını hatırlatırken, artık bu kavramı daha fazla benimsememiz, “Değer Zinciri” ile eşdeğer kabul etmemiz ve üzerinde durmamız gerektiğini, işletmelerin yüksek kalite düzeyine ulaşmada odaklanmaları gereken kavramın bu olduğuna dikkatlerini çekerek sözlerimi noktalıyorum.
Amerika’nın lider forklift ve istif makineleri üreticisi Yale, Quick Lift firması ile imzaladığı yeni distribütörlük anlaşmasıyla robotik ürünlerini Türkiye’ye taşıyor. Yeni yatırımlar Türkiye pazarını 5 yıl içinde 30 bin adetlere ulaştıracak.
140 yılı aşkın deneyimle forklift ve istif makineleri üreten Yale, Türkiye’de TSM Global’in iştiraki Quick Lift ile distribütörlük anlaşması imzaladı. Hyster – Yale Grup EMEA Bölgesi Kıdemli Başkan Yardımcısı Harry Sands ve TSM Global CEO’su Taner Sönmezerdüzenledikleri bir toplantıyla iş birliği anlaşmasının detaylarını paylaştı.
Yale: Türkiye’nin büyümesine büyük önem veriyoruz
Quick Lift’in Yale’in forklift ve depo içi ekipmanlarının satış, kiralama ve satış sonrası hizmetlerinden sorumlu olacağını söyleyen Hyster – Yale Grup EMEA Bölgesi Kıdemli Başkan Yardımcısı Harry Sands, bu iş birliği sayesinde Türkiye’nin tüm bölgelerinde yaygın ve etkin satış ve satış sonrası hizmetler sunabileceklerini aktardı. Türkiye’yi lojistik üssü olarak gördüklerini belirten Sands, Yale Türkiye’deki potansiyeli gördükleri için buraya yatırım yaptıklarını söyledi. Türkiye pazarını öneminin altını çizen Sands, Quick Lift ile önemli bir yol kat edeceklerini bildirdi.
Türkiye’de 8 bin kişiye 1 forklift düşüyor
TSM Global CEO’su Taner Sönmezer ise TSM Global’in 2014 yılından bu yana Türkiye’nin yanı sıra Gürcistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da satış ve satış sonrası hizmetler alanında faaliyet gösterdiğini söyledi. Sönmezer: “Türkiye forklift pazarı normal dönemlerde yılda 10 bin adet ortalamasına sahiptir; ama bu sene maksimum 6 bin civarında bir pazar büyüklüğü söz konusu olacak. Biz 2019 yılını fırsat yılı olarak görüyoruz; pazarın önü açılıyor, bu yıl beklenenden iyi durumdayız. Pazarda yükselen ivme 2020 Mart’ından sonra katlanarak artacak. İngiltere ve Fransa’da her 600-2.000 kişiye 1 forklift düşerken Türkiye’de her 8 bin kişiye 1 forklift düşüyor. Türkiye de kısa zamanda bu seviyeye çıkacaktır. İngiltere ve Fransa’da pazar yıllık yaklaşık 80-100 bin adet. Türkiye’nin bulunduğu coğrafi konumu düşünürsek, liman ülkesi olmamız ve kıtalar arası köprü görevi görmemiz açısından potansiyelimiz oldukça yüksek. Pazar büyüklüğünün önümüzdeki 5 yıl içinde 30 bin adede çıkmasının öngörüyoruz. TSM Global iştiraki olan Quick Lift firması da Yale iş birliği ile gelişen bu pazarın lideri olacak” diye konuştu.
500 kişilik yeni istihdam fırsatı
Yale ve Quick Lift arasındaki bu iş birliği ile özellikle lojistik, otomotiv, perakende, içecek, gıda, ambalaj, beyaz eşya ve elektronik sektörlerini hedeflediklerini açıklayan Sönmezer, yatırımları artırmayı planladıklarını bildirdi. Türkiye’nin tüm sanayi şehirlerine yatırım yapmayı hedeflediklerini açıklayan Sönmezer, bünyelerine 10-12 yeni bölge ve bayi ağı ekleyeceklerini açıkladı. Sönmezer, yeni yapılanmalarda satış, servis, yedek parça, kiralama ve eğitim akademileri kurduklarını da bildirdi. Sönmezer: “3 sene içerisinde Quick Lift ve tüm bayi ağı olmak üzere 500 kişilik yeni istihdam oluşturarak ülkemiz ekonomisine ve istihdamına katkı sağlayacağız” dedi.
Robotik ürünler Türkiye’ye geliyor
Her yıl 40 milyon Euro’luk Ar-Ge yatırımı yapan Yale Grup’un 10 yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığı robotik ürünlerinin Türkiye pazarına gireceğini söyleyen Sönmezer, bu yeni endüstri 4.0 teknolojisi ürünlerin çalışma maliyetlerini düşürüp verimliliği artırdığını bildirdi. Sönmezer, Yale robotik ürün gamının farklılaşma noktasının navigasyon teknolojisinde yattığına vurgu yaptı. Bu teknoloji sayesinde Yale robotik ürünlerin özel bir altyapı yatırımına ihtiyaç duymadığını ifade eden Sönmezer, bu çözümü tek bir makineden büyük bir filoya kadar sunabildiklerine dikkat çekti. Sönmezer, yakıt yerine batarya ile çalışan forklift teknolojisinin de maliyetleri oldukça düşürdüğünü kaydetti. Gelecek 10 yılın teknolojisini bu günden öngörerek robotik ürünlerin üretildiğini bildiren Sönmezer, bu yeni ürünlerin hem KOBİ’ler hem de büyük ölçekli firmalar için önemli bir kaynak tasarruf kalemi olacağının altını çizdi.
24 saat içinde ürün ve yedek parça temin edebiliyoruz
Yale’in Avrupa’daki geniş dağıtım ağı sayesinde gerek makine teslimatlarını gerekse ihtiyaç halindeki yedek parça teminlerini çok hızlı gerçekleştirebildiklerini belirten Sönmezer, Quick Lift’in geniş bayi ve servis ağı ile 24 saat içinde Türkiye’nin her noktasına erişebildiklerini, özellikle yedek parça taleplerinin yaklaşık yüzde 90’lık bir oranınını raftan karşılayabildiklerini bildirdi.