Bu hafta iskontolu bir ihracat akreditif işlemi yürütüyorum ama yürümüyor.
Niyesine gelelim ve detayları hatırlayalım.
Vadeli ihracat akreditifi nedir, satışta niye gereklidir, nasıl iskonto edilir?
Peki nedir bu İSKONTO?
İskonto, bir finansal varlığın (vadeli akreditif, poliçe, senet, P/N) vadesinden önce paraya çevrilmesi halinde vade sonuna kadar oluşacak zaman için hesaplanacak faizin, peşin olarak tahsili ve bakiyenin ihracatçıya vade sonunu beklemeden erken ödenmesidir, bir nevi indirimdir.
Vadeli bir satıştan doğan ancak henüz vadesi gelmemiş alacağın çoğunlukla Bankalar tarafından vadesinden önce ihracatçıya ödenmesidir. Bu işlem ile ihracatçıya şirket kredi limitinden kullanmadan sabit faizli finansman olanağı sağlanır. Böylelikle ihracatçılar faiz ve kur risklerinden korunarak likiditelerini ve rekabet güçlerini arttırmış olurlar.
Diğer bir ifade ile; ihracatçıya açılan teyitli veya teyitsiz ihracat akreditif vesaikinin (ihracat belgeleri) bankaya sunulması sonrası amir/ithalatçı bankadan gelecek vade teyidine istinaden, muhabir banka limiti kapsamında bedelini iskonto ediyor ve vadesinden önce ilgili tutar ihracatçının kullanımına sunuluyor.
Avantajları
İhracatı olarak şirket kredi limitinizi kullanmadan finansman sağlamış olursunuz,
Likiditenizi ve rekabet gücünüzü artırırsınız.
İhracatçıya rücu edilmeden finansman imkanı tanınmış oluyor,
Finansman maliyetini önceden kesin olarak bilmenizi sağlıyor.
İşte bu tür avantajlar nedeniyle İhracat Satış Ekibi aslında süreci baştan iyi yönetip ihracat cirosunu artırabilir.
Nasıl mı?
Bilindiği gibi bir ürünün peşin fiyatı vardır, Alıcı ile görüşme anında eğer Alıcının kısmi tutarlı da olsa vadeli bir alıma ihtiyacı varsa bankanızla görüşüp sözleşme öncesi maliyetinizi öğrenip ikinci bir fiyat teklifi sunabilirsiniz. Bazı Alıcılar da satın aldığı ürünü rafa koyuyor, satış belki 2/3 ay sürüyor. Alıcı ne kadar büyük olsa da vade çoğu zaman gerekli oluyor. Bir müşteri ihtiyacını görüp ona çözüm bulmak sizi farklılaştırabilir.
Sıra uygulamaya geldiğinde; bankalar işlem riski fazla olan (akreditifin sadece amir bankanın ödeme taahhüdünü taşıması) veya ülke riski var olan akreditifi iskonto etmekten kaçınırlar. İskonto edilebilmesi için bir akreditifin riskinin minimum düzeyde olması gereklidir ancak bu durumu en baştan bankanızla görüşerek çözebilirsiniz.
Çözebilirsiniz diyorum çünkü bazen çözülemiyor.
Danışmanlık hizmetlerim kapsamında takip ettiğim bir işlemde yukarıda da bahsettiğim gibi en baştan işlem detaylarını ilgili bankaya sunup iskonto onayı almıştım fakat aradan geçen 2 ayda ne değiştiyse (bazen ülke riskleri kısa sürede değişebiliyor) büyük bir Avrupa Birliği (AB) ülkesi akreditifini AB maliyetleri ile iskonto etme onayını o ülkeden de almış olmama rağmen kendi bankamda işlem günü olur alamam 2 hafta sürdü. Kısacası güncel şartlar bazen kısa sürede değişebiliyor, hazırlıklı olmakta fayda.
Türkiye banka iskonto maliyetleri biraz yüksek olması nedeniyle işlem detaylarını Sözleşme imzası öncesi birkaç ülke ile görüşüp neresi avantajlı ise ihracatı planlamak en iyisi. Farklı çözümleri zorlamak işimize fark katabilir.
Akreditiflerin Avantaj ve Dezavantajlarını Hatırlayalım;
Alıcı için avantajları;
Akreditif Alıcıya ithalatın şartlarını ödeme yapılmadan önce belirleme imkanı verir.
Malların ne zaman, nerede, nasıl yükleneceğini belirler,
Bankalar üstünden akreditif şartlarına uygun olmayan belgeler karşılığında ödeme yapılmaması imkanı sunar,
Finansmanı imkanı verir.
Satıcı için avantajları :
Alıcıdan bağımsız olarak bankanın ödeme garantisi vardır, ;
Ödeme malın teslimine değil yüklenmesine bağlıdır.
Banka finansman imkanı verir.
Alıcı için dezavantajları :
Uzmanlık gerektirir, şirket kadrosunda deneyimli kişiler olmalı veya sık işlem yapılmıyorsa işlem bazlı danışmanlık alınabilir,
İşlemde banka ödeme taahhüdü olması nedeniyle diğer ödeme şekillerine göre daha masraflıdır.
Bankada kredi limitinin olması gerekir, yani bankaya teminat verilmeli.
Eksik belge talep edilmesi durumunda malı çekmekte zorluk yaşanabilir, en baştan hazırlık gerekir,
Belgelerin ulaşmasının gecikmesi olasılığı vardır.
Satıcı için dezavantajları :
Uzmanlık gerektirir, şirket kadrosunda deneyimli kişiler olmalı veya sık işlem yapılmıyorsa işlem bazlı danışmanlık alınabilir,
İşlemde banka ödeme taahhüdü olması nedeniyle diğer ödeme şekillerine göre daha masraflıdır. Diğer ödeme şekillerine göre belge hazırlamak zordur, teknik bilgi gerektirir.
Akreditif şartlarına uygun belge ibraz edilemez ise malın bedelinin tahsili riskli hale gelir,
Başarı; iyi bir ön hazırlık ve erken önlemle gelir!
Farklı çözümleri zorlamak işimize fark katabilir!
Gerçek Zamanlı Veri Kullanımı ve Proaktif Vergi İncelemesi
Dr. Arif AYLUÇTARHAN Yeminli Mali Müşavir, Bağımsız Denetçi, Akademisyen
Geçmişte vergi denetimleri genelde yıllar sonra, geriye dönük olarak yapılırdı. Hatta zaman aşımlı yıl tamamlanıp zaman kalırsa diğer yıllar inceleniyordu desek abartmış olmayız doğrusu. Ancak artık durum farklı: vergi idaresi şirketinizin işlemlerinin çoğunluğunu adeta “canlı yayında” izliyor desek abartmış olmayız. Peki bu ne anlama geliyor? Kısaca, vergi incelemeleri eski usül “sonradan inceleme” yaklaşımından, gerçek zamanlı -anlık veri analizine dayalı “proaktif” bir gözetim sürecine dönüşüyor.
İdarenin elinde kocaman bir dijital veri hazinesi var: e-Faturalar, e-Defterler, banka kayıtları… Hazine ve Maliye Bakanlığı, yapay zekâ destekli sistemlerle bu verileri “gerçek zamanlı” tarayarak riskli durumları anında tespit edebiliyor. Böylece hem vergi kaybını önlemeyi hem de mükelleflerin hatalarını hızlıca düzeltmesine fırsat tanımayı hedefliyor (öncül uyarı şeklinde). Örneğin Ekim 2025’te devreye alınan “KURGAN” (Kuruluş Gözetimli Analiz Sistemi) tam da bunu yapıyor: sistem Türkiye çapındaki tüm mal ve hizmet alış/satış işlemlerini anlık olarak tarayarak her birini risk puanı şeklinde ağırlıklandırıyor. Bu sistem özellikle sahte belge (uygulamada naylon fatura) düzenlenmesini ve kullanımını önlemeye odaklanmış durumda. Kullanıcıdan yola çıkılarak düzenleyiciye doğru bir rota çizilmiş durumda.
Vergide Anlık Veri Dönemi
Konvansiyonel denetim anlayışında incelemeler genelde olayın üzerinden yıllar geçtikten sonra hatta çoğunlukla zamanaşımı yılında yapılırdı. Yeni dijital denetim sistemleriyle ise artık veriler anlık analiz edilip çapraz karşılaştırmalar yapılabiliyor. Yani şirketinizin vergi beyanları ile gerçek finansal verileri arasındaki tutarsızlıklar çok daha kısa sürede fark edilebiliyor.
Bu “gerçek zamanlı denetim” yaklaşımının arkasında devasa bir veri entegrasyonu var. Vergi Denetim Kurulu’nun VEDAS (Vergi Denetim Analiz Sistemi) gibi platformları, kamunun ve özel sektörün birçok bilgi sisteminden gelen büyük veriyi harmanlayarak risk analizi yapıyor.
Proaktif İnceleme: Suçüstü Yakalamak
Denetimlerin proaktif hale gelmesi, vergi ziyaı riskinin “yaşandığı anda” tespit edilip mükellefin uyarılması demek. Maliye, artık şüpheli gördüğü bir işlemi fark ettiğinde hemen devreye girip mükelleften izahat talep edebiliyor (bazen sadece bilgi istiyor). Örneğin yapay zekâ sistemleri, bir tapu satışında rayiç bedelin anormal derecede düşük gösterildiğini veya bir araç satışında değerini düşüren bir kazanın beyan edilmediğini saptarsa, eskiden yıllar sonra gelebilecek ceza yerine anında bir uyarı yazısı gönderebiliyor.
Kulağa biraz ürkütücü gelebilir, değil mi? Vergi müfettişi daha kapınızı çalmadan, sistem size “şu işleme dikkat, açıklama yap” diyor. Bu proaktif inceleme yaklaşımı aslında mükellefe bir bakıma “ön-denetim” imkânı sunuyor: Hata varsa düzeltme, yoksa gerçeği belgeleriyle açıklama şansı veriliyor ki ileride daha büyük bir ceza veya dava süreciyle karşılaşmayın.
KURGAN ve Dijital Denetim Araçları
KURGAN, bahsettiğimiz yeni nesil denetim araçlarının en çok ses getiren örneklerinden biri. Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı Vergi Denetim Kurulu, sahte faturalarla mücadele için yapay zekâ destekli KURGAN sistemini 1 Ekim 2025 itibarıyla devreye aldı. KURGAN, “Kuruluş Gözetimli Analiz Sistemi” nin kısaltması; ülke çapındaki tüm alış ve satış işlemlerini ve kuruluşundan itibaren tüm ilgili verileri eşzamanlı tarayarak riskli gördüklerini puanlıyor ve denetim çalışmalarına dahil ediyor. Böylece kayıt dışılıkla mücadelede yeni bir dönem başlamış oldu. Esasen elbette bu seviyeye yeni gelinmedi; BaBs alım ve satış formlarından bu güne gelindi, dijitalleşme ile daha fazla veri ve daha fazla analiz seviyesine gelindi.
Tedarik Zincirine Yansıması
Gerçek zamanlı ve proaktif vergi denetimi yaklaşımı, şirketlerin yalnızca muhasebe departmanını değil, “tedarik zinciri yönetimini” de yakından ilgilendiriyor. Nasıl mı? Çünkü vergi otoritesi, riskli bulduğu işlemlerde sadece ilgili mükellefi uyarmakla kalmıyor; onun ticari ortaklarını da bilgilendiriyor. Bu gelişmeler doğal olarak piyasada belirsizlik ve panik yarattı. Kimse kendini vergi riski altında görmek istemez. Fakat unutmamak lazım, bu uyarılar nihai bir hüküm değil, bir “ön alarm” niteliği taşıyor.
Hal böyleyken, tedarik zinciri profesyonellerine düşen görev bu yeni döneme “soğukkanlı ve hazırlıklı” yaklaşmak. Paniğe kapılıp uzun zamandır çalıştığınız bir tedarikçiyi, sadece bir bildirim geldi diye hemen silmek gereksiz ve zararlı olabilir.
Bu yeni denetim ortamında şirketler için birkaç iyi uygulama önerisi:
– Düzenli İç Denetim: E-Defter, e-Fatura gibi kayıtlarınızdaki tutarlılığı belirli aralıklarla kontrol edin.
– Tedarikçi Risk Değerlendirmesi: Artık tedarikçi seçerken fiyat ve kalite kadar, vergi uyum geçmişini de sorgulamak şart.
– Hızlı İletişim: Vergi idaresinden bir bildirim aldığınızda panik yapmadan fakat vakit kaybetmeden harekete geçin.
– Dijital Yatırım: Verilerinizi gerçek zamanlı izleyebilecek teknolojilere yatırım yapın.
Sonuç
Özetle, vergi idaresinin gerçek zamanlı veri kullanımı ve proaktif vergi incelemesi artık iş dünyasının “yeni normali” haline geliyor. İlk etapta bu dönüşüm bazı sancılar ve kafa karışıklıkları yaratsa da uzun vadede kayıt dışı ekonomiyi azaltarak dürüst şirketler için daha adil bir rekabet ortamı oluşturabilir.
Unutmayalım, “uyumlu olan ayakta kalır” – hem vergi risklerini en aza indirerek maddi kayıplardan kurtulur, hem de güvenilirlik ve itibar anlamında rakiplerinin bir adım önüne geçer.
Dr. Arif AYLUÇTARHAN Yeminli Mali Müşavir, Bağımsız Denetçi, Akademisyen
Biz sanayicilerin maliyetleri düşürme aşkı her zaman önceliklidir. Ancak bu aşkın sarhoşluğunda yapılan bazı tercihler, kısa vadede bütçeye katkı sağlasa da uzun vadede hem üretim süreçlerini hem de şirketin sürdürülebilirliğini olumsuz etkileyebilir. Özellikle “Ucuza kapatma, Çok hesaplıya alma, Az para verme” odaklı kararlar, zamanla verim kaybı, kalite sorunları, tekrar eden arızalar ve operasyonel aksamalarla çok daha yüksek maliyetlere neden olabilir.
Satın alma departmanının (ya da ona baskı yapanların) birim fiyatlara odaklanarak yaptığı tercihlerde, eğer Kalite, Dayanıklılık ve Servis desteği gibi kriterler göz ardı ediyorsa, bu durum üretimde ciddi sorunlar yaratabilir. Bu risk her zaman mevcut ama bir de göze alma maliyeti var. Ucuz ama kalitesiz bir makine ekipmanı, küçük bir bileşenin arızalanması nedeniyle üretim hattını saatlerce veya günlerce durdurabilir. Bu sadece onarım maliyetiyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda iş gücü kaybı, müşteri memnuniyetsizliği ve teslimat gecikmeleri gibi zincirleme sorunlara da yol açar ki zarar bazen telefi edilemeyecek kadar büyük olur. Kaçan müşteri ya da ziyan olan hammadde gibi. Hadi buyur koy koyabiliyorsan yerine.
Bunun yanı sıra, ucuz yedek parça veya sarf malzeme kullanımı, makinelerin verimli çalışmasını engelleyebilir. Düşük kaliteli malzeme, ekipmanın ömrünü kısaltır, bakım sıklığını artırır, gereksiz işçilik çıkartır ve arıza riskini yükseltir. Bu durum, planlı bakım dışı duruş sürelerinin artmasına ve toplam sahip olma maliyetinin öngörülenin çok üzerine çıkmasına neden olur.
Şirketin yatırım ve gelişim hedefleri doğrultusunda yapılan alımların sadece ilk maliyetlerine değil, Toplam Yaşam Döngüsü Maliyetlerine (TCO) odaklanması büyük önem taşır. Uzun ömürlü, servis desteği güçlü, enerji verimli (ki bu zamanda bence en önemli kriter) ve güvenilir makineler tercih edildiğinde, başlangıç maliyeti yüksek olsa bile, uzun vadede bu yatırım kendini fazlasıyla geri öder. Ayrıca kaliteli ve güvenilir tedarikçilerle çalışmak, tedarik zincirinde güveni artırır, iş birliklerini güçlendirir ve kriz anlarında destek almayı kolaylaştırır.
Ayrıca, ucuz alımın iş sağlığı ve güvenliği açısından da riskler barındırdığı unutulmamalıdır. Uygun olmayan koruyucu ekipmanlar, standart dışı yedek parçalar ya da düşük kaliteli elektrik-elektronik bileşenler hem çalışan sağlığını tehlikeye atar hem de iş kazalarının önünü açabilir. Bu tür olayların sadece insani değil, hukuki ve finansal sonuçları da ağır olabilir.
Fabrika yönetiminin stratejik hedefleri arasında Sürdürülebilirlik, Kalite ve Güvenilirlik yer alıyorsa, satın alma kararlarında da bu ilkeleri gözetmek gerekir. Ucuza almak, kısa vadeli kazanım gibi görünse de üretim hattında duruş, kalite sorunları, yüksek bakım masrafları ve zaman kaybı gibi nedenlerle daha pahalıya mal olur.
Sonuç olarak, bir fabrikanın uzun vadeli başarısı; düşük maliyetli değil, doğru maliyetli kararlarla mümkün olur. Ucuzun gerçek bedelini çoğu zaman üretim süreci, çalışanlar ve müşteri ilişkileri öder. Bu nedenle satın alma, yatırım ve gelişim süreçlerinde maliyet-kalite dengesi gözetilmeli; fiyat değil, değer odaklı tercihler ön planda tutulmalıdır.
Son olarak; hep Makine, Mal, Malzeme, Ekipman, Tedarikçi dedik dedik durduk ama sanırım İnsan Kaynağının da ucuza kapatılması konusu çoktaaaan raflara kalkmıştır diye hiç değinmedim bile. Özellikle kurumsal Bilgi Yönetimi, Veri Madenciliği, Motivasyon ve Tutundurma Çalışmalarının ayyuka çıktığı bu devirde kalkıp da ucuz iş gücünün zararlarına değinmeye hiç gerek yok. Çalışanından da tasarruf etmek!
“Türkiye’nin Lojistik ve Ulaşım Altyapı Yatırımlarına En Az 100 Milyar Euro Harcaması Gerekiyor.”
Allianz Trade’in “Küresel Altyapı Açığını Kapatmak” başlıklı son raporuna göre küresel ekonomi için 2035’e kadar yıllık 3,6 trilyon Euro altyapı yatırım gerekiyor. Türkiye’nin ise 2035 yılına kadar enerji dışı altyapı ihtiyacının 100 milyar Euro’nun üzerinde olduğu belirtiliyor.
Ticari alacak sigortasının dünya lideri Allianz Trade her yıl gerçekleştirdiği, ekonomik ve finansal verilere dayanan raporlarından bir yenisini daha küresel alt yapı yatırımlarına yönelik hazırladı. “2035’e yüzde 3,5: Küresel Altyapı Açığını Kapatmak” başlıklı bu rapora göre; küresel ekonominin modern altyapılara geçiş yapabilmesi, iklim nötrlüğü, dijitalleşme ve tedarik zincirini yeniden yapılandırması gibi temel dönüşümlerle mümkün olacak. Ve bu dönüşümlerle başa çıkılabilmesi için küresel ekonominin 2035’e kadar her yıl 3,6 trilyon Euro’luk altyapı yatırımına ihtiyacı var. Bu tutar, dünya GSYH’sinin yaklaşık yüzde 3,5’ine denk geliyor.
Yüksek altyapı açığının yaşandığı ve büyük nüfus artışının gözlendiği bölgelerde dijital erişim, kentsel ulaşım ve lojistik kapasitesindeki eksiklikler, özellikle sanayileşme, şehirleşme ve iklim hedeflerine ulaşma açısından risk oluşturuyor. Rapora göre, altyapı eksiklikleri yalnızca ekonomik büyümeyi değil, aynı zamanda iklim değişikliğiyle mücadele ve dijital kapsayıcılık gibi sosyal hedefleri de sekteye uğratabilecek boyutlara ulaşmış durumda.
Başta Karayolu Olmak Üzere Liman ve Demiryolu İçin Yatırıma İhtiyaç Var
Allianz Trade Kıdemli Ekonomisti Luca Moneta, Türkiye’nin alt yapı ihtiyacına dikkat çekerek demografik büyüklük, sanayi altyapısının geliştirilmesi ve iklim hedeflerine yaklaşma ihtiyacının bu yatırım gereksinimini daha da önemli hale getirdiğine dikkat çekti. Moneta şu değerlendirmede bulundu: “Araştırmalarımız Türkiye’nin 2035’e kadar yalnızca enerji dışı altyapı alanında 100 milyar Euro’nun üzerinde yatırıma ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Türkiye için öne çıkan temel altyapı alanları ve tahmini yatırım ihtiyaçlarına baktığımızda karayolu altyapısı için yaklaşık 72 milyar Euro, limanlar için 11 milyar Euro, demiryolu sistemleri için 10 milyar Euro, telekom altyapısı için 6 milyar Euro, kanalizasyon ve arıtma sistemleri için ise 1 milyar Euro yatırım ihtiyacı olduğunu öngörüyoruz.”
Moneta bu yatırımların özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi nüfusu hızla artan metropollerdeki kentsel hareketlilik, dijital erişim ve lojistik kabiliyetlerin iyileştirilmesi açısından kritik öneme sahip olduğunu ve sanayi bölgelerinin gelişimini desteklemek için de altyapı güçlendirmesine ihtiyaç duyulduğunu belirtti.
Filo Yönetimi Eğitimi, Binek Araç Kiralama, Satın Alma ve İdari İşler
Enerji Altyapısında Yenileme ve Depolama Kapasitesi Öncelikli
Raporda, Türkiye’nin enerji altyapısında da önemli güncellemeler yapması gerekliliğine dikkat çekiliyor. Rapor, özellikle enerji şebekesi modernizasyonu, batarya depolama sistemleri ve yenilenebilir enerji kapasitesine yönelik yatırımların önceliklendirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Türkiye’nin Avrupa ile Asya arasındaki stratejik konumunun, onu bölgesel enerji dönüşümünde kilit bir aktör haline getirdiğine vurgu yapılırken; mevcut durumda depolama altyapısının, izin süreçlerinin ve bağlantı sistemlerinde yaşanan eksikliklerin, Türkiye’nin bu rolü sürdürmesinde önündeki engellerden olduğuna raporda yer veriliyor. Enerji güvenliğini sağlaması ve iklim hedefleriyle uyumlu hale gelebilmesi için Türkiye’nin özellikle şebeke modernizasyonu ve enerji depolama kapasitesinde ilave yatırım ihtiyacının bulunduğunun da altı çiziliyor.
Ekonomik Normalleşme Altyapı Yatırımlarına İvme Kazandırabilir
Türkiye’de ekonomik normalleşme sürecinin altyapı yatırımları için yeni bir fırsat penceresi yaratabileceğini vurgulayan Luca Moneta, “Türkiye’nin ekonomi politikalarındaki yeni dönem, kamu maliyesi ve iç talepteki toparlanma ile destekleniyor. 2025 yılı için yüzde 2,5 ve 2026 yılı için ise yüzde 3 seviyesinde bir GSYH büyüklüğü öngörülüyor. Ancak mevcut yatırım ivmesi hâlâ potansiyelin gerisinde. Bunun nedenleri arasında ihracat odaklı firmaların dış talepteki zayıflama ve reel anlamda değer kazanan TL nedeniyle rekabette güç kaybı yaşaması da yer alıyor. Finansmana erişim önceki yıllara göre daha kolay olsa da bu durum henüz özel sektör yatırım kararlarına yeterince yansımamış durumda” diye konuştu.
Eğitim Kataloğunu indirebilirsiniz.
ŞİRKET EĞİTİM KATALOĞU
Şirket eğitimlerine büyük özen gösteriyoruz. Memnuniyetiniz ve referansınız bizim için çok değerli.
Eğitime sizlerle birlikte hazırlanıyoruz. Sizlerden gelen önerileri dikkate alıp özgünleştirmelerle ilerliyoruz.
Güvenilir eğitim hizmetleri ile yanınızdayız. Dolu dolu, güler yüzlü eğitimler dilerim. Prof. Dr. Murat Erdal
Filo Yönetimi Eğitimi, Binek Araç Kiralama, Satın Alma ve İdari İşler
Türkiye’nin Her Yerinde Bire Bir (1-1) Yönetici Ekibi ve Şirket Eğitimleri: İçerikleri incelemek için tıklayınız.
Karadeniz limanlarından gerçekleştirilen araç taşımacılığı, Türkiye’nin ihracat kapasitesini güçlendiren ve bölgesel ticaretin hızlanmasını sağlayan kritik bir lojistik altyapı sunuyor. Bu taşımalar, yalnızca ticareti değil, ülke ekonomisinin nabzını da canlı tutarak üretimden ihracata uzanan zincire doğrudan katkı sağlıyor. Türk denizcilik alanında ilklere imza atan ve 40 yılı aşkın bir süredir sektörde faaliyet gösteren Cenk Shipping Group, 2008 yılında filosuna kattığı Türkiye’nin ilk oto taşıyıcı tipi “Carcarrier” gemisi sayesinde yıllık 50.000 araç kapasitesiyle otomotiv ihracatına ve transit araç taşımacılığına doğrudan katkı sağlıyor.
Karadeniz limanlarından gerçekleştirilen araç taşımacılığı, Türkiye’nin ihracat kapasitesini güçlendiren ve bölgesel ticaretin hızlanmasını sağlayan kritik bir lojistik altyapı sunuyor.
2008 yılında filosuna kattığı Türkiye’nin ilk otomotiv taşıyıcı tipi (Carcarrier) gemisiyle deniz taşımacılığında bir ilke imza atan Cenk Shipping Group, 95 metre uzunluğundaki sancak rampalı gemisiyle liman operasyonlarında verimliliği artırıyor. Geniş rampası ve yüksek manevra kabiliyeti sayesinde gemi, limanlara yanaşma ve kalkışlarda kolaylık sağlarken, araç yükleme ve elleçleme süreçlerini hızlı ve güvenli bir şekilde gerçekleştiriyor.
Yıllık 50.000 Araç Kapasitesiyle Ekonomiye Katkı
Yaklaşık 600 otomobil kapasitesine sahip Cenk Car, aynı zamanda SUV ve hafif ticari araç taşıma imkânı sunuyor. Yıllık 50.000 araç taşıma kapasitesine ulaşan gemi, Karadeniz hattında yürütülen taşımacılığın ekonomik değerini her geçen yıl artırıyor. Bu kapasitenin Türkiye’nin otomotiv ihracatına ciddi bir katkı sağladığını vurgulayan Cenk Shipping Group Yönetim Kurulu Başkanı Attila Yener, “Her yıl on binlerce aracın güvenli şekilde taşınması, yalnızca bir lojistik faaliyet değil, aynı zamanda ihracatın nabzını tutan stratejik bir katkıdır. Bu faaliyetler, doğrudan Türkiye ekonomisinin dinamizmine güç katıyor.” ifadelerini kullandı.
Karadeniz Hattında Düzenli Seferler, Kesintisiz Ticaret
Cenk Car, 17 yıldır Karadeniz içi Carcarrier hatlarında kesintisiz olarak faaliyet gösteriyor. Gemi, Türkiye’nin Yarımcaport ve Safiport limanlarını, Gürcistan’ın Poti, Ukrayna’nın Chernomorsk ve Romanya’nın Köstence limanlarıyla birbirine bağlıyor. Düzenli seferlerin bölgesel ticaretin sürekliliğini sağladığını ifade eden Attila Yener, “Karadeniz, Türkiye’nin ekonomik damarlarından biri haline geldi. Biz bu hattı sadece bir taşıma rotası değil, bölge ekonomisini birbirine bağlayan bir ticaret köprüsü olarak görüyoruz.” dedi.
Uzakdoğu’dan Kafkasya’ya Uzanan Ticaret Zinciri
Cenk Shipping Group’un taşımacılık ağı, yalnızca deniz taşımacılığı ile sınırlı kalmıyor. Gürcistan hattında taşınan Uzakdoğu menşeili transit araçlar ve Türkiye ihracatı otomotiv ürünleri, altyüklenici firmalarla yapılan iş birlikleri sayesinde Tiflis (Gürcistan), Bakü (Azerbaycan) ve Kazakistan’ın Almatı ile Astana şehirlerine kadar ulaştırılıyor. Deniz taşımacılığının bir başlangıç noktası olduğunu vurgulayan Yener, “Karayolu entegrasyonuyla Orta Asya’ya kadar uzanan bir lojistik ağ oluşturduk. Bu, Türkiye’nin ihracat hedeflerini destekleyen stratejik bir adım.” açıklamasını yaptı.
Yapay zekâ ile gayrimenkul değeri hesaplayan Endeksa, Eylül 2025 Konut Değer Raporunu açıkladı. Verilere göre, eylül ayında Türkiye genelinde satılık konut fiyatları yıllık bazda %29,2 aylık bazda %2,7 artış gösterdi. Enflasyon etkisi göz önüne alındığında fiyatlar bir yılda reel olarak %3 düşerken, aylık bazda aynı kaldı. Ortalama konut metrekare satış fiyatı 35 bin 335 TL iken, ortalama konut fiyatı ise 4,5 milyon TL oldu. Konut yatırımının geri dönüş süresi 13 yıl olarak hesaplandı.
Konut satış adetlerine baktığımızda eylül ayında 150 bin 657 konut satıldığı görülüyor. Bu rakam ile konut satış adedi geçen sene eylül ayına göre %6,9 artış göstermiş oldu. 2025 yılının Ocak-Eylül döneminde ise konut satışları geçen senenin aynı dönemine göre %19,2 arttı ve 1 milyon 128 bin 727 olarak gerçekleşti. Geçen senenin Ocak-Eylül dönemi ile karşılaştırıldığında en önemli artışın %76,0 ile kredili konut satışlarında olduğu görülüyor.
Endeksa Genel Müdürü ve Kurucu Ortağı Görkem Öğüt, rapora ilişkin şunları söyledi:
“Eylül ayında konut satışları 150 bin adedi aşarak yılın en yüksek aylık seviyesine ulaştı. Kredili satışlardaki %76’lık artış, finansmana erişimde kısmi bir toparlanmaya işaret ediyor. Satışlardaki bu artışa rağmen fiyat artış hızının yavaşlaması, piyasada dengelenme sürecinin devam ettiğini gösteriyor.
Endeksa verilerine göre satılık konut fiyatları yıllık bazda %29,2 oranında artış kaydetti; ancak enflasyon etkisinden arındırıldığında reel olarak %3 düşüş göstermiş oldu. Kiralık konut piyasasında da benzer bir eğilim söz konusu. Kiralar yıllık bazda %29,8 artmasına rağmen, enflasyondan arındırılmış veriler yıllık %2,5 oranında düşüşe işaret ediyor.
Pandemi dönemi ve sonrasında yaşanan hızlı fiyat artışlarının ardından, konut piyasasında artık daha dengeli ve istikrarlı bir seyir izleniyor. Özellikle yatırım amaçlı konut almayı düşünenler, piyasa hareketlerini yakından takip etmeli ve uzman yatırım danışmanlarıyla çalışmalı. Endeksa bu noktada önemli bir rol üstleniyor; çünkü en deneyimli gayrimenkul danışmanlarını çatısı altında bulunduruyor ve mülk sahipleriyle alıcılar arasında güvenilir bir köprü oluşturuyor.”
En fazla değer artışı olan iller: Diyarbakır, Çanakkale ve Manisa
Endeksa verilerine göre, eylül ayında en çok konut satışının olduğu ilk 30 il değerlendirildiğinde yatırımcıya en çok kazandıran şehirler sırasıyla Diyarbakır, Çanakkale ve Manisa oldu. Diyarbakır’da konut fiyatları son bir yılda %61,8 artarken enflasyon etkisinden arındırıldığında artış oranı %21,6 olarak hesaplandı. Bu ilde ortalama konut metrekare satış fiyatı 29 bin 304 TL, ortalama konut satış fiyatı ise 4,5 milyon TL. Çanakkale’de konut satış fiyatlarında nominal değer artışı % 44,2 reel değer artışı ise %8,3 oldu. Bu ilde ortalama konut metrekare satış fiyatı 47 bin 611 TL, ortalama konut fiyatı ise 5,6 milyon TL. Manisa’da ise konut satış fiyatlarında nominal değer artışı %41,1 iken reel değer artışı %6 seviyesinde. Manisa’da ortalama konut metrekare satış fiyatı 31 bin 86 TL, ortalama konut fiyatı 3,9 milyon TL oldu.
En çok konut satışının olduğu ilk 30 içinde satılık konut fiyatlarının bir yılda en az yükseldiği iller ise sırasıyla Hatay, Muğla ve Aydın oldu. Hatay’da satılık konutların fiyatları bir önceki yılın aynı ayına göre %17,5 yükselirken enflasyondan arındırılmış verilere göre fiyatlar reel olarak %11,7 geriledi. Hatay’da ortalama konut metrekare satış fiyatı 24 bin 766 TL, ortalama konut fiyatı ise 3,7 milyon TL. Muğla’da ise satış fiyatları nominal olarak %18,9 yükselirken reel olarak %10,6 oranında düşüş gösterdi. Türkiye genelindeki en yüksek gayrimenkul fiyatlarına sahip olan Muğla’da ortalama konut metrekare satış fiyatı 74 bin 687 TL, ortalama konut fiyatı ise 9,5 milyon oldu. Aydın’da konut satış fiyatları nominal olarak %23,2 yükselirken reel olarak %7,4 düştü. Bu ilde ortalama konut metrekare satış fiyatı 48 bin 93 TL, ortalama konut fiyatı ise 6,6 milyon TL.
4 büyük şehir arasında Ankara fiyat artışında birinci
Türkiye’nin en büyük 4 ili arasında satılık konut fiyatlarının bir yılda en fazla yükseldiği il Ankara oldu. Ankara’da nominal fiyat artışı %38,2 olurken, reel bazda %3,8’lik bir artış yaşandı. Başkentte konut metrekare fiyatı 31 bin 566 TL’ye, ortalama konut fiyatı ise 4,1 milyon TL’ye yükseldi. İzmir’de fiyatlar nominal olarak %29 artarken enflasyon etkisinden arındırıldığında fiyatlarda %3,1 düşüş gözlendi. İzmir’de konut metrekare fiyatı 45 bin 998 TL, ortalama konut fiyatı ise 5,8 milyon TL oldu. İstanbul’da satılık konut fiyatları yıllık bazda %30,2 nominal artış gösterirken reel olarak %2,2 geriledi. Mega kentte ortalama konut metrekare fiyatı 53 bin 722 TL, ortalama konut fiyatı ise 6,1 milyon TL olarak kaydedildi. Antalya’da ise yıllık nominal değişim %25,8 olurken reelde %5,4 düşüş yaşandı. Bu ilde ortalama metrekare fiyatı 45 bin 429 TL, ortalama satış fiyatı ise 5 milyon TL.
Türkiye genelinde kiralar %29,8 arttı
Endeksa’nın güncel verilerine göre, Türkiye genelinde kiralık konut fiyatları yıllık bazda %29,8 yükselirken aylık bazda aynı kaldı. Enflasyon etkisinden arındırılmış verilere göre kiralar bir yılda reel olarak %2,5 ve bir önceki aya göre ise reel olarak %2,3 düşüş kaydetti. Türkiye genelinde konutların ortalama metrekare kira 230 TL, ortalama kira ise 25 bin 60 TL seviyesinde.
Bir mal satın aldığımızda, o malın fiyatının içine yedirilmiş olan vergiyi ödediğimizin farkında bile olmayabiliriz. Ancak, hemen hemen satın alınan her malın içinde ödenmiş olan bir veya birden fazla vergi bulunmaktadır. Bu vergiler, doğrudan malın bedeli üzerinden alınan ve mal bedelinin bir parçasını oluşturan vergiler olabileceği gibi malın üretiminden elde edilen kazancın vergisi de olabilir. Ancak, doğrudan tüketiciyi etkileyen vergiler mal üzerinden alınan vergilerdir. Buna dolaylı vergi denir.
Yeri gelmişken, kaynakları açısından vergi türlerini açıklamakta fayda var.
Dolaylı Vergiler
Dolaylı vergiler, mal üzerinden alınan ve kişinin gelir düzeyine bakılmaksızın herkesten aynı miktarda alınan vergilerdir.
Dolaylı vergiler, yansıtılması kolay vergilerdir. Vergiyi yüklenen ile vergi mükellefi olan kişiler birbirinden ayrılır. Bu vergiler, kazanç veya gelir yerine, yapılan harcamalar üzerinden alınır. Verginin kişiselleştirilmesi güçtür. Başka bir deyişle, dolaylı vergilerde, vergiyi yüklenenin gelir düzeyi, medeni durumu ve kişisel özellikleri dikkate alınmaz, gayrişahsi niteliklidir. Bu nedenle, vergi adaleti açısından adaletsiz vergilerdir.
Dolaysız Vergiler
Dolaysız vergiler, kişilerin gelir veya kazançları üzerinden alınan vergilerdir. Gelir vergisi, kurumlar vergisi dolaysız veya doğrudan vergilere örnektir. Bu vergilerin yansıtılması dolaylı vergilere nazaran nispeten güçtür. Kişilerin gelir düzeylerine göre farklı miktarda tahsil edildiği için dolaylı vergilere kıyasla daha adil vergilerdir.
Dolaylı Vergiler
Katma Değer Vergisi (KDV): Bir malın veya hizmetin üretiminden tüketiciye ulaşana kadar geçen her aşamada oluşan katma değer üzerinden alınan genel bir tüketim vergisidir. Verginin kanuni mükellefi satış yapan kişi veya kurum olsa da verginin maliyeti malın fiyatına yansıtılarak, vergi nihai olarak tüketiciye ödetilir. Türkiye’deki vergi sisteminde, ürün ve hizmetlerin sınıfına göre farklı KDV oranları uygulanmaktadır. Güncel oranlar %1, %10 ve %20 olarak belirlenmiştir.
Özel Tüketim Vergisi (ÖTV): Belirli ve zaruri olmayan ürün gruplarından bir defaya mahsus olmak üzere alınan özel bir harcama vergisidir. Bu vergi, motorlu taşıtlar, alkol, tütün ürünleri, akaryakıt, mücevher ve beyaz eşya gibi ürünlere uygulanır. ÖTV’nin temel amaçları, lüks tüketimi vergilendirerek gelir adaletini sağlamak ve sağlığa veya çevreye zararlı olduğu düşünülen ürünlerin tüketimini azaltmaktır.
Gümrük Vergileri: İthalat ve ihracat sırasında, gümrük sınırlarından geçen mallar için eşyanın değerine göre kesilen bir vergi ve mali yüklerdir.
Özel İletişim Vergisi (ÖİV): Telekomünikasyon hizmetleri (mobil, kablolu, kablosuz internet) üzerinden alınan ve güncel oranı %10 olan bir vergidir.
Damga Vergisi: Kurumlar veya kişiler arasında yapılan anlaşmaların geçerliliğini belgeleyen resmi evraklar için ödenen bir vergidir.
Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi (BSMV): Finansal işlemlerden alınan bir vergi olup, 2023 yılında %15 olarak belirlenmiştir.
Harçlar: Pasaport, tapu, kadastro ve trafik gibi çeşitli kamu hizmetlerinden alınan bedellerdir.
Vergi Türlerinin Payları
Türkiye’deki vergi sistemi incelendiğinde, vergi gelirlerinin kompozisyonunda dolaylı vergilerin belirgin bir ağırlığa sahip olduğu gözlenmektedir. Sosyal güvenlik primleri hariç tutulduğunda, Türkiye’nin toplam vergi gelirlerinin neredeyse üçte ikisi (%63,38 ile %66,66 arasında değişen oranlarda) dolaylı vergilerden elde edilmektedir. Bu oran, dolaylı vergilerin toplam vergi geliri içindeki payının %46,66 olduğu OECD ortalamasının ve %50 civarında olan AB ülkelerinin oldukça üzerindedir. Bu asimetrik yapı, Türkiye’deki vergi sisteminin gelişmiş ülkelerdeki vergi sistemlerinden önemli ölçüde farklılaştığını ortaya koymaktadır. Bu durum, Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerde dolaylı vergilere daha fazla önem verilmesinin bir sonucudur.
2024 yılında dahilde alınan mal ve hizmet vergileri 722.66 milyar ₺, uluslararası ticaret ve muamelelerden alınan vergiler ise 425.47 milyar ₺ olarak gerçekleşmiştir.
Dolaylı vergilere olan bu yüksek bağımlılık, sadece bir maliye politikası tercihi olmaktan ziyade, vergi idaresinin etkinliği ve toplumsal vergi bilinci ile doğrudan ilişkili yapısal nedenlere dayanmaktadır. Dolaylı vergilerin en önemli avantajlarından biri, dolaysız vergilere kıyasla tahsilatının daha kolay ve maliyetinin daha düşük olmasıdır. Dolaysız vergi tahsilatında karşılaşılan vergi kaçakçılığı, vergi tabanının daralması ve kayıt dışı ekonomi gibi sorunlar, devletleri bütçe ihtiyaçlarını karşılamak için kolay toplanabilir dolaylı vergilere yöneltmektedir. Bu durum, dolaylı vergiye bağımlılığı bir tercih olmaktan çıkarıp, ekonomik ve sosyal yapıdan kaynaklanan bir zorunluluk haline getirmektedir.
Bir malı satın aldığımızda ödemiş olduğumuz dolaylı verginin gerek ekonomiye gerekse topluma ne gibi etkileri olur. Diğer bir deyişle vergi koyan iradenin, vergiyi koyarken ne tür amaç veya amaçları hedeflemiştir? Dolaylı vergilerin etkilerini gümrük vergileri özelinde ortaya koymak istedik.
Gümrük Vergilerinin Etkileri
Gümrük vergisi ve eşya üzerinden ithalat nedeniyle alınan diğer vergi ve fonların ülke ekonomisi üzerine birden fazla etkisi bulunmaktadır. Bu etkiler dikkate alınarak dış ticaret politikası uygulanmakta ve vergi oranları yükseltilip düşürülmektedir. Bu suretle ekonomiye yön verilmekte, ülkenin dış ticaret politikası yürütülmektedir.
Gelir Sağlama Etkisi
Gümrük vergisi bir vergi geliri kalemidir ve bütçeye vergi geliri olarak kaydedilmektedir. Toplam vergi gelirleri içinde gümrükte tahsil edilen vergilerin ağırlığı %26 ila %31 arasında değişkenlik göstermektedir. Bu nedenle, gümrük vergisi artışı kamu gelirlerinin artışı sonucunu doğurmaktadır.
Koruma Etkisi
Gümrük vergileri, ithalatı pahalılaştırdığı için verginin yüksek olması yerli malı kullanımını artırmaktadır. Yerli malının kullanımı yerli ekonomiyi koruyucu etki sağlamaktadır. Bu açıdan, yerli üreticileri ithal ürünler karşısında korumaktadır. Önceleri, gümrük vergileri artışında gelir etkisi ön plandayken, günümüzde daha çok koruma etkisi önem kazanmıştır.
Yerli Üretime Etkisi
Gümrük vergileri, ithal ürünleri pahalı hale getirdiğinden yerli üretimin üretim miktarını artırıcı etki yapmaktadır.
Tüketime Etkisi
Gümrük vergilerinden kaynaklanan fiyat artışı tüketici talebini ithal üründen yerli ürüne yönlendirecek, yerli üretime olan talebi artıracaktır.
Gelir Dağılımına Etkisi
Gümrük vergileri, gelir dağılımını belirli bir sosyal sınıf lehine değiştirmek için kullanılabilir.
Özellikle sanayileşmiş ülkelerde, tekstil, giyim, gıda gibi sektörlerde sendikalar ucuz emekle üretilen yabancı mallarla baş edilemediği için koruyucu tedbirler isterler. Gümrük vergileri yükseltilerek korumacılık devreye alınır ve emek yoğun sektörlerin devamı sağlanır. Doğal olarak, korumacılık sayesinde ucuz işgücü kullanılarak düşük gelirli bir kesimin devamı sağlanır.
Ödemeler Bilançosuna Etkisi
Gümrük tarifeleri ithalatı kısıtlayarak ülkenin döviz giderlerini azaltır ve dış ticaret açıklarının kapanmasına hizmet eder. Ancak, milli gelir ve istihdamla ilgili kısıtlamalar burada da geçerlidir. Ayrıca, bütün açık veren ülkeler açıklarını bu şekilde kapatmaya çalışırlarsa uluslararası ticaret daralır ve bundan bütün ülkeler zararlı çıkar. İhracat azalması ülkelerde üretimin azalmasına, o da çarpan etkisinin tersine işlemesiyle kendinden birkaç kat fazla milli gelir azalmasına yol açar.
Dış Ticaret Hadlerini Değiştirme Etkisi
Gümrük tarifelerinin bir etkisi de ithal fiyatlarını yükselterek, dış ticaret hadlerini tarife koyan ülke lehine değiştirmesidir. Ancak bunun için, diğer ülkelerin misilleme yapmamış olması gerekir.
Enflasyona Etkisi
Gümrük vergileri, ithal malların maliyetlerini artıracağı için ithal ürünlerde fiyat artışı sonucunu doğuracaktır. Aynı zamanda, yerli üretimin de dışa bağımlı olduğu ortamda, ithal girdiler nedeniyle iç üretimde de fiyat artışını getirecektir. Üstelik, rekabetsiz bir ortamda fiyat artışı olması da doğaldır. Bütün bu hususlar, gümrük vergisi artışının enflasyona dönüşeceğinin göstergesidir.
Misilleme Aracı Olarak Etkisi
Gümrük vergileri, bir ülkeye, kendine yönelik konulan bir vergiye karşılık olarak misilleme yapma imkânı tanır. Aynı zamanda bir ülkeye karşı ekonomik yaptırım aracı olarak da kullanılabilir.
Sonuç olarak, vergi bir mali araç olmanın ötesinde, bir ülkenin ekonomik yapısını, sosyal dengesini ve siyasi dinamiklerini derinden etkileyen karmaşık bir mekanizmadır. Bu etkiler, verginin nasıl toplandığına ve nasıl harcandığına bağlı olarak olumlu ya da olumsuz olabilir.
Geçtiğimiz hafta Çin’in nadir toprak elementlerinin ihracatına yönelik kontrolleri arttırmaya ilişkin kararı ABD ve Çin arasındaki ticaret gerilimini yeniden arttırdı. ABD Başkanı Trump’ın bu hamleyi Çin’in nadir toprak elementlerini bir ekonomik silah olarak kullandığını öne sürerek Çin’e bir misilleme yapması da gecikmedi. Trump Çin’den yapılacak ithalata 1 Kasım’dan itibaren geçerli olacak şekilde %100 ek gümrük vergisi uygulanacağını açıkladı. Buna ilaveten Çin’e yazılım ihracatına kısıtlamalar getirebileceğini duyurdu.
Çin ve ABD arasında tekrar nükseden ticaret gerilimi geçtiğimiz Nisan ayında da yaşanmış olan ve sonuçta çözümlenen bir tehditleşmenin benzeri niteliğindeydi. Bu nedenle etkisi Nisan ayındaki kadar büyük olmadı. CBOE VIX haftalıkta %12 yükseldi. Nisan ayında bu artış çok daha sert bir şekilde gerçeklemişti. Artan risk algısı altın rallisine de hız kazandırdı. Buna karşın Fransa’da yaşanan bütçe anlaşmazlıkları ve başbakan krizi EUR/USD’da bir miktar geri çekilmeye neden oldu.
Sonuç olarak Trump’ın siyaset dilinden uzak üslubu piyasalar ve iş çevreleri tarafından kanıksanmış olduğu için bu gerilimin kısa vadede çözüme kavuşacağı beklentisi ağır bastı ve hafta başından itibaren piyasalara düzeltmeler geldi. Ancak bu durum masanın üzerindeki fili görmezden gelmeye engel değil. BRICS ülkelerinde altın temelli dijital para birimleri oluşturmaya ve Amerikan dolarını rezerv para olmaktan çıkarmaya yönelik çalışmaların hızla devam etmesi, Amerika’nın da buna karşı hamle olarak robotikler, yarı iletkenler ve ileri teknoloji alanlarında daha korumacı yaklaşmasına neden oluyor.
Bu noktada nadir element kaynakları olan BRICS ülkeleri her ne kadar teknoloji alanında Amerika kadar ileride olmasalar da çiplerin ve robot sanayisinin ana maddesi olan gümüş ve yenilenebilir enerji konusunda ön plana çıkan bu kaynaklarının arzını kısıtlama yolunda adımlar atabilir. Amerika da bu duruma karşı önlem olarak müttefikleri içerisinde yeni nadir element kaynakları aramaya başladı. Buna ilave olarak NATO geçtiğimiz günlerde İran’a yönelik kısıtlamaların arttırılmasını öneren yeni bir rapor sundu. Bu da dünyada yükselen risk algısının bir süre daha yatışmayacağının en yeni işaretlerinden oldu.
Peki bu gerilimin orta ve uzun vadede yatırım kararlarına yansıması nasıl olabilir? Türkiye açısından bakarsak global gelişmelere ilaveten içerideki siyasi belirsizlik ortamı bu gerilimi arttırıcı unsurlardan birisi olarak gözüküyor diyebiliriz. Genel eğilim PPK faiz indirim kararı alsa bile Merkez Bankası’nın Amerikan doları üzerindeki baskısının devam edeceği yönünde. Risk algısının arttığı her yatırım ortamında olduğu gibi beklentiler ancak kısa ve orta vade için belirgin olarak yapılabiliyor. Türkiye’nin carry trade limanlarından birisi olarak kalabilmesi için Eylül ayında beklentinin üstünde gelen enflasyondan sonra USD üzerindeki baskının artması yönünde beklentiler var.
Bu noktada bankalar USD’nin yakın dönemde sabit kalmasını bekleyen tasarruf sahipleri Tam Teminatlı Opsiyon (Dual Currency Deposit/DCD) ürününe yönlendirebiliyor. Bu ürün aslında bankaya kendi mevduatınız üzerinden satmış olduğunuz bir opsiyon.
Bir örnek üzerinden gidecek olursak:
Örnek: Bankada 100.000 USD’lik bir birikiminiz var diyelim. Spot kur şu an işlem günü 41,85. Banka bu birikime normal şartlarda yıllık %5 net faiz veriyor. Buna karşılık mevduatınız eğer USDTRY 43 ve üzerine çıkar ise bu kullanım fiyatından TL’ye çevriliyor. Bu noktada bazı ürünlerde TL bacağı için de düşük de olsa bir faiz getirisi sağlanabiliyor, bazılarında ise hiç sağlanmıyor. Yine bazı DCD ürünlerinde sadece banka opsiyonu kullandığında, bazı ürünlerde ise banka opsiyonunu kullansa da kullanmasa da her durumda müşteriye vade tarihinde faiz getirisine ek olarak brüt prim tutarını ödüyor. Bu örnekte bu tutar 350 USD olarak verilmiş.
*Burada örnek vermiş olduğumuz faiz oranları ve primler gösterge nitelik taşımamaktadır.
**Stopaj ve vergiler bu örnekte hesaplama dışı bırakılmıştır.
Bu noktada DCD ürününün sunumunda çok bahsedilmeyen bazı faktörlerden ve alternatif yatırım ürünü olarak son dönemde yükselişte olan borsa yatırım fonlarından da kısaca bahsedeceğim.
DCD yatırımı yaparken bilmemiz gereken bazı konular şunlar:
1.DCD primi vade sonunda tahsil edilen bir opsiyon ürünüdür. DCD’ye yatırım yapan bir kurum bu ürünü aldığı bankaya bir satım opsiyonu satmış olur. Kurumların DCD yatırımlarında elde ettikleri opsiyon primini hesaplayabilmeleri için finansal altyapıya ya da benzer opsiyon primleri ile karşılaştırabilmeleri için anlık opsiyon fiyatlamalarını gösteren veri sağlayıcılara ulaşımı olması karşılaştırma yapabilmek açısından en sağlıklı olandır. Ayrıca DCD’ler kaldıraçlı bir türev ürün oldukları için mevduattan ve yatırım fonlarından daha risk taşır. Buna ilaveten opsiyon primlerinin alınmasının başlıca nedeni satıcının bu opsiyon işlemi ile birlikte yükümlü olduğu risktir. Yukarıda belirttiğim yapıda bir DCD ürününde alınan risk USD/TRY’nin arttığı oranda getiri kaybına uğramak olacaktır ki bu da USD/TRY artışında bir üst limit olmadığı için sınırsızdır.
2.Opsiyondan elde edilen prim vade sonunda alır. Bankalar bildiğiniz gibi opsiyon sattıklarında primi peşin olarak alır ve bu kazandıkları prim üzerinden istedikleri başka bir yatırım ürününde faiz getirisi elde edebilirler. Bu faiz avantajı kurumların/bireylerin satın aldığı DCD ürünlerinde prim vade sonunda alındığı için bulunmamaktadır.
3.Getirilerin karşılaştırılacağı alternatif ürünler belirlenmelidir. Fon fazlasını mevduata yönlendiren kurumsal yatırımcılar için DCDlerde vadedilen getiri oranları mevduat ile kıyaslama yapıldığında cezbedici görünecektir. Ancak DCDler ile kıyaslaması yapılması gereken farklı yatırım ürünleri de bulunmaktadır.
Karşılaştırma yapmadan önce belirlenmesi gereken esas mesele beklentinin tam olarak ne olduğudur. USD/TRY’de düşüş beklentisi döviz birikimini TL yatırıma çevirmeyi, yükseliş beklentisi ise arttırmayı gerektirir. Peki USD/TRY’nin sabit kalması beklentisine yönelik olarak ne yapmak gerekir? Öncelikle bu noktada USD’nin neden baskılandığını ve sabit bırakıldığını belirlemekte fayda var. Bunun temel nedeni artan enflasyona karşı Türk Lirasını yabancı yatırımcılar için cazip olarak tutabilmektir. Böylelikle yakalanan carry trade avantajı ile USD birikimler TL’ye çevirilip TL ürünlerde faiz getirisi kazandıktan sonra tekrar USD’ye çevirildiğinde USD faizinden daha yüksek bir getir elde edilecektir.
Bu durumda yukarıda örneğini verdiğimiz DCD üzerinden gidersek yatırımcının beklentisi eğer USD’nin bu kadar sabit kalacağı yönündeyse, o zaman opsiyon primi ile beraber yıllık brüt USD getirisinin (yukarıdaki örnekte yıllık brüt %6,4’e geliyor), TL’ye döndüğünde en çok getiri sağlayacağı finansal enstrümanların getirileri ile tüm vergi ve stopajlar düşülerek karşılaştırılması gerekmektedir. Bu karşılaştırmaya istenirse kur seviyesindeki olası değişiklikler de senaryo olarak eklenebilir. Her iki durumda da kur seviyesinin 43 ve üzerine çıkması karşılaştırılan getirilerden eşit miktarda düşüleceği için hesaba katılmayabilir.
-Borsa Yatırım Fonları
Yatırım fonları son bir yılda TL ve döviz cinsinde mevduattan yüksek getiri sağlamalarıyla ön plana çıkmaya başladı. Bunda farklı finansal enstrümanlara kısa ve uzun vadeli yatırım yapabilmelerinin rolü var. Mevduatların aksine fonlarda herhangi bir vade söz konusu olmadığı için dilediği zaman yatırımını kısmi olarak veya tamamen çekebilir.
Birikimini TL’ye dönmek istemeyen, döviz cinsi ödemesi olacaklar için bir başka seçenek ise USD cinsinden ihraç edilen yatırım fonları. Bu fonları USD para birimi ile satın almak mümkün. Hem USD cinsi mevduatlara hem de yurt içi yurt dışı diğer finansal ürünlere yatırım yaparlar. Yüksek hacimleri nedeniyle faiz avantajları sağlamaları ve anlık değişimlere göre al-sat getirileri elde etmeler mümkündür. Satış emri verdikten sonra önceden belirtilen valör süresine göre 2-3 iş günü içerisinde hesabınıza getirisi ile birlikte geçer.
4. Farklı Ürünler ile Karşılaştırmada Risk Seviyelerine Bakılmalı: Bahsetmiş olduğumuz gibi opsiyonlar kaldıraçlı ve risk seviyesi yüksek ürünlerdir. Döviz fonlarını da risk açısından değerlendirirken serbest fon olup olmadıklarına bakmak gerekmektedir. Tıpkı DCDlerde olduğu gibi fonlarda da anaparadan zarar etme durumu gerçekleşebilmektedir. Ancak fonların bu noktada avantajı vadeye kadar bekleme zorunluluğu olmamasıdır. Buna ilaveten serbest döviz fonlarının serbest olmayanlara göre bir miktar daha riskli olduğunu çünkü içerisinde yer alan ürünlerde herhangi bir kısıtlama olmadığını da belirtmemde fayda var.
5. Düşüş beklentilerine yönelik yatırımlar: Aracı kurumlar üzerinden yurtdışı borsalardan satın alacağınız Ters Borsa Yatırım Fonları (inverse ETF) kur veya emtia gibi ürünlerdeki düşüş beklentilerinizi getiriye çevirmenizi sağlayabilir. Böylelikle düşüşten sabit bir prim oranı tutarında değil, düşüş miktarına bağlı olarak artan bir getiri elde edebilirsiniz.
Her ne kadar DCD’lerin yapılandırılmış bir türev ürün olmaları nedeniyle risk seviyesi olarak eşit olmasalar da fonlar ile DCD’lerin karşılaştırılması diğer yapılandırılmış türev ürünlere kurumsal yatırımcıların ulaşma maliyetlerini göz önünde bulundurduğumuzda daha anlamlı. Fon yatırımlarını de anaparadan kaybetme riski olması nedeniyle yakın takip gerektiren ve düşük riskli olmayan yatırım araçları arasında sayabiliriz. Buna karşılık takibi yapılırsa vadesi olmadığı için hızlı bir şekilde zarar durdurma adımları atılabilir. Bir üründen başka ürüne geçiş yapılabilir. Bir de tabi fonların profesyonel fon yöneticileri tarafından sürekli takip edilen yatırımlardan oluştuğunu unutmamak gerekir. Son olarak Türkiye’de fiyatlanan tüm yatırım fonlarına çalıştığınız bankanın fonu olsun veya olmasın bankanızın internet sitesi üzerinden ulaşılabileceğinizi belirteyim. Fonların detaylı ve karşılaştırmalı getirilerine TEFAS’ın (Türkiye Elektronik Fon Alım Satım Platformu) internet sayfasından da ulaşabilirsiniz.(https://www.tefas.gov.tr) Burada döviz, emtia, faiz, hisse ve şirket tahvilleri gibi birçok farklı yatırım aracına yönelik fonun karşılaştırmasını görmeniz mümkün.
Ticaret savaşları, ABD-BRICS çekişmesi ve bunlara ilaveten yurt içi piyasalardaki belirsizlikler risk algısından doğan likidite ihtiyacını arttırırken borçlanmayı ve dolayısıyla büyümeyi gitgide güçleştiriyor. Bu ortamda kurumların senaryo analizlerini ve finansal ürün karşılaştırmalarını geniş tutmaları ve sıklıkla güncellemeleri en doğrusu.
Hemodiyaliz Hizmet Alımı İhalesinde ÜTS Kayıtları?
Mehmet ATASEVER
Simdata Danışmanlık Y.K. Başkanı
İtirazen Şikayet Konusu; Başvuru sahibinin dilekçesinde özetle; İhalenin 1’inci kısmında, ihale üzerinde bırakılan isteklinin ÜTS kayıtlarının ihalede istenilen kriteri karşılamadığı, sağlık sektöründe faaliyet gösteren işletmeler için ÜTS envanter bildiriminin yasal bir zorunluluk olduğu, işletmelerin stoklarında bulunan tüm ürünleri sisteme kaydetmesi gerektiği, söz konusu isteklinin ÜTS sorgulamasında iki adet bayiliğinin görüldüğü, ancak Teknik Şartname’de istenilen hemodiyaliz hizmetine ilişkin tıbbi cihaz ve sarf malzemeleri için bayiliğinin görülmediği, kaldı ki anılan isteklinin ihalenin 2’nci kısmında da en düşük teklifi verdiği, ancak 29.08.2025 tarihli ihale komisyonu kararı ile “Ev hemodiyaliz hizmetinde kullanılacak olan su arıtma sisteminin ÜTS kaydının yeterlilik bilgileri tablosunda tevsik edilmediği” gerekçesi ile bu kısımda teklifinin değerlendirme dışı bırakılmasına karar verildiği iddialarına yer verilmiştir.
Konu İle İlgili Emsal Kamu İhale Kurulu Kararına Göre;
Yapılan inceleme ve tespitler neticesinde; Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliği’nin “Aday veya isteklinin mesleki faaliyetini sürdürdüğünü ve teklif vermeye yetkili olduğunu gösteren belgeler” başlıklı 38’inci maddesinin dördüncü fıkrasında “İhale konusu işin yerine getirilmesi için alınması zorunlu olan ve ilgili mevzuatında o iş için özel olarak düzenlenen sicil, izin, ruhsat vb. belgelerin adaylar veya istekliler tarafından sunulmasına ilişkin hükümlere, ilan ve ön yeterlik şartnamesi veya idari şartnamede yer verilir. İş ortaklarının her birinin söz konusu belgeleri ayrı ayrı sunması, konsorsiyumda ise her bir ortağın kendi kısmına ilişkin belgeleri sunması zorunludur.” hükmü, İdari Şartname’nin “İhale konusu işe/alıma ilişkin bilgiler” başlıklı 2’nci maddesinde “2.1. İhale konusu işin/alımın; a) Adı: 2 Yıllık Hemodiyaliz ve Evde Hemodiyaliz Hizmet Alımı … e) Miktarı: 2 Yıllık Hemodiyaliz ve Evde Hemodiyaliz Hizmet Alımı (2 Kısım Toplam 186.565.700 Puanlık)…” düzenlemesi, Aynı İdari Şartname’nin “İhaleye katılabilmek için gereken belgeler ve yeterlik kriterleri” başlıklı 7’nci maddesinde “…7.5. Mesleki ve teknik yeterliğe ilişkin belgeler ve bu belgelerin taşıması gereken kriterler:
… 7.5.4. İsteklinin teklifi kapsamında sunması ve/veya sağlaması gerektiği bu şartnamenin 7 nci maddesi dışındaki maddeleri ile teknik şartnamede belirtilen aşağıdaki belgeler ve/veya yeterlik kriterleri:
ÜTS KAYDI; İhale Bazında Aday veya isteklilerin ÜTS’de firma kaydı olduğuna dair belge. Tek ortağın sunması yeterlidir.
CİHAZ ÜTS KAYDI; İhale Bazında Teklif edilen cihaz ve sistemler ÜTS’ye kayıtlı olmalıdır. Kayıt dışı olanlar için kayıt dışı belgesi verilecektir. Kaydı olmayan cihazların/sistemin CE veya TSE veya uluslararası geçerliliği olan kalite belgesi olmalıdır. Tek ortağın sunması yeterlidir.
… … … … …” düzenlemesi,
Anılan İdari Şartname’nin “Diğer hususlar” başlıklı 48’inci maddesinde “48.1…Aday veya isteklilerin ÜTS’de firma kaydı olmalıdır. ÜTS üzerinde yapılan ürün sorgulamalarında ürün durumu “kayıtlı” veya “Sistemde Tekil Ürün Var” şeklinde olmalıdır. Hizmet sunumunda kullanılacak cihazların aday veya isteklinin ÜTS’deki envanterinde bulunduğuna dair belge sözleşmede verilecektir.” düzenlemesi,
Teknik Şartname’nin; “Firma Tarafından Karşılanacak Malzemeler ve Sarf Malzemelerin Teknik Özellikleri” başlıklı (C) kısmında “…Malzemelerin ÜTS kaydı olmalıdır. ÜTS kayıt/bildirim işlemi tamamlanmış tıbbi malzemenin Sağlık Bakanlığı ve SGK onayı alınmış olmalıdır. Tıbbi Cihaz Yönetmelikleri kapsamında olmayan ürünler için ÜTS kaydı/bildirimi aranmayacaktır. … Aşağıda belirtilen malzemeler seans için yetecek kadar malzemeyi yüklenici temin edecektir. Sıra No Malzemenin Adı 1. Diyalizör-Pediatrik Diyalizer 2. Arter – vein iğnesi 3. Arteriovenöz set 4. Toz bikarbonat ve Asidik hemodiyaliz solüsyonu takımı 5. Bazik solüsyon 6. HDF bağlantı seti 7. Giriş çıkış kiti 8. Heparin 9. Pediatrik Hemodiyaliz Arter Ven Seti 10. Kullanıma Hazır Yüzey Temizleme Mendili …” düzenlemesi,
“İdari Şartname ve/veya Sözleşmede İstenen Belgeler” başlıklı (G) kısmında “1. Cihaz/Sistem ÜTS’ye kayıtlı olmalıdır. Kayıt dışı olanlar için kayıt dışı belgesi verilecektir. Kaydı olamayan cihazların/sistemin CE veya TSE veya uluslararası geçerliliği olan kalite belgesi olmalıdır. 2. Aday veya isteklilerin ÜTS’de firma kaydı olmalıdır. ÜTS üzerinde yapılan ürün sorgulamalarında ürün durumu ‘kayıtlı’ veya ‘Sistemde Tekil Ürün Var’ şeklinde olmalıdır. Hizmet sunumunda kullanılacak cihazların aday veya isteklinin ÜTS’deki envanterinde bulunduğuna dair belge sözleşmede verilecektir…” düzenlemesi, “İdari Şartname ve/veya Sözleşmede İstenen Belgeler” başlıklı 7’nci maddesinde “1. Cihaz/Sistem ÜTS’ye kayıtlı olmalıdır. Kayıt dışı olanlar için kayıt dışı belgesi verilecektir. Kaydı olamayan cihazların/sistemin CE veya TSE veya uluslararası geçerliliği olan kalite belgesi olmalıdır…” düzenlemesi,
Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 2022/2 sayılı “Tıbbi Cihazlarla İlgili Mal ve Hizmet Alımı İşlemleri Genelgesi”nin “Genel Esaslar” başlıklı 1’inci maddesinin 1.15’inci alt maddesinde “Tıbbi Cihaz Yönetmelikleri kapsamındaki cihazların satın alımlarında, hizmet alımlarında veya kit ve sarf karşılığı hizmet alımlarında, aday veya isteklilerin ÜTS’de firma kaydının aranması zorunludur. Ayrıca ÜTS üzerinde yapılan ürün sorgulamalarında ürün durumu “Kayıtlı” veya “Sistemde Tekil Ürün Var” şeklinde olan ürünler haricindekilerin alımı yapılmamalıdır. Hizmet alım süreçlerinde, hizmet sunumunda kullanılacak cihazların aday veya isteklinin ÜTS’deki envanterinde bulunması gerekliliği aranmalıdır. Bu gerekliliğe, hizmet sunumuna başlamadan önce sözleşmede yer verilmelidir.” açıklaması yer almaktadır.
Yapılan incelemede, …………Hastanesi Başhekimliği tarafından, 07.08.2025 tarihinde birim fiyat üzerinden, e-teklif alınmak suretiyle gerçekleştirilen ihalenin “2 Yıllık Hemodiyaliz ve Evde Hemodiyaliz Hizmet Alımı” olduğu, toplam 8 adet ihale dokümanının indirildiği ihalenin başvuruya konu 1’inci kısmına 3 isteklinin katıldığı, bir isteklinin teklifinin değerlendirme dışı bırakıldığı, ihalenin söz konusu kısmının en düşük teklifi veren ……… Sağlık Hizm. San. ve Tic. Ltd. Şti. uhdesinde bırakıldığı, başvuru sahibi ….. Hizm. A.Ş.nin de ekonomik açıdan en avantajlı ikinci teklif sahibi olarak belirlendiği görülmüştür.
İdari Şartname’nin 7.5.4’üncü maddesi gereğince, “isteklilerin” ve “teklif edilen cihaz ile sistemlerin” ÜTS’de kayıtlı olduklarına ilişkin belgeleri, yeterlilik bilgileri tablosunda beyan etmeleri gerektiği; ihale dokümanı kapsamında bayilik kaydına ilişkin bir bilginin talep edilmediği anlaşılmıştır. Temin edilecek hemodiyaliz cihazları ile su arıtma sisteminin özelliklerine ve fistüllü/kateterli hastalar için gerekli malzeme listelerine Teknik Şartname’de yer verildiği görülmüştür.
İhalenin şikâyete konu 1’inci kısmında ihale üzerinde bırakılan istekli olan ………Sağlık Hizm. San. ve Tic. Ltd. Şti.nin, ihalenin 2’nci kısmında da en düşük teklifi verdiği, ancak 29.08.2025 tarihli ihale komisyonu kararı ile “İdari Şartnamenin 7.5.4 maddesinde belirtilen Cihaz ÜTS Kaydı (Teklif edilen cihaz ve sistemler ÜTS’ye kayıtlı olmalıdır. Kayıt dışı olanlar için kayıt dışı belgesi verilecektir. Kaydı olmayan cihazların/sistemin CE veya TSE veya uluslararası geçerliliği olan kalite belgesi olmalıdır) Ev Hemodiyaliz Hizmetinde kullanılacak olan Su Arıtma Sisteminin ÜTS Kaydının Yeterlilik Bilgiler Tablosunda tevsik edilmediği” gerekçesi ile teklifinin değerlendirme dışı bırakılmasına karar verildiği tespit edilmiştir. İhalenin 2’nci kısmında evde hemodiyaliz hizmetinin yer aldığı, bu kısımda isteklinin su arıtma sistemini temin etmesinin gerekeceği, ihalenin şikâyete konu 1’inci kısmında temin edilecek cihazın sadece hemodiyaliz cihazı olduğu anlaşılmıştır.
………..Sağlık Hizm. San. ve Tic. Ltd. Şti.nin ihaleye katılım belgesi incelendiğinde, “İhaleye Katılmak İçin Gereken Belgeler ve Yeterlik Kriterleri” sütununun “Diğer Belgeler” satırında kendi ÜTS kaydı için “………………_ÜTS.pdf” ve cihaz ÜTS kaydı için “…………._CİHAZ ÜTS NUMARALARI.pdf” şeklinde beyanlara yer verildiği tespit edilmiştir. Tekliflerin elektronik ortamda alındığı ihalelerde, katılım ve yeterlik kriterlerine ilişkin olarak istekliler tarafından herhangi bir belgenin sunulmayacağı, bu kapsamda tekliflerin ihale dokümanında yer alan “ihaleye katılım belgesi”ni doldurulmak suretiyle sunulması gerektiği, ihaleye katılım ve yeterlik kriterlerine ilişkin değerlendirmenin de istekliler tarafından ihaleye katılım belgesinde beyan edilen bilgiler esas alınarak yapılacağı,
İhale dokümanının incelenmesinden, İdari Şartname’nin 7.5.4’üncü maddesi gereğince, “isteklilerin” ve “teklif edilen cihaz ile sistemlerin”ÜTS’de kayıtlı olmasının, mesleki ve teknik yeterliğe ilişkin kriterler kapsamında istenildiği, ihale dokümanı kapsamında bayilik kaydına ilişkin bir bilginin talep edilmediği anlaşılmıştır.
Netice itibariyle, “isteklilerin” ve “teklif edilen cihaz ile sistemlerin” ÜTS’de kayıtlı olmasının, mesleki ve teknik yeterliğe ilişkin kriterler kapsamında düzenlendiği, ihale dokümanı kapsamında bayilik kaydına ilişkin bir bilginin talep edilmediği; ihale üzerinde bırakılan isteklinin de ilgili ÜTS kayıtlarına ilişkin bilgileri ihaleye katılım belgesinde beyan ettiği, ihalenin 1’inci kısmında ihale üzerinde bırakılan isteklinin ÜTS kaydının bulunduğu, teklif ettiği hemodiyaliz cihazına ve kullanılacak malzemelere ilişkin olarak da ÜTS kodlarının liste halinde belirtildiği görülmüş olup, İdari Şartname’nin 7.5.4’üncü maddesi gereğince ÜTS kayıtları ile ilgili olarak talep edilen kriterlerin karşılandığı anlaşıldığından, başvuru sahibinin söz konusu iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
İklim krizinin derinleşmesi, dünya genelinde ekonomik yatırımların sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu hale getirilmesini zorunlu kılmaktadır. Avrupa Birliği bu doğrultuda 2018 yılında başlattığı Sürdürülebilir Finans Eylem Planı ile finansal sistemin yeşil dönüşümünü desteklemiştir. Yeşil Taksonomi, hangi ekonomik faaliyetlerin çevresel açıdan sürdürülebilir kabul edileceğini tanımlayan bir sınıflandırma sistemidir. Türkiye de uyum kapsamında benzer adımları atarak Eylül 2024 tarihinde taslak yönetmeliği yayımlamıştır. Sürdürülebilir finansman akışlarının yönlendirilmesi, yeşil aklama ve şeffaflığın artırılması gibi pek çok etki alanı olan düzenleme, sektör ayrımı yapmaksızın iş dünyasını, yatırımcıları ve tüketicileri doğrudan ilgilendirmekte; özellikle KOBİ’ler için yol gösterici bir çerçeve sunmaktadır. Karbonsuz bir geleceğe yönelik politika ve finansman mekanizmalarının kurumsallaşması açısından önemli olan bu taslak düzenlemeyi gelin birlikte inceleyelim.
SOURCE : European Commission
Arka Plan ve AB Yeşil Taksonomi Süreci
Avrupa Birliği, iklim değişikliğiyle mücadele ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda finansal sistemin dönüşümünü erken dönemde gündemine almıştır. 2018’de yayımlanan Sürdürülebilir Finans Eylem Planı, çevresel hedeflerle birlikte sermaye piyasalarının yönünü de değiştiren kapsamlı bir politika setidir. Bu çerçevede geliştirilen Yeşil Taksonomi, yatırımcılar için ortak bir sınıflandırma sistemi ortaya koyarak hangi ekonomik faaliyetlerin çevresel açıdan sürdürülebilir kabul edileceğini tanımlamıştır.
2020’de yürürlüğe giren Taksonomi düzenlemesi, sürdürülebilirlik kriterlerini belirli sektörlerle sınırlamayan; aksine tüm ekonomik faaliyetlere entegre eden bütüncül bir yaklaşımı benimsemektedir. Belirlenen hedefler, finansman kararlarını ekonomik getirinin ötesine taşıyarak çevresel faydayı da dikkate alan bir değerlendirme mekanizması sunmaktadır.
Bununla birlikte, herhangi bir faaliyetin sürdürülebilir kabul edilebilmesi için tek başına bu hedeflere katkı sunması yeterli görülmemiştir. Faaliyetlerin diğer çevresel amaçlara zarar vermemesi, asgari sosyal güvenlik standartlarına uyum göstermesi ve teknik kriterlerle ölçülebilir sonuçlar ortaya koyması zorunlu hale getirilmiştir.
AB sürecinde bu çerçevenin tamamlayıcı unsurları da devreye girmiştir. Finansal kuruluşlara bilgi açıklama yükümlülüğü getiren SFDR ve şirketlerin sürdürülebilirlik raporlamasını standartlaştıran CSRD, Taksonomi’nin etkisini artırmış; 2021’de yayımlanan Sürdürülebilir Finans Paketi ile bu politikalar daha güçlü bir kurumsal yapıya oturtulmuştur.
AB deneyimlerini yakından izleyen Türkiye, kendi sürdürülebilir finans yaklaşımını benzer doğrultuda kurgulamıştır. 7 Eylül 2023 tarihinde Bakanlık tarafından kamuoyuna açıklanan Ulusal Taksonomi Çerçeve Dokümanı, bu yöndeki çalışmaların temel kilometre taşı olmuştur. Süreç, 20 Eylül 2024’te kamuoyuna sunulan Türkiye Yeşil Taksonomisi Yönetmeliği Taslağı ile daha ileri bir aşamaya taşınmış; finansal şeffaflık, yatırımcı güveni ve yeşil aklamanın önlenmesi bakımından kapsamlı bir çerçeve oluşturulmuştur.
Uyumlu Ekonomik Faaliyetin Genel Şartları
Türkiye’nin Yeşil Taksonomi Yönetmeliği Taslağı, Avrupa Birliği’nin düzenlemeleriyle paralel bir yapı üzerine kurulmuştur. Sistemin omurgasını dört temel ilke oluşturur:
En az bir çevresel hedefe anlamlı katkı sunmak,
Diğer hedeflere zarar vermemek (DNSH- Do No Significant Harm),
Asgari sosyal koruma standartlarına uymak
Belirlenen teknik tarama kriterlerini yerine getirmek. (a ve b)
Bu yaklaşım, “yeşil” sınıflandırma ile birlikte finansal piyasalar için şeffaf, ölçülebilir ve güvenilir bir değerlendirme zemini yaratır. Taslağın temel amacı, finansman akışlarını düşük karbonlu faaliyetlere yönlendirmek, yeşile boyama riskini ortadan kaldırmak ve ulusal iklim politikalarıyla uyumlu bir raporlama altyapısı oluşturmaktır.
SOURCE : European Commission
Taksonomiye Uyumluluğun Belirlenmesi
Yeşil Taksonominin merkezinde altı çevresel hedef yer alır:
a) Sera gazı azaltımı,
b) İklim değişikliğine uyum,
c) Su ve deniz kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ve korunması,
ç) Döngüsel ekonomiye geçiş,
d) Kirliliğin önlenmesi ve kontrolü,
e) Biyoçeşitliliğin ve ekosistemlerin korunması ile restorasyonu,
Uyumlu Ekonomik Faaliyetin Temel Kriterleri
Bir ekonomik faaliyetin Yeşil Taksonomi kapsamında uyumlu kabul edilmesi için şu üç şartı yerine getirmesi gerekir:
Çevresel hedeflere önemli ölçüde katkı sağlama
Faaliyetin, ilgili çevresel hedef için belirlenen katkı kriterlerini yerine getirmesi gerekir.
Diğer çevresel hedeflere önemli zarar vermeme (DNSH – Do No Significant Harm)
Faaliyet, katkı sunduğu hedef dışında kalan diğer çevresel hedeflere zarar vermemelidir.
Asgari sosyal koruma önlemlerine uyum
Faaliyet, ILO’nun temel sözleşmeleri, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, OECD Çok Uluslu Şirketler Rehberi, BM İş Dünyası ve İnsan Hakları İlkeleri ile ulusal çalışma ve sosyal güvenlik mevzuatına uygun olmalıdır.
Taksonomi Kapsamındaki Sektörler / Faaliyetler
Taslak, çevresel hedeflere katkı sağlayabilecek çok geniş bir faaliyet yelpazesini kapsıyor. Yönetmelik Taslağı’nın EK-1 tablosunda enerji, ulaşım, inşaat, tarım, imalat ve atık yönetimi gibi stratejik sektörler ayrıntılı biçimde listelenmiş; hangi faaliyetlerin sürdürülebilir kabul edileceği bu tabloda açıkça tanımlanmıştır.
Tabloda faaliyetler “yeşil” sınıflandırmayla birlikte, iki özel kategori altında da sınıflandırılmaktadır:
Geçiş faaliyetleri, düşük karbonlu alternatiflerin henüz bulunmadığı sektörlerde, mevcut teknolojiler içinde en düşük emisyon seviyesine sahip seçenekleri ifade eder. Bu faaliyetler, düşük karbonlu çözümlerin geliştirilmesini ve yaygınlaşmasını engellemeden, özellikle karbon yoğun sektörlerde (örneğin çimento veya demir-çelik) emisyonları azaltmaya yönelik iyileştirmeleri kapsar.
Kolaylaştırıcı faaliyetler ise başka sektörlerin çevresel hedeflere ulaşmasını sağlayan, yaşam döngüsü temelinde olumlu çevresel etki yaratan ve karbon yoğun varlıkların kullanımını kolaylaştırmayan uygulamalardır. Yenilenebilir enerji altyapısının kurulumu bu tür faaliyetlere tipik bir örnektir.
Dolayısıyla, Yeşil Taksonomi dönüşüm sürecinde köprü işlevi görecek teknolojileri ve destekleyici mekanizmaları da kapsamaktadır. EK-1 tablosu, bu kapsamı somutlaştıran temel referans noktasıdır ve şirketler için risk yönetimi ile finansmana erişim açısından bir yol haritası işlevi görür.
Teknik Tarama Kriterleri
Yeşil Taksonomi’de bir faaliyetin çevresel açıdan sürdürülebilir kabul edilmesi için ölçülebilir ve doğrulanabilir kriterlerin bulunması gerekir. Bu nedenle teknik tarama kriterleri, yatırım ve üretim süreçlerini somut göstergeler üzerinden değerlendirmeye hizmet eder.
Bilimsel Temel ve Ölçülebilirlik: Kriterler, mümkün olduğunca niceliksel veriler üzerinden tanımlanır; niteliksel olanlarda ise açık ve doğrulanabilir göstergeler aranır. Faaliyetlerin hem kısa vadeli hem uzun vadeli çevresel etkileri dikkate alınır.
Katkı ve Zarar Dengesi: Bir faaliyetin belirli bir çevresel hedefe en uygun katkısı belirlenirken, aynı zamanda diğer hedeflere önemli zarar vermemesi için asgari koşullar tanımlanır. Böylece, tek boyutlu fayda yaratıp başka alanlarda tahribat doğurmasının önüne geçilir.
Yaşam Döngüsü Yaklaşımı: Kriterler, ekonomik faaliyetin kendisini ve bu faaliyet sonucu ortaya çıkan ürün ve hizmetlerin yaşam döngüsü süresince çevresel etkilerini kapsar. Örneğin, bir üretim süreci enerji verimli olabilir ama atık yönetimi zayıfsa sürdürülebilir sayılmaz.
Ekonomik ve Finansal Etki Analizi: Kriterler hazırlanırken, sürdürülebilir ekonomiye geçişin yaratacağı finansal etkiler de dikkate alınır. Örneğin, bazı varlıkların atıl hale gelmesi veya piyasalarda rekabet bozulması gibi riskler gözetilir.
Şeffaflık ve Güncellenebilirlik: Kriterler açık, kullanımı kolay ve doğrulanabilir olmalıdır. Ayrıca, teknolojik gelişmeler ve yeni bilimsel bulgular doğrultusunda Başkanlık tarafından düzenli olarak gözden geçirilir ve güncellenir.
Önemli bir nokta: Yönetmelik, katı fosil yakıt kullanan elektrik üretim faaliyetlerini açıkça çevresel açıdan sürdürülebilir saymamaktadır. Bu, fosil yakıt tabanlı yatırımların gelecekte finansmana erişiminin zorlaşacağını gösteren kritik bir işarettir.
Son olarak, teknik kriterlerin her yıl 31 Aralık’a kadar Başkanlığın resmi internet sitesinde yayımlanması planlanmaktadır. Bu düzenleme, işletmelerin güncel kriterleri takip ederek uyumlarını sürekli gözden geçirmelerini amaçlamaktadır.
Anahtar Performans Göstergeleri, Raporlama ve Doğrulama
Anahtar Performans Göstergeleri
Yeşil Taksonomi çerçevesinde şirketlerin ve finansal kuruluşların faaliyetleri, yukarıda belirtildiği üzere altı çevresel hedefe katkısı üzerinden ölçülür.
Bu ölçümde kullanılan temel göstergeler şunlardır:
Taksonomiye uygun ürün/hizmetlerden elde edilen ciro, yatırım giderleri ve işletme giderleri oranları
Bankaların kredi ve varlık portföylerinin yeşil uyumu
Yatırım ve portföy yönetim kuruluşlarının çevresel hedeflere katkısı
Sigorta, reasürans ve emeklilik şirketlerinin çevresel sürdürülebilirliğe katkısı
Bu göstergeler, şirketlerin ekonomik ve çevresel performansını da şeffaf şekilde ortaya koyar.
Raporlama – Doğrulama – Geçiş Dönemi – Yürürlük – Yaptırım
Türkiye’nin Yeşil Taksonomi Taslağı, kapsam dahilindeki şirketler ve finansal kuruluşlara raporlama yükümlülüğü getirmektedir. Bu kurumların, gelir, yatırım ve işletme giderlerini çevresel hedeflerle ilişkilendirerek uyumluluk oranlarını e-taksonomi sistemi üzerinden beyan etmeleri planlanmıştır. Raporlamaların doğruluğu bağımsız doğrulama mekanizmalarıyla güvence altına alınacak ve bu sayede finansal kuruluşların ve reel sektörün çevresel performansı daha şeffaf, karşılaştırılabilir ve güvenilir bir çerçevede izlenebilir hale gelecektir.
Yönetmelik yayımlandığı tarihte yürürlüğe girecek olmakla birlikte, raporlama yükümlülüğü 1 Ocak 2027’den itibaren geçerli olacaktır. Bu tarihten sonra kurumlar, bir önceki mali yılın verilerini esas alarak e-taksonomi sistemine bildirimde bulunmakla yükümlü olacaktır. 2026 yılı sonuna kadar raporlama gönüllülük esasına dayanabilecekken, 2027’den itibaren bağlayıcı hale gelecek ve yükümlülüklerini yerine getirmeyen kurumlar 7552 sayılı İklim Kanunu hükümleri doğrultusunda idari yaptırımlara tabi tutulacaktır.
Sonuç ve Değerlendirme
Türkiye Yeşil Taksonomi Taslağı, çevresel hedeflerle uyumlu bir finansal mimarinin inşasında temel bir rol üstlenmektedir. İklim krizinin etkilerini derinleştirdiği, sermaye akışlarının giderek daha seçici hale geldiği bir dönemde, taksonomi yalnızca çevresel bir çerçeve değil; aynı zamanda ekonomik aktörlere yeni bir yatırım standardı sunmaktadır. Amaç, hangi faaliyetlerin gerçekten sürdürülebilir kabul edileceğini netleştirmek, finansmanı bu alanlara yönlendirmek ve böylece bir yandan yeşile boyama riskini ortadan kaldırmak, diğer yandan uluslararası yatırımcı güvenini artırmaktır.
Bu bağlamda taksonomi, Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefini somutlaştıran bir araç niteliği taşımaktadır. Enerjiden ulaşıma, tarımdan imalata kadar geniş bir faaliyet yelpazesini kapsayarak, geçiş ve kolaylaştırıcı faaliyetlerle dönüşüm sürecini destekleyen ara teknolojileri de içermektedir. Böylece şirketlere yalnızca raporlama yükümlülüğü getirmekle kalmaz; aynı zamanda rekabet avantajı, düşük maliyetli finansmana erişim ve AB pazarlarıyla uyum sağlama imkânı sunar.
Önümüzdeki süreçte belirleyici olan, kurumların teknik kriterleri uygulamadaki kapasitesi, e-taksonomi sistemi üzerinden güvenilir veri üretebilmesi ve doğrulama mekanizmalarının etkinliğidir. Bu noktada kamu otoriteleri, özel sektör ve finansal kuruluşlar arasında güçlü bir iş birliği, düzenlemenin başarısı için vazgeçilmezdir.
Finans sektörü açısından taksonomi, portföylerin çevresel risklere maruziyetini ölçme ve yönetme açısından kritik bir referans noktasıdır. Böylece düzenleme, sürdürülebilir yatırımların teşviki kadar finansal sistemin dayanıklılığını güçlendirmeye de hizmet eder.Sonuç olarak, Yeşil Taksonomi Türkiye’ye yalnızca sürdürülebilir kalkınma vizyonunu hayata geçirme değil, aynı zamanda küresel yeşil dönüşümde güvenilir bir ortak olma fırsatı sunmaktadır. Erken uyum sağlayan şirketler, bu dönüşümün maliyetlerini azaltırken, uluslararası yatırım ve ticaret alanında avantaj elde edeceklerdir.