Mesleğim ve üzerinde durduğum konular gereği işgücü piyasasındaki gelişmeleri hem takip edebilmek hem de anlayabilmek için sıklıkla iş ilanlarına bakarım ve yıllardan beri ilginç bir ilan tipi ile karşılaşmakta olduğumu söyleyebilirim: En az üniversite mezunu, 25 yaşını aşmamış, alanında 5 yıl tecrübeli, vb.
Mezuniyet aşamasına gelmiş ve yeni mezun gençlerin de şikâyet ettikleri ve sıklıkla dile getirdikleri önemli bir nokta kendisini burada göstermekte: “Kimse bize iş vermezse nasıl tecrübe kazanacağız?”.
Bu haklı sorunun yanı sıra ayrıca yeni mezun olmuş bir kişinin nasıl 5 yıl tecrübeli olacağı sorusu da ayrıca üzerinde durup düşünmeyi gerektirmekte.
İşverenlerle konuştuğumda ise onların da kendileri açısından haklı oldukları bazı noktalar olduğunu görüyorum. Bu konuda işverenlerin dile getirdikleri ilk gerekçeyi şu cümle ile özetlemek mümkün: “Piyasaya eleman yetiştirmekten bıktım ve yoruldum! Artık ben de yetişmiş eleman istiyorum!”.
Serzenişlere bakıldığında, Nasrettin Hoca’nın da dediği gibi her iki tarafa “sen de haklısın!” demek kaçınılmazlaşıyor. Ancak her iki tarafa yalnızca “sen de haklısın!” demek sorunun çözümü gibi de durmuyor.
Aslında sorunun ilk nedenini geçmişte aramak gerekir diye düşünüyorum. 1990’lı yıllarda lisanstan yeni mezun olmuş gençlerin ya da mezun adaylarının hepsi olmasa da önemli bir kısmının zihninde genel olarak “İş bulabilecek miyim?” sorusu yerine “İstediğim nitelikte bir iş bulabilecek miyim?” sorusunun bulunduğunu kendi tecrübelerime dayanarak rahatlıkla ileri sürebilirim. Bunun bir nedeninin daha önce “Vasıf Yanılgısı” başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, o dönemdeki lisans mezun sayısının azlığının bir sonucu olduğu söylenebilir. Oysa aynı yazıda da belirttiğim gibi, bugün lisans mezuniyeti tek başına vasıf kazandırma özelliğini yitirmiştir.
Burada dikkat çekmek istediğim önemli bir nokta, o dönemin şartları açısından vasıflı sayılan lisans mezunlarının bugünle karşılaştırıldığında daha kolay iş bulabilmelerinin yanı sıra görece daha yüksek bir pozisyon ve dolgun ücret sağlanması şartını ileri sürebilme, kısacası işveren tercihinde bulunabilme şanslarının da bulunduğudur. Ne var ki bu durum geçmişte kalmıştır. Oysa bugünün gençlerinin geçmişte kalan bu tip örneklerden fazlasıyla etkilendiklerini ve kariyer planları ile beklentilerini geçmişte kalmış yine bu tip örneklere bakarak oluşturduklarını düşünüyorum.
Ayrıca geçmişte birçok yeni mezunun yukarıda sözünü ettiğim görece daha yüksek bir pozisyon ve dolgun ücret hedeflerinin bir sonucu olarak ilk başladıkları şirketleri ne yazık ki birer “atlama tahtası” olarak kullanmış olduklarını da ileri sürebilirim. Her ne kadar bunun nedenleri ayrı bir tartışma konusu olsa da, işverenlerin tecrübeli çalışan talep etmelerine ilişkin gerekçelerinin önemli bir nedeninin, ne yazık ki, geçmişteki bu tarz tutum ve davranışlar olduğu söylenebilir.
O halde ister istemez şu soruyu sormak mümkün hale gelmektedir: “Madem lisans mezuniyeti artık vasıf sayılmıyor o zaman lisans diplomasına ne gerek var?”.
Öncelikle lisans diplomasının bugün genel olarak bir “ön koşul” olma özelliğinin bulunduğunu ve bu özelliğinin devam etmekte olduğunu belirtmek gerekir. Dolayısıyla lisans diploması işlevsiz değildir; ancak işlevinde önemli değişikliler olduğu, özellikle “eleme hipotezi” (screening hypothesis) açısından konuya yaklaşıldığında durumun değişmekte olduğu ileri sürülebilir.
Eleme hipotezine göre eğitimin, işverenler açısından belirli özelliklere ya da potansiyele sahip olan ya da olmayan adayların ilk aşamada anlaşılabilmesi için sinyal verme özelliği bulunmaktadır. Dolayısıyla bu hipoteze göre lisans diplomasına sahip olup olmama işveren açısından yalnızca bir eleme aracı olarak kullanmaktadır. Çünkü lisans diplomasına sahip olabilmek eğitim süreci boyunca çeşitli elemelerden başarıyla geçebilmeyi gerektirmektedir (1, 2). Ne var ki, lisans kontenjanlarının ve buna bağlı olarak mezun sayısının artması ister istemez lisans diplomasının “eleme” özelliğini görece yitirmesine ve adayların seçimi sürecinde esas alınan bir ölçüt olma özelliğinin zayıflamasına yol açmaktadır
Gerçekten de önceki dönemlerde lisans kontenjanlarının bugünle karşılaştırıldığında son derece sınırlı olması lisans eğitimi boyunca başarıyla tamamlanması gereken derslerin yanı sıra üniversiteye giriş sınavının kendisinin de “eleme” özelliği taşımasına neden olmaktaydı. Oysa üniversiteye giriş sınavının günümüzde, “eleme” fonksiyonunu yitirdiği söylenebilir. Artık sınava katılan öğrencilerin büyük bir çoğunluğu açısından üniversiteye giriş sınavının esas fonksiyonu hangi lisans eğitiminin hangi üniversite bünyesinde alınacağının belirlenmesidir. Bunun sonucunda da işverenlerin “tecrübeli işgören” taleplerinin geçmişte yaşanılan olumsuz örneklerin yanı sıra bu çerçevede de ortaya çıktığı, kısacası tecrübe sahibi olmanın işverenler açısından yeni bir “eleme” aracı olarak görülmeye başlandığı söylenebilir.
İşgücü piyasasının mevcut koşulları içerisinde işverenlerin “tecrübeli işgören” taleplerinin devam edeceği beklenebilir. Bu durumda adaylar açısından özellikle de lisans eğitimi sırasında sürdürülen “staj”, bir tecrübe kazanma yolu olarak değerlendirilmek ve dikkate alınmak durumundadır. Elbette “staj” konusunda da çeşitli sorunların yaşandığı, örneğin “staj” yapmak isteyen her adayın bu imkâna ulaşamadığı bilinmektedir.
Staj yapmanın adaylar açısından yararlarının çok sayıda olduğu söylenebilir. Öncelikle bir işi yapmanın yanı sıra davranış, üslup, ilişkiler, yazılı olmayan kurallar, püf noktaları gibi iş yaşamının gerekliliklerini ve özelliklerini öğrenmek ya da o işin adayın kendisi için uygun olup olmadığını anlamak staj ile mümkün olabilmektedir. Elbette staj yapan kişinin söz konusu kazanımları elde edebilmesi, kişinin kendisinin de bir miktar çaba göstermesini gerektirmektedir.
Ayrıca başarılı bir staj sürecinin sonraki dönemler için de önemli bir etkisi olabileceği unutulmamalıdır. Öncelikle staj dönemi boyunca her iki taraf da birbirlerini tanımaktadır. Dolayısıyla başarılı bir stajyerin o işverenle devam etme imkânı bulabileceği söylenebilir. Bunun yanı sıra staj yapan kişinin bugünün iş yaşamı açısından son derece önemli bir yeri bulunan “çevre edinme” imkânı da ortaya çıkabilmektedir.
Unutulmaması gereken diğer bir nokta ise referanslar meselesinde kendisini göstermektedir. Bir lisans mezununun özgeçmişinde yalnızca akademik referansların bulunmasının işverenler açısından etkileyici olmadığını belirtmek gerekir. Akademik referans adayın öğrenebilme becerisine ve potansiyeline, staj yapılan bir işyerinden alınan referans ise adayın iş yapabilme becerisine ve potansiyeline ilişkindir. Bu nedenle yeni mezun bir adayın özgeçmişinde her iki tipte referansın bulunmasının daha olumlu olacağı ileri sürülebilir.
Staj imkânı sağlamanın işverenler açısından da önemli yararlarının bulunduğu söylenebilir. Yukarıda da belirtildiği gibi staj sırasında taraflar birbirlerini tanımaktadır. Bu süreç içerisinde işletmeye katkı sağlayabilecek bir adayın daha kolay ve doğru bir biçimde keşfedilmesi ve böylelikle işletmeye kazandırılması mümkündür. Diğer yandan böyle bir kazanımın işveren açısından oryantasyon süreci de dahil olmak üzere çeşitli maliyetleri de azaltacağı açıktır.
Ayrıca belirli alanlarda yaşanan vasıflı işgören kıtlığının azaltılması ve ihtiyaç duyulan vasıflı işgörenlerin yetiştirilebilmesi de yine staj imkânlarının sağlanması ve sayısının arttırılmasıyla mümkün olabilir. Bu konuda bazı başarılı uygulamaların bulunduğu görülmektedir (3, 4).
Her ne kadar bazı işverenler, mezun adayı ya da yeni mezun çalıştırmak istememelerini “Piyasaya eleman yetiştirmekten bıktım ve yoruldum!” benzeri ifadelerle açıklıyor olsalar da, topluma ve ekonomiye katkının yalnızca mal ya da hizmet üretmekle ya da çeşitli bağışlarda bulunmakla sınırlı olmadığını hatırlatmak gerekir. Konuya bu açıdan da yaklaşılmasının önemli olduğunu, gençlerin kendilerini geliştirebilmelerini ve gösterebilmelerini sağlamak üzere en azından “staj” imkânı tanımanın da bir “Kurumsal Sosyal Sorumluluk” unsuru olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Prof. Dr. Umut OMAY
Kaynakça
(1) Stiglitz, J. E. (1975), “The Theory of ‘Screening’, Education, and the Distribution of Income”, The American Economic Review, 65 (3), pp. 283-300.
(2) Cooper, J. and Davis, L. (2017), “Exploring Comparative Economic Theories: Human Capital Formation Theory vs Screening Theory”, Journal of Applied Business and Economics, 19(6), p. 69.
(3) Heslin, P. A. and Ochoa, J. D. (2008), “Understanding and developing strategic corporate social responsibility”, Organizational Dynamics, 37 (2), p. 132.
(4) Blagoycheva, H. (2020), “The Social Responsibility of Business Regarding Education”, Economic Sciences Series, 9 (2), pp.63, 65.
PROF. DR. UMUT OMAY – MAKALE LİSTESİ
GİRİŞİMCİLİK VE YÖNETİCİ GÜÇLENDİRME
- Girişimciliğin Yeni Boyutu: Uluslararası Girişimcilik
- Nakit Öldü, Yaşasın Nakit Akışı!
- Fiyatı Kim Belirler?
- Tatlı Kâr Tuzağı
- Her Yeni Güne Borçla Başladığınızı Biliyor musunuz ?
- Ya Bir Gün Asgari Sermaye Tutarı Artırılırsa ?
- İşletmelerin Patlamaya Hazır Bombaları
- İş Yaşamındaki Filler ve Pireler
- Yöneticinin Zihnindeki Çalışan Tipleri
- B Planı Rehaveti
- İyi Bir Yöneticinin Gizli Silahı: Eleştiren Dostlar
- Önemsiz Aciliyetler
- Kızıl ve Mavi Okyanus Stratejileri
- Ölçerken Yanılmak
- Başarılı Bir Sunum İçin 10/20/30 Kuralı
- Örgütsel Ölümün ve Yenilenmenin Beş Aşaması
- Şirketinizin Kuğularının Hangi Renk Olduğunu Biliyor musunuz ?
- İşletmeniz Kanlı Canlı Bir Makine Olabilir mi ?
- Akıllı Hedeflerle Yönetme Sanatı !
- Çalışanlarınıza Bir de Johari Penceresinden Bakmaya Ne Dersiniz ?
- Bir Sayfa Fotokopi Çekmek İçin Kaç Kişi Gerekir ?
- Beş Yıl Tecrübeli Yeni Mezun
- Müşterilerinize İşgörenlerinize Davrandığınız Gibi Davranmayı Düşünür müydünüz ?
- Neden Bir Çift El Kiraladığımda Aynı Zamanda Bir İnsan da Almış Oluyorum ?
- Sermayemin Tamamını Bilançomda Gösterebilir misin Abidin ?
PAZARLAMA
- Kalite Senfonisi
- Beşi Bir Arada: Çok Duyulu Pazarlama
- Fijital Yerlilerle Tanışmaya Hazır mıyız ?
- Pazarlamanın Ötesine Geçmek: Metapazarlama ve Pazarlama 6.0
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ
- İşveren Markası Yönetimine Bir Eleştiri: Çalışanlar Homojen Değildir!
- İşverenin Markalaşması
- Çalışan Devir Oranı Bize Neler Anlatabilir?
- Çalışan Bağlılığı: Platonik Bir Aşk Hikayesi mi?
İŞ DÜNYASINDA TUTUM VE DAVRANIŞ
- Nerede O Eski Beceriler!
- Henüz Demenin Sihri
- Yetenek Yanılgısı
- Başarısız Olacağını Biliyordum !
- Favori Çalışanımın Başarılı Olacağını Zaten Biliyordum
- Kontrol Odağı ve Başarı
- Bu Taşla Acaba Kaç Kurbağa Ürkütebilirim?
- Piyangodan Para Çıktı ! Hemen İstifa Ediyorum !
- Kraliçe Arıların Taht Kavgası
- Çok Yoğun, Hep Meşgul !
- Daha Nice Terfileriniz Olsun !
- İşinizin Vitamin Değerlerini Ölçtürdünüz mü ?
- En İyi Müdür Oskarı
- Tükenmişlik mi Kronik Yorgunluk mu ?
- Başarıyı İçselleştirememek: Impostor Fenomeni
- İş Sağlığı ve Güvenliğinin Yeni Bir Gündem Maddesi Olarak Karoshi
- Makbul İşkolik – Kötü İşkolik
- Uzmanlaşma Konusunda Ustalaşmak
- İş ve Meslek Karmaşası
- Kayıt Dışı İstifa
- Vasıf Yanılgısı
DİĞER KONULAR








İş dünyasının ve günlük hayatımızın önemli bir parçası iletişim…
Müşteri bizim velinimetimiz, bu kavramı hepimiz kullanıyoruz. Müşterilerimizin ürünümüzü ya da hizmetimizi pazarlayacağımız ve satacağımız kişiler ya da kurumlar olduğunu düşünürsek evet müşteri bizim velinimetimiz. Onu doğru anlarsak ve isteklerine kendi firmamızın çıkarlarını da düşünerek, her iki tarafı mutlu edecek şekilde, doğru ve etkili bir şekilde cevap verirsek kolaylıkla satışı kolaylıkla bağladığımız göreceğiz. Tabii ki ürünümüzün fiyatı ve kalitesi bizim kalkanlarımız ancak bunlar zaten elimizde olması gereken unsurlardır. Bunlardan yola çıkarak pazarlama ve satışta becerilerimizi konuşturacağız.
Etkili bir dinleyici olmalıyız, mevcut ya da potansiyel müşterimizi çok iyi dinlemeli ve dinlerken bir yandan da anlattıkları ile ilgili konuları not almalıyız. Her zaman sabırla ve dikkatlice dinlemeliyiz. Dinlediğini göstermenin en etkili yolu göz temasıdır. Dinlendiğini gören kişinin karşısındaki kişiye daha fazla güveni oluşacaktır. Telefonla konuşuyorsak arada bir iki cümle katarak kendisini dinlediğimizi hissettirmeliyiz. Sözünün kesmeden arada bir soru sorma durumunda olabiliriz. Müşterimiz bir konuyu yanlış anlamış olabilir, ürünler ilgili bir sorunu olabilir ve sinirli bir şekilde size bir şeyler anlatmaya çalışıyordur. Bu durumda haksız olsanız da öfkelenmeden sakin kalarak onu sonuna kadar dinlemeli, daha sonra durumun bu şekilde olmadığını yine sakin ve rahatlatıcı bir ses tonu ile güzel bir şekilde aktarmanız gerekmektedir. Ses tonunuz her zaman sakin ve güven verici olmalıdır. Bu karşı tarafında sakin bir şekilde sizinle iletişime geçmesini sağlayacaktır.
Günümüzde teknolojinin hızla gelişmesi ve kişilerin hem gerçek hem de dijital mecralarda sosyalleşmesi ile birlikte özel hayatın gizliliği ve temel hak ve özgürlüklerin korunması büyük önem kazanmıştır. Özellikle teknolojik yöntemlerle kişilerin rızası dışında özel bilgilerinin ve yaşamlarının gizlice dinlemesi ve izlenmesi hukuksal alanda tartışma yaratmıştır. Bu kapsamda son yıllarda dinleme ve gözetleme faaliyetlerinin mahremiyete yönelik sınırları yasal düzenlemeler ile yeniden belirlenmiştir.
TCMB PPK toplanıp önümüzdeki 30 gün için faiz kararını açıklayacak. Karar öncesi piyasalar çok da hareketli değildi.

TCMB VE BANKALARIN FAİZLERİ
Dünya ülkelerinin merkez bankalarının büyük çoğunluğu faizlerini arttırma yoluna gitmişlerdir. Çünkü piyasa koşulları böyle.


1980’li yıllardan itibaren Türkiye, ithal ikameci sanayi politikalarından, ihracata dayalı büyüme modellerini benimsemeye başlamasıyla birlikte, ekonomik olarak dünya ülkeleri ile entegrasyon sürecine girmiştir. Bu entegrasyonlardan Türkiye için en önemli olanları ise Gümrük Birliği (GB) ve ardından imzalanmaya başlanan Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) olmuştur. GB’nin temelleri 1963 yılında yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile atılmış, sonrasında ise Katma Protokol ile GB’nin detayları belirlenmiştir.
Sera gazı envanteri, bir kuruluşun faaliyetlerinden ötürü atmosfere saldığı veya atmosferden uzaklaştırdığı sera gazı miktarlarıyla ilgili yaptığı muhasebe çalışmasıdır. Bu envanter, kuruluşun belirli bir hesaplama dönemi boyunca (genellikle 1 yıl) atmosfere bıraktığı her birim kirletici miktarını kaynağına göre listeler. Sera gazı envanterinin sonuçları, kuruluşun tüm paydaşları tarafından farklı amaçlarla değerlendirilir ve kullanılır. Örneğin, politika yapıcılar karbon emisyon eğilimlerini izlemek, azaltma stratejileri ve politikaları geliştirmek ve ilerlemeyi değerlendirmek amacıyla kuruluşların hazırladığı envanterleri incelerler. Sorumlu yatırımcılar, bir şirkete yatırım yapmadan önce kuruluşların sürdürülebilirlik performansını, bunun bir parçası olarak hazırladıkları sera gazı envanterlerini kullanır.
Türkiye’de tam da VUCA (VUCA kavramı, Değişkenlik (Volatility), Belirsizlik (Uncertainty), Complexity (Karmaşıklık) ve Muğlaklık (Ambiguity) olarak açıklanır. İlk kez ABD ordusu tarafından Soğuk Savaş’ın bitmesiyle ortaya çıkan VUCA kavramı günümüzde belirsizliklerle dolu iş dünyasını tanımlamak için kullanılır.), “Toksik İşyeri Kültürünün Yüksek Maliyeti”, çalışan sirkülasyonu, çalışma saatlerinin azaltılması, özerklik…vb. konularla yükseklerden uçarken Dünyayı birdenbire bir pandemi gündemi sarıverdi.
Bu ay ki yazıma başlarken, sizlerle sosyal hayatta yaşadığım ve beni etkileyen bir uçak seyahatimde tanıştığım bir delikanlıyla geçen diyaloğumu anlatacağım. Pandemi sürecinde emekli bireyler olarak ben ve eşim yaşımızın gereği sağlık bakanlığımızın aldığı, yayınladığı koruyucu tedbirlere mümkün oldukça riayet etmiş, aşılarımızı olmuş, maske mesafe ve hijyen kurallarına uymuş, hatta o yıl yurt dışına küçük kızımın yanına gitmek için planladığımız Brüksel seyahatimizi iptal ettirmiştik. İşte bu yıl aldığımız bir kararla o gün yapamadığımız Brüksel uçuşumuzu yapmak üzere Sabiha Gökçen Hava Limanı’ndan uçağımızdaki yerimizi aldık, bize verilen birer küçük sekiz kilogramlık valiz hakkımız haricinde benim elimde bilgisayar çantam eşimde ise kendi çantası ve içinde yola çıkarken atıştırmalıklarımızın yer aldığı küçük bir çanta bulunmaktaydı.Uçakta bize verilen çekin işleminde belirtilmiş pencere kenarı ve orta koltuktaki yerimizi aldık, bekliyoruz fakat bu ara eşim koltukların birbirine ne kadar yakın olduğunu ve üç saati aşkın bir uçuşta benim rahatsız olabileceğimi ifade ederek endişesini belirtti.
“Bakır, fosil yakıtlardan sürdürülebilir enerjiye geçişte o kadar merkezi bir durumda ki, dünya çapındaki talebin 2035 yılına kadar 25 milyon metrik tondan 50 milyon metrik tona yani iki katına çıkması muhtemel. 2050’de 53 milyon metrik tona yükselmeye devam edecek. Bu rakam 1900 ile 2021 yılları arasında dünyada tüketilen tüm bakırdan daha fazla. Dünyanın bunu karşılaması mümkün değil.
Elektrikli araçlar, rüzgar, güneş ve piller için gerekli bakırın önümüzdeki on yılın ortasına kadar üç katına çıkacağını tahmin ediliyor.
“Sadece teknoloji sayesinde kendinizi yaratmanızın ve ifade etmenizin kolaylaşması, bunu iyi yaptığınız anlamına gelmez.”