Yaklaşık Maliyetin Altında Tek Geçerli Teklif Kalması ?

Kamu İhale Kurulu Kararı Özeti; İtirazen şikâyet dilekçesinde özetle, ihalenin 11’inci kısmı için teklif ettikleri bedelin yaklaşık maliyetin %7,40 altında olmasına rağmen idarece yeterli kırım olmadığı gerekçesiyle tekliflerinin değerlendirme dışı bırakılarak ihalenin iptal edilmesinin mevzuata aykırı olduğu, bu bağlamda idarenin bahse konu kısma ilişkin ihaleyi iptal etmeden önce yaklaşık maliyet hesaplanırken değerlendirilmeyen herhangi bir husus olup olmadığını sorgulaması gerektiği, özellikle ihale konusu iş için gerekli olan işçilik ve biyosidal ürün girdileri ile amortisman ve demirbaş giderlerinin yaklaşık maliyete dahil edilip edilmediğinin, dahil edildi ise piyasa şartlarını ve ekonomik şartları karşılayıp karşılamadığının tespit edilmesi gerektiği, yaklaşık maliyetin gerekçe gösterilerek ihalenin iptal edilmesi yerine güncelleme yapılarak ihale sürecinin devam edilebileceği iddialarına yer verilmiştir.

29.06.2022 tarihli ve 2022/UM.II-771   sayılı Kamu İhale Kurulu kararına göre;

İptal gerekçesi ile sınırlı olarak yapılan incelemede, idare tarafından ihalenin şikâyete konu kısmının yaklaşık maliyetinin 1.350.000,00 TL olarak belirlendiği, ekonomik açıdan en avantajlı teklif sahibi olan başvuru sahibine ait teklif bedelinin 1.250.000,00 TL olduğu, yaklaşık maliyet ile anılan istekliye ait teklif bedeli arasında 100.000,00 TL fark olduğu, bu tutarın yaklaşık maliyetin %7,41’ine tekabül ettiği, diğer bir deyişle anılan isteklinin teklif bedelinin yaklaşık maliyetin %92,59’u oranında olduğu tespit edilmiştir.

Yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerine göre ihalenin iptali hususunda gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle ihale komisyonlarına ve dolayısıyla idarelere takdir yetkisi tanındığı, ancak bu yetkinin mutlak ve sınırsız olmadığı, idareye tanınan bu takdir yetkisinin mevzuat çerçevesinde, eşitlik ilkesine uygun şekilde, kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek kullanılması, tesis edilen iptal işleminin gerekçelerinin açıkça ortaya konulması ve ihalede oluşan durumun da dikkate alınarak Kanun’un 5’inci maddesinde yer alan temel ilkeler çerçevesinde karar verilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

Yapılan tespit ve değerlendirmeler doğrultusunda, incelenen ihalede 19 adet doküman indirildiği, şikâyete konu ihalenin 11’inci kısmına iki istekli tarafından teklif sunulduğu, tekliflerden birinin ihale komisyonu kararı ile yaklaşık maliyetin üzerinde olduğu gerekçesiyle, başvuru sahibinin teklifinin ise ihale yetkilisince yaklaşık maliyetin altında olmakla beraber yaklaşık maliyete göre indirim oranının yeterli olmadığı tespitiyle reddedildiği ve Teknik Şartname’de değişiklikler yapılması ve ihaleye teklif veren istekli sayısını artırmak hedefine vurgu yapılarak ihalenin iptaline karar verildiği anlaşılmıştır.

Bu çerçevede, şikâyete konu kısımda yaklaşık maliyetin altında tek geçerli teklif kalmasının rekabetin oluşmadığı anlamına gelmeyeceği, ihalenin 11’inci kısmında ihale yetkilince yaklaşık maliyetin altındaki geçerli teklifin hangi oranda düşük olması halinde kaynakların verimli kullanılması ilkesinin sağlanacağına yönelik belirlemenin somut değerlendirmeden ziyade sübjektif bir değerlendirme niteliğinde olduğu değerlendirildiğinden bahse konu kısmın iptal edilmesinin uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.

Diğer taraftan şikâyete konu ihalenin Teknik Şartname düzenlemelerine yönelik 07.03.2022 tarihinde Kurum kayıtlarına alınan dilekçe ile itirazen şikâyet başvurusu yapan Vekontek Sağlık A.Ş.nin iddialarının incelenmesi amacıyla akademik bir kuruluştan 13.05.2022 tarihli ve E.2022/8591 sayılı Kurum yazısı ile teknik görüş istenilmiş olup, söz konusu yazıya istinaden gönderilen 20.06.2022 tarihli ve 550838 sayılı teknik görüş doğrultusunda alınan 29.06.2022 tarihli ve 2022/UM.II-770 sayılı Kurul kararı ile ihalenin iptal edildiği görülmüştür.

Netice itibarıyla ihalenin 11’inci kısmına ilişkin iptali kararının iptaline yönünde tesis edilecek düzeltici işlemin esasa etkili olmadığı bu bağlamda anılan kısma ilişkin usul ekonomisi bakımından da iptal kararının iptal edilmesine gerek bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Mehmet ATASEVER

Kamu İhale Kurulu Eski Üyesi/ Akademisyen 

Yarı iletkenlerle “Yaşam için teknoloji”: Bosch, Çip İşine Milyarlarca Euro Daha Yatırım Yapıyor

Mikroelektronik, Bosch’un tüm iş alanlarının başarısı için hayati öneme sahip.

  • Bosch, 2026’ya kadar 3 milyar Euro yarı iletken işine, IPCEI kapsamındaki Mikroelektronik ve iletişim teknolojilerine yatırım yapacak.
  • Bosch Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Stefan Hartung: “Mikroelektronik gelecektir.”
  • Yeni çip geliştirme merkezleri Almanya Reutlingen ve Dresden’de yapım aşamasında.
Bosch Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Stefan Hartung

Stuttgart ve Dresden, Almanya – Otomobiller ve e-Bikelardan ev aletlerine ve giyilebilir cihazlara kadar, yarı iletkenler tüm elektronik sistemlerin ayrılmaz bir parçasıdır. Yarı iletkenler, modern teknoloji dünyasını yönlendiren motorlardır. Bosch, yarı iletkenlerin artan önemini erken fark etti ve kendi yarı iletken işini güçlendirmek için milyarlarca Euro fazla daha yatırım yapacağını duyurdu. 2026 yılına kadar Bosch, mikroelektronik ve iletişim teknolojisine ilişkin IPCEI finansman programının bir parçası olarak yarı iletken işine 3 milyar Euro daha yatırım yapmayı planlıyor. Bosch Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Stefan Hartung Dresden’deki Bosch Teknoloji Günü 2022’de, “Mikroelektronik gelecektir ve Bosch işinin tüm alanlarının başarısı için hayati öneme sahiptir. Mikroelektronik sayesinde yarının mobilitesi, nesnelerin interneti ve Bosch’un ‘Yaşam için teknoloji’ olarak adlandırdığı teknolojinin ana anahtarına sahibiz.” dedi.

Bosch, bu yeni fonun bir parçası olarak 170 milyon Euro’yu aşan bir maliyetle Reutlingen ve Dresden’de iki yeni geliştirme merkezi inşa etmeyi planlıyor. Ayrıca şirket, Dresden’deki yonga plakası fabrikasında ekstra 3.000 metrekarelik temiz oda alanı yaratmak için gelecek yıl 250 milyon Euro daha harcayacak. Hartung, “Müşterilerimizin elde edecekleri faydayı gözeterek yarı iletkenlere yönelik talep için hazırlanıyoruz. Bizim için bu minyatür bileşenler, büyük iş anlamına geliyor.” dedi.

Avrupa'nın Rekabet Gücünü Artırmak İçin Mikroelektroniğe Teşvik

Avrupa Çip Yasası çerçevesinde, Avrupa Birliği ve Alman Federal Hükümeti, Avrupa mikroelektronik sektörü için sağlam bir ekosistem geliştirmek üzere ek finansman sağlıyor. Hedef, 2030’a kadar Avrupa’nın küresel yarı iletken üretimini yüzde 10’dan yüzde 20’ye çıkararak ikiye katlamak. Mikroelektronik ve iletişim teknolojisi üzerine yeni başlatılan IPCEI, öncelikle araştırma ve inovasyonu teşvik etmeyi amaçlıyor. Hartung, “Avrupa, yarı iletken sektöründe kendi güçlü yönlerinden faydalanabilir ve bunu yapmalıdır. Her zamankinden daha fazla olacak şekilde hedef, Avrupa endüstrisinin özel ihtiyaçları için çip üretmek olmalıdır. Bu da sadece nano ölçeğin sadece alt kısmındaki çipler anlamına gelmiyor.” dedi. Örneğin, elektromobilite sektöründe kullanılan elektronik bileşenler, 40 ila 200 nanometre arasında proses boyutları gerektirir. Bosch yonga fabrikaları tam olarak bunun için tasarlanmıştır.

Dresden’de 300 Milimetre Çip Üretiminde Önemli Artış

Mikroelektronik alanındaki bu yeni yatırım, Bosch için yeni inovasyon alanları da açıyor. Hartung, “İnovasyonda lider olmak, en küçük elektronik bileşenler olan yarı iletken çiplerle başlar.” dedi. Bosch’taki yeni inovasyon alanları arasında, bir aracın çevresini otonom sürüş esnasında 360 derecelik taramalarını gerçekleştirmek için kullandığı radar sensörleri gibi çip üzerinde yer alan sistemler bulunuyor. Şirket, şimdi bu tür bileşenleri geliştirerek onları daha küçük, daha akıllı ve daha ucuza üretmeye çalışacak. Bosch ayrıca, özellikle tüketim malları sektörü için kendi mikroelektromekanik sistemlerini (MEMS) daha da değiştirmek için çalışmalar gerçekleştiriyor. Şirket araştırmacılarının şu anda bu teknolojiyi geliştirmek için kullandıkları şeylerden biri, bir akıllı gözlüğün şakak kısmına yerleştirilebilecek kadar küçük olan yeni bir projeksiyon modülüdür. Hartung, “MEMS teknolojisinde pazardaki lider konumumuzu pekiştirmek için MEMS sensörlerimizi 300 milimetrelik yongalar üzerinde de üretmeyi planlıyoruz. Üretim, 2026 yılında başlayacak. Yeni yonga plakası fabrikamız bize üretimi ölçeklendirme fırsatı veriyor. Bu, tam olarak yararlanmayı planladığımız bir avantaj.” dedi.

Reutlingen Fabrikasının Silisyum Karbür Çiplerine Büyük Talep

Bosch’un bir diğer odak noktası ise yeni tip yarı iletkenlerin üretimidir. Örneğin Bosch, Reutlingen fabrikasında 2021’in sonundan bu yana seri silisyum karbür (SiC) çipleri üretiyor. Bunlar, çalışma aralıklarını yüzde 6’ya kadar artırmaya yardımcı oldukları elektrikli ve hibrit araçlar için gerekli olan güç elektroniğinde kullanılıyor. Güçlü pazar büyümesinin arkasında, yıllık yüzde 30 veya daha fazla oranlarla SiC çiplerine olan yüksek talep yer alıyor. Bu güç elektroniklerini daha uygun maliyetli ve daha verimli hale getirmek amacıyla Bosch, diğer çip türlerinin kullanımını da araştırıyor. Hartung, “Elektromobilite uygulamaları için galyum nitrür bazlı çiplerin geliştirilmesini de araştırıyoruz. Bu çipler, dizüstü bilgisayar ve akıllı telefon şarj cihazlarında zaten bulunuyor.” dedi. Araçlarda kullanılmadan önce, daha sağlam hale gelmeleri ve 1.200 volta kadar önemli ölçüde daha yüksek voltajlara dayanabilmeleri gerekecektir. Hartung sözlerine şöyle devam etti: “Bunun gibi zorlukların tümü Bosch mühendisleri için işin bir parçası. Mikroelektroniğe uzun süredir aşina olmamız ve otomobillerle ilgili süreçleri biliyor olmamız bizi güçlü kılıyor.”

Bosch, Yarı İletken Üretimi İçin Kapasiteyi Sistematik Olarak Genişletiyor

Bosch, son birkaç yılda yarı iletken işine birkaç yatırım yaptı. Bunun en iyi örneği, Haziran 2021’de Dresden’de açılan yonga fabrikasıdır. 1 milyar Euro ile şirket tarihindeki en büyük yatırımdır. Reutlingen’deki yarı iletken merkezi de sistematik olarak genişletiliyor: Bosch, şimdi ve 2025 arasında, üretim kapasitesinin genişletilmesi ve mevcut fabrika alanının yeni temiz oda alanına dönüştürülmesi için yaklaşık 400 milyon Euro daha yatırım yapacak. Buna Reutlingen’de ek olarak 3.600 metrekarelik ultramodern temiz oda alanı yaratacak yeni bir uzantının inşası da dahildir. Sonuç olarak, Reutlingen’deki temiz oda alanı, şu anda yaklaşık 35.000 metrekareden 2025’in sonunda 44.000 metrekarenin üzerine çıkacak.

Uzmanlık ve Uluslararası Bir Ağ, Sürekli Başarıyı Garanti Eder

Bosch, yarı iletkenlerin geliştirilmesi ve üretiminde otomotiv sektörünün lider şirketidir. Bu çipler sadece otomotiv uygulamalarında değil, tüketim malları sektöründe de kullanılmaktadır. Bosch, 60 yılı aşkın süredir bu alanda faaliyet gösteriyor. Örneğin, Reutlingen’deki Bosch yarı iletken fabrikası, son 50 yıldır 150 ve 200 milimetrelik yonga plakalarına dayalı çipler üretiyor. Şirketin Dresden tesisinde, 2021’de 300 milimetrelik yonga plakası bazında çip üretimi başladı. Reutlingen ve Dresden’de üretilen yarı iletkenler arasında uygulamaya özel entegre devreleri (ASIC’ler), mikroelektromekanik sistem (MEMS) sensörleri ve güç yarı iletkenleri yer alıyor. Bosch ayrıca Penang, Malezya’da yarı iletkenler için yeni bir test merkezi kuruyor. 2023’ten itibaren merkez, bitmiş yarı iletken çipleri ve sensörleri test edecek.

Tükenmişlik mi Kronik Yorgunluk mu ?

Bu yazının konusunu “önceki yazılarımda ele aldığım işkoliklik, karoshi ve impostor fenomeni konularıyla da ilişkisi bulunan ve son zamanlarda birçok çalışanın şikâyetçi olduğu “Tükenmişlik Sendromu” oluşturmaktadır.

“Tükenmişlik” (Burnout) kavramı çok çeşitli alanlarda farklı biçimlerde tanımlanmış ve kullanılmış olsa da çalışma yaşamına ilişkin olarak ilk kullanan Freudenberger olmuştur. Yoğun sosyal ilişkilerin bulunduğu işlerde çalışanların diğerlerine göre daha fazla hastalık iznine ayrıldığını fark eden Freudenberger, bu kavramı kliniklerde ağır bir iş yükü altında çalışanları tarif etmek için kullanmıştır (1, 2).

Sonrasında Maslach ve Jackson çalışma hayatındaki tükenmişliği bir sendrom olarak ele almış ve bu çerçevede tanımlamışladır. Bu tanımlamaya göre “tükenmişlik; bireylerin işleri gereği karşılaştıkları insanlara karşı duyarsızlaşmaları, duygusal yönden kendilerini tükenmiş hissetmeleri ve kişisel başarı ve yeterlilik duygularının azalması” olarak ifade edilmiştir (3). Maslach daha sonra tükenmişlik sendromu üzerindeki çalışmalarına devam etmiş ve tükenmişliği 1) duygusal bitkinlik, 2) duyarsızlaşma (yabancılaşma) ve 3) kısıtlı etkinlik ölçütleri çerçevesinde özetlemiştir (4).

Tükenmişlik sendromu üzerindeki çalışmalar arttıkça, bu sorunun nelerden kaynaklandığı konusunda farklı görüşlerin ve yaklaşımların da ortaya çıkmaya başladığı söylenebilir.

Maslach ve Jackson Tükenmişlik Sendromunun tanımlamasını yaparken sorunun en önemli nedeninin sürekli olarak başka insanların fiziksel, sosyal ve psikolojik sorunlarıyla uğraşmak dolayısıyla da sürekli olarak olumsuz duygu ve davranışların bulunduğu bir ortamda bulunmak zorunluluğu olduğunu ileri sürmektedirler (5).

Bazı araştırmacılar ise çalışanların uyum sağlayabileceği ölçünün ötesindeki iş talepleri nedeniyle ortaya çıkan iş stresinin uzun bir süre devam etmesi durumunda tükenmişliğe yol açabileceğini, dolayısıyla tükenmişliğin iş stresinin özel bir hali olduğunu düşünmektedir (7).

Weber ve Jaekel-Reinhard ise tükenmişlik sendromuna daha farklı bir açıdan yaklaşıp, tükenmişlik sendromunu bir modern toplum rahatsızlığı olarak tanımlamakta ve bu sorunun nedenlerini hem toplumun hem de çalışma ortamının geçirdiği dönüşümler ile bu dönüşümlerin kesişim noktasında aramak gerektiğini söylemektedir (8).

Tükenmişlik sendromunun zaman zaman başkaca sorunlarla ve özellikle “kronik yorgunluk sendromu” ile karıştırıldığı da söylenebilir. Tükenmişlik sendromu ile kronik yorgunluk sendromunun karıştırılmasının önemli bir nedeni her iki sendromda da “bitkinlik” ve “yorgunluk” gibi semptomların benzer olmasından kaynaklanmaktadır. Gerçekten de bazı araştırmalar “bitkinlik” ve “yorgunluk” gibi sorunların ve şikâyetlerin aslında beslenme yetersizliğinin bir sonucu olabileceğini, örneğin “B Vitamini” takviyesinin özellikle belirli bir yaşın üzerinde olan ve yüksek iş stresi altında çalışmak durumunda kalan kişilerin iş streslerini, işe devamsızlıklarını ve hatta tükenmişlik şikâyetlerini azaltabildiğini göstermektedir (9). Dolayısıyla bu iki sendromun nedenlerinin farklı olduğu, kronik yorgunluğun fiziksel, tükenmişlik sendromunun ise psikolojik nedenlerden kaynaklandığı söylenebilir (10).

Böyle bir durumda tükenmişlik sendromuna uğradığını düşünenlerin sayısı ile bu sendroma gerçekten uğrayanların sayısı arasında önemli bir farkın olduğunu ileri sürmek mümkündür. Kısacası tükenmişlik sendromuna ilişkin şikâyetlerin yaygınlaşması ve artması, doğrudan doğruya tükenmişlik sendromunun yaygınlaştığı ve bu sendroma uğrayanların sayısının arttığı şeklinde yorumlanmamalı ve bu tip şikâyetlere temkinli bir biçimde yaklaşılmalıdır.

Özellikle modern yaşamın hızlı temposu ve alışkanlıkları düşünüldüğünde yetersiz beslenmenin yanı sıra çeşitli nedenlerle kişinin kendine daha az vakit ayırıyor olması ve yeri geldiğinde uykusundan feragat etmesi de tükenmişlik benzeri şikâyetlerin ortaya çıkmasına yol açabilmekte, aslında yorgunluğa ve bedensel nedenlere bağlı şikâyetlerin ve semptomların tükenmişlik ile karıştırılması mümkün olabilmektedir. Bu nedenle tükenmişlik sendromuna uğradığını düşünen kişilerin öncelikle yaşam biçimlerini gözden geçirmeleri ve gerekiyorsa bu yaşam biçimlerinde ve alışkanlıklarında değişikliğe gitmeleri belki de sorunun çözülebilmesi ve bu şikâyetlerinin ortadan kalkması için yeterli olabilecektir.

Prof. Dr. Umut OMAY

 

Kaynakça

(1) “Burnout”, APA Dictionary of Psychology, 2nd Ed., Ed. By G. R. VandenBos, American Psychological Association, Washington, 2015.

(2) “Burnout-Syndrom – Wenn Stress zur Krankheit wird”, Çevrim içi: https://www.burn-out-syndrom.org, Erişim tarihi: 11.07.2022.

(3) Keser, A. ve Tüfekçi, Ü. (2018), “Tükenmişlik Sendromu”, Çalışma Yaşamında Davranış: Güncel Yaklaşımlar, 4. B., Ed. A. Keser, G. Yılmaz ve S. Yürür, Umuttepe Yayınları, Kocaeli.

(4) “Definition”, Çevrim içi: https://www.burn-out-syndrom.org/definition, Erişim tarihi: 11.07.2022.

(5) Maslach, C. ve Jackson, S. E. (1981), “The Measurement of Experienced Burnout”, Journal of Occupational Behaviour, 2 (2).

(6) Maslach, C. ve Leiter, M. P. (1997), The Truth About Burnout: How Organizations Cause

Personal Stress and What to Do About It, Jossey-Bass, San Francisco.

(7) Ladstätter, F. and Garrosa, E. (2008), Prediction of Burnout: An Artificial Neural Network Approach, Diplomica Verlag, Hamburg.

(8) Weber, A. and Jaekel-Reinhard, A. (2000), “Burnout syndrome: a disease of modern societies?”, Occupational Medicine, 50 (7).

(9) Stough, C., Simpson, T., Lomas, J., McPhee, G., Billings, C., Myers, S., Oliver, C., & Downey, L. A. (2014), “Reducing occupational stress with a B-vitamin focussed intervention: A randomized clinical trial: study protocol”, Nutrition Journal, 13(1).

(10) Doerr, J. M. ve Nater, U. M. (2017), “Exhaustion Syndromes: Concepts and Definitions”, Burnout, Fatigue, Exhaustion: An Interdisciplinary Perspectives on a Modern Affliction, Ed. S. Neckel, A. K. Schaffner ve G. Wagner, Palgrave MacMillan, Cham.

PROF. DR. UMUT OMAY – MAKALE LİSTESİ

GİRİŞİMCİLİK VE YÖNETİCİ GÜÇLENDİRME

PAZARLAMA

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

İŞ DÜNYASINDA TUTUM VE DAVRANIŞ

DİĞER KONULAR

Eşit Durumdaki İşçilere Farklı Ücret Zammı Uygulanması, Ayrımcılık Tazminatını Gerektirir Mi?

Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup, iş hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle, işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bununla birlikte eşit davranma borcu tüm işçilerin hiçbir farklılık gözetilmeksizin aynı duruma getirilmesini gerektirmeyip, eşit durumdaki işçilerin farklı işleme tabi tutulmasını önlemeyi amaç edinmiştir.

Yargıtay’a göre, ““Eşitlik İlkesi” en temel anlamda T.C. Anayasasının 10 uncu ve 55 inci maddelerinde ifade edilmiş, 10 uncu maddede “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” kuralına yer verilmiştir. 55 inci maddenin kenar başlığı ise “Ücrette Adalet Sağlanması” şeklindedir.

Bundan başka, eşit davranma ilkesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Ekonomik Topluluğu Andlaşması, Uluslararası Çalışma Örgütünün Sözleşme ve Tavsiye Kararlarında da çeşitli biçimlerde ele alınmıştır. İstihdam ve Meslek Konularında Kadın ve Erkeğe Eşit Muamele ve Fırsat Eşitliği İlkesinin Uygulanmasına Dair 5 Temmuz 2006 tarihli Avrupa Parlamentosu ve Konseyinin 2006/54/EC Sayılı Direktifinin “Analık (Doğum) İzninden Dönüş” başlıklı 15 inci maddesinde, “doğum iznindeki bir kadının, doğum izninin bitiminden sonra işine veya eşdeğer bir pozisyona kendisi için daha dezavantajlı olmayan koşul ve şartlarda geri dönmeye ve çalışma koşullarında yokluğu sırasında yararlanmış olacağı her türlü iyileştirmeden yararlanmaya hakkı vardır” şeklinde kurala yer verilerek, doğum iznini kullanan kadın işçi yönünden işverenin eşit davranma borcuna vurgu yapılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu sistematiğinde, eşit davranma borcu, işverenin genel anlamda borçları arasında yerini almıştır. Buna karşın eşitlik ilkesini düzenleyen 5 inci maddede, her durumda mutlak bir eşit davranma borcu düzenlenmiş değildir. Belli bazı durumlarda işverenin eşit davranma borcunun varlığından söz edilmiştir. Dairemiz kararlarında “esaslı nedenler olmadıkça” ve “biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça” bu yükümlülüğün bulunmadığı vurgulanmıştır (Y9.HD. 25.7.2008 gün 2008/ 27310 E, 2008/ 22095 K.). İşverence, işçiler arasında farklı uygulamaya gidilmesi yönünden nesnel nedenlerin varlığı halinde eşit işlem borcuna aykırılıktan söz edilemez[1].

Yargıtay’ın başka bir kararında, “4857 sayılı Yasanın 5 inci maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiştir. Belirtilen bu hususların tamamının mutlak ayrım yasağı kapsamında ele alınması gerekir. Eşit davranma ilkesinin uygulanabilmesi için aynı işyerinin işçileri olma, işyerinde topluluk bulunması, kolektif uygulamanın varlığı, zamanda birlik ve iş sözleşmesiyle çalışmak koşulları gerekmektedir.

Yasanın 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında tam süreli- kısmî süreli işçi ile belirli süreli – belirsiz süreli işçi arasında farklı işlem yapma yasağı öngörülmüş, üçüncü fıkrada ise cinsiyet ve gebelik sebebiyle ayrım yasağı düzenlenmiş ve bu durumda olan işçiler bakımından iş sözleşmesinin sona ermesinde de işverenin eşit davranma borcu vurgulanmıştır. Bununla birlikte, işverenin işin niteliği ile biyolojik nedenlerle faklı davranabileceği bahsi geçen hükümde açıklanmıştır.

Yine değinilen maddenin dördüncü ve beşinci fıkralarında, işverenin ücret ödeme borcunun ifası sırasında ayrım yapamayacağından söz edilmektedir. Burada sözü edilen ücretin genel anlamda ücret olduğu ve ücretin dışında kalan ikramiye, pirim v.b. ödemleri de kapsadığı açıktır.

Bundan başka, 4857 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde sözü edilen sendikal nedenlere dayalı ayrım yasağı da mutlak ayrım yasağı kapsamında değerlendirilmelidir. Kanunun 5 inci maddesiyle 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan haller sınırlayıcı olarak düzenlenmiş değildir. İşçinin işyerinde olumsuzluklara yol açmayan cinsel tercihi sebebiyle ayrım yasağı da buna eklenebilir. Yine siyasî sebepler ve dünya görüşü gibi unsurları esas alan bir ayrımcılık da korunmamalıdır.

İşverenin eşit davranma borcuna aykırı davranmasının yaptırımı değinilen Kanunun 5 inci maddesinin altıncı fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan hükme göre işçinin dört aya kadar ücreti tutarında bir ücretten başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep imkânı bulunmaktadır. Söz konusu fıkra metni emredici nitelikte olduğundan, anılan hükme aykırı olan sözleşme kuralları geçersizdir. Geçersizlik nedeniyle ortaya çıkan kural boşluğu eşit davranma ilkesinin gereklerine uygun olarak doldurulmalıdır.

Eşit davranma borcuna aykırılığı ispat yükü işçide olmakla birlikte, anılan maddenin son fıkrasında yer alan düzenlemeye göre işçi ihlalin varlığını güçlü biçimde gösteren bir delil ileri sürdüğünde aksi işveren tarafından ispatlanmalıdır.

Somut uyuşmazlıkta Mahkemece hükmedilen eşit davranmama tazminatına gerekçe olarak “davalı işverenin muvazaalı işlemi sebebi ile eşit işlem borcuna aykırı davrandığı, davacının bu sebeple mali olarak mahrum kaldığı haklarının bilirkişi raporu ile ayrı ayrı hesap edildiği, ayrıca davacının mahrum kaldığı haklarının yanında davalıların muvazaalı işlem yapmış olmaları, davacının kıdemi birlikte değerlendirildiğinde davalı şirketlerin ayrıca ayrımcılık yapmaları gözetilerek kanunen üst sınır olan 4 aylık brüt ücreti tutarında eşit işlem borcuna aykırılık tazminatına hükmedilmesinin hakkaniyetli olacağı” yazılmıştır.

Yukarıda açıklandığı üzere 4857 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiş olup somut olayda bu ve benzeri sebeplere dayalı bir ayrım yapıldığı ileri sürülüp kanıtlanmadığından eşit davranmama tazminatı talebinin reddi yerine kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir”[2].

Sonuç olarak, işverenin emsal işçiler arasında farklı ücret ve ücret eki ödemesi, eşit işlem borcuna aykırılık oluşturur. Mağdur olan işçi “ayrımcılık tazminatı” talep edemez. Sadece mahrum kaldığı ödemeleri talep edebilir. Çünkü İşK. m.5’de, “eşit işlem yapma borcu” değil, “ayrımcılık yasağı” düzenlenmiştir. Bu nedenle, ayrımcılık tazminatına hak kazabilmek için din, dil, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim, engellilik gibi sebeplerle ayrımcılık yapılmalıdır.

Lütfi İNCİROĞLU

[1] (Y9.HD. 2.12.2009 T.,E.2009/33837, K.2009/32939 Legalbank.

[2] Y9HD.15.01.2018 T., E.2016/25313, K.2018/156 Legalbank.

Yaptığını Ölç, Ölçtüğünü Yap

Bu başlığın esin kaynağını daha önce “Yazdığını yap, yaptığını yaz.” diye en az bin kez okumuşsunuzdur. Siz yine yapın yaptığınızı, yazın yazdığınızı ama ölçmeden biçmeden ne olacağını önceden kestirmeden bir şeyler yapmanın devri çoktan geçti gitti.

Burada çağları açıp çağları kapatan fark “bilmek” kelimesinde saklı.

Yazıdaki bu kelimenin hem kendisi farklı hem de içerdiği anlamı. Bilmenin nesi farklı derseniz, bu bilme; kişisel değil örgütsel bilmedeki bilme, bu bilme beklentiler olarak bilme.

Yani bilerek, isteyerek, bile bile bilme de ki bilme.

Bu da böyle biline!

İster olayı “Nosce te ipsum”[1] diye bilin, isterseniz de “Nefsini bilen Rabbini bilir” diye bilin hiçbir şey fark etmez.

Yeter ki ölçün biçin ve bilin!

YAPTIĞINI ÖLÇ, ÖLÇTÜĞÜNÜ YAP

İşletme, Örgüt, Kurum, Kuruluş ya da Firma, Şirket her neyi yönetiyorsanız yönetin, işte size bir ölçüm cetveli.

Bununla; Yaptığınızı ölçün, ölçtüğünüzü yapın!

Finans ve Muhasebe Yönetimimizde;

  • Yasalara ne ölçüde uyuyoruz?
  • Verimlilik odaklı teknolojik altyapımız var mı?
  • Yetişmiş yetkin personel bulma ve tutundurmada ne durumdayız?
  • Kontrol/Denetim Sistemlerimiz tarafsız mı?
  • Düzenli olarak Maliyet Kontrolü ve Düşürme Çalışmaları yapıyor muyuz?
  • Etkin bir Tahsilat Takip Yönetim Sistemimiz var mı?
  • Satış Yönetimi ile şeffaf iletişim kanalımız var mı?

Pazarlama Yönetimimizde;

  • Müşteri Yolculuk Haritası[2] yaptık mı?
  • Algılama Haritası oluşturduk mu?
  • Kategori Yönetimi ile satış stratejileri oluşturduk mu?
  • Stratejik Marka Mimarisini uyguluyor muyuz?
  • Yetkin pazarlama personeli bulma, tutundurma ve eğitiminde ne durumdayız?
  • Sistematikleşmiş bir “Potansiyel Müşteri” arama çalışması yapıyor muyuz?
  • Müşteri Odaklılık Kültürünü iç müşterimize değer olarak aşıladık mı?
  • SKU[3] Analizi ile güçlendirilmiş bir depolama ve sevkiyat sistemimiz var mı?

Satınalma Yönetimimizde;

  • Stratejik satınalma planımızı Pazarlama Birimi ile mi oluşturduk?
  • Sistemli ve düzenli tedarikçi ziyaretleri ve değerlendirmeleri yapıyor muyuz?
  • Tedarikçi ödemelerimizi düzenli yapıyor muyuz?
  • Sipariş, teslimat, fatura mutabakatlarını düzenli yapıyor muyuz?
  • Terminlerin takip ve kontrol metodunu oluşturduk mu?

Satış Yönetimimizde;

  • Teklif verme ve siparişe çevirme sürecinin yazılı bir prosedürü var mı?
  • Yetişmiş yetkin satış personeli bulma, tutundurma ve ürünler hakkındaki bilgileri verme konusunda ne durumdayız?
  • İş ve müşteri iletişim takibi kültürünü tüm ekip paylaşıyor mu?
  • Satışa verilen hedeflerimiz gerçekçi ve güncel mi?
  • Satış personelinin markamızı temsil yetkinliğini ölçtük mü?
  • Kaybedilen müşteri ve kaybedilme nedeni araştırılıyor mu?

Üretim Yönetimimizde;

  • Ekonomik sipariş/iş emri miktarları ve emniyet stok devir hızları biliniyor mu?
  • Fason üretim için tedarikçi kapasite analizimiz var mı?
  • Maliyet azaltma çalışmaları yapılıyor mu?
  • Her aşamada etkin bir “Üretim Planlaması” var mı?
  • Üretim Ekipmanlarının kritik parçalarının stok kontrolü var mı?
  • Planlı Bakım, Arıza ve Kestirici Bakım faaliyetlerinin geçmişe dönük zaman/maliyet kayıtları tutuluyor mu?

Genel Olarak;

  • SWOT[4] ve PEST[5] Analizlerimiz tüm birimler ile hazırlanmış ve Müşteri Bağımlılık Oranı çıkartılmış mı?
  • Aldığımız kararların eylem taahhüdü de var mı?
  • Otopsi Toplantıları ve Ortak Akıl Toplantıları yapıyor muyuz?
  • “Risk Haritalarımız” çıkarıldı mı?
  • Kaynaklarımızla (ürünlerimiz, insanlarımız ve sermayemiz) dışardaki etkenler (rakipler, pazar ve piyasa) arasındaki bağı ilişkilendirip fizibilite çalışmaları ve raporlar hazırlıyor muyuz?
  • 5 yıllık (ki en azından o kadar olsun) “Stratejik Yönetim Modelimiz” var mı?

Unutmadan;

Stratejik Yönetim Modelimizde;

  • Markanın Pazar Payı nedir ve 5 yıl sonra ne olmalıdır yazıyor mu?
  • Marka kar ve zarar noktaları planlanmış mı?
  • Yıllık plan şeması var mı?
  • Satış hedefleri belli mi?
  • Üretim hedefleri belli mi?
  • Tedarik planlaması yapılmış mı?
  • Sektör ve rakip analizi yapılmış mı?
  • Bütçe planlaması var mı?

Bu cetvel, ahşap, metal, plastik metrelerden ya da kumaş mezuralardan oldukça farklıdır yalnız onu baştan bilelim. Onlarda ölçtüğünüz değeri net olarak çıplak gözle görebilirsiniz ve sonuç herkes tarafından aynı okunduğu için tartışmaya kapalıdır.

Bu cetvelde ise kafa tası gözü ile hiçbir şey göremezsiniz. Bu cetvelde size lazım olan şey “Akıl Gözüdür”. Aklınızla bakarsanız ölçüm sonuçlarınızı çok net görürsünüz ve “Ayağınıza kısa kalan yorganı nasıl uzatacağınıza karar verirsiniz”.

Ölçülü yaşanmışlıklar biriktirmeniz dileğiyle,

Saygılarımla.

Zafer URFALIOĞLU

[1] Nosce te ipsum (Kendini Bil): MÖ 400’lerde Delphi’de Apollon Tapınağı’nın girişinde altın harflerle yazılmış cümledir. Farklı kültürlerde “Temet Nosce” ya da “Gnothi Seauton” olarak da karşınıza çıkabilen bir cümle. Sokrates ya da Spartalı Chilon’a atfedilir. “Kendini bil” cümlesi ile yönettiğin örgütü kendin gibi bil denilmek istenmiştir.

[2] Müşteri Yolculuk Haritası: Bir müşterinin veya potansiyel müşterinin şirketinizle bir hedefe ulaşmak için geçtiği sürecin görsel bir temsilidir. Ürünü gördüğü noktadan fiyat istemeye ya da ürünü almaya kadar geçen işlem basamakları. Genel olarak ise müşterilerinizin firmanızla olan tüm etkileşimini gösteren görsel bir sunumdur. Müşterinizin firmanız ve markanızla ilk deneyiminden uzun süreli ilişkisine kadar olan tüm etkileşimi kapsayan süreci görmenize yardımcı olacak hikâyeyi anlamanızı sağlar.

[3] SKU: Ürün özellikleri ürünün şekli ve boyutu hakkında özellikleridir. Bu özellikler ürünün depolama metodu ve yerini belirler. Ürün özellikleri ve yapılacak işleme göre kullanılacak ekipman da değişir. Bütün ürünlerin SKU (Stok Keeping Unit) bazında sınıflandırılması ve onlara özgü depolama ve elleçleme stratejileri belirlenmesi analitik depo performans arttırmada en önemli adımdır.

[4] SWOT Analizi: (Strengths/Güçlü, Weaknesses/Zayıf, Oppurtunities/Fırsatlar ve Threats/Tehditler) Bir projede ya da bir ticari girişimde kurumun, tekniğin, sürecin, durumun veya kişinin güçlü ve zayıf yönlerini belirlemekte, iç ve dış çevreden kaynaklanan fırsat ve tehditleri saptamak için kullanılan stratejik bir tekniktir.

[5] PEST Analizi: Politik, Ekonomik, Sosyal ve Teknolojik faktörlerin incelenerek, önemli ve hemen harekete geçilmesi gerekenleri tespit etmek ve bu faktörlerin, olumlu veya olumsuz, kimleri etkilediğini ortaya çıkartmak için yapılan bir analizdir.

Narkoz Verilen Döviz Uyanmaya Başladı

DÖVİZE NARKOZ VERİLDİ Mİ?

Elbette verildi.

Grafikten de anlaşılacağı üzere dövizi uyutmak için gereken ne varsa yapıldı. Nelerin yapıldığını bir kaç cümle ile özetleyecek olursak;

  • KKM Kur Korumalı Mevduat yaratıldı
  • KKM Kur korumalı mevduata verilen faizlerde stopaj sübvanse edildi,
  • Adı döviz olan her ne yatırım aracı var ise, mevcut vergileri arttırıldı,
  • Adı döviz olan her ne yatırım aracı var ise TCMB’na zorunlu döviz devirleri ve ödenen komisyonlar arttırıldı,
  • Döviz piyasasına sürekli müdahale edildi. Bu müdahalenin çeşitli şekilleri vardı elbet. Piyasaya ucuz döviz satmak, dövize ulaşmanın önüne rampa koymak vs,
  • BDDK’nın 20 Haziran 2022 tarihinde çıkartmış olduğu karar ile Türk Lirası kredi kullanacak firmaların ellerindeki döviz miktarının sadece TRL.15.000.000.-‘yı geçmemesi gerekiyor. Elinde fazla dövizi olan firmaların kredi kullanabilmeleri için dövizlerini satmaları gerekecekti ve sattılar.

MÜDAHALELER DÖVİZ PİYASASINDA İSTİKRARSIZLIK YARATIR

Siz yabancı bir yatırımcı olsaydınız, siz bir ihracatçı olsaydınız, siz bir ithalatçı olsaydınız çok hareketli döviz piyasasında yatırım yapmayı tercih eder miydiniz. aşağıdaki grafikteki piyasa hareket eder miydiniz? Yatırımcı girdabı olan piyasayı değil, sakin ve istikrarlı piyasayı sever yatırım yaparken döviz fiyatlarında istikrar olmasını gözlemler. TCMB’nin uzun süredir dövize müdahale ettiği ortadadır. Dövizin fiyatını sabit tutmak için ne yazık ki döviz rezervlerimiz kullanılmaktadır. Dövizi sabit tutayım diyen TCMB piyasayı ucuz dövizle fonlamıştır. Ancak döviz rezervlerimiz de hızlı bir şekilde erimiştir.

DÖVİZİN BOĞAZINI SIKAR, NEFESİNİ KESERSENİZ ELİNİZE NE GEÇER?

Dövizin hareket etmesinin önüne geçmek için, dövizin boğazını sıkar, dövize nefes aldırmaz iseniz, bir süre sonra döviz hareketsiz kalır, elden ayaktan gider.

Nefes alamayan ölüm döşeğindeki dövizin ihracatçıya faydası olmaz. Aylardır komaya girmiş gibi hareketsiz bir şekilde kalan dövizin, ülkemize döviz girdisi sağlayan ihracatçıya asla faydası olmayıp, fayda sağlayacağı kesim ise ülkemizden sürekli döviz çıkışı sağlayan ithalatçılar olacaktır.

Çok hareketli, türbülansa yakalanmış uçak gibi hareket eden dövizin olsa olsa spekülatörlere faydası olur ki ülkemiz bu hareketlerden zarar görür. Sürekli iniş ve çıkış gösteren döviz ile ihracatçı iş yapamaz, yurt dışına fiyat veremez, ülkemizde de fiyat istikrarı sağlanamaz.

DÖVİZE BASKI UYGULANIYOR

Rusya Ukrayna Savaşı çıktı ve doların fiyatı önce yükseldi, sonra aynı eski fiyatına geri geldi. Hangi olay olursa olsun dolar aynı fiyatta, TCMB bir ay önce faizleri aynı bıraktı, dolar bir süre yükseldi ve tekrar aynı fiyata geri geldi. Belli ki dolara tam saha pres var ve yerinden kıpırdamıyor.

Ama merak etmeyin, enflasyon düşürülecek… Cek, cak.. Yıllardır bu sözü işitiyorum ama hiç bir şey olmuyor enflasyonun düşürülmesi adına.

DÖVİZİN FİYATLAMASININ İTHALAT VE İHRACAT RAKAMLARINA ETKİSİ

Kuşkusuz ki devlet teşviklerinin yanında, ihraç mallarının üretiminin maliyetleri çok önemlidir. Üretimin maliyetinden daha düşük bir fiyatla malların yurt dışına satılamayacağı aşikardır. Üretici – ihracatçı firmalar üretim maliyeti ile başa baş gelecek bir fiyatlama ile ürünlerini yurt dışına satmaya çalışıp, dövizdeki yükselişinden elde edeceği kur farkı gelirleri ile yetineceği de olabildiği zamanlar olabilmektedir. İhracatçı istese de arzu ettiği yüksek fiyatlama ile ürününü yurt dışına satma olanağı bulamaz zira global piyasalarda fiyata ve alternatif ürüne erişmek oldukça kolaydır. Yüksek fiyatta malını satmayı arzu eden ihracatçının Pazar kaybına uğrayacağı ve ürününün elinde kalacağı tartışılmaz.

Bunun yerine üretici ihracatçılar üretim maliyetlerini kendileri sübvanse ederek, aynı süre zarfında döviz kurlarındaki artışından para kazanma yoluna giderler. Tabii buradaki önemli husus; kurların normal seyrinde artış göstermesi ve kur artışının ihracatçıyı üzmemesi. Kurların artışının bir garantisi olmadığı gibi artış gösteren kurların yerinde kalmayacağı da ihracatçının riskleri arasında yer almaktadır. İhracatçıların kur dalgalanmalarına karşı kendilerini korumaları (hedging) tavsiye edebileceğim en güzel bir yoldur.

Kurların normal seyrinde hareket etmesi halinde piyasa dengeleri kendiliğinden oluşur, ihracatçı bu koşullarda fiyatlaması yapar, ithalat ise belli bir dengede kalır.

İmalatçı – ihracatçı firma üretim maliyetlerinin altında yurt dışına fiyatlama yapıp da, dövizin yükselmesinden bir medet beklemesi halinde, kurların yükselmesi ihracatçı bir nebze olsun kurtarır. Ama kurlar iki ileri – bir geri hareketlerle oynaklık içerisinde olması halinde ihracatçının;

  • Zor duruma düşeceği,
  • İhracatında süreklilik olmayacağı, olsa da ihracat rakamlarının azalacağı,
  • Bilançosunda beklenmedik zararlar olacağı,
  • Üretimini, ihracatını azaltıp, istihdamı da olumsuz yönde etkileyecek
  • Azalan ihracat ülkemiz döviz girdisini olumsuz etkileyecek,
  • Kazanamayan veya ihracat yapamayan ihracatçı devletimize daha az vergi ödeyecek, hem firma hem de ülke olarak kaybeden taraf olacağız

İhracatımız var ama ithalatımız daha fazla var. İthalatın daha fazla, ihracatın daha az olmasının nedenlerinin oldukça fazla olduğu gerçeğinin yanında, ihracatçıyı can elinden vuran önemli etken de ülkemizde belli bir enflasyon, üretim maliyetleri olmasına karşın, döviz kurların uzun süredir yerinde sayması, umutlarını döviz kurlarının enflasyon oranında yükselmesine bağlayan ihracatçılar için bir darbe, ithalatçılar için ise bir fırsattır.

DÖVİZ NARKOZDAN UYANIRSA

Piyasalar yandı demektir. Narkoz verilen dolar daha ne kadar uykuda kalır sizce? Uyanacak elbet. Dolar uyandığında ise, Türk Lirasına dönüş yapan yatırımcılar tekrar döviz alımına hücum edecekler. Ne kadar çok talep olursa, o kadar çok döviz baş kaldıracaktır.

REŞAT BAĞCIOĞLU

 

Ticaretle ilgili alım-satım ve danışmanlık taleplerinizi https://satinalmadergisi.com/ticaritalep/ sayfasından iletebilirsiniz.

 

Kobiler İçin Pazarlama – Expo İşletme Programı

İşletmesi için bir şeyler yapmanın ihtiyacını hisseden, kendisini değişimin karşısında güçlü kılmaya çalışan tüm küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin bilgi platformu olmayı misyon edinen Expo işletme programında; satıcı yönlü pazarlardan alıcı yönlü pazarlamaya geçiş, müşteri odaklılık, ürün odaklı anlayışı benimseyen 4P’den müşteri odaklı anlayışı benimseyen 4C’ye değişim, deneyim ekonomisi ve ilişki pazarlaması konuları gibi pek çok açıdan KOBİ’lerin yararlanabileceği bir rehber niteliğindedir.

Pazarlama alanında çeşitli değişimler yaşanmaktadır. Ancak bu değişimleri doğru anlayabilmek ve doğru hamleler yapabilmek için öncelikle pazarlama kavramının neyi ifade ettiğini doğru anlamak gerekmektedir. Ne yazık ki geçmişte olduğu gibi bugün de gerek işletmeler gerekse de toplumun büyük bir kısmı tarafından anlamı ve değeri yeterince
anlaşılamayan pazarlama kavramı, aslında, işletmelerle müşteriler arasındaki değişimleri (takası) sağlamak üzere, işletmelerin amaçlarına ulaşmalarını sağlayacak, tüketicilerin ihtiyaçlarını karşılayacak malların, hizmetlerin ve fikirlerin planlanması, geliştirilmesi, fiyatlandırılması, tutundurulması ve dağıtılmasına ilişkin bir planlama ve uygulama sürecini ifade etmektedir. Dolayısıyla, pazarlama satıştan çok önce başlayan ve satış sonrası da devam eden bir bütün olarak algılanmalıdır.

Pazarlama, son derece zengin ve eklektik bir bilim dalıdır. Dolayısıyla sosyoloji, antropoloji, iktisat ve psikoloji gibi diğer disiplinlerden etkilenmektedir. Pazarlamada yaşanan değişim toplumlardaki değişimle ilgilidir. Bu anlamda üç tür toplum vardır. Bunlar; tarım toplumu, sanayi toplumu ve sanayi ötesi toplum yani bilgi toplumudur. Günümüzde müşteriler son derece bilinçli ve akıllıdır. Bunun nedeni, 20.yy.da arz yönlü ekonomi yani kıtlık ekonomisi yaşanırken 21.yy.da arz fazlası yani bolluk ekonomisi yaşandığı için pazarda talep yönlü ekonomiye geçiş söz konusudur. Yani müşteri artık pazarın hakimidir. Dolayısıyla şirketlerin tümüyle müşteri odaklı kültüre geçmesi gerekmektedir. Çünkü artık ürün tek başına yeterli olmamakta, pazarda çok fazla rakip bulunmakta ve haliyle de müşteriler aynı ürünü üreten birden fazla seçeneğe sahiptir.

Pazarda çok fazla ikame ürün olduğu için işletmeler açısından önemli olan şey, sadakat yaratmaktır. Bu sayede fiyata karşı oluşan duyarlılığı yok etmek mümkündür. Bir diğer önemli nokta ise, akıllı tüketici tipini çekmek için müşteri faydasını artırmaktır. Tüketici faydası ise; aynı ürün ve hizmeti daha uyguna mal edip daha uyguna sunmak koşuluyla mümkün olabilmektedir. İşletmeler rakiplerinden öne çıkmak için; müşteri beklentilerine uygun mal ve hizmeti üreterek koşulsuz müşteri tatmini sağlamalıdır. Bu da aslında değer pazarlaması ile mümkündür. Tüketiciler değer yaratan işletmeleri tercih etmektedir. İşletmeler kişiselleştirilmiş ürün ve hizmetler ile pazarda önemli bir pazar payı elde edebilmektedir.

20.yy.ın koşullarında ürün merkezli pazarlama anlayışını yansıtan 4P kavramından, 21.yy.ın koşullarında tüketicilerin arzu ve isteklerini merkezine alan ve tüketici odaklı anlayışı yansıtan 4C kavramına doğru bir geçiş yaşanmaktadır. Buna göre; ürün yerine müşteri değeri, fiyat yerine müşteriye olan maliyeti, dağıtım yerine müşteriye kolaylık ve tutundurma yerine müşteri iletişimi önem kazanmaktadır. Dolayısıyla tüketici ile müşteri arasındaki farkı anlamak ve müşteri ile doğru ilişkiler kurabilmek gerekmektedir. Potansiyel müşteri olan tüketicinin, ilk kez denediği bir markayı deneyip memnun kalması halinde ihtiyaç anında tekrar tercih etmesiyle tekrarlı satın alma davranışı göstermesi sonucunda müşteri konumuna gelebilmektedir. Bu noktada, müşteri memnuniyetini sağlamada etkili olan ilişki pazarlaması kavramı karşımıza çıkmaktadır. Yani işletme-personel-müşteri arasındaki üçlü etkileşim müşteri memnuniyeti yaratmada etkili olmaktadır. İşletmeler öncelikle iç müşterileri olan çalışanlarının memnuniyetini sağladığı takdirde dış müşterileri ile sağlıklı ilişkiler kurmaktadır. Dolayısıyla memnuniyet içten dışa doğrudur. Bu da müşteri değerini karşımıza çıkarmaktadır.

Kalite artık pazara girmenin ön koşuludur, ancak bu tek başına yeterli değildir. Müşteri memnuniyetini sağlamak için ürün kalitesinin yanı sıra hizmetin ve müşteri ile ilişkinin de kaliteli olması sağlanmalıdır. Ayrıca maliyetleri düşürmek ve uygun maliyetle tüketiciye sunmak da bir diğer önemli noktadır. Ne yazık ki pandeminin hayatlarımıza girmesi ve ekonomiye yön vermesi sebebiyle bu eskisi kadar kolay değildir. Bu noktada işletmelerin paydaşları ile birlikte hareket etmesi, ortak bir strateji oluşturmaları maliyetleri düşürmede etkili olacaktır. Günümüzde tüketiciler, marka, ürün ya da hizmetin yanı sıra, yaşam tarzıyla da paralel olarak deneyim satın almak istemektedir.

Tüketici, ihtiyacını karşılamanın ötesinde psikolojik güdü ile bu tür bir arayış içine girmektedir. Günümüzde de son derece önemli bir yere sahip olan deneyim ekonomisi, fiyat farklılaştırmasında oldukça etkilidir. Tüketici için önemli olan salt olarak ihtiyacını karşılamak değil, önemli olan ihtiyacını nerede ve ne şekilde gideriyor, tatmin oluyor mu gibi kriterlerdir. Örneğin, kavanozdaki kahve basit bir ürünken, işletme ona marka verdiğinde markalı ticari bir ürün elde etmekte ve müşteri, bu ticari ürünü pastanede içtiğinde hizmet alırken, özellikli bir restoranda içtiğinde fiyata karşı duyarsızlaşarak deneyim hazzı yaşamaktadır. Özellikle de görsel ve paylaşımın son derece önem kazandığı içinde bulunduğumuz dijital çağda, küresel anlamda sınırların ortadan kalkması ile birlikte farklı yaşam tarzlarının cazibe uyandırması ve paylaşımın denemeye değer bir ilgi yaratması sonucunda deneyim çok daha önemli bir unsur haline gelmiştir.

Son olarak, KOBİ’lerin ürün stratejileri varken müşteri stratejileri yoktur. Bu büyük bir eksikliktir. Bu noktada KOBİ’ler; hedef pazarı doğru seçip değerli müşterilerini keşfetmelidir. Toplam müşterilerinin %20’sini ya da %10’unu oluşturan en kârlı en tepedeki müşteriler, toplam gelirin yüzde 50’sinden fazlasını sağlayan en kârlı müşteri grubudur. İşletmelerin daha fazla kâr elde edebilmesi için bu grupta yer alan müşterilerini elde tutması gerekmektedir.

Unutmamak gerekir ki; pazarlama, bir işletme yatırımıdır. Her yatırımın bir geri dönüş oranı vardır ancak işletmeler bu hususta aceleci davranarak yanlış kararlar almaktadır. Bu
noktada, işletmelerin kısa vadede sonuç alabilmeyi arzu etmeleri de yaptıkları bir diğer hatadır.

İşletmenin yapması gereken; hedef kitlenin çok iyi tatmin edilebilmesi, müşteri memnuniyetinin sağlanabilmesi için çok ciddi pazar araştırmaları yapmaktır. Bu şekilde, işletmeler müşterilerin kalıcılığını ve devamlılığını sağlayabilir ve yaptıkları yatırımdan kârlılık elde ederek pazarda kalıcı bir yer edinebilirler. Ne yazık ki, işletmelerin birçoğu önce üretim yapıp sonrasında ise “ben bu malı nasıl satabilirim?” i sorgulamaktalar. Aslında, üretim öncesinde bunu düşünmeleri ve talebe yönelik ciddi analizler yapıp beklentileri ölçmeleri gerekmektedir. Bu noktada, talebi tatmin etmek yeterli olmadığından; tüketicilerin beklentilerinin üzerinde bir şey sunmak ve tüketicileri şaşırtmak ve de talep yaratmak gerekmektedir.

Kurumsal Nezaket ve Görgü Kuralları

Kurumsal Nezaket ve Görgü Kuralları
Nurten Kılıçparlar

“Görgü kurallarını öğrenmek, aslında başkalarını nasıl görmeyi ve onlara nasıl saygı duymayı öğrenmektir”. Yixing Zhang

İnsanlarla iletişimin olduğu her yerde görgü çok önemlidir. Çünkü görgü, nezaket ve saygının en güçlü bileşenleri olup başarılı bir iletişimin de başlangıcıdır. Nezaket ve saygı ise karşımızdaki kişiye seni önemsiyorum, senin duygu ve düşüncelerini dikkate alıyorum demektir. Görgülü insanlar, terbiyeli, saygılı ve naziktir.

Toplum içinde uymak zorunda olduğumuz, hukuki yaptırımı olmayan ancak bir toplumun kültürünü oluşturan ve onu yansıtan görgü kuralları, medeni bir toplumun ve medeni bir birey olmanın da önemli göstergelerindendir.  Görgü kuralları, her toplumda farklı olup o toplumun kültürüne göre şekil alır. Bu kuralları bilmek ve uygulamak saygınlık kazanmak ve kültürlü bir birey olmak için de önemlidir.

Söz konusu kurallar iş hayatında “kurumsal nezaket kuralları” olarak adlandırılır. Kurumsal nezaket kuralları genel olarak iş ortamında uygulanması ve uyulması gereken kurallar olup konularına göre değişiklik gösterir. İş yerindeki davranışlardan, iş görüşmesine, iş davetlerine, e-posta yazımına, iş yemeklerine, telefonda iletişime kadar geniş bir konu yelpazesine sahiptir.

Genel olarak bazı kurumsal nezaket kurallarından şu şekilde bahsedebiliriz;

  • Tanıştığımız birine adı ve soyadıyla hitap etmek, gözlerinin içine bakarak uygun bir tokalaşmayla selamlamak
  • Takdim edilirken ve tanıştırılırken ayağa kalkmak
  • Gerektiğinde özür dilemek
  • Selamlaşmayı unutmamak
  • Çalışma arkadaşlarına saygı duymak
  • Teşekkür ederim ve Lütfen ifadelerini sıkça kullanmak
  • İş ortamında bay ve bayan ifadelerini kullanmak
  • Dikkatlice dinlemek ve söz kesmemek
  • Zamanında, yerinde ve dozunda uygun bir dille eleştiride bulunmak
  • Ortama uygun giyinmek
  • Hoşgörülü ve iyimser olmak
  • E-posta yazma kurallarına uygun postalar yazmak
  • Başkalarının eşyalarını kullanırken izin istemek
  • Toplantılara zamanında katılmak ve diğer toplantı adabı kurallarına uymak
  • İş yeri için belirlenmiş kurallara uymak
  • Telefonları nazikçe cevaplamak
  • Çalışma ortamında diğer çalışanları rahatsız edici hal, hareket ve hitaplarda bulunmamak
  • Kişisel temizliğe ve çevre temizliğine önem vermek
  • İş yemeklerinde süre konusunda dikkatli olmak ve diğer sofra adabı kurallarına uymak

Gelişen teknolojiyle birlikte dijital ortamlarda da uyulması gereken kurallar yukarıdaki kurallarla bütünlük arz eder hale gelmiştir.  Hibrit çalışma sistemleri, online eğitimler ve online alışverişler gibi pek çok dijital mecrada sıklıkla bulunmamız artık bu kuralları da benimsemek gerekliliğini beraberinde getirmiştir. Bu mecralarda pek çok görgü kuralından bahsetmek mümkün olmakla birlikte bazılarından bahsetmek gerekirse;

  • Gereksiz bilgi göndererek bilgi kirliliğine neden olmamak
  • Konuşma yapılacaksa ön görülen sürelere uymak
  • Konuşmayı yapan kişiyi dikkatlice dinlemek ve belirlenen kurallar çerçevesinde söz istemek
  • Telefon ve e-posta trafiğini gereksiz yere meşgul etmemek
  • Online toplantılarda müsait olunduğu durumlarda kamera açmak
  • Online toplantı ya da eğitimlerde sesi kontrollü kullanmak
  • Dış görünüşe dikkat etmek
  • Toplantı konusuna uygun bir ortam seçmek
  • Dijital ortamlarda kullanacağımız fotoğraflarımıza özen göstermek
  • Ekran önünde atıştırmamak

Günümüzde kurumlarca bu konuya gereken hassasiyetin gösterilmesi başta nitelikli ve kaliteli iletişim yanında nitelikli çalışan profilleri oluşturmada, uygun personel seçiminde, kurumsal imaj ve itibarın artması gibi pek çok konuda faydalar sağlayacaktır.

Her kurumun kendi firma yapısına ve kurum kültürüne uygun olacak şekilde yazılmış görgü kurallarına İnsan Kaynakları El Kitabında yer vermesi ve bu kuralları uygulaması kurum içinde bu kuralları teşvik etmeye ve desteklemeye yardımcı olabilir.

Hayatın her alanında nitelikli ve saygın birer birey olarak anılmak istiyorsak bu kuralları hayatımızın her alanında uygulamaya geçirmeye ve içselleştirmeye dikkat edelim.

Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkasına da yapmamaya özen gösterelim.

Daha detaylı bilgi için tavsiye kitabım Gökhan Dumanlı-İŞTE FARKI SEN YARAT

 

Üretimde Ölçek Ekonomisinin Önemi

“Az maliyetle çok üretilen ve daha geniş alanlara üretilen ürünleri satabiliyorsanız karlılığınız artacaktır. Bu durum ölçek ekonomisini uyguladığınız anlamı taşır.”

Faktör Donatımı Teorisi’nde; iki malın, iki ülkede sabit koşullar altında üretildiği varsayımı vardır. Teori; iki ülke bir yönüyle birbirine benzer olduğunda, ölçeğe göre artan getirilere dayalı ticaretin ortaya çıkma nedenini açıklayamaz durumdadır. Günümüzde, üretim daha etkin ve ölçek daha büyük olduğu için; birçok endüstrinin, ölçek ekonomisine sahip olduğu görülmektedir.

Ölçek Ekonomileri Teorisi’ne göre; büyük bir iç piyasaya sahip ülkeler, ölçek ekonomilerinden faydalanarak, üretimde azalan maliyetlere ulaşmaktadır. Bu ülkeler, ölçek ekonomilerinin etkili olduğu malları ihraç ve diğer malları ise ithal etmektedir. Küçük bir iç piyasaya sahip ülkeler ise; ihracat piyasalarına üretim yaparak ölçek ekonomilerinden fayda sağlayabilmektedir. Ülkeler ölçek ekonomileri yoluyla malları daha etkin şekilde üreterek, sınırlı bir ürün yelpazesinde uzmanlaşmaktadır ve tüm mal çeşitlerini tüketmek için de birbirleriyle ticaret yaparlar. Ölçeğe göre artan gelirler, maliyet azalmalarına neden olan ekonomiler ile bağlantılandırılabilir. Bu ekonomiler; içsel ve dışsal ölçek ekonomileri olarak adlandırılır. Ölçeğe göre artan gelirler, üretimdeki artışların girdilerdeki artış oranından yüksek olduğunu ifade eder.

Ölçek ekonomileri terimi, bir firma ya da endüstrideki üretim ölçeğinin, büyümesi durumunda maliyetlerdeki artışın üretimdeki artış oranından daha düşük olmasına, böylece üretim maliyetlerinin düşmesine sebep olmaktadır. Ölçek ekonomileri ya da ölçeğe göre artan getiriler terimi aynı şeyin üretim ve maliyet gibi iki ayrı yaklaşımla ele alınmasına dayanmaktadır ve üretim ölçeği büyüdükçe, ortalama üretim maliyetlerinin düşmesi, ölçeğe göre azalan maliyetlere ya da ölçeğe göre artan gelire neden olmaktadır.

Ölçek ekonomileri, içsel ve dışsal olmak üzere iki gruptur. İçsel ölçek ekonomileri, bir şirketin, diğer şirketlerin üretim ölçeklerinden bağımsız olarak, kendi üretim ölçeğinin genişlemesi durumunda, maliyetlerin düşmesini ifade eder. İçsel ölçek ekonomilerinin bulunduğu endüstrilerden biri otomobildir. Bu endüstri incelendiğinde, büyük ölçekte üretim yapan şirketlerin maliyetlerinin, küçük ölçekte üretim yapan şirketlere göre; daha düşük olduğu görülebilir. Kitlesel üretim teknolojisinin kullanılması, yönetimde artan etkinlik ve iş gücünün uzmanlaşması gibi unsurlar, içsel ölçek ekonomilerinin ortaya çıkmasında neden olur. Dışsal ölçek ekonomileri, kurumun bağlı olduğu endüstrideki üretim ölçeğinin artmasıyla, maliyetlerde ortaya çıkan azalma olarak ifade edilebilir. Dışsal ölçek ekonomilerinde, bilgisayar endüstrisi ve yarı geçişken çip imalatı vardır. Endüstrinin gelişmesi; nitelikli iş gücü ve girdiler ile sürekli ve etkin kaynak ortamı yaratarak, firma bazında maliyetlerin azaltılması sağlanır.

Dr. Öğr. Üyesi Gözde MERT

Nişantaşı Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi

İşletme Bölüm Başkanı & Gözde Araştırma Şirketi Kurucusu

Detaylı bilgiler için aşağıdaki eseri okuyabilirsiniz:

Mert, G. (2019). Uluslararası İşletmecilik Teori, Kavram ve Örnek Olaylar, Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara.

Sözleşme Ceza Maddelerindeki Çelişki ?

Kamu İhale Kurulu Kararı Özeti; İtirazen şikâyet dilekçesinde özetle, Sözleşme Tasarısı’nın 16.1.1 maddesinde “Sözleşme hükümlerine uyulmaması” şeklinde tanımlanan genel aykırılık hali ile Sözleşme Tasarısı’nın 16.1.2 maddesindeki tablonun 1’inci maddesinde tanımlanan özel aykırılık hali (İşin sözleşme ve ekinde yer alan Teknik Şartname’de belirtilen hususlara uygun olarak gerçekleştirilmemesi) niteliği itibariyle aynı/genel aykırılık hali olup farklı ceza oranları belirtilmesinin mevzuata aykırı olduğu iddia edilmektedir.

05.01.2022 tarihli ve 2022/UH.II-762  sayılı Kamu İhale Kurulu kararına göre;

Hizmet İşleri Genel Şartnamesi’nin “Sözleşmenin feshi ve işin tasfiyesi” başlıklı 54’üncü maddesinde “Sözleşme yapıldıktan sonra yüklenicinin taahhüdünden vazgeçmesi veya taahhüdünü, şartname ve sözleşme hükümlerine uygun olarak yerine getirmemesi halinde, idarenin göndereceği bir uyarı yazısı ile ve nedenleri açıkça belirtilerek gereğinin yapılması için kendisine on günden az olmamak üzere belirli bir süre verilir. Verilen bu süre, sözleşme süresini etkilemeyeceği gibi gecikme cezasının uygulanmasını da engelleyemez. Bu süre içinde yüklenici, uyarı yazısındaki talimata uymazsa ayrıca protesto çekmeğe ve hüküm almağa gerek kalmaksızın idare, sözleşmeyi feshetmek hak ve yetkisine sahip olur. …” düzenlemesi,

Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşme’nin “Sözleşmeye aykırılık halleri, cezalar ve sözleşmenin feshi” başlıklı 16’ncı maddesinde “16.1. İhale konusu işin niteliği ve özelliğine göre işin sözleşmesine uygun olmayan haller ve idare tarafından uygulanacak cezalar aşağıda belirtilmiştir:

16.1.1. Sözleşme hükümlerine uyulmaması halinde uygulanacak asgari ceza oranı, sözleşme bedelinin [bu kısma % 1’den fazla olmamak üzere oran yazılacaktır.]’dır. Aynı fiilin tekrarı halinde bu oran % 50 artırımlı uygulanır.

16.1.2. Aşağıdaki tabloda yer alan aykırılık hallerinde aynı satırda belirtilen oranda ceza uygulanır. Bu aykırılıkların üçten az olmamak üzere, tabloda belirtilen sayıda gerçekleşmesi halinde, ayrıca 4735 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (b) bendine göre protesto çekmeye gerek kalmaksızın, son aykırılığa ilişkin ceza kesilmeden sözleşme feshedilir.

……açıklaması,

Sözleşme Tasarısı’nın “Sözleşmeye aykırılık halleri, cezalar ve sözleşmenin feshi” başlıklı 16’ncı maddesinde “16.1. İhale konusu işin niteliği ve özelliğine göre işin sözleşmesine uygun olmayan haller ve idare tarafından uygulanacak cezalar aşağıda belirtilmiştir:

16.1.1. Sözleşme hükümlerine uyulmaması halinde uygulanacak asgari ceza oranı, sözleşme bedelinin On Binde 2,00’dır. Aynı fiilin tekrarı halinde bu oran % 50 artırımlı uygulanır.

16.1.2. Aşağıdaki tabloda yer alan aykırılık hallerinde aynı satırda belirtilen oranda ceza uygulanır. Bu aykırılıkların üçten az olmamak üzere, tabloda belirtilen sayıda gerçekleşmesi halinde, ayrıca 4735 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (b) bendine göre protesto çekmeye gerek kalmaksızın, son aykırılığa ilişkin ceza kesilmeden sözleşme feshedilir.

…” düzenlemesi yer almaktadır.

Yapılan incelemede, Tip Sözleşme Tasarısı’nın 16’ncı maddesinden, Sözleşme Tasarısı’nın 16.1.1’inci maddesinde sözleşme hükümlerine uyulmaması halinde uygulanacak asgari ceza oranının belirtileceği, 16.1.2’nci maddesinde belirli sayıda gerçekleşmesi halinde sözleşmenin feshini gerektiren aykırılıklara ve bu aykırılıklarda uygulanacak ceza oranına tablo halinde yer verileceği anlaşılmaktadır.

İhaleye ait Sözleşme Tasarısı’nın 16.1’inci maddesinde genel aykırılık halinde verilecek ceza oranının sözleşme bedelinin on binde 2’si olarak belirtildiği, 16.1.2’nci maddesinde ise özel aykırılık hali olarak “İşin sözleşme ve ekinde yer alan Teknik Şartnamede belirtilen hususlara uygun olarak gerçekleştirilmemesi” ifadesine yer verilerek genel bir aykırılık halinin yazıldığı ve söz konusu durumun oluşması halinde ise sözleşme bedelinin on binde 3’ü oranında ceza uygulanacağının düzenlendiği, dolayısıyla her iki maddede de genel aykırılık hallerine yer verildiği ve farklı oranların yazıldığı görülmüştür.

Yapılan inceleme neticesinde, Sözleşme Tasarısı’nın 16.1.1 ve 16.1.2’inci maddelerinde yer alan düzenlemelerin birbiriyle çeliştiği anlaşıldığından başvuru sahibinin iddiasının yerinde olduğu sonucuna varılmıştır.

Sonuç olarak, yukarıda mevzuata aykırılıkları belirtilen işlemlerin düzeltici işlemle giderilemeyecek nitelikte işlemler olduğu tespit edildiğinden, ihalenin iptali gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, 4734 sayılı Kanun’un 65’inci maddesi uyarınca bu kararın tebliğ edildiği veya tebliğ edilmiş sayıldığı tarihi izleyen 30 gün içerisinde Ankara İdare Mahkemelerinde dava yolu açık olmak üzere, Anılan Kanun’un 54’üncü maddesinin on birinci fıkrasının (a) bendi gereğince ihalenin iptaline, oy birliği ile karar verilmiştir.

Mehmet ATASEVER

Kamu İhale Kurulu Eski Üyesi/Akademisyen