Serbest Ticaret Anlaşmaları ve Doğrudan Nakliyat Kuralı

Gümrük Birliği

1980’li yıllardan itibaren Türkiye, ithal ikameci sanayi politikalarından, ihracata dayalı büyüme modellerini benimsemeye başlamasıyla birlikte, ekonomik olarak dünya ülkeleri ile entegrasyon sürecine girmiştir. Bu entegrasyonlardan Türkiye için en önemli olanları ise Gümrük Birliği (GB) ve ardından imzalanmaya başlanan Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) olmuştur. GB’nin temelleri 1963 yılında yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile atılmış, sonrasında ise Katma Protokol ile GB’nin detayları belirlenmiştir.

1/95 sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Kararı (OKK) ile gümrük birliğinin geçiş süreci tamamlanarak 1996 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. Gümrük birliği, üye ülkelerin mallarının tek bir gümrük alanı içerisinde her türlü tarife ve eşdeğer vergiden muaf olarak serbestçe dolaşabilmeleri ve tarafların üçüncü ülkelerden gelen ithalata yönelik aynı tarife oranları ile aynı ticaret politikasını ve ortak gümrük tarifesini uygulamalarıdır.

Bununla Birlikte; Türkiye gümrük birliğini tesis eden 1/95 sayılı OKK ile birtakım yükümlülükler altına girmiş bulunmaktadır.  Bu bağlamda söz konusu Kararın 16. Maddesinde; ‘‘Türkiye, ticaret politikasını Topluluğun ticaret politikasıyla uyumlu hale getirmek amacıyla, bu Kararın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş yıl içinde, Topluluğun tercihli gümrük rejimine aşamalı olarak uyum sağlar. Bu uyum hem otonom rejimleri hem de üçüncü ülkelerle yapılan tercihli anlaşmaları kapsar. Bu amaçla Türkiye gerekli tedbirleri alacak ve ilgili ülkelerle karşılıklı yarar esasına göre müzakerelerde bulunacaktır.’’ Hükmü bulunmaktadır.

Serbest Ticaret Anlaşmaları

Serbest Ticaret Anlaşması, ülkeler arasında karşılıklı ticaretin kolaylaştırılması ve geliştirilmesi amacıyla, iki ya da daha fazla ülke tarafından imzalanan, taraf ülke menşeli malların ithalat ve ihracatlarında bir takım vergisel avantajlar sağlayan sözleşmeler olarak tanımlanabilir. Serbest Ticaret Anlaşmalarının Gümrük Birliğinden farklı yönü ise vergisel avantajların göre menşe kriterine göre uygulanmasıdır.

Menşe ise gümrük ve dış ticaret camiasında eşyanın ekonomik milliyeti olarak tanımlanmaktadır. Eşyaların menşe ülkesi ile geldiği ülke kavramları aynı değildir. Örnek vermek gerekirse Brexit süreci sonrası Avrupa Birliği’nden ayrılan İngiltere ile ülkemiz arasında imzalanan STA sonrasında İngiltere menşeli sanayi ürünlerinin ülkemize ithalatında üçüncü ülkelere uygulanan gümrük vergileri ödenmeden işlemler gerçekleştirilir. Ancak Çin menşeli sanayi ürünlerinin İngiltere’den ülkemize ithalinde STA kapsamında vergisel avantajlar söz konusu olmayacaktır. Bununla birlikte, Çin’den temin edilen ve İngiltere’de gördüğü işlemler sonucunda İngiltere menşei kazanan ürünler de STA kapsamında alım satıma konu olduğunda vergisel avantajlardan faydalanabilecektir. Yine Güney Kore ile imzalanan STA sonrasında Türk menşeli ürünlerin ülkeye ihracatında diğer ülkelere uygulanan gümrük vergisi ve diğer eş etkili vergiler Türk menşeli ürünlere uygulanmaz.

Ülkemiz tarafından bugüne kadar 38 Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmış olup, 11 STA ise bu ülkelerin Avrupa Birliği’ne üye olmaları nedeniyle feshedilmiştir. Çünkü AB üyesi olan ülkeler Gümrük Birliği üyesi olduğu için bu ülkelerle yapılan ithalat ve ihracat işlemleri gümrük birliği çerçevesinde işlem görmeye devam edecektir. Şu an itibari ile ülkemiz tarafından imzalanan 22 STA yürürlükte bulunmaktadır.

Yürürlükte Bulunan Serbest Ticaret Anlaşmaları

EFTA (1992) Karadağ (2010)
İsrail (1997) Şili (2011)
Makedonya (2000) Moritus (2013)
Bosna Hersek (2003) G. Kore (2013)
Tunus (2005) Malezya (2015)
Filistin (2005)  Moldova (2016)
Fas (2006) Faroe A. (2017)
Mısır (2007) Singapur (2017
Arnavutluk (2008) Kosova (2019)
Gürcistan (2008) Venezüella (2020)
Sırbistan (2010) Birleşik Krallık (2021)

Doğrudan Nakliyat Kuralı

Doğrudan nakliyat kuralı anlaşmaya taraf ülkeler arasında tercihli ticarette, ülkeler arasında eşyaların doğrundan taşınmasını ifade eder. Bununla birlikte, tek bir sevkiyat kapsamı ürünler, aktarılması veya geçici depolanması yoluyla, ancak transit geçtiği ya da depolandığı ülkede serbest dolaşıma girmemiş olmaları, eşyayı muhafaza etmeye yönelik işlemler dışında herhangi bir işlemden geçmemiş olmaları kaydıyla, anlaşmaya taraf olmayan üçüncü ülke üzerinden nakledilebilir. Eşyaların üçüncü bir ülkeden transit olarak gelmesi durumunda ise, tercihli ticaretten yararlanılması için aşağıdaki belgelerden birinin temin edilmesi gerekecektir.

Menşeli ürünlerin taraf olmayan ülkelerde aktarılmaları veya depolanmaları ile bağlantılı koşulları ispatlayan bir belge,

İhracatçı ülkede düzenlenmiş transit ülkesi geçişini kapsayan tek bir sevk evrakı,

Transit ülkesinin gümrük yetkililerince düzenlenen İşlem Görmemişlik Belgesi (Non Manipulation Certificate-NMC)

Eşyaların anlaşmaya taraf olamayan üçüncü ülkeler üzerinden gelmesi durumunda yukarıda sayılan belgelerden birinin temin edilememesi halinde STA kapsamında tercihli tarifeden yararlanılamayacak ve diğer ülkelere uygulanan oranlar üzerinden gümrük vergileri tahsil edilecektir. STA kapsamında tedarik edilecek ürünler için ithalatçıların, mutlaka lojistik süreçlerini de takip ederek, eşyaların üçüncü ülkeden gelmesi durumunda menşe belgeleri/menşe beyanları ile birlikte yukarıda sayılan belgelerden birini temin etmesi gerekmektedir.

İlker ÇOLAKVERMİŞ

Sera Gazı Envanteri Hazırlama Süreci

Sera gazı envanteri, bir kuruluşun faaliyetlerinden ötürü atmosfere saldığı veya atmosferden uzaklaştırdığı sera gazı miktarlarıyla ilgili yaptığı muhasebe çalışmasıdır. Bu envanter, kuruluşun belirli bir hesaplama dönemi boyunca (genellikle 1 yıl) atmosfere bıraktığı her birim kirletici miktarını kaynağına göre listeler. Sera gazı envanterinin sonuçları, kuruluşun tüm paydaşları tarafından farklı amaçlarla değerlendirilir ve kullanılır. Örneğin, politika yapıcılar karbon emisyon eğilimlerini izlemek, azaltma stratejileri ve politikaları geliştirmek ve ilerlemeyi değerlendirmek amacıyla kuruluşların hazırladığı envanterleri incelerler. Sorumlu yatırımcılar, bir şirkete yatırım yapmadan önce kuruluşların sürdürülebilirlik performansını, bunun bir parçası olarak hazırladıkları sera gazı envanterlerini kullanır.

Envanterler sadece kuruluş düzeyinde değil, topyekün olarak bir ülkenin emisyon faaliyetlerini değerlendirmek için de hazırlanır. Ulusal envanterlerin raporlanması, UNFCCC bağlamında sera gazı emisyonu yönetim sürecinin bir parçasıdır. Envanterler, azaltım hedeflerine yönelik ilerlemeyi izlemek ve ülkelerin iklim finansmanı mekanizmalarına erişmesini sağlamak için kullanılır.

Sera gazı envanterleri, tüm antropojenik yani insan kaynaklı sera gazı emisyonlarını yıllık olarak raporlar. Neredeyse tüm sektörlerde ve faaliyet alanı fark etmeksizin tüm kuruluşlarda hazırlanabilir. Fakat emisyon değerlerinin çok yüksek olduğu endüstrilerde hazırlanması, doğrulanması ve karbon politikalarında referans olarak kullanılması, küresel iklim değişikliğiyle mücadele noktasında çok daha önemlidir. Bu bağlamda, enerji, kimya, otomotiv, demir çelik, alüminyum, tarım arazisi değişkliği, ormancılık ve atık işleme sanayilerinde sera gazı envanteri hazırlamanın çok daha kritik bir önemi haizdir.

Envanter içerisinde karbondioksit, metan, nitröz oksit, ozon, kloroflorokarbonlar, hidroflorokarbonlar gibi küresel ısınma potansiyeli (GWP) yüksek ve atmosferde en büyük sera etkisi oluşturan gazlar yer alır. Bu gazların her birinin farklı kaynağı vardır; yani her biri farklı bir proses sonucu ortaya çıkar ve kontrollü bir şekilde muhafaza edilmediği ya da farklı bir sürecin girdisi olarak değerlendirilmediği takdirde atmosfere salınır. Örneğin, karbondioksit esas olarak yanma prosesleri sonucu yoğun miktarda ortaya çıkar. Metan gazı tarım ve hayvancılık faaliyetleri sonucu ve atık depolama sahalarında oluşur. Envanter içerisinde şimdilik değerlendirmeye alınmayan bazı emisyon kalemleri de bulunmaktadır. Örneğin, kısa döngülü biyokarbon (bitki biyokütlesi kaynaklı karbondioksit salımı gibi) ve uluslararası denizcilik ve havacılık faaliyetleri halihazırda envanter kapsamından muaf tutulmuştur.

Sera gazı envanterlerinin nasıl hazırlanacağına ilişkin uluslararası literatürde çok sayıda kılavuz doküman ve standart yer almaktadır. Bunlardan en önemlisi ISO 14060 serisi standartlarıdır. Bu standartlar, sera gazı emisyonlarının doğru bir şekilde ölçülmesi, raporlanması, doğrulanması gibi kuruluşlara ve ilgili diğer paydaşlara (sera gazı doğrulaması yapan kuruluşlar gibi) yol göstermektedir. Bu çerçevede, sera gazı envanterlerinin doğru, kapsamlı, şeffaf, tutarlı ve güvenilir bir şekilde hazırlanması için ilkeleri, usul ve esasları tanımlar. Yine PAS 2050 ve PAS 2070 gibi standartlar da sera gazı emisyonlarının doğru bir şekilde ölçülmesi ve herkes tarafından anlaşılması ve amacına uygun şekilde kullanılması için muhasebeleştirilmesini sağlar.

Envanter hazırlama süreci oldukça kapsamlıdır ve hazırlayan tarafların (kuruluş, yerel yönetim, planlayıcılar, politika yapıcılar vs) bu çalışmayı sistematik olarak yürütmesi gerekmektedir. Bunun için temelde izlenmesi gereken adımları şöyle özetleyebiliriz:

  • Kapsamın belirlenmesi ve envanter planının oluşturulması: Kurumsal raporlamalar için sera gazı emisyonu muhasebe standartlarının ve yöntemlerinin incelenmesi gerekir. Bu bağlamda, organizasyonel ve operasyonel sınırlar ve raporlama dönemi belirlenmelidir. Raporlama yapılırken envanter sonuçlarının ilerleyen zamanlarda üçüncü taraf doğrulama kuruluşları aracılığıyla doğrulanması gerekeceği unutulmamalıdır.
  • Verilerin toplanması ve sera gazı emisyonlarının ölçülmesi: Verilerin hangi yöntemle ve nasıl toplanacağına ilişkin bir plan belirlenmelidir. Bu planda yer alan yöntemler, araçlar ve rehberlik materyalleri kullanılarak veriler toplanmalıdır. Veri toplama alanları tesisler, süreçler, ürün ve hizmet kullanımları vs olabilir. Emisyon kaynakları ve faktörler belirlenmeli ve somut emisyon verileri hesaplanmalıdır. Ayrıca, envanter bütünlüğü açısından hangi verilerin eksik olduğu ve bunların nasıl tamamlanacağı tespit edilmelidir.
  • Envanter yönetim planının geliştirilmesi: Veri toplama prosedürleri ve dokümatasyon süreci bu plan ile resmileştirilir. Envanter Yönetim Planı (IMP), kuruluşların kaliteli, bir sera gazı envanterini tamamlama sürecini tanımlar. Kuruluşlar, sera gazı verilerini toplama, hesaplama ve sürdürme sürecini kurumsallaştırmak için bir bu planları kullanır. Tipik bir sera gazı envanter planı şu bölümlerden oluşur: Organizasyonel bilgiler, sınır koşulları, emisyon ölçümü, veri yönetimi, referans yıl bilgileri, yönetim araçları, denetim ve doğrulama.
  • Envanter hazırlandıktan sonra sera gazı emisyonu azaltma hedeflerinin belirlenmesi, ilerlemenin takip edilmesi ve raporlanması için birtakım çalışmalar yapılır. Örneğin, envanter sonuçlarının bağımsız doğrulama kuruluşları aracılığıyla doğrulanması sağlanır. Sonuçlar ilgili paydaşlara ulaştırılır ve kurumun sera gazı emisyonu azaltma hedefleri kamuoyuyla paylaşılır.

Dilek AŞAN

İK Fonksiyonları, Pandemi ve Kurumsallaşma…

Türkiye’de tam da VUCA (VUCA kavramı, Değişkenlik (Volatility), Belirsizlik (Uncertainty), Complexity (Karmaşıklık) ve Muğlaklık (Ambiguity) olarak açıklanır. İlk kez ABD ordusu tarafından Soğuk Savaş’ın bitmesiyle ortaya çıkan VUCA kavramı günümüzde belirsizliklerle dolu iş dünyasını tanımlamak için kullanılır.), “Toksik İşyeri Kültürünün Yüksek Maliyeti”, çalışan sirkülasyonu, çalışma saatlerinin azaltılması, özerklik…vb. konularla yükseklerden uçarken Dünyayı birdenbire bir pandemi gündemi sarıverdi.

Dünya geneline yayılan COVID-19 salgınının Türkiye’de tespit edilen ilk vakası Sağlık Bakanlığı tarafından 11 Mart günü açıklandı. Ülkedeki virüse bağlı ilk ölüm ise 15 Mart 2020’de gerçekleşti. Vaka sayıları binli rakamlara ulaşmadan ülke genelinde kapanmalar başlarken çalışan dünyasında kaos başladı. İlgili bakanlıklar denme yanılma yoluyla ve dış dünyayı da takip ederek bir takım önlemler almaya çalışırken aşılar, maskeler ve bireysel özgürlüklerin sınırlandırılması tartışmaları, tedarik zincirindeki kopmalar, emtia fiyatları, konteyner ve navlun ücretlerindeki patlamalar ve arkasından işletmelerin açık tutulmaya çalışılması kaygısı en öncelikli gündem oldu.

İşte tam bu noktada şirketlerde/işletmelerde yıpranmada önceliği İK ve İK Fonksiyonlarına verdik. İK, ülke yönetimindeki bakanlıkların mikro seviyede rollerini üstlenmeye başladı. Çalışma, iç işleri, sağlık ve eğitim bakanlıklarının bir nevi işletmeler içinde temsilciliğini yapmak zorunda kaldı. Daha önceleri de bu görevlerin yansımaları vardı ama kimse farkında değildi. Bu işler sırdan işler olarak bir uzman seviyesinde yapılagelen işlerdi.

Özellikle üretim ve hizmet sektörü İK’nın ne menem bir departman olduğunu bir musibet ile bir daha hiç unutmamak üzere anlamaya başladılar. İK yapısı hazırlıklı olan işletmeler bu süreci görece daha rahat yönetirken diğer işletmelerde kaos hakim oldu. Olmaya da  devam ediyor. Henüz süreç bitmedi…

Peki tüm bunları neden anlatıyorum? Çünkü İK tam hızını almış giderken, şirketlerde kurumsallaşma ve eğitim gibi konulara insan kaynağı ve hatırı sayılır bütçeler ayrılmaya başlanmışken tekrar bir duraklama ve hatta gerileme dönemi başladı. İK fonksiyonlarını ya bir tarafa bırakmak zorunda kaldı ya da sadece birkaçını yerine getirmekten başkaca ilgilenmeye ve yerine getirmeye zamanı kalmadı. Hepimizin bildiği üzere ülkelerin ekonomi ve demokrasi alanlarındaki gelişmişlik düzeyleri hem resmi hem de özel işletmelerine de çok benzer bir şekilde matematiksel bir deyim kullanacak olursak, birebir örten şeklinde seyretmektedir. Yabancı sermayeli (Menşeine göre) ve üretim dışı işletmelerde çok tabidir ki istisnalar bulunmaktadır.

Satınalmada olduğu gibi (Doğru ürün, miktar, biçim, zaman, kaynak, yol(HDKTU), fiyat), IK’nında yedi temel fonksiyonu var. Bunlar; Seçme Yerleştirme, Özlük -İş Kanunu ve Diğer Kanunlara Uyum, Oryantasyon (Tutundurma), Ücret Yönetimi, Performans Yönetimi, Kariyer Yönetimi ve Eğitim ve Gelişim Yönetimi.

Bu fonksiyonları çalışmayan bir kurumdan kurumsal bir işletme diye bahsetmek kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramaz. Yine bu fonksiyonların performansı da kabaca sizin kurumsallık ölçünüz olabilir. (Tek başına yeterli olmasa da temel parametrelerdir.)

Seçme yerleştirme fonksiyonu altındaki süreçleriniz, kullandığınız araçlar ve de tutum ve davranışlar.

Özlük ve Yasal sürece uyumunuz her şey bu noktada başlıyor; bu fonksiyon kısmen veya belli düzeyde savsaklanıyorsa diğer fonksiyonlar bir bataklığın üzerine kurulmuş temektir.

Oryantasyon: Evinize ilk defa gelen bir misafiri düşünün, zorunda kalmazsa lavaboya bile gitmekten imtina edecektir. Her işletme bir ilkler dünyasıdır. İlk deneyimlerinizi bir aklınızdan geçirin ve sizde bıraktığı izlenimleri hatırlayın. Politikalar, talimatlar ve yazılı-yazılı olmayan kurallar. Negatif insanlara karşı bile önlem almak gerekebilir. “Yeniden doğulmaz. Doğsan bile n’olacak? Seni iki senede, iki senede değil, iki günde aynı insan ederiz. Aynı kendini düşünen, aynı haris, aynı kıskanç, aynı kötü huylu, aynı sarhoş, aynı budala oluverirsin. Seni aynı hastalıkla yıkmak için elimizde her şey var.”― Sait Faik Abasıyanık

Ücret Yönetimi: Ülkemizde ve dünyada üzerinde en çok tartışılan fonksiyon. Özellikle dünyanın enflasyon sarmalına girdiği günümüzde çok tartışılmaya başlayan bir konu. Tüm ülkelerde hükümetler uzun yıllar sonra asgari ücret saatlerini güncellemek zorunda kalmışlardır. “ABD’de Kongre’nin 2009’dan beri değişmeden bıraktığı, saat başına 7,25 dolarlık mevcut federal asgari ücreti çok aşıyor. Federal düzeyde bir eylemin yokluğunda, birkaç eyalet ve bölge asgari ücretlerini artırdı. Şu anda, Washington, DC, saatte 15 dolarla başı çekiyor.” (https://www.shrm.org/hr-today/news/all-things-work/Pages/navigating-the-minimum-wage-decision.aspx)

Ülkemizde özellikle örgütsüz ve kurumsallaşamamış işletmelerde bu konu konuşulması en mahrem konulardan biri olarak hala karşımızda bir duvar gibi dikilmektedir. Sektör ve bölge bazlı saat ücretleri belirlemediğimiz sürece de kanımca çok konuşacağımız konulardan biri. Ülkemizde iyi niyetli denemeler olsa da akademik anlamda ciddi sıkıntı yaşadığımız konulardan biri.  Ancak iş görenlerin buradaki temel beklentisi, eşit işe eşit ücret; klişe olacak ama hiçbir ayrımcılık yapmadan olabildiğince adil bir ücret sistemi her bir işletmede temel beklenti olarak karşımıza çıkmaktadır.

Performans Yönetimi: Çalışanların en çok şikâyet ettikleri konulardan biridir. En çok ben çalışıyorum, hiç hastalanmadım, en çok ben katkı sağlıyorum…vb. fakat yanımdaki arkadaşım bütün gün savsakladığı halde aynı ücreti alıyoruz, aynı takdire maruz kalıyor…vb. İş gören tutum ve davranıştan tutunda üretim hattındaki eforuna kadar adil ve objektif bir şekilde değerlendirilmek ve doğal olarak da bununda ücret sistemine bir etkisi olmasını bekliyor. Genelde işletmeler ya mükemmeli ararken bu fonksiyonu yerine getirmekten ya ik yetersizliğinden ya da maliyet artırıcı bir uygulama olduğunu düşündüklerinden görmezden geliyorlar.

Kariyer Yönetimi: İçinde bulunduğumuz pandemi dünyasında en çok konuşulan konulardan biri de “Büyük İstifa Dalgası”. Özellikle Kuzey Amerika Kıtası ve Avrupa’da klasik iş mi önce gelir, aile mi? Sorusuna çok net bir yanıt verdi ve aile dedi. Bu sebeple uzaktan çalışmak daha fazla insani ve boş zaman yaratmak uğruna orta ve üst kademe yöneticiler istifa etmeye ve bu şartları sağlayan veya görece sağlayan şirketleri tercih etmeye başladılar ve hatta bir çok  beyaz yakalı; geçmişte edindikleri birikimlerini tüketme karşılığında uzun süren işsizliği bile göze almış durumda bu arayışa devam ediyor. Çünkü pandemiye karşı hükümetlerin ve işletmelerin ticari hayatlarını devam ettirmek adına aldığı kararların yasallığından tutunda tüm kazanılmış hakların askıya alındığı ve bunun zorbalığa kadar uzandığı tartışmaları yapılmaya başlandı. Bazı ülkelerde bu yönde alınan önlemlere karşı yapılan eylemleri de yakından takip ettik.  Tüm bu süreçler çalışanlar başta olmak üzere tüm insanları bıkma ve tükenme sendromuna sürükledi. Ardından soruların sayısı artmaya başladı.

Aslında kariyer planlamada; çalışanlar, işletmelere İK’nın temel fonksiyonlarını ne derece uygulamakta olduklarını sorgulamaya başladılar. İş görüşmelerinde aday değil işletmeler soru yağmuruna tutulmaya başlandı. Uzaktan görüşme yapmayan (En azından ilk görüşmede) firmalar elendi. Hibrid veya karma çalışmaya bakış açınız nedir? Uzaktan da olsa çalışma saatlerine saygı, benim için kariyer planınız nedir? Bana bir kariyer haritası verebilecek misiniz? Perfomans sisteminiz ve sosyal paketlerle bağlantısı özetle bana ve geleceğime ne sunuyorsunuz? Neden sizi tercih edeyim? Sorularının karşılığını vermeniz/verebilmenizdir kariyer yönetimi.

Tüm bunlar toptancı bir kariyer planlamadan aday bazlı kariyer planlamaya ve yetenek yönetimi-yetenek çekme dediğimiz kavramlara daha fazla eğilmemiz gerektiğini daha da gündeme getirdi. Özetle ben sana hayatımı veriyorum sen ne koyuyorsun masaya!

“…Masa da masaymış ha/ Bana mısın demedi bu kadar yüke/Bir iki sallandı durdu/Adam ha babam koyuyordu” E.Cansever.

Eğitim ve Gelişim Yönetimi: Kariyer yönetimi, performansın yönetimi ve eğitim gelişim yönetimi biri olmadan diğerinin anlamsız kaldığı bir süreçler bütünüdür. Kariyer planı yaptınız, sonra performans ölçtünüz eksik ya da aksayan yönleri de eğitim ve gelişim fonksiyonuyla gidermeniz gerekecektir. Bir iş görenin kariyer haritasında yol alması için gerekli yetkinlikleri kazandırmak bu yetkinliklerin beklentileri karşılayamaması ve ya daha farklı yetkinlikler edinmesi beklendiğinde imdadımıza yetişen fonksiyondur.

Örneğin işe alımlarda pozisyonda istenen beş yetkinlikten üçünü karşılayan ya da tamamını karşılayan ancak iki tane yetkinlik kısmen beklentiyi karşılayan durumlarında işe alım yapmak durumunda kalabilirsiniz. İşte bu eksikleri eğitim ve gelişim fonksiyonu ile edindirmek gerekir.

Eğitim ve Gelişim fonksiyonunun bir akademi mantığında çalışması ve yetkinliklerin güncellenmesi ve de yetenek ve yetkinlik  boşluğu oluşan alanlarda yetiştirme ve geliştirme yapması da trendler arasına girmiştir. Öyle ki gelecekte ihtiyaç duyulabilecek yetkinliklerin tahminlerini (forecast) yapıp ön almaları zirvedir.

Dolaysıyla İK ciddi bir ekip işidir. Bir kişide tüm bu fonksiyonları karşılayacak yetkinliklerin olması eşyanın doğasına aykırı bir durumdur. Şimdi kendi işletmenizin bu yedi temel fonksiyondan kaçını uygulayabildiğini puanlamak sizin işiniz. Karşılığı kurumsallığınız hakkında size ayna tutacaktır.

Bilim insanlarının ortak açıklaması, sonbaharda havaların biraz daha soğumasıyla; pandeminin tekrar başa dönebileceği yönündedir. Yani yine maske yine mesafe ve yine hastaların üretime katılamaması mevcut çalışanlarla iki vardiya çalışmak zorunda kalmaları gerçeği bizi beklerken; üretim ve hizmet sektöründe İK yine ancak ve ancak işe alım-çıkış, özlük ve yasal uyum ve pandemi önlemleriyle uğraşmaktan öteye yol alamayacak gibi görünmektedir. Bu durum İK departmanlarının diğer departmanlara göre daha çok yıpratmaktadır. Şirketlerin tepe yönetimi ile çalışanlar arasında kalmak ve herkesin “İKcı” olması durumu.

Özetle şimdiden hazırlık yapan işletmeler ve Lojistik & tedarik zinciri üzerine çalışan işletmelere tavsiyem mevcut norm kadrolarının üzerinde bir istihdam yüküne katlanmaları yönünde olacaktır. Hali hazırda özellikle ciddi bir “teknik yetkinlikleri olan mavi yaka” darboğazı varken elinizdekileri kaçırmayın derim.

Sinan KARA

İK Direktörü

HST Eğitim Danışmanlık

Sosyal Hayatta Kalite Nerede?

Sosyal Hayatta Kalite Nerede?

Mehmet Uğur ÖZDENİZ
Standart Marka Kalite Rehberlik ve Gözetim A. Ş.
Yönetim Kurulu Başkanı

Bu ay ki yazıma başlarken, sizlerle sosyal hayatta yaşadığım ve beni etkileyen bir uçak seyahatimde tanıştığım bir delikanlıyla geçen diyaloğumu anlatacağım. Pandemi sürecinde emekli bireyler olarak ben ve eşim yaşımızın gereği sağlık bakanlığımızın aldığı, yayınladığı koruyucu tedbirlere mümkün oldukça riayet etmiş, aşılarımızı olmuş, maske mesafe ve hijyen kurallarına uymuş, hatta o yıl yurt dışına küçük kızımın yanına gitmek için planladığımız Brüksel seyahatimizi iptal ettirmiştik. İşte bu yıl aldığımız bir kararla o gün yapamadığımız Brüksel uçuşumuzu yapmak üzere Sabiha Gökçen Hava Limanı’ndan uçağımızdaki yerimizi aldık, bize verilen birer küçük sekiz kilogramlık valiz hakkımız haricinde benim elimde bilgisayar çantam eşimde ise kendi çantası ve içinde yola çıkarken atıştırmalıklarımızın yer aldığı küçük bir çanta bulunmaktaydı.Uçakta bize verilen çekin işleminde belirtilmiş pencere kenarı ve orta koltuktaki yerimizi aldık, bekliyoruz fakat bu ara eşim koltukların birbirine ne kadar yakın olduğunu ve üç saati aşkın bir uçuşta benim rahatsız olabileceğimi ifade ederek endişesini belirtti.

Tabi burada aklımıza hemen müşteri beklentisi, memnuniyeti ve organizasyon şartları ile hava yolları uçuş seyahat şartları geldi.

Ülkemdeki iki önemli hava yolları uçuş kuruluşları olan şirketlerin koltuk ara mesafelerini araştırdığımda gerçeği anladım.

1980 – 85 yıllarından itibaren dünyada mesafelerde “Endüstriyel Tasarım” adı altında ve bu güne kadar devam eden gelen daralma miktarı ortalama en az iki ila üç inç arasında olmuş, (bir inç iki buçuk santim olduğuna göre daralmayı anlayabiliyoruz).

THY koltuk mesafesi, Koltuk özellikleri, Daha fazla hareket alanı için 79 cm diz mesafesine sahip, 15 cm yatabilen koltuklar, Uzun mesafeli uçuşlarda 46 cm koltuk genişliği.

Kaldırılabilen kol desteği sayesinde yatağa dönüşebilen orta koltuklar,

Dört yönlü baş desteği, 12 veya 13,3 inç büyüklüğünde kişisel ekranlar,

Ayarlanabilir ayak desteği bilgisi bulunmakta.

Pegasus’un A321neo’sunda yeni uçağının en fazla dikkat çeken özelliği ise koltuk kapasitesi, tamamı Economy Class olarak düzenlenen yeni 321neo’da tam 239 koltuk bulunacak.

Airbus’ın A321neo’lar için tek kabin sınıfında tespit ettiği en fazla kapasitenin 244 koltuk olduğu düşünüldüğünde, Pegasus’un bu uçağı ne kadar verimli bir biçimde planladığı daha iyi anlaşılıyor, Uçaktaki koltuklar arasındaki diz mesafesi ise 28 inç (71 cm) olarak belirlenmiş.

İki hava yolu arasındaki koltuk mesafeleri konfor, yakınlık, uzaklık ve ticari avantajlar dikkate alındığında kendini belirlemekte,

Kalite bir ihtiyaçtır, burada tercih sahip olduğunuz bilgiye, cebinize ve rahatınıza göre değişiyor, fakat bunun bir zorunluluğu yok tamamen tercih ve talep meselesi, tek yapılacak iş hava yollarına web sayfasından önerilerde bulunmak olacak, bunu ne kadar sık yapar isek şartlar o kadar kullanıcı lehine değişecek kalite sağlanacaktır.

Kendim bu konuda bir öneride bulunmayı deneyeceğim ve bunu her seferde yapmayı düşünüyorum.

Kalite bir ihtiyaçtır dersek,

Uçaktaki yerimizi aldıktan sonra bu arada yanımıza genç temiz bir delikanlı geldi merhabalaştık ve eşyalarını koltuk arakasına yukarı bagaja yerleştirip oturdu.

Biraz sonra çantasından iki şişe içecek çıkarıp ön koltuğun arka file cebine sıkıştırdı, kulaklarına kulaklıklarını taktı ve yaslandı.

Uçak içi gerekli kontrol ve sayım yapıldıktan sonra havalandık, yanımdaki genç iki koltuk arasındaki tek kolu indirdi ve kolunu yasladı bende kenarına kolumu iliştirdim böylece ilk iletişimimizi sağlamış olduk, koltuk arası mesafelerde yukarda verdiğim “Endüstriyel Tasarım” ölçülerinde küçültüldüğünden çok samimi oturuyorduk,

Biraz sonra yanımda eşimden yolluk ne var diye sordum. Bana bir kapalı kutu verdi, açtığımda içinde kaysı meyvesi ve kıymalı börek gördüm, kaysıdan iki tane alıp birini yanımdaki gence uzattım ve buyur ettim, kabul etti ve aldı hoşuma gitmişti.

Biraz sonra iki börek ambalajını açıp birini aldım, diğerini ona uzattım onu da kabul edip aldı beraber yedik, teşekkür etmişti, mutlu oldum.

Bu arada ön koltuktaki içeceklerinden birini açmış içiyordu ve bana dönüp bize iki bira veya başka bir şey ikram etmek istediğini söyledi, ben bira içmediğimi ve bir şey içmeyeceğimi söyledim, başka bir şey ısmarlayayım dedi ben ise teşekkür ettim, şu anda istemediğimi yolumuzun daha uzun olduğunu söyledim.

Biraz sonra genç çocuk hostesten bir şeyler istedi, gelen yiyecekte bize de uzattı ve almamızı istedi şaşırdık.

Genç (Arda) bizim için de ısmarlamış, benim ikramımdan, ikram ettiklerimden ziyade davranışım çok hoşuna gitmiş, bana şu güzel cümleyle düşüncesini ifade etmeye çalıştı:

Siz bana bir adım yaklaşırsanız, ben size on adımla gelirim

Sizin davranışınız beni çok etkiledi dedi ve arkasından, bir yolculukta annesinin yanında oturanlar sürekli bir şeyler yiyip içmişler ve hiç ikram etmemişler, bu da onları çok etkilemiş üzmüş.

Kendisine toplum kültürünün, yetişme tarzının, aile ve toplum ahlakının çok önemli olduğunu milleti millet yapan özelliklerin bu olduğunu anlatmaya çalışıp eğitime çok önem vermemiz gerektiğini bunun da iki yoldan ele alınması gerektiğini bunun birinin aile içi eğitimi, diğeri ise aile dışı eğitim, onun da milli eğitim olduğunu ifade ettim.

Kendisi de bana eğitimin çok önemli olduğunu vurgulayarak şu ifadeyi kullandı.

Eğitimli insandan gelen zarar bile kaliteli gelir”

Çok etkilenmiştim ve çok hoşuma gitmişti, anladım ki yetişen gençlik umut verici ve “Kaliteyi” biliyor “Kaliteye” inanıyordu.

Kendisine teşekkür ettim ve bana Brüksel’de Gent’te yaşadığını ora vatandaşı olduğunu orada okuduğunu devlet vergi denetçisi olarak çalıştığını söyledi.

Yazın ailesi ile annesinin memleketi olan Eskişehir’e geldiklerini ve Sivrihisarlı olduklarını anlattı.

Bu arada bende kendisine bir kalite uzmanı olduğumu,

Emekli olduktan sonra kalite elçisi olarak kurum ve kuruluşlara yönetim sistemleri konusunda eğitimler ve belgelendirme süreçlerinde destek verdiğimi,

Milli kuruluşumuz TSE’ye belgelendirme hizmeti için firma hazırladığımı

Piyasada ülkemizi işgal etmiş çantacı, çıkarcı, paracı kuruluşlara, parayla içi boş belge veren firmalara karşı çalışmalar yaptığımı,

İki yılı aşkın sürede Yerli ve Milli Kalite anlayışına uygun olarak Milli Kuruluşumuz Olan Türk Standartları Enstitüsünün verdiği ve Türk Akreditasyon Kurumundan Akredite olan tüm Dünya ve Avrupa’da kabul gören hizmetleri kapsamında, Milli Üreticilerimize sanayinin, çalışanın ve ülkenin kazanması için;

Yönetim sistemleri, tedarikçi gözetimi, ürün standardizasyonu, yapı sektörü test ve deneylerin uygulanması ile CE teknik dosya hazırlanması konularında, eğitim, rehberlik, gözetim hizmeti vererek, TSE’den belge almanın zor ve pahalı olmadığını bu işin öğrenerek yapılmasının daha kolay olduğunu sağladığımı,

Kurumlarımızın kurumsallaşması ve profesyonelleşmesi için eğitim ve pratik çalışmaları bire bir yürüttüğümü,

Kalite konusunda projeler geliştirdiğimizi,

Bursa’da Kaliteye gönül vermiş milli üretim ve tüketim konusunda, markalaşma yolunda yüksek teknolojik üretim oranında milli sertifikasyon ve milli belgelendirme konusunda toplantılar ve konferanslar verdiğimizi ifade ettim.

Kalite Birliği adı altında Temiz Kalite anlayışıyla sosyal sorumluluk çalışmaları yapan sivil toplum gurubumuzun olduğunu,

Tek yolun, insanın bir hayalinin olması ve bu hayal doğrultusunda çalışması gayret göstermesi olduğunu,

Milli eğitime önem verdiğimizi ana sınıfından başlayıp okullarda Kalite Dersinin verilmesi için proje çalışmalarımızın sürdüğünü belirttim kendisi de çok memnun kaldı,

Bizleri Gent’e davet etti gelir isek çok iyi rehberlik yapabildiğini ve bizimle birlikte şehri tanıtabileceğini söyledi.

Hep beraber yüce Atatürk’ün çizdiği yolda ilerlemeyi, Yerli ve Milli Üretimi Desteklemeyi, Kendi Ürünlerimizi Üretmeyi, Markalaşmayı ve kendi Belgelendirme kuruluşlarımız ile hareket etmeyi, Milli Olmayı ve Milli Ses Vermeyi davetimi yineliyorum.

Sağlıkla kalın esen kalın,

Saygılarımla.

Standart Marka Kalite Rehberlik ve Gözetim A. Ş.

Yönetim Kurulu Başkanı

Mehmet Uğur ÖZDENİZ

Bakır Krizi Kapıda: İklim Değişikliğine Bakır Engeli

2050 yılına kadar fosil yakıtlardan yeşil enerjiye geçilemezse dünya yaşanamayacak kadar kötü bir yer olacak. Bu yüzden dünya, 2035 ve 2050’ye kadar iklime zararsız hale gelmeyi hedefliyor. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Yeşil enerjiye geçişte en çok ihtiyaç duyulan bakırın yeteri kadar olmadığı ortaya çıktı. Şimdi sırada bakır krizi var!

Enerji Hukuku Uzmanı, AGB Consultans Yönetim Kurulu Başkanı Avukat Abide Gülel, dünyayı bekleyen bu yeni tehlike hakkında şu bilgileri verdi:

NEDEN BAKIRA İHTİYAÇ VAR?

“Bakır, fosil yakıtlardan sürdürülebilir enerjiye geçişte o kadar merkezi bir durumda ki, dünya çapındaki talebin 2035 yılına kadar 25 milyon metrik tondan 50 milyon metrik tona yani iki katına çıkması muhtemel. 2050’de 53 milyon metrik tona yükselmeye devam edecek. Bu rakam 1900 ile 2021 yılları arasında dünyada tüketilen tüm bakırdan daha fazla. Dünyanın bunu karşılaması mümkün değil.

Bakır, yenilenebilir enerjiyi taşıyan altyapının anahtarıdır. Elektrikli araçlar, güneş ve rüzgar enerjisi ve enerji depolama için pillerin tümü bakırla çalışır. Elektrifikasyonun metali olarak tanımlanan, elektrikli araçlarda, rüzgarda, güneşte ve pil projelerinde kullanılan bakır, talep artışının çoğunu yönlendirecek.

Örneğin, içten yanmalı araçların güç aktarma aksamlarında yaklaşık 24 kilogram bakır var. Hafif hizmet tipi, pille çalışan bir elektrikli aracın güç aktarma aksamı 60 kg bakır gerektirir. Orta hizmet tipi bir araç için 139 kg bakır gerekirken, ağır hizmet tipi bir araç için 425 kg bakır gerekiyor.

DAHA FAZLA BAKIR MADENİ AÇMAK DA YETERLİ DEĞİL

Elektrikli araçlar, rüzgar, güneş ve piller için gerekli bakırın önümüzdeki on yılın ortasına kadar üç katına çıkacağını tahmin ediliyor.

Bu kaçınılmaz sorunun bariz çözümü ise daha fazla bakır madeni açmak olacaktır. Bu kesinlikle gelecek kıtlıkların giderilmesine yardımcı olacaktır, ancak bu denkleştirmelerin çok geç olacağı bir durumdur.

Uluslararası Enerji Ajansı’nın araştırmasına göre, yeni bir bakır madeni açıldıktan sonra, verimli bir şekilde çalışmaya başlaması ortalama 16 yıl sürüyor. Bakır, birden fazla endüstride kullanımı nedeniyle dünyanın talebini karşılayamıyor.

YENİ JEOPOLİTİK DÜZEN OLUŞABİLİR

Önemli miktarda yeni arz sağlanmadıkça, iklim hedeflerine ulaşılamayacağı ortada. Bakır kıtlığı yeşil enerjiyi, teknoloji girişimlerinin ilerlemesini durdurabilir. Hatta, S&P Global Başkan Yardımcısı Daniel Yergin ”Bakır gibi madenlerin etrafında yeni bir jeopolitik düzen oluşacak” diyor. Tehlike büyük ama şimdilik çaresi yok.”

Uluslararası İşletmecilikte Teknoloji Ve Standardizasyonun Rolü

“Sadece teknoloji sayesinde kendinizi yaratmanızın ve ifade etmenizin kolaylaşması, bunu iyi yaptığınız anlamına gelmez.”

Teknolojik değişimler, insanlık sürecinde, insanların hayatlarını etkilemektedir. Özellikle küreselleşme ile dünyanın bir yerinde ortaya çıkan teknolojik yenilik, dünyanın geri kalan bölgelerini etkilemektedir. Mal, hizmet ve bilgi üreten işletmeler, bunlara ayak uyduramadıkları ve doğru kararları hayata geçiremedikleri zaman, birçok problemler yaşarlar. Yeni üretim teknolojilerinin hızla ortaya çıkması, işletmeleri rekabette geri düşürmektedir. Bununla birlikte, değişim ve müşteri ihtiyaçlarına hızla cevap verme zorunluluğu, değişimi önceden görmeyi ve bunlara hızla uyum sağlamayı gerektirmektedir.

Teknoloji denildiğinde, herkesin anladığı; teknolojinin fiziksel (hardware) donanımdır. Teknolojinin ayrıca bir kuramsal (software) boyutu da mevcuttur. Fiziksel boyut teknolojik aletleri, kuramsal boyut, öğrenme ve yönetim şekillerini kapsamaktadır. Teknolojik fiziksel boyut, araç olarak düşünülebilir. Buna örnek robotlardır. Ancak, bir aracı etkin kullanmak için gerekli olan bir teknik bilgiden mevcuttur. Robotları etkin biçimde kullanmak için; programlama bilen, yetenekli insan kaynaklarına gerek vardır. Bu husus, teknolojinin kuramsal boyutuna önem verilmesi gerektiğini gösterir.

Teknolojik gelişme, uluslararası işletmecilikle kazanılabilir. Teknoloji nakli, sadece her gün kullanılan ürün ve hizmetler ile değil, aynı zamanda üretim, çağdaş yönetim, pazarlama ve lojistik uygulamaları ile de gerçekleşebilir. İletişim ve bilgi teknolojisi gelişmeleri ile teknolojinin yararları, dünyada paylaşılır. Teknolojik yan ürünler, araştırma ve geliştirme giderlerinden tasarruf sağlar.

Ekonomik ve sosyal kalkınmanın, temel itici güçlerinden biri standardizasyondur. Gelişmiş ülkelerin başarısı; her alanda yaptıkları bilinçli ve yoğun standardizasyon faaliyetlerine bağlıdır.

ISO’nun tanımı kapsamında standardizasyon kavramı ile bağlantılı aşağıdaki konuların vurgulandığı görülmektedir:

  • Standardizasyonda; ekonomik alanda, bilimsel araştırma, deney ve uygulama yöntemi ya da sosyal amaçlı bir çalışma yapılması esastır.
  • Bu çalışma, tüketici, üretici gibi tarafların; toplumsal ve ekonomik yararını sağlamalıdır.
  • Kurallar koyma ve uygulama yapma çalışmalarında, her kesimin katkı ve iş birliği olmalıdır.

Standardizasyon ülkelerin gelişmelerine katkı yapan temel araçlardan biridir. Standartlar, insan sağlık ve güvenliğinin, üst seviyeye çıkarılmasında, yaşam kalitesinin artmasında, ticaretin gelişmesinde ve tüketicinin korunmasında katkı sağlamaktadır.

Standardizasyon, ekonomik ve sosyal amaçlı kuruluşların yararlanabileceği dinamik bir unsurdur. İşletmelerin, pazarlama alanında standardizasyon önemli bir yere sahiptir. Pazarlamada etkin olan standartlar, ekonomide ve sosyal alanda, gittikçe yaygın duruma gelmektedir. Standartlar, ürün ve hizmet ticaretinde, ortak bir Dünya dili olmuştur.

Tüketicilerin zevk ve tercihlerindeki farklılık, taleplerdeki farklılıklar; iletişim, teknoloji, reklamcılık ve ulaştırma konusundaki gelişmelerin sonucu olarak azalmaktadır. Ürün standardizasyon konusu, kolay olan bir tercih hâlini almıştır. Standardizasyonda bir neden ise ulus devlet ekonomilerini entegre etmek, vatandaşlarının refahını yükseltmek konusundaki girişimlerdir. Avrupa ortak pazarı, bu girişimlerin en önemli örneklerinden biri olmuştur. Avrupa ortak pazarı, uluslararası işletmelere, benzer özellik ve şartnameye sahip ürünler pazarlamak konusunda, fırsat ve olanaklar sağlamaktadır.

Dr. Öğr. Üyesi Gözde MERT

Nişantaşı Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi

İşletme Bölüm Başkanı & Gözde Araştırma Şirketi Kurucusu

Detaylı bilgiler için aşağıdaki eseri okuyabilirsiniz:

Mert, G. (2019). Uluslararası İşletmecilik Teori, Kavram ve Örnek Olaylar, Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara.

Yaklaşık Maliyetin Altında Tek Geçerli Teklif Kalması ?

Kamu İhale Kurulu Kararı Özeti; İtirazen şikâyet dilekçesinde özetle, ihalenin 11’inci kısmı için teklif ettikleri bedelin yaklaşık maliyetin %7,40 altında olmasına rağmen idarece yeterli kırım olmadığı gerekçesiyle tekliflerinin değerlendirme dışı bırakılarak ihalenin iptal edilmesinin mevzuata aykırı olduğu, bu bağlamda idarenin bahse konu kısma ilişkin ihaleyi iptal etmeden önce yaklaşık maliyet hesaplanırken değerlendirilmeyen herhangi bir husus olup olmadığını sorgulaması gerektiği, özellikle ihale konusu iş için gerekli olan işçilik ve biyosidal ürün girdileri ile amortisman ve demirbaş giderlerinin yaklaşık maliyete dahil edilip edilmediğinin, dahil edildi ise piyasa şartlarını ve ekonomik şartları karşılayıp karşılamadığının tespit edilmesi gerektiği, yaklaşık maliyetin gerekçe gösterilerek ihalenin iptal edilmesi yerine güncelleme yapılarak ihale sürecinin devam edilebileceği iddialarına yer verilmiştir.

29.06.2022 tarihli ve 2022/UM.II-771   sayılı Kamu İhale Kurulu kararına göre;

İptal gerekçesi ile sınırlı olarak yapılan incelemede, idare tarafından ihalenin şikâyete konu kısmının yaklaşık maliyetinin 1.350.000,00 TL olarak belirlendiği, ekonomik açıdan en avantajlı teklif sahibi olan başvuru sahibine ait teklif bedelinin 1.250.000,00 TL olduğu, yaklaşık maliyet ile anılan istekliye ait teklif bedeli arasında 100.000,00 TL fark olduğu, bu tutarın yaklaşık maliyetin %7,41’ine tekabül ettiği, diğer bir deyişle anılan isteklinin teklif bedelinin yaklaşık maliyetin %92,59’u oranında olduğu tespit edilmiştir.

Yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerine göre ihalenin iptali hususunda gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle ihale komisyonlarına ve dolayısıyla idarelere takdir yetkisi tanındığı, ancak bu yetkinin mutlak ve sınırsız olmadığı, idareye tanınan bu takdir yetkisinin mevzuat çerçevesinde, eşitlik ilkesine uygun şekilde, kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek kullanılması, tesis edilen iptal işleminin gerekçelerinin açıkça ortaya konulması ve ihalede oluşan durumun da dikkate alınarak Kanun’un 5’inci maddesinde yer alan temel ilkeler çerçevesinde karar verilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

Yapılan tespit ve değerlendirmeler doğrultusunda, incelenen ihalede 19 adet doküman indirildiği, şikâyete konu ihalenin 11’inci kısmına iki istekli tarafından teklif sunulduğu, tekliflerden birinin ihale komisyonu kararı ile yaklaşık maliyetin üzerinde olduğu gerekçesiyle, başvuru sahibinin teklifinin ise ihale yetkilisince yaklaşık maliyetin altında olmakla beraber yaklaşık maliyete göre indirim oranının yeterli olmadığı tespitiyle reddedildiği ve Teknik Şartname’de değişiklikler yapılması ve ihaleye teklif veren istekli sayısını artırmak hedefine vurgu yapılarak ihalenin iptaline karar verildiği anlaşılmıştır.

Bu çerçevede, şikâyete konu kısımda yaklaşık maliyetin altında tek geçerli teklif kalmasının rekabetin oluşmadığı anlamına gelmeyeceği, ihalenin 11’inci kısmında ihale yetkilince yaklaşık maliyetin altındaki geçerli teklifin hangi oranda düşük olması halinde kaynakların verimli kullanılması ilkesinin sağlanacağına yönelik belirlemenin somut değerlendirmeden ziyade sübjektif bir değerlendirme niteliğinde olduğu değerlendirildiğinden bahse konu kısmın iptal edilmesinin uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.

Diğer taraftan şikâyete konu ihalenin Teknik Şartname düzenlemelerine yönelik 07.03.2022 tarihinde Kurum kayıtlarına alınan dilekçe ile itirazen şikâyet başvurusu yapan Vekontek Sağlık A.Ş.nin iddialarının incelenmesi amacıyla akademik bir kuruluştan 13.05.2022 tarihli ve E.2022/8591 sayılı Kurum yazısı ile teknik görüş istenilmiş olup, söz konusu yazıya istinaden gönderilen 20.06.2022 tarihli ve 550838 sayılı teknik görüş doğrultusunda alınan 29.06.2022 tarihli ve 2022/UM.II-770 sayılı Kurul kararı ile ihalenin iptal edildiği görülmüştür.

Netice itibarıyla ihalenin 11’inci kısmına ilişkin iptali kararının iptaline yönünde tesis edilecek düzeltici işlemin esasa etkili olmadığı bu bağlamda anılan kısma ilişkin usul ekonomisi bakımından da iptal kararının iptal edilmesine gerek bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Mehmet ATASEVER

Kamu İhale Kurulu Eski Üyesi/ Akademisyen 

Yarı iletkenlerle “Yaşam için teknoloji”: Bosch, Çip İşine Milyarlarca Euro Daha Yatırım Yapıyor

Mikroelektronik, Bosch’un tüm iş alanlarının başarısı için hayati öneme sahip.

  • Bosch, 2026’ya kadar 3 milyar Euro yarı iletken işine, IPCEI kapsamındaki Mikroelektronik ve iletişim teknolojilerine yatırım yapacak.
  • Bosch Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Stefan Hartung: “Mikroelektronik gelecektir.”
  • Yeni çip geliştirme merkezleri Almanya Reutlingen ve Dresden’de yapım aşamasında.
Bosch Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Stefan Hartung

Stuttgart ve Dresden, Almanya – Otomobiller ve e-Bikelardan ev aletlerine ve giyilebilir cihazlara kadar, yarı iletkenler tüm elektronik sistemlerin ayrılmaz bir parçasıdır. Yarı iletkenler, modern teknoloji dünyasını yönlendiren motorlardır. Bosch, yarı iletkenlerin artan önemini erken fark etti ve kendi yarı iletken işini güçlendirmek için milyarlarca Euro fazla daha yatırım yapacağını duyurdu. 2026 yılına kadar Bosch, mikroelektronik ve iletişim teknolojisine ilişkin IPCEI finansman programının bir parçası olarak yarı iletken işine 3 milyar Euro daha yatırım yapmayı planlıyor. Bosch Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Stefan Hartung Dresden’deki Bosch Teknoloji Günü 2022’de, “Mikroelektronik gelecektir ve Bosch işinin tüm alanlarının başarısı için hayati öneme sahiptir. Mikroelektronik sayesinde yarının mobilitesi, nesnelerin interneti ve Bosch’un ‘Yaşam için teknoloji’ olarak adlandırdığı teknolojinin ana anahtarına sahibiz.” dedi.

Bosch, bu yeni fonun bir parçası olarak 170 milyon Euro’yu aşan bir maliyetle Reutlingen ve Dresden’de iki yeni geliştirme merkezi inşa etmeyi planlıyor. Ayrıca şirket, Dresden’deki yonga plakası fabrikasında ekstra 3.000 metrekarelik temiz oda alanı yaratmak için gelecek yıl 250 milyon Euro daha harcayacak. Hartung, “Müşterilerimizin elde edecekleri faydayı gözeterek yarı iletkenlere yönelik talep için hazırlanıyoruz. Bizim için bu minyatür bileşenler, büyük iş anlamına geliyor.” dedi.

Avrupa'nın Rekabet Gücünü Artırmak İçin Mikroelektroniğe Teşvik

Avrupa Çip Yasası çerçevesinde, Avrupa Birliği ve Alman Federal Hükümeti, Avrupa mikroelektronik sektörü için sağlam bir ekosistem geliştirmek üzere ek finansman sağlıyor. Hedef, 2030’a kadar Avrupa’nın küresel yarı iletken üretimini yüzde 10’dan yüzde 20’ye çıkararak ikiye katlamak. Mikroelektronik ve iletişim teknolojisi üzerine yeni başlatılan IPCEI, öncelikle araştırma ve inovasyonu teşvik etmeyi amaçlıyor. Hartung, “Avrupa, yarı iletken sektöründe kendi güçlü yönlerinden faydalanabilir ve bunu yapmalıdır. Her zamankinden daha fazla olacak şekilde hedef, Avrupa endüstrisinin özel ihtiyaçları için çip üretmek olmalıdır. Bu da sadece nano ölçeğin sadece alt kısmındaki çipler anlamına gelmiyor.” dedi. Örneğin, elektromobilite sektöründe kullanılan elektronik bileşenler, 40 ila 200 nanometre arasında proses boyutları gerektirir. Bosch yonga fabrikaları tam olarak bunun için tasarlanmıştır.

Dresden’de 300 Milimetre Çip Üretiminde Önemli Artış

Mikroelektronik alanındaki bu yeni yatırım, Bosch için yeni inovasyon alanları da açıyor. Hartung, “İnovasyonda lider olmak, en küçük elektronik bileşenler olan yarı iletken çiplerle başlar.” dedi. Bosch’taki yeni inovasyon alanları arasında, bir aracın çevresini otonom sürüş esnasında 360 derecelik taramalarını gerçekleştirmek için kullandığı radar sensörleri gibi çip üzerinde yer alan sistemler bulunuyor. Şirket, şimdi bu tür bileşenleri geliştirerek onları daha küçük, daha akıllı ve daha ucuza üretmeye çalışacak. Bosch ayrıca, özellikle tüketim malları sektörü için kendi mikroelektromekanik sistemlerini (MEMS) daha da değiştirmek için çalışmalar gerçekleştiriyor. Şirket araştırmacılarının şu anda bu teknolojiyi geliştirmek için kullandıkları şeylerden biri, bir akıllı gözlüğün şakak kısmına yerleştirilebilecek kadar küçük olan yeni bir projeksiyon modülüdür. Hartung, “MEMS teknolojisinde pazardaki lider konumumuzu pekiştirmek için MEMS sensörlerimizi 300 milimetrelik yongalar üzerinde de üretmeyi planlıyoruz. Üretim, 2026 yılında başlayacak. Yeni yonga plakası fabrikamız bize üretimi ölçeklendirme fırsatı veriyor. Bu, tam olarak yararlanmayı planladığımız bir avantaj.” dedi.

Reutlingen Fabrikasının Silisyum Karbür Çiplerine Büyük Talep

Bosch’un bir diğer odak noktası ise yeni tip yarı iletkenlerin üretimidir. Örneğin Bosch, Reutlingen fabrikasında 2021’in sonundan bu yana seri silisyum karbür (SiC) çipleri üretiyor. Bunlar, çalışma aralıklarını yüzde 6’ya kadar artırmaya yardımcı oldukları elektrikli ve hibrit araçlar için gerekli olan güç elektroniğinde kullanılıyor. Güçlü pazar büyümesinin arkasında, yıllık yüzde 30 veya daha fazla oranlarla SiC çiplerine olan yüksek talep yer alıyor. Bu güç elektroniklerini daha uygun maliyetli ve daha verimli hale getirmek amacıyla Bosch, diğer çip türlerinin kullanımını da araştırıyor. Hartung, “Elektromobilite uygulamaları için galyum nitrür bazlı çiplerin geliştirilmesini de araştırıyoruz. Bu çipler, dizüstü bilgisayar ve akıllı telefon şarj cihazlarında zaten bulunuyor.” dedi. Araçlarda kullanılmadan önce, daha sağlam hale gelmeleri ve 1.200 volta kadar önemli ölçüde daha yüksek voltajlara dayanabilmeleri gerekecektir. Hartung sözlerine şöyle devam etti: “Bunun gibi zorlukların tümü Bosch mühendisleri için işin bir parçası. Mikroelektroniğe uzun süredir aşina olmamız ve otomobillerle ilgili süreçleri biliyor olmamız bizi güçlü kılıyor.”

Bosch, Yarı İletken Üretimi İçin Kapasiteyi Sistematik Olarak Genişletiyor

Bosch, son birkaç yılda yarı iletken işine birkaç yatırım yaptı. Bunun en iyi örneği, Haziran 2021’de Dresden’de açılan yonga fabrikasıdır. 1 milyar Euro ile şirket tarihindeki en büyük yatırımdır. Reutlingen’deki yarı iletken merkezi de sistematik olarak genişletiliyor: Bosch, şimdi ve 2025 arasında, üretim kapasitesinin genişletilmesi ve mevcut fabrika alanının yeni temiz oda alanına dönüştürülmesi için yaklaşık 400 milyon Euro daha yatırım yapacak. Buna Reutlingen’de ek olarak 3.600 metrekarelik ultramodern temiz oda alanı yaratacak yeni bir uzantının inşası da dahildir. Sonuç olarak, Reutlingen’deki temiz oda alanı, şu anda yaklaşık 35.000 metrekareden 2025’in sonunda 44.000 metrekarenin üzerine çıkacak.

Uzmanlık ve Uluslararası Bir Ağ, Sürekli Başarıyı Garanti Eder

Bosch, yarı iletkenlerin geliştirilmesi ve üretiminde otomotiv sektörünün lider şirketidir. Bu çipler sadece otomotiv uygulamalarında değil, tüketim malları sektöründe de kullanılmaktadır. Bosch, 60 yılı aşkın süredir bu alanda faaliyet gösteriyor. Örneğin, Reutlingen’deki Bosch yarı iletken fabrikası, son 50 yıldır 150 ve 200 milimetrelik yonga plakalarına dayalı çipler üretiyor. Şirketin Dresden tesisinde, 2021’de 300 milimetrelik yonga plakası bazında çip üretimi başladı. Reutlingen ve Dresden’de üretilen yarı iletkenler arasında uygulamaya özel entegre devreleri (ASIC’ler), mikroelektromekanik sistem (MEMS) sensörleri ve güç yarı iletkenleri yer alıyor. Bosch ayrıca Penang, Malezya’da yarı iletkenler için yeni bir test merkezi kuruyor. 2023’ten itibaren merkez, bitmiş yarı iletken çipleri ve sensörleri test edecek.

Tükenmişlik mi Kronik Yorgunluk mu ?

Bu yazının konusunu “önceki yazılarımda ele aldığım işkoliklik, karoshi ve impostor fenomeni konularıyla da ilişkisi bulunan ve son zamanlarda birçok çalışanın şikâyetçi olduğu “Tükenmişlik Sendromu” oluşturmaktadır.

“Tükenmişlik” (Burnout) kavramı çok çeşitli alanlarda farklı biçimlerde tanımlanmış ve kullanılmış olsa da çalışma yaşamına ilişkin olarak ilk kullanan Freudenberger olmuştur. Yoğun sosyal ilişkilerin bulunduğu işlerde çalışanların diğerlerine göre daha fazla hastalık iznine ayrıldığını fark eden Freudenberger, bu kavramı kliniklerde ağır bir iş yükü altında çalışanları tarif etmek için kullanmıştır (1, 2).

Sonrasında Maslach ve Jackson çalışma hayatındaki tükenmişliği bir sendrom olarak ele almış ve bu çerçevede tanımlamışladır. Bu tanımlamaya göre “tükenmişlik; bireylerin işleri gereği karşılaştıkları insanlara karşı duyarsızlaşmaları, duygusal yönden kendilerini tükenmiş hissetmeleri ve kişisel başarı ve yeterlilik duygularının azalması” olarak ifade edilmiştir (3). Maslach daha sonra tükenmişlik sendromu üzerindeki çalışmalarına devam etmiş ve tükenmişliği 1) duygusal bitkinlik, 2) duyarsızlaşma (yabancılaşma) ve 3) kısıtlı etkinlik ölçütleri çerçevesinde özetlemiştir (4).

Tükenmişlik sendromu üzerindeki çalışmalar arttıkça, bu sorunun nelerden kaynaklandığı konusunda farklı görüşlerin ve yaklaşımların da ortaya çıkmaya başladığı söylenebilir.

Maslach ve Jackson Tükenmişlik Sendromunun tanımlamasını yaparken sorunun en önemli nedeninin sürekli olarak başka insanların fiziksel, sosyal ve psikolojik sorunlarıyla uğraşmak dolayısıyla da sürekli olarak olumsuz duygu ve davranışların bulunduğu bir ortamda bulunmak zorunluluğu olduğunu ileri sürmektedirler (5).

Bazı araştırmacılar ise çalışanların uyum sağlayabileceği ölçünün ötesindeki iş talepleri nedeniyle ortaya çıkan iş stresinin uzun bir süre devam etmesi durumunda tükenmişliğe yol açabileceğini, dolayısıyla tükenmişliğin iş stresinin özel bir hali olduğunu düşünmektedir (7).

Weber ve Jaekel-Reinhard ise tükenmişlik sendromuna daha farklı bir açıdan yaklaşıp, tükenmişlik sendromunu bir modern toplum rahatsızlığı olarak tanımlamakta ve bu sorunun nedenlerini hem toplumun hem de çalışma ortamının geçirdiği dönüşümler ile bu dönüşümlerin kesişim noktasında aramak gerektiğini söylemektedir (8).

Tükenmişlik sendromunun zaman zaman başkaca sorunlarla ve özellikle “kronik yorgunluk sendromu” ile karıştırıldığı da söylenebilir. Tükenmişlik sendromu ile kronik yorgunluk sendromunun karıştırılmasının önemli bir nedeni her iki sendromda da “bitkinlik” ve “yorgunluk” gibi semptomların benzer olmasından kaynaklanmaktadır. Gerçekten de bazı araştırmalar “bitkinlik” ve “yorgunluk” gibi sorunların ve şikâyetlerin aslında beslenme yetersizliğinin bir sonucu olabileceğini, örneğin “B Vitamini” takviyesinin özellikle belirli bir yaşın üzerinde olan ve yüksek iş stresi altında çalışmak durumunda kalan kişilerin iş streslerini, işe devamsızlıklarını ve hatta tükenmişlik şikâyetlerini azaltabildiğini göstermektedir (9). Dolayısıyla bu iki sendromun nedenlerinin farklı olduğu, kronik yorgunluğun fiziksel, tükenmişlik sendromunun ise psikolojik nedenlerden kaynaklandığı söylenebilir (10).

Böyle bir durumda tükenmişlik sendromuna uğradığını düşünenlerin sayısı ile bu sendroma gerçekten uğrayanların sayısı arasında önemli bir farkın olduğunu ileri sürmek mümkündür. Kısacası tükenmişlik sendromuna ilişkin şikâyetlerin yaygınlaşması ve artması, doğrudan doğruya tükenmişlik sendromunun yaygınlaştığı ve bu sendroma uğrayanların sayısının arttığı şeklinde yorumlanmamalı ve bu tip şikâyetlere temkinli bir biçimde yaklaşılmalıdır.

Özellikle modern yaşamın hızlı temposu ve alışkanlıkları düşünüldüğünde yetersiz beslenmenin yanı sıra çeşitli nedenlerle kişinin kendine daha az vakit ayırıyor olması ve yeri geldiğinde uykusundan feragat etmesi de tükenmişlik benzeri şikâyetlerin ortaya çıkmasına yol açabilmekte, aslında yorgunluğa ve bedensel nedenlere bağlı şikâyetlerin ve semptomların tükenmişlik ile karıştırılması mümkün olabilmektedir. Bu nedenle tükenmişlik sendromuna uğradığını düşünen kişilerin öncelikle yaşam biçimlerini gözden geçirmeleri ve gerekiyorsa bu yaşam biçimlerinde ve alışkanlıklarında değişikliğe gitmeleri belki de sorunun çözülebilmesi ve bu şikâyetlerinin ortadan kalkması için yeterli olabilecektir.

Prof. Dr. Umut OMAY

 

Kaynakça

(1) “Burnout”, APA Dictionary of Psychology, 2nd Ed., Ed. By G. R. VandenBos, American Psychological Association, Washington, 2015.

(2) “Burnout-Syndrom – Wenn Stress zur Krankheit wird”, Çevrim içi: https://www.burn-out-syndrom.org, Erişim tarihi: 11.07.2022.

(3) Keser, A. ve Tüfekçi, Ü. (2018), “Tükenmişlik Sendromu”, Çalışma Yaşamında Davranış: Güncel Yaklaşımlar, 4. B., Ed. A. Keser, G. Yılmaz ve S. Yürür, Umuttepe Yayınları, Kocaeli.

(4) “Definition”, Çevrim içi: https://www.burn-out-syndrom.org/definition, Erişim tarihi: 11.07.2022.

(5) Maslach, C. ve Jackson, S. E. (1981), “The Measurement of Experienced Burnout”, Journal of Occupational Behaviour, 2 (2).

(6) Maslach, C. ve Leiter, M. P. (1997), The Truth About Burnout: How Organizations Cause

Personal Stress and What to Do About It, Jossey-Bass, San Francisco.

(7) Ladstätter, F. and Garrosa, E. (2008), Prediction of Burnout: An Artificial Neural Network Approach, Diplomica Verlag, Hamburg.

(8) Weber, A. and Jaekel-Reinhard, A. (2000), “Burnout syndrome: a disease of modern societies?”, Occupational Medicine, 50 (7).

(9) Stough, C., Simpson, T., Lomas, J., McPhee, G., Billings, C., Myers, S., Oliver, C., & Downey, L. A. (2014), “Reducing occupational stress with a B-vitamin focussed intervention: A randomized clinical trial: study protocol”, Nutrition Journal, 13(1).

(10) Doerr, J. M. ve Nater, U. M. (2017), “Exhaustion Syndromes: Concepts and Definitions”, Burnout, Fatigue, Exhaustion: An Interdisciplinary Perspectives on a Modern Affliction, Ed. S. Neckel, A. K. Schaffner ve G. Wagner, Palgrave MacMillan, Cham.

PROF. DR. UMUT OMAY – MAKALE LİSTESİ

GİRİŞİMCİLİK VE YÖNETİCİ GÜÇLENDİRME

PAZARLAMA

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

İŞ DÜNYASINDA TUTUM VE DAVRANIŞ

DİĞER KONULAR

Eşit Durumdaki İşçilere Farklı Ücret Zammı Uygulanması, Ayrımcılık Tazminatını Gerektirir Mi?

Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup, iş hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle, işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bununla birlikte eşit davranma borcu tüm işçilerin hiçbir farklılık gözetilmeksizin aynı duruma getirilmesini gerektirmeyip, eşit durumdaki işçilerin farklı işleme tabi tutulmasını önlemeyi amaç edinmiştir.

Yargıtay’a göre, ““Eşitlik İlkesi” en temel anlamda T.C. Anayasasının 10 uncu ve 55 inci maddelerinde ifade edilmiş, 10 uncu maddede “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” kuralına yer verilmiştir. 55 inci maddenin kenar başlığı ise “Ücrette Adalet Sağlanması” şeklindedir.

Bundan başka, eşit davranma ilkesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Ekonomik Topluluğu Andlaşması, Uluslararası Çalışma Örgütünün Sözleşme ve Tavsiye Kararlarında da çeşitli biçimlerde ele alınmıştır. İstihdam ve Meslek Konularında Kadın ve Erkeğe Eşit Muamele ve Fırsat Eşitliği İlkesinin Uygulanmasına Dair 5 Temmuz 2006 tarihli Avrupa Parlamentosu ve Konseyinin 2006/54/EC Sayılı Direktifinin “Analık (Doğum) İzninden Dönüş” başlıklı 15 inci maddesinde, “doğum iznindeki bir kadının, doğum izninin bitiminden sonra işine veya eşdeğer bir pozisyona kendisi için daha dezavantajlı olmayan koşul ve şartlarda geri dönmeye ve çalışma koşullarında yokluğu sırasında yararlanmış olacağı her türlü iyileştirmeden yararlanmaya hakkı vardır” şeklinde kurala yer verilerek, doğum iznini kullanan kadın işçi yönünden işverenin eşit davranma borcuna vurgu yapılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu sistematiğinde, eşit davranma borcu, işverenin genel anlamda borçları arasında yerini almıştır. Buna karşın eşitlik ilkesini düzenleyen 5 inci maddede, her durumda mutlak bir eşit davranma borcu düzenlenmiş değildir. Belli bazı durumlarda işverenin eşit davranma borcunun varlığından söz edilmiştir. Dairemiz kararlarında “esaslı nedenler olmadıkça” ve “biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça” bu yükümlülüğün bulunmadığı vurgulanmıştır (Y9.HD. 25.7.2008 gün 2008/ 27310 E, 2008/ 22095 K.). İşverence, işçiler arasında farklı uygulamaya gidilmesi yönünden nesnel nedenlerin varlığı halinde eşit işlem borcuna aykırılıktan söz edilemez[1].

Yargıtay’ın başka bir kararında, “4857 sayılı Yasanın 5 inci maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiştir. Belirtilen bu hususların tamamının mutlak ayrım yasağı kapsamında ele alınması gerekir. Eşit davranma ilkesinin uygulanabilmesi için aynı işyerinin işçileri olma, işyerinde topluluk bulunması, kolektif uygulamanın varlığı, zamanda birlik ve iş sözleşmesiyle çalışmak koşulları gerekmektedir.

Yasanın 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında tam süreli- kısmî süreli işçi ile belirli süreli – belirsiz süreli işçi arasında farklı işlem yapma yasağı öngörülmüş, üçüncü fıkrada ise cinsiyet ve gebelik sebebiyle ayrım yasağı düzenlenmiş ve bu durumda olan işçiler bakımından iş sözleşmesinin sona ermesinde de işverenin eşit davranma borcu vurgulanmıştır. Bununla birlikte, işverenin işin niteliği ile biyolojik nedenlerle faklı davranabileceği bahsi geçen hükümde açıklanmıştır.

Yine değinilen maddenin dördüncü ve beşinci fıkralarında, işverenin ücret ödeme borcunun ifası sırasında ayrım yapamayacağından söz edilmektedir. Burada sözü edilen ücretin genel anlamda ücret olduğu ve ücretin dışında kalan ikramiye, pirim v.b. ödemleri de kapsadığı açıktır.

Bundan başka, 4857 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde sözü edilen sendikal nedenlere dayalı ayrım yasağı da mutlak ayrım yasağı kapsamında değerlendirilmelidir. Kanunun 5 inci maddesiyle 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan haller sınırlayıcı olarak düzenlenmiş değildir. İşçinin işyerinde olumsuzluklara yol açmayan cinsel tercihi sebebiyle ayrım yasağı da buna eklenebilir. Yine siyasî sebepler ve dünya görüşü gibi unsurları esas alan bir ayrımcılık da korunmamalıdır.

İşverenin eşit davranma borcuna aykırı davranmasının yaptırımı değinilen Kanunun 5 inci maddesinin altıncı fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan hükme göre işçinin dört aya kadar ücreti tutarında bir ücretten başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep imkânı bulunmaktadır. Söz konusu fıkra metni emredici nitelikte olduğundan, anılan hükme aykırı olan sözleşme kuralları geçersizdir. Geçersizlik nedeniyle ortaya çıkan kural boşluğu eşit davranma ilkesinin gereklerine uygun olarak doldurulmalıdır.

Eşit davranma borcuna aykırılığı ispat yükü işçide olmakla birlikte, anılan maddenin son fıkrasında yer alan düzenlemeye göre işçi ihlalin varlığını güçlü biçimde gösteren bir delil ileri sürdüğünde aksi işveren tarafından ispatlanmalıdır.

Somut uyuşmazlıkta Mahkemece hükmedilen eşit davranmama tazminatına gerekçe olarak “davalı işverenin muvazaalı işlemi sebebi ile eşit işlem borcuna aykırı davrandığı, davacının bu sebeple mali olarak mahrum kaldığı haklarının bilirkişi raporu ile ayrı ayrı hesap edildiği, ayrıca davacının mahrum kaldığı haklarının yanında davalıların muvazaalı işlem yapmış olmaları, davacının kıdemi birlikte değerlendirildiğinde davalı şirketlerin ayrıca ayrımcılık yapmaları gözetilerek kanunen üst sınır olan 4 aylık brüt ücreti tutarında eşit işlem borcuna aykırılık tazminatına hükmedilmesinin hakkaniyetli olacağı” yazılmıştır.

Yukarıda açıklandığı üzere 4857 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiş olup somut olayda bu ve benzeri sebeplere dayalı bir ayrım yapıldığı ileri sürülüp kanıtlanmadığından eşit davranmama tazminatı talebinin reddi yerine kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir”[2].

Sonuç olarak, işverenin emsal işçiler arasında farklı ücret ve ücret eki ödemesi, eşit işlem borcuna aykırılık oluşturur. Mağdur olan işçi “ayrımcılık tazminatı” talep edemez. Sadece mahrum kaldığı ödemeleri talep edebilir. Çünkü İşK. m.5’de, “eşit işlem yapma borcu” değil, “ayrımcılık yasağı” düzenlenmiştir. Bu nedenle, ayrımcılık tazminatına hak kazabilmek için din, dil, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim, engellilik gibi sebeplerle ayrımcılık yapılmalıdır.

Lütfi İNCİROĞLU

[1] (Y9.HD. 2.12.2009 T.,E.2009/33837, K.2009/32939 Legalbank.

[2] Y9HD.15.01.2018 T., E.2016/25313, K.2018/156 Legalbank.