Artan otomasyon ihtiyacı sanayi üretimine olumlu yansıdı

2020’de artan otomasyon talebi üretimde verimliliği yükseltti

  • Sanayi üretiminin artmasında otomasyon yatırımları etkili oldu
  • FANUC Türkiye satış anlamında yüzde 167 artış yakaladı
  • Yeni müşteri portföyü yüzde 30 arttı

Endüstriyel ürün hatlarında geçtiğimiz yıl artan otomasyon ihtiyacı, sektörü önemli ölçüde hareketlendirdi. FANUC Türkiye Genel Müdürü Teoman Alper Yiğit, sanayi sektöründe yaşanan büyümede otomasyon yatırımlarının önemli bir rolü olduğunu belirtti.  FANUC Türkiye olarak 2020’de sipariş anlamında yüzde 187, satış anlamında ise yüzde 167’lik artış yakaladıklarını söyleyen Yiğit, önümüzdeki süreçte otomasyona olan eğilimin daha fazla artacağını vurguladı ve ihtiyaçlar doğrultusunda ürün yelpazelerini geliştireceklerini ifade etti.

Şirketler geçen yıl küresel anlamda rekabet avantajını elinde tutabilmek için yeni teknolojilere yöneldi. Buna paralel olarak üretim hatlarında otomasyona duyulan ihtiyaç sektöre hız kazandırdı. FANUC Türkiye Genel Müdürü Teoman Alper Yiğit, FANUC Türkiye özelinde 2020 yılını, şirketin güncel faaliyetlerini ve hedeflerini değerlendirdi.

Türkiye ekonomisinin 2020’de yüzde 1,8, yılın son çeyreğinde ise yüzde 5,9 büyüme gösterdiğini hatırlatan Teoman Alper Yiğit, rakamları şu şekilde değerlendirdi: “2020 Aralık ayına göre sanayi üretim endeksi ise aylık bazda yüzde 1,3, yıllık bazda yüzde 9 arttı. Bu rakamlar zorlu geçen bir yıla rağmen sanayi sektörüne umut verdi. Türkiye ekonomisinin lokomotifi konumundaki sanayi sektöründe yaşanan bu büyümede, otomasyon yatırımlarının önemli bir rolü bulunuyor. Şirketler otomasyona yatırım yaptıkça üretimde verimlilik yükseliyor ve bu da rakamlara yansıyor.”

Yarıştan kopma riski yatırımları hızlandırdı

Firmaların yeni teknolojiler konusunda yetkinlik kazanma baskısını daha fazla hissedecekleri bir döneme girildiğini belirten Teoman Alper Yiğit, sözlerini şöyle sürdürdü: “Firmalar 2020 yılı içerisinde gerekli yatırımları zamanında yapamadıkları durumda küresel yarıştan kopma, yanlış yatırım yaptıklarında ise rekabetçiliklerini kaybetme riskini yakından hissetti. Bu durum geçtiğimiz yıl otomasyon sektörünün oldukça hareketli geçmesine olanak sağladı. Dolayısıyla pandeminin, beklenenin aksine otomasyon yatırımlarına olan ilgiyi artırdığını gördük.”

Otomasyonda hızlı tüketim, gıda ve kimya sektörü öne çıktı.

2020 yılında müşteri kapasitesinde gözle görülür bir artış yaşandığını vurgulayan Yiğit, FANUC Türkiye’nin yeni müşteri portföyünün bir önceki yıla göre yüzde 30 arttığını söyledi. Yiğit, “Pandeminin doğal bir sonucu olarak en fazla hızlı tüketim, gıda ile kimya sektörü, büyümenin ve yatırımın yoğun gerçekleştiği alanlar olarak öne çıktı. FANUC ürün gamı dolayısıyla fabrika otomasyonunun farklı alanlarına dokunarak yine farklı ürün gruplarını ortak bir sistem üzerinden buluşturabiliyor. Bu avantajımızı sektördeki hareketlilikle birleştirerek yılı hedeflerimizin oldukça üzerinde kapattık. Sipariş anlamında yüzde 187, satış anlamında ise yüzde 167 oranında artış yakaladık.” dedi.

Geçen yıl 10 kg taşıma kapasitesi ve 2 farklı erişime sahip CRX Serisi Light Weight Kolobratif robotları pazara sunduklarını hatırlatan Teoman Alper Yiğit, bu yıl CRX Serisi’ne yeni modelleri ekleyeceklerinin bilgisini verdi. Yiğit, ürünler hakkında şunları söyledi: “CRX Serisi piyasaya çıktığı ilk andan itibaren kolay kullanım ve hızlı devreye alma özellikleriyle dikkat çekti. Bu arayüzü sağlayan Tablet Pendant özelliği müşterilerimiz tarafından çok sevildi ve hiç robot kullanmayı bilmeyen bir kişiye bile birkaç saat içinde robot programlayabilme imkanı sağladı. FANUC bu geri bildirimlerden yola çıkarak Tablet Pendant’ı tüm modellerde yıl içinde kullanıma sunuyor olacak.”

Temel hedef son kullanıcılara global üretim trendini sunmak.

Önümüzdeki 5 yıl içerisinde yeni üretim teknolojilerine yapılacak yatırımın hızlanacağını ve otomasyona olan talebin hiçbir dönemde olmadığı kadar yoğun olacağını öngördüklerini aktaran Yiğit, bu doğrultuda mevcut ekibi büyüterek pazarın ihtiyacına uygun şekilde yeni yatırımlar gerçekleştirdiklerini aktardı. Yiğit, 2021 yılında ana hedeflerinin son kullanıcılara global üretim trendini sunmak olduğunu sözlerine ekledi.

Dijital Dönüşüm Gerçeğiyle Korkmadan Yüzleşmeliyiz

Dijitalleşmeye geçişte karşılıklı güvenin önemini vurgulayan Halıcı Group CEO’su Dr. Hüseyin Halıcı, dijitale geçilmezse proseslerin işletilemeyeceğini söyledi.

Dijital dönüşüm sürecinde gerek müşterinin gerekse yazılım firmasının birbirlerine güvenmesi gerektiğini vurgulayan Halıcı Group CEO’su Dr. Hüseyin Halıcı, dijitale geçilemediği takdirde proseslerin işletilmeyeceğini söyledi ve ekledi: “Korkmadan, dönüşüm gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekiyor.”

SÜRECİ VE YAZILIM ÖNEMİNİ ANLATTI

Dr. Halıcı, İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından düzenlenen ve Teknoloji Girişimcisi & Teknoloji ve İnovasyon Danışmanı Ergi Şener’in moderatörlüğünü üstlendiği “Doğru Yazılım Seçim ve Entegrasyonu” isimli online seminerde dijital dönüşüm sürecini ve süreçteki yazılımın önemini anlattı.

“DOKTOR REÇETESİ GİBİ YAZILMALI”

Dr. Halıcı, sanayiden kamuya, finanstan sağlığa kadar bütün sektörleri etkileyen dönüşümün her sektöre göre farklılık gösterdiğini belirtti.

Her sektörün ortak hedefinin dijitalleşmek olduğunu, ancak standart ve/veya hazır bir dijital dönüşüm çözümün olmadığını aktaran Dr. Halıcı, sözlerine şöyle devam etti:

“Sanayiden de ziyade çimento endüstrisinde farklı bir dijital dönüşüm hatta fabrika bazında bile ihtiyaçlar ayrışıyor. Aynı tür hastalığı yaşasa bile her insanda farklı semptomlar görülebildiği gerçeğinden hareketle bir doktor reçetesi gibi yazılması gerekir. Genel bir çözüm önerirseniz, başarılı bir sonuç elde edilemeyecektir.”

“DOĞRU ANALİZ VE DURUM TESPİTİ ÖNEM TAŞIYOR”

Dijital dönüşüm sürecinde profesyonel, teknik destek, eğitim ve süreklilik içeren çözüm ve yazılımlar alınması gerektiğinin altını çizen Dr. Halıcı, KOBİ’lerin dönüşümde dikkat etmeleri gereken hususlardan da bahsetti.

Dr. Halıcı, KOBİ’lerin geç kalma psikolojisine kapılarak panik yapmamalarının önemine değinerek, yanlış yatırımı önlemek için detaylı araştırmak yapmaları, danışmanlık ve uygulama firmalarını doğru seçmeleri, doğru analiz ve durum tespiti yapmadan çözüm almamaları gerekliliğini vurguladı.

“ALGI TAMAM AMA NASIL BİR ÇÖZÜM SUNACAĞIZ?”

Dijital dönüşümün geniş bir kavram, zor bir ders olduğuna dikkat çeken Dr. Halıcı, “Dijitalleşme, dijital dönüşüm, Endüstri 4.0, Toplum 5.0, Akıllı Üretim gibi birçok kavram var. Ülkemizin yüzde 98’inin KOBİ olduğunu düşünürsek, sanayicilerimizin bilhassa KOBİ’lerimizin özellikle ilk kez karşılaştıkları, aşina olmadıkları bu kavramlar karşısında endişelerini gidermek adına çok iyi anlatılması şart.” dedi.

Konuyla ilgili örnek bir başarı hikayesi anlatılsa bile algının oluştuğunu, ancak çözümü oluşturacak yapının kurulamadığını kaydeden Dr. Halıcı, “Yazılım, otomasyon, mekanik vb. uzmanlar bir masaya oturacak ve herkes kendi uzmanlığını anlatarak ortak bir payda oluşturacak ki, günün sonunda herkes ve en önemlisi de müşteriler anlayabilsin. Algı tamam ama nasıl bir çözüm sunulacağı konusunda tereddütler var.” şeklinde konuştu.

“EĞER DOĞRU ÇÖZÜM ELDE ETMEK İSTENİYORSA…”

Dr. Halıcı, Endüstri 4.0 çözümü talep edildiğinde, çözümün “Mekanik & Robot”, “Elektrik & Otomasyon”, “Bilişim & İletişim & Yapay Zeka” olmak üzere üç gruptaki bileşenlerin tamamının uyumlu bir şekilde sağlanması durumunda doğru çözümün elde edileceğini sözlerine ekledi.

Markalar hakkında karar vermek için “Karşılaştır”!

Tüketicilerin bir referans kaynağı olarak başvurduğu ve satın alma kararıyla ilgili araştırma yaptığı Şikayetvar, yeni aracı “Marka Karşılaştır”ı yayına aldı. Tüketiciler, Şikayetvar’ın yeni hizmeti “Marka Karşılaştır” ile artık firmaların müşteri memnuniyeti ve şikayet yönetimi konularında performanslarını karşılaştırabilecek.  

Her gün yüz binlerce kullanıcının alışverişten önce ziyaret ettiği Şikayetvar’da tüketiciler hangi markayı seçeceğine bu platform üzerinden karar veriyor. Şikayetvar’ın yeni aracı “Marka Karşılaştır” ile tüketiciler markaların müşteri memnuniyeti ve şikayet yönetimi konularında performanslarını karşılaştırarak, alışveriş kararını artık kolayca verebilecek.

Tek ekranda saniyeler içinde performans karşılaştırması

Kullanıcıların Şikayetvar ana sayfasından ulaşabileceği “Marka Karşılaştır” aracına, arama yapmak istediği iki markanın adlarını yazarak işlemi gerçekleştirebilecek. Tüketiciler seçili iki markanın müşteri memnuniyeti ve şikayet yönetimi alanındaki tüm bilgilere tek bir ekrandan saniyeler içerisinde ulaşabilecek.

Karşılaştırmak artık çok kolay

120 bin markanın, 6 milyon bireysel üyenin ve milyonlarca ziyaretçinin buluştuğu Şikayetvar’ın yeni özelliğinde kullanıcıların karşılaştırmak istediği iki markanın toplam şikayet sayısını görüntüleyerek ilgili markaların cevaplanan, çözülen şikayet sayısına ulaşabiliyor. “Marka Karşılaştır” aracının şikayetler bölümünde karşılaştırılan iki markanın en yeni şikayet içeriklerine, en çok yorum ve destek alan şikayetlerine de ulaşmak mümkün.

Markaların memnuniyet konuları bir arada

Müşteri memnuniyeti bölümündeyse markaların Şikayetvar kullanıcıları tarafından verilen yıldız tablosunu görüntüleniyor. Kullanıcılar tarafından markalara iletilen teşekkür mesajları da aynı bölümde yer alıyor. “Marka Karşılaştır” özelliğinde bulunan bir diğer bölümdeyse karşılaştırılan iki markanın tüketiciler tarafından hangi konularda memnun olup olmadığı görüntülenebiliyor. Ayda 18 milyon tüketicinin ziyaret ettiği Şikayetvar “Marka Karşılaştır” aracıyla ziyaretçilerin markaların müşteri deneyimlerine kolaylıkla ulaşarak, markalarla ilgili hızlı bilgi almasını hedefliyor. Şikayetvar’ın yeni özelliği sayesinde tüketicilerin günlük 100 bin markanın karşılaştırma yapması bekleniyor.

İhale’de Bilanço Yerine Bilanço Bilgileri Tablosunun Sunulması Yeterli Olur Mu?

Anahtar Kelimeler; Bilanço, bilanço bilgileri tablosu, cari oran, ekonomik ve mali yeterlik kriterleri

İtirazen Şikayet Konusu; İlgili idare tarafından ihalede değerlendirme dışı bırakılan firma tarafından; Teklif dosyasında sunmuş oldukları bilanço bilgileri tablosunda belirtilen oranların sağlanmadığı gerekçesiyle ve teklif dosyasında sunulan gelir tablosunun meslek mensubu tarafından onaylanmadığı gerekçesiyle tekliflerinin değerlendirme dışı bırakıldığı, ancak bilançolarında ne kısa vadeli ne de uzun vadeli borçlarının olduğu, firmalarının herhangi bir borcu olmadığından ve bilançoda istenen oranları sağladığından tekliflerinin bu gerekçeyle değerlendirme dışı bırakılmaması gerektiği iddia edilmektedir.

Kamu İhale Kurulu Kararı Özeti; 23.01.2020 tarih ve 2020/UH.I-147 sayılı Kamu İhale Kurulu Kararı’na göre; Kamu İhale Genel Tebliği’nin 10’uncu maddesinde belirtilen açıklamalar ile İdari Şartname’nin 7.4.2’nci maddesindeki düzenlemeler çerçevesinde, ekonomik ve mali yeterlik kriterlerinin değerlendirilmesi maksadıyla ilgili yıla ilişkin bilanço veya eşdeğer belgelerin sunulabileceği, buradaki “veya” bağlacından isteklilere seçimlik hak tanındığının anlaşıldığı, dolayısıyla eşdeğer belge olarak bilanço bilgileri tablosunun sunulması halinde bilanço sunulmasına gerek bulunmadığı, bu kapsamda başvuru sahibi isteklinin teklif dosyasında sunmuş olduğu bilanço bilgileri tablosunun belgelerin sunuluş şekline uygun olduğu görüldüğünden ayrıca istekli tarafından teklif dosyasında onaysız bilanço sunmasının mevzuata aykırılık teşkil etmediği anlaşılmıştır.

Başvuru sahibinin teklif dosyasında belgelerin sunuluş şekline uygun olarak sunmuş olduğu bilanço bilgileri tablosunda belirtilen cari oran hesaplamasında maddi hata bulunduğu, kısa vadeli banka borçlarının öz kaynaklara oranının ise hesaplanmadığı görülmekle birlikte, sunulan bilanço bilgileri tablosunda beyan edilen bilanço verileri kapsamında bilanço oranlarının karşılandığı anlaşıldığından başvuru sahibinin bu gerekçeyle teklifinin değerlendirme dışı bırakılması işleminde mevzuata uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

MÜSİAD Başkanı Basın Açıklaması – Faiz Görüşü

Hatırlanacağı üzere Şubat 2021 dönemine ilişkin tüketici fiyatları artışı %15,61 ile son 19 ayın, yurtiçi üretici fiyatları artışı ise %27,09 ile son 21 ayın zirvesini görmüştü. Bu dönemde çekirdek enflasyon göstergeleri de enflasyondaki artışın süreceğinin sinyalini vermişti. Aynı zamanda son dönemde küresel tahvil getirilerindeki yükselişe bağlı olarak TL’nin de baskı altında kaldığını görmüştük. Bu gelişmeler ışığında piyasalarca T.C. Merkez Bankasının faiz artırımı kararına kesin gözüyle bakılmakta ve buna göre bir pozisyon alınmaktaydı.

Elbette 100 baz puan çevresinde yoğunlaşan tahminlerin oldukça üzerindeki bu artış piyasaların beklediği bir gelişme değildi. Bu noktada başta gıda ve emtia olmak üzere küresel piyasalardan kaynaklanan fiyat artışlarının T.C. Merkez Bankasının etki alanının dışında kalması sebebiyle, enflasyonla mücadelenin yalnızca politika faizi enstrümanı ile sürdürülmesinin yeterli olmayacağı kanaatindeyiz.

Konjonktür gereği yapılan ve aslında TCMB’nin hem Merkez Bankacılığının temelini oluşturan beklenti yönetimi hem de Türkiye’nin CDS primlerini iyileştirme politikasının sonucu olarak girdiği bu patikada önden yüklemeli faiz artışının piyasa beklentilerinin oldukça üzerinde bir düzeyde gerçekleşmesiyle, bundan sonra atılacak adımların iş dünyasının yatırım hevesi ve borç yapılandırması adına nasıl bir seyir izleyeceğini görmek gerekecektir.

1,9 trilyon dolarlık bir ABD teşvik paketi ardından dünyada artan dolar arzı karşısında gelişmekte olan piyasaların bu akımdan olumlu anlamda pay almaları ve kendi para birimlerindeki değerlenme sürecini destekleyici politikalara başvurması anlaşılır bir durumdur. Ancak burada iki önemli husus söz konusudur: Yüksek faizin iyi iç piyasadaki talep üzerindeki etkisi ve dış ticaretin cari denge adına olumlu işletilmesi için uygun Dolar/TL düzeyinin bulunması.

Bir başka beklenti ise Merkez Bankasının dolarizasyon yönetimi konusunda atacağı adımlar ve dolar alım ihalelerinin ne zaman başlayacağıdır. İş dünyası olarak bu endişeleri taşımakla beraber, alınan kararın bilhassa yurtdışı piyasalarda TCMB bağımsızlığı ve yönetişim itibarı açısından olumlu neticeler getirmesini temenni ederiz.

Neticede bu geçici bir süreçtir ve enflasyon hedeflerinin tutması adına rahatlatıcı verilerle beraber faizde indirim sürecinin de bu kez kalıcı bir şekilde sağlanması için uygulanan konjonktürel bir zorunluluk olarak değerlendirmek isteriz.

MÜSİAD olarak; söz konusu artışla birlikte %19 seviyesine yükselen politika faizinin ekonomik aktivitedeki canlılığı baskılamaması adına, geçtiğimiz günlerde konut satışlarında taksit sayısı sınırlaması kaldırılması ve otomobil satışlarındaki sınırın esnetilmesi örneklerinde olduğu gibi, ilave adımların atılacağını temenni ediyoruz.

Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan Reform Paketi de ekonominin yönünün pozitifte tutulması noktasında reel sektörün elini rahatlatacaktır. Reformların açıklanmasının ardından yapmış olduğumuz açıklamalarda ifade ettiğimiz gibi, yeni dönemde en büyük önceliğimizin fiyat istikrarı olması, iş dünyasını için memnuniyet vericidir. Bu kapsamda enflasyonda risk oluşturan yapısal şokları değerlendirmek, gerekli politikaları belirlemek ve yönetmek için Fiyat İstikrarı Komitesi’nin tesis edilecek olmasını oldukça önemsiyor; kalıcı bir fiyat istikrarının sağlanabilmesi adına enflasyonla topyekûn bir mücadeleye girişmenin önemini vurguluyoruz.

Abdurrahman KAAN

MÜSİAD Genel Başkanı

Philips, uyku düzeni üzerine yaptığı araştırma ile COVID-19’un uyku kalitesi üstündeki negatif etkilerini açıkladı.

  • Yapılan araştırmaya göre; ankete katılanların %70’i, COVID-19’un başlangıcından beri uyku düzeniyle ilgili bir veya daha fazla yeni sorun yaşıyor.
  • Katılımcıların %58’i uyku ile ilgili kaygılarıyla başa çıkmak için tele-sağlık sistemini kullanmaya istekli.

Sağlık teknolojilerinde lider firmalardan Philips, 6’ncısını gerçekleştirdiği yıllık uyku anketinin sonuçlarını Çözüm Yolları: COVID-19 Tüm Dünyanın Uyku Düzenini Nasıl Değiştirdi? başlıklı rapor ile açıkladı.

Philips, COVID-19 başlangıcından yaklaşık bir yıl sonra uyku ile ilgili tutumları, algıları ve davranışları tespit etmek amacıyla 13 ülkeden 13.000 yetişkinin katıldığı bir anket çalışması gerçekleştirdi. Anket, COVID-19’un başlangıcından beri katılımcıların %70’inin uyku düzenlerinde bir veya daha fazla yeni sorun yaşadığını ortaya koyuyor. Katılımcıların, %60’ı ise COVID-19’un, uyku kalitesini doğrudan etkilediğini belirtiyor.

Anket, yaşanan bu zorlukların geniş çaplı olduğuna ve uyku apnesi hastalarının bu durumdan olumsuz şekilde etkilendiğine işaret ediyor. Bu zorluklarla mücadele etmek için tele-sağlık teknolojilerine, çevrim içi bilgi kaynaklarına ve hayat tarzında yapılan değişikliklere büyük bir ilgi var.

Uyku kaygıları nedeniyle gün geçtikçe daha fazla insan çevrim içi kaynaklara ve tele-sağlık hizmetine yöneliyor 

Uyku problemi yaşayan insanlar bu sorunla mücadele etmek için rahatlatıcı müzik, meditasyon veya kitap okuma gibi yolları tercih ediyor. Katılımcıların %34’ü uyku kalitesini iyileştirmeye yönelik tedaviler hakkında daha fazla bilgi almak için çevrim içi araştırmalara öncelik veriyor. COVID-19 döneminde tele-sağlık sistemlerine güvenin ise arttığı görülüyor.

Katılımcıların %58’i, gelecekte tele-sağlık sistemleri vasıtasıyla uzmanlardan uyku ile ilgili endişeleri için yardım istemeye istekli olduğunu ifade ediyor. Ankete katılanların %70’i ise çevrim içi veya telefon tabanlı programlar üzerinden bir uyku uzmanı bulmanın zor olacağını düşünüyor.

Philips Türkiye CEO’su Haluk Karabatak, “COVID-19, sağlık hizmetlerinin evde bakıma geçişini hızlandırdı. En etkili ve verimli sağlık sistemini oluşturmak için sanal bakım yolları gibi alternatif yöntemlerin kullanımı artıyor. Uyku sorunlarının, insanların yaşam kalitesini önemli ölçüde etkilediğini ve farklı sağlık problemlerine yol açabileceğini biliyoruz.  Uyku ve Solunum hastalıkları ile ilgili çözümleri genişletmek üzere sağlık kurumları ile ortak çalışmaya devam ediyoruz” dedi.

Uyku apnesi hastaları COVID-19 sürecinde CPAP (Sürekli Pozitif Hava Yolu Basıncı) tedavisinde sorun yaşıyor

Araştırmaya göre; uyku apnesi, geçtiğimiz yıla oranla dünya çapında bir artış ile uyku kalitesini etkilemeye devam ediyor (2020: %9, 2021: %12). Sürekli Pozitif Hava Yolu Basıncı (CPAP) uyku apnesi için en yaygın kullanılan tedavi olurken, bu yılın anketi CPAP kullanan uyku apnesi hastalarının oranında bir düşme olduğunu (2020: %36, 2021: %18) ve CPAP tedavisi yazılıp bu tedaviyi hiç kullanmayan hastaların oranında bir artış olduğunu ortaya koyuyor (2020: %10, 2021: %16).

CPAP tedavisini mali zorluklar (%55), kaynaklara sınırlı erişim (%44) ya da COVID-19 ile ilgili farklı nedenlerden dolayı bıraktığını söyleyen katılımcıların %72’si, COVID-19’un CPAP tedavisinde engelleyici bir faktör olduğunu belirtiyor. Araştırmanın kaygı verici sonuçlarından biri de uyku apnesiyle yaşayan kişilerin %57’sine hiçbir zaman CPAP tedavisi yazılmamış olmasıdır.

Hijyen hassasiyeti başta okullar olmak üzere genel mekanları fotoselli sistemlere yöneltti

Hijyen hassasiyetinin en üst seviyede olduğu bu günlerde genel mekanların temizliği oldukça önemli. Yüz yüze eğitime de kademeli olarak geçiş yapılırken özellikle çocuklarımızın sağlığını korumak oldukça kritik bir konu. Bu farkındalıkla Geberit, fotoselli ürün teknolojileriyle okullar, hastaneler, havalimanları ve alışveriş merkezleri gibi genel mekanları hijyenik hale getirdiği gibi su kullanımında da tasarruf sağlıyor.

Yapılan araştırmalara göre her gün binlerce insanı ağırlayan genel mekanların yaklaşık her 6,5 santimetrelik alanında her saat 500 bin bakteri ürüyor. Hijyen hassasiyetinin en üst seviyede olduğu günümüzde ise genel mekanlarda hijyen konusu, kırmızı kod ile kontrol ediliyor. Yüz yüze eğitime de kademeli olarak geçişin yapıldığı günümüzde Geberit, fotoselli ürün teknolojileriyle okullar, hastaneler, havalimanları ve alışveriş merkezleri gibi genel ve ticari alanları hijyenik hale getiriyor.

Giyilebilir teknolojiye olan ilgi evden çalışma ve eğitimle arttı

Giyilebilir teknoloji, teknoloji endüstrisinin en dikkat çeken sektörlerinden biri olmaya devam ediyor. Neredeyse her ihtiyaca yanıt verebilecek çeşitlilikte ürünler sunan giyilebilir teknoloji sektörü büyümeyi sürdürüyor. Gaming hazır sistemlerden profesyonel oyuncu ekipmanlarına kadar çok geniş bir yelpazede binlerce teknoloji ürünü sunan bir e-ticaret platformu olan İncehesap.com tarafından açıklanan Şubat ayı verilerine göre; giyilebilir teknoloji ürünlerinin satışları geçen yılın aynı dönemine kıyasla 2,6 kat artış gösterdi. Aynı dönemde akıllı bileklik satışları 4,8 kat, akıllı saat satışları  ise 2,4 kat arttı.

Vücut hareketlerini takip eden akıllı sensörlere sahip giyilebilir teknoloji ürünlerine olan talep her geçen gün artıyor. Giyilebilir teknoloji ürünleri arasında yer alan akıllı saat ve bileklikler ise en çok tercih edilen ürün grupları arasında yer alıyor. Kompakt tasarımlarıyla GPS, ivme ölçer, jiroskop ve nabız ölçer sensörleri sayesinde günlük hayatta kullanıcılarına birçok veriyi anlık olarak ileten cihazları satın alanların sayısında da büyük bir artış yaşanıyor.

Elektronik ürünlerini en uygun fiyat, en kaliteli hizmet ve güvenilir alışveriş yaklaşımıyla ulaştırmak üzere 2008 yılında kurulan İncehesap.com tarafından açıklanan Şubat ayı verilerine göre; giyilebilir teknoloji ürünlerinin satışları geçen yılın aynı dönemine kıyasla 2,6 kat artış gösterdi. Aynı dönemde akıllı bileklik satışları 4,8 kat, akıllı saat satışları  ise 2,4 kat arttı.

Akıllı saat sayfalarını ziyaret eden kullanıcılarda %85 artış

Evden çalışma ve eğitimin yaygınlaşmasıyla birlikte evlerde daha çok vakit geçirilmesi beraberinde spor aktivitelerini de evlere taşıdı. Temel fitness takip verilerinden, gelişmiş spor aktivite takibine dek detaylı bilgiler veren cihazlar özellikle bu dönemde evde spor yapan kullanıcılar tarafından tercih edilmeye başlandı. İncehesap.com verilerine göre; bu dönemde giyilebilir teknoloji ürünleri sayfalarını ziyaret eden kullanıcıların sayısı %30 artış gösterdi, akıllı bileklik ürün sayfalarını ziyaret eden kullanıcıların sayısında da %54 artış yaşandı. Ocak 2021 ile Şubat 2021 kıyasladığında ise akıllı saat sayfalarını ziyaret eden kullanıcıların sayısının %85 arttığı görüldü.

Giyilebilir teknolojilerin kullanım alanı genişleyecek 

İncehesap.com Kurucu Ortağı Nurettin Erzen; “Özellikle ardımızda bıraktığımız dönemde giyilebilir teknoloji ürünlerine olan talepte bir artış gözlemliyoruz. Evden çalışma ve eğitimin yaygınlaşmasıyla birlikte evlerde daha çok vakit geçirilmesinin bunu sağladığını söyleyebiliriz.

Bu ürün grubu içinde öne çıkan kategori ise; akıllı saat ve bileklikler. Bu kategorideki ürünlerin çıkış noktası aktivite ve fitness takibi olsa da bugün gelinen noktada  özellikle akıllı saatlerin kişisel bir asistan olarak kullanıldığını söyleyebiliriz. Gündelik yaşamın bir parçası haline gelen akıllı saatler tasarımlarıyla da kişisel tarzı tamamlayıcı bir kimliğe büründü. Kullanıcılarına telefonu yanıtlayıp saat üzerinden görüşme yapabilme imkanı sağlayan ve bu cihazlar için özel olarak geliştirilen uygulamalarla hayatı kolaylaştıran çözümler sunan akıllı saatlere olan talep artmaya devam edecektir. Önümüzdeki dönemde, giyilebilir teknoloji çözümlerinin kullanım alanının genişleyeceğini düşünüyoruz” dedi.

Geri Dönüşüm Günü 2021: “Geri Dönüşümle Daha Sürdürülebilir Bir Dünya Mümkün”

Escarus (TSKB Sürdürülebilirlik Danışmanlığı A.Ş.), 18 Mart Geri Dönüşüm Günü’nde atık geri dönüşümünün önemine dikkat çekti. Escarus Genel Müdürü Dr. Kubilay Kavak, geri dönüşümün sera gazı oluşumunu azaltma, enerji tasarrufu sağlama ve güçlü istihdam yaratma potansiyeline sahip bir sektör olduğunu vurguladı.

Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınması için öncü danışmanlık hizmetleri sunan Escarus, Küresel Geri Dönüşüm Vakfı tarafından ilan edilen Geri Dönüşüm Günü’nün önemine dikkat çekti. Escarus Genel Müdürü Dr. Kubilay Kavak “Dünyada kentleşme, sanayileşme ve nüfus artışına bağlı olarak kaynaklar gittikçe artan bir oranda tüketiliyor ve buna bağlı olarak atık miktarında büyük bir artış izleniyor. Ülkemizin 2018 yılı toplam sera gazı emisyonu yaklaşık 520 milyon ton CO2 eşdeğerinde olmakla birlikte; söz konusu emisyonların yüzde 3,4’ü atık kaynaklı. Bu yüzden, atıkların modern yöntemlerle geri dönüştürülmesi iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarının azaltımı için büyük önem taşıyor. Atık kaynaklı sera gazı emisyonlarının önlenmesi ve düşürülmesi için atık oluşumunun engellenmesi, azaltılması, atığın yeniden kullanılması, türüne göre ayrıştırılıp biriktirilmesi, toplanması, geri dönüştürülmesi, geri kazanılması gerekiyor” dedi.

Türkiye’de son yıllarda atıkları azaltma ve değerlendirme amaçlı birtakım çalışmalar yürütüldüğünü ifade eden Dr. Kavak, COVID-19 sürecinde atık yönetiminde belirginleşen eğilimlere de değindi. Dünyada tedavi ve tedbir için kullanılan ürünlerin ve tüketim alışkanlıklarının değişmesiyle özelikle tıbbi atık, kâğıt atığı ve plastik atık miktarlarında artış görüldüğünü belirten Kavak, Türkiye’nin uzun vadede atık miktarlarını azaltma ve en iyi şekilde değerlendirme yönünde önemli hedefleri bulunduğuna vurgu yaptı.

Şirketler, pandemi sürecinde geri dönüştürülen ürünleri hammadde olarak kullanmayı hedefledi

Türkiye’de ve dünyada COVID-19 salgınının ilk aylarında hem dönüştürülen malzemelere olan talebin düşmesi nedeniyle hem de virüsten korunma amacıyla geri dönüşüm tesislerinde üretime bir süre ara verildiğini ancak bu durumun kısmen normale döndüğünü hatırlatan Dr. Kubilay Kavak, şöyle devam etti: “Pandemi; bireylerin ve şirketlerin çevresel ve sosyal konulara daha fazla duyarlılık gösterdiği, sürdürülebilirliğe öncelik vermeye başladığı bir bilinçlenme dalgasını tetikledi. Bu süreçte, kişiler çevreye zararı olmayan, daha sürdürülebilir ürünler satın almaya yönelirken şirketler de iklim krizi, sıfır atık, verimlilik ve döngüsel ekonomi konularını merkeze almaya, hammadde ve kaynak kullanımını daha dikkatli bir şekilde gözden geçirmeye başladı. Geri dönüştürülmüş ürünleri hammadde olarak kullanmak, birçok şirket için ulaşılması gereken bir hedef haline geldi.”

“İkinci el kıyafet toplama ve geri dönüştürme konusunda ulusal bir proje yürüttük”

Escarus olarak ikinci el kıyafet toplama ve geri dönüşüm konusunda ulusal çapta bir proje yürüttüklerini belirten Dr. Kavak; “Proje kapsamında mahalli idareler, çeşitli sivil toplum kuruluşları, vakıflar ve dernekler tarafından sokak ve caddelerin bazı noktalarına konumlandırılan kumbaralar aracılığıyla toplanan tekstil atıklarının niteliği ve miktarı üzerinde projeksiyonlar yaptık. Süreçteki toplama, ayrıştırma, yeniden kullanma ve imha basamaklarını ayrı ayrı araştırdık. İkinci el tekstil ürünlerinin çevresel, sosyal ve ekonomik olarak en etkin biçimde yönetilmesi için farklı senaryolar üzerinde çalıştık. Bu çalışmaların sonucunda belirli yasal düzenlemelerin yapılmasıyla bu alanın önem kazanacağını ve zaman içinde güçlü bir ekonomi yaratacağını öngörüyoruz. Tekstil atıklarının geri dönüşüm sürecinin sistematik bir şekilde yönetilmesi durumunda; katma değerli yan ürünlerin çıkabileceğini ve buna yönelik bir endüstrinin gelişebileceğini, çevreye verilen zararların minimize edilebileceğini, döngüsel ekonomi yaklaşımı içinde kaynak kullanımının azaltılabileceğini ve elbette nitelikli istihdam imkânlarının yaratılabileceğini düşünüyoruz” dedi.

Yarışma programı risk tercihleri araştırmasına ilham verdi

Boğaziçili akademisyenler ”Var mısın Yok musun?” yarışmasından verilerle Türkiye’deki risk tercihlerini analiz etti

Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ceyhun Elgin, aynı bölümden Dr. Öğr. Üyesi Orhan Torul ve halen Tilburg Üniversitesi’nde doktora çalışmalarını sürdürmekte olan Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu araştırmacı Ertunç Aydoğdu, bir dönem televizyonda büyük ilgi gören ‘’Var mısın Yok Musun?’’ yarışmasının verilerinden yola çıkarak Türkiye’deki risk tercihlerini ölçen bir makaleye imza attılar. ‘’Risky choices in a natural experiment from Turkey: Var Mısın Yok Musun?’’ başlığıyla Journal of Behavioral and Experimental Economics’de yayımlanan makale Eylül 2007-Mayıs 2010 döneminde yayımlanan yaklaşık 300 programdan elde edilen verilerle hazırlandı.Hatırlanacağı gibi, yurtdışındaki Deal or No Deal formatının Türkiye’de yayınlanan ilk yarışma programı olan Var mısın Yok musun? yarışmasında yarışmacılar 1 TL’den 500 bin TL’ye kadar miktar bulunan 26 kutudan birini seçiyor ve kendi kutusunu öğrenmek için geriye kalan kutuları açıyordu. Son 5 kutu kaldığında elinde kalan miktarlara göre banka yarışmacıya bir teklif gönderiyordu. Yarışmacı teklifi kabul ederse teklif edilen paraya sahip oluyor; kabul etmezse kendi kutusundaki parayı kazanıyordu. Yayınlandığı dönemde Türkiye’de hayli popüler olan yarışma programı, yaklaşık aynı tarihlerde dünyanın 30’a yakın ülkesinde farklı versiyonlarla yayınlanmış ve ilgi toplamıştı. Söz konusu yarışma, ABD, Hollanda ve Almanya’daki verilerin dahil edildiği bir uluslararası araştırmaya da konu olarak American Economic Review dergisinde yayınlanmıştı.

300 program izlenerek veri toplandı

Prof. Dr. Elgin, Dr. Öğr. Üyesi Torul ve araştırmacı Aydoğdu ise ‘’Var mısın Yok musun? yarışmasına katılan Türkiye’deki yarışmacıların risk tercihlerini ölçmeyi hedefleyen araştırmalarında yaş, cinsiyet, coğrafya, meslek gibi farklı kriterleri göz önünde bulundurarak bireylerin riskle ilgili tutumlarını analiz ettiler. Prof. Dr. Ceyhun Elgin, araştırmanın hikâyesini şöyle anlattı:

“2018’de ABD’ye gitmeden önce lisans öğrencilerinin araştırma yapmasına yönelik seçmeli bir ders açmıştım. Var mısın Yok musun? yarışmasını bir araştırma konusuna dönüştürme fikri ise Orhan Torul hocadan çıktı. Var mısın Yok musun? ABD, Fransa, Hollanda, Almanya gibi ülkelerde Deal or No Deal adıyla yayınlanan ve katılımcıların alabilecekleri riski ölçme mantığında kurgulanmış bir yarışma. Araştırmada görev alan lisans öğrencilerimiz yayıncı Acun Medya’nın ofisinde saatler süren bir çalışmayla yaklaşık 300 programı izledi ve veri topladı.

Katılımcıların yaş, cinsiyet, meslek, eğitim seviyesi, medeni durumu gibi özelliklerini istatiksel analize tabi tuttuk. Bu miktardaki veriyi analiz edebilmek için bir süper bilgisayara ihtiyacımız oldu Ben o dönem sabbatical iznimi kullanmaktaydım ve Boston’daydım. Oradaki üniversitede süper bilgisayar kullanarak tahminlemeleri yaptık.

Bu yarışma konseptine dair American Economic Review’da yayınlanan ve yazarları arasında Nobel ödüllü Prof. Richard Thaler’in de yer aldığı bir başka makale daha önce yayınlanmıştı. O makalede araştırmacılar Almanya, Hollanda ve ABD’den verilerle çalışmışlardı. Bizim araştırmamız ise bu üç ülkenin yanı sıra Türkiye’den veriler içerdiği için gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkelerdeki risk tercihlerini kıyaslamak açısından araştırmaya katkı sağlamış oldu. Ayrıca sayılan bu üç ülkeye göre çok daha fazla katılımcıyla (300 kişi) araştırmaya katkı sağlamış olmamız bizim açımızdan önemliydi.  Araştırmamızın bir diğer veri avantajı da Türkiye’deki yarışmanın ödül miktarındaki değişikliklerdi. Bazı bölümlerde ödül miktarındaki değişiklikler olması ve ödül miktarının artmasıyla katılımcıların risk tercihlerindeki değişimi analiz edebildik.”

Kadınlar riski sevmiyor; eğitim düzeyi yükseldikçe risk almaktan kaçıyoruz

Elde edilen veriler ışığında Türkiye’den katılımcıların ABD, Hollanda ve Almanya’daki katılımcılarla kıyaslandığında riskten kaçınan bir yapıya sahip olduğuna dikkat çeken Elgin öne çıkan bulguları şöyle belirtti:

“Demografik verilere baktığımızda kadınların ve üniversite mezunu katılımcıların riskten kaçındığını gördük. Bir diğer deyişle kadınlar risk alma konusunda erkeklere göre daha temkinliydi. Ayrıca farklı bölgelerden yarışmacıları da analiz ettik. Karadeniz ve Akdeniz’den gelen yarışmacılar daha az risk sever bir profil çizdi. Yaş ortalaması 30.82 olan yarışmacıların yüzde 54’ü kadındı, yüzde 61’i ise üniversite mezunuydu. Türkiye’deki yarışmada kazanılan ortalama ödülün miktarı 56.500 TL iken Hollanda’da 227 bin Euro, ABD’de 122 bin USD, Almanya’da ise 20 bin Euro idi. Bu da Türk halkının daha düşük tekliflere de razı olabildiğini göstermesi açısından dikkat çekici bir sonuçtu.”

Yarışma sosyal bilimcilere doğal bir deney ortamı sundu

Yarışmanın farklı isimlerle dünyanın farklı ülkelerinde yayına girdiği dönemlere bakıldığında genellikle 2008-2010 tarihlerinin öne çıktığını vurgulayan Elgin, Türkiye özelinde ekonomik panorama açısından programın 2008 krizinin yaşandığı döneme denk geldiğini de ekledi. Bireyler ve toplumların risk tercihlerinde kültürel, sosyal, coğrafi, tarihsel olmak üzere pek çok faktörün dikkate alındığını vurgulayan Elgin, ekonomik ve siyasi krizlerin insanları riskten kaçınmaya yönelttiğini, bu koşullar ortadan kalktığında bireylerin daha risk sever bir tutum izleyebileceğini kaydetti.

Yarışmanın aslında bir doğal deney ortamı sunduğunu belirten Ceyhun Elgin sözlerini şöyle noktaladı: “Sosyal bilimlerde deney yapmak oldukça zordur. Psikoloji ve Ekonomi alanında Boğaziçi’nde gerçekleştirdiğimiz çeşitli deneyler var ancak bu yarışma programında olduğu gibi yüksek miktarlarda ödüller sunabilmemiz imkânsız. Bu doğal deney ortamı deneysel iktisat çalışan araştırmacılar için bulunmaz bir fırsat oldu. Gerçek bir yaşam deneyimini araştırma konusu yapmak bize avantaj sağladı.”