4857 Sayılı İş Kanunu’nda İşçilerin Sağlık ve Güvenliğini Korumayı Amaçlayan 5 Temel Düzenleme?
Lütfi İNCİROĞLU
İş hukuku alanında dünyada yapılan ilk düzenleme, 1802 yılında İngiltere’de dokuma sanayiinde çalışan çocuk işçilerin iş süreleri ve çalışma şartları bakımından korunmasını öngören ve günlük çalışma sürelerini 12 saat ile sınırlandıran Kanun, olarak kabul edilmektedir. Görüleceği üzere, çalışma hayatında yapılan ilk yasal düzenleme ücretlerin iyileştirilmesi ile ilgili değil, çalışma sürelerinin sınırlandırılması ile ilgilidir.
Çünkü insanın yaratılışından kaynaklanan bir çalışma kapasitesi vardır. İnsanın belirli bir sürenin üzerinde çalıştırılması dikkatinin dağılmasına ve dolayısıyla iş kazasına maruz kalmasına sebep olabileceği gibi yaptığı işin verimliliğini ve kalitesini de düşürecektir. Bu nedenle, iş gece ve gündüz iş sürelerinin sınırlandırılması iş-yaşam dengesinin kurulması bakımından büyük önem arz etmektedir.
Türkiye’de işçi ve işveren ilişkilerinin düzenleyen temel Kanun 4857 sayılı İş Kanunu’dur. Bu Kanunda işçilerin sağlık ve güvenliğinin korunmasını amaçlayan beş temel düzenleme bulunmaktadır. Kanun koyucu bu temel düzenlemeleri yapmakla işçilerin ruh ve beden sağlığını korumayı, sosyal, kültürel ve toplumsal birliktelik açısından yaşanması muhtemel olumsuz sonuçları ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.
Bu kapsamda, 4857 sayılı İş Kanunu’nda işçilerin sağlık ve güvenliğini korumayı amaçlayan 5 temel düzenleme bulunmaktadır.
İş sürelerinin sınırlandırılması: 4857 sayılı Kanunun 63 üncü maddesinde günlük çalışma süresi fazla çalışmalar dahil 11 saat ile sınırlandırılmıştır. Buna göre, “Genel bakımdan çalışma süresi haftada en çok kırkbeş saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır. Yer altı maden işlerinde çalışan işçilerin çalışma süresi; günde en çok yedi buçuk, haftada en çok otuz yedi buçuk saattir. Tarafların anlaşması ile haftalık normal çalışma süresi, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine, günde onbir saati aşmamak koşulu ile farklı şekilde dağıtılabilir. Bu halde, iki aylık süre içinde işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık çalışma süresini aşamaz”.
Gece çalışma süresinin sınırlandırılması: Çalışma hayatında “gece” en geç saat 20.00’de başlayarak en erken saat 06.00’ya kadar geçen ve her halde en fazla onbir saat süren dönemdir. şçilerin gece çalışmaları yedibuçuk saati geçemez. Ancak, turizm, özel güvenlik, sağlık hizmeti ve 30/5/2013 tarihli ve 6491 sayılı Türk Petrol Kanunu uyarınca petrol araştırma, arama ve sondaj faaliyetleri kapsamında yürütülen işlerde işçinin yazılı onayının alınması şartıyla yedi buçuk saatin üzerinde gece çalışması yaptırılabilir (m.69).
Yıllık ücretli izinlerin kullandırılması: Yıllık ücretli izin işveren tarafından bölünemez. Bu iznin işveren tarafından sürekli bir şekilde verilmesi zorunludur. Ancak, bu izin süreleri, tarafların anlaşması ile bir bölümü on günden aşağı olmamak üzere bölümler hâlinde kullanılabilir. İşveren tarafından yıl içinde verilmiş bulunan diğer ücretli ve ücretsiz izinler veya dinlenme ve hastalık izinleri yıllık izne mahsup edilemez (m.56).
Hafta tatilinin kullandırılması: İşyerlerinde, işçilere tatil gününden önce İş Kanunu’nun 63 üncü maddesinde belirlenen iş günlerinde çalışmış olmaları koşulu ile yedi günlük bir zaman dilimi içinde kesintisiz en az yirmidört saat dinlenme (hafta tatili) verilir. (Ek cümleler:10/7/2025-7553/9 md.) Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından turizm işletmesi belgesi verilen konaklama tesislerinde çalışan işçilerin bu fıkra kapsamında hak kazandığı hafta tatili, işçinin yazılı talebi veya onayı ile hak kazandığı günü takip eden dört gün içinde kullandırılabilir. Bu halde işçinin hak kazandığı hafta tatilinde yaptığı çalışmaların günlük normal çalışma süresi kadarlık kısmı fazla çalışmanın hesabında dikkate alınmaz. İşçi verdiği onayı otuz gün önceden işverene yazılı olarak bildirimde bulunmak kaydıyla geri alabilir (m.46).
Fazla çalışma süresinin sınırlandırılması: Ülkenin genel yararları yahut işin niteliği veya üretimin artırılması gibi nedenlerle fazla çalışma yapılabilir. Fazla çalışma, Kanunda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırkbeş saati aşan çalışmalardır. Fazla saatlerle çalışmak için işçinin onayının alınması gerekir. Fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda ikiyüzyetmiş saatten fazla olamaz.
Sonuç olarak, işçilerin dinlenme hakkı Anayasa ile güvence altına alınmıştır (m.50). 4857 sayılı İş Kanunu’nda da işçilerin ruh ve beden bütünlüğünü korumayı amaçlayan 5 temel düzenleme bulunmaktadır.
Günlük iş süresi (fazla çalışma dahil) onbir saati aşamaz (m.63).
2. İşçilerin gece çalışmaları yedibuçuk saati geçemez. (m.69).
3. Yıllık izinlerin bir bölümü on günden az olmamak üzere blok halinde kullandırılır (m.56).
4. İşçiler yedi günlük bir zaman dilimi içinde kesintisiz en az 24 saat dinlendirilmelidir (m.46)
5. Fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda ikiyüzyetmiş saatten fazla olamaz (m.41).
Yukarıda sayılan beş kanun maddesi, işçileri yorgunluk ve onun beraberinde getireceği dikkatsizlik sonucu uğrayabilecekleri iş kazalarından korumak, onların toplumsal yaşamda var olmalarını sağlamak, işyerinde etkin ve verimli bir çalışma yapabilmesini temin etmek amacıyla düzenlenmiş hükümlerdir. İşverenlerin yukarıda sayılan hükümlere aykırı hareket etmeleri nedeniyle işçilerin iş kazası ve meslek hastalığına maruz kalmaları halinde, asli kusurlu sayılabilecekleri ve bunun hukuki ve cezai sonuçları ile bağlı kalacakları unutulmamalıdır.
İhracat İşlemlerinde Yaptığımız Hatalar – Bölüm 10
Reşat BAĞCIOĞLU
Yurt dışına yapacağımız ihracat işlemlerinde, ihracatçı firma olarak azami titiz ve hassas olunması gereklidir. Global piyasalarda her türlü mala ve tedarikçiye kolaylıkla ulaşılabildiği günümüz dijital çağında, mal satmak istediğimiz ithalatçılara karşı son derece şeffaf, iyi niyetli olmak, ticari işlemlerimizin sürekliliği açısından son derece önemlidir.
Bir defa mal satıp, “vur kaç taktiği” ile anlık menfaatler peşinde koşan ihracatçı tacirlerimizin çok uzun ömürlü kuruluşlar olamayacakları ve ilerleyen süreçte sadece tabela şirketi olmaktan öteye gidemeyecektir. Tabela şirketi derken her bir iki yılda bir şirketi kapatıp, yeni bir şirket kurarak mazisini temiz tutmaya çalışan firmaların varlığı maalesef çoktur.
Tabela Firmalarının Asıl Niyeti Çakallıktır
Sıklıkla bir firma açıp, bir süre çalıştıktan sonra farklı bir şirket kurarak eski şirketini kapatan firmaların asıl niyetinin basiretli tacir gibi ticaret yapmaktan öte, tek kelime ile çakallık yapmak, anlık vurgun yapma, bir defa mal satıp, ikinci defa bırakın mal satmayı, iletişimi dahi kesen firmaların asıl niyetleri nedir sizce?
Mal ihracatı yapıp, ülkemize döviz kazandırmak düşüncesinin olmadığı gayet açık. İhracat adı altında kendisine yurt dışından kurban aramaktır.
Dış Ticaretteki Riskler
Ödeme şekli ne olursa olsun mala ilişkin riskleri en aza indirmek, hatta riskten arındırmak olmazsa olmaz bir koşuldur. İhraç mallarında risk varsa, muhtemelen ödemede de risk oluşacaktır.
Dış ticaretteki risklerden bahsederken konu uzadıkça uzar. Hele hele konuyu Reşat Bağcıoğlu dile getiriyorsa, bu konu hiç bitmez.
Bir Risk, Bir Vaka
Mala ilişkin risklere yaşanmış bir örnek; sadece olayın kahramanları yazımızdan çıkartılmıştır.
Mal cinsi bakliyat.
İhracatçı ve ithalatçı karşılıklı birbirlerine güven duymaktadırlar. İthalatçının açmış olduğu akreditifle ihracatçı mallarını yükleyecek ve gerekli evraklarını bankasına ibraz ederek mal bedelini alacaktır. Yurt dışındaki ithalatçının emri ile bankası tarafından ülkemizdeki ihracatçının bankasına akreditif açılır, akreditifin şeklen koşullarına uygun bir şekilde ihracatçı firma ihraç konusu mallarını konteynerlere yüklemiş, gümrüklemesini yaptırdıktan sonra ihraç limanındaki gemiye malını yükleyip deniz konşimentosunu alır. Faturasını tanzim eder… Tanzim edilen fatura ve akreditif koşullarında talep edilen diğer evraklarda mala ait detayları yazarken akreditifteki mal tanımını aynen yazar, tam takım evrakları bankasına verir, evrakların incelenmesin müteakip mal bedeli banka tarafından ihracatçıya ödenir.
İhracatçının bankası kendilerine ibraz edilen tam takım akreditif vesaikini ithalatçının bankasına gönderir. İlerleyen zaman içinde ithalatçının bankası akreditif vesaikini postadan alır, uluslararası yeknesak kaide ve kurallar gereği ithalatçının bankası da gerekli incelemeyi yapar. Evraklarda sorun olmadığı üzerine vesaiki ithalatçıya teslim eder.
İthalatçı aldığı vesaikle gümrükten malları çeker, deposuna getirir, konteynerleri açar ve mallarını kontrol eder. Malları kontrol ederken ithalatçı bazı çuvalların içinde bakliyat yerine çakıl taşı olduğunu görür.
Evet yanlış okumadınız; çakıl taşı…
Bu demektir ki ihracatçı firma bakliyat gönderirken bakliyat yerine çuvalların bazılarına çakıl taşı koymuş ve ithalatçıya göndermiş.
İşte burada hiçbir SGS kontrolü yapılmamış, karşılıklı güven ön plana çıkmıştır. İthalatçı ve ihracatçı birbirlerine güvenecekler ama bu güven tedbiri elden bırakacak düzeyde aşırı uçta olmamalıdır.
Sonuç Ne Oldu Peki?
Gerçek yaşanmış bu olayda mala ilişkin riskin bertaraf edilmesinde ithalatçı firma, uğradığı zararları tazmin etmek amacıyla ülkemizdeki ihracatçı firmadan hiçbir tazminat alamamıştır.
İhracatçının savunması da şu şekildedir;
“Ben malımı kontrat şartlarına uygun bir şekilde bakliyat yükledim. Benim yüklediğim malları muhtemelen geminin kaptanı çakıl taşı torbaları ile denizde seyir halindeyken değiştirmiştir”
İhraç malları güvenli bir ödeme şekli olan akreditif tahtında yüklenmiştir. Ancak akreditif kurallarını düzenleyen ICC – International Chamber and Commerce akreditiflere ilişkin yeknesak kaide ve kuralları belirleyen UCP 600 – Uniform Custons and Practice for Documantary Credits 2007 Revision’nın 5. Maddesi şöyle der:
Mallar, Hizmetler veya Yapılan İşler Karşısında Belgeler
Bankalar belgelerin ilişkili olabileceği malları, hizmetleri veya yapılan işleri değil, belgeleri göz önünde bulundurarak (belgeler üzerinden) işlem yaparlar.”
İlgili maddenin açıklaması gayet nettir; bankalar mallara ait bir sorumluluk üstlenmezler, mallar bekçiliği veya jandarmalığını yapmazlar, mala ilişkin belgeleri esas alırlar, belgeler akreditif koşullarına uygunsa bankalar işlem yaparlar, varsa ödemeyi gerçekleştirirler.
Gaziantep Halı ve Mobilya Fuarı, Sektörün Devlerini Ağırlamaya Hazırlanıyor
Halı ve mobilya sektörünün kalbi, 23-26 Eylül 2025 tarihlerinde Gaziantep’te atacak! Gaziantep Halı ve Mobilya Fuarı, kapılarını açarak yerli ve yabancı sektör profesyonellerini “Üretimin Merkezi”nde buluşturacak.
Gaziantep, halı ve mobilya sektörünün en önemli buluşma noktalarından biri olmaya hazırlanıyor. 23-26 Eylül 2025 tarihleri arasında düzenlenecek fuar, sektör profesyonellerini Ortadoğu Fuar Merkezi’nde (OFM) bir araya getirecek.
Tüyap Fuarcılık Grubu tarafından, Gaziantep Ticaret Odası iş birliğiyle organize edilen fuar; Gaziantep Valiliği, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Güneydoğu Anadolu Halı İhracatçıları Birliği (GAHİB), Gaziantep Halıcılar ve Dokumacılar Odası ve Gaziantep İhracatçı Mobilyacılar Derneği (GİMOB)’nin destekleriyle hayata geçiriliyor. Sektörün tüm paydaşlarını tek çatı altında toplayacak bu büyük buluşma, bölgenin üretim gücünü ve ihracat potansiyelini gözler önüne serecek.
“Halı Üretiminin Merkezi” Gaziantep’te Yeni İş Fırsatları
Gaziantep Halı ve Mobilya Fuarı, halı ve mobilya sektöründeki son trendleri, yenilikçi tasarımları ve en kaliteli ürünleri sergilemenin yanı sıra, katılımcı ve ziyaretçilere yeni iş bağlantıları kurma ve sektörel gelişmeleri yakından takip etme imkânı sunacak. Fuar; makine halısından kilimlere, el halılarından mobilyaya, paspaslardan mobilya aksesuarlarına kadar geniş bir ürün yelpazesini kapsayacak.
Mobilya Sektörünün Yükselen Gücü
Türkiye, mobilya sektöründe sahip olduğu güçlü iş gücü ve geniş tedarikçi ağı ile küresel pazarda adından söz ettiriyor. Bu başarıyı daha da ileriye taşımayı hedefleyen Gaziantep Halı ve Mobilya Fuarı’nda modern, modüler, lüks, ofis ve bahçe mobilyalarından aydınlatma ürünlerine kadar sektörün tüm yenilikçi ürünleri sergilenecek. Mobilya sektörü profesyonelleri için eşsiz bir buluşma noktası olan fuar, sektörün gelişen yüzünü ve en yeni trendleri yakından keşfetmek isteyen ziyaretçilere benzersiz fırsatlar sunacak.
Kimler Gaziantep Halı Fuarı’nda Olmalı?
Fuar, halı ve mobilya toptancıları, perakendecileri, üreticileri ve satın alma yetkilileri başta olmak üzere tüm Türkiye’den profesyonelleri hedefliyor. Ayrıca Orta Doğu/MENA bölgesi, Orta Amerika, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya gibi önemli coğrafyalardan sektör profesyonellerinin de katılımı bekleniyor. Gaziantep Halı ve Mobilya Fuarı, sektörde yeni iş bağlantıları kurmak, en son trendleri keşfetmek ve “Üretimin Merkezi”nde yer almak isteyen işletmeler için kaçırılmaması gereken bir fırsat yaratıyor.
MÜZAKERE TEKNİKLERİ VE PAZARLIK BECERİLERİ MAKALELERİ “Taktikler bazen pazarlık sürecinin başı, bazen ortası bazen de sonunda etkilidir.”
Bu sayımızda 2025 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’na özel bir yer ayırdık.
Bunun nedeni ülkeler açısından 102 gösterge ile bütüncül bir değerlendirme sunması. Bir anlamda check-up niteliğinde olması.
Benzer şekilde şirketlerimizin hazırladıkları sürdürülebilirlik raporlarını incelediğimizde, firma faaliyetleri ile Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları arasındaki bağların etraflıca ele alındığını görmekteyiz. Kamu ve özel sektör kuruluşları olarak Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nun dayandığı 17 başlık ve tüm göstergeler üzerine ayrı ayrı düşünmeliyiz.
SDG Transformation Center liderliğinde bağımsız uzmanlar tarafından hazırlanan Sürdürülebilir Kalkınma Raporu, tüm BM Üye Devletlerini 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ndaki performanslarına göre değerlendiren SDG Endeksi ve gösterge tablolarını içermektedir.
Raporun şirketlerimizin sürdürülebilirlik anlayış ve uygulamalarının gelişimi açısından ışık tutacağını düşünüyorum. Şirket sürdürülebilirlik seviyesinin anlaşılması ve sürdürülebilirlik olgunluğu açısından eksikliklerin rahatlıkla görülebileceği bir çalışma.
Satınalma ve Tedarik Zinciri Eğitim Programları
Şirketlerimize sürdürülebilir tedarik zinciri yönetimi ve yeşil satınalma eğitim programlarımızla destek oluyoruz. Stratejik satınalma ve kategori yönetimi, sürdürülebilir tedarikçi yönetimi ve performans değerlendirme (KPI’lar), harcama analitiği, sözleşme yönetimi ve sektörel kontrat incelemeleri alanlarında eğitim hizmetleri sunuyoruz. Fabrikanızda, yerinizde bire bir (1-1) yönetici ve grup eğitimleri gerçekleştiriyoruz.
Dijital Üyelik ile tüm ekibinizi geliştirebilirsiniz.
Firma olarak dergi arşivine (151 sayı), e-kitap, sektör raporları ve gelecek bir yıl boyunca 12 sayıya erişim sağlayın. Dijital dergi aboneliği için https://satinalmadergisi.com/dijital-islem-merkezi/ sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Katkı veren tüm yazarlarımıza teşekkür ederim.
Keyifli okumalar,
Prof. Dr. Murat ERDAL
editor@satinalmadergisi.com
Satınalma Dergisi Temmuz 2025 Sayısı
SÜRDÜRÜLEBİLİR TEDARİK ZİNCİRİ YÖNETİMİ
VE YEŞİL SATINALMA MAKALELERİ
Şirket eğitimlerine büyük özen gösteriyoruz. Memnuniyetiniz ve referansınız bizim için çok değerli. Eğitime sizlerle birlikte hazırlanıyoruz. Sizlerden gelen önerileri dikkate alıp özgünleştirmelerle ilerliyoruz.
Güvenilir eğitim hizmetleri ile yanınızdayız.
Dolu dolu, güler yüzlü eğitimler dilerim. Prof. Dr. Murat Erdal
☐ Sürdürülebilir Tedarik Zinciri ve Yeşil Satın alma ISO 20400 Eğitimi (2 gün)
☐ Müzakere Teknikleri ve Pazarlık Becerileri (İleri Seviye) Eğitimi (2 gün)
☐ Kurumsal Satış Eğitimi (Rol Canlandırma/Oyun) (2 gün)
☐ Stratejik Satınalma Yönetimi Eğitimi (2 gün)
☐ Sözleşme Yönetimi ve Sektörel Kontrat İncelemeleri Eğitimi (1-2 gün)
☐ Harcama Analitiği; Maliyet ve Gider Analizi Eğitimi (1 gün)
☐ Tedarikçi Performans Değerlendirme Eğitimi (2 gün)
Video ile Etkileşim: Tedarik Zincirinde Görsel Pazarlama Stratejisi
Dr. Ahmet TUZCUOĞLU
Geleneksel satınalma döngüsünde karar süreçleri çoğu zaman teknik belgeler, teklif tabloları ve uzun e-posta dizileriyle şekillenir. Ancak dijitalleşmenin yaygınlaşmasıyla birlikte bilgi tüketim alışkanlıkları radikal biçimde değişti. 2025 itibarıyla B2B karar vericilerin yaklaşık %70’i, bir ürün ya da hizmet hakkında bilgi edinmeden önce video içeriklere başvuruyor (Wyzowl, 2024). Bu dönüşüm, satınalma profesyonelleri için yalnızca iletişim dilini değil; aynı zamanda pazarlama araçlarını da yeniden tanımlıyor. Peki satınalma profesyonelleri bu gelişmeden nasıl yararlanabilir?
Video içerik, artık sadece bir destek materyali değil; satınalma tekliflerinde güven oluşturmak, karmaşık ürünleri sadeleştirmek ve iş ortaklarını geliştirmek için güçlü bir araç. Video pazarlama, yalnızca B2C değil; B2B dünyasında da güçlü bir dönüşüm aracı. Video içerikler B2B karar döngüsünde üç temel ihtiyaca yanıt veriyor:
Bilgi yoğunluğunu sadeleştirme
Güven oluşturma
Zamana karşı hız kazanma
Wyzowl’un “Video Marketing Statistics 2024” raporuna göre, firmalar en fazla müşteri referansı (testimonial) ve “explainer video” kullanıyor. Bunu takiben sosyal medya videoları, sunum videoları ve demo videolarla satış ve satınalma süreçlerini destekliyor. Bu içerikler, tekliflerde görsel destekleyici olarak da kullanılabiliyor ve karar vericiler için “düşük çaba – yüksek bilgi” etkisini ortaya çıkarıyor.
Aynı zamanda, yalnızca tanıtım amacıyla değil, teklif dosyalarının içine gömülü “dijital delil” olarak da sunuluyor. Bu yaklaşım, satınalma süreçlerinde “soğuk” tekliflerden ziyade “etkileşimli” tekliflere geçişi beraberinde getiriyor. Dikkat çeken samimi yaklaşımla hedef kitle ile yakın iletişim kurmak daha olanaklı hale geliyor. Karşılıklı ihtiyaçlar daha net anlaşıldığı için süreçler daha sorunsuz ilerleyebiliyor.
Video Format ve Süre Önerileri
Video içeriğin başarısı sadece konuya değil, biçime de bağlı. Video izleyicilerin %80’i 2 dakikadan kısa videoları tamamlıyor; 1 dakikadan uzun videolarda izlenme oranı %59’a düşüyor. 2025 trendlerine göre; ideal video uzunluğu 30 ila 90 saniye. Etkileşimin en yoğun olduğu nokta 45. saniye civarında.
Kullanım formatları ise şöyle çeşitleniyor:
Canlı Yayın (%54): Ürün lansmanları, tedarikçi eğitimleri
Animasyon (%24): Teknik süreçlerin sadeleştirilmesi
Ekran Kayıtları (%15): Platform tanıtımları, sistem demoları
Bu içerikler yalnızca sosyal medya için değil; teklif e-postalarında, LinkedIn mesajlarında, hatta doğrudan PDF teklif şablonlarının içerisine yerleştirilecek şekilde hazırlanabiliyor.
Kısa, öz, hedefe yönelik içerikler daha fazla izleniyor ve paylaşım alıyor. Özellikle video içeriklerde ilk saniyeler çok önemli. Dikkat ve merak uyandırmayan videolar hızlıca geçiliyor. Bu yüzden, videoların izlenme oranlarını arttırmak için özellikle ilk birkaç saniye çok önemli. İlk saniyelerde merakın harekete geçirilmesi ile izlenme oranları ve etkileşim artacaktır.
Video Pazarlamada Başarı İçin Teknik ve Stratejik İpuçları
Başarılı video pazarlama yalnızca çekim yapmakla değil; doğru içerik planlaması, hedefleme ve dağıtımla gerçekleşiyor:
Yapay Zeka Kullanımı: Video prodüksiyonun bir kısmının AI ile desteklenmesi (örn. senaryo, altyazı, otomatik özetleme).
Kanal Seçimi: LinkedIn ve YouTube, B2B için en etkili video platformları.
İçerik Stratejisi: Bilgilendirici ve dikkat çekici videolar en iyi dönüşümü sağlıyor.
Liu & Wang (2023) tarafından yapılan araştırmalar, bilgilendirici ve eğlendirici video içeriklerin izleyicide pozitif algı oluşturduğunu ve satın alma niyetini artırdığını ortaya koyuyor. Aynı zamanda Pennekamp ve arkadaşlarının (2023) çalışmasında, tedarik zincirinde şeffaflık ve görsel bilgi paylaşımının güven oluşturma üzerindeki etkisi açıkça vurgulanıyor. Bu veriler, video içeriklerin yalnızca bilgi vermediğini; aynı zamanda güven ilişkisi kurduğunu da kanıtlıyor.
Salonen ve arkadaşları (2024); dijital içerik pazarlamasından faydalanmayı uman yöneticiler için, müşterinin farklı yolculuk aşamalarındaki kendine özgü kullanım ihtiyaçlarına göre, içerik hedefleme ve geliştirme teknolojilerine, işletmelerin daha fazla yatırım yapması gerektiğini savunuyor.
Şimdi hareket geçin ve adım adım ilerleyin:
Küçük başlayın: 30–60 saniyelik “explainer” veya “demo” videoları ile özet içerikler oluşturun.
LinkedIn’e odaklanın: B2B içeriklerinin %80’i burada daha fazla etkileşim alıyor.
AI’den yararlanın: Metin, görsel ve video özetleme işlemlerini yapay zeka ile hızlandırın.
KPI belirleyin: Görüntülenme, etkileşim ve teklif dönüşümü gibi ölçümlerle stratejinizi izleyin.
Eğlendirici ve bilgilendirici içerikler geliştirin: Bilgi vermek kadar dikkat çekmek de önemli.
Testimonial kullanın: Mevcut tedarikçi ya da müşteri yorumlarını kısa videolarla paylaşın.
Özetle, satınalma yöneticileri için video, artık “olsa güzel olur” değil; “olmazsa olmaz” içerik formatlarından biri. Doğru planlama ve stratejiyle desteklenen kısa videolar, tekliflerinizi güçlendirir, güveni artırır ve süreci hızlandırır. Fırsatları yakalamak adına; 2025’in ikinci yarısı, bu stratejiyi uygulamak için ideal bir dönem olabilir.
Dr. Ahmet TUZCUOĞLU
Kaynaklar:
Liu, Y., & Wang, M. (2023). The effect of short video content marketing on consumer purchase intention. Frontiers in Business, Economics and Management, 11(3), 1-5.
Pennekamp, J., Matzutt, R., Klinkmüller, C., Bader, L., Serror, M., Wagner, E., … & Wehrle, K. (2023). An interdisciplinary survey on information flows in supply chains. ACM Computing Surveys, 56(2), 1-38.
Salonen, A., Mero, J., Munnukka, J., Zimmer, M., & Karjaluoto, H. (2024). Digital content marketing on social media along the B2B customer journey: The effect of timely content delivery on customer engagement. Industrial Marketing Management, 118, 12-26.
Avrupa Birliği, dijital stratejisinin merkezine yenilikçi teknolojilerin güvenli ve sorumlu biçimde kullanımını yerleştirmek amacıyla, Nisan 2021’de dünyanın ilk kapsamlı yapay zekâ düzenleme teklifini kamuoyuna sundu. Temmuz 2024’te kabul edilerek Ağustos ayında yürürlüğe giren bu düzenleme, Avrupa’nın dijital alandaki küresel liderlik iddiasını pekiştiren önemli bir dönüm noktasıdır.
Yapay Zekâ Yasası (AI Act), bazı yapay zekâ uygulamalarına yönelik kısıtlamaların ötesinde, Avrupa’nın dijital geleceğini kamu yararı ve etik ilkeler temelinde biçimlendirmeyi hedefleyen kapsamlı bir yönetişim yaklaşımı geliştirmektedir. Üye ülkelere tanınan iki yıllık geçiş süreci ise, bu dönüşümün dengeli ve uyumlu bir şekilde uygulanmasını mümkün kılacak biçimde yapılandırılmıştır.
Avrupa Birliği, dijital egemenliğini güçlendirme hedefiyle uyumlu olarak, yapay zekâ düzenlemesini yalnızca teknik bir çerçeve değil, aynı zamanda uzun vadeli stratejik kapasite inşasının bir aracı olarak konumlandırmaktadır. Bu yönelimin bir yansıması olarak, AI Act düzenleyici sınırların ötesine geçmekte; kamu yararı, etik değerler ve sürdürülebilir rekabet gücü gibi temel unsurları merkeze alan bütüncül bir politika çerçevesi sunmaktadır.
Öte yandan, Draghi Raporu’nda dijital kamu altyapılarının Avrupa’nın rekabetçiliği açısından kritik rolüne vurgu yapılmaktadır. Bu vurgu, AB’nin dijital geleceği şekillendirme çabalarının yalnızca hukuki değil, yapısal ve ekonomik boyutlar içerdiğini de göstermektedir.
Arka Plan
Avrupa Birliği, yapay zekâ teknolojilerinin son yıllarda hızla ilerlemesine karşılık olarak, yalnızca ekonomik kazanımlara odaklanmamış; aynı zamanda bu teknolojilerin beraberinde getirdiği etik, sosyal ve yönetişimle ilgili riskleri de dikkate alan çok katmanlı bir politika yaklaşımı benimsemiştir.
Dijital dönüşüm süreci, toplumda giderek artan veri güvenliği, adalet, şeffaflık ve hesap verebilirlik taleplerine yanıt verebilecek kapsayıcı bir yönetişim modelinin geliştirilmesini zorunlu kılmıştır. 2020’de yayımlanan “Avrupa için Dijital Strateji” ile “Güvenilir Yapay Zekâ İçin Beyaz Kitap”, yeniliği teşvik ederken temel hakları koruyan bir düzenleme yaklaşımının ilk çerçevesini çizmiş ve AB’nin değer odaklı dijital yönetişimi için yol haritası sunmuştur.
Avrupa Parlamentosu ise, bu düzenleme sürecinde yalnızca teknik standartların değil, insan onuru, çevresel sorumluluk ve etik tasarım ilkeleri gibi değer odaklı ilkelerin de önceliklendirilmesini savunmuştur. Parlamento, yapay zekâ uygulamalarında şeffaflık, izlenebilirlik, insan denetimi ve ayrımcılığın önlenmesi gibi ilkeleri ön plana çıkarmış; ayrıca, farklı teknoloji türlerine uyarlanabilir, ilke bazlı bir tanımın yasal çerçeveye dâhil edilmesini desteklemiştir. Bu yaklaşım, yapay zekâ sistemlerinin yalnızca teknik güvenliğini değil, aynı zamanda kamu yararına katkı sağlayacak biçimde tasarlanmasını da öncelikli hale getirmektedir. Çünkü yapay zekâ, sağlık sistemlerinin etkinliğinden çevresel sürdürülebilirliğe, ulaşım güvenliğinden enerji tasarrufuna kadar çeşitli alanlarda doğrudan katkı sağlayabilecek bir potansiyele sahiptir.
Bu düzenleme, Avrupa’nın dijitalleşme sürecine yalnızca teknik bir çerçeve sunmakla kalmayıp, aynı zamanda Birliğin kendi değerlerini ve stratejik özerkliğini dijital alana yansıtma iradesini hukuken güvence altına almıştır.
AI Act’in Kapsamı, Uygulama Alanı ve Risk Temelli Yapısı
Uygulama
Avrupa Parlamentosu, yapay zekâ düzenlemesini izlemek ve dijital sektörün gelişimini desteklemek amacıyla bir Çalışma Grubu kurmuştur. Söz konusu Grup, Avrupa Birliği Yapay Zekâ Ofisi ile eşgüdüm içinde çalışmalarını sürdürmektedir. Yapay Zekâ Yasası’nın kapsamı yalnızca bu teknolojileri geliştiren aktörlerle sınırlı değildir; aynı zamanda sistemlerin piyasaya sürülmesi veya mesleki kullanımına dâhil olan tüm tarafları da kapsamaktadır. Geliştiriciler, ithalatçılar, dağıtıcılar ve profesyonel kullanıcılar açıkça tanımlanmış yükümlülüklerle düzenleme kapsamına alınmıştır.
Yasa, Avrupa Birliği sınırları dışındaki şirketlerin de ürün veya hizmetlerini AB pazarına sunmaları durumunda aynı kurallara uymalarını zorunlu kılmaktadır. AI Act bu yönüyle yalnızca iç pazara hitap eden bir düzenleme olmaktan çıkarak; tıpkı Genel Veri Koruma Yönetmeliği (General Data Protection Regulation – GDPR ) gibi, sınır ötesi etkisi olan normatif bir çerçeve sunmakta ve Avrupa’nın regülasyon yoluyla küresel etki yaratma stratejisini somutlaştırmaktadır. Ayrıca, savunma sanayi gibi belirli alanlar düzenleme dışında tutulmuş; deneysel amaçlarla geliştirilen sistemler için ise sınırlı istisnalar öngörülmüştür. Ancak bu tür sistemlerin ticarileştirilmesi halinde, düzenlemeye tam uyum yükümlülüğü doğmaktadır.
Risk Kategorileri
Yapay Zekâ Yasası, sistemlerin bireyler ve toplum üzerindeki potansiyel etkilerine göre farklılaştırılmış bir düzenleme mantığı izlemekte; her risk düzeyine uygun müdahale ve denetim mekanizmaları öngörmektedir.
Kaynak: European Commission. A Risk-Based Approach. Retrieved from https://digital-strategy.ec.europa.eu/en/policies/regulatory-framework-ai
Kabul Edilemez Risk Düzeyindeki Sistemler
AB mevzuatına göre, belirli yapay zekâ sistemleri, bireylerin temel haklarını ciddi biçimde ihlal etme potansiyelleri nedeniyle tamamen yasaklanmıştır. Özellikle, bireylerin davranışlarını veya düşünce yapılarını bilinç dışı şekilde yönlendiren sistemler — örneğin çocukları tehlikeli eylemlere teşvik eden oyuncaklar gibi — bu kapsamdadır. Ayrıca, kişileri sosyal davranışları ya da ekonomik konumları gibi özelliklerine göre puanlayan sistemler (sosyal skorlama) ile kamusal alanlarda bireylerin gerçek zamanlı yüz tanıma yoluyla izlenmesini mümkün kılan uygulamalar da yasaklı kategoride yer alır. Kolluk kuvvetleri için belirli istisnalar tanınsa da, bu istisnaların uygulanması ciddi koşullara ve yargı denetimine bağlıdır.
Yüksek Riskli Uygulamalar
Toplumda kamu güvenliği, temel haklar ve bireysel özgürlükler üzerinde doğrudan etkisi olan yapay zekâ sistemleri, yüksek risk kategorisinde değerlendirilir. Bu sistemler, yalnızca sağlık ya da ulaşım gibi teknik sektörlerde değil; aynı zamanda eğitim, işe alım, sosyal yardımlara erişim, yargı ve sınır kontrolü gibi kamusal etki alanlarında da kullanılmaktadır. Ciddi risk taşıyan yapay zekâ uygulamaları, pazara sunulmadan önce kapsamlı uygunluk testlerine tabi tutulur; ayrıca bu sistemlerin kullanımı süresince düzenli izleme ve kontrol mekanizmaları işletilir. Ayrıca, kullanıcıların bu sistemlere ilişkin ulusal otoritelere resmi şikâyette bulunma hakkı vardır.
Sınırlı Risk Taşıyan Sistemler
Yapay zekâ sistemlerinin bir kısmı doğrudan fiziksel ya da yasal tehdit oluşturmasa da, bilgi manipülasyonu ve kullanıcıyı yanıltma riski taşımaktadır. Bu tür uygulamalarda, örneğin sohbet robotları ya da içerik üretici araçlarda, kullanıcıların yapay zekâ ile karşı karşıya olduklarını anlamaları yasal bir gereklilik hâline gelmiştir. Bu bağlamda, şeffaflık ve kullanıcı bilgilendirme yükümlülüğü, sınırlı risk taşıyan sistemler için zorunlu hale getirilmiştir.
Asgari Riskli Sistemler
Bazı yapay zekâ uygulamaları, eğlence ya da otomatik mesaj filtreleme gibi alanlarda kullanılmakta ve neredeyse hiçbir ciddi risk taşımamaktadır. Bu sistemler doğrudan yasal denetime girmez, ancak etik uyumun artırılması amacıyla rehber ilkeler ve gönüllülük esasına dayalı iyi uygulama örnekleri önerilmektedir.
AI Act’in Uygulama Takvimi ve Aşamalı Uyum Süreci
Avrupa Birliği, yapay zekâ alanında dünyada bir ilk olan kapsamlı düzenleyici çerçeveyi, Avrupa Parlamentosu tarafından 13 Mart 2024’te kabul etmiş; 21 Mayıs’ta Konsey onayıyla birlikte nihai hâlini almıştır. Yapay Zekâ Yasası (AI Act), yürürlüğe girmesinden itibaren 24 ay sonra tamamen uygulanabilir hale gelecek olsa da, bazı hükümler daha erken yürürlüğe girecektir.
Özellikle kabul edilemez risk kategorisine giren yapay zekâ sistemlerine yönelik yasaklayıcı hükümler, 2 Şubat 2025 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. Yasa kapsamındaki uygulama kuralları, genel yürürlüğe giriş tarihinden dokuz ay sonra yürürlüğe girecektir. Şeffaflık yükümlülüklerini yerine getirmesi gereken genel amaçlı yapay zekâ sistemlerine ilişkin hükümler ise, düzenlemenin yürürlüğe girmesinden 12 ay sonra geçerli olacaktır.
Yüksek risk kategorisindeki sistemler içinse, yükümlülüklerin yürürlüğe girmesi 36 aylık bir süre sonunda gerçekleşeceğinden, bu sistemlerin uyum süreci daha uzun bir takvime yayılacaktır.
İhlal Durumlarında AI Act Kapsamında Uygulanan Cezai Hükümler
AI Act, üye devletlerin, yapay zekâ sistemlerine ilişkin kurallara uyulmaması hâlinde etkili, orantılı ve caydırıcı nitelikte yaptırımlar öngörmesini zorunlu kılmaktadır. Düzenlemede, uygulanacak para cezalarına ilişkin bazı üst sınırlar açık şekilde belirlenmiştir.
Yasaklı uygulamalara başvurma veya veri yönetimiyle ilgili kurallara uyulmaması durumunda, ceza tutarı şirketin bir önceki mali yıldaki küresel cirosunun %7’sine veya 35 milyon avroya kadar çıkabilmektedir (hangisi yüksekse o esas alınır). Diğer düzenleyici yükümlülüklerin ihlali hâlinde, bu oran %3 veya 15 milyon avro olarak belirlenmiştir. Ayrıca, talep edilen bilgilere eksik, yanıltıcı ya da yanlış yanıt verilmesi durumunda 7,5 milyon avro veya cironun %1,5’i oranında ceza uygulanabilir.
Küçük ve orta ölçekli işletmeler için bu eşik değerler, her kategori için iki seçenekten düşük olanı esas alacak şekilde daha sınırlı tutulmuştur. Komisyon tarafından tanımlanan yükümlülükleri yerine getirmeyen genel amaçlı yapay zekâ geliştiricileri, orantılı idari yaptırımlarla karşı karşıya kalabilir. AB kurumları, ajansları ve organları da bu düzenlemeye tabidir. Bu kapsamda, Avrupa Veri Koruma Denetçisi, kurallara uyulmaması durumunda ilgili kuruluşlara para cezası verme yetkisine sahiptir.
Sonuç ve Değerlendirme
AI Act, Avrupa’nın dijitalleşme sürecini teknik olduğu kadar etik ve stratejik değerlerle şekillendirmeye yönelik kapsamlı bir yönetişim vizyonudur. Yasa, risk düzeyine göre farklılaştırılmış düzenleme yapısıyla, güvenlik ve etik ilkeleri ön planda tutarken; inovasyonun sürdürülebilir biçimde teşvik edilmesini hedeflemektedir.
AI Act’in benimsediği bu yaklaşım, Avrupa’yı yalnızca teknolojik bir düzenleyici olarak değil, aynı zamanda dijital alanda norm koyan ve değer üreten küresel bir aktör konumuna taşımayı amaçlamaktadır. İnsan onuru, hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkeleri doğrultusunda şekillenen yasa, yapay zekâ uygulamalarının toplumsal etkilerini önceden öngörmeyi ve bu etkilere karşı kamusal refleks geliştirmeyi hedefleyen stratejik bir çerçeve sunmaktadır.
Bununla birlikte, düzenlemenin başarısı yalnızca hukuki metnin niteliğine değil; uygulama sürecinde gösterilecek yönetişim kapasitesine bağlı olacaktır. Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin düzenlemeye uyum süreci, ulusal otoritelerin rehberlik düzeyi ve genel amaçlı yapay zekâ modellerine ilişkin denetim pratikleri, bu çerçevenin işlevselliğini doğrudan etkileyecektir. Ayrıca, düzenlemenin sınır ötesi etkisi göz önüne alındığında, Avrupa ile ekonomik ve teknolojik etkileşim içinde olan Türk şirketlerinin de bu yeni çerçeveyi dikkate alarak uyum stratejilerini güncellemeleri kaçınılmaz görünmektedir.
Sonuç olarak AI Act, yalnızca Avrupa’nın dijital stratejisini yasal zemine oturtan bir belge değil; aynı zamanda etik değerleri merkeze alan, katılımcı ve sürdürülebilir bir dijital düzenin inşasını amaçlayan uzun vadeli bir vizyon belgesidir. Etkili ve kapsayıcı bir uygulama süreciyle birleştiğinde, bu yasa sadece Avrupa kıtası için değil, küresel düzeyde yapay zekâ yönetişiminin çerçevesini belirleyen referans metinlerden biri hâline gelebilecektir.
BYD’nin Manisa Yatırımı, İzmir’in Yapay Zeka Yol Haritasına Girdi
ESİAD Yönetim Kurulu Başkanı Sibel Zorlu:
“Manisa’da kurulacak otomobil üretim tesisi, yapay zeka yapılanmamız için çok önemli, bu konuda üniversiteler ve yatırım fonlarıyla ortak çalışmalara başlanması gerekiyor.”
“İzmir, sağlıkta yapay zeka uygulamaları ve sağlık turizmiyle yüksek katma değer yaratabilecek güçlü bir merkez haline gelebilir.”
İZMİR – Ege Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (ESİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Sibel Zorlu, Ege ekonomisini yapay zeka dönüşümüne hazırlamak üzere çalışmalara hız verdiklerini, belirlenen yol haritasında sağlık turizmi, lojistik ve sürdürülebilir mobilite teknolojilerine odaklanan çalışmaların ön plana çıktığını ifade etti.
Zorlu, yapay zekanın sadece bir teknoloji değil hayatın tüm alanlarını etkileyecek bir dönüşüm olduğunu, bu değişime yönelik farkındalık oluşturmak ve hazırlıkları hızlandırmak üzere iş dünyası örgütleri olarak yoğun çaba gösterdiklerini bildirdi.
Dünya genelinde şirketlerin yapay zeka teknolojilerine çok ciddi yatırımlarının bulunduğunu, bu alana yatırım yapan şirketlerin rekabet güçlerini hızlı şekilde artırdığını ve rakipleriyle arayı açtığını gördüklerini dile getiren Zorlu, Ege Genç İş İnsanları Derneği ile birlikte bu yıl “Dönüştüren Güç” temasıyla düzenledikleri Yapay Zeka Zirvesi’nde konunun paydaşlarıyla bir yol haritasının tartışıldığını aktardı.
Zirvede yapay zeka dönüşümüne ilişkin son gelişmeler ve gelecek tahminleriyle ilgili kapsamlı değerlendirmeler yapıldığını, bu alandaki yatırımlarıyla dünya çapında ses getiren İzmirli firmaların hikayelerine tanıklık ettiklerini aktaran Zorlu, İzmir’i yapay zeka dönüşümünde öncü kent haline getirme hedefinin tüm katılımcılarca kabul gördüğünü dile getirdi.
Yapay zekanın işgücü piyasasında önemli değişimler getireceğini, bu dönüşüme kent olarak hazırlanmak üzere start-up’lar, KOBİ’ler, OSB’ler ve üniversitelerin dahil olacağı bir yapay zeka ağı kurulmasını gündeme aldıklarını dile getiren Zorlu, İzmir’de atılması gereken adımların da ortaya konduğuna işaret etti.
Zorlu, şunları kaydetti:
“Yapay zeka dönüşümü konusunda hükümetin attığı belli adımlar var. Bizim İzmir olarak da bir stratejimizin olması, ihtisas bölgesi olmamız lazım. Mesela İzmir, sağlıkta yapay zeka konusunu önceliklendirip hastanelerin kümelendiği bir alan üzerinde ilerleyebilir. Özellikle kentteki güçlü hastane altyapısı ve akademik bilgi birikimi, yapay zeka destekli tanı, tedavi ve hasta takip sistemlerinin geliştirilmesi için önemli bir avantaj sağlıyor. Ayrıca sağlık turizmi açısından da yüksek katma değer yaratabilecek uygulamalarla uluslararası hastaların İzmir’i tercih etmesini sağlayabiliriz. İzmir’in temel başlıkları arasında Manisa’da kurulacak elektrikli otomobil fabrikası da olmalı. Çinli BYD firması tarafından yıllık 150 bin araç kapasiteli elektrikli ve şarj edilebilir hibrit otomobil üretim tesisi ile sürdürülebilir mobilite teknolojilerine yönelik bir AR-GE merkezi kurma çalışmaları sürüyor. Sürdürülebilir mobiliteyle ilgili burada önemli bir talep oluşacak. Pil teknolojileri, mobilite sistemleri, elektrikli araçlar, otonom sistemler gibi alanlarda yapay zeka teknolojilerine odaklanmalıyız. Bu tesisin ve AR-GE merkezinin ihtiyaçlarının bu bölgeden karşılanması önemli bir hedef olacak. Manisa’da kurulacak otomobil üretim tesisi, yapay zeka yapılanmamız için çok önemli, bu konuda üniversiteler ve yatırım fonlarıyla ortak çalışmalara başlanması gerekiyor.”
Limanlar İçin Otonom Sistemler
İzmir’in yapay zeka dönüşümünde lojistik sektöründeki gücü ve kabiliyetlerinin de etkili olacağını ifade eden Zorlu, girişimcilerin limanlarda uygulamaya geçirilebilecek insansız sistemlere ağılık vermesi gerektiğini, bu teknolojilerin yine İzmir limanlarında kullanılmasının en önemli hedef noktaları arasında yer aldığını kaydetti.
Öte yandan yenilenebilir enerji noktasında da dağıtım sistemlerine yönelik otonom yapıları oluşturmak üzere rol alınabileceğini bildiren Zorlu, “Tarımda yapay zeka dönüşümü adına başarılı girişimlerimiz var. Tarımda su kullanımını düşürme, verimliliği artırma adına da öncü teknolojiler geliştiren bir merkez olabiliriz.” ifadelerini kullandı.
Bu başlıkları önceleyen bakış açısıyla kurulacak altyapının, yapay zeka teknolojilerine finansal destek veren yatırım fonlarını da bölgeye çekebileceğini dile getiren Zorlu, bu adımların İzmir’in verdiği beyin göçünün de önüne geçeceğine işaret etti.
Kentteki üniversitelerde Yapay Zeka Mühendisliği bölümlerinin açılmaya başladığını, startup tarafında da hevesli bir kitlenin bulunduğunu sözlerine ekleyen Zorlu, yatırımcı firmalar ve OSB’lerin desteğiyle bu alanda bir başarı hikayesi yazmak istediklerini sözlerine ekledi.
Ege Genç İş İnsanları Derneği ve Ege Sanayicileri İş İnsanları Derneği iş birliğinde bu yıl “Dönüştüren Güç” temasıyla düzenlenen Yapay Zeka Zirvesi’nde farklı sektörlerden 8 firma ile 6 start-up girişimcinin dönüşüm uygulamaları ele alındı. Global Teknoloji Lideri Ayşegül İldeniz, Türkiye Yapay Zeka Platformu Eş Başkanı Prof. Dr. Altan Çakır. Next Akademi Kurucusu Levent Erden’in ana konuşmacı olduğu zirvede, İzmir’in yapay zeka vizyonuna ilişkin değerlendirmeler yapıldı.
MÜZAKERE TEKNİKLERİ VE PAZARLIK BECERİLERİ MAKALELERİ “Taktikler bazen pazarlık sürecinin başı, bazen ortası bazen de sonunda etkilidir.”
Sürdürülebilirlik kelime itibariyle, sürdürülebilir olma (TDK) biçiminde açıklanmaktadır. Yapay zekanın kavrama yaklaşımına göre, doğal kaynakların, çevrenin ve ekosistemlerin gelecek nesilleri tehlikeye atmadan, bugünkü ihtiyaçları karşılayacak şekilde kullanımıdır. (ChatGPT) Yapay ya da yapay olmayan zekaların bileşkesinde, sürdürülebilirliğin bugün ile gelecek arasında bir köprü kurma durumundan söz edilebilir. Ki bu köprünün çevresel, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik olmak üzere üç sac ayağı bulunduğunu eklemekte yarar var. Mevcut metinde temel vurgu ise, çevresel sürdürülebilirlik ile ilişkilendirilmektedir.
Sürdürülebilirliğin çevreseli, doğanın tüm kaynaklarına saygı ve ölçülü bir kullanım içerdiğinden bireylere kadar indirgenebilmektedir. Musluğu nasıl kullandığımızdan, hangi ampulü tercih ettiğimize değin gündelik hayatta karşılık bulan yüzlerce fikir ve uygulamadan söz edilebilir. Bu kapsamda, geri dönüşüm ise önemiyle dikkat çeken bir yapıdadır. Yeni bir kaynakla geleceğe soru işareti bırakmaktansa; mevcudu yeniden ve yeniden ve hatta yeniden kullanmak çok daha anlamlıdır. Bu nokta itibariyle, sürdürülebilirlik çabası da bireyden kurumlara doğru genişlemekte ve topyekun bir “ortak akla” evrilmektedir. Aslında öyle olmasını istiyor, diliyor ve bekliyoruz!… Peki bireyler ile kurumlar “ortak akılda” mı?
Plastiği, kağıdı ve organik atıkları ayrı çöp kutularına atmak, bireyin sürdürülebilirliğe verdiği önem ise; kurumların rolü ne olmalıdır? Tek tip, her şeyin bir arada toplandığı geleneksel çöp kamyonları mı? Aylık su tüketimine dikkat eden bir hanede, birey üzerine düşeni yaparken; ortalamanın altında su tüketeni ödüllendiren bir kuruma rast geldiniz mi? Eski giysilerinizi geri dönüşüm için teslim ettiğinizde, yeni ve geri dönüştürülmüş giysiler için indirimler kazandınız mı? İşe giderken kendi aracınızı değil de; toplu taşımayı tercih ettiğinizde yüzde şu kadarlık bir avantaj elde ettiniz mi? Doğa dostu (!) elektrikli bir araçla yol alabilmeniz için, fosil yakıt tüketen bir başka araçtan daha iyi bir teklif aldınız mı? Çok fazla “-mış” gibilerle mi yüzleştiniz yoksa?
Soru sayısını arttırmak mümkün olsa da; cevapların önemli bir kısmının devletin ve özel sektörün kurumlarına ait olduğunu biliyoruz. İlgili tüm kurumların değil, çünkü sürdürülebilirlik ile “ilgisiz” bir kurum olamayacağından; birey ve kurumların akıllarını ortaklaştırmaya ihtiyacımız var. Kavramın öğrenilmesi ve topluma yayılması bir basamaksa, uygulanması çok daha önemli bir basamaktır. Bu bağlamda, hepimizin temel bilgi kaynağına dönüşen internetin söylediklerine kulak kabartılabilir.
Sürdürülebilirliğin dijital ayak izlerine göz atıldığında, birey ile kurumlar arasında olduğu gibi, sanal ve gerçek dünya arasındakine benzer bir ayrışmadan söz edilebilir. Google Trends’in 2025 Haziran dönemi bulgularına göre, sürdürülebilirlik 2010 öncesi ülkemizin internet gündeminde nokta kadar yer işgal edemiyorken; 2010 sonrası inanılmaz bir artış hızı yakalamıştır. (https://trends.google.com/trends/explore?date=all&geo=TR&q=s%C3%BCrd%C3%BCr%C3%BClebilirlik&hl=tr)
Benzer bir trend, ülkemizde üretilen tüm lisansüstü tezlerin (yüksek lisans/doktora/sanatta yeterlilik) yer aldığı “Ulusal Tez Merkezi”nde de gözlemlenebilmektedir. Buna göre, sürdürülebilirlik ilk olarak 1994 yılında bir yüksek lisans tezinde kavram olarak incelenmiş; 2010’a kadar ise toplamda 55 adet tezde kullanılmıştır (https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp ). 2010’dan günümüze, yani 15 yıla yakın bir sürede, üretilen tez sayısı 1270’e ulaşmıştır. Bu durum, yalnızca üniversite sayısının artışı ile açıklanamayacak kadar büyük bir sıçrama olarak düşünülebilir. Çünkü akademik tezler, sürdürülebilirliği tek bir bilim dalına indirgememiş (pazarlama, finans, eğitim bilimleri vs…) çok farklı bilim dallarında ele almıştır. Ayrıca lojistikten sağlığa, finanstan tekstile kadar birçok sektörde de, kavram araştırılmıştır.
Peki, birey ile kurum (devlet/özel) arasındaki yapıyla sözü edilen dijital ayak izleri arasında bir korelasyondan söz edilebilir mi? Elbette kurumların da verilerine erişim imkanı olsaydı, cevabımız evet olabilirdi. Ancak burada amaç, birey ve kurumlar arasındaki durumu net bir şekilde ortaya koymak değil; sürdürülebilirliğe bakışa dair ipuçları sunmaktır.
Dijital ayak izleri sürdürülebilirliğin birey temelli karşılığının, hem akademik çalışmalar hem de arama sayıları özelinde bulunduğuna işaret etmektedir. Yani bireyler geleceğin bugünden inşasında sürdürülebilirliği hem sanal hem de gerçek dünyalarda önemli görme eğilimindedirler. Ancak bireylerin çabaları, kurumların gayretleriyle bir araya gelmedikçe “ortak akıl” ile “ortak çaba” harmanlanmadıkça, “-mış gibi”ler ortadan kaldırılmadıkça, sürdürülebilirlik popüler bir kavramsallaştırmanın ötesine geçemeyecektir. Kaynakların sınırlı, isteklerin sınırsızlığında sürdürülebilirlik, rasyonel çözümler kadar duygusal geribildirimlere de gereksinim duyacaktır.
Öz olarak ifade etmek gerekirse, yarını bugünden çok düşünen / hayal eden kurumlara dünden çok daha fazla ihtiyacımız bulunmaktadır. “Çevreye saygı” şirket anayasalarında yazılı olması gerektiği için değil; tüm kurumun birlikte çabasının samimi bir karşılığı olmalıdır. Karlılık veya hedef tutturma gibi kısa dönemli kaygılardan çok, gerekirse “savaşı kazanmak için cephelerde kaybetmeyi göze alabilmek” yani bugün her zamankinden az kazanmaya razı olabilmektir. Maliyetleri düşürecek başka kalemlere odaklanabilmektir.
“İşletmelerin temel amacı kar elde etmektir” tarihi yanılgısından “işletmelerin temel amacı hayatta kalmaktır” vizyonuna sahip çıkabilmektir. Sürdürülebilirliğin bir moda değil; hayatta kalmanın ön koşulu olduğunu kabullenmektir. Bu yüzden, sürdürülebilir olmak ya da olmamak değil; sürdürülebilirliği bir kurum olarak ne kadar içselleştirdiğimiz asıl başarı kriterimizdir.
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hizmet Alımı İhalesinde Yeterlilik Kriteri Olarak Belirlenmeyen Cihazlara Ait Teknik Özellikleri?
Mehmet ATASEVER
İtirazen Şikayet Konusu; Başvuru sahibinin dilekçesinde özetle; İhalede yeterlilik kriteri olarak belirlenmeyen cihazlara ait teknik özelliklerden 1 sıra nolu; Kombine Elektroterapi Cihazı, 2 Sıra Nolu: Ultrason Cihazı, 3 Sıra Nolu: Servikal ve Lomber Traksiyon Cihazı, 5 Sıra Nolu: Portatif Elektrostimülatör Cihazı ve 8 Sıra Nolu: Eswt- Ekstracorporeal Shockwave Therapy cihazlarının Teknik Şartname’de istenen özelliklerinin bazı maddelerini karşılamadığı gerekçesi ile tekliflerinin değerlendirme dışı bırakıldığı, yeterlik kriteri olarak belirlenmemiş olan cihaz özelliklerinin karşılanmadığı gerekçesinin mevzuata aykırı olduğu, tekliflerinin değerlendirmeye alınması gerektiği iddialarına yer verilmiştir.
Güncel Kamu İhale Kurulu Kararına Göre;
Yapılan inceleme ve tespitler neticesinde; Yukarıda yer verilen mevzuat hüküm ve düzenlemelerinden ihale dokümanında belirtilen katılım belgeleri ve yeterlik kriterlerine ilişkin değerlendirmenin, istekliler tarafından beyan edilen bilgi ve belgelerden; EKAP veya diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden sorgulanarak temin veya teyit edilebilenler için, sorgulama sonucunda elde edilen bilgiler; belirtilen yöntemle temin veya teyit edilemeyenler için ise yeterlik bilgileri tablosunda beyan edilen bilgiler esas alınarak yapılacağı, söz konusu değerlendirme sonucunda ihalede öngörülen şartları taşımadığı anlaşılan tekliflerin ise değerlendirme dışı bırakılacağı,
Ayrıca ihale komisyonu tarafından yapılacak yeterlik değerlendirmesinin, ihale dokümanında nitelikleri belirtilmiş olan yeterlik belgeleri üzerinden yapılacağı, ihale dokümanı içerisinde yeterlik belgesi olarak belirlenmemiş bir belge esas alınarak teklif değerlendirilmesi işleminin gerçekleştirilemeyeceği, yeterlik değerlendirmesi için istenecek belgelerin ve yeterlik değerlendirmesinde aranılacak kriterlerin ihale ilanı ile idari şartnamede belirtilmesinin zorunlu olduğu, anılan Şartname’nin 7’nci maddesinde belirtilen belgeler dışındaki belgelerin tekliflerin değerlendirilmesinde yeterlik kriteri olarak dikkate alınamayacağı anlaşılmıştır.
İdari Şartname’nin 7.5.4’üncü maddesinde yer alan düzenlemeden ihalede “UTS Kaydı” ile “Kapsam Dışı” belgelerinin yeterlik kriteri olarak belirlendiği ve yeterlik bilgileri tablosunda beyan edilmesi/yüklenilmesi gerektiği, Şartname’nin 7.5.5’inci maddesinde anılan Şartname’nin 7’nci maddesi dışında ihale dokümanında sayılan diğer belgeler ya da düzenlenen diğer yeterlik kriterlerinin tekliflerin değerlendirilmesinde dikkate alınmayacağının düzenlendiği, Teknik Şartname’de yer verilen özelliklerin yeterlik kriteri olarak dikkate alınabileceğine yönelik herhangi bir yeterlik kriterinin belirlenmediği tespit edilmiştir.
07.05.2025 onay tarihli ihale komisyonu kararı ile ihalenin ………. Sağlık Med. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti. üzerinde bırakıldığı, başvuru sahibi ………… Fizik Tedavi Reh. Gör. ve Sağ. Hiz. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti.nin teklifinin “… sunmuş olduğu evraklar incelendiğinde; Teknik Şartnamede yüklenicinin temin edeceği cihazlardan 1 sıra nolu cihazın 2, 6, 7,8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 20, 21, 22, 24, 25, 28,3 1, 32, 33, 35, 36, 37, 38 ,39, 46, 47 ve 49. maddelerine; 2 sıra nolu cihazın 2, 8, 9, 10, 11, 12,13, 14, 15, 16, 18, 19, 22, 23, 24, 25, 26, 27 ve 28. maddelerine; 3 sıra nolu cihazın 4, 6, 8, 10,11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 19 ve 20. maddelerine; 5 sıra nolu cihazın 4, 5, 6, 7, 8, 9, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 19, 20, 21 ve 22. maddelerine;
8 sıra nolu cihazın 3, 5, 6, 7, 8, 10,11, 12, 13, 14, 15, 16, 18, 21, 23, 25, 26, 28, 29, 30, 32 maddelerine göre uygun bulunmadığı…” gerekçeleriyle değerlendirme dışı bırakıldığı, idarece gönderilen ihale işlem dosyasında gerekçelere ilişkin teknik değerlendirme raporuna yer verildiği anlaşılmıştır.
İhale komisyonu tarafından yapılacak yeterlik değerlendirmesinin, ihale dokümanında nitelikleri belirtilmiş olan yeterlik belgeleri üzerinden yapılacağı, ihale dokümanı içerisinde yeterlik belgesi olarak belirlenmemiş belgeler esas alınarak teklif değerlendirilmesi işleminin gerçekleştirilemeyeceği, yeterlik değerlendirmesi için istenecek belgelerin ve yeterlik değerlendirmesinde aranılacak kriterlerin ihale ilanı ile idari şartnamede belirtilmesinin zorunlu olduğu, İdari Şartname’nin 7.5.5’inci maddesine göre İdari Şartname’nin 7’nci maddesinde belirtilen belgeler dışındaki belgelerin tekliflerin değerlendirilmesinde yeterlik kriteri olarak dikkate alınamayacağı, başvuru sahibinin teklifinin değerlendirme dışı bırakılmasına gerekçe gösterilen Teknik Şartname maddelerine yönelik değerlendirmenin sözleşmenin yürütülmesi aşamasında yapılması gerektiği, ihale kapsamında yeterlik kriteri olarak belirlenmeyen belgeler/kriterler üzerinden değerlendirmede bulunulmasının yukarıda aktarılan mevzuat hükümleri ve ihale dokümanı düzenlemelerine aykırılık oluşturduğu anlaşıldığından başvuru sahibinin iddiasının yerinde olduğu sonucuna varılmıştır.
ERP Yetmez: Dijital Katmanla Uçtan Uca Entegrasyon Krizini Aşmak!
Olgar ATASEVEN
Son 8 yıldır ERP alanının içindeyim. Müşterilerde farklı sistemleri görüyorum. Dijitalleşmek isteyen şirketler için bir çözüm olduğu gibi çok ciddi bir baş ağrısı da olabiliyor. Ama yine de net olarak söylemem gerekirse doğru uygulandığında yıllardır şirketlerin bel kemiği olarak çok ciddi verimlilik sağlıyor. Dünyada gelişmiş ülkelere baktığımızda büyük şirketlerin neredeyse %76’inin ERP kullandığını görüyoruz. KOBİ’lerde ise kullanım oranları daha düşük ama yine de şirketlerin karar verme süreçlerini %36 hızlandırdıkları bir gerçek. Ancak ERP sistemleri, uçtan uca entegrasyonda genellikle yetersiz kalıyor. Peki neden? Bu makalede buna bakacağım.
ERP (Kurumsal Kaynak Planlama) sistemleri, başlangıçta işletmelerin muhasebe, envanter, satın alma gibi temel süreçlerini dijitalleştirmek ve merkezi bir veri sistemi altında yönetmek amacıyla geliştirildi. Ancak zamanla şirketler büyüdü, globalleşti, dijitalleşti ve operasyonlar sadece ERP ile sınırlı kalmadı. CRM sistemleri, üretim otomasyonları, depo yönetimi (WMS), e-ticaret platformları, IoT cihazları, dijital pazarlama yazılımları, yapay zeka destekli tahminleme araçları, hatta mobil uygulamalar ERP’nin yanına ve çoğu zaman da önüne geçti. ERP’nin doğal sınırları da burada görünür hale geldi.
Dağıtık Uygulama Senaryolarında Esnekliğin Sınırı
Özellikle çok şubeli, çok lokasyonlu veya çok markalı yapılarda ERP sistemleri uygulamaların koordinasyonunu sağlamakta zorlanıyor. Bunun nedeni ERP sistemlerinin çoğunlukla “monolitik” yapıda tasarlanmış olması. Yani, bir ERP sistemi genellikle tekil bir merkezden yönetilir, katı veri kurallarına sahiptir ve dış sistemlerle entegre olmak için ciddi geliştirmeler ister.
Örneğin, bir global üretici firmanın üretim süreçleri SAP üzerinde yürürken; satışlar Salesforce üzerinde, e-ticaret Magento ile ve lojistik Oracle Transportation Management ile yürütülüyor. Bu sistemlerin birbiriyle “konuşması” ERP’nin yetki alanı dışında kalıyor. Bu durumda veri ya manuel aktarılıyor ya da birbiriyle senkron olmayan, gecikmeli sistemler oluşturuluyor.
McKinsey raporlarına göre, dijital dönüşümde başarısız olan şirketlerin %67’si, ERP entegrasyonlarının yetersizliğini temel neden olarak gösteriyor. Dağıtık sistemlerde, ERP projelerinin ortalama %30 daha uzun sürdüğü ve %45 oranında bütçeyi aştığı görülüyor.
Veri Tutarsızlığı ve Doğruluğun Erişilmezliği
ERP sistemlerinin temel vaadi: “tek kaynaktan doğrulanabilir bilgi sunmak.” Ancak günümüzde şirketin birden fazla sisteminde aynı müşteri, aynı ürün veya aynı sipariş farklı biçimlerde temsil edilebiliyor. Örneğin, CRM’de “Ali Yılmaz” olarak kayıtlı müşteri, ERP’de “A.YILMAZ”, kargo sisteminde ise “Yılmaz A.” şeklinde yer alabiliyor.
Bu tutarsızlıklar yalnızca müşteri deneyimini değil, raporlama doğruluğunu, yasal yükümlülükleri ve hatta tahsilat süreçlerini olumsuz etkiliyor. Gartner’ın 2024 araştırmasına göre, “veri tutarsızlığı” kurumların %82’sinde stratejik kararların gecikmesine ve %55’inde mali kayba neden oluyor.
Modern ERP sistemleri bu sorunu çözmeye çalışsa da; gerçek çözüm, tüm veri kaynaklarının normalize edildiği ve ortak veri modellerinin kullanıldığı bir “entegrasyon katmanı” oluşturmaktan geçiyor. Ancak bu da ERP’nin çekirdek kabiliyetlerinin dışında bir yetkinlik gerektiriyor.
Özelleştirme Maliyetleri ve Esneklik Sınırı
ERP sistemlerinin modüler yapısı bir avantaj gibi görünse de, her sektöre ya da şirkete özel süreçler geliştirildiğinde “özelleştirme” kaçınılmaz oluyor. Ancak özelleştirme demek, yüksek maliyet, daha uzun kurulum süresi ve güncellemelerde uyumsuzluk riski demek.
SAP kullanıcılarının %64’ü kurulum sonrası 2 yıl içinde ciddi özelleştirme ihtiyacı hissettiklerini belirtiyor. Oracle ERP müşterilerinin %48’i ise bir sonraki versiyon geçişinde mevcut geliştirmelerin çalışmaz hale geldiğini söylüyor. Bu da şirketleri teknolojik olarak eski sistemlere mahkûm hale getiriyor.
Güvenlik ve Sürdürülebilir Entegrasyon Riski
ERP sistemi ile dış sistemlerin bağlandığı her yeni API, yeni bir güvenlik açığı riski taşır. Özellikle legacy sistemlerle entegrasyon söz konusuysa, bu risk katlanarak artar. Ayrıca dış sistemlere açılan noktaların sürdürülebilirliği, hem BT ekiplerine hem de dış entegrasyon sağlayıcılarına bağımlı hale gelir.
IBM’in 2024 Küresel Siber Güvenlik Raporu’na göre, ERP sistemleri ile dış uygulamalar arasında zayıf yapılandırılmış bağlantılar, veri sızıntılarının %27’sinin kaynağını oluşturuyor. Oysa doğru yapılandırılmış bir dijital ara katman, bu riskleri büyük oranda bertaraf edebiliyor.
Dünyadan bazı örneklere bakarsak muhtemelen konular ve yapılanlar gözünüzde daha bir canlanacak.
ERP’yi Akışkanlaştıran Amazon!
Amazon gibi dev platformlar, ERP sistemlerinin merkezde olduğu değil, çevresel sistemlerin etkileşim içinde olduğu esnek bir yapı kullanıyor. Amazon, ERP sistemini finansal konsolidasyon ve tedarik zinciri analitiği için kullanırken; müşteri verilerini kendi geliştirdiği veri gölleriyle (data lake) ve API yönetim platformlarıyla zenginleştiriyor. Amazon’un bu yapı sayesinde müşteri başına sipariş döngüsünü %23 kısalttığı ve stok doğruluğunu %97 seviyesine çıkardığı raporlanıyor.
Lojistikte Dijital Orta Katmanı Oluşturan Maersk
Danimarkalı dev taşımacılık şirketi Maersk, ERP sistemini taşıma maliyetlerini kontrol etmek için kullanıyor. Ancak gerçek zamanlı gemi takibi, liman entegrasyonları, müşteri dashboard’ları gibi kritik işlevleri özel middleware çözümleri ile destekliyor. Böylece her bir taşıma işlemi 14 farklı sistem arasında senkron çalışabiliyor. Bu yapı sayesinde Maersk, taşıma başı operasyon süresini %18 kısaltmayı başarmış.
Şirketlerin ERP’nin bu kısa bacağına tabi ki çözüm üretmeleri mümkün. ERP’nin nasıl konumlandırıldığı önem kazanıyor. Şirketlerin dijital dönüşüm stratejilerinde artık şu nokta netleşiyor: ERP sistemi dijital omurganın yalnızca bir parçası. Gerçek başarı; ERP’nin etrafındaki sistemlerin doğru entegre edilmesi, veri akışlarının yönlendirilmesi ve tüm sürecin sürdürülebilir biçimde yönetilmesi ile mümkün.
Uygulanabilir Çözüm Başlıkları:
iPaaS (Integration Platform as a Service) çözümleri ile uygulamalar arası iletişimi kod yazmadan gerçekleştirmek. Örnek: Dell Boomi, MuleSoft, Zapier, Workato.
Veri Ambarı ve Gölü Kullanımı: SAP gibi ERP sistemlerinden gelen verilerle, CRM, IoT, sosyal medya gibi kaynakları ortak veri gölüne aktarmak. Azure Data Lake, Snowflake gibi çözümlerle güçlü analitik üretilebilir.
Başlangıç Değil, Süreç Olarak Entegrasyon: Entegrasyon “bir defalık” değil, yaşayan bir yapı olarak ele alınmalı. API yönetim platformları ile her yeni sistem kolayca bağlanabilir hâle getirilmelidir.
Güvenlikten Taviz Verilmemeli: Entegrasyon süreçlerinde güvenlik, performansın önüne konmalıdır. OAuth2, JWT gibi modern kimlik doğrulama protokolleri mutlaka uygulanmalı.
Dijitalleşmeden vazgeçmek mümkün değil! Unutmamak gerekiyor ki, dijitalleşmenin kalbi bir süredir entegre uygulamalar ile atıyor. Dolayısı ile ERP sistemleri hâlâ önemli, ama artık tek başlarına yeterli değil diye rahatlıkla söylebiliriz. ERP merkezli, ancak etrafında bir dijital entegrasyon ekosistemi kuramayan şirketler; silo yapılar içinde boğulmaya, veri hatalarıyla uğraşmaya ve kararları gecikmeli almaya mahkûm kalıyor.
Dijital dönüşüm liderleri için kritik mesaj şu: ERP’ye yatırım tamam ama yeterli değil. Asıl stratejik atılım; bu sistemleri birbirine bağlayan, veriyi tekleştiren ve çevik kararları mümkün kılan katmanları kurmaktır. Gelecek, bu bütünlüğü kurabilenler için daha verimli, daha hızlı ve daha dirençli olacak.