İşçilerin Ara Dinlenmesinde Yemeklerini Makinenin Başında Yemeleri İş Süresinden Sayılır mı?

İş süresinin düzenlenmesine ilişkin hükümler, öncelikle iş gücünün korunması amacına hizmet etmektedir. Bu amacın gerçekleştirilmesi, sadece günlük çalışma süresinin sınırlandırılmasını değil, aynı zamanda işçilere çalışma süresi içinde işe ara verme imkanının da tanınmasını gerektirmektedir. Aksi taktirde, çalışmaya bağlı gerilimin, dikkatsizlik ve kazalara yol açması ve zaman içinde sağlık sorunlarıyla karşılaşılması kaçınılmazdır. İşte 4857 sayılı Kanunun 68. maddesindeki ara dinlenmesine ilişkin düşünce bu tür sonuçları önlemek için düzenlenmiştir [1].

Günlük azami çalışma süresi on bir saattir. Yedi buçuk saati aşan çalışmalar yönünden en az bir saatlik ara dinlenmesi süresi, günlük en çok on bir saate kadar olan çalışmalarla ilgilidir. Bu nedenle, günde on bir saate kadar olan (on bir saat dâhil) çalışmalar için ara dinlenmesi en az bir saat, on bir saatten fazla çalışmalarda ise en az bir buçuk saat olarak verilmelidir.

Yargıtay’a göre de, “Ara dinlenme 4857 sayılı İş Kanununun 68 inci maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hükümde ara dinlenme süresi, günlük çalışma süresine göre kademeli bir şekilde belirlenmiştir. Buna göre dört saat veya daha kısa süreli günlük çalışmalarda ara dinlenmesi en az on beş dakika, dört saatten fazla ve yedi buçuk saatten az çalışmalar için en az yarım saat ve günlük yedi buçuk saati aşan çalışmalar bakımından ise en az bir saat ara dinlenmesi verilmelidir. Uygulamada yedi buçuk saatlik çalışma süresinin çok fazla aşıldığı günlük çalışma sürelerine de rastlanılmaktadır. İş Kanununun 63 üncü maddesi hükmüne göre, günlük çalışma süresi on bir saati aşamayacağından, 68 inci maddenin belirlediği yedi buçuk saati aşan çalışmalar yönünden en az bir saatlik ara dinlenmesi süresinin, günlük en çok on bir saate kadar olan çalışmalarla ilgili olduğu kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla günde on bir saate kadar olan (on bir saat dahil) çalışmalar için ara dinlenmesi en az bir saat, on bir saatten fazla çalışmalarda ise en az bir buçuk saat olarak verilmelidir”[2].

Sonuç olarak işçilerin ara dinlenmesi sırasında makinaları kontrol etmeleri için yemeklerini makinenin başında yemeleri, ara dinlenmesi sırasında fiilen çalışmasalar bile işin veya makinanın başında çıkacak iş için ya da arıza veya tehlike anında derhal müdahale için bekletilmeleri durumunda, bu süre iş süresinden sayılır ve işçinin normal ücretinin ödenmesi gerekir. Ayrıca bu çalışma ile haftalık çalışma süresi aşılıyorsa, İş Kanunu anlamında fazla çalışma sayılır ve fazla çalışma ücretinin de ödenmesi gerekir.

[1]Geniş bilgi için bkz: TULUKÇU, Binnur, İş Hukukunda Dinlenme Hakkı, Ankara 2012, s.5,6; SOYER, Polat, “Yargıtay’ın Ara Dinlenmesine Ait Kararı Üzerine Düşünceler”, Türk Kamu-Sen, Mart 1989, s.8.

[2] Y9HD. 30.10.2014 T., E.2012/36451, K.2014/31780 Legalbank.

İhracatta Garantili Vadeli Alacakların Finansmanı – Bölüm II

GARANTİLİ ALACAKLAR – AVALISED DRAFT – BILL OF EXCHANGE

Yurt dışına yapılan vadeli satışlardan alınan poliçeler;

  • Müşteri kabullü (garantisiz)
  • Müşteri kabullü banka avalli (garantili)

Şeklindedir.

İhracatçı hem malından, hem de parasından olmamak için, poliçenin belli bir vadede ödenmesinin garanti edilmesini istemesi doğaldır. İşte böyle durumlarda ihracatçı poliçesini hazırlar ve ithalatçının bankasına gönderir. Poliçenin kambiyo mevzuatına göre bir borç senedi niteliğine dönüşmesi için bu poliçeye öncelikte borçlu olan ithalatçının borçlu sıfatı ile imza koyması gerekmektedir. İthalatçı tarafından imza konulan poliçe kambiyo senedi haline dönüşür ki bu poliçede ithalatçının borçlu konumda olduğu kesinleşmiştir. Ancak poliçenin sadece ithalatçının imzasının var olması demek poliçenin ödemesinin garantisi altına alınmadığı anlamına gelir. Bu durumda ithalatçının bankası poliçeye garantör sıfatı ile aval verir. Poliçede avalin olması demek, banka tarafından poliçe bedelinin borçlu adına banka tarafından garanti edildiği anlamı ortaya çıkar.

BANKA AVALLİ POLİÇE

Poliçe vadesi geldiğinde bankalar, poliçe bedelini borçlu olan ithalatçıdan tahsil edip etmediğine bakmaksızın, poliçe bedelini ödemekle yükümlüdür. Çünkü poliçenin avalisti (garantörü) konumundalar.

Banka avalli (garantli) poliçe ihracatçının tam anlamıyla güvencesidir. En az  cebinizdeki para kadar garantilidir ki ihracatçı bu poliçeyi eline aldığında bilmelidir ki poliçe vadesinde alacağı banka tarafından ödenecektir.

VADESİ BANKA TARAFINDAN GARANTİ EDİLEN VADELİ BİR POLİÇE İLE NELER YAPILABİLİR?

İhracatçımız bu poliçe bedelini poliçe vadesinde tahsil edeceğinden emin olmakla birlikte, elindeki bu poliçe ile poliçe vadesi gelmeden şunları yapabilir;

  • Poliçeyi teminata verip, bankadan kredi çekebilir
  • Poliçeyi gerek bankadan, gerekse forfaiting şirketlerinden vadesinden önce iskonto ettirmek sureti ile parasına kavuşabilir,
  • Poliçeyi bir banka aracılığı ile tahsile verebilir,
  • Poliçeyi ithalatçının bankasında muhafaza ettirip, poliçe vadesinde ithalatçının bankasından parasını talep edebilir,
  • Poliçe sayesinde likiditesini ayarlayabilir,
  • Poliçe bir şekilde kaybolsa da hukuki süreç sonunda kaybolan poliçenin yerine yenisini alabilir. Ancak kaybolan poliçe değil de paranız olsaydı, siz bu kaybolan paranızın yerine bankadan veya herhangi bir yerden yenisini temin edemezdiniz. Para kaybolduysa, paranızı unutacaksınız. Ancak banka avalli poliçeniz kaybolsa da, hukuki süreç sonunda siz poliçenize tekrar kavuşabilirsiniz ve kaybınız söz konusu olmayacaktır.

İHRACATTA GARANTİLİ VADELİ POLİÇELERİN DURUMU

Bu durumda banka avalli poliçeler için paradan daha garantilidir, kaybolsa dahi hukuki süreç tamamlandıktan sonra ihracatçı hiçbir maddi kayba uğramadan parasına kavuşabileceğinden dolayı, banka avalli poliçenin garantisi tartışılmazdır diyebiliriz.

VADELİ TEYİDLİ İHRACAT AKREDİTİF ALACAKLARININ FİNANSMANI

Haftaya ele alalım.

REŞAT BAĞCIOĞLU

Tarımsal Sorunların Çözümünde “Yeşil Devrim”

Dr. Öğr. Üyesi Gözde MERT

Nişantaşı Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi

İşletme Bölüm Başkanı & Gözde Araştırma Şirketi Kurucusu

“Milli ekonominin temeli tarımdır.” Atatürk

Yeryüzünde tarıma elverişli topraklar sınırlı olmasına rağmen verimlilik artışları sayesinde birim araziden elde edilen ürün miktarı büyük oranda artırılabilmektedir. Buna son zamanlarda gen mühendisliği alanında kaydedilen gelişmeler de eklendiğinde yeryüzündeki kaynakların israf edilmeden kullanılması ile bugün yeryüzünde açlık diye bir sorunun olmaması gerekir. Oysa günümüzde yeryüzünün birçok bölgesinde hızla büyümekte olan bir açlık sorunu vardır. Dünyadaki açlık sorununun giderek büyümesinde ve bu konudaki endişelerin artmasında küresel iklim değişikliğine bağlı olarak artan kuraklık ve bölgesel anlaşmazlıklardan doğan çatışmalar etkilidir.

Tüm insanların her zaman sağlıklı ve aktif bir yaşam sürdürebilmek için yeterli, güvenli ve besleyici gıda almalarını sağlayabilmek insanlığın önündeki en önemli zorluklardan birisidir. Dünya Gıda Programı’na (World Food Program) göre dünyada 815 milyon insan yeterli beslenememektedir. İnsanların 1/3’ü ya kötü beslenmekte ya da obezite gibi gıda kaynaklı sorunlarla karşılaşmaktadır. Beslenme sadece kişisel durumumuz için değil, aynı zamanda sağlık, refah, çevre, afetlerle mücadele, su, enerji ve hatta yönetişim konularını da direkt olarak etkilemektedir. Birleşmiş Milletler raporlarına göre dünya çalışan nüfusunun %26’sı tarım ve beslenme ile ilgili alanlarda çalışmaktadır. 2021’de 11 triyon dolara ulaşan bu sektörün büyüklüğü her geçen gün artmaktadır.

Sürdürülebilir kalkınma kavramının ortaya çıkmasına giden yol, 1940’lı yıllarda Dünya nüfusunun artan yiyecek ihtiyacını karşılamaya yönelik önemli bir buluş olarak kabul edilen “Yeşil Devrim” ile başlamıştır. 1950’li ve 60’lı yıllarda hızla artan nüfusa yiyecek sağlama probleminin çözümü olarak gündemde olan yeşil devrimin günümüzde ortaya çıkan çevre sorunları ile ilintili olduğu tartışılırken, günümüzde yiyecek üretimi ile ilgili gündem, sürdürülebilir kalkınma kavramının ortaya çıkması ile farklı alanları da içermektedir.

Yeşil Devrim, 1940’lı yıllarda Meksika’da tarımsal uygulamalardaki yeniliklerle başlamıştır. Bu uygulamalar sonucunda elde edilen daha fazla yiyecek üretme başarısı, 1950’li ve 60’lı yıllarda hızla artan nüfusa yiyecek sağlama problemi ile karşı karşıya kalan tüm Dünya ülkeleri için mükemmel bir çözüm olmuştur. Yeşil Devrim’in yaratıcısı olarak kabul edilen Dr. N.E. Borlaug 1970 yılında, özellikle Hindistan, Meksika ve Orta Doğu’da milyonlarca insanı açlıktan ölmekten kurtardığı için, Nobel ödülü almıştır. 1980’li yıllarda ise, yiyecek üretiminin artması ile milyonlarca insanı açlıktan kurtaran Yeşil Devrim’in gerçekte “yeşil” olmadığı tartışılmaya başlamıştır. Çünkü Yeşil Devrim uygulamalarının dayandığı temel noktaların (daha fazla kimyasal gübre ve pestisit kullanımı, daha fazla su kullanımı, tarla açmak için yok edilen sulak alanlar, otlaklar, orman alanları ve doğal alanlar) aslında günümüzün küresel problemlerinin temel nedenleri olduğu öne sürülmektedir. 1950’li yıllarda, insanoğlunun çevre sorunları ile karşılaşmasına yol açacak nedenlerden biri olan Yeşil Devrim sürecine götüren en önemli neden, artan nüfusun yiyecek ihtiyacının karşılanamamasıydı. Ancak, nüfus artışının sadece yiyecek sıkıntısı ile değil, ekolojik tehditlerle de ilintili olduğu 1968 yılında Paul Ehrlich’in yazdığı “Nüfus Bombası” (The Population Bomb) adlı kitapla tarihe geçmiştir. Aynı yıl pek çok uzman, Paris’te Birleşmiş Milletler (BM) Biyosfer Konferansı’nda ilk kez bir araya gelerek, kirlilik, kaynakların yok olması ve sulak alan kaybı konularının da aralarında olduğu, küresel çevre problemlerini tartışmışlardır.

1972 yılında Roma Kulübü Raporu olarak da bilinen “Büyümenin Sınırları” (Limits to Growth) başlıklı kitap yayımlanmıştır. Bu kaynakta yanıt aranan soru ise; “Bugünün temel sorunları olan 5 değişken (hızlı nüfus artışı, gıda üretim şekli, sanayileşme hızı, çevre kirlenmesi düzeyi ve yenilenemez doğal kaynakların tükenme hızı) bugünkü seyrinde ilerlerse önümüzdeki yüzyıl içinde ekonomimizi nasıl bir gelecek bekliyor?” idi. Günümüzde bu soruyu, “Mevcut ekonomik düzen ve uygarlığımız sürdürülebilir mi?” şeklinde sormak mümkündür. Ancak 1972 yılında henüz sürdürülebilir kalkınma kavramı bu anlamda kullanılmıyordu. “Büyümenin Sınırları”nda bu soruya verilen yanıt ise özetle şöyledir:

  1. Dünya nüfusunda, sanayileşmede, çevre kirlenmesinde, gıda üretiminde ve doğal kaynakların tükenmesinde bugünkü büyüme eğilimi süregelecek olursa, gezegenimizde ekonomik büyüme gelecek yüzyıl içinde sınırına dayanacaktır. Olasılığı en fazla sonuç gerek nüfusta gerekse üretim kapasitende oldukça ani ve kontrol altına alınmayan bir düşüşün ortaya çıkmasıdır.
  2. Bu büyüme eğilimini değiştirme ve gelecekte uzun süre devam edebilecek ekolojik ve ekonomik bir denge kurma olanağı vardır. Dünya çapında bir denge, dünya yüzeyindeki her bireyin temel maddi ihtiyaçlarına doyumunu sağlayacak ve her bireyin beşerî potansiyelinin geliştirilmesi için eşit fırsata sahip olmasına olanak verecek biçimde tasarlanabilir.
  3. İnsanlar, birinci sonuç yerine ikinci sonucu elde etmek için çaba harcamaya karar vermeleri halinde, ne kadar çabuk harekete geçerlerse, başarı olasılıkları o ölçüde artacaktır.

Bu yanıtın politik tercümesi, “hemen şimdi” ve “sıfır büyüme” oldu. 1972’yi takip eden 10 yıl içinde pek çok Batı ülkesinde birbiri ardınca kurulan yeşil partiler ekonomik büyüme paradigmasını çok daha cesaretle eleştirmeye ve sıfır büyümeyi savunmaya başladılar.  Artık, gezegenin taşıma kapasitesinin yüzyıl daha dayanamayacağını, küresel ısınma ile ilgili tahminlerden çok iyi bilinmektedir.

Kısmi Teklife Açık İhalede, Toplam Teklif Tutarını Yazmayan Firma Değerlendirme Dışı Bırakılır mı?

 

İtirazen Şikayet Konusu; Kısmi teklife açık ihalede, gerek birim fiyat teklif mektubunda gerek cetvelinde, kısımların tutarları ve kısım toplamları doğru iken, toplam teklif tutarının (kısımların toplamının) yazılmamasının esaslı bir eksiklik olup/olmadığı.

Kamu İhale Kurulu Kararı Özeti;  16.07.2020 tarihli ve  2020/UH.II-1234 sayılı Kamu İhale Kurulu kararına göre; Yapılan incelemede, ihalenin 3 kısımdan oluştuğu, şikayete konu kısmın “… Bitki Örtüsü Temizliği” işi olduğu, aşağıda yer verilen teklif cetvelinde yer aldığı üzere söz konusu kısmın 2 iş kaleminden oluştuğu, adı geçen kısmın ihalesi üzerine bırakılan isteklinin her bir iş kalemine ait teklif edilen birim fiyatlara ve iş kalemlerinin toplamına uygun olacak şekilde kısım toplam tutarına birim fiyat teklif cetvelinde yer verdiği, birim fiyat teklif mektubunda ise her bir kısma ait kısım toplam tutarlarının rakam ve yazı ile birbirlerine uyumlu bir şekilde yazıldığı, diğer taraftan kısımların genel toplamına ise hem birim fiyat teklif mektubunda hem birim fiyat teklif cetvelinde yer verilmediği görülmüştür.

4)İhale konusu işin, ekteki cetvelde yer alan kısımların //bu teklif mektubunun ekinde yer alan birim fiyat teklif cetvelindeki her bir iş kalemi için teklif ettiğimiz birim fiyatlar üzerinden Katma Değer Vergisi hariç;

[1.KISIM-… BİTKİ ÖRTÜSÜ TEMİZLİĞİ-(1.849.938,18 TL>(BİR MİLYON SEKİZ YÜZ KIRK DOKUZ BİN DOKUZ YÜZ OTUZ SEKİZ LİRA ON SEKİZ KURUŞ)

2.KISIM-…           BİTKİ ÖRTÜSÜ TEMİZLİĞİ 1.399.197,50TL)-(BİR MİLYON ÜÇ YÜZ DOKSAN DOKUZ BİN YÜZ DOKSAN YEDİ LİRA ELLİ KURUŞ)

3.KISIM-… BİTKİ ÖRTÜSÜ TEMİZLİĞİ-(1.850.826,20 TL>(BİR MİLYON SEKİZ YÜZ ELLİ BİN SEKİZ YÜZ YİRMİ ALTI LİRA YİRMİ KURUŞ)]

…Bu çerçevede, söz konusu ihalenin şikayete konu 3’üncü kısmı olan  “… Bitki Örtüsü Temizliği” işine ilişkin olarak birim fiyat teklif cetvelinde istekli tarafından, iş kalemlerine ait teklif edilen birim fiyatların ayrı ayrı yazıldığı, iş kalemlerinin toplamının ise “kısım toplam tutarı” satırına doğru bir şekilde aktarıldığı, aynı şekilde söz konusu kısma ait teklif edilen bedelin rakam ve yazı ile birbirine uygun olarak birim fiyat teklif mektubunda yer verildiği, idari şartnamede yer alan düzenlemeler çerçevesinde ihalenin kısmi teklife açık olduğu, her bir kısım için verilen tekliflerin ayrı ayrı değerlendirilerek ekonomik açıdan en avantajlı teklif sahibi isteklinin belirleneceği ve yine her bir kısım için ayrı ayrı birim fiyat sözleşmesi imzalanacağı anlaşıldığından, yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri çerçevesinde şikayete konu hususun teklifin esasını değiştirecek ve ihale komisyonunu çelişkiye düşürecek nitelikte bir eksiklik olmadığı sonucuna varılmış, başvuru sahibinin bu yöndeki iddiası yerinde görülmemiştir.

Mehmet ATASEVER

Kamu İhale Kurulu Eski Üyesi/ Akademisyen

Çaturanga Oynayalım mı?: Feda Edilen Piyonlardan Yenilmez Vezirlere…

 

Piyonlar, en kolay feda edilenlerdir. Emin misiniz? Satranç, yüzyıllardır oynanan bir strateji oyunudur. En kaba haliyle, belirli taşların satranç tahtası denen bir düzlemde rakibin en kıymetli taşı olan şahını elde etme oyunudur. Oyunda farklı taşların farklı hareket kabiliyetleri ve buna uygun olarak da, farklı önem dereceleri olduğu düşünülür. Ki şah oyunun sonunu getirdiğine göre, en önemlisi olduğunu tartışmak da gereksiz… Ve elbette oyunun başında şahın yanında duran, kıymetli bir vezir… Oyundaki taşların önemi ile sayısı arasında ise, negatif bir korelasyondan söz edilebilir. Benzer taşların sayısı arttıkça, değerleri azalacaktır. Bu yüzden de sekiz adet olan piyonlar, bu sistematikte en zayıf halkalar olarak görülebilirler. Ancak buraya ek bir bilgi eklememiz, oyundaki taşların değerine yeniden bakmamıza katkı sağlayabilir.

Eğer oyunculardan biri, elindeki piyonu rakibinin alanının son karelerinden birisine ulaştırmayı başarabilirse, piyon istenilen herhangi bir taş ile değiştirilebilir. Yani sekiz adet piyon, potansiyel bir vezir adayıdır. Çok kolay olmamakla birlikte sekiz adet dönüşmüş piyon ve bir de gerçek vezir birlikte, dokuz vezirlik bir ordu söz konusu olabilir ki, yenilmezlik bir gerçeklik haline gelebilir. O halde, oyundaki taşların güçleri isimlerinden ziyade, sahip oldukları potansiyellerde gizlidir. Gerçek hayat ile satranç arasında bir benzetim mümkün müdür?

İş hayatı ile satranç arasında benzerlikler kadar farklılıklar da mevcuttur. Satrancın olmazsa olmazı, birkaç hamle sonrasını rakibin potansiyel hamlelerini de öngörerek düşünebilmektir. Ki stratejik yönetimin ilk basamağına hoşgeldiniz!… Elbette tahminler, bilgiye (daha da önemlisi araştırmaya dayalı olmalı) dayanarak alındığında, satrançtan çok daha başarılı olabilirsiniz. Ancak satrancın gerçek hayattan en temel farkı da burada karşımıza çıkıyor. Oyunda sadece bir rakip ile mücadele ederken, gerçek hayatta bazen sayısından emin olamadığınız kadar çok ya da sayısı bilinen ama yine çok sayıda rakip ile hamle öngörüsünde bulunmaya çalışırsınız. Satrançta oyun alanı sınırlı ve belirlidir. Ancak yerel bir işletmenin rakibi, küresel bir dev de olabilir; sosyal mecradan ikame ürün satan bir girişimci de… Satrançta mutlak kazanan ve kaybeden varken, iş hayatında başarının farklı varyasyonlarından söz edilebilir. Dediğimiz gibi farklılıklar da benzerlikler de mevcut… Burada altının çizilmesi gereken nokta ise, iş hayatında da satrançta da önemli olan, elinizdeki taşlara sizin verdiğiniz değerdir.

Ekonomik krizde ilk kimlere kapı gösteriliyor? Yıllardır aynı şirkete hizmet eden birileri, o ya da bu sebeple tenzil-i rütbe ile karşılaşıyor mu? Nasılsa çalışan kolay bulunuyor diyenler mi var? Maaşları azaltalım, işine gelmeyeni muhasebecimiz ile sohbete gönderelim felsefesi mi hakim? İş ilişkisini muhtaçlığa dönüştürenler ile başarı mümkün olabilir mi? Birilerinin inat ve ısrarla anlamadıkları piyon olarak gördüklerinin, sahip oldukları vezir potansiyellerini ortaya çıkartamama nedenlerinin kendileri olmaları… Birçok sektörümüzde iş gücü devir oranı rakamları küresel oyuncularla ya da başarılı işletmelerle kıyaslandığında, korkunç yüksek… Piyon feda edilir… Bu yüzden de, bir piyonun gölgesi kadar ilerleme mümkün olamıyor. Peki başaranlar? Nerede farklılar?

Artık şah da piyon da yok… Çok değil 15 sene öncesinin en değerli işletmelerine bakın, dönüşüm hızı yüksek… Devler küçülüyor, küçükler devleşiyor. Yeni dünyada sahip olunan potansiyel ve bunun yönetilmesi, iş hayatını tümüyle değiştirmeye de devam edecek.

Dikey hiyerarşiler ile üstlerin kararlarına tabi şirketler de yok… Birlikte öğrenen, birlikte gelişen ve birlikte geleceğe adım atan işletme kültürleri var. Ofis tasarımından, çalışma saatlerinin bireyler tarafından oluşturulduğu sistemlere kadar “özgürlük” iş hayatının en kuvvetli rüzgarına evrildi. Bireyler oluşturdukları değer için takdir görürken, bireysel gelişimlerinin kurumsal gelişimin yapı taşı olduğu temel ön kabullerden…

Birey değerlidir. İster satraçta, isterse iş hayatında… Bireye değer veren, başarıya erişirken; feda ile yola devam edenlerin sonu başladıkları yerde olmakla eşdeğer… Oyunu ve oyuncuları anlamadan, oyunda başarılı olma şansımız olabilir mi?

COVID-19 SONRASI TEDARİK SEKTÖRÜNÜ NELER BEKLİYOR?

Satın almanın, “yeni normale” geçilirken şirketlerdeki büyümeye öncülük etmesi bekleniyor. Satın alma liderleri, bu beklentiyi karşılayabilmek için bir yakın gelecek planı oluşturmaya başladı.
Peki, bu planlamada hangi başlıklar var? Covid-19 sonrası tedarik sektöründe beklenen gelişmeler neler?
Araştırma şirketi McKinsey & Company, geçtiğimiz günlerde satın alma liderlerine bu konuyla ilgili görüşlerini sordu. Görüşlerin ortak noktası şuydu: “Olağanüstü bir dönemde öğrenilen zor kazanılmış dersleri uygulamak için yeni ortaya çıkan bir enerji ve tedarik sektörünün yeniden tasarlanması söz konusu.

Bahsedilen yeniden tasarlamayı 5 ana başlıkta sunmak mümkün.
• Sıfır temelli bütçeleme, kategori ve değer yaratma stratejileri ile maliyet tasarrufu hedeflerini yeniden düzenleyin.
• Tedarikçi ortaklıklarına ve ortak inovasyonlara yatırım yaparak yeni fırsatların kilidini açın.
• Ekonomik değerleri akıllıca kullanın, dijitalleşmeden ve harcama analizlerinden yararlanın.
• Geleceğe hazır bir işletme modeline dönüşerek uzaktan çalışma pratiklerini etkinleştirin.
• Hem geçmişten gelen hem de yeni yetenekleri teşvik ederek, çalışanların yeni çalışma modellerine uyum sağlamasına yardımcı olun.

Şirketlerin büyük bir kısmı, Covid-19 döneminde maliyetleri düşürme hedeflerini yerine getiremedi. Bunun nedenleri arasında; tedarik zinciri esnekliğini artırmak için kaynakların yeniden yönlendirilmesi, tedarikçilerin yaşadığı finansal zorluklar ve hem talep hem de arz hacimlerindeki büyük değişimler sayılabilir.
Öte yandan, pandeminin satın alma ve tedarik yapan firmalar açısından yarattığı sıkıntılar dijital dönüşüm üzerinde hızlandırıcı bir etki yaptı.

Tedarik sürecini kağıtla dolu bir süreçten, satın alma uzmanlarının belge yoğunluğundan bunalmadığı bir sürece dönüştüren temassız satın alma, giderek daha fazla firmanın e-satınalma ve e-ihale platformlarına geçiş yapmasını sağlayacak.
Birçok satın alma uzmanı, son zamanlarda tedarikçileriyle yalnızca çevrimiçi olarak etkileşime girmeye alıştı. Artık çoğu kişi eski telefon görüşmesi trafiğine veya basılı katalog, broşür vb. fiziksel satış materyalleri kullanımına geri dönmek istemiyor.
Tedarik dijitalizasyonunda başarılı olmak, ekipteki herkesin ilgili ve özverili olmasını gerektiriyor. Satın alma sürecinde karşılaşılan beklenmedik zorlukların üstesinden gelmek ve gelecek döneme odaklanmak şirketlere pek çok avantaj getirebilir. Büyüme hedefleri ve gelecekteki rekabet gücü için iyi donanımlı olmak tercih edilecektir.

 

 

 

İşe İade Edilen İşçinin İşe Başlatması Sırasında Eğitim ve Sınav Şartına Bağlı Tutulması Hukuka Uygun mudur?

Lütfi İNCİROĞLU

4857 sayılı İş Kanunu’na göre, iş güvencesi kapsamındaki işçinin fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı iddiası ile fesih bildirim tarihinden itibaren işe iade talebi ile bir ay içinde İş Mahkemeleri Kanunu uyarınca arabulucuya başvurma hakkı bulunmaktadır. Arabulucuda anlaşma sağlanamaması üzerine anlaşmazlık tutanağının düzenlendiği tarihten itibaren iki hafta içinde işçi, iş mahkemesine dava açabilir (İşK m.20). İşçi, iş mahkemesinde işe iade davasını kazanırsa, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. Ancak, işveren işe başlatma aşamasında işçiyi sırf işe başlatmamak amacını güderek bir takım şartları dayatmaması gerekir.

Nitekim Yargıtay’a göre, “4857 sayılı İş Kanunu’nun Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları” başlıklı 21. maddesi uyarınca, işverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.

Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.

Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir.

İşçi işe başlatılırsa, peşin olarak ödenen bildirim süresine ait ücret ile kıdem tazminatı, yukarıdaki fıkra hükümlerine göre yapılacak ödemeden mahsup edilir. İşe başlatılmayan işçiye bildirim süresi verilmemiş veya bildirim süresine ait ücret peşin ödenmemişse, bu sürelere ait ücret tutarı ayrıca ödenir.

İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur…”

Görüldüğü üzere, işverence yapılan feshin geçersizliği ve işe iadenin geçerlilik kazanabilmesi için işçinin yasal süre içinde işe başlatılma isteğiyle işverene başvurması gerekir. Başvuru koşulu yerine geldiği takdirde fesih geçersiz hale gelir. Ancak işçinin işe başlaması için işverenin başvurudan itibaren bir ay içinde onu işe başlatması beklenir. İşveren işçiyi mutlak biçimde işe başlatmak zorunda değildir, kanun işverene seçimlik hak tanıyarak, işçiyi çalıştırma veya maktu bir tazminat ödeyerek sözleşmeyi sona erdirme imkanı tanımaktadır.

Belirtilmelidir ki, işçinin işe başlama yönündeki iradesinin samimi olması gerektiği gibi, işverenin işe davete dair beyanının da ciddi ve samimi olması gerekir. İşverenin işe başlatma amacı olmadığı halde işe başlatmama tazminatı ödememek için yapmış olduğu çağrı, gerçek bir işe başlatma daveti olarak değerlendirilemez.

Bu nedenle işverenin işe davet ederken, işçinin hangi işte nerede ve ne şekilde, hangi şartlarla işe başlatılacağını, işe davet yazısında belirtmesi gerekir. Davette başlatılacak iş, başlatılacak işyeri, iş şartları, hazır olunması gereken tarih, verilen süre belirtilmemiş ise davetin ciddi ve samimi olup olmadığı tartışma konusu olacaktır.

Öte yandan, işverenin işçiyi işe başlatması şarta bağlı tutulmamalıdır. İşveren işe başlatmayı şarta bağlı tutmuşsa, bu işe başlatma daveti usulüne uygun sayılamayacağından, işveren işe başlatmamanın hukuki sonuçlarından, diğer bir ifade ile 4857 sayılı Kanun’un 21. maddesine göre feshin geçersizliği davasında belirlenen iş güvencesi tazminatı ile çalıştırılmadığı en çok dört aylık süre ücreti ve feshe bağlı diğer haklarının ödenmesinden sorumlu olacaktır.

Somut olayın incelenmesinde, dosya içeriği ve özellikle birbiri ile uyumlu tanık beyanları uyarınca; davacının işe başlamak üzere işverenin davetinde belirtilen yerde, belirtilen gün ve saatte hazır bulunduğu ancak, işverenin işe başlatmadan önce işe iade kararına aykırı olan ve işe davet yazısında belirtmediği bir eğitim ve sınava tabi kılma şartını dile getirdiği, bunun üzerine davacının işyerinden ayrıldığı anlaşılmaktadır.

Yukarıda yapılan maddi ve hukuki açıklamalar doğrultusunda, davalı işverenin davacıyı işe başlatmadan önce eğitime tabi tutarak sonrasında yapılacak sınavda başarılı olma şartını ileri sürmesi nedeniyle işe başlatmayı şarta bağladığı, buna göre işverenin davacıyı işe başlatma amacı olmadığı, işe başlatma yönündeki iradesinin samimi olmadığı benimsenmiştir.

Buna göre; işverenin işe başlatma yönünde yaptığı şarta bağlı çağrının gerçek bir işe başlatma daveti olarak kabulü mümkün değildir.

Hal böyle olunca, mahkemece, yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değerlendirme yapılarak davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya uygundur. Bu nedenle, direnme kararının onanması gerekir”[1].

Sonuç olarak, iş güvencesi kapsamındaki işçinin işe iade davasını kazanması durumunda, işçinin işe başlama yönündeki iradesinin samimi olması gerektiği gibi, işverenin işe davete dair beyanının da ciddi ve samimi olması gerekir. İşverenin işe başlatma amacı olmadığı halde işe başlatmama tazminatı ödememek için yapmış olduğu çağrı, gerçek bir işe başlatma daveti olarak değerlendirilemez. Bu nedenle işverenin işe davet ederken, işçinin hangi işte nerede ve ne şekilde, hangi şartlarla işe başlatılacağını, işe davet yazısında belirtmesi ve davetin ciddi ve samimi olması gerekir. Öte yandan, işverenin işçiyi işe başlatması şarta bağlı tutulmamalıdır. İşveren işe başlatmayı şarta bağlı tutmuşsa, bu işe başlatma daveti usulüne uygun sayılamaz ve işveren işe başlatmamanın hukuki sonuçlarından sorumlu olur. Örneğin, işverenin işçiyi işe başlatmadan önce eğitime (İSG hariç) tabi tutarak sonrasında yapılacak sınavda başarılı olma şartını ileri sürmesi nedeniyle işe başlatmayı şarta bağlaması bu anlamda değerlendirilebilir.

[1] YHGK. 01.10.2014 T., E.2013/1158, K.2014/743 Legalbank.

Satınalma Dergisi Şubat 2022 Yıl :10, Sayı 110

Kıymetli yöneticiler,

Şubat sayımız yine dopdolu. Bu sayımızda satınalma ve tedarik zinciri dünyasının kesişim noktalarında çok sayıda değerli içerik sizleri bekliyor. Müzakere yönetimi, mevzuat, dış ticaret çevresi, pazarlama, işletme yönetimi, mali konular, iş hukuku alanında pek çok makale ile karşınızdayız. Öğretim üyesi meslektaşlarım ve sektör yöneticilerimiz bilgi ve tecrübelerini aktardılar. Şubat sayımıza katkı veren tüm yazarlarımıza teşekkür ederim.

İş İmkânı Sunan Uygulamalı Gümrük ve Dış Ticaret Uzmanlığı Sertifika Programı 2. Dönem Yoğun Katılımla Başladı

Ünsped Gümrük Müşavirliği Lojistik Hizmetler A.Ş. ve İstanbul Üniversitesi iş birliği ile sektör ihtiyacını karşılamaya yönelik 2. Dönem sertifika programı başladı. Katılımcıların gümrük ve dış ticaret mevzuat ve uygulamaları hakkında bilgilendirmeyi, örnek uygulamalar ile karmaşık sorunları çözebilecek kapsamlı bir anlayış kazandırmayı, dış ticaret işlemlerinin süreçlerinde gerekli olan bilgileri ve temel uygulamaları öğretmeyi amaçlamıştır. 3. Dönem kayıt tarihleri için https://sem.istanbul.edu.tr/tr/_ web sitesinden bilgi edinebilirsiniz.

Dergi yazarı olmak istiyorum
Yazar ailemiz her geçen gün genişliyor. Sizler de birikimlerinizi paylaşmak isterseniz çalışmalarını doğrudan bana iletebilirsiniz. Yazar Bilgi Formu: Yazar bilgi formunu hızlıca aşağıdaki linkten doldurabilirsiniz. https://satinalmadergisi.com/yazar-ol/

Ticaretinize destek oluyoruz. E-mağazamızı devreye aldık.
Ürün ve hizmetlerinize ilişkin satış ilanlarınızı www.satinalmadergisi.com sayfamızda kolaylıkla yayınlayabilirsiniz. İlanınız aynı zamanda Satınalma Dergisi içerisinde de yerini alacaktır. Satıcı başvuru formunu https://satinalmadergisi.com/ticaret/ sayfasından doldurabilirsiniz.

Kurumunuzun yetkinliklerini yükseltin

Şirket olarak tüm dergi arşivine (110 sayı), araştırma raporlarına ve bir yıl boyunca 12 sayıya erişim sağlayın. Ticaret Portalı ve Dijital dergi aboneliği ile ilgili işlemleriniz için https://satinalmadergisi.com/dijital-islem-merkezi/ sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Müzakere Teknikleri ve Pazarlık Becerileri (E-Kitap)
Katma değeri yüksek sektörel araştırma raporları ve kitapları sizlere paylaşmaya devam ediyoruz. Müzakere Teknik- leri ve Pazarlık Becerileri (147 sayfa) başlıklı eserimizi https://buyernetwork.net/muzakere linkinden indirebilirsiniz. Kitabı indirmek ve üyelik ücretsizdir.

Dergi içeriği ve ticaret iş birliği ile ilgili önerilerinizi editor@satinalmadergisi.com a yazmaktan çekinmeyin. Keyifli okumalar,

Prof. Dr. Murat Erdal
Editör

İhracatta Garantisiz Alacaklar ve Finansmanı – Bölüm 1

İHRACATTA GARANTİSİZ ALACAKLAR

İhracat işlemlerindeki asli sorunlardan bir tanesi, yapılan ihracat işlemlerindeki garantisiz alacaklardır. Adı üzerinde; garantisiz alacaklar tamamen ithalatçının iyi niyeti, mali durumu, moralitesi ve piyasa itibari ile doğru orantılıdır. Kaldı ki bu garantisiz alacaklar bir vade içeriyorsa ihracatçının riski biraz daha artacaktır. Yurt dışından tahsil edilemeyen alacakların büyük bir bölümünde ihracatçı tarafından ithalatçıya verilen uzun vade söz konusudur. Vade uzadıkça ihracatçının mal bedelini tahsil etmesi zorlaşır.

Garantisiz ihracat alacakları özetle;

Vesaik mukabili
Mal mukabili
Vadeli işlemler (Kabul kredili müşteri kabullü işlemler) ve P/N
Teyidsiz akreditifler (koşullar uygun olsa da ihracatçının bankasının bir ödeme garantisi yoktur)


TEYİDSİZ
AKREDİTİFLER :

Bir nevi şartlı havaledir.

Bir ithalat işleminde ithalatla ilgili koşullar olan;

yükleme vadesi,
ödeme şekli,
malın cinsi,
ambalajı,
sevk / gönderme şekli
kalite
fiyatı
talep edilen evraklar

gibi konuları içeren akreditif mektubunun ithalatçının bankası tarafından ihracatçının bankasına gönderilmesi ile gerekli koşulların sağlanması halinde mal bedelinin ödenmesini taahhüt etmektedir. Ancak bu taahhüt sadece ithalatçının bankasının garantörlüğünü kapsamaktadır zira bu akreditif teyidsizdir ve ihracatçının bankasının bir ödeme garantörlüğü konusunda bir fonksiyonu bulunmamaktadır.

Diğer bir ifade ile; akreditif, malların yüklendiğini veya hizmetin yerine getirildiğini gösteren şart koşulmuş vesaikin belirlenen süre içerisinde ibraz edilmesi kaydıyla, belirli bir meblağın, malların veya hizmetlerin satıcısına ödeneceğine dair bir banka yükümlülüğüdür. Daha kısa bir anlatımla akreditif şartlı bir banka garantisidir. İşlem teyidsiz olduğundan dolayı sadece ithalatçının bankasının uygun koşulların yerine getirilmesi durumunda garantörlüğü vardır.

Uluslararası ticarette taraflar, birbirlerini çok iyi tanıyamadıkları ve farklı ülkelerde farklı kambiyo rejimleri uygulandığı için karşılıklı bir güvensizlik ve risk içindedirler. Satıcı, sattığı malın bedelini tahsil etmek, alıcı ise sözleşmede saptanan malları zamanında almak amacındadır. Satıcı akreditif şartlarına uygun hareket etmezse, banka hiç bir şekilde ödeme yapmaz. Bu ise alıcı açısında bir güven unsurudur. Açıklanan bu nedenlerle akreditif her iki tarafa da en yüksek düzeyde güvence sağlayan bir ödeme türü olma özelliğini taşımaktadır. Akreditifin teyidli olması durumunda ihracatçının bankasının da garantörlüğü söz konusu olur, ancak teyidsizakreditiflerde ihracatçının bankasının bir ödeme garantörlüğü söz konusu değildir.

KABUL KREDİLİ İŞLEMLER

İthalatçının yurt dışından vadeli olarak satın alacağı malların bedeli için vermiş olduğu bir poliçe (uluslararası ticarette tanzim edilen ve yabancı dilde tanzim edilen bir borç senedi) olup vadesinde borçlusu tarafında ödenir.

Poliçeler;

Müşteri kabullü
Müşteri kabullü, banka avalli


olmak
üzere iki çeşittir.

Müşteri kabullü poliçeler sadece borçlunun sorumluluğunda olup herhangi bir kefalet bulunmaz, ancak banka avalli poliçelerde, müşterinin poliçeye borçlu sıfatı ile imza atmasını müteakip borçlunun bankası da bu poliçeden doğan borcu poliçe vadesinde ödeyeceğine dair garantör imzasını koymasıdır ki vade geldiğinde aval veren banka hiçbir itiraza mahal vermeden poliçedeki tutarı ödemekle mükelleftir.

GARANTİSİZ POLİÇELİ ALACAKLAR: DRAFT – BILL OF EXCHANGE

Parası peşin alınmayan ve belli bir vade içinde alınması öngörülen ihracat bedeli alacakları için ihracatçılar tarafından ithalatçının kabul etmesi için düzenlenen bir borç senedi niteliğinde olan poliçeye  (draft / bill of exchange) ithalatçının borçlu sıfatıyla imza atması durumunda bir alacağı temsil eder. İthalatçıya sunulan poliçe, ithalatçı tarafından imzalanması durumunda, ithalatçı için geri dönülemez bir borç yükümlülüğü başlar, ithalatçı imzası ile poliçedeki borcu zamanında ödeyeceğini kabul eder.   Poliçede alacaklı sıfatı ile ihracatçının, borçlu sıfatı ile ithalatçının imzalarının bulunması kambiyo mevzuatı açısından bu poliçe değerli evrak niteliğinde değerlendirilir. 

POLİÇENİN UNSURLARI 

Poliçe belli bir miktar paranın hamile ödenmesi hususunda kayıtsız ve şartsız havale emrini taşıyan, özel şekil şartlarına tabi kıymetli evrak niteliğinde senettir. 

Poliçede üç taraf vardır. Bunlar: 

  • Keşideci, 
  • Lehtar
  • Muhataptır

Keşideci; senedi tanzim eden ve lehtara muayyen bedelin ödenmesi hususunda muhataba emir ve izin veren kimsedir.  Muhatap; poliçenin ödeyicisi, borçlusudur. 

POLİÇENİN UNSURLARI 

  • Poliçe kelimesi (Draft, Bill of Exchange)
  • Tanzim yeri / keşide tarihi
  • Vade tarihi
  • Poliçe tutarı (rakamla, yazıyla)
  • Belli bir bedelin ödenmesi hususunda kayıtsız şartsız havale
  • Muhatabın tam ismi (borçlu)
  • Lehtarın tam ismi (alacaklı)
  • Keşidecinin imzası
  • Muhatabın imzası
  • Poliçenin bir ticari işlemle ilgilendirilmesi

İhracatçı tarafından hazırlanan poliçeye, muhatap olan ithalatçının imza koyması, poliçede bulunan tüm koşulları kabul ettiğini ve imzasıyla da bunu teyid ettiği anlaşılır. Yukarıda görülen poliçe bir alacak senedi niteliğindedir. Bu poliçenin borçlar hukukuna göre incelenmesi durumunda garantisiz borçlar arasında yer alır. Bu poliçede sadece borçlu poliçe bedelini ödeyecek konumda olup, borçlu bu poliçe bedelini ödemediği taktirde poliçeye kefalet eden başka kimse bulunmamaktadır. Dolayısıyla borçlu bu poliçeyi poliçe vadesinde ödeyecektir. Aksi halde protesto edilecektir. Durum böyle iken bu poliçede ihracatçının alacağı garanti altına alınmamıştır. 

Poliçeler garantili olabilir mi?  Borçlu bu poliçe bedelini poliçe vadesinde ödemediği taktirde bir başka şahsa borç rücu edilebilir mi? Gelecek hafta bu konulara değineceğiz.

REŞAT BAĞCIOĞLU