E-Ticaretin Müşterisi 40 Milyonu Aştı

Türkiye’de, online alışveriş sitelerinin müşteri sayısı Şubat 2022 itibariyle 40 milyonu aşarken, kişi başına yıllık e-ticaret miktarı da 521 ABD Doları oldu.

Global sosyal medya ajansı We Are Social’ın Hootsuite ile birlikte hazırladığı “Dijital Türkiye Şubat 2022” raporu yayınlandı.

Rapora göre, Türkiye’de internet kullanıcılarının yüzde 64’ü düzenli olarak sanal mağazalardan mal ya da hizmet satın alıyor.

İnternetten alışveriş yapanları sayısı son 1 yılda 3,6 milyon kişi artarak 40 milyon 840 bin kişiye ulaştı.

Geçen yılki raporda internetten alışveriş yapan Türklerin sayısı 37 milyon 240 bin olarak açıklanmıştı.

Türkiye, yüzde 64 olan internet kullanıcılarının online alışveriş yapma oranı açısından Avrupa’da lider, dünyada ise Tayland, Malezya, Güney Kore, Meksika ve Çin’in ardından altıncı sırada yer alıyor.

Online alışveriş yapan internet kullanıcıların oranı İngiltere’de yüzde 60, ABD’de ise yüzde 57.

KİŞİBAŞI E-TİCARET 521 DOLAR

Türkiye, söz konusu rapora göre e-ticaret ekosistemine katılma oranında Avrupa’da lider olsa da kişi başına yapılan online alışverişte hala çok gerilerde bulunuyor.

40 milyon 840 bin kişinin dijital mağazalardan satın aldığı mal ve hizmetlerin tutarı yıllık 21 milyar 260 milyon ABD Doları. Buna göre kişi başına düşen yıllık e-ticaret miktarı 521 ABD Doları.

E-Ticaret ekosistemine katılımda Avrupa’da lider olan Türkiye, sepet ortalamasında ise sonuncu durumda.

Kişi başına yıllık e-ticaretin dünya ortalaması bin 17 ABD Doları ile Türkiye’nin 2 katına yakın.

Bu rakam dünyada ilk 3 sırada yer alan ülkelerden Hong Kong’da 3 bin 183 ABD Doları, ABD’de 3 bin 105 ABD Doları, Güney Kore’de ise 2 bin 995 ABD Doları.

ELEKTRONİĞE 11,3 MİLYAR DOLAR

Avantajix kurucu ortağı Güçlü Kayral, Dijital Türkiye Şubat 2022 raporuna göre Türk tüketicilerin online alışverişte en fazla harcamayı 11 milyar 340 milyon ABD Doları ile elektroniğe yaptıklarını bildirdi.

Kayral’ın verdiği bilgilere göre, elektroniği, 5,27 milyar ABD Doları ile moda, 1,32 milyar ABD Doları ile mobilya, 1,11 milyar ABD Doları ile kişisel bakım ve kozmetik, 969,1 milyon ABD Doları ile oyuncak, hobi, 519,4 milyon ABD Doları ile fiziksel medya, 462,3 milyon ABD Doları ile yiyecek, 85,24 milyon ABD Doları ile de içecek sektörü takip etti.

Dijital Türkiye 2022 raporunda tatil, seyahat harcamalarının ayrı kategorilerde değerlendirildiğinin altını çizen Kayral, “Tatil seyahat için de 2021 yılında online pazarlarda 4,6 milyar ABD Doları harcama yapıldı” dedi.

 

 

İşçinin Otomatik Geçiş Kartına El Konulması İşveren Feshi mi Sayılır ?

Lütfi İNCİROĞLU

İşçinin Otomatik Geçiş Kartına El Konulması İşveren Feshi mi Sayılır ?

Fesih, iş sözleşmesini derhal ya da belirli bir sürenin geçmesi ile sona erdiren, karşı tarafa yöneltilmesi gerekli tek yanlı irade açıklaması olarak tanımlanmaktadır. Fesih hakkı her iki tarafa da tanınmıştır ve diğer tarafın kabulüne gerek olmayan bir irade beyanıdır. Fesih açıklamasında yazılı bildirim şartı, daha önce sadece 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/2 (Mülga 1475 sayılı İşK. m.17/II) bendine göre, “haklı sebeple” yapılan fesihlerde aranırken, artık 4857 sayılı İş Kanunu ile getirilen değişiklikte “ihbar önelli” fesihlerde de yazılı bildirim şartı aranmaktadır (İşK. m.19/1).

Esasen, 4857 sayılı Kanun’un 109 uncu maddesi uyarınca bildirimlerin yazılı olarak ve imza karşılığında yapılması gerekir. Fakat, fesih bildirimlerinin yazılı yapılması daha önce “ispat şartı” olarak kabul edilmekte iken[1] yapılan yeni düzenlemeden sonra fesih bildiriminin “yazılı” olarak yapılması ve fesih sebebinin “açık ve kesin” bir dille belirtilmesi hükme bağlandığından, “geçerlilik şartı” haline gelmiştir.

Fesih bildiriminin mutlaka taraflarca yapılacağı hususunda bir hüküm bulunmadığından temsil ile ilgili genel hükümler burada da uygulama alanı bulmaktadır. Buna göre, temsil yetkisi bir şekle tabi olarak verilmemektedir. Çünkü, temsil yetkisi zımni bir irade beyanıyla da verilebilir. Ne var ki genellikle mümessile temsile yetkili olduğunu ispat edebilmesi için bir “yetki belgesi” verilmektedir. Eğer kişinin Kanundan veya hukuki işlemden doğan bir temsil yetkisi yoksa ”yetkisiz temsil” söz konusu olacak ve böyle bir durumda da bildirimin geçerli sayılabilmesi için temsil edilenin icazet vermesi gerekecektir[2].

Fesih bildirimine yetkili olanlar ise, iş sözleşmesinin taraflarıdır. Yani işçi, işveren ve bunların Yasal temsilcileridir. Türk Medeni Kanunu, çeşitli hükümleri ile sözleşme yapabilme özgürlüğüne bazı sınırlamalar getirmiştir. Bu sınırlamalardan en önemlileri, kişinin medeni haklardan yararlanma ve bunları kullanma yeterliliğine ilişkindir. Bu yeterlilik temyiz gücüne, yani makul surette hareket etme iktidarına sahip, reşit, 18 yaşını doldurmuş ve kısıtlı olmayan kişiler için söz konusudur (TMK. m.11). Temyiz yeteneğine sahip olmayan 18 yaşından küçük işçi, anne, baba ya da Yasal temsilcisinden izin veya onay almadan iş sözleşmesini feshetmeye yetkili değildir. Fakat, anne, baba veya vasi, küçüğün bir meslek ya da sanatla uğraşmasına izin vermişlerse, küçük ayrıca izin almaksızın iş sözleşmesi yapabilir. Aynı şekilde, 18 yaşından küçük işçi, anne ve babasının izin veya onayıyla aile dışında yaşıyorsa, iş sözleşmesini kendi iradesi ile yapabilir ya da feshedebilir[3].

Uygulamada iş sözleşmesinin feshi işverenin olumsuz bir eylemi ile de gerçekleşmektedir. Nitekim, işveren tarafından işyerinin güvenlik görevlilerine talimat verilerek, kapıdan işçinin işe alınmaması veya otomatik geçiş kartına el konulması buna örnek olarak verilebilir. Bu şekliyle yapılan fesihler işverenin eylemli feshi olarak değerlendirilebilir.

Sonuç olarak, Yargıtay’a göre, fesih bildirimi bir yenilik doğuran hak niteliğini taşıdığından ve karşı tarafın hukukî alanını etkilediğinden, açık ve belirgin biçimde yapılmalıdır. Yine aynı nedenle kural olarak şarta bağlı fesih bildirimi geçerli değildir. Fesih bildiriminde “fesih” sözcüğünün bulunması gerekmez. Fesih iradesini ortaya koyan ifadelerle eylemli olarak işe devam etmeme hali birleşirse bunun fesih anlamına geldiği kabul edilmelidir. Bazen fesih işverenin olumsuz bir eylemi şeklinde de ortaya çıkabilir. İşçinin işe alınmaması, otomatik geçiş kartına el konulması buna örnek olarak verilebilir. Dairemizce, işverenin tek taraflı olarak ücretsiz izin uygulamasına gitmesi halinde de, bunu kabul etmeyen işçi yönünden “işverenin feshi” olarak değerlendirilmektedir[4].

[1] DEMİR, Fevzi, İş Hukuku ve Uygulaması, 2. Baskı, İzmir, 2002; ÇELİK, Nuri, İş Hukuku Dersleri, İstanbul 2000.

[2] ODAMAN, Serkan, İşçinin haklı sebeple fesih hakkı, Aralık 2000 Ankara, YODÇEM, s.48.

[3] İNCİROĞLU, Lütfi, Sorulu Cevaplı İş Hukuku Uygulaması, 4 Baskı, İstanbul 2019, s.142

[4] Y22.HD.4.12.2017 T., E.2015/22637, K.2017/27735.

 

İhracatta Garantisiz Alacakların Finansmanda Kullanılması – Bölüm III

GARANTİSİZ İHRACAT ALACAKLARI

Bir banka garantisinin olmaması ihracat alacaklarını garantisiz konumuna sokar. Garantili alacaklar olan; akreditif, kabul kredili banka avalli işlemler dışında kalan;

  • Vesaik Mukabili İşlemler
  • Mal Mukabili İşlemler / Açık hesap
  • Kabul kredili müşteri kabullü işlemler

Genel anlamda garantisiz ihracat alacakları şeklinde ifade edilmektedir.

Garantisiz ihracat alacakları arasından en yürek sızlatan garantisiz alacaklar sınıfında yer alan Mal Mukabili İşlemler / Açık Hesap ihracat işlemleridir. Mal mukabili işlemlerde inisiyatif tamamen ithalatçının elindedir desem hiç de abartı olmaz. Açık hesap ihracat tıpkı mahalle bakalı gibi çalışır çoğu kez. İthalatçı malı alır ama karşılığında bir poliçe veya P/N vermez. “Yaz deftere kal bahara” misali

İthalatçımız USD.100.000.-‘lık mal almıştır mal mukabili olarak. Ama mal bedelinin ödenmesini muhtemelen tek seferde USD.100.000.- olarak yapmayacaktır. Bir kısmını deftere yazdırıp, bir kısmının ise ödemesini yapacaktır.

Şöyle ki;

USD.100.000.-‘lık mal bedelinin USD.75.000.-‘lık kısmını öder, USD.25.000.- lık kısmın parası ise bir sonraki alışveriş ile ödeyeyim diye ihracatçıya teklif yapmıştır. Daha da vahim sonuç; USD.100.000.- lık mal bedeline ait hiç ödeme yapmaması ve dükkanı kapatması.

Cevap hazır; “Olsa dükkan senin ama elimde yok ödeyemeyeceğim”

Böyle diyen ithalatçılar var mıdır? Ben çok tanık oldum. Böyleleri var. İşte garantisiz alacaklara güzel bir örnek.

Açık hesabın finansmanda kullanılması nasıl olur acaba? Aklı başında hiçbir finans kuruluşu açık ihracat hesabını fonlamaz. Firmanın farklı bir kredibilitesi yok ise açık hesabın finansmanda kullanılması zor.

Ancak Türk Eximbank yine burada can kurtaran rolünü üstlenir ve ihracat kredi sigortası yaparak bu ihracatçıyı finansman kapısını açabilir.

Türk Eximbank’ın asli faaliyetlerinden biri olan ülkemiz ihracatının desteklenmesi ve finansman sağlanması misyonunun yanında, ihracatçılarımızın garantisiz olarak yapmış oldukları satışlarla ilgili olarak İhracat Kredi Sigortası yapmak sureti ile ihracatçımızın alacağının adeta kaskosunu yapmaktadır. Türk Eximbank’ın ihracat kredi sigortası vasıtası ile ihracatçı hem garantisiz olarak mal satışı yapmakla birlikte daha uzun vadeli mal satmasının da önü açılmış oluyor.  Ayrıca Türk Eximbank’ın yapmış olduğu ihracat kredi sigorta poliçesinin üzerine dain mürtehin şerhi koydurmak sureti ile poliçeyi Türk Eximbank’ın anlaşma yaptığı ticari bankalara teminat göstererek oradan kredi kullanma olanağını da elde edebilmektedir.

GARANTİSİZ İHRACAT VESAİKİNİN FİNANSMANI VE BANKALAR 

Tahsil vesaikinin yurt dışına gönderilmesi konusunda ihracatçılar, ithalatçılarına tam olarak güven duymadıklarından kendi çalıştıkları bankaları devreye koyarlar. Bankalar hem ithalatçı, hem de ihracatçıya güven veren bir abide gibidir. Tahsil vesaiki ihracatçının bankasına teslim edilir ve tahsil süreci sonunda tahsil edilen ihracat bedeli ihracatçıya ödenir. Ancak tahsil süresi ülke ve ithalatçının koşularına bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bu süre birkaç gün olabileceği gibi ay ile ifade edilebilecek uzun süreleri de kapsayabilir. İşte bu aşamada ihracatçı finansal ihtiyaçlarının karşılanması için vesaikin teslim edildiği kendi bankasına başvurarak kredi talebinde bulunabilir. Kredinin teminatında ise ihracatçının verebileceği tahsil vesaiki vardır. Bankalar tahsil vesaikini teminata alarak kredi verme yoluna gidebilirler. İhracat vesaikinin tahsile gönderilmesi ve tahsil edilmesi sürecinde bankaların bu süre içinde ihracatçıya avans kredi kullandırması için bankaların önemle üzerinde durdukları esaslar;

  • Mal cinsi. Bozulabilir emtianın bankalar için uygun bir teminat olmadığını söylemek yerinde olur,
  • Vesaikin gönderileceği ithalatçının bankasının bulunduğu ülke riski
  • Vesaikin tahsil kabiliyeti. Daha önce aynı alıcıya gönderilen vesaikin akıbeti emsal teşkil eder

Belli başlı olanlarıdır.

Bankaların üzerinde durdukları koşullar bellidir. Ancak bu koşullara ilaveten bankalar CIF (Cost + Insurance + Freight) yüklemelerde ihracatçı tarafından düzenlenecek sigorta poliçesinin kendi adlarına ait olmasını isterler. Veya kendi adlarına cirolu olması ister ki poliçeden doğan hakların tamamen bankaya ait olmasını arzu etmektedirler.

Şöyle ki;

Yukarıdaki poliçenin bir ihracat işleminde kullanıldığını düşünün. İhracatçı The Rice Company firması navlun sigorta poliçesini kendi adına düzenletmiş. Poliçeden doğan tüm haklar The Rice Company’e aittir. Ancak bu navlun sigorta poliçesinin içinde bulunduğu vesaik bankadan kullanılacak ihracat avans kredisinin teminatında kullanılmak istenirse, bu durumda bankalar bu poliçenin;

  • Kendi adlarına tanzimli veya
  • Kendi lehine ciro edilmesini

talep edeceklerdir.

Navlun sigorta poliçeleri ciro edilebilir nitelikte olduğundan ihracatçı firma kendi adına tanzim ettirdiği navlun sigorta poliçesini, kredi kullanacağı kendi bankası lehine ciro edebilir. İhracatçı malını CIF (Cost + Insurance + Freight) olarak yüklediğinde elinde navlun sigorta poliçesi mevcut olmasına karşın, yüklemede teslim şekli olan FOB, CFR, EXW veya FAS olarak yapılırsa, sigorta yapma yükümlüğü ithalatçıya ait olacak. Bu durumda ihracatçının elinde navlun sigorta poliçesi olmayacak, söz konusu poliçe ithalatçıda olacaktır çünkü bu teslim şekillerine göre navlun sigortasını yapma yükümlülüğü ithalatçıya ait olacaktır. İthalatçı navlun sigortasını yaptırdığında, ihracatçının kendi bankasından kullanacağı kredinin teminatında kullanılması için elindeki navlun sigorta poliçesinden doğan hakları ihracatçıya veya ihracatçının bankasına vermeye istekli olacak mı? Elbette istekli olmayacak. Zaten vesaik mukabili işlemde asıl sorun ithalatçı ve ihracatçılar arasında bir güven sorunu yok muydu?

Bu durumda iş bankaların biraz daha fazla risk almasına kalacak. Zira FOB, CFR, EXW veya FAS olan yüklemelerde ithalatçı navlun sigortasını yapacağından dolayı bankaların navlun sigorta poliçelerinin kendilerine ibraz edilmesi veya kendi bankaları lehine tanzim / ciro edilmesi çok da anlamlı olmayacaktır. Bu durumda bankalar biraz daha fazla risk almak zorunda kalacaklar. Daha farklı ilave teminat alacaklar veya vesaik karşılığı daha fazla marj almak durumunda kalacaklardır. Vesaik tutarının % 80’nin ödemek yerine, marjı biraz daha geniş tutarak % 70’e  veya % 60’a kadar indirebilir.

KREDİ TEMİNATINDA KULLANILAN FOB, CFR, FAS EXW TESLİM ŞEKLİNE GÖRE YÜKLENMİŞ İHRACATA AİT MALLARDA HASAR OLUŞURSA.

İşte tam da anlatmaya çalıştığım konu buydu. Bankalar bu konuda genel anlamda risk almaktadırlar. Riskin tüm yönleriyle farkında olan bankaların tavrı daha farklı, riskin farkında olmayan bilgi konusunda bir adım geride olan bankalar yok değil elbette, riskin farkında olmayan bankalar olaya daha basit bir gözle bakacaklardır muhtemelen. Çünkü muhtemel riskler konusunda neler bilmedikleri önemlidir.

Şu hususun altını çizmekte yarar var; kredi teminatında kullanılan vesaik mukabili işlemde teslim şekli FOB, FAS, EXW, CFR olması durumunda, vesaik ihracatçının kontrolünde, sigorta sorumluluğu, sigortadan doğan hakların menfaatdarı ise tamamen ithalatçıdır zira navlun sigortasını tanzim ettiren ithalatçı elbette ki sigortadan doğacak hakların kendisine ait olmasını isteyecektir. Tabir yerinde ise; davul ihracatçıda, tokmak ise ithalatçıdadır. İhraç mallarında taşına sırasında hasar oluşması durumunda ise navlun sigorta poliçesi menfaatdarı olan ithalatçı sigortadan hasar tazminatını alabilecektir ama hangi koşulda? Ama malların bedeli ödenmeden malları hasara uğrayan ise ihracatçı değil midir? Hasar tazminatının ihracatçıya ödenmesi gerekmiyor muydu?

İki bilinmeyenli denklem… Sigorta şirketleri hasar ödemesini sigorta poliçesinin menfaatdarı ithalatçıya öder mi sizce? Malı hasar gören ihracatçı, parayı talep edecek olan ithalatçı…

Terazinin ibresi yanlış tarafı gösteriyor bu bakış açısında.

REŞAT BAĞCIOĞLU

Ödüllü Haftalık İş Bulmacası 21-27 Şubat 2022

Business Puzzle Weekly

Güzel bir mola verin. Kısa zihinsel bir tazeleme için Bulmaca çözün.
İş hayatı ile ilgili hazırladığımız bulmaca için 5 dakika zaman ayırın.

Her pazartesi bir bulmaca sizi bekliyor. Kolaylıklar dileriz. 

BAŞLAMAK İÇİN BULMACALAR SAYFASINI ZİYARET EDİN.

https://satinalmadergisi.com/bulmacalar/

Ödül: 1 Kişiye Dijital Dergi Aboneliği. Çözüm ve önerilerinizi dergi@SatinalmaDergisi.com adresine gönderiniz. Şanslı kişi siz olun. Resmi tıklayın ve yeni sayfada çözmeye başlayın. İnteraktiftir.

Bu bulmaca için çözüm gönderim süresi 1 haftadır.

Satınalma dergisi web sitesi üzerinde ya da kağıt çıktı (PDF) üzerinde dilediğiniz zaman çözebilirsiniz.

Sanayide Enerji Kullanımının Önemi

Dr. Öğr. Üyesi Gözde MERT

Nişantaşı Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi

İşletme Bölüm Başkanı & Gözde Araştırma Şirketi Kurucusu

“Enerji, yaratıcılığın anahtarıdır. Enerji, hayatın anahtarıdır.” William Shatner

Sanayiden kaynaklı sorunların başında çevre kirliliği gelir ve bu çok önemlidir. Her sanayi üretiminde ortaya; katı, sıvı ve gaz halinde atıklar çıkar. Bu atıklar doğayı ve insan sağlığını tehdit edici boyutlardadır. Sanayi üretimi, tarımsal ve hammadde kaynakları üzerinde büyük baskılara neden olmaktadır. Ürünlerin dağıtımı nedeniyle ihtiyaç duyulan ulaşım ağ sistemleri, doğa üzerinde yeni tahribatlara yol açar. Sanayi faaliyetleri ile büyüyen şehirler; gecekondulaşma, alt yapı yetersizliği, işsizlik ve sosyal sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma ve çevre dostu teknolojilerin kullanılması ile sanayi nedeniyle ortaya çıkan sorunların çözüme kavuşturulacağı görülmektedir.

  1. yüzyılda Sanayi Devrimiyle başlayan süreçte ülkelerin ekonomik, sosyal, siyasi alanlarda uğradıkları değişiklikler sanayileşme olarak tanımlanmaktadır. Sanayileşme, yatırım, istihdam, işsizlik, cari açık gibi küresel sorunlarla doğrudan ilgilidir.

Sanayileşme, ekonominin tarım ve hizmetler sektörlerinde de meydana gelebilir. Günümüz dünyasında, gelişmiş ekonomilerin, aynı zamanda sanayileşmiş ülkeler olmaları, ekonomik gelişme ile sanayileşme arasında çok yakın bir ilişkinin olduğunu göstermektedir. Bir ülke gelişmiş ise aynı zamanda da sanayileşmiş demektir. Bu nedenle hemen hemen bütün az gelişmiş ülkelerde sanayileşme, iktisadi veya ekonomik kalkınmanın temel yaklaşımı olarak benimsenmiştir. Bir ülkede sanayileşmeyle birlikte genellikle; sanayi ürünleri ihracatı, hammadde ithalatı ve dış ticaret hacmi artar. Tarımda çalışan nüfus oranı azalırken; sanayide çalışan nüfus oranı artarak, işsiz insan sayısı azalır. Ayrıca, kişi başına düşen milli gelir, şehirleşme oranı ve ortalama yaşam süresi artar.  Sanayinin yüksek düzeye ulaşması için; düşük katma değerli ve emek-yoğun ürünler yerine, ileri teknolojili ve sermaye-yoğun ürünler üreterek, bu ürünlerin gelişmekte olan ülkelere ihraç edilmesi gerekmektedir. Sanayinin daha iyi düzeye gelebilmesi için; teknolojik bağımlılık düzeyi, minimum seviyede olmalıdır. Yüksek derecede ve süreklilik gösteren teknolojik bağımlılık, sanayileşme çabalarını engeller.

Dünya nüfusu, teknolojik gelişmeler ve daha çağdaş yaşama arzusu gün geçtikçe artmaktadır. Buna bağlı olarak, enerji kaynaklarına olan talep, her geçen gün artmaktadır. Yeni kaynaklar aranırken, enerji tüketiminde de tasarruf yolları aranmaktadır. Dünyada enerji tüketim oranları; petrol %33, kömür %30 ve doğal gaz %23; Türkiye’de enerji tüketim oranları ise doğal gaz %33, petrol %27, taşkömürü %15, linyit %14 ve hidrolik %4’tür. Kullanışlarına göre enerji; yenilenebilir ve yenilenemez enerji kaynakları olarak ikiye ayrılmaktadır. Yenilenemez enerji kaynakları; kömür, petrol, doğalgazdır. Yenilenebilir enerji kaynakları ise; hidrolik, güneş, biokütle, rüzgâr, jeotermal, dalga ve hidrojendir.

Geleneksel enerji kaynaklarının zaman içinde tükenecek olması ve aynı zamanda karbon salınımı nedeniyle atmosferi olumsuz etkilemesi, alternatif enerji üretimini zorunlu kılmıştır. Kömür, Asya ülkelerinde önemli bir enerji kaynağı olmayı sürdürmektedir.  Elektrikli araçların bataryalarında beklenen iyileşme, taşıma sektöründe devrim yaratma gücüne sahiptir. Nükleer enerjinin geleceği konusunda ise endişe duyulmaktadır. 1923’te kurulan Dünya Enerji Konseyi, sürdürebilir enerjinin geleceği konusunda somut çalışmalar yürüten ve fikir liderliği yapan, küresel tek forumdur.

Enerji Sorunun Önemi

  • Dünya’da, artan nüfus ve refah seviyesi, enerji tüketimini de aşırı biçimde arttırmıştır. Yoğun kullanım hem enerjinin sağlanması hem de üretimi sırasında oluşan kirlilik nedeniyle büyük sorunlara yol açmakta, en önemlisi küresel ısınma tehdidini tetiklemektedir.
  • Gelişmekte olan ülkelerde büyük bir enerji açığı ve dışa bağımlılık bulunmaktadır.
  • Enerji Sorunu, günümüzde sadece sürdürülebilir bir kalkınmanın gerekliliği için değil, aynı zamanda dünya barışı ve güvenliği için de son derece önemlidir.

Dünya Bankası 2019 Enerji İlerleme raporuna göre; dünyada hala yedi kişiden birinin elektriğe ulaşamadığı ve 3 milyar kişinin çevreyi kirleten (fosil yakıtlar) kullandığı belirtilmektedir. Teknolojideki gelişmeler; güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi gibi temiz ve yenilenebilir kaynaklardan daha ucuz ve kolay enerji üretilmesini sağlayarak, enerji problemine çözüm sunmaktadır. Yeni nesil pil sistemleri ve çok daha az enerji tüketen elektrikli cihazlar ise enerjinin daha verimli kullanılmasına yardımcı olmaktadır.

Şikâyet Süreci Tamamlanmadan, Süresinde Sözleşme İmzalamaya Yanaşmadığı Gerekçesiyle Başvuru Sahibi İsteklinin Geçici Teminatı Gelir Kaydedilir mi?

İtirazen Şikayet Konusu; Şikâyet süreci tamamlanmadan, süresinde sözleşme imzalamaya yanaşmadığı gerekçesiyle başvuru sahibi isteklinin geçici teminatı gelir kaydedilmesinin ve yasaklama işleminin başlatılması doğru olurmu?

Kamu İhale Kurulu Kararı Özeti;  02.02.2022 tarihli ve  2022/UH.I-206 sayılı Kamu İhale Kurulu kararına göre;

Yapılan incelemede, şikayet ve itirazen şikayet başvurularının ihale sürecini durdurma ve sözleşmenin imzalanması sürecini erteleme etkisinin olduğu, başvurular sonucunda alınacak kararların sonucunun (başvuru red, şikayet red, düzeltici işlem belirlenmesi, iptal) bu durumu değiştirmeyeceği, idare tarafından Eren Grup Kur. Hiz. Tar. Ürn. San. ve Tic. A.Ş.nin sözleşme imzalamaya davet edildiği tarih olan 29.12.2021 tarihinde ihale sürecini durdurma ve sözleşmenin imzalanması sürecini erteleme etkisi olan bir şikâyet ve itirazen şikâyet başvuru sürecinin bulunmadığı, dolayısıyla anılan tarih itibarıyla idare tarafından ekonomik açıdan en avantajlı birinci teklif sahibi olarak belirlenen isteklinin sözleşmeye davet edilmesinde bir aykırılığın bulunmadığı, ancak söz konusu istekli tarafından sözleşme imzalama süresi içinde sözleşmeye davet yazısına yönelik olarak 05.01.2022, 08.01.2022 ve 10.01.2022 tarihli dilekçelerle şikâyet başvurusunda bulunulduğu, anılan istekli tarafından akabinde 14.01.2022 ve 17.01.2022 tarihli dilekçelerle itirazen şikâyet başvurusunda bulunulduğu, dolayısıyla başvuru sahibi istekli tarafından;

10 günlük sözleşme imzalama süresi içinde şikayet sürecinin başlatılması nedeniyle sözleşmenin imzalanma sürecinin şikayet neticesine kadar erteleneceğinden idare tarafından şikayet süreci tamamlanmadan, süresinde sözleşme imzalamaya yanaşmadığı gerekçesiyle başvuru sahibi istekli hakkında anılan Kanun’un 44’üncü maddesi gereği geçici teminatının gelir kaydedilmesi ve ekonomik açıdan en avantajlı ikinci teklif olan Ada Top. Yem. Gıd. Tem. İnş. Taah. San. ve Tic. Ltd. Şti.yle sözleşme imzalanmasına yönelik işlemlerin mevzuata aykırı olduğu,

Öte yandan, başvuru sahibi istekliye 29.12.2021 tarihinde EKAP üzerinden gönderilen sözleşmeye davet yazısında 10 günlük süre içerisinde sözleşmeyi imzalaması hususunun bildirildiği, anılan istekli tarafından ilk şikâyet başvurusunun 05.01.2021 tarihinde yapıldığı, dolayısıyla söz konusu tarih itibarıyla sözleşme imzalama süresinin durduğu, bu durma tarihine kadar 10 günlük sözleşme imzalama süresinin 6 gününün geçtiği, bu itibarla işbu Kurul kararının taraflara (idare ve başvuru sahibi istekli) tebliğinden itibaren idare tarafından başvuru sahibi isteklinin kalan 4 günlük süre verilerek sözleşme imzalamaya davet edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Mehmet ATASEVER

Kamu İhale Kurulu Eski Üyesi/ Akademisyen

Boeing, 2 Milyar Dolarlık E-Ticaret Satışıyla Rekor Kırdı

  • Boeing Satış Sonrası Hizmetler online satış portalı, müşteri işlemlerini yeni araçlarla kolaylaştırıyor. 
  • Rekor düzeyde online sipariş, COVID-19 sonrası toparlanmanın sürdüğünü gösteriyor. 

Boeing, geçen yıl 2 milyar doların üzerinde online sipariş alarak e-ticarette yedek parça satış rekoru kırdı. Dijital araçlara yaptığı yatırımlarla güçlenen Boeing Distribution Inc. (eski adıyla Aviall), kendi e-ticaret sitesi üzerinden ticari ve kamu müşterilerine 70.000’e yakın yedek parça ürünü satarak salgın öncesi satış rakamlarının üstüne çıktı. Online satışların 1,5 milyar dolarını oluşturan ticari siparişler, havayolu sektöründeki süregelen toparlanmanın göstergesi oldu.

Boeing Satış Sonrası Hizmetler Başkan ve CEO’su Ted Colbert, “Piyasanın istikrarlı bir toparlanma sürecine girdiği bu dönemde, 2021 yılını 2 milyar dolarlık rekor satışla kapattık. E-ticaret kabiliyetlerimiz, sektörün toparlanması ve büyümesi için sunduğumuz dijital çözümlere örnek teşkil ediyor. Ürün ve hizmetlerimizle değer yaratmaya, bu dinamik ortamda faaliyet gösteren müşterilerimizle ortaklıklar geliştirmeye devam edeceğiz.” dedi.

Boeing Distribution Inc.’in online işlemlerde elde ettiği gelir, salgın öncesi döneme kıyasla yüzde 15 artarken, siparişler de yüzde 20 oranında artış gösterdi. Yenilenen ana sayfa, canlı sohbet özelliği ve online bilgi merkezi gibi müşteri deneyimini iyileştirmeye yönelik yeni araçların devreye sokulmasıyla satışlarda artış yaşandı.

500.000’den fazla ürünün satışa sunulduğu yenilenmiş yedek parça e-ticaret portalı, geçen yıl, 50 ülkeden 5 milyon ziyaretçi rakamına ulaştı.

Boeing’in 2021’deki yedek parça ürünleri için çevrimiçi rekor siparişleri, dijital araçlara yapılan yatırımla desteklendi.

Boeing Satış Sonrası Hizmetler Yedek Parça, Dağıtım Hizmetleri ve Tedarik Zinciri Başkan Yardımcısı William Ampofo, “Müşterilerimizin ihtiyaçlarını dikkate alarak yeni dijital araçlarla e-ticareti iyileştirmeye devam ediyoruz. Ayrıca, strateji, program ve ürün yelpazesi yönetimini tedarik zinciri ve müşteri desteği ile uyumlu hale getirerek müşterilerimiz için daha modern bir süreç yaratıyoruz. Dijital ve performans iyileştirmelerine odaklanmaya, müşterilerimizle ilişkilerimizi güçlendirmeye devam edeceğiz.” dedi.

İşçilerin Ara Dinlenmesinde Yemeklerini Makinenin Başında Yemeleri İş Süresinden Sayılır mı?

İş süresinin düzenlenmesine ilişkin hükümler, öncelikle iş gücünün korunması amacına hizmet etmektedir. Bu amacın gerçekleştirilmesi, sadece günlük çalışma süresinin sınırlandırılmasını değil, aynı zamanda işçilere çalışma süresi içinde işe ara verme imkanının da tanınmasını gerektirmektedir. Aksi taktirde, çalışmaya bağlı gerilimin, dikkatsizlik ve kazalara yol açması ve zaman içinde sağlık sorunlarıyla karşılaşılması kaçınılmazdır. İşte 4857 sayılı Kanunun 68. maddesindeki ara dinlenmesine ilişkin düşünce bu tür sonuçları önlemek için düzenlenmiştir [1].

Günlük azami çalışma süresi on bir saattir. Yedi buçuk saati aşan çalışmalar yönünden en az bir saatlik ara dinlenmesi süresi, günlük en çok on bir saate kadar olan çalışmalarla ilgilidir. Bu nedenle, günde on bir saate kadar olan (on bir saat dâhil) çalışmalar için ara dinlenmesi en az bir saat, on bir saatten fazla çalışmalarda ise en az bir buçuk saat olarak verilmelidir.

Yargıtay’a göre de, “Ara dinlenme 4857 sayılı İş Kanununun 68 inci maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hükümde ara dinlenme süresi, günlük çalışma süresine göre kademeli bir şekilde belirlenmiştir. Buna göre dört saat veya daha kısa süreli günlük çalışmalarda ara dinlenmesi en az on beş dakika, dört saatten fazla ve yedi buçuk saatten az çalışmalar için en az yarım saat ve günlük yedi buçuk saati aşan çalışmalar bakımından ise en az bir saat ara dinlenmesi verilmelidir. Uygulamada yedi buçuk saatlik çalışma süresinin çok fazla aşıldığı günlük çalışma sürelerine de rastlanılmaktadır. İş Kanununun 63 üncü maddesi hükmüne göre, günlük çalışma süresi on bir saati aşamayacağından, 68 inci maddenin belirlediği yedi buçuk saati aşan çalışmalar yönünden en az bir saatlik ara dinlenmesi süresinin, günlük en çok on bir saate kadar olan çalışmalarla ilgili olduğu kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla günde on bir saate kadar olan (on bir saat dahil) çalışmalar için ara dinlenmesi en az bir saat, on bir saatten fazla çalışmalarda ise en az bir buçuk saat olarak verilmelidir”[2].

Sonuç olarak işçilerin ara dinlenmesi sırasında makinaları kontrol etmeleri için yemeklerini makinenin başında yemeleri, ara dinlenmesi sırasında fiilen çalışmasalar bile işin veya makinanın başında çıkacak iş için ya da arıza veya tehlike anında derhal müdahale için bekletilmeleri durumunda, bu süre iş süresinden sayılır ve işçinin normal ücretinin ödenmesi gerekir. Ayrıca bu çalışma ile haftalık çalışma süresi aşılıyorsa, İş Kanunu anlamında fazla çalışma sayılır ve fazla çalışma ücretinin de ödenmesi gerekir.

[1]Geniş bilgi için bkz: TULUKÇU, Binnur, İş Hukukunda Dinlenme Hakkı, Ankara 2012, s.5,6; SOYER, Polat, “Yargıtay’ın Ara Dinlenmesine Ait Kararı Üzerine Düşünceler”, Türk Kamu-Sen, Mart 1989, s.8.

[2] Y9HD. 30.10.2014 T., E.2012/36451, K.2014/31780 Legalbank.

İhracatta Garantili Vadeli Alacakların Finansmanı – Bölüm II

GARANTİLİ ALACAKLAR – AVALISED DRAFT – BILL OF EXCHANGE

Yurt dışına yapılan vadeli satışlardan alınan poliçeler;

  • Müşteri kabullü (garantisiz)
  • Müşteri kabullü banka avalli (garantili)

Şeklindedir.

İhracatçı hem malından, hem de parasından olmamak için, poliçenin belli bir vadede ödenmesinin garanti edilmesini istemesi doğaldır. İşte böyle durumlarda ihracatçı poliçesini hazırlar ve ithalatçının bankasına gönderir. Poliçenin kambiyo mevzuatına göre bir borç senedi niteliğine dönüşmesi için bu poliçeye öncelikte borçlu olan ithalatçının borçlu sıfatı ile imza koyması gerekmektedir. İthalatçı tarafından imza konulan poliçe kambiyo senedi haline dönüşür ki bu poliçede ithalatçının borçlu konumda olduğu kesinleşmiştir. Ancak poliçenin sadece ithalatçının imzasının var olması demek poliçenin ödemesinin garantisi altına alınmadığı anlamına gelir. Bu durumda ithalatçının bankası poliçeye garantör sıfatı ile aval verir. Poliçede avalin olması demek, banka tarafından poliçe bedelinin borçlu adına banka tarafından garanti edildiği anlamı ortaya çıkar.

BANKA AVALLİ POLİÇE

Poliçe vadesi geldiğinde bankalar, poliçe bedelini borçlu olan ithalatçıdan tahsil edip etmediğine bakmaksızın, poliçe bedelini ödemekle yükümlüdür. Çünkü poliçenin avalisti (garantörü) konumundalar.

Banka avalli (garantli) poliçe ihracatçının tam anlamıyla güvencesidir. En az  cebinizdeki para kadar garantilidir ki ihracatçı bu poliçeyi eline aldığında bilmelidir ki poliçe vadesinde alacağı banka tarafından ödenecektir.

VADESİ BANKA TARAFINDAN GARANTİ EDİLEN VADELİ BİR POLİÇE İLE NELER YAPILABİLİR?

İhracatçımız bu poliçe bedelini poliçe vadesinde tahsil edeceğinden emin olmakla birlikte, elindeki bu poliçe ile poliçe vadesi gelmeden şunları yapabilir;

  • Poliçeyi teminata verip, bankadan kredi çekebilir
  • Poliçeyi gerek bankadan, gerekse forfaiting şirketlerinden vadesinden önce iskonto ettirmek sureti ile parasına kavuşabilir,
  • Poliçeyi bir banka aracılığı ile tahsile verebilir,
  • Poliçeyi ithalatçının bankasında muhafaza ettirip, poliçe vadesinde ithalatçının bankasından parasını talep edebilir,
  • Poliçe sayesinde likiditesini ayarlayabilir,
  • Poliçe bir şekilde kaybolsa da hukuki süreç sonunda kaybolan poliçenin yerine yenisini alabilir. Ancak kaybolan poliçe değil de paranız olsaydı, siz bu kaybolan paranızın yerine bankadan veya herhangi bir yerden yenisini temin edemezdiniz. Para kaybolduysa, paranızı unutacaksınız. Ancak banka avalli poliçeniz kaybolsa da, hukuki süreç sonunda siz poliçenize tekrar kavuşabilirsiniz ve kaybınız söz konusu olmayacaktır.

İHRACATTA GARANTİLİ VADELİ POLİÇELERİN DURUMU

Bu durumda banka avalli poliçeler için paradan daha garantilidir, kaybolsa dahi hukuki süreç tamamlandıktan sonra ihracatçı hiçbir maddi kayba uğramadan parasına kavuşabileceğinden dolayı, banka avalli poliçenin garantisi tartışılmazdır diyebiliriz.

VADELİ TEYİDLİ İHRACAT AKREDİTİF ALACAKLARININ FİNANSMANI

Haftaya ele alalım.

REŞAT BAĞCIOĞLU

Tarımsal Sorunların Çözümünde “Yeşil Devrim”

Dr. Öğr. Üyesi Gözde MERT

Nişantaşı Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi

İşletme Bölüm Başkanı & Gözde Araştırma Şirketi Kurucusu

“Milli ekonominin temeli tarımdır.” Atatürk

Yeryüzünde tarıma elverişli topraklar sınırlı olmasına rağmen verimlilik artışları sayesinde birim araziden elde edilen ürün miktarı büyük oranda artırılabilmektedir. Buna son zamanlarda gen mühendisliği alanında kaydedilen gelişmeler de eklendiğinde yeryüzündeki kaynakların israf edilmeden kullanılması ile bugün yeryüzünde açlık diye bir sorunun olmaması gerekir. Oysa günümüzde yeryüzünün birçok bölgesinde hızla büyümekte olan bir açlık sorunu vardır. Dünyadaki açlık sorununun giderek büyümesinde ve bu konudaki endişelerin artmasında küresel iklim değişikliğine bağlı olarak artan kuraklık ve bölgesel anlaşmazlıklardan doğan çatışmalar etkilidir.

Tüm insanların her zaman sağlıklı ve aktif bir yaşam sürdürebilmek için yeterli, güvenli ve besleyici gıda almalarını sağlayabilmek insanlığın önündeki en önemli zorluklardan birisidir. Dünya Gıda Programı’na (World Food Program) göre dünyada 815 milyon insan yeterli beslenememektedir. İnsanların 1/3’ü ya kötü beslenmekte ya da obezite gibi gıda kaynaklı sorunlarla karşılaşmaktadır. Beslenme sadece kişisel durumumuz için değil, aynı zamanda sağlık, refah, çevre, afetlerle mücadele, su, enerji ve hatta yönetişim konularını da direkt olarak etkilemektedir. Birleşmiş Milletler raporlarına göre dünya çalışan nüfusunun %26’sı tarım ve beslenme ile ilgili alanlarda çalışmaktadır. 2021’de 11 triyon dolara ulaşan bu sektörün büyüklüğü her geçen gün artmaktadır.

Sürdürülebilir kalkınma kavramının ortaya çıkmasına giden yol, 1940’lı yıllarda Dünya nüfusunun artan yiyecek ihtiyacını karşılamaya yönelik önemli bir buluş olarak kabul edilen “Yeşil Devrim” ile başlamıştır. 1950’li ve 60’lı yıllarda hızla artan nüfusa yiyecek sağlama probleminin çözümü olarak gündemde olan yeşil devrimin günümüzde ortaya çıkan çevre sorunları ile ilintili olduğu tartışılırken, günümüzde yiyecek üretimi ile ilgili gündem, sürdürülebilir kalkınma kavramının ortaya çıkması ile farklı alanları da içermektedir.

Yeşil Devrim, 1940’lı yıllarda Meksika’da tarımsal uygulamalardaki yeniliklerle başlamıştır. Bu uygulamalar sonucunda elde edilen daha fazla yiyecek üretme başarısı, 1950’li ve 60’lı yıllarda hızla artan nüfusa yiyecek sağlama problemi ile karşı karşıya kalan tüm Dünya ülkeleri için mükemmel bir çözüm olmuştur. Yeşil Devrim’in yaratıcısı olarak kabul edilen Dr. N.E. Borlaug 1970 yılında, özellikle Hindistan, Meksika ve Orta Doğu’da milyonlarca insanı açlıktan ölmekten kurtardığı için, Nobel ödülü almıştır. 1980’li yıllarda ise, yiyecek üretiminin artması ile milyonlarca insanı açlıktan kurtaran Yeşil Devrim’in gerçekte “yeşil” olmadığı tartışılmaya başlamıştır. Çünkü Yeşil Devrim uygulamalarının dayandığı temel noktaların (daha fazla kimyasal gübre ve pestisit kullanımı, daha fazla su kullanımı, tarla açmak için yok edilen sulak alanlar, otlaklar, orman alanları ve doğal alanlar) aslında günümüzün küresel problemlerinin temel nedenleri olduğu öne sürülmektedir. 1950’li yıllarda, insanoğlunun çevre sorunları ile karşılaşmasına yol açacak nedenlerden biri olan Yeşil Devrim sürecine götüren en önemli neden, artan nüfusun yiyecek ihtiyacının karşılanamamasıydı. Ancak, nüfus artışının sadece yiyecek sıkıntısı ile değil, ekolojik tehditlerle de ilintili olduğu 1968 yılında Paul Ehrlich’in yazdığı “Nüfus Bombası” (The Population Bomb) adlı kitapla tarihe geçmiştir. Aynı yıl pek çok uzman, Paris’te Birleşmiş Milletler (BM) Biyosfer Konferansı’nda ilk kez bir araya gelerek, kirlilik, kaynakların yok olması ve sulak alan kaybı konularının da aralarında olduğu, küresel çevre problemlerini tartışmışlardır.

1972 yılında Roma Kulübü Raporu olarak da bilinen “Büyümenin Sınırları” (Limits to Growth) başlıklı kitap yayımlanmıştır. Bu kaynakta yanıt aranan soru ise; “Bugünün temel sorunları olan 5 değişken (hızlı nüfus artışı, gıda üretim şekli, sanayileşme hızı, çevre kirlenmesi düzeyi ve yenilenemez doğal kaynakların tükenme hızı) bugünkü seyrinde ilerlerse önümüzdeki yüzyıl içinde ekonomimizi nasıl bir gelecek bekliyor?” idi. Günümüzde bu soruyu, “Mevcut ekonomik düzen ve uygarlığımız sürdürülebilir mi?” şeklinde sormak mümkündür. Ancak 1972 yılında henüz sürdürülebilir kalkınma kavramı bu anlamda kullanılmıyordu. “Büyümenin Sınırları”nda bu soruya verilen yanıt ise özetle şöyledir:

  1. Dünya nüfusunda, sanayileşmede, çevre kirlenmesinde, gıda üretiminde ve doğal kaynakların tükenmesinde bugünkü büyüme eğilimi süregelecek olursa, gezegenimizde ekonomik büyüme gelecek yüzyıl içinde sınırına dayanacaktır. Olasılığı en fazla sonuç gerek nüfusta gerekse üretim kapasitende oldukça ani ve kontrol altına alınmayan bir düşüşün ortaya çıkmasıdır.
  2. Bu büyüme eğilimini değiştirme ve gelecekte uzun süre devam edebilecek ekolojik ve ekonomik bir denge kurma olanağı vardır. Dünya çapında bir denge, dünya yüzeyindeki her bireyin temel maddi ihtiyaçlarına doyumunu sağlayacak ve her bireyin beşerî potansiyelinin geliştirilmesi için eşit fırsata sahip olmasına olanak verecek biçimde tasarlanabilir.
  3. İnsanlar, birinci sonuç yerine ikinci sonucu elde etmek için çaba harcamaya karar vermeleri halinde, ne kadar çabuk harekete geçerlerse, başarı olasılıkları o ölçüde artacaktır.

Bu yanıtın politik tercümesi, “hemen şimdi” ve “sıfır büyüme” oldu. 1972’yi takip eden 10 yıl içinde pek çok Batı ülkesinde birbiri ardınca kurulan yeşil partiler ekonomik büyüme paradigmasını çok daha cesaretle eleştirmeye ve sıfır büyümeyi savunmaya başladılar.  Artık, gezegenin taşıma kapasitesinin yüzyıl daha dayanamayacağını, küresel ısınma ile ilgili tahminlerden çok iyi bilinmektedir.