PLM (ÜRÜN YAŞAM DÖNGÜSÜ YÖNETİMİ) İLE GÜÇLÜ TEDARİK ZİNCİRLERİ    

PLM (ÜRÜN YAŞAM DÖNGÜSÜ YÖNETİMİ) İLE GÜÇLÜ TEDARİK ZİNCİRLERİ
Anıl ERDOĞAN

İşletmenizin geleceği, alacağınız siparişlerin devamlılığı ve satınalma sözleşmelerinizin tekrarlı ve sürdürülebilir olması ile doğru orantılıdır. Bu nedenle, yeni siparişler için fuar ziyaretleri çoğu organizasyon için vazgeçilmezdir. Düşünün ki, bu yılki uluslararası satış fuarında rakiplerinizden biri, daha çevreci ve uygun maliyetli bir yeni ürünün tanıtımını yapıyor. Fuardaki pazarlama ve satış ekipleriniz, hızlıca bir benchmark isteyecek ve yeni bir ürün çıkarmanız gerektiği kararlaştırılacak. Üst yönetim raporlamalarında, yönetim kurulu yeni ürünün lansmanının bir sonraki uluslararası satış fuarına hızlıca yetişmesini isteyecek. Ve bilin bakalım, bir sonraki fuar ne zaman? 3 ay sonra!

Pazarlama önce AR&GE’den yeni ürünün prototipini isteyecek. AR&GE, spekler henüz net olmadığı için kendi benchmark araştırmasına göre bir tasarım yapacak. Üretim, bu ürünü sadece yeni ürün toplantılarında ve prototip malzemelerle AR&GE lab’ında üretilmiş olarak görecek. Kalite, sadece seri üretim şartları olgunlaştıktan sonra bu ürüne bir kalite planı çıkarabiliriz diyecek. Peki Tedarik Zinciri ekibi? AR&GE’nin tedarikçilerden 1-2 adetlerle elde ürettiği bir prototipin malzemelerinin tedarikçi araştırmalarına girecek, belirleyeceği min. sipariş miktarı (MOQ) ve lot periyotlarına göre tedarikçilerden fiyat alacak, senaryo çalışması için finans&mali işler’e gönderecek. Finans ekibi bir bütçe çalışacak, ürün maliyetini belirleyecek. Bu sırada tüm tedarikçilerden temin süreleri varsayımsal miktarlarda alınacak.

Tabii ürün prototipi bu ilk çalışmaların üzerine, pazarlama ekiplerinin ve üst yönetimin isterleri ile çeşitli revizyonlar geçirmiş olacak ve ilk planlanandan daha farklı bir ürün ağacı olacak.

Ve tabii bir de bu hızlıca yenilenen prototip fuara yetiştirilmiş olacak ve sürpriz! Daha ilk fuarda, satış ekibiniz müşteriyle anlaşacak ve inanılmaz bir ön sipariş ile yurda dönecek.

Tebrikler!

Peki sonraki tedarik zinciri süreçleri, özellikle satınalma? Yenilenen ürün ağacına göre tedarikçilerle sözleşme yapmaya oturmak için plan yaparken, o da ne? Bu malzeme ilk planda yoktu? Haberimiz yok. İnceliyorsunuz, tedarikçi analizleri vb. derken, tedarik süresi 6 ay!Malzeme Japonya’dan gelecek. Peki , fuardan aldığımız siparişin müşteriye teslimatı için terminimiz? 3 ay!

Tekrar tebrikler, koca bir backlog’a hoşgeldiniz! Şimdi, üst yönetime fuardan gelen koca bir yeni ürün siparişinin neden yetişmeyeceğini anlatma zamanı…

Peki, organizasyondaki tüm birimler, Pazarlama ve AR&GE ekiplerinin her “küçük” eklemesinden ve değişikliğinden, daha ürün ilk fikir aşamasındayken bir sistem üzerinden haberdar olsaydı? Tüm organizasyonun yeni ürünü çalıştığı ilk versiyondan farklı olarak, 2. ve 3. iterasyonlarda tasarım gereği sonradan eklenen/değiştirilen malzemelerin, mevcut terminleri uzatacak malzemeler olduğunu görebileceğiniz bir sistem? Özellikle yeni iterasyonlar üst yönetime onaylatılmadan önce bu analiz yapılabilseydi?

İşte PLM, yani ürün yaşamdöngüsü yönetimi, tam da bu amaçlara hizmet edecek ve “time to market” denen, rakiplerinize göre daha hızlı yeni ürün piyasaya sürmenizi sağlayacak bir sistem. Ürünü, daha pazarlama ekibinin ya da üst yönetimin aklında bir fikir halindeyken yakalayıp tüm organizasyonu haberdar eden, ürünün ilk prototip geliştirmelerinin ürün ağaçlarından seri üretime geçinceye kadarki her değişikliği tüm organizasyon birimlerinin görüntüleyebildiği bir ürün/portfolyo yönetim sistemi.

Ayrıca, yine tedarik zinciri ekiplerinin en çok meşgul olduğu konu olan “Yeni üründeki üretimin istediği bu malzeme ürün ağacında (BOM) yok ki?” sorunu için de PLM biçilmiş kaftandır.

  • Ürün ilk tasarımken oluşturulan CAD BOM (Tasarım Ürün Ağacı),
  • Sonraki mühendislik süreçleri tasarımı sonrası oluşan E-BOM(Mühendislik Ürün Ağacı)
  • ve nihayet üretime geçmesi için gereken üretim malzemelerinin de eklendiği (Teknik resimde olmadığı için E-BOM’da gösterilemeyen) M-BOM (Üretim Ürün Ağacı)

Tedarik zinciri ekipleri, çoğu zaman E-BOM’a göre plan yapıp M-BOM’da yeni malzemeleri gördüğünde , tedarik zincirinizin ve siparişlerinizin aksaması kaçınılmaz olacaktır. İşte bu nedenle, özellikle havacılık&savunma ve otomotiv endüstrilerinde vazgeçilmez bir sistem olan PLM sistemlerinin, ülkemizde diğer endüstrilerde de yaygınlaştığını görmek daha etkili tedarik zincirleri ve daha verimli büyüyen işletmeler sağlayacaktır. PLM sistemleri sadece AR&GE ekiplerinin CAD tasarımlarını yapıp prototip ürünü teslim ettiği bir bilgisayar programı değil, ERP’nize entegre bir dijital ikizin olduğu maliyet tabanlı tasarım yaptığınız ve ürünü prototip halinden satış sonrası servis yönetimine kadar görüntüleyip takip edeceğiniz bir Endüstri 4.0 bileşenidir.

PLM’e yatırım, işletmenizin geleceğine ve tedarik zincirinizin verimliliğine yapılacak önemli bir adımdır.

Uluslararası Ticarete Giriş Yolları: Lisans Anlaşmaları

“Ticaret; ulusların zenginliğini eşit yapan bir güçtür.” Gladstone

Lisans anlaşmaları, dış piyasalara girmenin kolay olan yollarından biridir. Lisans anlaşmasında, lisansör (lisans veren) bir üretim süreci, tekniği, marka ve patentleri belirli bir ücret karşılığında lisans alana satmaktadır. Lisans veren lisansör, alan lisansiye, yapılan anlaşma da lisans anlaşması olarak tanımlanmaktadır.

Yeterli bilgi, deneyim, zaman ve kaynağa sahip olmayıp, uluslararası piyasaya girmek isteyen bir firma, lisans anlaşması yoluyla ürünlerini satacak yabancı bir ortağa sahip olabilir. İşletmeler, büyük yatırımdan lisans anlaşmaları ile kaçınabilmektedir. Lisans anlaşmalarının bir başka yararı; sosyal, siyasi ve ekonomik belirsizlik olan ülke pazarlarında, yatırım yapılması konusundaki risklere karşı işletmeyi koruyabilmektedir. Bilinen markası olan firmalar, bu bilinirlikten hareketle esas iş alanlarının dışında da markalarını kullanmak isteyebilirler. Ancak çok iyi bilmedikleri, farklı bir sektörde yatırım yapmaktan kaçınma davranışı sergiledikleri görülmektedir. Buna bir çözüm olarak da lisans anlaşmasının kullanıldığı görülmektedir. Örneğin, Coca-Cola tekstil sektöründe doğrudan yatırımı bulunmadığı hâlde lisans verip, isim hakkını kullandırarak tekstil ürünlerinden de gelir elde etmektedir.

Lisans anlaşmalarının dezavantajlarından biri; belirsizlik ortamıdır. Lisans verildikten sonra, teklifler sadece lisans alan firmanın etkin pazarlama gerçekleştirilebilirse ödenir. Diğer bir dezavantaj ise lisans anlaşması sona erdikten sonra, lisansı alan firma lisansör firmanın rakibi hâline gelebilmektedir. Lisans anlaşması sayesinde lisansı alan şirket, lisansör şirketin tüm ürünlerini ve pazarı en iyi tanıyan şirket hâline gelir ve lisans anlaşması sona erdiğinde bu ürünleri pazarı lisansörden daha iyi tanıdığı için ürününün daha iyi bir versiyonunu üretme ve pazarlama yeteneğine sahiptir. Bu nedenden ötürü lisans anlaşmaları genellikle birkaç yıl veya daha uzun süreler için yapılmaktadır.

Detaylı bilgiler için aşağıdaki eseri okuyabilirsiniz:

Mert, G. (2019). Uluslararası İşletmecilik Teori, Kavram ve Örnek Olaylar, Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara

Alım Talebi: Boyun Askılı Strep – 400 Adet

ALIM TALEBİ

Ürün Tanımı:

1.10 m uzunluk
5 cm kalınlık
Ucuna clips takılacak ve clips üzerine lastik ve marka basılacak alan
Clips siyah renk olacak boyut için iletişime geçin lütfen
Clips metal yada daha uygun fiyatlı bir materyal olabilir.

 

İmalatını yapan tedarikçiler aranmaktadır.

Adet: 400 Adet

Teklifleriniz için: ticaret@satinalmadergisi.com

Son Teklif Toplama Tarihi: 16.09.2022

B2B MAĞAZA AÇILDI

Mağazada
– ürün
– hizmet
– 2. el makine teçhizat
– araç
– stok fazlası ürün
– hurda satışı yapabilirsiniz.

MAĞAZA İÇİN https://satinalmadergisi.com/magaza/  TIKLAYINIZ

E-MAĞAZADA SATIŞ YAPMAK İÇİN SATICI ÜYELİK TİPLERİNİ İNCELEYİNİZ.

DHL Supply Chain Türkiye, Sağlık Sektöründe Nakliye Standartlarını Yukarıya Taşıyor

  • DHL Supply Chain Türkiye, stratejik planlamaları kapsamında Türkiye’deki ısı kontrollü ilaç dağıtım çözümü “Aktif Dağıtım” uygulamasını devreye aldı. 
  • Uygulama, ekstra ambalaj kullanımının önlenmesiyle karbon ayak izini %38 oranında azaltıyor.
  • Aktif dağıtım modeli uygulamasıyla DHL müşterilerine çok büyük oranda maliyet tasarrufu sağlıyor. 

Tedarik zinciri ve lojistik hizmetleri şirketi DHL Supply Chain (DSC) Türkiye, depolama ve nakliye alanında geliştirdiği çözümlerle sektör standartlarını belirlemeye devam ediyor. DSC Türkiye, soğuk zincir dağıtım çözümünü devreye alırken, ürünü özel ambalajlarda paketlemek yerine ısı kontrollü araçlarla sevk ediyor ve böylece karbon emisyonunu da düşürüyor.

“Aktif Dağıtım” ile Isı Kontrollü Dağıtım

DSC, “Aktif Dağıtım” projesiyle, İstanbul’da yapılan pilot uygulamanın ardından, pasif soğuk zincir dağıtımından aktif soğuk zincir dağıtımına geçişi müşterileri için tüm Türkiye’de hizmet verebilecek seviyeye ulaştırdı. Uygulama kapsamında frigorifik kamyonlar, ürün sıcaklığının online görülebilmesi için özelleştirdi. Kamyon kabinine monte edilmiş özel bir ekran, sürücünün nakliye sırasında sıcaklığı izlemesini sağlamanın yanında, bu iş özelinde yatırımı yapılan kasaların içerisindeki sıcaklığı ve konumun ise web üzerinden uzaktan takibi de sağlanıyor.

Müşteri ihtiyaç yönetiminde dünya liderleri arasında yer alan DSC, pasif soğuk zincir dağıtımından aktif soğuk zincir dağıtımına geçişle birlikte tedarik zinciri maliyetlerini düşürmeyi, süreçleri kolaylaştırmayı ve mevzuata uyumu basitleştirerek süreç yönetiminde büyük bir pozitif etki yaratıyor.

Karbon Ayak İzini %38 Oranında Azaltan Uygulama

Sürdürülebilirlik alanında dünya çapında ses getiren adımlar atan şirket; strafor ve soğuk paketler de dahil olmak üzere ambalaj için sarf malzemeleri satın alma ihtiyacını ortadan kaldırarak karbon ayak izini yüzde 38 oranında azaltmayı başardı. Paketleme süreçlerinin ve sarf malzemelerinin depolanması için dondurucuların muhafaza edilmesi ihtiyacının ortadan kaldırılması sayesinde ise ek verimlilikler sağlandı.

Proje hakkında açıklama yapan DSC Türkiye Nakliye Direktörü Utku Uysal; “geliştirdiğimiz bu yeni uygulaması sayesinde, ürün sıcaklıklarına dijital olarak sürekli görünürlük sağlayarak, uyumluluğu da basitleştirdik ve düzenlemelerin ötesinde aktif soğuk zincir dağıtımına geçiş yaparak şirket özelinde sektördeki lider konumumuzu güçlendirdik. Bu uygulamanın devreye alınmasıyla birlikte, GDP’ye tam uyumlu dağıtım networkü oluşturmak adına da çok önemli bir adım atmış olduk” şeklinde konuştu.

Ağırlık Katsayılarının Belirlenmeyen Fiyat Farkı Düzenlemesi İhalenin İptaline Neden Olur Mu ?

Kamu İhale Kurulu Kararı Özeti; İtirazen şikâyet dilekçesinde özetle, İdarece hazırlanan ihale dokümanında fiyat farkına ilişkin düzenlemelerin 24 Şubat 2022 tarihli ve 31760 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan, 4734 Sayılı Kamu İhale Kanununa Göre İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Fiyat Farkına İlişkin Esaslara uygun olarak hazırlanmadığı, söz konusu ihale sonucu ihale üzerinde bırakılan istekli ile mevcut Sözleşme Tasarısı üzerinden sözleşme imzalanacağı ve Sözleşme Tasarısı’nın 14.3’üncü maddesi gereği sözleşmede yer alan fiyat farkına ilişkin esas ve usullerde sözleşme imzalandıktan sonra değişiklik yapılamayacağı göz önüne alındığında, mezkûr düzenlemelerin ödemeler esnasında sorun yaşanmasına neden olmakla birlikte isteklilerin teklif fiyatlarını belirleme esnasında da tereddüt yaşamalarına neden olacağı, ihale konusu işin süresinin 365 takvim gününü aşan bir hizmet alımı olduğu durumlarda, İdari Şartname ve sözleşmelerde 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa Göre İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Fiyat Farkına İlişkin Esaslara göre fiyat farkı hesaplanacağının belirtilmesi ve bu doğrultuda ihale dokümanında malzemeli yemek hizmeti alımlarına ilişkin olarak Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yayımlanan Endeks Tablosunun 10 numaralı “Gıda Ürünleri” sütunundaki sayı veya bu endeksin alt endekslerinde belirtilen sayılardan uygun olan birine veya birkaçına yer verilmesi gerektiği, ancak ihale dokümanında fiyat farkı hesaplama formülüne ilişkin ağırlık katsayılarının belirlenmediği, ihale dokümanında malzemeli yemek hizmeti alımlarına ilişkin olarak Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yayımlanan Endeks Tablosunun 10 numaralı “Gıda Ürünleri” sütunundaki sayı veya bu endeksin alt endekslerinde belirtilen sayılardan uygun olan birine veya birkaçına yer verilmediği, ihale dokümanında fiyat farkı katsayılarına ve endekslerine yönelik bir belirleme yapılmadığı görüldüğünden ihalenin iptal edilmesi gerektiği iddialarına yer verilmiştir.

10.08.2022 tarihli ve 2022/UH.II-947 sayılı Kamu İhale Kurulu kararına göre;

Başvuru sahibinin 4’üncü iddiasına ilişkin olarak:

Mevzuat hükümlerinden ihale konusu işin süresinin 365 takvim gününü aşan bir hizmet alımı olduğu durumlarda, İdari Şartname ve sözleşmelerde 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa Göre İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Fiyat Farkına İlişkin Esaslara göre fiyat farkı hesaplanacağının belirtilmesi ve bu doğrultuda ihale dokümanında malzemeli yemek hizmeti alımlarına ilişkin olarak Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yayımlanan Endeks Tablosunun 10 numaralı “Gıda Ürünleri” sütunundaki sayı veya bu endeksin alt endekslerinde belirtilen sayılardan uygun olan birine veya birkaçına yer verilmesi gerektiği, idarece ihale dokümanında fiyat farkı verileceğine ilişkin düzenleme yapılması durumunda, malzemeli yemek hizmeti alımı ihalelerinde hizmet alımında kullanılacak girdilerin ağırlık katsayılarının ve kullanılacak alt endekslerin dokümanda belirlenmesinin zorunlu olduğu anlaşılmaktadır.

İdare tarafından hazırlanan İdari Şartname ve Sözleşme Tasarısı’nda Hizmet Alımlarında Uygulanacak Fiyat Farkına İlişkin Esaslar uyarınca fiyat farkı ödenebilecek hizmet alımlarında sözleşme süresi 365 takvim gününü aşan kısım için fiyat farkı verileceğinin, malzemeli yemek hizmeti alımlarında Endeks tablosunun 10 numaralı Gıda Ürünleri sütunundaki sayının baz alınacağının, ihale dokümanında belirtilen personeller için; 24.02.2022 tarih 31760 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 4734 Sayılı Kamu İhale Kanununa Göre İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Fiyat Farkına İlişkin Esaslar, İşçilik Maliyetlerinde Değişiklik başlıklı 6. maddesinin esas alınarak hesaplanacağının düzenlendiği görülmüştür.

Yukarıda aktarılan mevzuat açıklamaları ve tespitler neticesinde, idarelerin malzemeli yemek hizmeti alımlarına ilişkin olarak Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yayımlanan Endeks Tablosunun 10 numaralı “Gıda Ürünleri” sütunundaki sayı veya bu endeksin alt endekslerinde belirtilen sayılardan uygun olan birine veya birkaçına yer verilmesi gerektiği, şikayete konu ihalede idare tarafından Endeks Tablosunun 10 numaralı “Gıda Ürünleri” sütunundaki sayının baz alınacağının düzenlendiği, dolayısıyla söz konusu düzenlemenin mevzuata uygun olduğu,

Diğer taraftan, 4734 Sayılı Kamu İhale Kanunu’na Göre İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Fiyat Farkına İlişkin Esaslar’ın 5’inci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan düzenlemeye göre ağırlık oranlarına ilişkin sabit katsayıların, işin niteliğine ve işte kullanılan girdilere uygun biçimde toplamı bire (1.00) eşit olacak şekilde belirlenerek ihale dokümanında gösterilmesi ve her sabit katsayı için dördüncü fıkraya göre hesaplamaya esas endeksin belirlenmesinin zorunlu olduğu,

ancak idare tarafından fiyat farkı hesaplama formülüne ilişkin ağırlık katsayılarının belirlenmediği, söz konusu hususun da sözleşmenin yürütülmesi aşamasında ihtilafa sebebiyet verebileceği anlaşıldığından başvuru sahibinin iddiasının yerinde olduğu sonucuna varılmıştır.

Sonuç olarak, yukarıda mevzuata aykırılıkları belirtilen işlemlerin düzeltici işlemle giderilemeyecek nitelikte işlemler olduğu tespit edildiğinden, ihalenin iptali gerekmektedir.

Mehmet ATASEVER

Kamu İhale Kurulu Eski Üyesi/ Akademisyen 

E-ihracat Destek Paketinde Neler Var ?

Geçtiğimiz hafta e-ticaret sektörü için hareketli bir hafta oldu. Alınan yeni kararlar sektörde doping etkisi yarattı. İlk karar, Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlanan Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik oldu. İkincisi ise, Cumhurbaşkanı Kararı ile yürürlüğe giren e-ihracat destekleriydi.

Geçtiğimiz hafta e-ticaret sektöründe doping etkisi yaratan kararları değerlendiren TOBB E-ticaret Meclis Üyesi, Ticimax E-ticaret Sistemleri CEO’su Cenk Çiğdemli, e-ihracat konsorsiyumunun ve iadelere yönelik düzenlemenin önemine değinerek, yenilenen e-ihracat destekleri konusunda bilgi verdi.

Geçtiğimiz hafta e-ticaret sektörü için hareketli bir hafta oldu. Alınan yeni kararlar sektörde doping etkisi yarattı. İlk karar, Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlanan Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik oldu. İkincisi ise, Cumhurbaşkanı Kararı ile yürürlüğe giren e-ihracat destekleriydi.

Sektörden olumlu tepkiler alan ve peşpeşe gerçekleşen bu kararların e-ticaret ekosistemini büyütecek adımlar olduğunu ifade eden TOBB E-ticaret Meclis Üyesi, Ticimax E-ticaret Sistemleri CEO’su Cenk Çiğdemli şu değerlendirmelerde bulundu:

‘E-İHRACAT KONSORSİYUMU’ ÇOK ÖNEMLİ BİR GELİŞME

“E-ihracat destekleri çok önemli bir adım oldu. Yurt dışı pazarlarda Türk ürün ve markalarının tanıtılması ve e-İhracatın ivmelendirilmesi amacıyla şirketlere 15 milyon liraya kadar e-İhracat desteği verilecek. Destek üst limiti, çatı kuruluşları için 150 milyon lira olarak belirlendi. Bu destek paketi e-ticaret ekosistemini ve genel olarak üreticiyi destekleyeceği gibi yeni işlerin ve iş modellerinin ortaya çıkmasını da hızlandıracaktır. Bu destekler sayesinde aracılar gibi yeni tür ihracatçı modelleri ortaya çıkacaktır. Sektöre yeni firmalar kazandıracaktır. Karar şirketlerin, pazaryerlerinin ve e-ticaret sitelerinin e-İhracata hazırlanması, yurtdışı pazarlarda Türk ürünlerinin ve markalarının online olarak sergilenmesi ve tanıtılması, e-ihracat teslimat giderlerinin desteklenmesi ve e-İhracatın gelişmesini amaçlıyor. Tanıtım ve pazarlama desteklerinin de kapsamı genişletildi.  Özellikle sipariş karşılama ve depo destekleri, e-İhracat ekosistemine ivme kazandırır. Yeni kararın e-İhracat rakamlarını birkaç puan yukarı taşıyacağını öngörüyoruz. Yeni desteklerde uçtan uca e-ihracat olanağı bulunan şirketler ‘e-İhracat konsorsiyumu’ olarak tanımlanıyor. Bu da çok önemli bir gelişme. Yurt dışı pazaryeri üzerinden verilen dijital reklamlara 7,5-25 milyon TL arasında destek verilecek. Bu destek harcamanın yüzde 50’si oranında olacak. Diğer pazarlama faaliyetlerine ilişkin giderlerinin yüzde 50’si, 15-30 milyon TL’ye kadar desteklenecek. Yurt dışında kiralanan depolar için de 7,5-25 milyon TL arasında kira desteği sağlanacak.”

YILLIK 100 MİLYONU BULAN İADE ORANI AZALTILACAK

“Bir diğer karar iadelerle ilgili. Artık e-ticaret üzerinden ürün alıp iade etmek isteyen tüketici, ürün ayıplı değilse kargo ücretini kendi ödeyecek. Düzenlemeyle yıllık 100 milyonu bulan iade oranı azaltılıp, 484 bin 347 işletme korunacak. Özellikle elektronik ürünlerin herhangi bir hasarı olmadığı halde keyfi olarak iade edilmesi engellenmiş oldu. Öte yandan kargo maliyetleri çok arttı. Firmalar biliyorsunuz iadelerin de kargo masraflarını karşılamak zorundaydı. Bundan sonra mesafeli satış sözleşmesine keyfi iadelerin kargo masraflarını ödemeyeceğini yazarak bu yükten de kurtulabilecek. Örneğin tüketici bir ayakkabının iki üç numarasını birden satın alıp evde deniyor. Ayağına uyan kalıyor, diğerlerini iade ediyor. Giyside de aynı şeyi yapan tüketici sayısı oldukça fazla. Bundan sonra bu tür keyfi iadelerde kargo masraflarını tüketici kendisi karşılayacak, şirket karşılamak zorunda olmayacak. Tüm bu sebeplerle yeni kararı çok doğru bir adım olarak değerlendiriyoruz.”

Uluslararası İstanbul Hırdavat Fuarı 15 Eylülde 6.Kez Kapılarını Açıyor

Dünyaya açılan markaların tek adresi Uluslararası İstanbul Hırdavat Fuarı 15 Eylülde 6.kez kapılarını açıyor

Avrasya’nın en büyük, Türkiye’nin ise tek uluslararası fuarı olma özelliği taşıyan Nalburiye ve hırdavat sektörünün 2022deki en kapsamlı buluşması Uluslararası İstanbul Hırdavat Fuarı 250ye yakın katılımcı ve 20 bin kalem ürün çeşidi ile 15 Eylülde sektör profesyonellerini bir araya getirmek için 6.kez kapılarını açıyor.

İnovasyon, yenilik ve çeşitlilik konusunda dünya çapında bir dinamizme sahip olan İstanbul Hırdavat Fuarı, 15-18 Eylül tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi’nde yeni 5’inci 6’ncı ve 7’inci salonlarda gerçekleşecek. Fuar, elektrikli ve mekanik el aletleri ve aksesuarlarından kaynak makinaları ve elektrotlarına, D.I.Y. (kendin yap) ürünleri, zımpara, çivi makinaları ve aşındırıcılara; lazer aletleri ve iş güvenliği ekipmanlarından izolasyon, yalıtım ve tecrit malzemelerine, boyacı ve kilit aksesuarlarına kadar çok büyük bir ürün çeşitliliği sunuyor.

Tüm sanayi kolları ile ortak bağı olan nalburiye ve hırdavat sektörü; üretim, montaj, bakım, onarım süreçlerindeki ürün tedarikini ve çarkın dönmesini sağlayan 20 bin kalem ürün çeşidini, 15-18 Eylül tarihleri arasında Uluslararası İstanbul Hırdavat Fuarı’nda sergilemeye hazırlanıyor. İlk düzenlendiği günden bu yana sektöre dair önemli bir eksikliği gideren fuar, 6’ncı yılıyla birlikte artık hırdavat ve nalburiye sektörü için gerek katılımcı markalar gerek yerel ve uluslararası ziyaretçi nezdinde geleneksel bir ticari organizasyon hale geldi. 6 yıldır ülkemiz ve MENA coğrafyası için nalburiye ve hırdavat sektöründe büyük bir eksikliği ortadan kaldıran fuar, sektörün ihracat hedeflerini yakalamasına her geçen gün daha fazla katkı sağlıyor.

“Sektörün en büyük fuarına imza atacağız”

İstanbul Hırdavat Fuarı’nın ilk yılından bu yana projeyi yöneten Zülküf Karadayı, fuar hakkında şu açıklamada bulundu: “Hırdavat ve nalburiye sektörünün önde gelen markalarının yer aldığı organizasyona geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da Karbosan, Platinum Sponsor olarak en büyük desteklerden birini vermiş oldu. Yerli üreticilerin uluslararası arenada boy gösterebildiği Avrasya ve MENA bölgesindeki etkili platform haline gelen fuar, bölge ülkelerdeki profesyonel ziyaretçileri ile güçlü bir bayi ortaklığı sağlıyor. Son yıllarda hırdavat ve nalbur sektöründe üretime yönelik yatırımların artmasının doğal sonucu olarak yerli ürünlerde artan çeşitliliği görebilmekteyiz. Dünyadaki gelişmeler doğrultusunda bölgemize ciddi bir talep yoğunluğunun farkındayız. Yerli üretici firmalarımız, kaliteli ürünleriyle yurt dışındaki rakipleriyle yarışabilir konuma geldiler. Böylece, sektör sadece yurt içinde değil; dünya pazarında da kalitesiyle önemli bir pay almaya hazır. Fuarımız 6’ncı yılında artık dünyaya açılmak isteyen markaların en güçlü pazarı olarak gelenekselleşti. 6 yıllık çalışmalarımızın sonucunda özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgelerindeki önemli yatırımcı ve satınalmacıların ajandasında fuarımızın yer almakta olduğunu gururla söyleyebilmekteyiz. Ayrıca yeni taşındığımız 5’inci 6’ncı ve 7’inci salonlardaki 25 bin metrekarelik alanda tüm sektör oyuncularının 20 bin kalem ürün çeşidini sergileyeceği sektörün en büyük fuarına imza atacağız”

Ortadoğu ve MENA Ülkelerinden Alım Heyetleri İstanbul’da

Uluslararası İstanbul Hırdavat Fuarı’na özellikle Ortadoğu ülkelerinden yoğun ilgi var. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Irak, Yemen, Mısır, Makedonya, Tunus, Sırbistan, Fas gibi ülkelerin yanında Kuzey Afrika ülkelerinden başta olmak üzere toplam 20 ülkeden üst düzey heyetler fuarı ziyaret edecek. Uluslararası İstanbul Hırdavat Fuarı süresince gelecek olan alım heyetleriyle milyonlarca dolarlık iş hacmine ulaşılması bekleniyor.

Nalburiye ve Hırdavat Sektöründeki Gelişmeleri Yakından Takip Etmek İçin Siz de Uluslararası İstanbul Hırdavat Fuarı’nı Ziyaret Edin

Bulunduğu coğrafyanın en görkemli buluşması İstanbul Hırdavat Fuarı 15-18 Eylül 2022 tarihlerinde, 6.kez İFM’de 5.6.7.hall’de düzenleniyor. Sektör liderleri ile tanışmak, gelişmelerden haberdar olmak için siz de yerinizi alın! Ücretsiz davetiye ve detaylı bilgi için; www.istanbulhirdavatfuari.com

Çok Yoğun, Hep Meşgul !

Çalışma hayatındaki yaygın şikâyetlerden biri de zamanın asla yetmediğine ilişkindir. Bunun yanı sıra hemen hemen bütün çalışanlar, ne iş yaparlarsa yapsınlar, hep çok meşgul olduklarını, başlarını kaşımaya bile fırsat bulamadıklarını söylemektedir. Saatler ve günler yapılacak işler için asla yetmemektedir.

Acaba bu şikâyetler gerçekçi midir? Gerçekten hemen hemen bütün çalışanlar söyledikleri kadar meşgul olabilir mi?

Bu ve benzeri şikâyetler üzerinde duran Cyril Northcote Parkinson, çalışma hayatındaki gözlemleri sonucunda çeşitli sorunlar için bir dizi iddiada bulunmuş ve bunların tamamını 1957 yılında yayınladığı bir kitapta Parkinson Yasası olarak isimlendirmiştir. Bu iddialardan en bilineni, yapılması gereken bir iş ile bu işe ayrılan sürenin aslında uyumsuz olduğuna ilişkindir.

Parkinson zamanın yetmemesine ve sürekli meşgul olmaya ilişkin şikâyetlerin aslında yersiz olduğunu, asıl sorunun zamanı doğru kullanmamaktan kaynaklandığını ileri sürmüştür

Parkinson’a göre yapılması gereken bir iş tamamlanması için belirlenen süreyi tamamen dolduracak kadar genişleme eğilimindedir. Örneğin yeğenine kartpostal göndermek isteyen yaşlı bir hanımefendi bu iş için neredeyse bütün gününü harcarken, son derece meşgul bir kişi aynı işi 3 dakika içerisinde tamamlayabilmektedir (1).

Bu neden böyle olmaktadır ? Parkinson’ın bu konuya ilişkin açıklaması oldukça basittir: Yaşlı kadın kartpostalı seçmek için 1 saat harcamakta, 1 saat gözlüklerini ve yarım saat adresi bulmak için uğraşmakta, 1 saatten fazla kartpostalın üzerine yazacağı yazıyla meşgul olmakta ve en az 20 dakikayı da yan sokaktaki posta kutusuna giderken yanına şemsiye alıp almamaya karar vermek için harcamaktadır. Oysa meşgul kişi kartpostal göndermek için bu kadar uğraşmamakta, bir kartpostal alıp, üzerini doldurup, posta kutusunun yanından geçerken kartpostalı içine atmaktadır. Kısacası her ikisi de birer kartpostal göndermiş olmakta ancak bu iş için harcadıkları süreler tamamen farklılaşmaktadır. Dolayısıyla bir kartpostalı göndermek gerçekte 3 dakikalık bir iş olmasına rağmen, yaşlı kadın bunun için saatlerini harcamış olmaktadır (2).

İlgi çekici bu iddia literatürde de çeşitli tartışmalara neden olmuş ve yapılan bazı araştırmalar birbirleriyle çelişen sonuçlara ulaşmıştır. Örneğin 1966 yılında yapılan bir araştırmanın sonuçları “Parkinson Yasasının” doğru olduğunu, insanların bir işi tamamlamak için verilen sürenin tamamının kullanılma eğiliminin bulunduğunu, ayrıca bir işe atfedilen sürenin sonraki dönemlerde de o işin normal süresi olarak algılanmasına neden olduğunu gösterirken bazı çalışmalar ise Parkinson’ın iddialarına mesafeli yaklaşmak gerektiği sonucuna ulaşmışlardır. Ne var ki, yönetim literatüründe genel eğilim Parkinson’ın iş ve süre uyumsuzluğuna ilişkin iddiasını tamamen “doğru” olarak kabul etme ve çeşitli sorunları açıklamak ve çözmek için kullanma yönündedir (3).

Gerçekten de özellikle popüler yayınlarda ne kadar süre verilirse verilsin sonucun değişmeyeceği anlamına gelebilecek bazı söylemlerin yer aldığı, özellikle kısıtlı süre verilmesinin işgörenlerin motivasyonlarını arttıracağı gibi önerilerde bulunulduğu görülmektedir. Kısacası bu ve benzeri söylemlerin ulaştıkları kaçınılmaz sonuç, işlerin hızlı ve verimli bir biçimde tamamlanması için işgörenler üzerinde zaman baskısına neden olacak derecede kısa sürelerin tanınmasının gerekli olduğudur.

Bu yaklaşımın çeşitli sakıncaları olabileceğini belirtmek gerekir. Örneğin Moore ve Tenney konuyla ilgili çalışmalar ve araştırmalardan yararlanarak zaman baskısının performans ve verimlilik üzerindeki etkisini incelikleri çalışmalarında Parkinson Yasasını da ele almışlar ve Parkinson Yasasının yanlış bir bakış açısıyla yorumlandığını, aslında bu yasanın tamamen doğru olarak değil kısmen doğru olarak ele alınması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Moore ve Tenney’e göre Parkinson Yasası tamamen doğru kabul olarak kabul edilmemelidir; çünkü zaman sıfıra yaklaştıkça çalışma hızı sonsuza gidememektedir. Bunun yerine Parkinson Yasasının kısmen doğru olarak kabul edilmesi gerekmektedir; çünkü insanlar gerçekten de bir iş için verilen zamanın tamamını kullanma eğilimindedir (4). Kısacası Parkinson Yasasının zaman boyutunun her açıdan doğru olarak kabul edilmemesi gerekmektedir.

Moore ve Tenney’in ulaştığı önemli bir sonuç zaman baskısı altında çalışmanın hızı arttırdığı ancak bunun kaliteden ödün vermek anlamına geldiğidir (5).

Gerçekten de Parkinson ileri sürdüğü görüşü desteklemek için süreleri mübalağalı derecede farklı belirlemiş ve yaşlı kadının yaşı gereği sahip olduğu bazı dezavantajları ön plana çıkarmış olsa da farkında olmadan elde edilen sonuçların niteliklerinin farklı olduğunu bize göstermektedir. Yaşlı kadın hangi kartpostalı seçeceğine ve kartpostalın üzerine ne yazacağına karar vermek için 2 saatten fazla zaman harcamakta, kısacası kartpostal gönderme işini titizlikle yapmaktadır. Oysa meşgul kişi hangi kartpostalı seçtiğine ve üzerine ne yazdığına değil yalnızca bir kartpostalın gönderilip gönderilmediğine odaklanmaktadır.

Moore ve Tenney’e göre bir işin tamamlanabilmesi için ne kadar süreye ihtiyaç duyulduğunun tespiti, diğer bir ifade ile zaman baskısının optimum derecesinin bilinmesi ve uygulanması performans ve verimlilik için önemlidir. Diğer yandan zaman baskısı yaratıcılık gerektiren işler için pek uygun görülmemektedir. Ayrıca çoklu hedeflerin söz konusu olduğu durumlarda bunlara ilişkin koordinasyon özellikle önemli hale gelmektedir (6).

Böylelikle Parkinson Yasasının zaman boyutunun işgörenler ve yöneticiler açısından ya da zamanı kullananla zamanı belirleyen açısından farklı ele alınması gerektiği söylenebilir. Buna göre bir işin tamamlanabilmesi için gerekli sürenin tespiti yöneticiler açısından oldukça hassas bir görev haline gelmektedir. Olması gerekenden fazla verilen süre gereksiz işgücü kaybına ve dolayısıyla da maliyete neden olurken, olması gerekenden az verilen süre işin niteliğinin düşmesine ve hatalara yol açabilmektedir.

Ayrıca Parkinson kartpostal örneği ile aynı anda birden fazla işin sorunsuzca yürütülebileceğini de ileri sürmüş olmaktadır. Gerçekten de kartpostal örneğinde yaşlı kadın tek bir iş yaparken meşgul kişi aynı süre içerisinde birden fazla iş yapmak durumunda kalmaktadır.

Parkinson kartpostal örneğini verirken aynı süre içerisinde birden fazla iş yapılabileceği düşüncesinden hareket ediyor olsa da sonuçta bu işlerden en az birinin önemsenmeden, deyim yerindeyse savsaklanarak yapılmak durumunda olduğu açıktır. Oysa birden fazla işi aynı anda yapmak bugünün çalışma dünyasının yeni normallerinden biridir. Bu nedenle Moore ve Tenney’in zaman sıfıra yaklaştıkça rağmen çalışması hızının sonsuza gidemediği yönündeki tespitlerine ilave olarak bir işgörenin aynı anda yapabileceği iş sayısının da benzer biçimde bir limitinin bulunmasının kaçınılmaz olduğunu belirtmek gerekir.

Birden fazla görevi üstlenmek durumunda kalan bir çalışanın bunlara ilişkin talimatları kaç kişiden aldığı da önemlidir. Görev tek bir kaynaktan, örneğin tek bir yöneticiden geliyorsa bu yönetici her bir iş için “olması gereken sürenin” ve bunların aynı süre içinde sürdürülmesi durumunda “olması gereken sürenin” ne olduğunu bilmek ve buna göre talepte bulunmak durumundadır. Ancak görev birden fazla kaynaktan geliyorsa kaçınılmaz olarak durumun karmaşıklaşması söz konusu olacaktır. Çünkü her bir görev kaynağı “nasılsa başka işi yok!” yanılgısıyla kendisi için uygun olan süreyi belirleyecek ve işin o süre içerisinde tamamlanması talep edecektir. Oysa, zaman baskısının motivasyonu arttırdığı yönündeki anlayışın popüler olduğu bir dönemde her biri için minimumda tanımlanmış ve aynı zaman diliminde gerçekleştirilmek durumunda kalan birden fazla iş söz konusu olduğunda bu işlerden en az birinin fazla titizlenilmeden, ya da açıkça söylemek gerekirse savsaklanarak yapılması kaçınılmazlaşmaktadır.

Bu tartışmalar çerçevesinde ister istemez “olması gereken süre nedir ve nasıl belirlenir?” sorusunu da sormak gerekmektedir.

İlk olarak bir işin tamamlanması için gereken sürenin, diğer bir ifade ile optimum sürenin ne olduğunun belirlenmesi konusunda yöneticinin tecrübesinin ön planda olduğunu kabul etmek gerekir. Yönetici geçmiş tecrübeleri kadar o işgörenin potansiyelini ve aynı anda kaç farklı işle görevlendirildiğini de dikkate almak durumundadır. Bu nedenle yöneticinin hem işin özelliklerini bilmesi hem işgöreni tanıması hem de örgüt içindeki ilişkilerin, örneğin bir işgörenin iş ve görevlerinin kaç farklı kaynaktan geldiğinin, farkında olması gerekmektedir. Dolayısıyla “optimum sürenin” yanı sıra “optimum sayının” da ne olduğunun belirlenmesi önemlidir.

İş analizleri de bir işin optimum süresinin ve sayısının ne olması gerektiği hakkında bir fikir verebilir. Ne var ki, değişen koşullar iş analizlerinin de sürekli olarak tekrarlanmasını ve gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır. Örneğin teknolojinin gelişmesi birçok alanda işlerin tamamlanması için gereken sürelerin her geçen gün kısalmasına neden olmaktadır. Tam tersi bir biçimde önceki dönemlerde daha kısa süren bir işin, trafik sorununun her geçen gün artması ya da müşteri sayısının fazlalaşması gibi değişen koşullar nedeniyle daha uzun sürmesi de söz konusu olabilir. Dolayısıyla 5 yıl önceki “optimum sürelerin” 5 yıl öncesinde kalmış olduğunu kabul etmek gerekir.

Kısacası yönetmenin ne kadar çok “detaylı”, “hassas” ve “dinamik” bir iş ve görev olduğu bir kere daha ortaya çıkmaktadır.

Prof. Dr. Umut OMAY

Kaynakça

(1) Parkinson, C. N. (1957), Parkinson’s Law and Other Studies in Administration, The Riverside Press, Cambridge, p. 2.

(2) a.g.e.

(3) Brannon, L. A.; Hershberger, P. J. and Brock, T. C. (1999), “Timeless Demostrations of Parkinson’s First Law”, Psychonomic Bulletin & Review, 6 (1), p. 148-149.

(4) Moore, D. A. and Tenney, E. R. (2012), “Time Pressure, Performance, and Productivity”, Looking Back, Moving Forward: A Review of Group and Team-Based Research (Research on Managing Groups and Teams), Ed. M. A. Neale and E. A. Mannix, Vol. 15, pp. 305–326.

(5) a.g.e.

(6) a.g.e.

PROF. DR. UMUT OMAY – MAKALE LİSTESİ

GİRİŞİMCİLİK VE YÖNETİCİ GÜÇLENDİRME

PAZARLAMA

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

İŞ DÜNYASINDA TUTUM VE DAVRANIŞ

DİĞER KONULAR

Ortak Arama – “HORIZON-CL5-2022-D4-01-03: Smarter buildings for better energy performance”

Ortak Arama – “HORIZON-CL5-2022-D4-01-03: Smarter buildings for better energy performance”

Temiz Enerji Geçişi Ortaklığı (CETPartnerhsip) ilk çağrısının Eylül ayında yayınlayacaktır. CETPartnership altında açılacak olan çağrılar için modüler bir sistem belirlenmiş olup 2022-2027 döneminde her yıl için bir ortak çağrıya çıkılması öngörülmektedir. 7 farklı çağrı modülünden oluşacak olan 2022 çağrısına yönelik ulusal bilgilendirme etkinlikleri Ağustos ayının ilk haftasında TÜBİTAK tarafından gerçekleştirilmiştir.

İlgili çağrı modüllerinin koordinasyon ofisleri tarafından Eylül ayında uluslararası etkinlikler gerçekleştirilecektir. Bu modüllerden bir tanesi de “TRI5: Entegre bölgesel enerji sistemleri”dir. TRI 5 altında, yerel ve bölgesel arzda yenilenebilir enerjinin payını 2030 yılına kadar %100’e kadar artırabilmek amacıyla entegre enerji sistemlerinin geliştirilmesi ve doğrulanmasıdır. Bu tür sistemlerin bölgesel ve yerel gereksinimleri ve talebi karşılayan ihtiyaca özel çözümler olması beklenmekte bu sayede güvenli ve esnek bir Avrupa enerji sisteminin oluşturulmasına katkıda bulunulması hedeflenmektedir.

Seferi Lojistik Süreç Yazılımı Satınalma Dergisi E-Mağaza’da

Seferi firmaların gelir gider ve operasyonel süreçlerinin takibi ve kontrolünü sağlayan bir platformdur.Seferi’yi kullanarak şirketinizin içerisindeki iletişim problemlerini ve verimlilik sorunlarının büyük bir kısmını ortadan kaldırabilirsiniz.

SEFERİ YAZILIMI HAKKINDA BİLGİ VE SATINALMA İÇİN TIKLAYINIZ.

Satınalma Dergisi E-Mağaza’da ürün ve hizmetlerinizi satışa sunmak için üyelik seçeneklerini inceleyebilirsiniz.