Hangi Durumda Cumartesi Günü Yıllık İzin Süresinden Sayılmaz?
Lütfi İNCİROĞLU
Yıllık ücretli izin günlerinin hesabında, izin süresine rastlayan hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil günleri izin süresinden sayılmaz (İşK m. 56/5; Yönetmelik m.6). Başka bir deyişle, yıllık izin süresi içindeki hafta ve genel tatil günleri izin süresinden sayılmaz ve dikkate alınmaz. Dolayısıyla, bu yasal tatil günleri, işçinin hak kazandığı yıllık ücretli izin süresine eklenmelidir. Örneğin; işyerinde 3 yıl kıdemi olan ve 14 gün yıllık ücretli izne hak kazanan işçinin izin süresine rastlayan 2 günlük hafta tatili ile 1,5 günlük ulusal bayram tatili bu izin süresine eklenecek ve işçi iznini 17,5 gün olarak kullanacaktır.
Hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil günlerinin, işçinin Kanunda ön görülen yıllık ücretli izin sürelerine sayılması yolundaki sözleşmeler de geçersiz sayılır. Nitekim Yargıtay’ın konuyla ilgili kararına göre, “İşyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin yıllık izinleri düzenleyen 13 üncü madde hükmünde “yıllık ücretli izin sürelerinin içine rastlayan hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil günleri izin süresine dahildir” şeklinde hüküm bulunmakta ise de bu hüküm 4857 sayılı İş Kanunun 55 ve 56 ncı madde hükümlerine aykırıdır. Kanuna aykırı olması nedeni ile toplu iş sözleşmesindeki bu hüküm dikkate alınmadan yapılan hesaplamaya itibar edilmesi gerekirken yazılı şekilde toplu iş sözleşmesindeki hükme itibar edilerek alacağın belirlenmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir”[1].
Diğer taraftan, uygulamada çalışılmayan cumartesi günlerinin hafta tatili gibi kabul edilerek yıllık izin süresine dahil edilip edilmeyeceği hususu tartışma konusu olmuştur. Esasında, kural olarak cumartesi günü işgünüdür. Yani işçi çalışmadığı takdirde, akdi tatil günü olan cumartesi günleri, yıllık izin süresine ilişkin hesaplamada hafta tatili olarak değerlendirilemez. Ancak, taraflarca iş sözleşmesinde cumartesi gününün açıkça hafta tatili olduğu kararlaştırılmışsa, İş Kanunu’nun 56/5 inci maddesi uyarınca, cumartesi günü de, hafta ve genel tatil günleri gibi yıllık izin süresinden sayılmaz.
Bu konuda Yargıtay’ın 9 ve 22 nci Hukuk Daireleri arasındaki görüş ayrılıkları dairelerin birleşmesi sonrasında alınan ilke kararları ile ortadan kaldırılmış olup, konuyla ilgili daireler arasındaki görüş ayrılığı ve birleşme sonrası alınan ilke kararını şöyle özetlemek mümkündür.
Yargıtay 22 nci Hukuk Dairesi’nce verilen kararlarda, iş sözleşmesinde cumartesi gününün hafta tatili olarak kararlaştırılması durumunda, sözleşmede ayrıca “cumartesi gününün yıllık izin hesabında iş günü sayılacağına” dair kural bulunuyor ise, cumartesi gününün iş günü sayılarak izin süresinden düşülmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Buna karşın birleşmeden önce Yargıtay 9 uncu Hukuk Dairesi’nce, “taraflarca iş sözleşmesinde veya toplu iş sözleşmesinde cumartesi gününün hafta tatili olduğu açıkça kararlaştırılmış ise, sözleşmede başkaca hükümler ile bunun aksinin düzenlenmesinin mümkün olmadığı” yönünde kararlar verilmiştir.
Yargıtay Hukuk Dairelerinin birleşmesinden sonra alınan ilke kararına göre: Bireysel veya toplu iş sözleşmeleriyle cumartesi ve pazar günleri hafta tatili günü olarak belirlenmişse, İş Kanunu’nun 56/5. maddesi gereği her iki gün yıllık izin sürelerinden sayılmaz. Başka bir anlatımla yıllık izin kullanma dönemi içindeki cumartesi ve pazar günleri kullanılan izin süresinden düşülür. Ancak bireysel veya toplu iş sözleşmesinde hafta tatiline eklenen bu cumartesi gününün yıllık izin hesabında iş günü olarak sayılacağı veya izin süresinden düşülmeyeceği şeklinde açık bir kural mevcutsa, bu hüküm geçerli sayılmalı ve İş Kanunu’nun 56/5. maddesi gereği sadece yıllık izne rastlayan pazar günleri izin süresinden düşülmelidir[2].
Sonuç olarak, Yargıtay’ın ilke kararına göre, 4857 sayılı Kanuna göre, hafta tatili 45 saatlik çalışmadan sonraki 24 saatlik zaman dilimidir (m.46, 63). Bu nedenle kural olarak cumartesi günü iş günüdür. Akdi tatil günü olarak cumartesi günleri yıllık izin süresine eklenmez. Ancak, bireysel veya toplu iş sözleşmeleri ile cumartesi günü hafta tatili olarak belirlenmişse, İş Kanunu m.56/5 uyarınca, cumartesi günü yıllık izin süresinden sayılmaz. Bununla birlikte, bireysel veya toplu iş sözleşmesinde hafta tatiline eklenen cumartesi gününün yıllık izin hesabında iş günü sayılacağı veya izin süresinden düşülmeyeceği şeklinde açık bir düzenleme yapılmışsa, bu hüküm geçerli sayılmalı ve İş Kanunu m.56/5 gereğince, sadece izne rastlayan pazar günleri izin süresinden düşülmelidir.
Türk Mobilya Sektörü ABD’ye 1 Milyar Dolar İhracat Hedefi Koydu
Türk mobilya sektörü, yıllık 90 milyar dolara varan mobilya ürünleri ithal eden Amerika Birleşik Devletleri pazarında büyüyerek dünyanın ilk beş ülkesi arasına girmeyi hedefliyor.
Türk mobilya sektörü, ABD’ye günümüzde 300 milyon dolar seviyesinde olan ihracatını 1 milyar dolara çıkarmak için Amerika Birleşik Devletleri’nin Şikago şehrinde 9-11 Haziran 2025 tarihleri arasında düzenlenecek ABD’nin en prestijli mobilya ve tasarım fuarı NeoCon Show’a çıkartma yapmaya hazırlanıyor.
Bugüne kadar Türk mobilya ihracatçılarının pazarlama faaliyetlerine sektörel ticaret heyetleriyle destek verdiklerini dile getiren Ege Mobilya Kâğıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği Başkanı Ali Fuat Gürle, NeoCon Show’a Türkiye Milli Katılım Organizasyonu yaparak desteklerini bir seviye daha yukarı taşımak istediklerini belirtti.
ABD’ye Mobilya İhracatı 10 Yılda 4 Kat Arttı
Türkiye’nin ABD’ye mobilya ihracatımız son 10 yılda yaklaşık 4 kat artarak 85 milyon dolardan 336 milyon dolara yükseldiğini paylaşan Gürle, “Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki dış ticaret hacmi 2023 yılında 33,5 milyar dolar oldu. Bu rakamı 100 milyar dolara çıkarma hedefi iki ülke hükümetlerinin karşılıklı görüşmelerinde ortaya konulmuş durumda. Mevcut dış ticaret hacminin 3 katına çıkacağı ortamda Türk mobilya sektörü olarak ABD’ye mobilya ihracatımızın 1 milyar dolara çıkması için çaba gösteriyoruz. NeoCon Show’a katılım bu hedefe ulaşmada itici güç olacak” diye konuştu.
Türk Mobilyası ABD’ye Yüzde 45 Daha Katma Değerli İhraç Ediliyor
Türkiye’nin mobilya ihraç fiyatının kilogram ortalama ihraç fiyatının 3,26 dolar olduğunu kaydeden Gürle sözlerini şöyle tamamladı; “Türk mobilya sektörü olarak ABD’ye yüzde 45 daha katma değerli ürün ihraç ediyoruz. ABD’ye mobilya ihracatında ortalama ihraç fiyatımız 4,7 dolar. Bu yönden de ABD pazarı güçlü kasımız. Bu yönümüzü güçlendirecek adımları önümüzdeki yıllarda da atmaya devam edeceğiz.”
Güngör: “NeoCon Show Fuarı sayesinde ABD pazarında uzun vadeli yatırımlar yapabileceğiz”
NeoCon Show Fuarı’nda yer almalarının Türk mobilya üreticilerinin ABD pazarında daha fazla yer edinmelerine ve uzun vadeli yatırımlar yapmalarına olanak tanıyacağına inandıklarını bu amaçla Türkiye Milli Katılım Organizasyonu düzenleme kararı aldıklarını vurgulayan Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği Başkan Yardımcısı Hikmet Güngör, ABD’nin ithal ettiği mobilyalar arasında ahşap mobilyalar, döşemeli mobilyalar, ofis mobilyaları, açık alan ve ortak çalışma mobilyaları, sağlık mobilyaları, otel mobilyaları, eğitim mobilyaları, kamusal alan mobilyaları ve yatakların önemli bir yer tuttuğu bilgisini paylaştı.
Türk mobilya sektörünün, üretim kapasitesi açısından giderek büyüyen bir yapıya sahip olduğunun altını çizen Güngör, “Mobilya sektörü olarak evlerde, işyerlerinde, turizm tesislerinde, hastanelerde yaşamın olduğu her noktada insanlığın hayatına konfor sunuyoruz. Türk mobilya sektörü, kaliteli üretimi ve tasarım kabiliyetiyle Amerika’nın taleplerini karşılayabilecek konumda. Türkiye’nin yüksek kaliteli üretimi ve rekabetçi fiyatları, ABD gibi büyük pazarların ihtiyaçlarını karşılamada önemli bir avantaj sağlıyor. Üretim kapasitemizi artırarak, yenilikçi çözümler sunarak ABD pazarındaki taleplere yanıt verme potansiyelimizi güçlendirebiliriz. NeoCon Show gibi etkinlikler, bu kapasitenin daha da geliştirilmesi ve doğru iş ortaklıklarıyla daha etkin kullanılması için mükemmel bir fırsat sunuyor. Türk mobilya ihracatçılarımızı NeoCon Show’a davet ediyoruz” dedi.
ABD’nin en prestijli mobilya fuarı olan Neocon Show Fuarı’na katılmak isteyen mobilya ihracatçısı firmaların 15 Kasım 2024 Cuma günü mesai bitimine kadar Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği’yle 0 232 488 60 00 – 2224 no.lu telefon ya da tarim4@eib.org.tr e-posta adresi aracılığıyla iletişime geçmeleri bekleniyor.
Yerli turist neden yabancı turistlere göre daha pahalı tatil yapıyor? Oteller, Türk turist istemiyor mu?
Turizmcilerin, yabancı turistlere göre Türklerden daha yüksek fiyat uyguladıkları iddiası bir kez daha gündemde. Aynı otel ve aynı süre için yabancı turistten 6 bin 346 lira istenirken, yerliden niçin 15 bin 959 lira talep ediyor?
Independent’e makalesini yazan Ali Kemal Erdem’e teşekkür ederim kısa alıntı için. En can alıcı cümleyi yukarıda paylaştım.
Bu haberin dedikodu olmadığı bir gerçek. Benzer haberleri Antalya ve Ege bölgesi turistik tatil köyü işletmeciliği yapan kurumlardan çok işittim. Dahası var elbet… Bakalım.
Bodrum’da lahmacunla karnınızı doyurmaya kalktığınızda, pardon ya… tadımlık da olsa lahmacun yediğinizde, inanıyorum ki son lokmanız boğazınızda düğümlenecektir.
İnsan okuduğuna ve tahsil yaptığına bazen pişman oluyor desem hiç de abartı olmaz.
Tahsil yapmayıp Bodrum’da lahmacunculuk yapsam mı demekten de kendimi alıkoyamıyorum.
Biz Ülke Olarak Turizm Fiyatlamasında Neden Diğer Dünya Ülkelerini Solladık?
İşin gerçeğini söyleyecek olursam;
Türkiye’de tatil yapacağına, Türk turistleri en yakın lokasyon ve vize kolaylığı sağlayan Yunan adalarını ve vizesiz Balkan Ülkelerini tercih etmektedirler.
Çok basit bir örnek ile anlatacak olursak; 500 cc’lık şişe suyunu muhtemelen yurt dışında daha ucuza alan Türk Turisti, aynı suyu gerek havaalanlarında, gerekse bodrum veya Antalya yöresinde çok daha pahalıya alıyordur.
Türk insanının kazancı Türk Lirası olup, harcamalarının da aynı para cinsi ile yapılmasını ister. Türkiye’de belli bir enflasyon sonucunda ürün ve hizmetlerde enflasyonun üzerinde fiyat artışları yapılmaktadır. Buna karşılık farklı nedenlerden söz edilse de dövizin fiyatının neredeyse kaplumbağa hızıyla ilerlemesi, ancak enflasyonun tavşanın koşu hızında artması dolayısıyla dövizin fiyatı neredeyse sabit kaldı. Hatta EURO’nun Türk Lirası karşısındaki değeri, pariteden kaynaklı olarak son 35-40 gündür geri gelmiştir. Bir ay önce 38 Lira olan EURO’nin fiyatı bugün yani bir ay sonra 37 lira Döviz fiyatının sabit kalması dolayısıyla, piyasadaki enflasyon dikkate alındığında turizm işletmecileri verdikleri turizm hizmetinin fiyatını Türk Lirası bazında arttırma yoluna gitmişlerdir.
Turizm hizmetinin fiyatının Türk Lirası olarak fiyatının artması, dövizin fiyatının da sabit kalması nedeni ile hem döviz bazında, hem de Türk Lirası bazında turistik tesis fiyatları artmıştır.
Türk turisti Türk Lirası olarak ödeyip satın aldığı tatil programına daha fazla para ödeme başlamıştır. Yine aynı Türk turisti Türkiye’den tatil programını yüksek fiyata satın alacağına, bu program için vereceği Türk Liraları ile fiyatı ucuz kalan EURO satın alıyor ve yurt dışında daha az EURO ödemek sureti ile muhtemelen daha güzel bir tatil olanağına kavuşuyor.
İşte; dövizin fiyatının neredeyse hareketsize yakın bir vaziyette kalması, döviz kurlarının pek artmaması hatta parite etkisi ile EURO’nun geriye gelmesinden dolayı Türk Turisti belli bir Türk Lirası ile daha fazla EURO satın alabiliyor. Yurt dışına ise daha az EURO ödeyerek tatilini yapabiliyor.
Bu koşullarda Türk Turizmi daha fazla kazanması gerekirken enflasyon / döviz sarmalında kazancın bir kısmını kaybediyor.
Sadece Türk Turizminden örnek verdimse de aynı durum özel paralı üniversitelerde de söz konusu. Yurt dışındaki özel üniversitelerde öğrenim görmek, Türkiye’deki özel üniversitelerde öğrenim görmekten çok daha cazip. Üstelik kalitesi de tartışmasız daha iyi.
Otomotiv Sektörü Milk-Run Sözleşme İncelemesi – I. Bölüm
Giriş
Bu hafta otomotiv sektöründen Milk-Run Lojistik Sözleşme örneğine yer veriyoruz. Gündemimizde bir HİZMET SÖZLEŞMESİ var.
Yazıya başlarken şu hususu belirtmek isterim. Sözleşme, sadece üreticiler için değil, aynı zamanda lojistik firmaları için de tam bir rehber niteliğinde…Sözleşmede masanın her iki tarafının da yararlanacağı, dersler çıkaracağı önemli kısımlar var.
Üretim Perspektifi
Lojistik operasyonu (taşıma, depolama, dağıtım vd.) olmayan bir üretim tesisimiz yok. Her fabrika çok sayıda lojistik firmasıyla (tedarikçi) çalışıyor.
Taşıma maliyetlerini ve operasyonel risklerinizi kontrol altında tutmak istiyorsanız, bu “sözleşme incelemesi”, klasörünüzde mutlaka bulunmalı. Bu sözleşmeden fikir alabileceğiniz, hatta doğrudan bire bir kopyalayacağınız çok sayıda madde var. Sözleşmeyi dikkatle okuduğunuzda bana hak vereceksiniz.
Lojistik Perspektifi
Benzer şekilde taşıma ihalelerine hazırlanan lojistik firmalarımızın de yeteneklerini gözden geçirme ve öz değerlendirme yapabilmek adına sözleşmeyi madde madde incelemelerini tavsiye ederim.
Stratejik müşterinin (=Key Account) lojistik ihtiyaçlarını anlama, operasyon tarafında beklentilerini görebilme ve kurumsal gelişim sağlama açısından önemli bir kılavuz. Lojistik firmalarımız: “Rakiplerden bir adım önde olmak müzakere gücünüzü artırmak elinizde. Müşteri sözleşmeleri gelişiminiz için fırsattır.”
Lojistik sektöründe iyi bir satış yöneticisi, operasyon kökenli olmalıdır. İyi bir operasyon yöneticisi olmak istiyorsanız “mevzuatı ve sözleşmeleri bilmelisiniz”.
Hizmet Sektöründe Sözleşme
Kısa bir pencere açalım. Hizmet sektörü zor bir sektör. Taahhüt edilenle gerçekleşen sonuçlar farklılık gösterebiliyor. Tedarikçi araştırması ve seçim kriterleri üzerinde ne kadar çalışılsa da hatalar olabiliyor. Operasyon sürecinin yönetimi, performans göstergeleri (KPI), güvenilirlik ve doğru kontrat inşa etmek sektörel bilgi ve deneyim gerektiriyor.
Okuma yapmak isteyen yöneticilerimiz için iki yazımızı daha dikkatinize sunuyorum:
OTOMOBİL FABRİKASI ve MİLK – RUN LOJİSTİK OPERASYONLARI
Sözleşmenin daha rahat anlaşılabilmesi adına, öncelikle Milk-Run lojistik operasyonlarını genel hatları ile açıklamak isterim. Temel bakış açımız OPERASYON YÖNETİMİdir. Böylelikle taşıma tabanlı riskler (koordinasyon, araç, hasar gibi) tedarikçi ilişkileri, performans göstergeleri (KPI’lar) ve sözleşme arasında bağ kurmak kolaylaşacaktır.
Milk Run Lojistik Nedir?
Milk-Run Lojistik Operasyonu
Sektör içerisinde yaygın bir biçimde Milk Run kelimesinin orijinal haliyle (İngilizce) kullanımını görmekteyiz. Milk Run sözcüğü Türkçe lojistik literatürüne “Döngüsel Sefer” olarak geçmiştir.
Milk-Run uygulama örnekleri ilk olarak gündelik perakende dağıtım sisteminde ortaya çıkmıştır. Dağıtım – teslimat uygulamalarında başarılı sonuçlar elde ettiği görülünce, öne çıkan sevkiyat özelliği diğer sektörlere de hızla yayılım göstermiştir.
Otomotiv sektörü tedarik zinciri operasyonlarında Milk-Run, ön evrede, tedarikçilerden fabrikaya taşınan (gelen) malzeme trafiğinde “inbound lojistik” yönetiminde sağladığı avantajlarla dikkat çekmiştir.
Milk Run Lojistik, taşıma organizasyonu içerisinde sevkiyat (filo) araçlarının planlanması, belirli bir güzergâh planı (rota) içerisinde düzenli hareket ettirilerek, amaca uygun bir biçimde,
a) “ürünlerin farklı noktalardan (tedarikçiler, depolar) toplanması ve bir noktaya (fabrika, dağıtım merkezi gibi) teslim edilmesi” ya da
b) “bir noktadan çıkış yapan aracın farklı adreslere (tedarikçiler, bayiler, satış noktaları olabilir) teslimat yapmasıdır”.
Milk Run Lojistik operasyonlarının öne çıkan üç türü bulunmaktadır. Bunlar;
Inbound Milk Run Lojistik Uygulamaları: Kısaca gelen malzeme (parça) lojistiğinde Milk Run operasyonları. Farklı tedarikçiler ve alıcı fabrika arasında, gelen malzemelerin taşınma süreci.
In-Plant Milk Run Lojistik Uygulamaları: Fabrika (tesis) içi milk run operasyonları.
Outbound Milk Run Lojistik Uygulamaları: Tamamlanmış ürünlerin fabrikadan – farklı adreslerdeki dağıtım kanal üyelerine (depo, bayi, satış noktası gibi) taşınma süreci.
Milk-Run Lojistiğin Getirdiği Yenilik Nedir?
Geleneksel taşıma operasyonu, “tedarikçi ve alıcı (müşteri) arasındaki parça trafiğine” ilişkindir. Tedarikçi kendisine açılan satın alma sipariş takvimine uygun olarak parçayı üretir ve alıcı fabrikaya sevk eder. Tam kamyon (FTL) yüklemelerde, operasyon, bu şekilde geçerliliğini korumaktadır. Yurt içi bir operasyon örneği verecek olursak şu şekilde düşünebiliriz: “Tek gönderici (tedarikçi firma), bir araç (kamyon), bir sürücü, belirli güzergâh (rota), çıkış ve varış noktası arasında kesintisiz hareket ve teslimat.”
Büyük tesislerin (otomobil fabrikası gibi) satın alma gereksinimleri dolayısı ile tedarikçi sayıları fazladır. Üretim programlarında dakiklik hayati öneme sahiptir. Binlerce araç üretimi sürecinde çok sayıda tedarikçiden teslimat yoğunluğu yaşanmaktadır. Tedarikçilerden sürekli hammadde, malzeme, parça sevkiyatı söz konusudur. Stok tutmak hem yüksek maliyet, hem de alan gereksinimi ve yönetim zorlukları gibi problemleri gündeme taşımaktadır.
Otomotiv sektöründe yalın üretim felsefi ile hareket edilmektedir. Tam zamanında (JIT) üretim, israfı önleme ve mümkünse stok tutmadan (sıfır stok) çalışma alışkanlıkları oturmuştur. Bu anlayış beraberinde tedarikçilerden gelen malzeme trafiğini kontrol altına alma zorlukları getirmektedir.
Farklı bölgelerde üretim yapan tedarikçiler olduğunda; gelen malzeme trafiğinde, az miktarda siparişler (LTL) ve sık teslimatlarda belirli sıkıntılar ortaya çıkabilmektedir. Göndericiler (tedarikçiler) ve alıcı (otomobil fabrikası) arasında taşıma planlaması ve koordinasyon problemleri yaşanabilmektedir. Taşıma performans düşüklükleri, araç kapasite / doluluk oranlarında zayıflıklar, artan taşıma maliyetleri, varış noktasında (fabrikada) araç yığılması ve uzun bekleme süreleri olabilmektedir.
Coğrafi olarak birbirine yakın ya da belirli bir hat üzere üretim yapan tedarikçinin koordine edilmesi esastır. Amaç, otomobil fabrikasının ihtiyaç duyduğu parçaların belirli bir grup tedarikçiden düzenli bir biçimde taşınmasıdır.
Farklı tedarikçilerden belirli miktarlarda (parça kasaları ya da paletler) ürün bir araçta konsolide edilmektedir. Birden fazla araç, akaryakıt sarfiyatı ve sürücü maliyetinin önüne geçilmektedir.
Ülkemizden örnek verecek olursak, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren ana aktörlerin güneydoğu Marmara Bölgesi’nde (Kocaeli, Adapazarı, Bursa illeri) yer aldıkları bilinmektedir. Doğal bir biçimde otomotiv tedarik sanayinin de yine bu bölgede kümelendiği görülmektedir. Organize sanayi bölgeleri de tedarikçileri coğrafi olarak birbirine yakınlaştıran önemli bir faktördür. Milk-Run lojistik operasyonları için bir fırsat kendiliğinden oluşmuştur.
Milk Run Lojistiğin Doğruları Nelerdir?
Üretim tesisleri için Milk Run (Inbound) operasyonu;
Doğru Tedarikçiden
Doğru Miktardaki Ürünün (kasa, palet)
Doğru Zamanda (sevkiyat gün ve saati)
Doğru Güzergahta (rotada)
Doğru Toplanması ve
Doğru Maliyetle taşınmasıdır.
“Tedarikçi sözleşmeleri gelişiminiz için bir fırsattır. Öğrendikçe müzakere gücünüz artar”.
Otomotiv sektöründe tedarik ve lojistik yönetiminde, Malzeme Yönetimi Operasyon Rehberleri ve Lojistik Değerlendirme ( Materials Management Operations Guidelines / Logistics Evaluation MMOG / LE) prensipleri öne çıkmaktadır. Müşteri gereksinimleri, kapasite kısıtlamaları, acil durum planlaması, tedarikçi yeteneği, kaynak tahsisi ve çalışan becerileri üzerine çalışılır. Sektörün çalışma prensipleri göz önünde bulundurulduğunda, tedarikçide üretilen parçaların stratejik önemi vardır. O nedenle taşıma süreçleri ile ilgili olarak hasar, kayıp ve gecikme kabul edilemez.
Alıcı için avantajları;
Alıcı fabrika için avantajlar;
Operasyonlarda hız (çeviklik) ve esneklik,
Yüksek envanter devir hızına imkân vermesi,
Daha az miktarlarda sık parça hareketi ve buna bağlı olarak depo (alan) yer gereksinimi,
Tedarikçilerden gelen malzemelerin takip ve izleme kolaylığı,
Tedarikçi (ve satıcıların) etkin kontrolü sayılabilir.
Şirketinize Özel Eğitim Programlarımızı İncelemek için https://satinalmadergisi.com/egitim-programlari/
MİLK – RUN LOJİSTİK SÖZLEŞME İNCELEMESİ
Milk-Run Lojistik sözleşmesini iki yazı halinde inceleyeceğiz. Orijinal sözleşmenin kendisi toplam 10 sayfadan oluşmaktadır. O nedenle bir hafta yarısını (1- 5. Maddeler), bir hafta ise diğer kalan kısmı (6-21. Maddeler) analiz edeceğiz.
Hatırlarsınız Tedarikçi Üretim Sözleşmesi incelemesi, dört bölüm toplam 30 sayfa sürmüştü. Sayfa altında linklerini paylaşıyorum. Yetiştirebilirsek Satınalma dergimizin 143. sayısında bir bütün halinde yer vereceğiz.
Şimdi bütünü görebilmek adına Milk-Run Lojistik Sözleşmesi’nde yer alan tüm başlıkları sıralayalım:
(Not: Otomobil Fabrikası ismi yerine Erdal Otomotiv tercih edilmiştir.)
MİLK – RUN LOJİSTİK SÖZLEŞME
TARAFLAR
SÖZLEŞMENİN KONUSU
SÖZLEŞMENİN DEVRİ
TAŞIMA ESASLARI
TEMEL OPERASYONEL ŞARTLAR
PERSONEL VE ARAÇ YÖNETİMİ
ROTA PLANLAMA
SEVKİYAT TESLİM ALMA
NAKLİYE ESNASINDAKİ SORUMLULUKLAR
BOŞ KASA YÖNETİMİ
OLAĞANÜSTÜ DURUMLARDA SEVKİYAT YÖNETİMİ
ERDAL OTOMOTİV İHTİYAÇLARINDA DEĞİŞİKLİK
ARAÇ SPESİFİKASYONLARI
NAKLİYECİNİN PERSONEL VE ARAÇ İLE İLGİLİ YÜKÜMLÜLÜKLERİ
Bir taraftan, … İlçe/İl adresinde mukim ERDAL OTOMOTİV A.Ş. – Bundan böyle ERDAL OTOMOTİV diye anılacaktır.), diğer taraftan ( NAKLİYECİ adresi ) mukim (NAKLİYECİ İSMİ———(Nakliyeci Vergi Dairesi) (Bundan böyle NAKLİYECİ diye anılacaktır.) arasında aşağıdaki şartlar çerçevesinde bir nakliye sözleşmesi akdedilmiştir.
Sözleşme içerisinde ERDAL OTOMOTİV ile NAKLİYECİ birlikte “TARAFLAR” olarak anılacaktır. ERDAL OTOMOTİV’ in parça yan sanayi firmaları “TEDARİKÇİ” diye anılacaktır.
Taraflar adres değişikliklerini 7 (yedi) gün içinde diğer tarafa bildirmediği sürece yukarıdaki adreslere yapılacak tebligatlar tarafların kendisine yapılmış sayılacaktır.
İşbu sözleşme, ERDAL OTOMOTİV A.Ş. İşletmeleri Çalışma Şartnamesi ( EK-1 ) ile bir bütünlük arz eder. NAKLİYECİ bu Sözleşme’de ayrıca belirtilmeyen durumlarda ERDAL OTOMOTİV A.Ş. İşletmeleri Çalışma Şartnamesi koşullarına da aynen uymayı kabul ve taahhüt eder.
Bu makale Satınalma, Lojistik ve Tedarik Zinciri Bölüm çalışanlarına özel olarak hazırlanmıştır. Sözleşme incelemesinin toplam uzunluğu 12 sayfadır. Tam erişim için profesyonel üyelik gereklidir. Üyelik satın alarak hesabınızı oluşturabilirsiniz. Üye iseniz giriş yapınız.
Giriş Hesap Oluştur
Haftaya kaldığımız yerden “Nakliyecinin Personel ve Araç İle İlgili Yükümlülükleri Madde-6” İle devam edeceğiz.
Teşekkür
Satınalma yöneticilerine güzel geribildirimleri için bir kez daha teşekkür ederim.
Okuyucularımız son derece dikkatli. Temel dönüşler:
“-Firmaların konuları ele alma biçimleri, müzakere ve karşılıklı mutabakata vardıkları metinleri görmek, operasyonel bakış açısı, beklenti/uyarı kısımları ve sizin revizyon önerilerinizi görmek heyecan verici.”
“-Bir çok küçük – orta ölçekli işletmemiz ve onların çalışanları için örnek sözleşme görmek farkındalığı yükseltiyor.” şeklinde…Daha çok yazarsanız burada mutlulukla paylaşırım.
Nakliye Söz Konusu Olan Hizmet Alım İhalesi Fiyat Farkı Formülünde Akaryakıt Girdisine Yer Verilmemesi?
Mehmet ATASEVER Simdata Danışmanlık Y.K. Başkanı
Sağlık Bak. SGB E. Bşk./KİK E. Üyesi
İtirazen Şikayet Konusu; İtirazen şikâyet dilekçesinde özetle, İhale dokümanı incelendiğinde, işin bir kısmının taşımalı yapılacağı yani maliyet hesabına yakıt giderlerinin de eklenmesi gerektiği, yine demirbaş ve araçların yüklenici tarafından sağlanacağı için amortisman giderlerinin de hesaplamalar içerisinde yer alması gerektiği, ancak fiyat farkı hesaplaması içerisinde yakıt ve amortisman için katsayı öngörülmemiş olup yakıt ve amortisman giderlerinin de fiyat farkı hesabına eklenmesi gerektiği, iddialarına yer verilmiştir.
25.09.2024 tarihli ve 2024/UH.II-1209 Sayılı Kamu İhale Kurulu Kararına Göre;
Yapılan inceleme ve tespitler neticesinde; Kamu İhale Genel Tebliği’nin “Hizmet alımlarında fiyat farkı” başlıklı 81’inci maddesinde “81.1. Personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihaleleri ile personel çalıştırılmasına dayalı olmamakla birlikte ihale dokümanında personel sayısının belirlendiği ve haftalık çalışma saatinin tamamının idarede kullanıldığı hizmet alımlarında işçilik maliyetlerine ilişkin fiyat farkı hesaplanacağının ihale dokümanında belirtilmesi gerekmektedir.
81.2. 81.1 inci madde hükmü saklı kalmak kaydıyla, fiyat farkı hesaplanması öngörülen hizmet alımı ihalelerinde, işte kullanılan tüm girdilere ilişkin ağırlık oranlarını gösterir sabit katsayıların işin niteliğine ve işte kullanılan girdilere uygun biçimde ve tüm katsayıların toplamı bire (1.00) eşit olacak şekilde belirlenmesi ve ihale dokümanında gösterilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda işin niteliği, girdilerin yaklaşık maliyet içindeki ağırlık oranı ve işlevi gibi hususlar dikkate alınarak asli unsurlar ile bunlara ilişkin ağırlık oranı katsayıları belirlenir. Asli unsur olarak belirlenmeyen diğer tüm girdilerin malzeme veya diğer hizmetlerin ağırlık oranını temsil eden b3 katsayısı/alt katsayısı(b3,1 b3,2, …, b3,n) kapsamında olduğu kabul edilir.
Örneğin, malzeme dahil yemek hazırlama ve dağıtımı hizmet alımı ihalelerinde fiyat farkı hesaplanmasına ilişkin düzenlemelerde, işçilik (a1 ve/veya a2), nakliye varsa bu kapsamda kullanılan akaryakıt (b1) ve yemek yapımında kullanılan ana girdiler (yemek malzemeleri, kumanya vb. b3,1) asli unsur olarak belirlenir ve asli unsur olarak belirlenmeyen makine ve ekipman ile enerji gibi diğer tali girdilerin tamamının (b3,2) kapsamında olduğu kabul edilir. …” açıklaması yer almaktadır.
İdari Şartname’nin “Fiyat farkı” başlıklı 46’ncı maddesinde “46.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında aşağıdaki esaslara göre fiyat farkı hesaplanacaktır. 46.1.1.1. Grup …….. Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İl Sağlık Müdürlüğü, ADSM, ………… Devlet Hastanesi için: Fiyat farkı aşağıdaki formüle göre hesaplanır: F = An x B x ( Pn-1) Pn=a1+a2 İn/İo+b1 AYn/AYo+b2 Yn/Yo+b3 Gn/Go+c Mn/Mo Formülde yer alan; F: Fiyat farkını (TL), B: 0,90 sabit katsayısını, An: İlk geçici hakedişte (n=1) olmak üzere (n) inci hak edişte; birim fiyatlı işlerde uygulama ayında gerçekleşen iş kalemlerinin sözleşme fiyatlarıyla çarpılması sonucu bulunan tutarı (TL), götürü bedel işlerde ise uygulama ayında gerçekleşen ilerleme yüzdesiyle sözleşme bedelinin çarpılması sonucu bulunan tutarı (TL), Pn: İlk geçici hakedişte (n=1) olmak üzere (n) inci hakedişte, fiyat farkı hesabında kullanılan temel endeksler ve güncel endeksler ile a1, a2, b1, b2, b3 ve c değerlerinin ağırlık oranlarını temsil eden katsayıların yukarıdaki formüle uygulanması sonucu bulunan fiyat farkı katsayısını, ifade eder. Endeks tablosu: Türkiye İstatistik Kurumu tarafından aylık yayımlanan yurt içi üretici fiyat endeksi, 2003=100, CPA 2008 kısım, bölüm ve gruplarına göre tarihsel seri tablosudur.
…………
Teknik Şartname’nin “Hizmetin İfa Yerleri” başlıklı maddesinde “GRUP 1: …….. Eğitim ve Araştırma Hastanesinden, 1 mutfaktan hizmet verilecektir. …………..Eğitim ve Araştırma Hastanesi ana hizmet binasına, ……… Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Ek Hizmet Binası’na, …………….. Devlet Hastanesi’ne, …………….. Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’ne ve İl Sağlık Müdürlüğüne taşımalı servisle hizmet verilecektir. İl Sağlık Müdürlüğü Ana hizmet Binası’na, Merkez TSM (1 Nolu ASM)’ye, Fatih 3 Nolu ASM(Halk Sağlığı Başkanlığı)’ye mesai günleri içerisinde günde bir defa öğlen öğünü şeklinde, ………….Devlet Hastanesi’ne haftada yedi gün öğlen ve akşam öğünü olmak üzere günde 2 defa, Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’ne haftada yedi gün öğlen ve akşam öğünü olmak üzere günde 2 defa; ………. Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hizmet Binası’ndaki mutfaktan taşımalı servisle hizmet verilecektir. Yemek Taşıma hizmetini yapacak personeller teknik şartnamede sayısı belirlenen personelin dışında olup giderleri yüklenici firma tarafından karşılanacaktır. Taşıma hijyen koşullarına ve sağlık standartlarına uygun araçla yüklenici firma tarafından yapılacaktır. Taşımalı servis ile yemek ve dağıtım hizmeti verilecek olan hastaneler ve diğer kurumlar için taşıma yapılabilmesi adına mevzuat hükümleri doğrultusunda tüm iş ve işlemler yüklenici firma sorumluluğundadır.
GRUP 2: ………… Devlet Hastanesi’nde 1 mutfaktan hizmet verilecektir. …… Devlet Hastanesi, ……….Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi, ……….. Devlet Hastanesi, ……. Devlet Hastanesi, ……. Devlet Hastanesi ve …….. Devlet Hastanesi’ne hizmet verilecektir. ………. Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’ ne, …….. Devlet Hastanesi, ……… Devlet Hastanesi, …….. Devlet Hastanesi ve …….Devlet Hastanesi’ne haftada yedi gün öğlen ve akşam öğünü olmak üzere günde 2 defa; ………Devlet Hastanesi mutfağından taşımalı servisle hizmet verilecek olup yemek dağıtım hizmetini yapacak personel mevcut personelin dışında olacaktır. Giderler yüklenici firma tarafından karşılanacaktır. Taşıma hijyen koşullarına ve sağlık standartlarına uygun araçla yüklenici firma tarafından yapılacaktır. Taşımalı servis ile yemek ve dağıtım hizmeti verilecek olan hastaneler ve diğer kurumlar için taşıma yapılabilmesi adına mevzuat hükümleri doğrultusunda tüm iş ve işlemler yüklenici firma sorumluluğundadır.
GRUP 3: ………Devlet Hastanesi, ……….. Devlet Hastanesi, ……… Devlet Hastanesi. ……… Devlet Hastanesi ve ……… Devlet Hastanesi’nde olmak üzere 2 ayrı mutfakta hizmet verilecektir. ……. Devlet Hastanesi’ne haftada yedi gün öğlen ve akşam öğünü olmak üzere günde 2 defa; ……… Devlet Hastanesi mutfağından taşımalı servisle hizmet verilecek olup yemek dağıtım hizmetini yapacak personel mevcut personelin dışında olacaktır. Giderler yüklenici firma tarafından karşılanacaktır. Taşıma hijyen koşullarına ve sağlık standartlarına uygun araçla yüklenici firma tarafından yapılacaktır. Taşımalı servis ile yemek ve dağıtım hizmeti verilecek olan hastaneler ve diğer kurumlar için taşıma yapılabilmesi adına mevzuat hükümleri doğrultusunda tüm iş ve işlemler yüklenici firma sorumluluğundadır.” düzenlemesi yer almaktadır.
Kamu İhale Genel Tebliği’nin yukarıda aktarılan açıklamalarında fiyat farkı hesaplanması öngörülen hizmet alımı ihalelerinde, işte kullanılan tüm girdilere ilişkin ağırlık oranlarını gösterir sabit katsayıların işin niteliğine ve işte kullanılan girdilere uygun biçimde ve tüm katsayıların toplamı bire (1.00) eşit olacak şekilde belirlenmesi ve ihale dokümanında gösterilmesi gerektiği, bu kapsamda işin niteliği, girdilerin yaklaşık maliyet içindeki ağırlık oranı ve işlevi gibi hususlar dikkate alınarak asli unsurlar ile bunlara ilişkin ağırlık oranı katsayılarının belirleneceği, asli unsur olarak belirlenmeyen diğer tüm girdilerin malzeme veya diğer hizmetlerin ağırlık oranını temsil eden b3 katsayısı/alt katsayısı(b3,1 b3,2, …, b3,n) kapsamında olduğunun kabul edileceği,
Örneğin, malzeme dahil yemek hazırlama ve dağıtımı hizmet alımı ihalelerinde fiyat farkı hesaplanmasına ilişkin düzenlemelerde, işçilik (a1 ve/veya a2), nakliye varsa bu kapsamda kullanılan akaryakıt (b1) ve yemek yapımında kullanılan ana girdilerin (yemek malzemeleri, kumanya vb. b3,1) asli unsur olarak belirleneceği, asli unsur olarak belirlenmeyen makine ve ekipman ile enerji gibi diğer tali girdilerin tamamının (b3,2) kapsamında olduğunun kabul edileceği ifade edilmiştir.
İtirazen şikayete konu ihaleye ilişkin İdari Şartname’nin “Fiyat farkı” başlıklı 46’ncı maddesi incelendiğinde her 3 kısımda da sadece a1 (Haftalık çalışma saatinin tamamı idarede kullanılan işçiliklerin ağırlık oranı) ve b3 (Malzeme veya diğer hizmetlerin ağırlık oranı) katsayılarının belirlendiği, bunun dışındaki diğer katsayıların a2 (Haftalık çalışma saatinin tamamı idarede kullanılmayan işçiliklerin ağırlık oranı), b1 (Akaryakıtın ağırlık oranı), b2 (Diğer katı veya sıvı yakıtların ağırlık oranı) ve c (Makine ve ekipmanın amortismanına ilişkin ağırlık oranı) sıfır olarak kabul edildiği görülmüştür.
İhale dokümanı düzenlemeleri incelendiğinde ihale konusu hizmetin taşımalı olarak gerçekleştirileceği, bu kapsamda 1 ve 2’nci kısımda 1 mutfaktan, 3’üncü kısımda ise 2 mutfaktan hizmet verileceği, bunun dışında yemek hizmeti verilecek diğer birimlere bu mutfaklardan taşımalı olarak yemek servisi yapılacağı, yine doküman düzenlemelerinde yemek götürülecek hizmet birimlerine ilişkin 1 km ile 57,2 km arasında değişen kilometre bilgilerine de yer verildiği görülmüştür.
Bu çerçevede yukarıda aktarılan Kamu İhale Genel Tebliği açıklamaları dikkate alındığında, İdari Şartname’nin “Fiyat farkı” başlıklı 46’ncı maddesinde yer verilen düzenlemelerin ilgili Tebliğ açıklamalarına aykırı olduğu, şöyle ki anılan Tebliğ açıklamaları uyarınca malzemeli yemek hizmeti alımı ihalelerinde nakliye söz konusu olması durumunda bu kapsamda kullanılan akaryakıt girdisine ilişkin katsayının (b1) asli unsur olarak belirlenmesi gerekirken, İdari Şartname’nin “Fiyat farkı” başlıklı 46’ncı maddesinde b1 katsayısının belirlenmediği, bu yönüyle bakıldığında söz konusu düzenlemelerin Kamu İhale Genel Tebliği’nin “Hizmet alımlarında fiyat farkı” başlıklı 81’inci maddesine aykırı olduğu anlaşılmış olup başvuru sahibinin iddiasının bu yönüyle yerinde olduğu sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler; Hizmet Alımları, Yemek İhaleleri, Fiyat Farkı, Nakliye Maliyeti, Akaryakıt Girdisi, İhalenin İptali, İdari Şartname, Yaklaşık Maliyet
Türkiye rüzgâr enerjisi sektöründeki en son gelişme ve fırsatların hem ülkemiz hem de değişen dünya perspektifinden ele alınacağı TÜREK 2024, 5-6 Kasım 2024 tarihlerinde İstanbul Hilton Bomonti Otel’de düzenlenecek. Avrupa başta olmak üzere dünyanın rüzgar alanında öne çıkan diğer bölgelerinden de uzmanların, paydaşların, politika yapıcıların ve akademisyenlerin katılımıyla sektördeki mevcut ve gelecekteki gelişmelere ışık tutacak.
Avrupa Birliği (AB) Türkiye Delegasyonu Program Yöneticisi Christian Ballaro, Uluslararası Enerji Ajansı Yenilenebilir Enerji Birimi Başkanı Paolo Frankl, Uluslararası Finans Kurumu IFC Baş Yenilenebilir Enerji Uzmanı Sean Whittaker, Windeurope Başkanı – Giles Dickson, T.C. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar kongrede yer alacak…
Kamu ve özel sektörün en üst düzey karar vericilerinin yanı sıra WindEurope ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden rüzgâr derneklerinin üst düzey yöneticilerinin de katılacağı 13. Türkiye Rüzgâr Enerjisi Kongresi katılımcılar için hem stratejik bir bakış açısı kazandıracak hem de işbirliği olanaklarını genişletecek.
Türk Sanayisinin Avrupa Açık Deniz Rüzgar Tedarik Zincirine Entegrasyonu
TÜREK 2024 oturumları, sektörün önde gelen uzmanları ve kanaat önderleri tarafından yönetilecek.
Oturum Konu Başlıkları;
Türk Sanayisinin Avrupa Açık Deniz Rüzgar Tedarik Zincirine Entegrasyonu,
Rüzgar Türbinlerinin Verimli Yaşam Döngüsünü Nasıl Sağlarız?
Yeni Teknolojilerin ve Saha Uygulamalarının Uyarlanması,
Enerji Depolamanın potansiyelinin Ortaya Çıkarılması: Yenilikler, Piyasa Trendleri ve Depolamanın Yenilenebilir Enerji Kaynaklarıyla Entegrasyonu,
Depolama Entegre Rüzgar Enerjisi Santrallerine Yönelik Finansman ve Sigorta Hizmetlerine Erişim,
Yenilenebilir Enerjinin Geleceğini Yönlendirmek: Akıllı Şebeke, Enerji Yönetim Sistemleri, HVDC ve Power-to-X Çözümleri,
Görünmeyeni Ölçmek: Gelişmiş Açık Deniz Rüzgar Ölçüm Teknolojileri ve En İyi Uygulamalar,
Elektrik ve Karbon Ticareti Yoluyla Değerin Maksimuma Çıkarılması: Stratejiler, Piyasalar ve Politika Çerçeveleri,
Geleceği Depolamak: Enerji Depolama Teknolojilerindeki Gelişmeler ve Zorluklar.
TÜREK 2024 oturumları, sektörün önde gelen uzmanları ve kanaat önderleri tarafından yönetilecek ve tüm oturumlar, rüzgar enerjisi sektöründeki son teknolojik gelişmeler, yatırım fırsatları, sürdürülebilirlik ve daha fazlası üzerine heyecan verici konuları kapsayacak. Oturumlarda ayrıca rüzgar enerjisinin Türkiye’nin enerji portföyündeki rolüne odaklanılacak ve sektördeki en son projeler ve stratejiler incelenecek.
Geçtiğimiz yıl 26 ülkeden 4.358 katılımcıyı ağırlayan TÜREK, rüzgar sektörü için etkin bir uluslararası buluşma noktası da oldu. Toplam 163 B2B toplantının gerçekleştirildiği ve iş birliklerinin güçlendirildiği TÜREK 2023’te, 131 konuşmacı, sektördeki en son trendleri ve gelecek projeksiyonlarını paylaştı.
Sürdürülebilir Tedarik Zinciri Yönetimi ve Yeşil Satınalma Eğitiminin içeriğini incelemek için https://satinalmadergisi.com/egitim.pdf Eğitim Kataloğunu indirebilirsiniz.
Ekibinizin ihtiyacı doğru eğitim teklifini almak için talebinizi egitim@satinalmadergisi.com e-posta adresimize iletebilirsiniz.
İşveren Markası Yönetimine Bir Eleştiri: Çalışanlar Homojen Değildir!
Prof. Dr. Umut OMAY
“Müşterilerinize İşgörenlerinize Davrandığınız Gibi Davranmayı Düşünür müydünüz ?” başlıklı yazıma “Kuşkusuz her işletme en iyi çalışanları bünyesine katmak ister. Tıpkı her çalışanın da en iyi işte çalışmak istediği gibi” (1) diyerek başlamıştım.
Bu yazıda çalışanlarla işverenler arasındaki ilişkide genel olarak “odak noktanın” ve bu ilişkide tek belirleyicinin işverenlerin kararları ile tercihleri olmasının bazı sakıncalarına dikkat çekmek istedim.
İşveren Markası Yönetimi üzerine yapılan çalışmaların da benzer bir bakış açısını sergilediği söylenebilir. Örneğin, çalışan değer önermesi (employee value proposition) sınırlı bir bakış açısıyla işverenin mevcut ve potansiyel çalışanlarına sunduklarının ne olduğu şeklinde ele alınmaktadır. Dahası çalışan değer önermesindeki bu sınırlı bakış açısı yalnızca maddi unsurları ön plana alarak daha kısıtlı bir bakış açısının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ancak son dönemde yapılan bazı araştırmalar çalışanların yalnızca maddi olanaklarla ilgilenmediklerini, bunların yanı sıra çalışan değer önermesinde sınırlı bir biçimde ele alınan gelişme fırsatlarının olup olmaması, sosyal ilişki kurma olanaklarının bulunup bulunmaması ve yapılan işlerin anlam ve amaçları konularını da önemsediklerini göstermektedir (2).
Görünen o ki, işveren markası yönetiminin temelini oluşturan çalışan değer önermesi (3) “ben bunları sunuyorum, bakalım kimler ilgilenecek?” mantığı üzerinden ele alınmaktadır (4).
Oysa işveren markası da sonuçta bir “marka” olduğu için mevcut ve potansiyel çalışanların da müşteriler gibi ele alınıp incelenmeleri bir zorunluluk haline gelmektedir. Örneğin işverenin nasıl ki kendi ürünlerinin müşterilerine “ben bunu sunuyorum, beğenen gelir beğenmeyen gider” anlayışıyla yaklaşmaması ve öncelikle onların beklentilerini anlaması gerekiyorsa, mevcut ve potansiyel çalışanlarına da benzer bir bakış açısıyla yaklaşması ve çalışan değer önermesini buna uygun bir biçimde oluşturması gerekir (5).
Müşterilerin beklentilerini anlamaya çalışırken, çok çeşitli unsurları dikkate alınması ve incelenmesi söz konusudur. Kısacası mevcut ve potansiyel müşteriler tutum, davranış ve alışkanlıkları ile en ince detaya kadar incelenmek durumdadır.
Peki, bu durum çalışan değer önermesi için de geçerli olamaz mı? Nasıl ki müşteriler çok farklı sosyo-ekonomik ve kültürel arka planların yanı sıra kişilik özelliklerine de sahipse, aynı durumun çalışanlar için de geçerli olduğunu düşünemez miyiz? Sonuçta müşteriler homojen bir kitleyi oluşturmamaktadır; tıpkı, çalışanların da homojen bir yapı sergilemediği gibi. Gerçekten de son dönemde çalışanların homojen bir yapı sergilemediğine ilişkin çalışmalar olduğu görülmektedir (6).
Örneğin, çok farklı kişilik özellikleri olduğu bilinmektedir. İçedönük (introvert) kişilik özelliğine sahip çalışanlar dışadönük (extrovert) kişilik özelliğine sahip çalışanlar ile “işyerimizde sürekli parti yapıyoruz, hep beraber eğlenirken arada çalışıyoruz” anlamına gelebilecek bir çalışan değer önermesine aynı yanıtı verebilir mi? Ya da “sabah güne erkenden spor salonumuzda spor yaparak” başlıyoruz” gibi bir önerme biyolojik saatleri farklı olan tarla kuşları (sabah insanları) ve gece kuşları (gece insanları) için eşit derecede cazip olabilir mi?
Bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak vurgulamak istediğim asıl nokta çalışan değer önermesinin belirli varsayımlar ve genel kabullerle hazırlanmaması, bir miktar kuruma özel olması gerektiğidir. Bunu sağlamak için de tıpkı mevcut ve potansiyel müşterilerin incelendiği gibi, mevcut ve potansiyel çalışanların incelenmesi önemlidir. Farklı toplumsal cinsiyet, eğitim, kültür, kuşak ve kişilik özelliğine sahip çalışanların, kısacası homojen bir yapı özelliği sergilemeyen bu kişilerin aralarındaki bu tip farklılıkların dikkate alınmadan oluşturulacak çalışan değer önermesinin ne kadar başarılı olacağı bir soru işaretidir. Kısacası işveren markası yönetimi her bir kurum için özel ve özgün olarak ele alınmak durumundadır.
Prof. Dr. Umut OMAY
Kaynaklar
(1) Omay, U. (2022), “Müşterilerinize İşgörenlerinize Davrandığınız Gibi Davranmayı Düşünür müydünüz ?”, Çevrim içi: https://satinalmadergisi.com/musterilerinize-isgorenlerinize-davrandiginiz-gibi-davranmayi-dusunur-muydunuz/, (12.05.2022).
(2) Edmondson, A. C. (2023), “Rethink Your Employee Value Proposition”, https://hbr.org/2023/01/rethink-your-employee-value-proposition, (30.10.2024).
(3) “What’s the difference between an EVP and Employer Brand?”, Çevrim içi: https://www.talent-works.com/2021/05/whats-the-difference-between-an-evp-and-employer-brand/, (18.09.2024).
(4) Omay, ibid.
(5) Omay, U. (2024), “İşverenin Markalaşması”, https://satinalmadergisi.com/isverenin-markalasmasi/, (19.09.2024).
(6) Khudri, m. and Sadia, A. T. (2022), “Employer branding attractiveness for potential employees in an emerging economy: evidence of heterogeneity”, International Journal of Export Marketing, 5 (3-4), pp. 320-344.
101. Yılımızda Egemenlik Yolunda Tam Dijital Bağımsızlık
Olgar ATASEVEN
Bu hafta bizim için çok önemli. Ben de bu doğrultuda bir yazı yazmak istedim. Günümüzde bir ulusun / ülkenin ileriye yönelik tam anlamı ile kendi egemenliğinde hareket etmesi bir çok unsura bağlı. Savunma, eğitim, tarım, teknoloji, sağlık ve benzer konuların sürekli strateji üretmemiz gereken başlıklar olduğunu biliyoruz. Bugün bu başlıklardan bir tanesini ele alacağız. Türkiye Cumhuriyeti’nin 101. yılında egemenlik kavramı yalnızca siyasi bağımsızlık değil, aynı zamanda dijital alanlarda da kendine yeterli olma ihtiyacını beraberinde getiriyor. Dijital bağımsızlık, bir ülkenin altyapısından veri güvenliğine, siber güvenlikten yapay zekaya kadar tüm dijital süreçlerde bağımsız hareket edebilmesini gerektiriyor. Bu noktada hem devletin hem de özel sektörün sorumlulukları büyük. Devletin sağladığı dijital hizmetlerin yaygınlaşması, stratejik bir güvenlik alanı yaratırken, özel sektörün inovatif adımları ve bağımsız teknoloji üretme çabaları da ekonomiye katkı sağlıyor.
Türkiye’nin Dijitalleşme Başarıları: Kamu ve Özel Sektör El Ele
Türkiye, son yıllarda dijitalleşme yolunda hızlı ve güçlü adımlar attı. Kamu hizmetlerinde e-Devlet kapısı, toplumun çeşitli kesimlerine dijital hizmet sunarken hız ve erişim kolaylığı sağladı. Vergi ödemeleri, sosyal güvenlik işlemleri ve tapu işlemleri gibi pek çok süreçte dijital çözümler, hem vatandaşlara hem de devlet kurumlarına büyük kolaylıklar sundu.
Özel sektörde ise Türk şirketleri, dijitalleşme yolunda oldukça hızlı ilerliyor. Özellikle finans, telekomünikasyon ve savunma sanayii alanlarında yerli teknoloji üretimine odaklanıldı. Bankacılık sektöründe dijital bankacılık uygulamaları, yapay zeka destekli müşteri hizmetleri ve blockchain çözümleriyle, Türkiye finansal teknoloji alanında öne çıkan ülkelerden biri haline geldi. Savunma sanayiinde ise Bayraktar TB2 gibi yerli insansız hava araçları, başlı başına ayrı bir başarı olan 5. nesil milli muharip uçağımız KAAN ve benzerleri dijital ve mekanik alanlardaki yetkinliğimizin önemli bir göstergesi oldu.
Dijital Bağımsızlık Yolunda Devletin ve Özel Sektörün Karşılaştığı Zorluklar
Evet bu örnekler çok güzel ama hayat toz pembe değil! Dijitalleşme ve bağımsızlık yolunda elde edilen bu başarıların yanı sıra, devlet ve özel sektör için bazı zorluklar da mevcut. Yerli yazılım ve donanım geliştirme konusunda hala bazı ciddi eksiklikler bulunuyor. Türkiye’nin teknoloji altyapısının önemli bir kısmı, yabancı yazılım ve donanım üreticilerine bağımlı durumda. Bu durum, verilerin güvenliği ve bağımsızlık açısından çok ciddi riskler barındırıyor.
Özel sektörde ise teknoloji girişimleri, özellikle finansman yetersizliği ve yüksek maliyetler nedeniyle inovasyon sürecinde yavaşlama yaşayabiliyor. Yerli teknoloji üretimindeki en büyük zorluklardan biri, bilgi birikimini geliştirme ve insan kaynağı yetiştirme noktasında ortaya çıkıyor. Yazılım geliştirme, yapay zeka ve veri analitiği gibi alanlarda yetkin çalışan bulma sorunu, bu alanlarda bağımsız hareket etme kapasitesini kısıtlıyor.
Dijital Bağımsızlık İçin Devlet ve Özel Sektörün Atması Gereken Adımlar
Türkiye’nin dijital bağımsızlık yolundaki bu zorlukları aşabilmesi için devlet ve özel sektör iş birliği hayati önem taşıyor. Her iki tarafın da yapması gereken stratejik adımları ben şahsen şu şekilde görüyorum:
Yerli Yazılım ve Donanım Geliştirme
Kamu kurumları, güvenlik odaklı projelerde yerli yazılım ve donanım kullanımını zorunlu hale getirerek özel sektörü bu alanda daha fazla inovasyona teşvik edebilir. Özel sektörde ise teknoloji geliştirme süreçleri için devlet destekli fonlar ve teşvikler artırılmalı, girişimcilik ekosisteminin daha güçlü bir yapı kazanması sağlanmalıdır.
Veri Güvenliği ve Siber Güvenlikte İş Birliği
Devlet ve özel sektör, dijital bağımsızlık yolunda ortak siber güvenlik stratejileri geliştirerek verilerin güvenliğini sağlamalı. Kamu ve özel sektörün kritik verilerini koruma amacıyla yerli siber güvenlik yazılımları ve şifreleme sistemleri geliştirilmeli ve bu sistemlerin kapsamlı bir şekilde kullanılması teşvik edilmelidir. Bu konuda olan kümelenmelerin yeterli olmadığını düşünüyorum.
İnsan Kaynağı ve Eğitim Yatırımları
Türkiye’nin dijital bağımsızlık hedeflerine ulaşabilmesi için yetkin insan kaynağının yetiştirilmesi önemli. Devlet, eğitim kurumlarında dijital yeteneklerin geliştirilmesi için müfredatları güncellemeli ve teknoloji alanında Ar-Ge yapan üniversitelerle özel sektör arasında iş birliklerini desteklemeli. Özel sektör, çalışanlarını yapay zeka, veri analitiği, blok zinciri gibi konularda eğitmeye odaklanarak dijital yetenek kapasitesini artırmalıdır.
Ar-Ge ve İnovasyon Teşvikleri
Devlet, dijital bağımsızlık için özel sektörde Ar-Ge çalışmalarını destekleyecek stratejik teşvikler sağlamalıdır. Özel sektör de inovasyon projelerine daha fazla yatırım yaparak yerli üretim kapasitesini artırabilir. Geliştirilen dijital ürünlerin ticarileştirilmesi sürecinde kamu ve özel sektörün birlikte çalışması, yerli ürünlerin uluslararası pazarda da kendine yer bulmasını sağlayabilir.
Bu başlıklara ilaveten iki konu daha ayrıca burada konuşmamızı gerektiriyor!
Yapay Zekanın (AI) Gücünü Yakalamanın Önemi
Dijital bağımsızlık yolunda yapay zeka (AI) teknolojileri, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye için de stratejik bir öneme sahip. Yapay zeka, sağlık, eğitim, güvenlik ve sanayi gibi pek çok sektörde verimliliği artırma potansiyeline sahipken, aynı zamanda inovasyon süreçlerini hızlandırarak küresel rekabet gücünü destekleyebilir. Türkiye’nin yapay zeka alanında yetkinlik kazanması, hem devletin dijitalleşme hedeflerini destekleyecek hem de özel sektörün dijital dönüşümüne ivme kazandıracaktır. Yapay zeka uygulamalarını kendi altyapılarında kullanarak hem yerel çözümler geliştirebilir hem de veri güvenliğini sağlayarak, ulusal hassasiyetlere uygun bir teknoloji tabanı oluşturabiliriz. Bu bağlamda, yapay zekayı sadece tüketici olarak değil, üretici olarak da benimsemek, Türkiye’nin dijital bağımsızlık hedeflerine ulaşmasında hayati bir rol oynayacaktır. Yapay Zeka veri ile bu verinin kümüle olarak işlenmesi ile ilgili. Bir de ciddi bir işlemci altyapısı ihtiyacı gerekiyor. Bunlar sonradan tamamlanacak konular değil. Bugün başlarsak aranın açılmayacağı konular. ABD ve Çin özelikle ciddi takip etmemiz gereken ülkeler.
Gereksiz İşlerle Vakit Kaybetmemek
İkinci konu ise özellikle devletin zaten yerli yazılım ve teknoloji grupları tarafından geliştirilmiş yazılımları tekrar yazmak için vakit kaybetmemesi. Yani bir ERP yazılı artık devletin geliştirme kapsamında olmak yerine gerçekten yerli ve milli şirketlerin teknolojileri ile yürünmesi gereken konular.
101. yılımızda dijital bağımsızlık, Türkiye Cumhuriyeti için siyasi egemenlik kadar stratejik bir önem taşıyor. Türkiye, devletin sağladığı dijital hizmetlerle vatandaşlarının hayatını kolaylaştırırken, özel sektör inovasyonları sayesinde teknoloji dünyasında kendine sağlam bir yer ediniyor. Dijital bağımsızlık, hem devletin güvenliğini sağlama yolunda hem de özel sektörün küresel arenada rekabet edebilmesi için kritik öneme sahip.
Devlet ve özel sektörün iş birliğiyle hayata geçireceği stratejik adımlar, Türkiye’yi dijital alanda güçlü ve bağımsız bir ülke haline getirecek. Bu hedef doğrultusunda atılacak her adım, Türkiye’nin egemenlik yolunda daha güçlü, daha dijital bir bağımsızlık kazanmasını sağlayacak. Anlayacağınız Cumhuriyeti senede bir kez kutlamak ile değil, bu doğrultuda her an adım atarak, gelişerek, ve çalışarak diğer yüzyıllara doğru taşıyabiliriz. Uyanık olalım.
İşçinin Asıl İşinin Dışında İkinci Bir İşte Çalışması Engellenebilir mi?
Lütfi İNCİROĞLU
Ekonomik zorluklar nedeniyle işçilerin ek gelir elde etmek için ikinci bir işte çalıştıkları uygulamada sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. 4857 sayılı İş Kanunu’na göre, haftalık azami çalışma süresi olan 45 saati geçmemek kaydıyla işçilerin asıl işinin dışında ikinci bir işte çalışmasını yasaklayan bir hüküm bulunmamaktadır. Uygulamada kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçilerin birden fazla işyerinde çalıştıkları da yaygın olarak görülmektedir. Örneğin bir işyerinde haftanın 3 günü çalışan işçinin haftanın diğer iş günlerinde bir ya da birden fazla işyerinde kısmi süreli iş sözleşmesiyle çalışmasında bir sakınca yoktur. Yeter ki haftalık azami çalışma süresi olan 45 saat aşılmamış olsun (İşK m.63). Şayet işçinin birden fazla işyerinde kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalışmakta iken haftalık azami çalışma süresi aşılmış ise, daha sonra kurulan kısmi süreli sözleşmedeki çalışma süresi kısaltılarak toplam iş süresi yasal azami süreye indirilir.
Öte yandan, yasal azami süreyle (haftalık 45 saat) bir işyerinde çalışan işçi, başka bir işyerinde kısmi süreli iş ilişkisine yani yan işe giremez, daha sonra yapılan iş sözleşmesi geçersizdir. Bununla birlikte, işçi asıl iş ilişkisi ile bir işyerinde çalışmakta iken şayet haftalık 45 saatini doldurmuyorsa yani 45 saatin atında çalışıyorsa geriye kalan zaman diliminde bir yan işte çalışabilir[1].
İşçinin yasal sınırlar içinde yan iş ilişkisine girmesini engelleyen bir iş sözleşmesi hükmü kural olarak Anayasanın çalışma hakkı ile sözleşmesi özgürlüğünü düzenleyen 48 ve 49 uncu maddelerine aykırılık oluşturacağından geçersiz sayılır. Buna karşılık, işçinin yan iş yapması sadakat borcuna aykırı ise, başka bir işte çalışma işveren bakımından hukuken kabul edilemeyecek bir haksız rekabet oluşturuyorsa işçinin yan işte çalışması kabul edilemez. Böyle bir durum söz konusu ise, daha sonra görüleceği gibi işveren iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilir (İşK. m.25/II, e).
Ancak, uygulamada işverenler işçilerle imzaladıkları iş sözleşmelerine ikinci işte çalışma yasağı ile ilgili hükümler koymaktadırlar. Bunun nedeni ise, işçinin ikinci bir işyerinde çalışmasının işçinin verimini düşürmesi ve işyerinde olumsuzluklara neden olma ihtimalinin yüksek olması olarak gösterilmektedir. Nitekim Yargıtay’ın da konuyla ilgili bir kararında işçinin ikinci işte çalışmasının yasak olmadığı ve olayın tamamen işçinin fizyolojik durumu ile ilgili olduğu vurgulanmaktadır. Yargıtay’a göre, “Kaldı ki işçinin mesai saatleri dışında başka yerde çalışması hizmet akdinin gerektirdiği hükümlerin ihlali anlamına gelmeyip, işçinin başka bir işte çalışması nedeniyle ancak işçinin yorgun düşmesi ve asıl işinde günlük ve normal çalışma sistemini aksatması halinde haklı fesih sebebi oluşturmaktadır.”[2] denilmektedir.
Ayrıca, işçinin dinlenme için ayrılan zaman diliminde başka bir işyerinde çalışması ruh ve beden bütünlüğünün bozulmasına da yol açabileceği için iş sağlığı ve güvenliği açsından da ikinci işte çalışması risk oluşturabilecektir. Bu yönüyle de işverenler iş sözleşmeleriyle ikinci işte çalışma yasağı getirmekte işyerine yorgun gelen işçinin hem performansının düşük olacağı hem de yeterince dinlenememiş işçinin dikkatsizlik göstererek iş kazasına neden olabileceği değerlendirilmektedir.
İşverenlerin iş sözleşmelerine ikinci işte çalışma yasağı koymalarına rağmen işçilerin buna rağmen ikinci bir işte çalışması işyerinde olumsuzluklara sebep oluyorsa doğruluk ve bağlılığa aykırılık oluşturabilecektir. Nitekim Yargıtay, “Davalının, mesai sonrasında başka bir işyerinde çalışmasını yasaklayan bir hüküm iş sözleşmesinde ya da hukuk sistemimizde bulunmamaktadır. İşverence, işçisinin mesai sonrası yaptığı iş nedeniyle zarara uğradığı veya işyerinde düzenin bozulduğu ya da işçinin performansının düştüğü hususları iddia ve ispat edilmemiştir. Sadece işyerinden müşteri çalacağı endişesi ile iş akdinin sona erdirildiğini beyan edilmiştir. Bu durum karşısında, davacının davranışının 4857 Sayılı İş Yasasının 25/II maddesinde düzenlenen “ahlak ve doğrulukla bağdaşmayan davranış” olarak yorumlanması mümkün değildir. Davalı işçinin iş akdinin haklı nedenle feshedildiği ispatlanamadığına göre, davacı işverenin açtığı istirdat davasının reddi gerekirken yazılı şekilde kabulüne hükmedilmesi hatalı olup karar bozulmalıdır”[3] demek suretiyle işçisinin ikinci bir işte çalışmasının işvereni zarara uğrattığını veya işyerinde düzenin bozulduğunu ya da işçinin performansının düştüğünü ispatlaması gerektiğini hüküm almıştır. Aksi halde, salt iş sözleşmesinde bu yasağın getirilmiş olması işverene iş sözleşmesini haklı nedenle fesih yetkisi vermeyecektir.
Sonuç olarak, işçinin asıl işinin dışında ikinci bir işte çalışabilmesi için haftalık azami çalışma süresi (45 saat) doldurmamış olması gerekir. Asıl iş, azami çalışma süresini doldurmuyorsa işçi arta kalan süre içinde bir yan işte çalışabilir. İşçinin yasal sınırlar içinde iş ilişkisine girmesini engelleyen sözleşme hükümleri kural olarak Anayasa’nın çalışma hakkı ve özgürlüğünü düzenleyen 48 ve 49 uncu maddelerine aykırılık oluşturacağı için geçersiz sayılır. Ancak, işçinin yan iş yapması sadakat borcuna aykırı ise, haksız bir rekabet oluşturuyorsa veya işveren zarara uğruyorsa ya da bu durum işyerinde düzenin bozulmasına neden oluyorsa, işçinin performansı düşüyorsa ve işveren de bunu ispat edebiliyorsa bu çalışma kabul edilemez. Bu durumda işveren işçinin iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilir (İşK. m.25/II, e).
Lütfi İNCİROĞLU
[1] EYRENCİ, Öner/TAŞKENT, Savaş/ULUCAN, Devrim/BASKAN, Esra, İş Hukuku, 10. Baskı, İstanbul 2020, s.88
[2] Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 2018/5408 E., 2018/12616 K.
[3] Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nin 2015/4567 Esas, 2015/12025
Türkiye’de 2024 İlk 6 Ay Tahmini Medya ve Reklam Yatırımları Raporu Yayınlandı!
Reklamcılar Derneği (RD), Reklamverenler Derneği (RVD), İnteraktif Reklamcılık Derneği (IAB), Açıkhava Reklamcıları Vakfı (ARVAK), Ulusal Radyo Yayıncıları Derneği (URYAD), Mobil Mecralar Araştırma Pazarlama ve Reklamcılık Derneği (MMA TR) ve TİAK adına bağımsız danışmanlık şirketi Deloitte tarafından hazırlanan “Türkiye’de Tahmini Medya ve Reklam Yatırımları Raporu”na göre toplam medya ve reklam yatırımları 2024 yılının ilk 6 ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre % 148,6 oranında arttı. 2024’ün ilk 6 ayında toplam medya ve reklam yatırımları 111 milyar 78 milyon TL’ye ulaştı. Bu rakamın 93,25 milyar dolarını medya yatırımları temsil ederken 18,53 milyar dolarını reklam yatırımları oluşturdu. 2023 yılı sonunda ise toplam yatırım miktarı 148,6 milyar TL olarak gerçekleşmişti.
Dijital Yatırımlar Medya Yatırımlarında %71,2 Paya Sahip
2024’ün ilk 6 ayında toplam organize medya ve TV yatırımları %127,2’lik artışla 71,21 milyar TL’ye ulaştı. Medya yatırımları 52,68 milyar TL, reklam yatırımları ise 18,53 milyar TL oldu. Organize medya yatırımlarında en büyük payı, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da dijital yatırımları oluşturdu.
2024 yılının ilk yarısında Türkiye’de dijital medya yatırımları, pazarlama stratejilerinde teknolojinin etkisini daha fazla hissettirdi. 2023 yılının aynı dönemine göre dijital toplam medya yatırımları (organize ve direk satın alma) 66 milyar 345 bin TL’ye çıktı. Geçen yılın aynı döneminde yatırım miktarı 24,71 milyar TL’ydi. Toplam medya ve reklam yatırımları içinde dijitalin payı (organize ve direkt satın alma) %71,2 oldu.
Bu yıl ilk yarısında 3 milyar TL’yi aşan influencer pazarı raporda ayrı bir başlık olarak ele alındı. Influencer medya yatırımları pazarı geçtiğimiz yıllarda dijital pazar içinde “Diğer” başlığı altında değerlendirilirken, artık erişmiş olduğu pazar hacmi sebebiyle raporda yeni bir başlık olarak değerlendirilmeye başlandı. Influencer medya yatırımları 2023’in aynı dönemine göre %87 artış göstererek 3,1 milyar TL’yi buldu. Sosyal medya yatırımları %45’lik artışla 30 milyar 70 milyon TL’ye ulaştı. Dijitalde satın alma (programatik) yatırımları ise %61’lik artışla 40 milyar 697 milyon TL’ye ulaştı. Native yatırımlar ise %4’lük artışla 2 milyar 678 milyon TL’ye çıktı.
Video reklamcılığı, gösterim reklamları ve arama motoru kategorileri, dijital medya yatırımları içinde en büyük paya sahip kategoriler olarak, geçen yılın aynı dönemindeki yerini korudu. Buna karşın, Connected TV ve dijital ses gibi yeni formatlar, en yüksek büyüme oranlarına ulaşarak dijital medya ekosisteminde hızla yükselen alanlar olarak öne çıktı. Türkiye bu büyüme rakamlarıyla Avrupa’da dijital medya yatırımları açısından en hızlı büyüyen pazar konumunu güçlendirdi.
Mobil Reklamcılığın Payı %78,5’e Ulaştı
Raporda ilk 6 ayda dijital medya yatırımlarının % 78,5’inin mobil cihazlar üzerinden yapılması dikkat çekti. Dijital medya yatırımlarında en büyük payı video alırken (%34 – 22,8 milyar TL) sırasıyla gösterim ve tıklama bazlı (%30 – 19,6 milyar TL) , arama motoru (%18 – 11,8 milyar TL), ilan sayfaları (%8 – 4,98 milyar TL) ve influencer (%5 – 3,1 milyar TL) onu izledi. Mobil cihazlarda geçirilen günlük ortalama süre, 4 saat 26 dakikaya ulaşırken, sosyal medya platformları üzerinde geçirilen zaman ve aktif kullanıcı sayıları, dijital stratejilerin mobil odaklı hale gelmesinde büyük rol oynadı. Özellikle sosyal medya reklamları, dijital yatırımlarda önemli bir paya sahip olmaya devam etti. Yapay zeka teknolojilerinin reklamcılık ve pazarlama süreçlerindeki etkisi daha da belirginleşti.
Podcast ve Online Radyolar Ses Yatırımlarını Artırdı
Dijital ses reklamları, 2024’ün ilk yarısında bir kez daha hızlı bir büyüme göstererek %175 artışla 1,13 milyar TL’lik bir hacme ulaştı. Dijital ses reklamlarındaki bu büyüme, Türkiye’de aktif olarak podcast dinleyenlerin sayısının 650 bini geçmesi ve radyo dinleyicilerinin %60’ının online mecralardan radyo dinlemesi gibi faktörlerle desteklendi.
TV Yatırımlarındaki Değişim %107,5 Oldu
İlk 6 ayda TV yatırımlarında da büyüme devam etti. TV yatırımlarındaki toplam değişim %107,5 olurken TV pazarındaki yatırım miktarı 20 milyar TL’yi geçti. Organize medyadaki sektör payı %38,5 olarak gerçekleşti.
Oransal olarak dijitalden sonra en hızlı büyüme radyo pazarında yaşandı. Radyoda büyüme hızı %154,7 olurken pazar 1,4 milyar TL’ye ulaştı. Markaların radyoya ilgisinin her geçen gün daha da artması yatırımları artırdı.
Açıkhava Pazarındaki Büyüme Dijital Ünitelerle Devam Ediyor
Açıkhava yatırımları ise geçen yılın aynı dönemiyle karşılaştırıldığında %120,3 büyüyerek 4,49 milyar TL’ye ulaştı. Organize medya sektöründeki payı 8,5 olarak gerçekleşti. Açıkhava mecrasına olan talebin artarak sürmesi, reklam verenlerin yeni ve farklı ünitelere yatırım yapması için uygun bir ortam sağladı. Bu alandaki yeni ünitelerin ağırlıklı dijital olması, açıkhavanın dünyadaki gelişimi doğrultusunda Türkiye’de de benzeri bir gelişmenin süreceğini konusunda bilgi veriyor.
Yazılı Medya ve Sinema Yatırımları da Yükselişte
Bu dönemde basın yatırımları ise %58,6 artışa 553,6 milyon TL’ye çıktı. Yazılı basın medya yatırımları oransal olarak az olsa da Türkiye’deki organize medya sektörü içerisinde toplamdaki payı %1,1 oldu. Gazete kullanımlarında geçen yılın aynı dönemine göre %45’lik artış gerçekleşti. Kağıt ve mürekkep maliyetlerindeki artış gazeteleri zorladı. Gazete tirajlarında %10’luk bir daralma yaşandı. Dergi kullanımlarıysa %143’lük artışla karşılaştı. Bu artış, dergilerin etkinlik organizasyonları düzenlemesinden kaynaklandı.
Sinema sektörü ise organize medya sektöründe medya yatırımlarının %0,2’sini oluşturdu. Sinema sektörü, 2023 yılı ilk 6 ayına göre %67,5’luk büyüme yaşadı. 2024 yılının ilk 6 ayında %33 büyüme ile 221 sinema filmi izleyiciyle buluştu.