Ticaret Bakanı Pekcan, Yeni Rekabet Kanununu Değerlendirdi

Ticaret Bakanı Pekcan, Yeni Rekabet Kanununu Değerlendirdi

Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, bugün Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “7246 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanuna” ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

1994 yılında yürürlüğe giren 4054 sayılı Kanunun, Rekabet Kurumunun göreve başladığı 1997 yılından bu yana uygulandığını hatırlatan Pekcan, bu süre zarfında gerek Türkiye’deki gerekse uluslararası piyasalardaki değişimin,Avrupa Birliği rekabet hukukundaki önemli gelişmelerin ve edinilen deneyimin, Kanunun bazı maddelerinin değiştirilmesi ve modern araçlarla güçlendirilmesi ihtiyacını doğurduğunu söyledi.

Yapılan değişikliklerle Rekabet Kanununun Avrupa Birliği ve gelişmiş uygulamalarla uyumlu hale getirildiğini anlatan Pekcan, “Söz konusu düzenlemeyle Rekabet Kanunumuz dinamik piyasaların ihtiyacını daha iyi karşılayabilecek bir yapıya ve araçlara kavuşturulmuştur. Rekabet Kurumumuzun da daha etkin, aktif ve dinamik hale getirilmesi sağlanmıştır. Böylece bir yandan piyasa oyuncuları arasında etkin rekabet koşullarının oluşmasıyla tüketici refahının arttırılması sağlanırken, diğer taraftan Türkiye’ye daha çok uluslararası yatırımcı çekilmesinin de önü açılmıştır.” dedi.

-Uzlaşma yolu ve taahhüt mekanizması hayata geçiyor

Kanunda yapılan önemli düzenlemeler hakkında da bilgi veren Pekcan,yeni düzenleme ile “taahhüt” ve ”uzlaşma müesseselerinin” hayata geçirilmesinin mümkün hale geldiğine dikkati çeken Pekcan, “Bu düzenleme ile teşebbüsler, olası bir rekabet ihlali durumu söz konusu olduğunda Rekabet Kurumunataahhüt verebilecek ya da uzlaşmaya gidebilecek. Böylelikle, hem soruşturma sürecinin kısaltılarak hızlı bir şekilde sonuçlandırılması, hem dava süreçlerinin neden olacağı kamusal maliyetlerin azaltılması, hem de kamu kaynaklarının daha verimli bir şekilde kullanılması sağlanacak.” ifadelerini kullandı.

Birleşme ve devralmalara yönelik maddede değişiklik yapılarak “hakim durum” kriteri yerine Avrupa Birliği hukukunda kullanılmakta olan “etkin rekabetin önemli ölçüde azaltılması” kriterinindevreye alındığını anlatan Pekcan,“Örneğin iki firma birleşmek istediğinde ya da bir firma diğer bir firmayı satın almak istediğinde Rekabet Kurulundan izin almak durumunda. Kurul, birleşme ve devralma sırasında hakim durumun varlığını tespit etmese bile, bunun etkin rekabeti önemli ölçüde azaltabileceğine kanaat getirirse, bu birleşme veya devralmaya müdahale edebilecek.” şeklinde konuştu.

-Kartelleşmeye karşı yapısal tedbirler geliyor

Pekcan, AB mevzuatına benzer şekilde Rekabet Kurulunun kartelleşme halinde, davranışsal tedbirlerin sonuç vermediğinin nihai kararla tespiti durumundailgili teşebbüslere ancak “ihlalle orantılı” ve “ihlalin etkin biçimde sona erdirilmesi için gerekli olması” kaydıyla yapısal tedbirlerin uygulanabileceğini kaydetti. Pekcan, firmalara yapısal tedbirlere uymaları için en az 6 ay süre tanınacağını bildirdi.

-Kurum kaynakları ciddi rekabet ihlallerine yönlendirilecek

Kanunun öngördüğü bir başka aracın da pazar payı ve ciro gibi ölçütler itibariyle belli bir eşiğin altında kalan teşebbüs faaliyetlerinin, rekabet üzerindeki etkilerinin göz ardı edilmesine olanak sağlayan “de minimis” düzenlemesi olduğunu belirten Pekcan, bu düzenleme ile Rekabet Kurumu kaynaklarının daha etkin kullanılarak, ciddi rekabet ihlallerine yönlendirilmesine imkan tanınacağını kaydetti.

Pekcan, muafiyet rejimi açısından da Avrupa Birliği uygulamasında benimsenen teşebbüslerin “kendi kendine değerlendirme” yöntemine tam uyumunun sağlandığına işaret ederek, “Firmalar eskiden Rekabet Kurumuna başvurup muafiyet kararı alırken, şimdi getirdiğimiz düzenlemeyle muafiyet konusunda kendileri değerlendirme yapabilecek, böylelikle hem zamandan, hem de olası maliyetlerden tasarruf edilmiş olunacak.” ifadesini kullandı.

Kanun’da, Rekabet Kurumunun idari işleyişini daha etkin kılmaya yönelik bazı değişiklikler de yapıldığına dikkati çeken Pekcan, “Söz konusu Kanun değişiklikleri sayesinde, Rekabete ilişkin mevzuatımızın, 2003 yılından sonra değiştirilen bu alandaki AB düzenlemelerine ileri seviyede uygunluğunu sağlamış olduk. Hem ülkemizin Avrupa Birliği’ne üyelik müzakerelerinin Rekabet Politikası Faslı kapsamındaki çalışmalarına, hem deyeni doğrudan yatırımların önünün açılmasına katkı sağlayacak Kanunun ülkemize hayırlı olmasını diliyorum” değerlendirmesinde bulundu.

Ergonomik Bir Çalışma Alanı Nasıl Oluşturulur?

İnsan bedeni masaya bağlı, sürekli ekrana bakar konuma uygun yaratılmadığından masa başı duruş şeklinin sağlığa zarar vermesi beklenmedik bir durum değil. LG, tüketicilerin sağlığını korumaya katkıda bulunmak, rahatça çalışmalarını sağlayacak ergonomik bir çalışma alanı oluşturmak için bazı ipuçları veriyor.

Yoğun iş temposuyla birlikte, ofisler, çalışma masaları en fazla zaman geçirilen yerler halini almaya başladı. Ancak bu hareketsiz yaşam ve sabit oturma düzeni kullanıcıların sağlığını olumsuz yönde etkilemeye, duruş problemlerini, boyun, sırt ve bel ağrılarını da artırmaya aday. Bu yaşam tarzının sağlıklarına olumsuz etki yaratmayacağından emin olmak isteyen çalışanların monitör, masa ve sandalyelerini nasıl daha ergonomik şekilde yerleştireceklerini öğrenmeleri gerekiyor.

Monitörünüz Doğru Konumda mı?

Monitörün yanlış pozisyonda olması göz yorgunluğuna, boynunda ve sırtta zaman içinde daha da ciddi kas-iskelet problemlerine dönüşebilen ağrılara yol açabiliyor. Monitörünüzü doğru bir şekilde konumlandırmak için şu noktalar kontrol edilebilir:

  • Monitör kullanıcıların tam olarak önünde durmalı, kullanıcı monitöre bakmak için başını çevirmeye gerek duymamalı.
  • Monitör, kullanıcıdan en az bir kol boyu (gözlerden 43 cm uzakta) olmalı.
  • Monitör parlak ışıktan uzak, pencereye doğru bir açıda, ışığı kesecek şekilde konumlandırılmalı. Çok güneşli günlerde yakınlardaki pencerelerden gelen güneş ışığı perde ve ya benzeri bir nesne yardımıyla kesilmeli.
  • Göz hizasında veya hemen altında bir yükseklikte olmalıdır. Bu, gözlerin ekranın ortasına bakması anlamına geliyor. Ekranın üst kısmını göz seviyesinden yaklaşık 17 derece daha düşük tutacak bir monitör standı kullanmak gerekiyor.

Temel olarak, kullanıcıların monitöre herhangi garip bir duruş pozisyonuna girmeden, vücutlarını germeden veya bükmeden bakabilmeleri gerekiyor. LG 34WL750-B, kullanıcıların mükemmel konumu almasını kolaylaştıran çok yönlü ekran yüksekliği, eğim ayarları içeren yerleşik ergonomik özellikleri sayesinde konforlu çalışma koşulları oluşturmak için mükemmel bir alternatif oluşturuyor. QHD IPS ekranı, görüntü kalitesinin her açıdan olağanüstü olduğu anlamına geliyor, bu nedenle, kullanıcıların ekranı net bir şekilde görebilmeleri için kafalarını eğmelerine veya gözlerini yormalarına gerek kalmıyor.

Göz Yorgunluğunu Ortadan Kaldırmak İçin

Doğru monitör yüksekliği ve mesafesiyle bile, parlak bir bilgisayar ekranının önünde oturmak gözlere çok fazla yük bindiriyor. İyi haber şu ki, doğru monitörü seçmek, çalışırken oluşan göz yorgunluğunu azaltıyor. İşin sırrı, LG 34WL50S gibi mavi ışığı azaltan bir monitör kullanmaktan geçiyor. LG 34WL50S uzun belgeleri okurken bile göz konforunu sağlayan Reader Modu ile ön plana çıkıyor. Neredeyse sınırsız IPS monitör olan LG 34WL50S, aynı zamanda gözleri yorucu titreşimlerden koruyan sabit bir görüntü oluşturmak için, titremeyi neredeyse sıfıra indiren Flicker-Safe özelliğine de sahip.

Rahat Gözler İçin Kavisli Ekran

Monitörü yerleştirirken göz hizasını doğru ayarlamanın yanı sıra, göz yorgunluğunu azaltmanın başka bir yolu da, tüm ekranı aynı anda görmeyi kolaylaştırmak için göz eğriliğini izleyen kavisli bir monitör seçmek. Bu seçim, düz ekranın dış kısımları görüş alanı dışında olabileceği ve göz yorgunluğuna yol açabileceğinden, büyük monitör ekranları için büyük bir fark yaratıyor. LG’nin 34WL85C gibi ergonomik olarak tasarlanmış kavisli monitörleri, büyük kavisli ekranı, hassas renk üretimi ve daha net, daha parlak HDR sayesinde göz yorgunluğu olmadan sürükleyici bir deneyim sunuyor.

Monitör Yüksekliği Önemli

Hem göz yorgunluğu hem de boyun ağrısından kaçınmak için doğru monitör ekranı kadar monitör standı da çok önemli. İster basit, bağımsız bir yükseltici, ister toplam hareket özgürlüğü sunan yüksek teknoloji ürünü bir monitör kolu olsun daha sağlıklı çalışmanın çözümü monitör standı. Monitör standı ile ilgili en iyi şey, monitörünüzü rahat bir yüksekliğe yerleştirmenin yanı sıra masadaki alanı da boşaltması. LG 34WL750-B gibi ultra geniş monitörler, sabit kalmaları için özellikle sağlam bir standa ihtiyaç duyuyorlar.

Ergonomik Bir Masa ve Sandalyeye Yatırım Şart

Doğru monitörü seçme ve doğru bir şekilde yerleştirme konusu çözüldükten sonra, konforunu iyileştirme konusunda ciddi olan kullanıcıların ergonomik bir masa ve sandalye sağlam bir yatırım yapması gerekiyor. Masa yüksekliği büyük bir fark yaratıyor; kullanıcı, dirseklerini masaya koyduğunda klavyenin kollarıyla 90 derecelik açı yapması gerekiyor. Bu kural bir stand masada çalışıldığında da değişmiyor. Geleneksel bir masa tercih ediliyorsa, ergonomik bir sandalye de olmazsa olmazlardan. Klavyeden uzağa düşmemek için sandalyenin kolluklarının mutlaka masanın altına girebilmesi gerekiyor. Bu nedenle sandalye seçerken kollukların ayarlanabilir olduğundan emin olmak gerekiyor.

Ayarlanabilir bel desteği, omurgadaki basıncı azaltırken rahat bir duruş elde edilmesine de yardımcı oluyor. Sandalyenin, kullanıcının dizleri 90 derece bükülmüş olarak ayaklarının yere düz basmasını sağlayan bir yüksekliğe ayarlanması gerekiyor.

Ergonomik Klavye ve Fare

Son olarak, ergonomik klavye ve farelerin kullanıcılar için gerçekten faydalı olup olmadığı hakkında birçok tartışma var. Araştırmalar, ergonomik bir klavyenin bilek sakatlanmalarına çare olmadığını gösteriyor. Bu klavyelerin diğer bir dezavantajı da, yazmayı yavaşlatması. Ayrıca kullanımı sezgisel değil ve farklı yorgunluklara neden olabiliyor.

Siber Suçluların Gözü, Yeni Mobil Bankacılık Müşterilerinde

Amerika Birleşik Devletleri Federal Soruşturma Bürosu (FBI), pandemi önlemlerinin de etkisiyle Amerika’da yılın başından bu yana mobil bankacılık uygulamalarının kullanımında yüzde 50’lik artış gözlemlendiğini duyurdu. FBI, siber suçluların yeni mobil bankacılık müşterilerinden yararlanmaya çalışmasını beklediklerini bildirirken, siber güvenlik kuruluşu ESET, alınabilecek önlemleri paylaştı.

FBI İnternet Suç Şikayet Merkezi’nin (IC3) uyarısına göre mobil bankacılık uygulamalarının kullanımı COVİD-19 karantinaları sırasında arttıkça, bu platformların siber suçlular tarafından kullanılması riski de yükseldi.

ABD’deki çeşitli araştırmalara değinen büronun online dolandırıcılık kanadı, Amerikalıların yüzde 75’inden fazlasının 2019’da bir şekilde mobil bankacılık kullandığını duyurdu. Büro, bu yılın başından bu yana bankacılık uygulamalarının kullanımında ise yüzde 50’lik artış gözlemlendiğini paylaştı.

Aynı araştırmalar, Amerikalıların yüzde 36’sının bankacılık faaliyetlerini yürütmek için mobil araçlar kullanmayı sürdüreceğini ve yüzde 20’sinin banka şubelerini daha az ziyaret etmeyi planladığını gösteriyor.

FBI, suçluların yeni müşterilerden yararlanmasını bekliyor

Amerikalıların, mobil bankacılığı fiziksel olarak ziyaret edilen banka şubelerine alternatif olarak kullanmaya daha istekli hale geldiğine dikkat çeken FBI, gelinen noktada siber aktörlerin, yeni mobil bankacılık müşterilerini hedef almalarını beklediklerini ifade etti.

FBI İnternet Suç Şikayet Merkezi’ne göre, dolandırıcılar bu amaçla; uygulama tabanlı bankacılık truva atları ve sahte bankacılık uygulamaları gibi çeşitli teknikler kullanacak.

İkisinin arasında net ayrım var

Her ikisi de kurbanların banka hesapları için kimlik bilgilerini çalmak ve sonuçta onlardan para kazanmak gibi aynı hedefe sahip olsa da bunu başarmak için farklı stratejiler kullanırlar. Kötü amaçlı Android yazılımlarının tespitinde uzman olan ESET Güvenlik Araştırmacısı Lukas Stefanko, ikisi arasında net bir ayrım bulunduğunu söyledi.

Stefanko, “Bankacılık truva atları; zararsız, eğlenceli ve yararlı bir şeymiş gibi davranarak kullanıcıların onları yüklemesi için çaba gösteriyor. Oyunlar, pil yöneticileri, güç arttırıcıları, hava durumu uygulamaları, video oynatıcıları gibi davranıyorlar. Bu uygulamalar, kullanıcının en beklemediği zamanda gerçek bir bankacılık uygulamasıymış gibi bir oturum açma ekranı çıkarırlar. Tabi ki amaç, kullanıcının dikkatsizliğinden faydalanıp bilgilerini çalmak” diye konuştu.

ESET Güvenlik Araştırmacısı, sözlerini şöyle sürdürdü: ”Sahte bankacılık uygulamaları ise daha basittir. Sizi gerçek olduklarına ikna etmeye çalışırlar. Yüklendikten ve başlatıldıktan sonra, tıpkı gerçek bir bankacılık uygulamasında olduğu gibi bir giriş formu ile açılırlar. Forma gönderilen kimlik bilgileri ise siber suçlular tarafından toplanır.”

Nasıl güvende olunur?

ESET Güvenlik Araştırmacısı Lukas Stefanko, tehditlere kurban olmamak için izlenmesi gereken bazı kuralları şöyle özetledi:

  • İlk olarak, her zaman resmi mağazalardan uygulamalar yüklemelisiniz, ancak yüklemeden önce derecelendirmeyi, incelemeleri ve yükleme sayısını kontrol etmeyi atlamayın.
  • Bir uygulamayı yükledikten sonra da talep ettiği izinlere dikkat edin. Bir bankacılık veya finans uygulaması indiriyorsanız, bankanızın resmi uygulaması olup olmadığını, iletişim kurarak veya resmi web sitesine bakarak kontrol edin.
  • En önemlisi, cihazınızı güncel tutun ve güvenilir bir mobil güvenlik çözümü kullanın.
  • Güvenliğinizi iki katına çıkarmanın bir başka harika yolu da iki faktörlü kimlik doğrulamayı (2FA) etkinleştirmektir.

Tarım Sektöründe Büyük İşbirliğinin Temelleri Atıldı

İzmir Tarım ve Orman İl Müdürlüğü ile Ege İhracatçı Birlikleri, kaliteli tarım üretimini ve katma değerli ihracatını arttırmak için güçlerini birleştirme kararı aldı. Yıllık 5 milyar dolarlık tarım ürünleri ihracatı gerçekleştiren Ege İhracatçı Birlikleri’yle, İzmir’deki 146 bin çiftçinin üretim ve verimliliğini arttırmak için çaba gösteren İzmir Tarım ve Orman İl Müdürlüğü, İzmir’in tarım ürünleri üretim ve ihracatını arttırmak için güçbirliği yapacak.

İzmir Tarım ve Orman İl Müdürü Mustafa Özen, İzmir’de tarımsal üretimde problem olmadığını, pazarlama sorunu olduğunu, bu sorunu aşmak için kamu ve özel sektör konunun taraflarının işbirliği yapması gerektiğini dile getirdi.

Ege İhracatçı Birlikleri’ni ziyaret eden Özen, Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi ve Birlik Başkanlarıyla bir araya geldi. Özen, İzmir’de 146 bin çiftçi ailesinin üretimine devam etmesi için çalıştıklarını dile getirdi. Özen, “Çiftçilerimiz olmazsa üretime devam etmezse aç kalırız. Kiraz’ın en uç mahallesindeki çiftçi Tarım İl Müdürlüğünü bilmiyorsa, ya da giden hizmeti bilmiyorsa eksiklik var demektir. En uçtaki çiftçiye kadar ulaşmamız ve sorunlarına çözüm geliştirmemiz gerekiyor” diye konuştu.

Göreve geldikten sonra İzmir’in tarım alanında bir fotoğrafını çektiğini ifade eden Özen, “Belediyeler, Odalar, Borsalar, Birlikler tarım ile ilgili çalışmalar yapıyor. Ancak bu çalışmalarda bir bütünlük olmadığını gördüm. Bu bütünlüğü sağlayacak bir projeyi hayata geçirmek için çalışıyoruz, yakın zamanda projenin detaylarını kamuoyu ile paylaşacak noktaya geleceğiz” dedi.

Ürün nerede yetişiyorsa orada geliştirmeliyiz

İzmir’in 30 ilçesinde üretimi geliştirmek için çalışmalar yaptıklarını ifade eden Özen sözlerini şöyle sürdürdü: “Her ilçenin dominant olduğu ürünler var. Bu ürünleri yetiştikleri noktalarda geliştirmek istiyoruz. Her şeyi her yere taşımaktan vazgeçmeliyiz. O ekolojide olan ürünleri geliştirmeliyiz taşıyınca olmuyor. Kestane, Kiraz’da en iyi yetişiyorsa orada geliştirmek istiyoruz. Damla sakızını Çeşme ve Urla’da yapacağız. Selçuk’ta muz, Seferihisar’da ejder meyvesi üretimi için çalışmalar yapıyoruz. Bu bölgelerde örnek seralar oluşturacağız.”

İzmir Tarım ve Orman İl Müdürü Mustafa Özen, pandemi döneminde Ege İhracatçı Birlikleri’nin İzmirli tarım işçilerine 100 bin adet maske desteği içinde de teşekkür etti.

Eskinazi; “Sözleşmeli üretim sorunların ilacı”

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Ege Bölgesi’nin tarımsal üretimde büyük bir potansiyele sahip olduğunu, pandemi ile birlikte gıda üretiminin öneminin daha iyi anlaşıldığını kaydetti.

Çiftçilerin ektiği ürünün katma değerli pazarlanmasının yolunun sözleşmeli üretimden geçtiğinin altını çizen Eskinazi, “Sürdürülebilir üretim için sözleşmeli üretim çok önemli. Sözleşmeli üretim yapıldığında üretici ürünü ekerken kazanacağı parayı bildiği gibi, firmalarımızın ziraat mühendisleri gözetiminde kontrollü üretim olacağı için ürün kalitesi de ihracatçı firmalarımızın beklentileri doğrultusunda gerçekleşir. Tarım ve Orman İl Müdürlüğümüzün çiftçilerimize bu konularda eğitim vermesi faydalı olacaktır. Tarım ve Orman İl Müdürlüğümüzle tarım üretimimi ve kalitesini arttırmak için her türlü işbirliğine hazırız” diye konuştu.

İzmir Tarım ve Orman İl Müdürü Mustafa Özen’in, Ege İhracatçı Birlikleri ziyaretinde; Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Birol Celep, Ege Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği Başkanı Hayrettin Uçak, Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği Başkanı Davut Er ve Ege İhracatçı Birlikleri Genel Sekreteri İ. Cumhur İşbırakmaz yer aldı.

Enerji Sektörü Dijitalleşme Stratejilerini Masaya Yatırdı

Enerji sektörü maliyetleri aşağı çekmek için BT otomasyonunu hızlandırmayı ve bulut yatırımlarını ilk sıraya koyuyor

Nutanix, tüm dünyanın COVID-19 pandemisiyle yüzleştiği bir dönemde Türkiye enerji endüstrisinin süreçle ilgili deneyimlerini paylaştığı ve IDC’nin düzenlediği COVID-19 Etkisi: Enerji adlı çevrim içi etkinlikte sektörün öncüleriyle bir araya geldi.

Kurumsal bulut bilişim sektörünün liderlerinden Nutanix (NASDAQ: NTNX), IDC’nin düzenlediği ve COVID-19’un enerji sektörüne olan etkilerinin ele alındığı webinar’ında, sektörün önde gelen kurumlarıyla bir araya geldi. Enerji dağıtım şirketleri ve görevli tedarik kurumlarından üst düzey BT yöneticilerinin COVID-19 gündeminin etkilerini tartışıp deneyimlerini paylaştığı etkinliğin açılışını ise pandeminin endüstriye olan etkisine uluslararası bakış açısıyla değindiği konuşmasıyla IDC Insights Başkan Yardımcısı Roberta Bigliani yaptı.

Koronavirüs, halihazırda mevcut olan düşük insan etkileşim ortamıyla çalışmak zorunda olmanın zorluklarını öne çıkarırken çalışma şekilleri üzerine yeniden düşünülmesi gerektiği gerçeğini de gözler önüne serdi. COVID-19 gündemi, uzaktan çalışırken zorunlu olmayan elemanların da üretken kalabilmeleri ve güvenli bir BT ortamında çalışabilmelerini sağlama konusunda zor bir süreç yaşanmasına sebep olsa da bulut, analitik ve robotik işleme otomasyonu kullanarak verimliliği ve iş birliğini geliştirme fırsatlarının da doğmasını beklentisini teşvik etti.

Pek çok sektörde olduğu gibi enerji endüstrisinde de geleceği sağlama alabilmek için modernizasyon adımlarına ve teknolojik yatırımlara önem verilmesi gerektiğinin altının çizildiği webinarda, yüksek oranda uzaktan çalışma stratejisinin bugün de devam ettiği ortaya konan veriler arasında yer aldı. Bu süreçte CIO ve BT karar vericilerin ajandalarında üst sıralarda kendine yer bulan maddelerin ilk sırasında ise BT servis ve uygulamalarına güvenli erişim sağlanmasını mümkün kılmak olduğu görüldü.

Etkinliğin açılışını yapan Roberta Bigliani, konuşmasında şu ifadeleri kullandı: “Günümüzde BT altyapısı, başarılı bir dijital dönüşümü sağlamak için kilit öneme sahip. Bulut ve hiper bütünleşik altyapılar, enerji dağıtım şirketlerine çevik olması için gereken esnekliği ve güvenilirliği sağlamakta.”

Enerji sektöründe dijital dönüşüm yatırımları artışını sürdürürken, bu alandaki öncelik maliyetleri düşürmek için operasyonel dönüşümü sağlamak yönünde şekilleniyor. Webinar’ın konukları arasında yer alan Nutanix Türkiye Ülke Müdürü Tarık Ertuğrul, COVID-19 gündemi devam ederken şirketlerin BT departmanlarının zorluklarla mücadelede nasıl en iyi şekilde yönetimi sağlayabileceği konusunda görüşlerini dile getirdiği konuşmasında şunları ifade etti: “CIO’ların ajandalarında dijitalleşmenin ön sıralarda ye aldığını zaten ifade ediyorduk. COVID-19, enerji sektöründe de dijital dönüşümün ne kadar önemli olduğunu da gösterdi. Dijital dönüşümünü tamamlayan şirketler bu süreci gerçekten çok daha hızlı atlatmaya başladı. COVID-19’un iş yapma şekillerini değiştirdiği bu dönemde IT yönetimine olan yansımalarını 5 ana başlıkta toplayabiliriz: Evden çalışma, Self Service IT, Uzaktan Yönetim, İş Sürekliliği ve Maliyetlerin azaltılması. Nutanix olarak bu beş ana başlıkta da müşterilerimize bu süreci daha rahat geçirmelerini sağlayacak, onlara rekabet avantajı sunacak teknolojiler ve çözümler sunuyoruz.”

COVID-19 Krizinden Başarıyla Çıkmanın Anahtarı; Ticari Çeviklik

Uluslararası yönetim danışmanlığı şirketi Simon-Kucher & Partners, etkileri devam eden koronavirüs krizi sürecinde şirketlerin ayakta kalması için öncelikli aksiyon alanlarına yönelik bir çalışma yayınladı. Simon-Kucher & Partners CEO’ları Mark Billige ve Andreas von der Gathen’in kriz ve kriz sonrası dönem için görüş ve önerilerinin yer aldığı çalışmada, ‘Korona sonrası’ döneme odaklanmak yerine, bir aşı bulunana kadarki 18-24 aylık ‘yeni normal dönem’ için yeni stratejiler ve çözümlere odaklanılması gerektiği vurgulandı. Simon-Kucher & Partners üst yönetimi, şirketlerin koronavirüs krizinden başarıyla çıkmaları için ‘ticari çeviklik’ yeteneklerini geliştirmeleri gerektiğini belirtti.

Koronavirüs krizinde tüm dünyada normalleşme dönemine girilirken, artan vaka sayıları ile ‘ikinci dalga’ tartışmaları gündeme geldi. Hükümetlerin, bireylerin evde kalma kısıtlamalarını hafifletmeleriyle birlikte işletmelerin ne zaman tam anlamıyla normale dönebilecekleri sorusunun yanıtı ise halen belirsizliğini koruyor.

Şirketler her ne kadar normale hızlı bir şekilde dönmeyi isteseler de koronavirüsün yeniden dirilen bir krize sebep olabileceği gerçeğinin göz önünde bulundurulması gerekiyor. Konuyla ilgili açıklama yapan Simon-Kucher & Partners CEO’su Mark Billige, kimsenin artan vakaların ekonomiyi, şirketleri nasıl etkileyeceğini tam olarak bilemediğini hatırlatarak “Ancak hükümetlerin birden fazla kez kapatma ve yeniden başlatma uygulamalarını hayata geçirebileceğini öngörüyoruz” tespitinde bulundu. Billige, koronavirus krizinden kurtulmanın cevabının, U, V veya L tipi yaklaşımların belki de tümünü kapsaması gerektiğini belirtti.

COVID-19: Yeniden Dirilen Kriz

Simon-Kucher & Partners’’ın çalışmasında ‘yeniden dirilen kriz’ olarak tanımlanan koronavirüs krizi için, böylesi bir krizin yarattığı talep dalgalanmalarının şimdiye kadar yaşananlardan çok daha fazla olduğunun altı çizildi.

Simon-Kucher & Partners CEO’su Andres von der Gathen, toplumsal mesafe ve diğer kısıtlamaların uygulandığı daha önce benzeri görülmemiş bu dönemde, birçok işletmenin ürün ve hizmetlerini satmaya ek olarak müşteri güvenliği ve müşteri deneyimi üzerindeki kontrolü sağlamakta zorluk yaşadığını söyledi. Gathen, “Müşteriler bu dönemde, neleri tüketmeden yaşayabilecekleri ya da yaşayamayacakları sorusunun yanıtına daha fazla odaklandılar. Şirketler de bu duruma yanıt olarak neleri yapıp, neleri yapamayacaklarını sorgulama sürecine girdiler.” dedi.

COVID-19 Krizinde Her Şirket 4 Temel Senaryonun Birini Yaşıyor

Simon-Kucher & Partners, koronavirüs krizi döneminde oluşan hızlı talep değişimleri karşısında şirketleri, içinde bulunduğu durum bakımından 4 ayrı kategoriye ayırdı.

Gelişenler: Koronavirüs krizi döneminde sektörler açısından güvenli bir alan bulmak zor olsa da bu kategorideki şirketler, en avantajlı konumda olanlar. Simon-Kucher & Partners, bu kategorideki şirketler için başarı kriterinin mevcut talep koşullarına tutunarak, sürdürülebilir büyümeyi yakalamak olduğunu belirtiyor. Bunu gerçekleştirirken şirketlerin fiyatlandırma stratejilerini talep koşullarına uyarlaması ve kanal çeşitliliğinin artırılması önem kazanıyor.Bu kategoriye, özellikle IT hizmetleri, uzaktan erişim altyapı şirketleri, videokonferans hizmeti ve yazılım üreten şirketler örnek olarak gösteriliyor.

Bunalanlar: Bu kategori artan talep koşullarına göre kalite ve hizmet standardını korumakta zorlanan şirketleri kapsıyor. Simon-Kucher & Partners, bu kapsamdaki şirketler için dijital alanlara yatırımın, gelir ve operasyonel modellerinin iyileştirilmesinin önemli olduğunun altını çizdi.Koronavirüs krizi döneminde bu kategoride gıda perakendeciliği, kişisel bakım, kargo şirketleri yer aldı.

Durağanlaşanlar: Bu kategoride ise konvansiyonel kriz dönemlerinde de yaşanan talep düşüşlerine duyarlı şirketler yer aldı. Deniz taşımacılığı, seyahat acenteleri gibi sektörlerde faaliyet gösteren şirketlerin, yaşanan talep değişimleri konusunda gerekli önlemleri almaları durumunda, krizin etkilerini sınırlı düzeyde yaşayabilecekleri yorumu yapıldı. Fiyatları düşürmek yerine kapasiteyi azaltmak ve baz ürün fiyatında değişime gitmek de önlem olarak önerildi.

Tehdit altındakiler: Koronavirüs krizinin en fazla etkilediği şirketlerin yer aldığı bu kategorideki işletmeler en fazla tehlike altındakiler olarak tanımlandı. Simon-Kucher & Partners bu kategorinin insanlar arası teması gerektiren ve dijital karşılığı düşük hizmetlerin sunulduğu sektörleri kapsadığını belirterek, bu kapsamdaki şirketlerin ürün veya hizmetlerini satmak için yeni yollar bulmadıkça tam bir çöküşle karşı karşıya kalabilecekleri uyarısında bulundu. Tehdit altındakiler kategorisine giren şirketlere, havayolu şirketleri, spor salonu işletmeciliği, ticari fuarcılık hizmetleri, toplu taşıma şirketleri örnek olarak verildi.

Mert Terzioğlu: “Ticari çevikliği benimseyen şirketler avantajlı olacak”

Simon-Kucher & Partners Türkiye Yönetici Ortağı ve Global Yönetim Kurulu Üyesi Mert Terzioğlu, Koronavirüs krizi sürecinde birçok iş modelinin ataletinin ortaya çıktığını söyledi. Terzioğlu, müşteri talebindeki değişimler nedeniyle, bazı şirketlerin talebi karşılamaktan bunalmış ve yeni durumu sürdürme mücadelesi içinde olduğunu, diğerlerinin ise rekor düzeyde boş kapasite ile baş başa kaldıklarını hatırlattı. Terzioğlu, birçok şirketin kendi bildikleri yöntemlerle krizle baş etmeye çalıştıklarını ve değişim isteği veya çabası içinde olmadıklarını söyledi. Mert Terzioğlu, koronavirüs krizinin ‘yeniden dirilen kriz’ olabileceğine ve böylesi krizlerin şirketlere gerekli aksiyonları almaları için yeterli motivasyonu sağlayabileceğine vurgu yaptı. Terzioğlu “Fiyatlandırma, teklif tasarımı, satış ve maliyet yönetimlerinde çevik bir anlayış benimseyen şirketlerin kriz sona erdiğinde kaos ortamından güçlenerek çıkma olasılığı oldukça yüksek olacaktır” dedi.

Çözüm; şirketlerin ticari çeviklik yeteneğini geliştirmelerinde yatıyor

Simon-Kucher & Partners CEO’ları, talep değişimleri nedeniyle şirketlerin hızlı ve esnek karar verebilme yeteneklerini geliştirmelerinin, yaşadıkları zorluklarla mücadelede ve fırsatlara karşı doğru tepkiyi vermeleri noktasında fark yaratacağını belirtti. Şirket, ticari çeviklik kavramının detaylarını şu şekilde özetliyor:

Çevik teklif tasarımı: Şirketler, temel ürünlerini yeniden değerlendirerek, müşterinin ihtiyaçları, satın alma kanalı seçimleri ve alternatif ürünler konusunda yaşanan değişimlere hızlı tepki verebilirler. Doğru temel ürün, bazı durumlarda ürün ve servisleri dijital forma dönüştürerek elde edilebilirken, bu durum kapasite ve sabit maliyetleri düşürebilir.

Çevik satış: Şirketlerin önceliği, dijital ve özellikle e-ticaret kanalları yoluyla satış olmalıdır. E-ticarette, yüz yüze veya saha satışı sırasında yaşanan etkileşimleri olabildiğince sağlayabilmek şirketler için hayati önem taşımaktadır. Andres von der Gathen “Toplumsal mesafe zamanlarında, firmaların uzaktan satış konusunda uzman olmaları ve hızlı hareket etmeleri gerekiyor. Uzaktan satış becerisinin kazanılması hem teknik hem de müşteri ile dijital ilişki kurma açısından uzman bir eğitim ile mümkün olabilir.” yorumunu yaptı.

Çevik maliyet yönetimi: Ticari çeviklik kavramına yatırım yapmanın maliyeti düşük olmayacaktır. Üstelik bu maliyetlerin bir kısmı değer zinciri üzerinden fiyatlara yansıyacaktır. Tedarik zincirinde önceliğin “düşük maliyetli’den ‘düşük riskli’ye dönüştürülmesi gerekmektedir. Önümüzdeki günlerde maliyet enflasyonu dönemine girileceği düşünüldüğünde, aşırı duyarlı bir dönemde fiyat artırmak şirketler açısından büyük bir çeviklik kabiliyeti gerektirecektir.

Çevik fiyatlama: Fiyatlama süreçlerinde çevik yapıya geçiş, şirketlere, yeni fırsatlar yakalama ve değişken talebe cevap verme imkanı sağlar. Bu dönüşümü gerçekleştirebilmek için yönetimde ve fiyatlandırma araçlarında değişikliğe gitmek gerekir. Şirketlerin bu dönüşümü sağlamaları için satış fiyatını gerçek zamanlı izleyebilecekleri bir altyapı kurmaları gerekir.

Ekonomik dayanıklılık: Şirketlerin pandemi krizi döneminin yol açtığı şoklarla baş edebilecekleri ekonomik bir modele ihtiyaçları var. Pazar payını artırmak veya en azından korumak, kar-nakit akışının muhafaza edilmesi için dinamik olarak değişen gelir modellerine geçişin sağlanması hatta çoğu zaman buna zorlanması, fırsatların değerlendirilmesi önem kazanıyor. Bu modellere geçişin avantajları ilk etapta yeteri kadar görülmese de uygulamaların devam etmesi şirketler açısından hayatta kalma meselesi haline geliyor.

Koronavirüs Sonrası Olası 7 Mega Trend

Fatih Kuran, “Yeni Normal” olarak adlandırılan süreçte ve sonrasında hayatımızda olacak sosyal ve ekonomik gelişmeleri 7 maddede açıkladı.

Dünya çok uzun zamandır şahit olmadığı global bir salgın deneyimi yaşıyor. Çin’de başlayan koronavirüs COVID-19, Mart 2020 itibariyle bir pandemi haline dönüştü. Kimilerine göre salgın Haziran itibariyle yavaşlayacak kimileri ise sürenin daha uzun olacağını öngörüyor. Tüm dünyayı etkisi altına alan virüsün ekonomik etkileri, şirketler ve bireyler tarafından da yoğun biçimde hissediliyor.

Salgınla birlikte yaşanan ekonomik resesyonun süresi ile ilgili farklı olasılıklar bulunduğunu belirten Dinamo Danışmanlık Kurucu Ortağı, Kamu Özel Ortaklığı (PPP) ve Proje Finansmanı Uzmanı Fatih Kuran, “Virüsün yayılım hızı, alınan tedbirlerin ne derece işe yarayacağı, aşı ve benzeri tedaviler ile ilgili gelişmeler, evrim geçirip geçirmeyeceği gibi faktörlere bağlı olarak V,U ve L şeklinde bir ekonomik toparlanmadan bahsedilmekte. Ekonomik toparlanma için verilen süreler 3 ile 12 ay arasında değişiyor.

Koronavirüs salgınının ekonomik etkilerini salgın süresince ve sonrası olarak iki kısımda incelemek gerekiyor. Salgın er ya da geç bittikten sonra da toplum, iş dünyası ve devlet politikaları üzerindeki etkilerinin uzun yıllar boyunca hissedilebileceğini gösteren gelişmeleri deneyimliyoruz. Mevcut durum itibari ile krizden olumlu ve olumsuz etkilenen sektörleri sıralayacak olursak. Olumsuz etkilenen sektörler; turizm ve eğlence, ulaşım (hava-deniz-kara), otomotiv, inşaat ve gayrimenkul, üretim (zorunlu tüketim hariç), finansal hizmetler, eğitim, petrol ve gaz. Nispeten olumlu etkilenen sektörlere baktığımızda ise; tarım, e-ticaret, bilgi ve iletişim teknolojileri (ICT), kişisel bakım ve sağlık, gıda ve perakende zincirleri, tıbbi malzeme ve hizmetler diyebiliriz.” dedi.

“Yeni Normal” de 7 Mega Trend

Fatih Kuran, mevcut durum tespitinden sonra COVID-19’un daha uzun vadeli olası etkilerini 7 madde de şöyle sıralıyor:

1.Online platformların gelişmesi ve daha yaygın kullanımı.

Beyaz yakalı iş hayatının önemli bir kısmı, ağırlıklı olarak evden çalışma iş modeline geçiş yaptı ve işlerinde önemli bir verim kaybı olmadan hatta kimi zaman da artış kaydederek bu şekilde çalışmayı deneyimlenmiş oldu. Bu durumun kriz sonrasında da etkilerinin devam edebileceği ve en azından bazı personellerin dönüşümlü olarak ofislere gelmesi sureti ile işverenin ofis kiraları ve ulaşım maliyetleri gibi unsurlardan tasarruf sağlaması beklenebilir. Mevcut ofis alanlarının en azından bir kısmının kullanım dışı kalması özellikle ofis kiraların düşmesine ve inşaat sektörünün de daralmasına neden olabilir.

Aynı şekilde eğitim sistemi de online platformlar üzerine taşındı. Pek çok eğitim kurumunda hali hazırda var olan imkanlar kullanılmak sureti ile eğitim ülkeden ülkeye kalitesi değişmekle birlikte bir şekilde devam ediyor. Bu durum eğitimin de online platformlara kayışını hızlandıracak bir etki yapabilir. Gelişmelere bağlı olarak öğrencilerin okulda geçirecekleri zamanlar azaltılarak okulların öğrenci kapasiteleri arttırılabilir ve öğretmen ihtiyacı da zaman içinde azalabilir. Bu durum koronavirüs krizi öncesinde bile Kanada’nın Ontario eyaletinde hükümet ile öğretmen sendikaları arasında ihtilafa neden olmuş ve uzun süren grevler yaşanmıştı. Yaşadığımız sürecin gelişmeleri ivmelendirmesi beklenebilir.

Bankacılık ve alışveriş başta olmak üzere online sistemlerin kullanımı daha da yaygınlaşacak. Türkiye’deki online bankacılık sistemimiz dünya genelinde örnek gösterilebilecek bir gelişmişliğe sahip ve bu ülkemiz için yeni dönemde önemli bir avantaj. Ayrıca e-devlet uygulamasının verilen hizmetler kapsamının gelişmesi ile kalitesinin artırılması da gerekli olacak.

2.Teknolojik gelişmelerin hızlanması ve yaygınlaşması.

Pek çok işin online platformlar üzerinden daha fazla yapılmasına ihtiyaç duyulması ve daha da fazla duyulacak olması teknolojik gelişmelere olan ihtiyacın ve talebin artmasına neden olacak gelişim sürecini hızlandıracaktır. Bu süreçte Zoom gibi yaygın kullanılan platformların daha da gelişmesi ve görüntü iletiminde 3 boyut ve hologram gibi uygulamaların yaygınlaşması beklenebilir. Ayrıca, yapay zeka uygulamalarının da işin içine katılması ile verimlilik arttırılıp kullanıcı deneyimi geliştirilebilir. Olası salgın hastalıklardan etkilenmeyecek olmaları ve ekonomik sistemin aksamadan devamlılığını sağlayacak olması açısından robotların hayatımıza üretim sektörleri başta gelmek üzere dahil olma sürecinin hızlanmasını bekleyebiliriz. Yine olası salgın risklerini azaltacak olması nedeni sürücüsüz araçların trafiğe çıkması ve taksi gibi ulaşım araçlarında kullanımı yaygınlaşabilir.

3.Uluslararası ticarette değişimler.

Koronavirüs nedeni ile uluslararası tedarik zincirinde özellikle Ocak ve Şubat aylarında Çin kaynaklı önemli aksamalar yaşandı. Sonrasında bu durum diğer ülkeleri de etkiledi. Şirketlerin yeni dönemde tedarik zincirinde konsantrasyon riskinin yönetimine daha fazla dikkat edeceği ve tedarikçi portföylerini özellikle nicelik olarak geliştirmeye odaklanması beklenebilir. Söz konusu durum Türkiye açısından başta tekstil olmak üzere fırsatlar da yaratabilir.

Yanı sıra ülke yönetimlerinin tarım, gıda ve sağlık malzemeleri gibi temel ihtiyaç maddelerinin tedariğinin kriz dönemlerinde bir daha problem teşkil etmemesi için bundan böyle ağırlıklı olarak yerel bazda temin edilmesi için tedbirler alması beklenebilir. ABD yönetimin kendi ülkesinin ihtiyaçlarında kullanılmasını garanti altına almak amacı ile maske ihracatını yasaklaması bu duruma iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bu şekilde global ticaretin önünü kota ve vergi uygulamaları ile sınırlayacak uygulamalar geri gelip yerel üretimler teşvik edilebilir.

4.Sağlık sektöründeki olası gelişmeler.

ABD başta gelmek üzere bazı gelişmiş ülkelerde sosyal devlet anlayışı kapsamında temel sağlık hizmetlerinin devlet tarafından sağlanması söz konusu değil. COVID-19’un verdiği derslerden biri de sağlık alanında yaşanabilecek bir krizin toplumun tamamına etki edeceği ve herkesin sağlık konusunda aynı gemide olduğudur. Bu bağlamda yeni dönemde sağlık alanında sosyal devlet anlayışının kısmen de olsa yaygınlaşması beklenebilir.

5.Sosyolojik değişimler.

Yaşanan sağlık krizinin travma sonrası etkilerinin de devam etmesi ile başta turizm ve eğlence sektörü olmak üzere ekonomik toparlanmanın daha uzun sürmesi beklenebilir. Benzer etkileri havacılık sektörü başta olmak üzere ulaşım alanında da görülecektir. Bu sektörlerde koronavirüs krizi sonrası insan sağlığına daha fazla hassasiyet gösterecek tedbirler alınması ve iş yapış şekilleri ile verilen hizmetlerin evrim geçirmesi mümkündür. Yaşanan sağlık krizinin özellikle çekirdek aile üzerinde birleştirici etki yapması ve ileriye yönelik toplumsal dayanışmaya olumlu etki yapması da mümkün. Bu da krizin olumlu bir etkisi olarak nitelenebilir.

6.Çevre konusunda duyarlılık artışı.

Salgın ile birlikte küresel ısınma sorunu gibi tüm dünyanın geleceğini çok olumsuz etkileyebilecek felaket senaryolarının gerçekleşebileceği konusundaki bilincin artması beklenebilir. Başta yenilenebilir enerjinin daha da fazla kullanımı ve elektrikli araçların üretimin ve kullanımının arttırılması için teşvikler hızlandırılıp fosil yakıtların kullanımı giderek sınırlanabilir. Ayrıca vejetaryen beslenme biçiminin teşvik edilmesi ile bu alanda özellikle etin yerine geçebilecek ürünlerin daha da fazla gelişmesi ve yaygınlaşması beklenebilir.

7.Risk analiz ve yönetiminin önemi artacak.

Yeni dönemde özellikle olumsuz etkilenenler başta olmak üzere şirketlerin bu konuya çok daha fazla önem vermesi gerekecek. Ekonomik ve toplumsal değişimler ile farklılaşan müşteri tercihleri şirketlerin bu dönemde ve gelecekteki olası gelişmelere bağlı olarak farklı senaryoları test etmesini bir zorunluluk haline getirmiş durumda. Nakit akışı projeksiyonları üzerinden stres testi çalışması yapılması çok önemli ve olası ihtiyaçlara bağlı olarak önceden tedbir almalarına imkan sağlayacak.

Değişim hayatın ayrılmaz bir parçası. Hele bu büyüklükteki krizler muazzam bir değişime gebedir. Taşların yerinden oynamasını ve yeni bir dünya düzeni kurulmasını bekliyoruz. Değişime kendini en iyi şekilde adapte edebilen şirketler krizi fırsata çevirebilecek diğerleri ise doğal seleksiyonun bir parçası olarak yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklar.

Krizden güçlü ve sağlıklı çıkmayı hedefleyen şirketlerin mega trendleri takip etmesi ve kendilerini değişim sürecinin bir parçası olarak konumlandırması gerekiyor.

Yıldız Teknopark Start Up Firması, Covid 19’ a Yapay Zeka İle Geçit Vermeyecek

Yıldız Teknopark’ta faaliyetlerini sürdüren Yıldız Kuluçka firması Ayvos’un geliştirdiği yapay zeka destekli yazılım koronavirüse geçit vermiyor. Yazılımın kameralara entegre edilmesiyle sistem devreye giriyor ve sosyal mesafenin ihlal edildiği, maske kullanılmadığı durumlar tespit edilerek yetkililere bildiriliyor. Termal IP kameralar üzerinden 6 metre mesafeden temassız bir şekilde serbest geçiş sağlayarak anında ateş ölçümü yapabilen bu yazılım, kişi özelinde dezenfektan kullanılıp kullanılmadığını da saptıyor.

Koronavirüs nedeniyle 15 Mart’tan bu yana evlere kapandık. Ancak vaka sayısının ve ölüm oranlarının düşmesiyle birlikte Mayıs başında normalleşme sürecine kademeli olarak geçiş yapıldı. Açıklanan takvim doğrultusunda ilk açılan yerler AVM’ler oldu.Haziran’la birlikte oteller, camiler, restoranlar yani tüm sosyal mekanlar açılacak.Bu sürecin adı her ne kadar ‘normalleşme’ olsa da maskeler giysilerimizin bir parçası olacak ve insanlarla belirli bir mesafede iletişim kurmaya devam edeceğiz. Ancak bu sosyal mesafeyi nasıl koruyacağımız konusunda hepimizin kafasında soru işaretleri var. Yıldız Teknopark şirketlerinden bir olan KOSGEB destekli Türk Ar-Ge şirketi Ayvos bu soru işaretlerini geliştirdiği yapay zeka destekli yazılımla çözüyor. Şirket, geliştirdiği yazılım ile yapay zeka destekli kameralar üzerinden bireylerin 6 metre çevresinde akıllı tarama yapabiliyor. Böylece AVM’ler ve restoranlarda sosyal mesafenin ihlal edildiği, maske kullanılmadığı durumları tespit ederek yetkililere bildirip gerekli önlemlerin alınmasını sağlıyor.

Ayvos Kurucusu ve CEO’su Eray Hangül, şu ana kadar alınan önlemlerin boşa gitmemesi için normalleşme sürecinin yakından takip edilmesi gerektiğini belirterek yazılımlarıyla bu sürecin en iyi şekilde yönetilmesine yardımcı olmak istediklerini belirtiyor.

SİSTEM NASIL ÇALIŞIYOR?

Eray Hangül, projelerinde fikrin oluşumu, fon bulunması, proje yazımı yönetimi ve yürütülmesi, paydaşların bir araya getirilmesi, çıkacak fikri ve sınai hakların yönetimi, bunların ekonomiye katkıya dönüşmesi ve ticarileştirmesi konusunda Yıldız Teknoloji Transfer Ofisi’den destek aldığını anlatıyor.

Bu sistemin nasıl kullanılabileceğiyle ilgili ise Hangül şu bilgileri veriyor:

“AVM’ler, restoranlar, kafe ve pastane gibi sosyal mesafe ihlallerinin yaşanabileceği alanlardaki kameralara yazılımlarımızı entegre edip gerekli alanların yapay zeka ile taranmasını sağlayarak ihlal yaşandığında gerekli birimlere uyarı iletebiliyoruz. Aynı zamanda görüntü işleme teknolojisiyle yüz analizi yaparak kişinin maske takıp takmadığını anonim olarak raporlayabilen yazılımlarımız, aynı kişinin birden fazla kameradan geçişini takip ederek de konum odaklı bildirimler oluşturabiliyor.”

AVM’ler ve restoranlardaki yoğunluğu göz önüne alarak geliştirilen yazılımlarının her alanda kullanılabileceğini belirten Eray Hangül, “Toplum açısından tehlike arz eden her yere yazılımımızı entegre ederek alarmlar oluşturabiliyoruz. Yazılımımızla kameralardan aldığımız görüntüleri analiz ederek metro, otobüs, market, iş yeri gibi birçok bölgede koronavirüs önlemlerini artırıyoruz. Alınan görüntüler anonim olarak işlenerek kişinin maske takıp takmadığı ya da sosyal mesafe kurallarına uyup uymadığı belirlenebiliyor. Tüm bunlara ek olarak kişinin hareketini takip ederek yer değiştirse bile son konumunu belirleyebiliyoruz” diye konuşuyor.

TEMİZLİK VE ATEŞ ÖLÇÜMÜ DE YAPILIYOR

Ayvos’un yazılımı ayrıca koronavirüs ile mücadelede diğer bir önemli nokta olan ateş ölçümünü de termal kameralar üzerinden gerçekleştirebiliyor. Şirket termal kameralardan topladığı verilerle 6 metre gibi geniş bir mesafeden temassız olarak ateş ölçümü yapabiliyor. Yazılım, ölçüm sonucunun eşik değerinden fazla olması halinde kişilerin yüz görüntülerini gerekli birimlere ileterek önlem alınmasını sağlıyor. Yine aynı sistem üzerinden kurumlarda veya özel iş yerlerinde temassız ateş ölçümü yaparak yüz tanıma ile tekil ölçümler raporlanabiliyor. Bu kameralardan elde edilen görüntülerle kişinin dezenfektan kullanım sıklığı da belirlenebiliyor. Yani kameralar kişinin dezenfektan kullanıp kullanmadığını tespit edebiliyor.

Hikâye Anlatabilen Yönetici Zirveye Çıkar

VakıfBank Kültür Yayınları’ndan çıkan “Yöneticinin Genç Bir Yazar Olarak Portresi”, hikâye anlatmanın şirketler ve yöneticilerin kaderini belirlediğini ortaya koyuyor. Kitapta, dünya devi markalardan Steve Jobs, Umberto Eco ve Tim Cook gibi önemli isimlere atıfta bulunan Philipp Schönthaler, zirveye çıkış öykülerinden kesitler sunuyor, günümüzde hikâye anlatabilenlerin başarılı olduğunu söylüyor.

VakıfBank Kültür Yayınları (VBKY) “Yöneticinin Genç Bir Yazar Olarak Portresi: Ekonomi-Edebiyat İlişkisi Hakkında Bir Yardım Eli” isimli kitabı okurla buluşturuyor. Alman yazar Philipp Schönthaler kitapta, tarihi olaylar eşliğinde teknoloji, gıda, telekomünikasyon, giyim ve otomotiv devlerine atıfta bulunuyor.

Schönthaler, CEO’ların zirveye çıkışlarından anekdotlar sıralarken, global ölçekli dev markaların ürünlerini sunarken nasıl başarıyı yakaladıklarını anlatıyor. Çevirisi Emre Güler tarafından yapılan kitapta Schönthaler, her şeyin merkezinde iyi hikâye anlatmanın yer aldığını söylüyor.

Dünyanın en eski mesleği

Günümüzden binlerce yıl önce ilkel insan doğadan korktuğu için doğaya öykünmek istedi çünkü başarıya böyle ulaşacağını düşündü. Ateşin başında doğanın ve yırtıcı hayvanların dâhil edildiği öyküler anlattı, efsaneler tasarladı. Bununla yetinmedi, korkularını mağaralara resmetti. İnsan, zamana ve mekâna meydan okudu, her koşulda hikâye anlattı çünkü hikâyesi güçlü olanların söz sahibi olacağını iyi bilirdi… Schönthaler, dünyanın en eski mesleğinin hikâye anlatıcılığı olduğunu ifade ediyor.

Dev markaların başvurduğu yöntemdir

Mevzunun 90’lı yıllara gelindiğinde farklı bir boyut kazandığına dikkat çeken Schönthaler, yöneticilerin, ürünlerin pazarlanmasında hikâyeye başvurduğunu söylüyor. Bugün Silikon Vadisi’nin dahi temelinde bir hikâye yatıyor. Yöneticilerin, CEO’ların gömleklerinden duruşlarına, saç şekillerinden konuşma hızlarına, tanıttıkları ürünlerden tanıtma şekillerine kadar her aşamada bir hikâye var. Amaç ise belli, kuşkusuz başarıya uzanmak, mesajı doğrudan iletmek, hedef kitleyi çembere almak!

Steve Jobs’tan Tim Cook’a…

Schönthaler kitabına, Steve Jobs’ın 12 Haziran 2005’te Stanford Üniversitesi mezunlarına yaptığı konuşmayı referans alarak başlıyor. İlerleyen sayfalarda ise Walter Benjamin, Nietzsche, Tim Cook, Alasdair McIntyre, Umberto Eco ve Jean-Paul Sartre gibi finans, edebiyat ve düşünce tarihine damgasını vuran daha onlarca önemli ismin yaşamından, fikirlerinden ve çalışmalarından kesitler sunarak devam ediyor. Schönthaler, hikâye anlatıcılığına, pazarlama faaliyetlerinden organizasyonlardaki zayıflıkların saklanmasına, kullanılmayan kaynakların harekete geçirilmesinden iş görür hale getirilmesine dek her alanda etkin bir şekilde başvurulduğunu vurguluyor. Ve yöntem global ölçekli dev şirketlerin kâr oranlarından anlaşıldığı kadarıyla işe de yarıyor. Ürününü güçlü ve inandırıcı hikâyeyle destekleyen ise başarının ta kendisi oluyor.

Büyük kalabalıklara konuşmak şart

Günümüzde hikâye anlatıcılığının bilgi üretiminin merkezinde yer aldığını söyleyen Schönthaler, dev markaların hikâye anlatmak için ekipler kurduğunun bilgisini paylaşıyor.CEO’ların veya genel müdürlerin çok iyi birer konuşmacı ya da hikâye anlatıcısı olmak zorunda olduğunu belirtiyor. Schönthaler’ya göre artık toplum gönüllüsü olarak çalışmanın veya büyük maddi bağışlarda bulunmanın yetmediği an dev konferans salonlarında büyük kalabalıklara konuşuluyor. Schönthaler, şu satırları kaydediyor:

“Hikâye anlatıcılığı yönetiminde hikâye ve yönetim kavramlarının her ikisi de bir tek temellendirmeye gereksinim duyan bir anlaşma/ittifak içerisine girer. Yönetimde faydacılık hüküm sürer. Hikâyeler ilişkileri öteden beri karmaşık biçimde düzenlemektedir. Bu işlevleriyle son zamanlarda kendini esasen farklılaşma üzerinden tanımlayan modern toplumlar için çekici hâle gelmektedirler… Bulantı adlı romanında Jean-Paul Sartre, ‘Bir insan her zaman için bir hikâye anlatıcısıdır,’ diye başkarakterine kafa yordurur: ‘O, başından geçen her şeyi hikâye biçiminde görür.’ İngiliz yazar A.S. Byatt şöyle der: ‘Anlatmak, insan doğasının nefes almak ve kan dolaşımı gibi bir parçasıdır.’ Ahlak filozofu Alasdair McIntyre, ‘İnsan, özü itibarıyla hikâye anlatan hayvandır,’ varsayımında bulunur. ‘İnsan, doğası itibarıyla hikâye anlatan hayvandır,’ diyen İtalyan göstergebilimci ve çok satan yazar Umberto Eco da adeta kelimesi kelimesine aynı fikirdedir.”