Yansıtıcılı Polyester Tabaka İthalatında Gümrük Vergisi %6,5 Ama Okul Çantası Üretimi İçin İthal Edersek Vergi %0

Tam da Nihai Kullanım İzninden yani İthalat Rejim Kararı eki V sayılı listeden bahsediyoruz.

V sayılı liste kısaca; belirtilen şartları karşılaması durumunda gümrük vergileri indirilen veya askıya alınan hammadde, yarı mamul ve imalat bileşeni olarak kullanılan ürünlerin yer aldığı listedir. V sayılı listede ürünler, teknik olarak bütün ayrıntıları ile tanımlanmıştır ve bu liste kapsamında sadece listede belirtilen şartlara birebir uyan ürünlere gümrük vergisinde indirim ya da muafiyet uygulanabilmektedir.

V sayılı liste kendi içinde iki kategoriye ayrılmaktadır.

1-            Askıya alma sistemi

2-            Nihai kullanım

Nedir Bu Askıya Alma Sistemi ?

Avrupa Birliği, sanayicilerinin üretim maliyetlerini düşürmek amacıyla, kendi gümrük bölgesinde üretimi bulunmayan hammadde, yarı mamul ve imalat bileşeni niteliğindeki sanayi ürünlerinin gümrük vergilerini indirerek veya sıfırlayarak askıya almaktadır. Türkiye de, Avrupa Birliği ile yapmış olduğu Gümrük Birliği mutabakatı gereği V sayılı liste uygulamasına dahil olmuştur. Böylece yerli üreticilerimiz de, girdi ithalatlarında topluluk üyesi ülkeler üreticileri ile birlikte maliyet avantajı sağlamakta ve küresel üreticilerle rekabet edebilmektedirler. Üretimde girdi olarak kullanılan ancak AB de ve Türkiye de üretimi olmayan sanayi ürünleri için Türkiye de yerleşik sanayiciler de, Bakanlığın internet sayfası üzerinden (askiyaalma@ticaret.gov.tr ) başvuru evraklarını eksiksiz doldurarak taleplerini iletebilir ve V sayılı listeye söz konusu ürünlerin de eklenmesi için süreç başlatabilirler. Buraya bir dipnot bırakalım;  ülkemiz ile Avrupa Birliği arasındaki Avrupa Kömür Çelik Topluluğu Serbest Ticaret Anlaşması kapsamı demir çelik ve kömür ürünleri ile tarım ürünleri askıya alma sisteminin kapsamı dışındadır.

Peki Sistem Nasıl Çalışmaktadır ?

Listede yer alan ve başında (*) dipnotu olan eşya tanımları ile;

*Aynı tarife alt pozisyonunda

*Aynı ticari tanımda

*Aynı içerik ve özelliklerde

olan eşyalar için gümrük vergileri sıfır ya da indirimli olarak uygulanır.

GTİP Kayıt No Madde İsmi Gümrük    Vergisi
5803.00.10 91   (*) Genişliği 1.500 mm’den az olan pamuktan gazlı bez.  

0

 

Yukarıdaki tabloda 5803.00.10 tarife alt pozisyonunda bulunan “Genişliği 1.500 mm’den az olan pamuktan gazlı bez” tanımlı eşya ile aynı tarife alt pozisyonuna, aynı ticari tanıma ve aynı içerik ve özelliklere sahip eşya için ithalatta gümrük vergisi sıfır olacaktır. Uygulamada ise, serbest dolaşıma giriş beyannamesinde “LIST81” (gümrük vergisi %0 olan eşyalar için LIST81 muafiyet kodu, gümrük vergisinde indirim yapılan eşyalar için ise LIST82 muafiyet kodu seçilmelidir) muafiyet kodu seçilmelidir. Gümrük idaresi, eşyanın V sayılı liste kapsamında olup olmadığının ispatı için eşyanın incelenmesini (akredite laboratuvarlarında tahlil edilmesi, üniversite veya bilimsel kuruluştan alınacak inceleme raporu vs.) talep edebilir.

Nihai Kullanım Nedir ?

Kısaca; eşyanın V sayılı listede madde ismi sütununda yazılı olan amaçlar için ithal edilecek olması üzerine gümrük vergilerinin indirilmesi veya sıfırlanması durumudur.

Yazımızın başlığında da belirtildiği üzere;

GTİP Kayıt

No

Madde İsmi Gümrük

Vergisi

3920.62.19 20  (a) Güvenlik etiketlerinin ve kartlarının, güvenlik kıyafetleri ve aksesuarlarının, okul çantalarının ve benzeri kutuların üretiminde kullanılmaya mahsus piramidal desenle kabartılmış yansıtıcılı polyester tabaka.  

0

 

3926.62.19 GTİP de yer alan” Yansıtıcılı Polyester Tabaka” için gümrük vergisi oranı %6,5 iken bu eşyayı V sayılı liste kapsamında ve okul çantalarının üretiminde kullanılmaya mahsus olarak ithalatını yapmak istersek eğer bu durumda işleme Nihai Kullanım kapsamında devam edilebilecek ve gümrük vergisi sıfırlanacaktır.

Sistem Nasıl Çalışmaktadır ?

V sayılı listede, başında (a) dipnotu ile yer alan ve listede açıklanan amaca uygun olarak ithali yapılacak olan eşyanın gümrük vergisi indirim ya da muafiyetinden faydalanabilmesi için öncelikle Tek Pencere Sistemi üzerinden Nihai Kullanım İzin Başvurusunda bulunulması gerekmektedir. Başvuruda, ithale konu olan eşya için üretimin yapılacağı süre de belirtilir. İznin onaylanması sonrası oluşan 23 haneli TPS ID kodu ve NKUL muafiyet kodu (gümrük vergisi %0 olan eşyalar için NKUL muafiyet kodu, gümrük vergisinde indirim yapılan eşyalar için ise NKUL1 muafiyet kodu seçilmelidir) düzenlenecek serbest dolaşıma giriş beyannamesine kaydedilir. Bu suretle eşyadan normalde alınması gereken gümrük vergileri ile nihai kullanımı nedeniyle indirimli gümrük vergisi oranı uygulanarak hesaplanan vergiler arasındaki fark teminata bağlanır. Buraya bir dipnot bırakalım; Nihai kullanım yalnızca gümrük vergisinde tamamen veya kısmen bir indirim sağlar. Gümrük işlemleri sırasında alınan ve gümrük vergisi dışında kalan vergilerde herhangi bir muafiyet ve indirim sağlamaz.

İzinde belirtilen üretim süresi sonunda, Gümrük İdaresi eşyanın beyan edilen amaçlar doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını kontrol etmek amacıyla, Yetkilendirilmiş Gümrük Müşaviri tarafından hazırlanmış NK1 tespit raporu talep edecektir. Bu rapor sonrasında rejimin doğru uygulandığına kanaat getirilince de ilk başta alınan teminat iade edilir.

Semra KARTAL

Gümrük Müşaviri

Kaynakça:

4458 Sayılı Gümrük Kanunu

Gümrük Yönetmeliği

4458 Sayılı Gümrük Kanununun Bazı Maddelerinin Uygulanması Hakkında Karar – 2009/15481

Gümrük Genel Tebliği (Nihai Kullanım) (Seri No:1)

Risk Yönetimi ve Kontrol Genel Müdürlüğü 2016/9 Sayılı Genelgesi

Gümrükler Genel Müdürlüğü 09.01.2004 tarih ve 000615 sayılı yazısı

Gümrükler Genel Müdürlüğü 23.03.2006 tarih ve 007191 sayılı yazısı

Yako Groups Afet Bölgesine Konteyner Üretimine Geçti

Merkez üssü Kahramanmaraş olan iki yıkıcı deprem, 10 ilde büyük kayıplara yol açtı. Her kesimden ‘Gün birlik beraberlik günü’ mesajı gelirken, ülkenin önde gelen sivil toplum kuruluşları ve şirketleri de yardım seferberliği başlattı. Konteynerden giyim ve gıda yardımına kadar birçok ihtiyaç için tırlar yola çıktı, çıkmaya devam ediyor. Bu kapsamda ihracat gücüyle öne çıkan Yako Groups, bir yardım kampanyası başlatarak depremzedelere destek olmak amacıyla konteyner üretimine geçti. Maliyetine konteyner üretimine başlayan firma, daha hızlı ve daha fazla üretim için gerek özel sektör gerekse sivil toplum kuruşlarına da destek çağrısında bulundu.

GÜNLÜK ÜRETİM KAPASİTEMİZİ ARTIRMAYA ÇALIŞIYORUZ

Deprem felaketinden etkilenen bölgeler için yardım hazırlığına girdiklerini ifade eden Yako Groups Yönetim Kurulu Başkanı Galip Ölmez: “Öncelikle depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara da acil şifalar diliyoruz. Türkiye’de yakın zamanda gerçekleşen depremler çok fazla insan ve topluluğun üzerinde yıkıcı etkiler bıraktı. Çabalarımızın etkilenenleri biraz olsun rahatlatmasını umuyoruz. Topluma karşı duyduğumuz sorumluluk çerçevesinde ilk saatlerden itibaren gerek Yako Groups olarak afet bölgesine destek olmak üzere çalışmalar yapıyoruz. Kendi imkan ve kabiliyetlerimiz ile inisiyatif göstererek, bölge halkına destek olmaya çalıştık. Ticari üretim faaliyetlerimizi durdurarak afet bölgesine destek olmak için konteyner üretimine geçtik. Taşımada da bizlere lojistik firmaları destek oldu.

Bu sebeple STK’lar başta olmak üzere tüm sektör temsilcilerinden daha da çok ve seri üretim için destek bekliyoruz. Çok üretmemiz ve yurttaşlarımızı sıcak barınaklara yerleştirmemiz gerekiyor. Şu anda en temel ihtiyaç yemek ve barınma. Soğuk günlerde tek oda konteynerlar ile destek sağlayacağız. Deprem bölgelerine göndereceğimiz konteynerler zorlu kış şartlarında dışarda kalan ailelere inşallah yardımcı olur. Tüm milletimizi milli görevimize ortak olmaya davet ediyorum Bu elim hadise karşısında tek yürek olarak, birlik içinde hareket ediyoruz..” Diye konuştu.

Kurum Başarısında Yeşil Yönetim Politikalarının Önemi

“Bir ulusun gerçek zenginliği, ağaç örtüsüyle ölçülebilir”

Richard St. Barbe Baker

Dünyadaki kaynakların sınırsızmış gibi kullanıldığı yılların ardından 21. yüzyıl itibariyle çevre sorunlarının insanların yaşamını ve ekosistemi tehdit eder hale gelmesi devletleri çevre konusunda çalışmalara itmiştir. Hatta ülkelerin kendi başlarına çözüm yolları geliştirmelerinin de yeterli olmayacağı anlaşılarak uluslararası iş birlikleri ve çevre politikaları geliştirilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Son 20 yılda, örgütlerin ürettikleri ürün ve hizmetlerin çevresel ve kaynak bazlı sonuçlarına ve uyguladıkları süreçlere daha fazla dikkat etmeleri yönündeki baskılar katlanarak artmaktadır.

Çevre, insanların içinde yaşadığı ve hayatlarını devam ettirmeleri için kaynaklar sunan bir ortamdır. Aynı zamanda çevre örgütler için de ekonomik bir kaynaktır. Örgütler, çevreden elde ettikleri kaynaklar sayesinde faaliyetlerini gerçekleştirmektedir. Bu kaynakların tükenip yok olması, çevrenin kirlenmesi toplumun sağlığını bozacağı gibi, örgütler için de yeni kaynak bulunamamasına neden olmaktadır. Çevre kirliliğinin artması, doğanın bozulması, ekonomik kalkınmanın tek başına yetersiz hale gelmesi, tüm dünyada çevreyle ilgili ekolojik dengenin sağlanması gerektiğini gündeme getirmiştir.

Örgüt, toplum ve çevre ilişkisi sonucu ortaya çıkan kavram ise yeşil yönetimdir. Çevreye duyarlı bir örgüt, çevre dostu yönetim olarak da adlandırılabilen Yeşil Yönetim yaklaşımı, örgütlerin faaliyetlerinde çevre odaklı hareket etmeleridir. Yeşil yönetim, örgütlerin sahip olması gereken sorumluluklar içerisinde yer alan çevresel sorumlulukları benimsemesi ve bu sorumlulukları tüm süreçlerine dahil etmesini kapsamaktadır.

Günümüz örgütlerinde küreselleşmenin etkisiyle açık sistem içinde sürekli ve hızlı bir şekilde değişen çevre koşullarına göre iş süreçlerini yeniden tasarlayarak sürdürebilirliğin sağlanması temel bir faaliyettir. Dolayısıyla geleceğin örgütlerinin tasarlanmasında çevre politikalarının uygulanmasıyla gerçekleşeceği göz önünde bulundurulmalıdır. Günümüzde kurumsal başarıyı yakalayabilmenin bir koşulu da yeşil yönetim politikaları olmaktadır. Yeşil yönetim politikalarının uygulanmaya geçilmesi bir kurumun gelecek vizyonu için önemli ve değerlidir. Kurum bu vizyon doğrultusunda geleceğe yönelerek, bu vizyon doğrultusunda kurumsal hedeflerini ve alt hedeflerini belirleyecektir. Aynı zamanda kurum bu politika uygulamaları doğrultusunda ortaya koyacağı performansla rakipleri arasından sıyrılarak, rekabet gücünün artırabilecektir. Bu amaçla çalışmada, yeşil yönetim politikalarının örgütlerin başarısına sağlayacağı katkılar incelenmektedir.

Yeşil Yönetim Politikaları

Yeşil yönetim, örgütsel faaliyetlerin tamamının çevresel sorumluluk bilinci ile yapılması anlamına gelmektedir. İşletmenin süreçleriyle ilgili atılacak tüm adımlarda çevrenin korunması ve doğanın faydasını koruma sorumluluğu ön planda tutulmalıdır. Çevrenin korunması ve ekonomik büyüme kavramlarının uzun vadeli ve bütünleşmiş şekilde düşünülmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Yeşil yönetim, sürekli iyileştirme üzerine odaklanan bir kavram olması nedeni ile sürdürülebilirliğinin sağlanmasında önemlidir. Bununla birlikte, sürdürülebilirliği sağlamak için de örgütlerde çevresel faaliyetlerin uygulanması zorunluluğu, operasyonel faaliyetlerin yeniden tanımlanması gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Uluslararası kapsamda bu değişimi tetikleyen nedenler ise şunlardır:

  • Çevresel mevzuatların katlanarak artması ve yasal gerekliliklerin yaygınlaşması, çevresel endişeleri ürün geliştirme konularına dâhil edilmesi
  • Çevreye duyarlı “yeşil” tüketicilerin bulunduğu niş bir pazar ortaya çıkması
  • Çevre örgütlerinin prestijinin artması ve bunların çevreye zarar veren işletmelere karşı harekete geçmeleri doğrultusunda yerel bilinç oluşturmaları
  • İşletmelerin doğal kaynakları kullanarak eko-verimliliği sağlarken, üretim maliyetlerini düşürebildiklerini ve kalite yönetimini geliştirebildiklerini keşfetmeleri
  • Günümüzde çevresel performansın yüksek olmasının işletmeler açısından önemli bir rekabet avantajı olarak görülmesi

Örgütler yeşil yönetim anlayışına uygun faaliyetler açısından başarılı olabilmeleri için benimsemeleri gereken dört amaç vardır. Bunlar:

  • Örgütler, yaptıkları faaliyetlerin çevreye verdiği etkileri belirlemeli ve kontrol etmelidir.
  • Örgütler, çevre yönetim sistemi kurmalıdır. Bu sistem, çevre politika, program ve amaçları içermelidir.
  • Tepe yönetici, örgütün çevre politikasını tanımalı ve bu politika, çevreyi korumayı ve sürekli gelişmeyi kapsamalıdır.
  • Örgütler, çevre ile ilgili konularda sosyal sorumluluklarının farkında olmalı ve çalışan personelin çevreye duyarlı olması konusunda eğitim imkânı sağlamalıdır.

Yeşil yönetimde işletmelerin başarılı olabilmesi için en tepe yönetimin çevre bilinci konusunda ciddi bilgisi bulunmalıdır. Üst yöneticiler, örgütün kendi içerisinde en alt kademeye varıncaya kadar çalışanları sürekli bir şekilde çevre konusunda bilgilendirilmesi, bu konuda uygulamaya konulan üretimsel, yasal ve sosyal süreçlerin koordineli bir biçimde yürütülmesini sağlamalıdırlar.

Taylor (1992) tarafından yapılan çalışma neticesinde ortaya konulan “yeşil yönetim çarkı” örgütlerde yeşil yönetim düşüncesinin nasıl işlendiğini ifade etmektedir. Yeşil yönetim çarkı Şekil 1’de verilmiştir.

Şekil 1. Yeşil Yönetim Çarkı

Örgütlerin çoğu çevresel denetimi üstlenmesine karşın, yeşil yönetim örgütlerin çevre mevzuatına ne kadar iyi uyduğunun aksine bütün sistemi değerlendirmeyi gerektirmektedir. Denetimler, sadece örgütün iç işleyişiyle sınırlanmamaktadır. Yeşil yönetimin amaçlarına ulaşmak için oluşturulan strateji, örgüt içerisinde her seviyede biçimlendirilerek belirgin kılınmalıdır. En önemli zorluk, politika ve stratejilerin uygulanmasını sağlamaktır, çünkü bunlar ancak uygulanabildiği ölçüde başarılı olmaktadır.

Yeşil yönetim politikalarının hazırlanmasında üç unsur önem taşımaktadır. Bunlar; yeşil tasarım, yeşil ürün ve yeşil istihdamdır.

Yeşil Tasarım

1980’li yıllardan itibaren çevreyle ilgili kaygıların artmasıyla beraber hükümetler, sivil örgütler, bilim adamları ve bazı sosyal sorumluluk sahibi örgütler tarafından daha çevreci yaklaşımlar izlenmesi için çeşitli çalışmalar yürütülmeye başlanmıştır. Başlangıçta, sadece üretim süreci sonrasında oluşan atıklar üzerine odaklanılarak alınan önlemlerin ve yapılan yasal düzenlemelerin, ürünün çevresel etkilerinin azaltılmasında çok da etkili olmadığının görülmesiyle ürünün tüm yaşam döneminin dikkate alındığı daha bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi gerekliliği doğmuş ve “Yaşam Dönemi için Tasarım” (Design for Life Cycle, DfLC) kavramı ortaya çıkmıştır.

DfLC; bir ürünün fikir olarak yaratılmasından üretimine, kullanımından imha edilmesine, hatta geri kazanılmasına kadar olan tüm yaşam dönemine bir bütün olarak bakan bir kavramdır. DfLC; kirlilik önleme ve kaynak koruma stratejilerini, daha ekolojik ve ekonomik sürdürülebilir ürün sistemleri ile bütünleştiren proaktif bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım; bir ürünün, yaşam döneminin her bir aşamasının çevre üzerinde yarattığı etkiyi dikkate alarak bu etkilerin azaltılmasını amaçlamaktadır. Çevreyle ilgili kaygıların belirgin bir şekilde artmasıyla bu kavram, “Çevre için Tasarım”a (Design for Environment, DfE)” dönüşmüştür. 1980’lerin ortalarında ise yeni bir yaklaşım olan endüstriyel ekoloji kavramı ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımda endüstriyel sistemlerdeki madde ve enerji akışını ve bu akışın çevresel etkilerini ayrıca teknoloji, uygulamaların bu akış üzerinde yarattığı etkileri de bütünleştirerek anlamaya çalışır. Bununla birlikte endüstriyel ekoloji üretim evrelerini inceleyerek atıkların girdi olarak geri kazanımını, ürünün çevresel etkilerinin düşünülerek yeniden tasarlanmasını kapsamaktadır.

Yeşil Ürün

Yeşil ürün, dünyayı kirletmeyen, doğal kaynakları bitirmeyen ve geri dönüştürülebilen ya da değeri korunabilen ürünlerdir. Yeşil ürünün özellikleri şunlardır:

  • İnsan ya da hayvan sağlığına tehlikeli olmamalı,
  • İmalat, kullanım ya da ortadan kaldırma süreçlerinde çevreye zarar vermemeli,
  • İmalat, kullanım ya da ortadan kaldırma boyunca aşırı miktarda enerji ve diğer kaynakları tüketmemeli,
  • Fazla ambalaj ya da kısa yaşam süresi nedeni ile gereksiz atığa neden olmamalı,
  • Gereksiz kullanımı gerektirmemeli ya da hayvanlara işkence yapılmamalı,
  • Çevreye zararlı malzemeleri içermemelidir.

Örgütler, tüketicilerin artan çevresel endişelerine çeşitli yeşil ürünler sunarak cevap verme çabasındadırlar. Çevresel bilincin artması, çevre dostu ürünlere olan talebi yükseltmiştir. Yeşil ürün üreten örgütler, çevreye zarar vermemek ve avantaj sağlamak için ürettikleri ürünlerin enerji ve kaynakları koruyarak hava kirliliği ve benzeri olumsuzlukları ortadan kaldırarak, çevreyi korumayı amaçlamaktadır.

Yeşil İstihdam

Yeşil ekonomi, ekonominin yenilenebilir enerji, araştırma-geliştirme, yapım inşaat, ulaştırma, sanayi, tarım ve ormancılık vb. birincil sektörlerinde uygulanmaktadır. Düşük karbon teknolojileri ve sürdürülebilir ekonomilerde çevre kalitesini iyileştirmek ve ekosisteme gelecek zararları ortadan kaldıracak veya korunmasını sağlayacak güneş panellerinin kurulması, bio-yakıt ve hibrit araç üretimi, organik tarım, yalıtım, rüzgâr tribünleri inşası vb. işler yeşil işler olarak tanımlanmaktadır. Birleşmiş Milletler Çevre Programı’na (UNEP) göre yeşil ekonomi, çevresel riskleri ve ekolojik kıtlıkları azaltan ve çevreyi tahrip etmeden sürdürülebilir kalkınmayı amaçlayan bir ekonomi olarak tanımlanmaktadır. Yeşil ekonomi, ekonomik büyüme ve çevresel sürdürülebilirlik arasında bağlantı kuran önemli bir kavramdır.

Yeşil Yönetim Politikalarının Örgütlere Sağladığı Yararlar

Yeşil yönetim, taraflarını ödüllendiren bir yönetim anlayışıdır. Maliyet azaltma ve geliştirilen verimlilik, yeni pazarlar, geliştirilmiş kurumsal imaj, yeni ürün ve hizmetlerin satışında fırsatlar, gelişmiş rekabet durumu, daha motive olmuş bir işgücü, sanayi ve kamu politikalarında gündemi belirleme becerisi olarak işletmelere sağladığı faydaları sıralamaktadır.

Örgütler, karlılıklarını arttırmak ve çevreyi korumak arasında bir denge noktası bulmak zorundadırlar. Böylelikle kar elde etmek, varlıklarını sürdürebilmek ve topluma hizmet etmek hedeflerini topyekûn başarabileceklerdir. Örgütlerin yeşil yönetim anlayışını benimseyerek, politika ve uygulamaları doğrultusunda elde ettikleri faydalar Porter ve Van Der Linde (1995: 145) tarafından iki sınıfta değerlendirilmektedir:

  1. Ürün Yararları: Yeşil yönetim uygulamalarının geliştirilmesi ile kalitesi iyileştirilmiş, daha güvenilir, daha düşük maliyetli, ambalaj maliyetleri azaltılmış, üretim sürecinde kaynakların daha verimli kullanıldığı ve atıklarının elden çıkarılma maliyetlerinin azaltıldığı ürünler elde edilebilir.
  2. Süreç Yararları: Üretim girdilerinin işlenmesinde daha yüksek verimlilik, yeniden kullanım veya geri dönüşüm imkânları ile maliyet avantajları elde edilecektir. Süreç getirilerinin artması, daha detaylı bir denetim ve bakım sayesinde zaman kayıplarında ve firelerde azalma, enerji kullanımında tasarruf, malzemelerin denetim ve yönetim maliyetlerinde iyileşme, daha güvenilir işyeri koşulları, atık yönetimi, elden çıkarma maliyetlerinde iyileşme, etkin ve verimli süreç yönetimi yeşil yönetim uygulamaları ile süreçlerde elde edilen kazanımlar olarak sıralanabilir.

Yeşil yönetim politikalarının uygulanması örgütlerde; pazar payının artması, yeni pazarlara girme şansının yükselmesi, ürün ve hizmet fiyatlarının düşmesi, hizmet kalitesinin artması, müşteri tatmini, maliyet avantajı, tesis imajı, rekabet avantajı, kârlılık artışı ve verimlilik gibi birçok konuda başarı anlamında çok fazla katkı sağlamaktadır. Örgütlerin yeşil yönetim politikalarına sahip olmalarının örgüt yönetimine ne gibi faydalar sağladığı konusunda araştırmalar yapılmıştır. Örgütlerin yeşil yönetim faaliyetlerini uygulama nedenleri üzerine yapılan araştırma sonuçlarına göre örgütler:

  • Çevresel performansın sürekli arttırılmasını sağlamak,
  • Halkla ilişkiler faaliyetini iyi bir şekilde devam ettirmek,
  • Çevreyle ilgili maliyet nedenlerini araştırmak ve maliyet kontrolü yapmak,
  • Sektör ve devlet ilişkilerini güçlendirmek,
  • Enerji etkinliğini sağlamak,
  • Atıkları azaltmak,
  • Zamanın etkin kullanımını sağlamak,
  • Yenilenebilir enerji kaynaklarını korumak,
  • Toksik maddelerin kullanımını azaltmak,
  • Çalışma koşullarını iyileştirmek ve sağlıklı ortamlar yaratmak amacıyla yeşil yönetim faaliyetlerini uygulamaya başladıklarını belirtmişlerdir.

Örgütlerin çevreye bakışı geleneksel yönetim anlayışında olduğu gibi çevreyi sadece “çevreye hâkim olma”, “çevrenin bir kaynak olarak görülmesi” çevre kirlenmesine sebep olan atıkların “dışsallıklar olarak değerlendirilmesi” anlayışından, yeşil yönetim anlayışında hakim olan “doğayla uyum içinde olma”, “doğal kaynakların sınırsız olmadığının farkına varılması”, “kirlilik ve atıkların yönetilmesi ve minimize edilmesi” düşünce sistemine geçilmesine ve giderek çevrenin öneminin kavranmasına ve çevrenin daha çok dikkate alınmasına neden olmuştur. Bunun yanı sıra örgütlerin, yasal mevzuatlara uyma zorunluluğu, tüketici baskıları ve diğer itici güçler örgütlerin yeşil politikalar geliştirmesine ve uygulamasını, atıklarını sıfırlamasını sürdürülebilirliklerini, rekabet güçlerini artırması açısından zorunlu kılmaktadır.

Örgütlerin yeşile daha fazla yatırım yapmaları diğer bir ifadeyle, yeşil yönetim anlayışına uygun faaliyet ve politikalara öncelik vermelerinde, tepe yönetimin desteğinin olması kadar söz konusu bu desteğin sürekliliği de önemli olmaktadır. Bu nedenle yeşil yönetim anlayışının başarılı olması için örgütlerde yeşil yönetim politikaları tepe yönetim tarafından desteklenmeli ve bu uygulamalara süreklilik kazandırılmalıdır. Uygulamaların başarılı olması ve sürekliliğinin sağlanması için bu konuda ayrıca sürekli denetimlere önem verilmelidir.

Dr. Öğr. Üyesi Gözde MERT

Nişantaşı Üniversitesi İşletme Bölüm Başkanı &

Gözde Araştırma Şirketi Kurucusu

www.gozdemert.com

gozde.mert@nisantasi.edu.tr

mertgozde@yahoo.com

 

Detaylı bilgiler için aşağıdaki kitabı okuyabilirsiniz:

Mert, G. (2022). Green Management Policies for Corporate Success, Ed. Bülent Akkaya, Kittisak Jermsittiparsert, Ayşe Günsel, Handbook of Research on Current Trends in Asian Economics, Business, and Administration, IGI Global, ABD.

Maden İşçileri Dört Koldan Depremin Yaralarını Sarıyor

Madenciler dört koldan depremin yaralarını sarıyor.Madenciler iş makinalarını, arama kurtarma ekiplerini deprem bölgelerine sevk etti.Madenciler, enkaz altındaki canları kurtarıyor, yolları havaalanlarını tamir ediyor.

Türkiye’de bugüne kadar yaşanan tüm doğal afetlerde yaraları sarmak için insan gücü ve makine ekipmanıyla ilk refleks gösteren Türk madencilik sektörü, Kahramanmaraş depreminde de çok hızlı ve organize bir şekilde harekete geçti. Türk madencilik sektörü dört koldan depremin yaralarını sarmak için çırpınıyor.

 

Kurtarma Ekibi Deprem Bölgesinde

Türkiye Madenciler Derneği organizasyonunda Türkiye genelindeki madencilik firmalarından arama kurtarma konusunda yetkin 4 bin 63 kişilik bir ekip deprem bölgelerinde enkaz altında kalan vatandaşlarımızı kurtarmak için sahada yerini aldı. Deprem bölgesinde arama kurtarma faaliyetlerine katılan madencilerin sayısı sürekli artıyor.

İş Makinaları Yolları, Havaalanlarını Tamir ediyor, Enkaz Kaldırıyor

Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6’lık depremler Türkiye‘de büyük bir yıkıma yol açarken, Türk madencilik sektörü deprem bölgesinde en çok ihtiyaç duyulanlar listesinin başında yer alan iş makinalarının deprem bölgesine gönderimi için İstanbul Maden İhracatçıları Birliği, Ege Maden İhracatçıları Birliği, Türkiye Madenciler Derneği, TÜMMER’in öncülüğünde, Madencilik sektöründeki 18 STK’nın yer aldığı Madencilik Platformu 24 saat kesintisiz mesai yürütüyor.

Türkiye’de 110 bin kilometrekarelik alanda, 4 coğrafi bölgede, 10 ilde 15 milyon insanımızı etkileyen büyük bir afetle karşı karşıya olduğumuza dikkati çeken Ege Maden İhracatçıları Birliği Başkanı İbrahim Alimoğlu, “Bu ortamda bizlerin maden sahalarında çalışmalarını sürdürmesi düşünülemez. İş makinalarını deprem bölgesine göndermek isteyen çok fazla üyemiz var. Deprem bölgesi de çok büyük. Bu ekipmanları kullanabilecek operatörlere de ihtiyaç var. Lojistik olarak da atılması gereken adımlar var. Doğru eşleşmeleri yapabilmek için İstanbul Maden İhracatçıları Birliği’nden Devrim Taşkıran (0 549 454 00 25)‘ın başında olduğu bir ekibi görevlendirdik. Madencilerimizden bu ekiple iletişime geçmelerini bekliyoruz. Şu anda İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Muğla, Denizli, Afyonkarahisar  başta olmak üzere 81 ilimizden ekskavatör, loder, kamyon, treyler çekici, iş makinaları ve bu makinaları kullanacak operatörler deprem bölgesinde kullanılmak üzere yola çıktı. Deprem bölgesine ulaşan iş makinalarının bir kısmı enkaz kaldırırken, bir kısmı bozulan yolların, havaalanlarının tamirinde görev yapıyor” şeklinde konuştu.

Türkiye’de Çalışan Çinli Madenciler Yardıma Koştu 

Ege Maden İhracatçıları Birliği Başkanı İbrahim Alimoğlu, madencilerin deprem bölgesindeki çalışmalarının son enkaz kaldırılana kadar süreceğini belirtti.

Deprem olduğunda İngiltere’de “Doğal Taş Sektörel Ticaret Heyeti”nde olduklarını dile getiren EMİB Başkanı Alimoğlu, depremzede insanlarımızın ihtiyaçlarını karşılamak için Ticaret Bakanlığı’yla hızlı bir şekilde iletişime geçtiklerini vurguladı. Başkan Alimoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Ticaret Bakanlığımızdan, depremzede vatandaşlarımızın ihtiyacı için ayni yardım iznini hızlı bir şekilde aldık. İzmir Valiliğimizin izniyle, Ege İhracatçı Birlikleri’mizin içinde yer aldığı iş dünyasından 36 STK’nın dahil olduğu ‘İzmir Yardıma Koşuyor’ isimli kampanya kapsamında diğer birliklerimizin yaptığı gibi ayni yardım alarak ihtiyaç sahipleriyle buluşması için AFAD’a teslim ettik. Türkiye’de faaliyet gösteren Çinli madencilerde deprem bölgelerine yardım için insanüstü gayret gösteriyor. Hemen 1 TIR dolusu insani yardımı toplayarak deprem bölgesine sevk ettiler. 1 milyon TL’lik nakdi yardımda bulundular. Çinli dostlarımıza şükranlarımızı sunuyoruz.”

Madenciler Kan İhtiyacı İçin Seferber Oldu

Madenciler, iş makinaları ve ayni yardım yanında depremde yaralanan vatandaşlarımızın kan ihtiyacı içinde harekete geçti. Başkan Alimoğlu, “Maden sektöründe gerek işverenlerimiz, gerekse işletmelerimizde çalışan işçilerimiz kan verme konusunda bir yarışa girdiler. Madencilik sektörü mensuplarımızın Kızılay Kan Merkezlerine transferlerini organize ettik. Kana ihtiyaç oldukça bu çalışmaları sürdüreceğiz” diye konuştu.

EMİB YK Üyesi Mehmet Şen Koordinatör Atandı

Deprem bölgelerine yapılacak yardımlar için Ege Maden İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Şen’i Koordinatör olarak görevlendirdiklerini aktaran Başkan Alimoğlu, AFAD tarafından ilan edilen ihtiyaç listesine göre; gıda, hijyen, battaniye, uyku tulumu ve diğer ayni yardımları göndermek isteyen madencilerin yardımlarının ihtiyaç sahiplerine ulaşması için; Türkiye Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller İhracatçı Birlikleri Sektör Kurulu Başkanı Sinan Kızıltan’ın girişimleriyle  Muğla Milas Bodrum Havalimanı’ndan kalkacak askeri kargo uçağına yardım malzemelerinin ulaştırılmasına aracılık ettiklerini, bundan sonraki süreçte yardımda bulunmak isteyen Madencileri, ‘İzmir Yardıma Koşuyor’ isimli kampanyaya sevk etmeyi sürdüreceklerini belirtti.

Hayatımız Maden Çalıştayı Ertelendi

Ege Maden İhracatçıları Birliği olarak, madenlerin insan hayatındaki önemi hakkında kamuoyunu bilgilendirmek için 2023 yılında Hayatımız Maden Çalıştaylarının 5.‘sini yapmayı planladıklarını hatırlatan EMİB Başkanı İbrahim Alimoğlu, “Türkiye büyük bir depremle sarsıldı. O nedenle enerjimizi depremin yaralarını sarmaya kanalize ediyoruz. Hayatımız Maden Çalıştayı”nı 2024 yılına öteleme kararı aldık. Depremin yol açtığı son enkaz kaldırılana kadar deprem bölgelerindeki çalışmalarımız kesintisiz devam edecek” diyerek sözlerini noktaladı.

Deprem Türkiye’yi Yasa Boğdu, Kamu İhaleleri Ertelendi

Kamu İhale Kurumu 6/2/2023 tarihinde ülkemizde meydana gelen depremlerden (mücbir sebep) etkilenen illerde (Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Malatya, Osmaniye, Hatay ve Kilis) yapılacak ihaleler ile bu illerdeki aday veya isteklilerin katılacağı ihalelerine ve kamu ihale sözleşmelerinin uygulanmasına ilişkin olarak aşağıdaki kararları aldı;

1) İhale tarihi 7/2/2023 – 17/2/2023 tarihleri arasında (bu tarihler dahil) olan ihaleler ihale tarihinden itibaren iki hafta sonra aynı saatte yapılmak üzere ertelenmiştir.

2) İhale tarihi 20/2/2023 tarihinden sonra (bu tarih dahil) olan ihalelerde, deprem felaketi nedeniyle önceden ilan edilen ihale tarih ve saatine kadar ihaleye yeterli sayıda teklifin ulaştırılamayacağının ve/veya ihalede rekabet ortamının sağlanamayacağının idarece öngörülmesi halinde, 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 29 uncu maddesi uyarınca, ihale dokümanı alanların son teklif verme gününden en az on gün öncesinde bilgi sahibi olmalarını temin edecek şekilde zeyilname düzenlenerek son teklif verme süresinin uzatılabileceği,

3) Belgelerdeki bilgi eksikliğinin tamamlanması, aşırı düşük teklif açıklaması yapılması veya yeterlik bilgileri tablosunda beyan edilen bilgi ve belgeleri tevsik edici belgelerin sunulması için isteklilere verilecek sürenin belirlenmesinde, bu belgelerin temininde deprem felaketinden kaynaklanabilecek muhtemel sorunların göz önünde bulundurulması,

4) Sözleşme imzalama tarihi 7/2/2023 – 17/2/2023 tarihleri arasında (bu tarihler dahil) olan işlerde, ekonomik açıdan en avantajlı teklif sahibinin mücbir sebep haline bağlı olarak sözleşmeye davet süresinin uzatılmasını talep etmesi halinde idarece sözleşmeye davet süresinin uzatılmasına,

5) 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununun 10 uncu maddesinde doğal afetler mücbir sebep halleri arasında sayılmış olduğundan, 6/2/2023 tarihinde ülkemizde meydana gelen depremlerden etkilenen illerde (Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa) yürütülen kamu ihale sözleşmelerine veya bu illerde faaliyet gösteren kişilerin diğer illerde yürüttüğü ve depremlerden etkilenen sözleşmelere ilişkin mücbir sebep talepleri için Kamu İhale Kurumuna ayrıca başvuru yapılmasına gerek bulunmadığı; yükleniciler tarafından idarelere mücbir sebep başvurusunda bulunulması halinde, doğrudan idareler tarafından somut olayın niteliğine göre bu hususta süre uzatımı verilmesi, sözleşmenin feshi veya başvurunun reddedilmesi seçeneklerinden birine karar verilebileceği,

6) Depremlerden etkilenen illerde ortaya çıkan ihtiyaçların karşılanması amacıyla, devam eden kamu ihale sözleşmelerinde kullanılan iş gücü, iş makinesi, teçhizat ve ekipmanların ilgili kurum ve kuruluşların koordinasyonunda bölgeye sevk edilmesine ilişkin talepler karşısında, idarelerce yüklenicilere herhangi bir cezai işlem uygulanmaksızın gereken kolaylığın sağlanmasına karar verilmiştir.

Bu vesile ile 06.02.2023 tarihindeki depremlerde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet yaralılara acil şifalar diliyorum.

Mehmet ATASEVER

Kamu İhale Kurulu Eski Üyesi/ Akademisyen

Yerli Malı Üretiminin Önemi ve Mal Alımı İhalelerinde Yerli Malı Uygulamaları

Ülkemizde yetişmiş ya da üretilmiş ürünler/malzemeler için yerli malı ifadesi kullanılmaktadır. 1923 yılında gerçekleştirilen “İzmir İktisat Kongresi” ile ilgili Dr. Serdar ŞAHİNKAYA tarafından hazırlanan bir sunumda dikkat çeken bir bölüm vardır. Bu bölüm, Kongre’de iş ve ürün teşhir edenlerin birinci ve ikincilerine verilen madalyalardır.

Bu madalyalardan birinde “Yerli Malı, Milletin Kuvvetidir.” ifadesi zikredilmiş ve kongrede Başkumandan Gazi Paşa konuşmasında “Efendiler; Görülüyor ki, bu kadar kesin, yüksek ve başarılı bir askeri zaferden sonra dahi, bizi sulha kavuşmaktan alıkoyan neden, doğrudan doğruya iktisadi sebeplerdir, iktisadi anlayıştır…” ifadelerine yer verilmiştir.

Bilindiği üzere yerli malı kavramının önemi ve bilinci hakkında neredeyse bir asır öncesine dayanan örneklere, ifadelere ve metinlere rastlamak mümkündür. Çünkü bu bilince sahip kişilerin ortak düşünceleri;

  • Dış borç yükünden kurtulabilme,
  • İşsizliğin yerine istihdamın arttırılması ve yoksulluğun azalması,
  • Ekonomiye katma değer oluşturması,
  • Ekonomik ve siyasal sorunlardan minimum düzeyde etkilenme vb. olarak özetleyebiliriz.

Yerli Malının önemi hakkında bazı bilgiler paylaştıktan sonra bu yazımda değinmek istediğim asıl konu, Kamu alımlarının usul ve esaslarını belirleyen Kurumların yerli malına ilişkin oluşturdukları mevzuat ile bu alımları gerçekleştiren İdarelerin uygulamaları ve bu uygulamalarda dikkat edilmesi gereken hususları detaylı olarak anlatmaktır.

Öncelikle herkese tavsiye ettiğim bir hususu bu yazıyı okuyanlar ile de paylaşmak istiyorum. Mevzuatta yer alan metinleri değerlendirirken metnin çıkış yani varoluş gerekçesini lütfen okuyunuz. Örneğin, 4734 sayılı Kamu İhale Kanununda yer alan bir maddenin kanun koyucu tarafından neden yasaya yerleştirilmek istendiğinin gerekçesini okumanızda büyük fayda görüyorum.

Gerekçeleri okumanız, değerlendirme aşamasında esastan kopmanızı engelleyecektir.

4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununda en son 20/11/2008 tarihli ve 5812 sayılı Kanun ile kapsamlı bir değişiklik yapılmış olup aradan geçen beş yıllık sürede özellikle yatırım niteliğindeki işlerin, ihalelerin ve imzalanan sözleşmelerin zamanında bitirilmesine elverişli olmayan hükümlerin gözden geçirilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Tasarı ile bu ihtiyacın giderilmesi de öngörülmüş ve Orta ve yüksek teknolojili sanayi ürünleri arasından belirlenen malların ihalelerinde yerli malı üreten istekliler lehine 15 oranına kadar fiyat avantajı sağlanması hususunda düzenleme yapılmıştır. Aslında kamu alımlarında yerli malı uygulamalarının ilk olarak 6518 sayılı kanun ile kendisine vücut bulmuş olduğunu ifade edebiliriz.

Yerli Malı Belgesi; sanayi sicil raporları ve kapasite raporları göz önünde bulundurularak, TOBB’a bağlı odalar ve borsalar tarafından sadece yerli üreticilere verilen bir belgedir.

Yerli malı belgesi alınabilmesi için gerekli şartlar ile ilgili tebliğ 13.09.2014 tarihli ve 29118 sayılı Resmi Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Yukarıda belirtildiği üzere yüzde 15 oranına kadar fiyat avantajı sağlanması hususu ile eşdeğer olarak değerlendirilmesi gereken yerli istekli hususu Avrupa Birliği Kamu Alımları Direktifleri nezdinde yıllardır peşi sıra düzenlenen Türkiye İlerleme Raporlarında eleştiri konusu edilmiştir. Bu konu hakkında ki detaylı çalışmamı daha sonra sizlerle paylaşma arzusundayım.

Esas mevzudan ayrılmayarak ve işin biraz daha mutfağına inerek mal alım ihalelerinde ki uygulamalara, mevzuat metinlerine ve alınan kararlar ile oluşan içtihatlara kısa kısa bir bakalım fakat anlatılacakların anlam kazanabilmesi adına öncelikle Yerli Malı Belgesi ile ilgili bilinmesi gerekenleri ifade etmemiz gerekiyor.

Bir işletmenin Yerli Malı Belgesi alabilmesi için vizesi devam eden aynı zamanda işletmenin faaliyet alanına göre de bazı belge ve ruhsatının bulunması gerekmektedir. Burada sayılan her bir belgenin de ayrı bir değerlendirme konusunun (Sanayi Sicil Belgesinin vizesi gibi) olduğunu unutmayalım fakat işin özünden ayrılmama adına bu konulara girmeyeceğim.

Dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri, Yerli Malı Belgesinin geçerliliğine ilişkin değerlendirmelerdir.

İhalelerde Yerli Malı Belgesinin geçerli kabul edilebilmesi için, ihale tarihi itibariyle Belge Geçerlilik tarihinin geçerli olması, örneğin 05.05.2020 tarihinde yapılacak bir ihalede, Yerli Malı Belgesinde yer alan Belge Geçerlilik tarihinin 01.05.2020 olmaması gerekir.

Burada sıkça karşılaştığımız sorulardan birisi, örneğin, ihale tarihi 05.05.2020 ve ihale komisyon kararı 15.05.2020’dir. Yerli Malı Belgesinin geçerlilik tarihinin ise 10.05.2020 olması durumunda belgenin geçerli sayılıp/sayılmayacağı, fiyat avantajının uygulanıp /uygulanmayacağına ilişkindir. Burada baz alınması gereken tarih, ihale tarihidir aksi halde bazı ihale komisyon kararlarının uzun süreçler ve sürelerin ardından alındığı göz önünde bulundurulduğunda, İdare tarafından yürütülen bu süreçten dolayı isteklinin Yerli Malı Belgesinin değerlendirmeye alınmaması yerli malı belgesini sunan isteklilere karşı haksız bir muamele doğuracağı aşikardır.

Diğer bir husus ise, Yerli Malı Belgesinde yer alan yerli muhteva oranına ilişkindir. Bu oranın 51 olma zorunluluğu bulunmaktadır.

Yerli katkı oranının tespitinde;

A: Nihai Ürün Maliyet Tutarı (TL)

B: Nihai Ürün İçindeki İthal Girdi Maliyet Tutarı (TL)

C: Nihai Ürün Maliyet Tutarı (TL)

Yerli Katkı Oranı =  ((A – B)/C)  X 100  formülü kullanılmaktadır.

Belgenin geçerliliğine ilişkin en çok sorulan sorulardan bir diğeri ise, örneğin belge geçerlilik tarihinin 10.05.2020 olmasına rağmen, belge üzerinde yer alan kapasite raporu tarihinin 04.04.2020 olması durumunda belgenin geçerliliğin devam edip / etmeyeceğine ilişkindir. Kapasite raporunun geçerlilik tarihinin Yerli Malı Belgesi veriliş tarihi ile ilişkili olduğunu, Yerli Malı Belgesinin geçerlilik tarihine etkisinin olmadığını ifade etmek isterim.

Yerli Malı Belgesinin geçerlilik süresi, düzenlenme tarihinden itibaren bir yıl olduğunu unutmayalım.

Yerli Malı Belgesi, ihale dosyasında sunulabildiği gibi belgenin ayırt edici bilgilerinin Sunulmayacak Belgeler Tablosuna yazılması halinde de geçerli kabul edilebilecektir.

İhalelerde dikkat edilmesi gereken diğer bir konuda yetkilendirme hususunun gözden kaçırılmasıdır. Yetkiden kasıt, ihaleye katılan A firmasının, B firmasına ait bir ürünü teklif etmiş ve yerli malı belgesini ihale dosyasında sunmuş ise muhakkak olarak B firmasının ürünü satmaya yetkili olduğunu belgelendirmelidir. Aksi halde sunmuş olduğu belgenin değerlendirmeye alınmaması söz konusu olabilecektir.

Yerli Malı Belgesi ile ilgili dikkat edilmesi gereken hususlardan biride, Birim Fiyat Teklif Mektubunun 3. paragrafında atıf yapılan 2 nolu dipnot da yer alan ifadenin yazılmasıdır. İdarelerin uygulamaları da bu konuda farklılık göstermektedir. Bazı İdareler (Komisyonlar) Yerli Malı Belgesinin ihale dosyasında yer almasını yeterli görürken, bazı idareler ise ihale dosyasında yer alan belgeye ilişkin Birim Fiyat Teklif Mektubunda atıf yapılmamış olması nedeniyle fiyat avantajı uygulamamaktadırlar.

Konuya ilişkin KIK’ in 2017/UM.I-3136 sayılı kararında özetle “Bu bağlamda her ne kadar ihale üzerine bırakılan istekli tarafından sunulan birim fiyat teklif mektubuna “Yerli malı teklif edenler lehine fiyat avantajı uygulanması öngörülen ihalede bu avantajdan yararlanmak isteyenler, “Yerli malı teklif edilmesi lehine tanınan fiyat avantajından yararlanmak için gerekli olan yerli malı belgesi/belgeleri ekte sunulmuştur.” cümlesi eklenilmemiş olsa da söz konusu hususun esasa etkili nitelikte olmadığı anlaşılmıştır.” kararı ile söz konusu duruma ilişkin netlik ortaya konulmuştur.

İdareler, istekliler tarafından sunulan yerli malı belgelerini EKAP (Elektronik Kamu Alımları Platformu) üzerinden kullanıcı girişi yaptıktan sonra Teklif İşlemleri / Belge Sorgulama / Yerli Malı Sorgulama modülü üzerinden istekli seçimi yaparak sorgulama işlemi yapmaktadırlar. EKAP tarafından verilen uyarı metninde “Yerli malı belgesinin doğrudan sahibi olmayan isteklinin teklif ettiği ürüne ait yerli malı belgesinin teyit işlemini, alım konusu malı teklif etmeye yetkili olduğuna ilişkin bilgiler çerçevesinde, belge sahibinin TCKN/VKN’ sini kullanarak aşağıdaki bölümden yapabilirsiniz.” olarak belirtilmiş olması yukarıda bahsetmiş olduğum yetkilendirmenin önemini anlatması açısından önemlidir.

4734 sayılı Kamu İhale Kanunun Yerli İstekliler İle İlgili Düzenlemeler başlıklı 63. Maddesinin “c” bendinde “Mal alımı ihalelerinde yerli malı teklif eden istekliler lehine, yüzde 15 oranına kadar fiyat avantajı sağlanabilir. Ancak Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri alınarak orta ve yüksek teknolojili sanayi ürünleri arasından belirlenen ve Kurum tarafından ilan edilen listede yer alan malların ihalelerinde, yerli malı teklif eden istekliler lehine yüzde 15 oranında fiyat avantajı sağlanması mecburidir. Yerli yazılım ürünü teklif eden istekliler lehine de yüzde 15 oranında fiyat avantajı sağlanması mecburidir.” olarak belirtilmiştir. Aynı maddenin “e” bendin de ise;  “Yerli malı belirlenmesine ilişkin usul ve esaslar Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri alınarak belirlenir. İsteklilerce teklif edilen malın yerli malı olduğu, bu usul ve esaslara uygun olarak düzenlenen yerli malı belgesi ile belgelendirilir.” hükmü yer almaktadır.

Yukarıda belirtilen Kanun metninde kısaca 3 hususa özellikle dikkat etmemiz gerekiyor. Bunlar;

Yerli malı teklif eden istekli lehine yüzde 15 fiyat avantajı uygulanabilir. (Takdir konusu)

Belirlenen orta ve yüksek teknolojili sanayi ürünlerinde ve yerli yazılımda yerli malı teklif eden istekli lehine yüzde 15 fiyat avantajı sağlanması mecburi kılınmıştır. (Zorunlu)

Yerli malı belirlenmesine ilişkin usul ve esasları Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından belirlendiği hususuna dikkat etmeliyiz.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından oluşturulan orta ve yüksek teknoloji sanayi ürünleri listesi her yılın Ocak ayında Kamu İhale Kurumu tarafından yayımlanmaktadır.

4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nda ki durum bu şekilde iken, uygulamada yol rehberi olarak kullanılan Mal Alımları İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde ise Kanunda yer alan maddelerin dışında başlıklı 61. Maddesinin 4. paragrafında “ Yerli malı teklif eden istekliler lehine fiyat avantajı tanınan ve birden fazla mal kaleminden oluşan ihalelerin, kısmi teklife açık olarak gerçekleştirilmesi ve fiyat avantajı tanınan her bir kısmın tek bir mal kaleminden oluşması zorunludur. Ancak, birbirini tamamlayan veya teknik zorunluluklar nedeniyle birlikte alınması gereken mal kalemlerine bir kısımda yer verilebilir. Kısmi teklife açık ihalelerde, kısımların birinde, birkaçında veya tamamında yerli malı teklif eden istekliler lehine aynı veya farklı oranlarda fiyat avantajı sağlanabilir. Yerli malı teklif eden istekliler lehine fiyat avantajı, yerli malı teklif etmeyen diğer isteklilerin söz konusu mal kalemi için teklif ettikleri bedele, kendi teklif bedelleri üzerinden ihale dokümanında belirlenen fiyat avantajı oranı esas alınarak hesaplanan tutarın eklenmesi suretiyle bulunur.” olarak belirtilmiş 5. Paragrafında ise “Ekonomik açıdan en avantajlı teklifin, fiyat dışındaki unsurlar da dikkate alınarak belirleneceği ihalede, öncelikle fiyat dışı unsurlar dikkate alınarak değerlendirilmiş teklif bedeli bulunur. Yerli malını teklif edenler lehine fiyat avantajı, bu istekliler dışındaki isteklilerin değerlendirilmiş teklif bedellerine, kendi değerlendirilmiş teklif bedelleri üzerinden fiyat avantajı oranı esas alınarak hesaplanan tutarın eklenmesi suretiyle uygulanır.  Ancak, birbirini tamamlayan veya teknik zorunluluklar nedeniyle birlikte alınması gereken mal kalemlerine bir kısımda yer verilen ihalede, önce yerli malını teklif edenler lehine fiyat avantajı uygulanır ve avantaj uygulanmış fiyatlar üzerinden fiyat dışı unsurlar dikkate alınarak değerlendirilmiş teklif bedeli bulunur.” olarak belirtilmiştir.

Burada özellikle dikkat edilmesi gereken hususlardan biride “…birden fazla mal kaleminden oluşan ihalelerin, kısmi teklife açık olarak gerçekleştirilmesi ve fiyat avantajı tanınan her bir kısmın tek bir mal kaleminden oluşması zorunludur.” metninde belirtilen “her bir kısmın tek bir mal kaleminden” hususuna özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir.

Konuyu daha somut ve anlaşılır hale getirmek adına bazı örnekler verelim.

Örneğin; XYZ Devlet Hastanesinin, 1 adet Tomografi Cihazı almak için ihaleye çıktığını, ihaleye A LTD. ŞTİ. – B LTD. ŞTİ. ve C LTD. ŞTİ. firmalarının iştirak ettiğini, kalemin ileri teknoloji ürünü olduğu, yerli malı teklif eden istekli lehine 15 fiyat avantajının uygulanacağı, B LTD. ŞTİ. firmasının ihale dosyasında Yerli Malı Belgesinin bulunduğunu ve bu belgenin uygun/geçerli olduğunu varsayalım. Teklifler sırasıyla;

A LTD. ŞTİ. 800.000,00 TL (1. Sırada)
B LTD. ŞTİ. 900.000,00 TL (2. Sırada)
C LTD. ŞTİ. 910.000,00 TL (3. Sırada)

Yerli Malı Belgesi bulunan B firmasının teklif bedeli aynı kalmak kaydıyla diğer isteklilerin (A ve C LTD. ŞTİ.) teklifleri ihalede öngörülen (15) oran nispetinde arttırılır.

B LTD. ŞTİ. 900.000,00 TL (1. Sırada)
A LTD. ŞTİ. 920.000,00 TL (2. Sırada)
C LTD. ŞTİ. 1.046.500,00 TL (3. Sırada)

Görüldüğü üzere her ne kadar A firmasının teklifi ilk etapta en uygun görülse de Yerli Malı Belgesi bulunan B firmasının fiyat avantajı uygulaması nedeniyle en avantajlı duruma geçtiğini görüyoruz.

Pekala, B LTD. ŞTİ. firmasının yanı sıra C LTD. ŞTİ. firmasının da ihale dosyasında Yerli Malı Belgesinin bulunduğunu ve bu belgenin uygun/geçerli olduğu durumda ise;

B LTD. ŞTİ 900.000,00 TL (1. Sırada)
C LTD. ŞTİ 910.000,00 TL (2. Sırada)
A LTD. ŞTİ 920.000,00 TL (3. Sırada)

Bu durumda ise sıralamada ilk etap da 1. Sırada yer alan A firmasının 3. Sıraya gerilediğini görmekteyiz.

Yaklaşık maliyetin altında bir teklif veren firmanın yerli malı fiyat avantajı sonrası yaklaşık maliyetin üstüne çıkmasına ilişkin sıkça sorulan soruya aynı örnek üzerinden cevap verelim.

Yukarıda ki örnekten hareketle, yaklaşık maliyetin idare tarafından 850.000,00 TL olarak hesaplandığını düşünelim. Bu durumda ilk etap da A firmasının yaklaşık maliyetin altında olduğu, B ve C firmalarının ise yaklaşık maliyetin üstünde olduğunu görüyoruz.

Yani ilk etap da ki durumun;

A LTD. ŞTİ. 800.000,00 TL (1. Sırada)
Yaklaşık Maliyet 850.000,00 TL  
B LTD. ŞTİ. 900.000,00 TL             (2. Sırada)
C LTD. ŞTİ. 910.000,00 TL (3. Sırada)

olduğunu görüyoruz. B ve C firmasının ihale dosyasında Yerli Malı Belgesinin bulunduğu ve fiyat avantajı uygulandığında;

Yaklaşık Maliyet 850.000,00 TL  
B LTD. ŞTİ. 900.000,00 TL (1. Sırada)
C LTD. ŞTİ. 910.000,00 TL (2. Sırada)
A LTD. ŞTİ. 920.000,00 TL (3. Sırada)

3 isteklinin de yaklaşık maliyetin üzerinde kaldığını görüyoruz. Burada Komisyon tarafından karar verilmesi gerekiyor. Bu kararda, söz konusu alımın yaklaşık maliyet üstü alınıp/alınamayacağına ilişkindir. Yaklaşık maliyet üstü alımlara ilişkin değerlendirmelere bu yazımda girmeyeceğim. A firmasının ilk etapta yaklaşık maliyetin altında olmasına rağmen nasıl olurda yaklaşık maliyet üstü olarak değerlendirilir hususu akıllarda bir soru olarak kalmaktadır. Yerli malı fiyat avantajı uygulamalarında öncelikle yaklaşık maliyeti unutmanız ve sıralamayı yaptıktan sonra oluşan sıralama ve fiyatlar üzerinden değerlendirilmelerin yapılması gerekiyor. Bu konuda anlatmaya çalıştığım şekliyle alınmış KIK kararları da (2019/UM.II-663) mevcuttur. Konuya ilişkin örneğin KİK’in 2018/UM.II-306 sayılı kararında özetle “… ihale dokümanında yerli malı teklif eden istekli lehine fiyat avantajının uygulanacağına yönelik düzenleme bulunmasına karşın idare tarafından öncelikle tekliflerin değerlendirilmesinde teklifi yaklaşık maliyetin üstünde olan başvuru sahibi isteklinin teklifinin uygun görülmediği, idarece ihale dokümanında yerli malı teklif eden istekli lehine fiyat avantajının uygulanacağına yönelik düzenlemenin uygulanmadığı, ancak ihale dokümanında yerli malı teklif eden istekliler lehine söz konusu kısımlarda yüzde 15 oranında fiyat avantajı uygulanacağının düzenlenmiş olduğu bu itibarla ihalenin yerli malı teklif eden istekliler lehine yüzde 15 oranında fiyat avantajı uygulanması ve mevcut duruma göre teklif bedelleri ve yaklaşık maliyete göre değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.” olarak belirtilmiş ve konu açıklığa kavuşturulmuştur.

Kısmi teklife açık ihalelerde, kısımlar üzerinden değerlendirme yapıldığından hangi kısma ait yerli malı belgesi sunulmuş ise o kısma fiyat avantajı uygulaması yapılmalı, toplam bedel üzerinden herhangi bir işlem tesis edilmemelidir.

Ancak, Mal Alımları İhaleleri Uygulama Yönetmeliği’nin 61. maddesinin 4. paragrafının son kısmında yer alan “Ancak, birbirini tamamlayan veya teknik zorunluluklar nedeniyle birlikte alınması gereken mal kalemlerine bir kısımda yer verilen ihalede, önce yerli malını teklif edenler lehine fiyat avantajı uygulanır ve avantaj uygulanmış fiyatlar üzerinden fiyat dışı unsurlar dikkate alınarak değerlendirilmiş teklif bedeli bulunur.” olarak belirtilmiştir.

Bu tür bir durumda ise, fiyat avantajı uygulanacağı öngörülen ve kısmi teklife açık ihalede, bir kısım altında birden fazla mal kalemine yer verilmesi, yukarıda belirtildiği üzere birbirini tamamlayan veya teknik zorunluluklar nedeniyle birlikte alınması gereken mallar yönünden mümkündür. Bu durumda da ilgili kısımda fiyat avantajı uygulaması mal kalemi bazında yapılacaktır. İsteklinin ilgili kısım kapsamındaki bazı mal kalemleri için yerli malı belgesi sunması, bazı mal kalemleri için sunmaması durumunda, istekli yalnızca yerli malı belgesi sunduğu mal kalemleri yönünden fiyat avantajından yararlanacaktır. Söz konusu duruma ilişkin 2019/UM.I-461 sayılı Kurul Kararında detaylı açıklama yapılmıştır.

Konuyu basit bir örnekle anlatalım. Aşağıdaki tabloda A ve B firmasının bir kısım içerisinde ki x, y ve z kalemlerine vermiş oldukları teklifler gösterilmiştir.

 

Mal Kaleminin Adı A Firması B Firması
x 82 70
y 100 90
z 120 125
1.Kısım Toplamı 302 TL 285 TL

Kısım toplamına göre 1. Kısmın B firmasının uhdesinde kaldığı görülüyor. A firmasının x ve y kalemlerine ait yerli malı belgesinin olduğunu ve ihalede yerli malı ürünü teklif eden istekli lehine yüzde 15 fiyat avantajının uygulandığını düşünelim. A firmasının x ve y kalemlerine fiyat avantajı uygulandığında;

Mal Kaleminin Adı A Firması B Firması
x 82 70+(70*0,15)  =  80,5
y 100 90+(90*0,15) = 103,5
z 120 125
1.Kısım Toplamı 302 TL 309 TL

Görüldüğü üzere A firmasının x ve y kalemlerinin yerli malı olması, geçerli bir yerli malı belgesi sunmuş olmasından dolayı uygulanan fiyat avantajı uygulaması neticesinde ilk etap da B isteklisinin uhdesinde görünen 1. Kısmın A isteklisi uhdesinde kaldığı görülmektedir.

Yerli malı üretiminin belgelendirilmiş olmasının firmalar lehine sağladığı avantaj bu şekilde iken, mal alım ihalelerinde tekliflerin eşitliği durumunda da yerli malı teklif edilmesi dikkate alınabilmektedir. Mal Alımlıları İhale Uygulama Yönetmeliği’nin Tekliflerin eşit olması başlıklı 62. maddesine istinaden, İdareler tarafından EKAP üzerinden hazırlanan İdari Şartnamelerde genellikle aşağıda belirtilen metin seçilmektedir.

“Birden fazla istekli tarafından teklif edilen fiyatın en düşük fiyat olması ve bu fiyatların da birbirine eşit olması durumunda ekonomik açıdan en avantajlı teklif, sırasıyla;

1) İstekli tarafından sunulan malın yerli malı olmasına,

2) İhale konusu iş veya benzer işe ilişkin olarak istekli tarafından sunulan iş deneyimini gösteren belgedeki belge tutarına göre belirlenecektir.

Tekliflerin eşitliği halinde, yerli malı ürün teklif eden isteklinin lehine avantaj sağladığı görülmektedir.

Sonuç olarak;

Yerli malı üretiminin teşviki amacıyla yapılan düzenlemelere ilişkin, Avrupa Birliği tarafından yapılan çeşitli dönemlerde yayımlanan ilerleme raporlarında ki eleştirilere rağmen özellikle orta ve yüksek teknoloji ürünlerde uygulanan yüzde 15 oranında ki fiyat avantajı uygulaması ile sermayenin ülke sınırları içerisinde kalması, istihdamın arttırılması ve işsizliğin azaltılması adına önemli olduğunu belirtmek istiyorum. Yerli malı ile ilgili Avrupa Birliği ülkelerinde ki durum ise daha farklıdır, birliğin sınırlarının tüm üye ülkelerin sınırları olarak kabul edilmesinden dolayı bizdeki oranlar uygulanmamaktadır. Tabi ki AB’ ye üye bazı ülkelerin yer malı uygulamaları söz konusudur fakat oradaki oranlar 3-4 seviyelerindedir. Ülkemizin kendi kendine yetebilmesi çok büyük bir önem arz etmektedir. Dışa bağımlılığın azaltılması, özellikle katma değerli ürünleri ihraç edebilme adına eleştirileri bir kenara bırakmalı ve yerlilik kavramını daha da parlatmalıyız.

Üreticiler kalite, satış sonrası hizmet ve yedek parça imkânlarının arttırılması amacıyla gerekli atılımları yapma noktasında azami çabayı göstermelidirler. Bu kapsamda, üreticilere gereken destek sağlanmalı ve ithal ürün kalitesinin üzerinde bir ürünün ortaya çıkarılarak, üretimin ağının geliştirilmesi gerekmektedir.

Son yıllarda özellikle askeri makine ve teçhizatların yerli üretim olması noktasında atılan adımların stratejik tüm alanlarda atılması zaruridir.

Yusuf YOGUN

Teknik Öğretmen

Başarılı Bir Sunum İçin 10/20/30 Kuralı

Girişimcilik literatürünün önde gelen isimlerinden Guy Kawasaki, özellikle potansiyel yatırımcılara yönelik ya da pazarlama amaçlı olarak başarılı ve etkileyici bir PowerPoint sunumunun gerçekleştirilebilmesinin şifresinin 10, 20 ve 30 olmak üzere 3 sayı ile özetlenebileceğini ileri sürmektedir (1).

Kawasaki’ye göre bir sunum ideal olarak 10 slayttan fazla olmamalı, en fazla 20 dakika sürecek şekilde planlanmalı ve sunum en az 30 punto büyüklüğü ile hazırlanmalıdır (2).

10 slayt ile getirilen sınırlamanın temel amacı sunumda en önemli noktaların yer almasını sağlamaktır. Dolayısıyla bu yaklaşım gereksiz ayrıntıların ortadan kaldırılmasını ve temel fikir üzerinde odaklanılmasını hedeflemektedir (2, 3). Bunun ayrıca psikoloji bilimi ile yakından ilişkisi olduğu da söylenebilir. Çünkü ortalama bir insan bir seferde 10 parçadan fazla veriye dikkatini yoğunlaştırıp bunları aklında tutamamaktadır (4). Ayrıca temel noktalara görsel olarak yer verip detayları sözlü olarak aktarmanın daha etkili olduğu düşünülmektedir (3).

Toplantı ya da görüşme için 1 saat ayrılmış olsa bile bir sunumun 20 dakikayı geçmeyecek şekilde tasarlanması da gerekmekte olup, bunun birçok nedeni bulunmaktadır: Örneğin mutlaka bir teknik sorun yaşanacaktır. Ayrıca katılımcılardan bazıları toplantıya geç kalabilir ya da sizden önceki toplantı uzadığı için o günün zaman planına uyabilmek için size daha kısa bir süre ayrılabilir. Diğer yandan sunumunuz ya da iş fikriniz dikkat çekici ise, size ayrılan süreden daha kısa bir sunum yapmanın avantajı ile bu konuda sorulabilecek sorulara doyurucu yanıt verebilmek ve böylelikle dinleyicilerle daha güçlü bir iletişim kurabilmek için vakit kazanmış da olursunuz (1, 2, 3, 4).

Sunumun en az 30 punto büyüklüğü ile hazırlanmasına yönelik önerinin dayandığı fikir, daha küçük punto büyüklüğünün sunumda ister istemez daha fazla kelime ve cümle kullanılmasına neden olması ve bunun sonucunda da sunumu dinleyenlerin dikkatlerinin yalnızca görsel metin üzerinde yoğunlaşmasına bağlı olarak sunumun dinleyiciler üzerindeki etkisinin azalmasıyla açıklanabilir. Daha büyük puntoların kullanılması doğal olarak yalnızca önemli ve dikkat çekici noktaların sunumda yer almasını sağlayacaktır (1, 2, 3, 4).

Kawasaki en az 30 punto büyüklüğüne getirilebilecek itirazlara yönelik olarak şakayla karışık şu alternatifi de önermektedir: Katılımcılardan en yaşlı olanının yaşının yarısı ideal punto büyüklüğünün ne olması gerektiğini belirler! (2).

Kısaca özetlemek gerekirse Kawasaki’nin başarılı bir PowerPoint sunumu için önerdiği 10/20/30 kuralının temel mantığının iş dünyasının hızlı temposuna uygun olarak özden ve ana fikirden uzaklaşmadan sunum yapabilmeye yönelik olduğu söylenebilir.

Ne var ki, dikkatten kaçırılmaması gereken nokta, böylesi bir sunumun yalnızca genel hatlarıyla bir fikir vereceğidir. Zaten Kawasaki de 10/20/30 kuralının ilk aşamada dikkat çekmek için yararlı olabileceğini, karşı tarafın dikkatinin çekilmesi sonucunda daha fazla detay istenildiğinin bu duruma hazır olunması gerektiğini de belirtmektedir (1). Dolayısıyla başarılı bir sunumun aslında dikkat çekmek ve eğer bu başarılırsa ikna etmek olarak ifade edilebilecek 2 bölümden oluştuğu söylenebilir. Bu nedenle iş hayatında dikkat çekmek kadar ikna etmenin de önemli olduğunu unutmamak gerekir.

Prof. Dr. Umut OMAY

Kaynaklar:

(1) Kawasaki, G. (2015), The Art of the Start 2.0, Penguin Books.

(2) Kawasaki, G. (2005), “The 10/20/30 Rule of PowerPoint”, https://guykawasaki.com/the_102030_rule/,  (08.02.2023).

(3) Halligan, B. (2020), “What Is the 10/20/30 Rule of PowerPoint?”, https://blog.hubspot.com/blog/tabid/6307/bid/1056/steve-jobs-guy-kawasaki-powerpoint-best-practices.aspx, (08.02.2023).

(4) “The 10-20-30 Rule of PowerPoint – How it Can Make (or Break) Your Best Marketing Presentations”, https://www.verdanabold.com/post/the-10-20-30-rule-of-powerpoint-how-it-can-make-or-break-your-best-marketing-presentations, (08.02.2023).

PROF. DR. UMUT OMAY – MAKALE LİSTESİ

GİRİŞİMCİLİK VE YÖNETİCİ GÜÇLENDİRME

PAZARLAMA

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

İŞ DÜNYASINDA TUTUM VE DAVRANIŞ

DİĞER KONULAR

Tüpraş, Tüm Çalışanlarıyla Birlikte Türkiye İçin Tek Yürek

Tüpraş, deprem bölgesinin ve arama kurtarma ekiplerinin yakıt ve yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak önceliğiyle çalışıyor.

Türkiye’nin enerjisini, ulusal sorumluluk anlayışıyla her koşul altında kesintisiz olarak karşılayan Tüpraş, üretimini aralıksız sürdürüyor ve ihtiyaç duyulan enerjiyi afet bölgeleri başta olmak üzere ülkemizin dört bir yanına ulaştırmak için tüm gücüyle çalışmaya devam ediyor.

10 ilimizde binlerce vatandaşımızın yaşamını yitirmesine, on binlercesinin yaralanmasına neden olan Kahramanmaraş merkezli deprem sonrasında Tüpraş, akaryakıt başta olmak üzere diğer yaşamsal ihtiyaç malzemelerinin temini için ilk günden itibaren AFAD ile koordinasyon halinde afet bölgelerine desteğini sürdürüyor.

Tüpraş, Deprem Bölgelerine Yakıt Desteği Sağlıyor

Tüpraş, iklim koşullarının giderek kötüleştiği, enerji sıkıntısının arttığı deprem bölgesinde Osmaniye, Gaziantep, Hatay, Malatya, Kahramanmaraş illeri başta olmak üzere AFAD Koordinasyonuyla iş makineleri, ambulanslar, itfaiye araçları, arama kurtarma ekiplerinin aydınlatma ihtiyaçları ve depremzedelerin ısınma gereksinimleri için yakıt desteği sağlıyor.

Tüpraş Arama Kurtarma Ekipleri, İlk Andan İtibaren Afet Bölgesine İntikal Etti

Depremin ilk saatlerinde afet bölgelerine intikal eden Tüpraş Arama Kurtarma ekipleri AFAD ile koordineli bir şekilde arama kurtarma çalışmalarını aralıksız sürdürüyor.  Arama kurtarma ve enkaz kaldırma faaliyetlerinde büyük gereksinim olan iş makineleri, vinç ve jeneratör, aydınlatma ekipmanları gibi çeşitli ekipmanlar da afet bölgelerine gönderilmiş durumda. Bunların yanı sıra, oluşan ilave ihtiyaçlar Tüpraş Kriz Koordinasyon ekibi tarafından yine AFAD ile iletişim halinde sürekli takip edilerek gerekli takviyeler deprem bölgelerine hızla intikal ettiriliyor.

Tüpraş Gönüllüleri Yardım İçin Kenetlendi

Cumhuriyet tarihinin en büyük afetlerinden birinin yaralarını sarabilmek için tüm Türkiye ile tek yürek olan Tüpraş, çalışanlarıyla da depremin ilk anlarından itibaren bölgeye yardım için teyakkuz halinde. Tüpraş gönüllüleri ilk 24 saat içinde, Kızılay’ın başlattığı kan bağışı kampanyasına dâhil oldu. Ayrıca Tüpraş çalışanlarının katılımıyla giyim, hijyen malzemesi, battaniye, ısıtıcı, bebek maması gibi acil ihtiyaçlar için seferberlik başlatıldı. Toplanan malzemeler AFAD koordinasyonunda deprem bölgelerine ulaştırılıyor.

Bölgenin Temel İhtiyaçları İçin Sürekli Destek Sağlanıyor

“Türkiye için tek yürek” anlayışıyla yardım seferberliğini ilk günden itibaren kesintisiz olarak sürdüren Tüpraş, ek olarak, depremzedelerin ve gönüllülerin kullanımına yönelik olarak barınma amaçlı konteynerlerin yanı sıra yatak, kampet gibi konaklama malzemeleri, içme suları, konserve gıdalar, binlerce mont, baret ve iş kıyafeti gibi temel ihtiyaçları da AFAD kanalıyla bölgeye sevk ediyor.

Tüpraş, yaraların sarılmasına katkıda bulunmak önceliğiyle, acısını yürekten paylaştığı deprem bölgesine yardımlarını sürdürecek. Ulusal sorumluluk anlayışı, kesintisiz üretimi ve tüm enerjisiyle Türk halkıyla omuz omuza yürümeye devam edecek.

Depremde yaşamını yitiren vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, aileleri başta olmak üzere tüm milletimize başsağlığı ve sabır; yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz.

Ülkemize geçmiş olsun.

Çalışanlara 2023’te Ödenecek Vergisiz Yemek Gideri

Vergiden istisna yemek bedelleri, yıl ortasına kadar ödenebilecek ısınma yardımı ve yurt dışına gönderilen işçiler için getirilen vergi ve prim istisnasını içeren Kanun bu ayın temel gündem maddeleri oldu. 1 Ocak 2023 tarihinden itibaren günlük brüt asgari ücret 333,60 TL olarak belirlendi.

2023 günlük yemek bedeli istisnası 110 TL’ye yükseltilerek %8 KDV dahil 118,80 TL olarak belirlendi. SGK prim muafiyeti ise 78,90 TL olarak belirlendi.

Artık yemek yardımı nakit olarak da ödenebilecek. Bu şekilde verilen yemek bedelinin 110 TL’yi aşmayan kısmı gelir vergisinden istisnadır. Bunun için;

  • İşverenler tarafından işyerinde veya müştemilatında yemek verilmemesi şart.
  • Ayrıca, günlük yemek bedelinin 110 TL’yi aşmıyor olması ve
  • Fiilen çalışılan günlere ilişkin olması gerekmektedir.
  • Nakit olarak verilen yemek bedelinin tamamının ücret bordrosunda gösterilmesi gerekmektedir.

Yemek bedeli ödemesinde istisnaya isabet eden kısmı damga vergisinden de istisna. Bu uygulamanın bordro üzerinden takip edilmesi önemli.

Peki İşveren Ne Yapmalı, Hangi Yöntemi Seçmeli ? Hangisi Kimin Lehine?

İşyerinde yemek verilmesi: Rakamsal sınır yok, yemek tutarı, çeşidi veya ödeme yönteminin çalışan açısından bir farkı bulunmamaktadır. İşveren, yemek için yaptığı harcamaları gider faturada gösterilen KDV’yi ise indirim konusu yapar. Rakama bakılmaksızın bu senaryoda gelir vergisi stopajı veya SGK doğmaz.

İşyeri dışında yemek verilmesi: Anlaşmalı bir restoranda yemek yenilmesi durumunda, restoran 110 TL + KDV faturayı işyerine keser, aşan kısmı için gelir ve damga vergisi ve SGK uygulanır. (SGK muafiyet rakamı 78,90 TL olarak dikkate alınır)

Yemek kartı / yemek çeki verilmesi: Bu durumda da işyeri dışında yemek verilmesi uygulamasına paralel bir işlem yapılır, KDV indirim konusu olur. 110 + KDV olarak uygulanır. (SGK muafiyet rakamı 78,90 TL olarak dikkate alınır)

Nakden yemek bedeli ödenmesi: Banka kanalıyla ödenmesi gerekir. 110 TL KDV dahil rakamdır. Giderleştirme bordro ile olur. Bir fiş veya fatura hareketi olmadığı için indirilecek KDV oluşmaz. İstisna rakamın üzerindeki ödemeler gelir vergisi, damga vergisi ve SGK’nın konusuna girer.

KDV Konusundaki Karmaşa Çözülür mü ?

KDV konusundaki bu farklılık işlemin doğası ve belge düzeninden kaynaklanmaktadır. 186 numaralı Gelir Vergisi Genel Tebliğinde yemek bedelindeki istisna rakamının nakden ödenmediği durumlarda geçerli olduğuna yönelik açıklama değiştirilmemiş, uygulamaya 186 numaralı Tebliğde değişiklik yapılmadan yeni bir Tebliğ ile yön verilmek istenmiştir.

Eğer tüm yemek bedeli ödeme türlerinde istisna rakamına KDV dahil değilse, bu açıklamanın 186 numaralı Gelir Vergisi Genel Tebliğinin mevcut 3. numaralı bölümünde ele alınması en doğrusu olacaktır. Bu konuda Maliye Bakanlığının açıklamaları takip edilmelidir.

Şaban KÜÇÜK

Yeminli Mali Müşavir

Hakkını Vererek Çalışmak ve Karşılığını Almak

Değerli işçi, mühendis, mavi yakalı veya beyaz yakalı, çalışan arkadaşım,

Hepimiz ekmeğimizin peşinde genç yaşlarımızdan başlayarak değişik sektörlerde çalışmaktayız. Amacımız, kendimizi ve ailemizi kimseye muhtaç etmeden hayatımızı sürdürmek ve çocuklarımıza iyi bir yaşam ve gelecek sunmak. Günde 8-9 saat çalışarak haftalık 45 saatimizi doldurmaya çalışıyoruz. Öte yandan her gün 1-2 saatimiz de işe gidip gelirken geçiyor. Dinlenmek ve ailemizle vakit geçirmek için hafta sonu 1-2 gün ancak fırsat yakalayabiliyoruz. İşyerimizdeki iş yoğunluğu durumuna göre bazen mesailer yüzünden dinlenmeye bile vaktimiz kalmayabiliyor. Mecburi gıda-giyim gibi ihtiyaçlarımızın dışında elektrik-telefon, su, doğalgaz gibi faturalarıyla boğuşuyoruz.

Bir yandan çalışırken diğer yandan da çalıştığımızın karşılığını da almak için de ayrıca çaba sarf etmemiz gerekiyor. Çoğu işyerinde çalışanların büyük kısmı çalıştıklarının karşılığını tam olarak almadığını düşünüyor. Öte taraftan yine de karşılığını tam olarak almış gibi gayretimize devam ediyoruz. Aldığımız ücreti sonuna kadar hak etmek ve akşam yastığa başımızı koyduğumuzda vicdanımız rahat bir şekilde uyumak istiyoruz. Çoğumuz ailemizden ve babamızdan böyle gördük, eğer işyerinde yeterince verimli olamazsak kendimizi sorumlu ve vicdanen kötü hissediyoruz.

Gelelim hakkımızı alma konusuna; öncelikle biz üzerimize düşen tüm sorumluluğu yerine getirmeliyiz. Bize verilen vazife neyse veya hangi işte çalışıyorsak aldığımız ücreti tenimizin son damlasına kadar hak etmek için gayret göstermeliyiz. Çalıştığımız işyerinin tüm malzemelerini, kullandığımız makine ve gereçleri sahiplenmeli ve işimizi benimsemeliyiz. Hatta karşımıza çıkan sorunları çözecek çözüm önerileri sunmalıyız işverene. Ortaya güzel fikirler atarak verimliliğe katkıda bulunmalıyız. Çalışkanlığımızla ve dürüstlüğümüzle işverene güven vermeliyiz. Kedimizi işimizle ilgili olarak sürekli yenilemeli ve geliştirmeliyiz. Adeta bizi çalıştığımız firmanın ortağı sansınlar. Bütün bunlardan sonra işverenle zam pazarlığına oturduğumuzda işveren bizde zerrece bir eksiklik ve kusur bulamasın. Bizim iş ahlakımız, dürüstlüğümüz ve çalışkanlığımıza laf edemesin.

Aynı şekilde işveren de eğer çalışanından tam verim almak istiyorsa ona hakkını vermede bir an bile tereddüt etmemeli, daha teri kurumadan hakkını teslim etmelidir ki çalışanından iş istemeye hakkı ve yüzü olsun. Eğer maaşını geç veriyorsa, sigortasını tam yatırmıyorsa, mesailerinde kesintiye gidiyorsa, çalışma ortamını uygun ve güvenli hale getirmiyorsa, günde 3 bardak çayı fazla görüyorsa, çalışanın ibadetini yapması için uygun zaman ve mekanı ayarlamıyorsa hangi yüzle ondan verimli olmasını bekleyebilir ki? Çalışanlarının moral ve motivasyonunu artırıcı faaliyetler yapmadan, onların dertlerine ortak olmadan, sosyal destekler vermeden nasıl isteyebilir ki?

Çoğu işyerinde maalesef ücret artışları çalışana sorulmaksızın tepeden inme şeklinde belirleniyor. Çalışan zamlı maaşını aldığında fark ediyor artış oranını. Kimse çalışanı muhatap alıp onunla oturup pazarlık etmiyor. Karşılıklı güven içinde masaya oturup belirlenmiyor maaş artışları. Ertesi gün çalışanların yarısı yukarıya çıkıyor ama nafile, işveren birkaç gün ortalık sakinleyinceye kadar ortalıkta görünmüyor. Ondan sonra işten çıkanlar oluyor, işveren yeniden ikna çalışmalarına başlıyor. Halbuki işveren meramını ortaya koysa, durumunu çalışana anlatsa, kendisi ile ilgili düşüncelerini tüm açıklığıyla dile getirse, çalışan da talebini dile getirse daha iyi olmaz mı ?

Çalışanı ve aynı anda tedarikçileri tedirgin eden bir husus da; işverenin hayat standardındaki yükselişin, gelirindeki tırmanışın veya işlerindeki artışın çalışana veya satıcılara yansıtılmaması. Yani işverenin satıcıya borcunu ödemeksizin veya çalışanının maaşına iyi bir artış yapmaksızın sürekli hayat standardını yükseltmesi. İnanın çalışanlar bunu çok iyi gözlemliyorlar.

CAVİT SOY