İtirazen Şikayet Konusu; İtirazen şikâyet dilekçesinde özetle, 6’ncı kısım Teknik Şartnamesi’nin “Garanti ve teknik servis” başlıklı 10’uncu maddesinin kaynakların verimli kullanılmasını engelleyebilecek ve hukuki sorunlar yaratabilecek düzenlemeler içerdiği, cihazların kullanım süresine ilişkin açık bir düzenleme yapılmadığı, cihazların kullanım süresinin tüm satın alınan reaktiflerin tüketilmesine bağlandığı, cihazların kullanım süresine ilişkin belirsizlik oluştuğu, iddialarına yer verilmiştir.
22.11.2023 tarihli ve 2023/UM.I-1446 sayılı Kamu İhale Kurulu kararına göre;
Yapılan incelemede, Kamu İhale Genel Tebliği’nin 60.1’inci maddesinde, kit karşılığı geçici olarak cihaz temini ihalesi, teslim programına uygun olarak test kitlerinin idareye teslim edilmesi, bu kitlerin tahlil edildiği cihazların sözleşmede belirtilen süre boyunca idarenin laboratuvarında kurulu bulundurulması ve yüklenicinin sözleşmede öngörülen diğer yükümlülükleri yerine getirmesi şeklinde tanımlanmakta olup aynı Tebliğ’in 60.2’nci maddesinde ise kit alımı ile birlikte kit karşılığı geçici olarak cihaz temini ihalelerinde, kitlerin, ihale dokümanında belirtilen teslim sürelerine uygun olarak idareye teslim edilmelerine karşın kitlerin tahlil edildiği cihazların kitlerin tamamı kullanılıncaya kadar idarede kaldığı, ihale dokümanlarında cihazların idarede çalıştırılacağı süreye ilişkin açık bir düzenleme yapılmadığı “cihazlar, kitlerin bitimine kadar idarede çalışır halde hazır bulundurulacaktır” gibi ifadelere yer verildiği, bu düzenlemelerin ise hukuki sorunlar doğurduğu; cihazların idarede kullanılacağı süreye ilişkin belirsizliğin isteklilerin teklif fiyatlarına yansıdığı belirtilerek, kamu kaynaklarının verimli kullanılması ve hukuki sorunların yaşanmaması için diğer hususların yanında ihale dokümanında cihazların idarece kullanılacağı süreye ilişkin açık bir düzenleme yapılması gerektiği belirtilmiştir.
Teknik Şartname’nin G1.10’uncu maddesinde “Kurulacak cihazın sözleşme süresince ve/veya tüm satın alınan reaktifler tüketilene kadar hastanemizde kalacaktır. Şirket bu süre zarfında cihazın normal ve güvenilir bir şekilde çalışması için bu ihale sözleşmesinde yer alan ve gerekli tüm malzemeleri ve hizmetleri sürekli ve eksiksiz sağlayacaktır.” şeklindeki düzenlemenin yer aldığı, söz konusu düzenlemede kullanılan “ve/veya” ifadesinden cihazın tüm satın alınan reaktifler tüketilene kadar hastanede kalabileceğinin de anlaşıldığı, dolayısıyla anılan Tebliğ’in 60.2’nci maddesine uygun olarak cihazın kullanım süresine dair ihale dokümanında açık bir düzenleme yapılmayarak reaktiflerin kullanım süresine bağlandığı, bu durumun isteklilerce kit fiyatlarına yansıtılmasına sebebiyet verebileceğinden kaynakların verimli kullanılmasını engelleyebileceği gibi teminatın iadesi, garanti ve tarafların diğer yükümlülükleri gibi konular da dahil hukuki sorunlar oluşturabileceği, anılan düzenlemenin mevzuata uygun olmadığı ve başvuru sahibinin söz konusu iddiasının yerinde olduğu sonucuna varılmıştır.
Bisküvi-pasta, buğday unu, bitkisel yağlar, şekerli ve kakaolu ürünler ile makarna başta olmak üzere temel gıda ürünlerini kapsayan hububat, bakliyat, yağlı tohumlar ve mamulleri sektörünün 2023 yılı toplam ihracatı 12,4 milyar dolar oldu. Sektör ihracatını bir önceki yıla göre miktar bazında yüzde 36 artırarak 14,7 milyon tona çıkarsa da, küresel gıda fiyatlarındaki gerileme nedeniyle toplam ihracat geliri yüzde 8 seviyesinde arttı.
Küresel gıda gündemini ve Türkiye’nin bu alandaki toplam ihracatını değerlendiren TİM Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamulleri Sektör Kurulu Başkanı Ahmet Tiryakioğlu şunları söyledi:
“Türkiye’nin dünya gıda ticaretinde yıldızı parlayan bir ülke olduğunu, bu alandaki jeopolitik öneminin ihracatçılarımıza yeni kapılar açtığını verilerle bir kez daha ortaya koyduğumuz bir dönem oldu. 2023 yılında buğday, arpa, çavdar ve şeker pancarı gibi ürün gruplarında yüzde 8 ila 22 arasında yaşanan rekolte artışı, yeni yılda gıda üretimimize ve ihracatımıza büyük katkı sağlayacak. Tarımsal üretim açısından ham haliyle de değer taşıyan bu ürünleri, işletmelerimizin son teknolojili tesislerinde uygun koşullarda işleyerek tüketicinin kullanımına hazır hale getiriyoruz. Bu alandaki yoğun rekabete rağmen komşu ülkelerimizdeki yüksek payımızı korurken, ürünlerimizi dünyanın farklı bölgelerindeki yeni pazarlara açmanın yollarını arıyoruz. Gıda fiyatları 2024’te istediğimiz seviyelerde seyrederse, sene sonunda 15 milyar dolarlık ihracat hedefimize rahatça ulaşabileceğimize inanıyoruz”
“Çiftçimiz büyük bir teşekkürü hak ediyor”
Bu yıl buğday üretiminde yaşanan bereketin, gıda ihracatçılarının 2024’e umutlu bakmalarını sağladığını ifade eden Tiryakioğlu şunları belirtti:
“Toprak Mahsulleri Ofisi’nin alım politikalarında önceliğin üreticileri maliyet artışlarına karşı korumaya verilmesi, sürdürülebilir gıda üretimi açısından doğru ve yerinde bir uygulama oldu. Çünkü üreticilerimiz sadece gübre ve mazot gibi temel girdilerdeki artışla mücadele etmiyor, küresel iklim değişikliğinin tarladaki ürün üzerinde oluşturduğu riskleri de yönetmeye çalışıyor. Devletimizin dünyadaki ekonomik koşulları da gözeterek en yüksek desteği verse de bugünün zorlu koşullarında tarımsal üretime devam eden çiftçimiz her zaman büyük bir teşekkürü hak ediyor.”
“100’den fazla ülke ve serbest bölgedeki artışı kalıcı kılacağız”
Tiryakioğlu gıda ihracatında bazı pazarların Türkiye için doyum noktasına ulaştığına dikkat çekerek, bu aşamada amaçlarının farklı bölgelerde yeni ilişkiler kurmak olduğunu ifade ederek sözlerini şöyle tamamladı:
“Gıda ihracatımızda üst sıralarda gelen Irak, İran ve Suriye gibi ülkelerin, mevcut ekonomik büyüklüklerini de göz önüne alırsak belli bir doyum noktasına ulaştığını söyleyebiliriz. Sektörümüzün sadece bu üç ülkeye toplam ihracatı bu yıl 3 milyar doları aştı. Sektörümüzün önde gelen temsilcileriyle yaptığımız çalışmalarda çok yönlü pazar analizleri yapıyoruz. Bu üç ülkenin dışında, dünyanın geri kalan bölümünden aldığımız 10 milyar dolar düzeyindeki payı daha da artırabileceğimizi gözlemliyoruz. Geride bıraktığımız yılda, 100’den fazla ülke ve serbest bölgede ihracatımızı artırmış olmamız bir tesadüf değildi. İş birliklerimizi ve uluslararası ortaklıklarımızı artırarak ihracat pazarlarımızı çeşitlendirmeyi ve ticari bağlantılarımızı derinleştirmeyi amaçlıyoruz.”
Sürdürülebilirlik, ekonomik ve sosyal ihtiyaçların çevresel sınırları aşmadan karşılandığı, koşullar ne olursa olsun mevcut neslin ihtiyaçlarını karşılarken gelecek nesillerin de aynısını yapma yeteneğini engellemediği bir durumu ifade eder. Dolayısıyla sürdürülebilirlik üzerine stratejiler planlanırken çevre, insan ve ekonominin birbirlerini engellememesi ve elde edilebilecek en yüksek faydanın ortaya çıkarılması amaçlanır.
Sürdürülebilir stratejilerin önem kazanmasında tetikleyici güç olarak son 50 yılda basit bir ifade olarak kullanılan küresel ısınma ve doğal kaynakların sorumsuzca kullanılmasının ilerleyen dönemde daha gözle görülebilir ve toplumu direkt olarak etkileyen; artan kuraklık, asit yağmurları, habitat tahribatı ve yükselen deniz seviyesi gibi sorunları ortaya çıkarması, dolayısıyla da çevresel sorunların sayısının artması önemli rol oynamaktadır. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü, her yıl yaklaşık 13 milyon kişinin çevre kaynaklı hastalıklar sebebiyle hayata veda ettiğini ve gelişen ülkelerdeki hastalık yükünün neredeyse %25’inin çevreden kaynaklandığını belirtmektedir. Sürdürülebilirlik konusunun bu boyutta önemli bir hal alması sebebiyle tüketicilerin kararları da bu doğrultuda şekillenmeye başlamıştır.
Örneğin 2018 yılında Nielseniq tarafından yapılan bir araştırmaya katılanların %81’i şirketlerin çevrenin iyileştirilmesine katkıda bulunması gerektiğini, %73’ü çevre üzerindeki etkilerini azaltmak için tüketim alışkanlıklarını değiştireceklerini, Nielseniq’nun farklı bir araştırmasında ise Amerikalı tüketicilerin %80’e yakını, sürdürülebilir bir hayat tarzının kendileri için önemli olduğunu belirtmiştir. Özellikle pandemi sonrası süreçte doğanın insanların hayatı üzerinde ne denli güçlü bir etkiye sahip olabileceğinin direkt olarak tecrübe edilmesiyle sürdürülebilirlik üzerine olan eğilimler daha da artmıştır. Ayrıca pandemi, tüketicilerin yeni alışkanlıklar kazanmasına ya da bazı eski alışkanlıklarına geri dönmesine sebep olmuştur. Bahsedilen değişimlere örnek olarak Capgemini’nin hazırlamış olduğu bir araştırma, tüketicilerin %77’sinin sosyal sorumluluk taahhüdü veren markalardan satın alma ve onlara sadık kalma olasılığının daha yüksek olduğunu ortaya çıkarmış, ilgili araştırmaya katılan tüketicilerin %67’si ise COVID-19 krizi nedeniyle doğal kaynakların kıtlığı konusunda daha temkinli davranacaklarını söylemiştir. Buna ek olarak pandemi döneminde G&S Business Communication tarafından yapılan farklı bir araştırma, her üç Amerikalıdan 2’sinin ambalaj yoluyla Covid-19’a yakalanma ve gıda güvenliği konusunda endişe duyduğunu ve neredeyse her 2 Amerikalıdan 1’inin gıda ambalajlarını dezenfektanla temizlediklerini bulgulamıştır. Dolayısıyla ambalaj üzerine kurulmuş olan sürdürülebilir stratejiler bu yeni eğilim sebebiyle büyük oranda istenilen amaca ulaşamamış ve bu durumun müşteri kaybına yol açmaması için ürün paketlerinde şirketler tarafından paket üzerine soyulabilir paket gibi yeni katmanlar kullanılmaya başlanmış, bu durum atık miktarının artmasına sebep olmuştur. Ayrıca sürdürülebilirlik konusunda tüketicilerin yeterli bilgisinin bulunmaması da gerçek anlamıyla olumlu çevresel etkinin istenilen oranda ortaya çıkmasının önüne geçmektedir. Capgemini’nin ilgili araştırmasına katılanların, büyük bir arabanın 15 km’de ürettiği emisyonun ortalama bir hamburgeri hazırlarken ortaya çıkan emisyondan daha az olduğunu bilmediğini göstermektedir.
Yukarıda bahsedilenlere ek olarak kuşaklar arasında davranış ve düşünce farklılıkları da sürdürülebilirliğin önemini artıran bir başka unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşça daha genç olan Y ve Z kuşağının sürdürülebilirlik konusunda daha duyarlı olması ve gelecek 30 yılda bu kesimin satın almanın büyük bir kısmını gerçekleştirecek olması sebebiyle, sürdürülebilir stratejilerin şirketler tarafından öncelikli olarak hesaba katılmasını zorunlu hale getirmekte ve bu kesimin güvenini kazanmasını gerektirmektedir. HBR’de Reichheld ve meslektaşları tarafından yayınlanan bir makale bu güvenin şeffaflık ve insanilik alt başlıkları tarafından şekillendiğini belirtmektedir. Z ve Y kuşağı bir markayı insani olarak yüksek oranda değerlendirdiğinde, ilgili markayı rakipleri arasından eski nesillere kıyasla %15 daha fazla tercih ettiğini, şeffaf olarak değerlendirdiğinde ise ilgili markaya eski nesillere oranla %30 daha fazla harcama yaptıklarını göstermektedir. İlgili araştırma ayrıca güvenilirlik puanı %60’dan %61’e yükseldiğinde hisse senedi getirilerinin %6 oranında arttığını ortaya çıkarmıştır.
Sonuç olarak, sürdürülebilirlik hem çevresel sorunları çözmek hem de tüketicilerin güvenini kazanmak için kritik bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelecekte başarılı olmak isteyen şirketler, sürdürülebilir stratejileri benimseyerek, bilinçli tüketicilerin beklentilerini karşılamalı ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirmelidir.
2024 Küresel Riskler Raporu: Çevresel Riskler Giderek Şiddetini Artırırken, Dezenformasyon 2024 Yılının En Önemli Riskleri Arasına Girdi
2024 Küresel Riskler Raporuna göre, yanlış bilgi ve dezenformasyon kısa vadede en önemli riskler olarak değerlendirilirken; aşırı hava olayları ve Dünya sistemlerindeki kritik değişimler uzun vadede en önemli riskler olarak değerlendiriliyor.
Araştırmaya katılan uzmanların üçte ikisi, önümüzdeki 10 yıl içerisinde dünya genelinde çok kutuplu ve parçalara ayrılmış bir düzen öngörüyor.
Rapor, acil harekete geçilmesi gereken küresel konularda iş birliğinin yetersiz kalabileceği ve yeni yaklaşımlar ve çözümler gerekebileceği konusunda uyarıyor.
2024 Küresel Riskler Raporuna buradan ulaşabilir, Küresel Riskler inisiyatiflerini keşfedebilir, basın toplantısını bu link üzerinden izleyebilir ve #risks24 hashtag’ini kullanarak rapor üzerinde düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yaklaşık yirmi yıldır risk algı anketi verilerinden yararlanarak Dünya Ekonomik Forumu tarafından, Marsh & McLennan Şirketleri, SK Group ve Zurich Sigorta Grubu stratejik ortaklığında hazırlanan, 2024 Küresel Riskler Raporu, insani gelişmelerdeki ilerlemenin yavaş yavaş azaldığı, devletleri ve bireyleri yeni ve yeniden ortaya çıkan risklere karşı savunmasız bırakan küresel risk ortamı konusunda uyarıda bulunuyor. Küresel güç dinamikleri, iklim, teknoloji ve demografik yapıdaki sistemik değişimler karşısında, küresel riskler dünyanın uyum kapasitesini sınırlarına kadar zorlamaktadır.
Bugün yayımlanan 2024 Küresel Riskler Raporu acil harekete geçilmesi gereken küresel sorunlara ilişkin iş birliğinin giderek azalabileceği ve risklerle başa çıkabilmek için yeni yaklaşımlar ve çözümler geliştirilmesi gerekliliğini savunuyor. Dünya genelinde uzmanların üçte ikisi, orta ve büyük güçlerin yeni kurallar ve normlar için yarıştığı ve bu normları belirlediği (aynı zamanda uyguladığı) çok kutuplu veya parçalı bir düzenin önümüzdeki on yılda şekilleneceğini öngörüyor.
Zurich Sigorta Grubu ve Marsh McLennan staratejik ortaklığı ile hazırlanan rapor, Eylül 2023’te ankete katılan 1.400’den fazla küresel risk uzmanı, politika yapıcı ve sektör liderinin görüşlerinden yararlanarak oluşturuluyor. Sonuçlar, kısa vadeli olarak dünya için çoğunlukla olumsuz bir görünümü vurgulamakta ve bu durumun uzun vadede daha da kötüleşmesinin beklendiğini vurguluyor. Rapora katkı sunan uzmanların yüzde 30’u önümüzdeki iki yıl içinde küresel felaket olasılığının artmasını beklerken, neredeyse üçte ikisi önümüzdeki 10 yıl içinde bunu bekliyor.
Dünya Ekonomik Forumu Genel Müdürü Saadia Zahidi, “Kutuplaştırıcı söylemler ve güvensizlikle karakterize edilen istikrarsız bir küresel düzen, aşırı hava olayları ve ekonomik belirsizliğin giderek daha da kötüleşen etkileri, yanlış bilgi ve dezenformasyon da dahil olmak üzere hızla artan risklerin yayılmasına neden oluyor. Dünya liderleri, kısa vadeli krizlere çözüm bulmanın yanı sıra daha dirençli, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir geleceğin temellerini oluşturmak için bir araya gelmeleri gereklidir.” şeklinde düşüncelerini aktardı.
Dezenformasyon ve çatışmaların yükselişi
Süregelen hayat pahalılığı krizi, yapay zeka ile ilşkili olarak yayılan yanlış bilgi ve dezenformasyon riski ile toplumsal kutuplaşma riski, 2024 yılı risk görünümünü domine ediyor. Yanlış bilgi ile toplumsal huzursuzluk arasındaki bağlantı, önümüzdeki iki yıl içinde birçok büyük ekonomide yapılması planlanan seçimler sırasında merkezi bir rol oynayacak. Devletlerarası silahlı çatışmalar önümüzdeki iki yılın en önemli beş riski arasında yer alıyor. Birçok çatışmanın devam ettiği bir dönemde, önde gelen jeopolitik gerilimler ve zayıflayan toplumsal dayanıklılık riski çatışmaların yayılmasına neden oluyor.
Ekonomik Belirsizlik ve Gerileyen Kalkınma
Önümüzdeki yıllara kalıcı ekonomik belirsizlik ile büyüyen ekonomik ve teknolojik bölünmeler damgasını vuracak. Ekonomide fırsat eşitsizliği önümüzdeki iki yıl içerisinde öne çıkan riskler arasında 6. sırada yer alıyor. Uzun vadede ise, ekonomik hareketliliğin önünde engeller oluşarak nüfusun büyük bir kesiminin ekonomik fırsatlardan mahrum kalmasına neden olabilir. Çatışma riski taşıyan veya iklim açısından savunmasız ülkeler, yatırımlardan, teknolojilerden ve ilgili istihdam yaratma faaliyetlerinden giderek daha fazla izole edilebilirler. Güvenli ve emniyetli geçim kaynaklarına giden yolların yokluğunda bireyler suça, askerileşmeye veya radikalleşmeye daha yatkın olabilirler.
Gezegenimiz Tehlikede
Çevresel riskler, tüm zaman dilimlerinde risk ortamını domine etmeye devam ediyor. Uzmanların üçte ikisi 2024 yılında yaşanacak aşırı hava olaylarından endişe ediyor. Aşırı hava olayları, Dünya sistemlerinde kritik değişiklikler, biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistem çöküşü, doğal kaynak kıtlığı ve kirlilik önümüzdeki on yıl boyunca karşılaşılması beklenen en ciddi 10 riskten beşini temsil ediyor. Bununla birlikte, rapora katkı sunan uzmanlar risklerin aciliyeti konusunda farklı düşüncelere sahipler. Özel sektör katılımcıları, çoğu çevresel riskin sivil toplum ve hükümetlere kıyasla daha uzun bir zaman çerçevesinde gerçekleşeceğine inanıyor. Bu durum, çevresel riskler ile mücadelede dönüşü olmayan bir noktaya gelme riskinin arttığına işaret ediyor.
Risklere Yanıt Verme
Rapor, liderleri küresel riskleri ele almak için aksiyonları yeniden düşünmeye çağırıyor. Rapor, yapay zekanın anlaşmazlık karar alma süreçlerine entegrasyonunu ele alan anlaşmalar gibi, ortaya çıkan en yıkıcı risklere karşı hızla koruma önlemleri inşa etmeye yönelik küresel iş birliğine odaklanılmasını öneriyor. Bununla birlikte raporda, yanlış bilgi ve dezenformasyona karşı dijital okuryazarlık kampanyalarıyla bireysel ve devletlerin dayanıklılığının güçlendirilmesi veya hem kamu hem de özel sektörün rol oynayacağı, enerji dönüşümünü hızlandırma potansiyeline sahip iklim modellemesi ve teknolojileri konusunda daha fazla araştırma ve geliştirmenin teşvik edilmesi gibi, yalnızca sınır ötesi iş birliğine bağlı olması gerekmeyen diğer eylem türleri de ele alınmaktadır.
Marsh McLennan Avrupa CCO’su Carolina Klint, “Yapay zekadaki atılımlar; yanlış bilgilendirme, aracıların ortadan kalkması ve stratejik yanlış hesaplamalardan kaynaklanan tehditlere karşı tepki vermede zorluk yaşayan birçok organizasyon için risk görünümünü kökten değiştirecek. Aynı zamanda şirketler, jeopolitik ve iklim değişikliğinin daha karmaşık hale getirdiği tedarik zincirleri ve sayıları giderek artan kötü niyetli aktörlerin siber tehditleri ile mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Hızla değişen bu risk ortamını yönetmek için kurumsal, ülke ve uluslararası düzeylerde dayanıklılık oluşturmaya ve kamu ile özel sektörler arasında daha fazla iş birliğine odaklanmak gerekecek.” şeklinde düşüncelerini aktardı.
Zurich Sigorta Grubu, Sürdürülebilirlik Riskler Lideri John Scott, “Dünya yapay zeka, iklim değişikliği, jeopolitik değişimler ve demografik değişimlerle önemli yapısal dönüşümlerden geçiyor. Bilinen riskler yoğunlaşıyor ve yeni riskler ortaya çıkıyor ancak bunlar aynı zamanda fırsatlar da sunuyor. Kolektif ve koordine edilmiş sınır ötesi aksiyonlar önemli rol oynar ancak küresel risklerin etkisini azaltmak için yerelleştirilmiş stratejiler kritiktir. Vatandaşların, şirketlerin ve ülkelerin bireysel eylemleri, küresel risklerin azaltılmasında önemli bir rol oynayarak daha aydınlık ve güvenli bir dünyaya katkıda bulunabilir.” şeklinde düşüncelerini aktardı.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 32 nci maddenin ilk fıkrasında, genel anlamda ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır. Ücret; kural olarak alacaklısı olan işçiye ödenmelidir. Bu bakımdan işveren, ücreti işçiden başkasına ödemişse borçtan kurtulmuş olmaz. İşveren, ücreti örneğin, işçinin eşine ya da kardeşine ödemiş olsa, onlarda bu parayı işçiye geri vermedikçe ücret ödeme borcu devam etmiş olur.
Ücret en geç ayda bir ödenir. İş sözleşmeleri veya toplu iş sözleşmeleri ile ödeme süresi bir haftaya kadar indirilebilir. İş sözleşmelerinin sona ermesinde, işçinin ücreti ile sözleşme ve Kanundan doğan para ile ölçülmesi mümkün menfaatlerinin tam olarak ödenmesi zorunludur (İşK m.32/5,6).
Ücret kural olarak dönemsel (periyodik) bir ödemedir. Kanunun kabul ettiği sınırlar içinde tarafların sözleşme ile tespit ettiği belirli ve sabit aralıklı zaman dilimlerine, dönemlere uyularak ödenmelidir. Yukarıda değinilen Kanun maddesinde bu süre en çok bir ay olarak belirtilmiştir[1].
Diğer yandan, iş sözleşmesinin sona ermesinde, işçinin ücreti ile sözleşme ve Kanundan doğan para ve parayla ölçülmesi mümkün tüm çıkarların tam olarak ödenmesi zorunlu kılınmıştır. Ayrıca 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 421 inci maddesinde, işçinin işlemiş olan ücretlerinin asgari ücretten az olmamak üzere ödenmesi gerektiği hüküm altına alınmıştır.
Ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkak kural olarak, Türk parası ile işyerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödenir. Ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkak, yabancı para olarak kararlaştırılmış ise ödeme günündeki rayice göre Türk parası ile ödeme yapılabilir (İşK. m32/2).
4857 sayılı Kanunda ise işçiye ödenecek ücret güvence altına alınmış ve işçi ücretinin yirmi gün içinde ödenmemesi durumunda, işçinin iş görme edimini yerine getirmekten kaçınabileceği açıkça düzenlenmiş ve iş görmekten kaçınmanın toplu bir nitelik kazanması halinde dahi bunun kanun dışı grev sayılamayacağı kurala bağlanmıştır. Ücreti ödenmeyen işçinin alacağı konusunda takibe geçmesi ya da ücreti ödeninceye kadar iş görme edimini yerine getirmekten kaçınması, iş ilişkisinin devamında bazı sorunlara yol açabilir. Bu bakımdan, işverenle bir çekişme içine girmek istemeyen işçinin, haklı nedene dayanarak iş sözleşmesini feshetme hakkı da bulunmaktadır. Ücretin hiç ya da bir kısmının ödenmemiş olması bu konuda önemsizdir. Ücretin ödenmediğinden söz edebilmek için işçinin yasa ya da sözleşme ile belirlenen ücret ödenme döneminin gelmiş olması ve işçinin bu ücrete hak kazanması gerekir.
4857 sayılı Kanun’un 24’üncü maddesinin (II) numaralı bendinin (e) alt bendinde sözü edilen ücret, geniş anlamda ücret olarak değerlendirilmelidir. İkramiye, prim, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil gibi alacakların ödenmemesi durumunda da işçinin haklı fesih imkanı bulunmaktadır[2]. İşçinin ücretinin işverenin içine düştüğü ödeme güçlüğü nedeniyle ödenememiş olmasının sonuca bir etkisi yoktur. İşçinin, ücretinin bir kısmını 4857 sayılı Kanun’un 33’üncü maddesinde öngörülen ücret garanti fonundan alabilecek olması da işçinin fesih hakkını ortadan kaldırmaz.
Bireysel veya toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan aynî yardımların yerine getirilmemesi de (erzak ve kömür yardımı gibi) bu madde kapsamında değerlendirilmeli ve işçinin “haklı fesih” hakkı bulunduğu kabul edilmelidir[3].
Yargıtay’a göre, “İşçinin emeğinin karşılığı olan ücret işçi için en önemli hak, işveren için en temel borçtur. 4857 sayılı Kanun’un 32/4 üncü maddesinde ücretin en geç ayda bir ödeneceği kurala bağlanmıştır. Aynı Kanunda işçinin ücreti daha fazla güvence altına alınmış ve işçi ücretinin 20 gün içinde ödenmemesi durumunda işçinin işgörme edimini yerine getirmekten kaçınabileceği açıkça düzenlenmiş ve bunun toplu bir nitelik kazanması durumunda dahi, kanun dışı grev sayılamayacağı kurala bağlanmıştır[4]. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 97 inci maddesinde de benzer bir düzenleme yer almaktadır.
Ayrıca gününde ödenmeyen ücretler için mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanır. Öte yandan, bu işçilerin bu nedenle iş sözleşmeleri çalışmadıkları için feshedilemez ve yerine yeni işçi alınamaz, bu işler başkalarına yaptırılamaz.
Görüldüğü gibi, “yirmi günlük” bir süre ile sınırlandırılan “ücretin ödenmemesi hali” mücbir (zorunlu) nedenler dışında işçilere iş görme borcunu yerine getirmekten kaçınma hakkı tanımaktadır.
Burada mücbir sebepten anlaşılması gereken nedir? Mücbir (zorlayıcı) neden Kanunun muhtelif maddelerinde zikredilmiştir. Yargıtay’ın ve Doktrinin görüşlerine bakıldığında da örneğin, işyerinde yangın çıkması ya da işyerinin sel baskınına uğrayarak işverenin malının zarar görmesi veya deprem gibi haller zorlayıcı bir neden olarak karşımıza çıkmaktadır.
Uygulamada bazı işverenler ücret ödemelerini parça bölük yapmaktadırlar. Halbuki işçinin ücreti zamanında ve tam olarak ödenmesi gerekir. Örneğin işveren ayın birinde ödemesi gereken ücretin bir kısmını gününde, diğer bir kısmını yirmi beşinci gününde öderse bu durumda geç ödenen kısmı için kanaatimce mevduata uygulanan en yüksek faiz üzerinden ödeme yapılması gerekir. Çünkü işverenin ücreti zamanında ve tam olarak ödemesi esastır. Kanun koyucu, 20 günlük süreyi, sürekli bir ilişki içinde olan iyi niyetli işverenin geçici olarak ödeme zorluğu içinde olabileceğini düşünmüş ve işçilerin en kısa bir gecikmede hemen işi bırakmaları olasılığı göz önüne alınarak, bu yoldan ortaya çıkabilecek olumsuzlukları önlemeyi amaçlamıştır. Eğer işveren Kanunu dolanarak işçi ücretinin yarısını aybaşında diğer yarısını ay sonunda ödüyorsa geç ödenen kısım için mevduata uygulanan en yüksek faiz uygulanmalıdır.
Sonuç olarak uygulamada bazı işyerlerinde işçi ücretlerinin düzensiz ve gecikmeli olarak ödendiği bilinmektedir. Ücretlerin sürekli olarak düzensiz ve geç ödenmesi işçi açısından iş ilişkisini dayanılmaz kılmakta ve işçileri düzenli ücret alabilecekleri başka işyerlerinde çalışmaya sevk etmektedir. Bu durumda işçinin ücretinin ödenmemesi veya eksik ödenmesi işçiye iş sözleşmesini haklı nedenle fesih yetkisi verir. İşçinin sözleşmesini fesih anında ödenmemiş ücret alacağı olmasa da, ücretlerin düzenli ödenmemesi işçi açısından haklı fesih nedeni sayılır. Çünkü işçinin ücretinin en geç ayda bir ödeneceği yasa hükmü olmasına rağmen işverence sürekli olarak gecikmeli ödeme söz konusu ise, bu durum işveren açısından çalışma koşullarının uygulanmadığı anlamına gelir. Bu nedenle, işçinin ücretini sürekli olarak düzensiz ve gecikmeli ödeyen işverene karşı, fesih anında ödenmemiş bir ücret olmasa dahi işçinin haklı nedenle fesih imkanı bulunmaktadır. İşçi, iş sözleşmesini İş Kanunu m.24/II-(f) bendinde yer alan “çalışma koşullarının uygulanmaması” gerekçesi ile haklı nedenle feshedip, şartları oluşmuşsa kıdem tazminatı talebinde bulunabilir [5].
Henüz çocuk, ama ağlamaktan helak oldu. Neden ağladığını bilseniz..
Ağlama nedeni; “Ben emekli olunca sürekli sabredip ağlayacak mıyım? Sürekli hüsran mı yaşayacağım” diye ağlıyor.
Aynı sebeple ağlayan genç insanımız, emeklilikte yaşayacağı sabır hüsranı dile getirmektedir.
Şimdiden ağlaması biraz erken olmuyor mu? Bir emekli olsun, biraz çile çeksin ve o zaman ağlamaya başlasın derim.
Emekli Biraz Sabretsin
Devlet büyüklerimizden defalarca işittim. Emekliler de işitti. Temmuz 2023 döneminde yeterli maaş artışı yapılmadı, hatta bazıları hiç zam almadı ve ağlayıp sızlamaya başlayacakken yetkili otoriteler çok ılımlı mesajlar verdiler;
“Emeklilerin durumunu yakından biliyoruz, biraz sabretsinler ve bize güvensinler”
Mesajları defalarca verildi.
Emeklinin devlet erkanına güvenmekten başka çaresi var mı? Sendikaları da yok ki sendika çatısı altında haklarını arayabilsinler.
Emekli Sabretti ve Kocaman Hüsranla Kucaklaştı
2023 yıl sonu enflasyon oranı: % 64.77 (TÜİK’e göre)
Bir yılda gerçekleştiği bildirilen bu % 64.77’lık enflasyon için söyleyecek sözüm elbette ki olacak. Bu söyleyeceğimi en sona bırakıyorum.
Enflasyon bu şekilde belirlenmişken memurlara da % 49.25’lık zam.
SSK ve Bağkur’lu emeklilerin maaşlarına yüzde 37,55 oranında zam yapıldı.
Her ne kadar 2023 yıl sonu enflasyonu TÜİK’e göre % 64.77 ben çarşı ve pazara gittiğimde hiçbir ürünün fiyat artışının enflasyon rakamı olan % 64.77 kadar artmadığını, tamamına yakın ürünün fiyat artışlarının % 64.77’nin oldukça üzerinde; iki kat daha fazla arttığını üzülerek görmekteyim.
% 64.77 enflasyon rakamı hangi marketin fiyatları baz alınarak enflasyon hesaplaması yapılıyor ah bir bilsem de ben de oradan alış veriş yapsam.
Soruyorum
Enflasyon % 64.77 ise;
Memura neden % 49.25 zam verildi
SSK ve Bağkur emeklisine neden % 37.55 zam verildi
Madem ki enflasyon % 64.77 neden komik ve enflasyonun altında bir ücret artışı yapıldı ?
Hani işçi ve memur enflasyona ezdirilmeyecekti ?
Dahası
% 49.25 ücret artışı alan memur ile % 37.55 ücret artışı alan bir SSK ve Bağkur emeklisi bir ekmeği , bir damacana suyu, eti, sebze ve meyveyi aynı fiyata almıyorlar mı?
Yoksa tüm bu ürünleri % 37.55 zam alan SSK ve Bağkur emeklisi daha mı ucuza alıyor da düşük ücret zammı verildi ?
Eşitlik İlkesi Nerede
Maaş artış konusunda görünen odur ki eşitlik ilkesi göz ardı edilmiş. Ya da bizlerin bilmediği daha farklı nedenler var.
Emekli Ağlıyor
Sabrın sonu selamet derler ama öyle olmadı.
Bu anlayışla giderse, yani enflasyon ayyuka çıkmış vaziyette, çarşı Pazar enflasyonunu dile getirmek dahi istemiyorum TÜİK enflasyon rakamlarının yanında. Ve emeklinin aldığı komik ötesi maaş zammı
Ekonomik anlamda 2024 yılından beklentiler hayli yüksek.
Çok sayıda ülkede seçimler var. Tüm dünyada politik gelişmeler, seçimler ve etkileri hayli konuşulacak. Rusya-Ukrayna, İsrail-Filistin ilişkileri ve bölge ekonomilerine yansımaları merak ediliyor.
İşletmecilik alanında uzun yıllardır iki büyük değişimden bahsediliyor. Biri dijital dönüşüm diğeri ise yeşil dönüşüm. Gelişmiş ekonomilerde yer alan firmaların büyük bir bölümü dijital altyapı eksiklerini tamamladılar. Geleceğe yön vermede farklı gündemlerle yol alıyorlar.
Ülkemizde de şirketlerimiz son dönemde dijital altyapılarında eksikliklerine yöneldi. Önemli mesafeler alındı. Patronlar artık bilişim teknolojilerine ve onun rekabette olumlu katkılarına inanıyor.
Satınalma departmanları özelinde e-satınalma yazılımlarına gerekli yatırımlar yapılıyor. Satınalma operasyonlarında geçmişin iş yapma biçimleri ve alışkanlıkları değişiyor. İnsan – süreç ve teknoloji etkileşimi başka bir noktaya gidiyor. Operasyonel verimlilik, takip ve izlenebilirlik çok yönlü analiz ediliyor.
Sıcak Gündem Tatmin Edici Ücret Artışları
Şirketlerimizde sıcak gündem ücret artışları ve nitelikli personeli koruyabilmek. Çalışan ve işveren bakış açılarında belirgin farklılıklar var. Şirket içerisinde de dengeleri sağlayabilmek giderek zorlaşıyor. Umarız yeni artışlar beklentileri karşılayacak seviyede olur.
Şirket Eğitimleriniz İçin Doğru Teklifi Alın.
Tedarikçi performans değerlendirme eğitiminden kurumsal pazarda satış yönetimi eğitimine kadar uygun fiyatla mesleki gelişim odaklı eğitim hizmetleri sunuyoruz. Referanslarımıza güveniyoruz.
Ekibinizi Geliştirin E-Dergi Aboneliği ile Ekibinizin Yetkinliklerini Yükseltin
Ekibinizin mesleki ve yönetsel becerilerinin gelişimi için bir adım atın.
Departman olarak dergi arşivine (133 sayı), mesleki raporlarına ve gelecek bir yıl boyunca 12 sayıya erişim sağlayın. Dijital dergi aboneliği için https://satinalmadergisi.com/dijital-islem-merkezi/ sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Satınalma dergisi mesleki alanda büyük bir boşluğu dolduruyor. Satinalmadergisi.com web sitemiz, e-dergi ve tedarik zinciri gündem klasörlerini uzun süre takip ettiğinizde mesleki gelişim ve yönetsel becerilerinizde değişimi göreceksiniz.
Ocak 2024 sayımıza katkı veren yazarlarımıza teşekkür ederim.
(spot) Satın alma yönetimi, “doğru ürünlerin ve hizmetlerin, doğru kalitede, doğru miktarda, doğru zamanda, doğru maliyetlerle ve doğru kaynaktan tedarik edilmesini sağlayan” süreçtir. Bir işletmenin pazardaki rekabet avantajı “ne kadar iyi bir satın alma yönetimi uyguladığı” ile doğrudan ilişkilidir.Etkin bir satın almanın gerçekleşebilmesi için doğru tedarikçilerle çalışılması gerekmektedir. Tedarikçi performans değerlemesi, bir işletmenin sahip olduğu rekabet gücünü artırmada stratejiktir.
Günümüzde artan müşteri talepleri ve rekabetle birlikte işletmeler “kalite, maliyet ve performans unsurlarını içeren” rekabet stratejileri geliştirmek zorunda kalmıştır. Bu unsurlar göz önünde bulundurulduğunda, satın alma yönetimi bir işletme için “en önemli konulardan biridir” ve “rekabet etme gücüyle” doğru orantılıdır.
Satın Alma Kavramı
Satın alma, “üretim için ihtiyaç duyulan her çeşit malzeme, teçhizat, ürün ve hizmetlerin temin edilmesi ile ilgili faaliyetlerin sorumluluğunu taşır” ve “malzeme yönetiminin pazarla olan ilişkisini” meydana getirir. Bununla birlikte satın almanın işletmelerin kendi ihtiyaçlarını gidermesinde kullandıkları hizmetleri en iyi şekilde temin etme fonksiyonu da bulunmaktadır. Kısaca satın alma, temin etme, kiralama veya diğer kanuni yollarla tekrar satma ya da üretimde kullanma amacıyla malzeme, araç gereç, ürün ve hizmetlerin elde edilmesi fonksiyonudur.
Satın alma fonksiyonunun temel amaçları; “satın alınması gerekli ürün ve hizmetlerin özelliklerinin belirlenmesi, en uygun tedarikçinin belirlenmesi, tedarikçi ile müzakereler yapılması, anlaşma sağlanan tedarikçiye sipariş verilmesi, siparişin takibi ve kontrol edilmesi, satın alma sürecinin izlemesi ve değerlendirmesi” olarak sıralanabilir.
Satın Alma Yönetimi
Satın alma yönetimi, “doğru ürünlerin ve hizmetlerin, doğru kalitede, doğru miktarda, doğru zamanda, doğru maliyetlerle ve doğru kaynaktan tedarik edilmesini sağlayan” yönetim sürecidir. Bir işletmenin pazardaki rekabet avantajı “ne kadar iyi bir satın alma yönetimi uyguladığı” ile doğrudan ilişkilidir.
Satın Alma Yönetiminin Amaçları Şöyle Özetlenebilir:
İşletmenin kısıtlı kaynak ve imkânlarını verimli ve etkili bir şekilde kullanmak.
Doğru ürünleri, doğru miktarlarda, doğru zaman ve maliyetle, doğru tedarikçiden satın almak.
Tüm departmanlar arasında güveni sağlamak amacıyla etik değerler ile hareket etmek.
İşletmelerin kendi ihtiyaçlarını giderecek hizmetleri optimum şekilde temin etmek.
Açıkça göstermektedir ki, küresel rekabet ortamında satın alma faaliyetleri, işletmeler için stratejik bir öneme sahiptir. Dolayısıyla, işletmelerin bu rekabet şartlarında nitelikli bir satın alma yönetimine sahip olması her zamankinden daha fazla önemlidir.
Tedarikçi Performans Değerlendirmesi
Tedarikçi değerlendirme, “bir şirketin tedarikçi performansını ölçmek ve değerlendirmek için kullandığı” bir süreçtir. Bu süreç, “tedarikçi seçimi, performans izleme, kalite kontrolü ve ilişki yönetimi” gibi unsurları içermektedir. Şirketler genellikle tedarikçilerinin kalitesini, güvenilirliğini, mali durumunu ve hizmet seviyesini değerlendirerek bu süreci yürütürler. Tedarikçi değerlendirme, tedarik zinciri verimliliğini artırmak ve iş süreçlerini iyileştirmek için önemli bir araçtır.
İşletmelerde tedarik zinciri yönetiminin yaygın olarak uygulanması ile tedarikçilerin üstlendikleri rolü belirginleşmektedir. Günümüzde birçok tedarikçinin sağladığı malzeme, ürün ve hizmet istenilen kalite düzeyinde olmamaktadır. Alıcı işletmeler tedarikçilerle kuracakları uzun süreli ilişkilerde ihtiyaçların yeterli düzeyde karşılanıp karşılanamayacaklarını bilmek istemektedirler. Bunu da sadece, işletmeler tedarikçinin gösterdiği performansı objektif olarak değerlendirerek tedarikçi işletmenin güçlü ve zayıf yönlerini belirlemekle tespit edebilirler. Sistematik olarak tedarikçinin performansı hakkında elde edilen veriler; kalite, maliyet ve teslimat eksenlerinde ölçümlenmektedir. Yeni dönemde sürdürülebilirlik, etik ve inovasyon KPI’ları eklenmiştir. Hizmet sektörlerinde tüm bunlara ilave olarak müşteri memnuniyeti göstergesi bulunmaktadır.
Tedarikçi performans değerlemesi, bir işletmenin sahip olduğu rekabet gücünü artırmada stratejiktir. İşletmeler satış gelirlerinin önemli bir kısmını satın alınan malzemelere harcamaktadır ve birçok endüstride ham maddelerin ve alt parçaların maliyeti, ana ürünün maliyetinin yüzde 50-70’ini oluşturmaktadır. Dolayısıyla etkin bir satın almanın gerçekleşebilmesi için doğru tedarikçilerle çalışılması gerekmektedir. Bu nedenle, tedarikçi seçimi ve değerlendirmesi işletmeler açısından hayati önem arz etmektedir. Tedarikçi performans değerlemesinde, tedarik zincirindeki her bir üyenin performansının ayrı ayrı değerlendirilmesi, tedarik zincirinin performansına ilişkin gerçekçi bilgiler sağlamaktadır.
Tedarikçi Seçimi
Satın alma iş çevresine yakından bakalım. Tedarikçi kavramı ve doğru tedarikçi seçimi ile başlayım. Tedarikçi, bir mal veya hizmeti sağlayan kişi veya kuruluş anlamına gelir. Tedarikçiler, işletmelerin ihtiyaç duyduğu malzemeleri, ürünleri veya hizmetleri sağlarlar. İşletmeler genellikle işlerini sürdürebilmek ve büyüyebilmek için güvenilir tedarikçilere ihtiyaç duyarlar. Tedarikçi seçimi, işletmelerin rekabet avantajını ve operasyonel verimliliğini önemli ölçüde etkileyebilir.
Bu bağlamda, iyi bir tedarikçi seçimi için şu unsurlar dikkate alınmalıdır:
Tedarikçi, faaliyet alanında uzman, yetenekli ve sorumluluk sahibi olmalıdır.
Tedarikçi, fiyat değişikliklerine ilişkin bilgileri zamanında sağlamalıdır, böylece rekabetçi fiyat seviyesini sürdürecektir.
Tedarikçi, pazarın ihtiyaçlarını en iyi şekilde nasıl karşılayabileceğini araştırmalı ve anlamaya çalışmalıdır.
Tedarikçi, doğru kalitede ve miktarda ürünleri tutarlı bir şekilde sağlayabilmelidir.
Tedarikçi, yeni ve geliştirilmiş ürünler hakkında ve bu ürünleri nasıl kullanılacağı konusunda sürekli bilgi vermelidir.
Tedarikçi profesyonel olmalıdır, sorunları kolayca takip etmeli ve çözüm üretici olmalıdır.
Tedarikçi, finansal kontrol açısından yetenekli olmalıdır. Rekabetin artmasına bağlı olarak işletmeler pazardaki paylarını arttırmaktan daha fazla çabayı, pazardaki paylarını korumak için harcamaktadırlar. Teknolojik gelişmelere, ekonomik koşulların iyileşmesine, kalite bilincinin artmasına ve diğer işletme içi ve dışı faktörlere bağlı olarak müşterilerin istek ve ihtiyaçlarında değişim yaşanmaktadır.
Tedarikçi seçimi, işletmeyi operasyon maliyetinden üretimin kalitesine, pazara yeni ürünlerin sunulmasından müşterilerin tatminine kadar hemen hemen her alan ve faaliyette etkilemektedir. Bu durum, tedarikçi seçiminin ne kadar hayati olduğunun bir göstergesidir.
Tedarikçi Değerlendirme
Tedarikçi değerlendirme, “tedarik zinciri operasyonlarının etkin ve verimli bir biçimde yönetimi için” kritik bir süreçtir. Geleneksel tedarikçi değerlendirme yöntemleri karar verme sürecinde sadece finansal ölçütleri kullanırken; sonraki yıllarda geliştirilen yöntemlerde, “tedarikçi değerlendirme ve seçim işlemi için fiyat/maliyet ölçütünün tek başına yeterli olmadığı” ve “bunun yanı sıra teslimat/lojistik, kalite/spesifikasyonlar, inovasyon ve sürdürülebilirlik gibi temel kriterlerin de göz önüne alınması gerektiği” belirtilmiştir.
Tedarikçi performansının düzenli bir biçimde değerlendirilmesi, işletmelerin rekabet avantajının yükselmesine yardımcı olur. Ayrıca, tedarikçi değerlendirmesi işletmelerin sürdürülebilirlik hedeflerine uygun tedarikçileri seçmelerine de olanak tanır. Bu nedenle, tedarikçi değerlendirmenin önemi büyüktür ve işletmelerin başarılı olmaları için kritiktir.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2023 yılı enflasyon rakamlarını açıkladı. Yıllık enflasyon yüzde 64,77 olarak gerçekleşti. Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi Sanayici ve İş Adamları Derneği (DOSABSİAD) Başkanı Nilüfer Çevikel, “Aylık bazda tüfe yüzde 2,93, Yİ-ÜFE yüzde 1,14 artış gösterdi. TÜİK verilerine göre, Aralık 2023 itibarıyla 12 aylık ortalamalar dikkate alındığında, tüketici fiyatları yüzde 53,86, yurt içi üretici fiyatları yüzde 49,93 arttı” dedi.
Yıllık Enflasyon Yüzde 64,77 Oldu
Yıllık enflasyonun tüketici fiyatlarında yüzde 64,77, yurt içi üretici fiyatlarında yüzde 44,22 olarak açıklandığını söyleyen DOSABSİAD Başkanı Nilüfer Çevikel, “Üreticiler açısından düşünüldüğünde, yüksek enflasyon verileri üretim maliyetlerinde önemli bir baskı oluşturuyor. Artan maliyetler, özellikle enerji, hammadde ve işgücü maliyetleri gibi unsurlarda yaşanan artışlar, işletmelerin karlılığını olumsuz etkileyebilir” dedi.
“Enflasyonla Mücadele Kararlılıkla Devam Etmeli”
Yüksek enflasyon ile sürdürülen mücadelenin önemine dikkat çeken Başkan Nilüfer Çevikel, “Yüksek enflasyon, genellikle ücret talepleri ve işletmeler için personel maliyetlerini artırıcı bir etkiye sahip. Bu durum, işletmelerin karar alma süreçlerini ve istihdam politikalarını olumsuz etkileyebiliyor. İş dünyası olarak, ekonomi yönetimince devreye alınan tedbirlerin firmaların maliyet yükünü hafifletmeye devam edeceğine olan inancımız tam. ” diye konuştu.
“Destekleyici Finansal Koşullar Üretime Güç Verecek”
Ekonomi yönetiminin etkili maliyet kontrolü, finansmana erişim ve istihdam konularındaki stratejilerinin sürdürülebilirliğin devam etmesi gerektiğine vurgu yapan DOSABSİAD Başkanı Nilüfer Çevikel, “Bu hem işletmelerin rekabet güçlerini korumasına hem de çalışanlarla olan ilişkilerini dengeli bir şekilde yönetmelerine yardımcı olacaktır. Sonuç olarak, enflasyonun yüksek seyrettiği bu dönemde, üreticilerin maliyetlerini kontrol etmeleri, fiyatlandırma stratejilerini revize etmeleri ve operasyonel verimliliklerini artırmaları kritik öneme sahip. Bu süreçte iş birliği ve etkili stratejiler hem sanayicilerin sürdürülebilirliğini sağlama hem de enflasyonla mücadele için önemli konu başlıkları arasında yer almalı. İş dünyası olarak, destekleyici finansal koşulların da etkisiyle üretim ve rekabet gücümüzü artıracak ve küresel ekonomide büyük başarılara imza atmaya devam edeceğiz” dedi.
İşletme faaliyetlerinin başarısı, işletmenin hedef tüketicileri nasıl tanımladığı, tüketici davranışı ile ilgili bilgileri hangi yöntemlerle analiz ettiği ve uygun pazarlama stratejilerini nasıl hayata geçirdiği ile bağlantılıdır. Tüketici tercihlerinin belirlenmesi ve bu tercihlere yönelik planlamaların yapılmasında pazar bölümlendirme ve yaşam tarzı analizleri yakından ilişkili iki kavramdır.
Uluslararası moda, akım ve trendlerin hızla yaygınlaşması ve global yaşam tarzlarının kabul görmesinde, küresel ekonomi, medya, eğlence, haberleşme ve bilişim sektörlerinin iç içe geçmesi önemli rol oynamıştır. Her toplum global yaşam tarzlarının belirli bir bölümünü alırken diğer taraftan kendine ait değerleri korumaya özen göstermekte ayrıca bu değerleri tüm dünyaya tanıtmayı yani evrensel bir platforma taşımayı arzulamaktadır.
Farklı ülkelerde yaşayan insanlarda, farklı demografik özelliklere bağlı olarak apayrı davranış biçimleri ve yaşam tarzları gözlemlenmektir. Tüketicinin bireysel ve toplumsal değerleri birbirinden farklı olduğu için, satın alma alışkanlıklarında oldukça karmaşık davranış biçimleri ile karşılaşılmaktadır. Pazarlama anlayış ve uygulamalarında son yıllarda sıkça duyulan “global düşün, yerel uygula” felsefesi ile bir taraftan global yaşam tarzları ön plana çıkarılırken diğer taraftan bölgesel-yerel değerlere yönelik çalışmaların yürütülmesinin altı çizilmektedir. Tüketicilerin yaşam tarzlarının, yani etkisi altında oldukları sosyal, psikolojik ve ekonomik değişkenlerin bilinmesi, doğru yerde, doğru aracılar kanalıyla ve doğru mesajla onlara ulaşılmasını sağlayacaktır.
Bireysel ve toplumsal değerlerin oluşmasında önemli rol üstlenen aile kavramında, geleneksel yapıdaki çok üyeli özellik yerini günümüzde sınırlı üyesi olan bir yapıya bırakmıştır. Toplumda kariyer odaklılık, rahat ve iyi yaşama popüler hale gelmiş, özgürlük ve bireysellik artmış, “günü-ânı yakala” felsefesi itibar görmüştür. Sağlığına ve fiziksel görünüşüne önem veren, kendine özgü yaşam tarzına sahip, daha bilgili ve kozmopolit, ancak bununla birlikte daha talepkâr bir tüketici topluluğu ortaya çıkmıştır.
Yaşam Tarzı Kavramı
Yaşam tarzı; bir kişinin zamanını ne şekilde geçirdiği, aktiviteleri, bulunduğu çevredeki ilgi alanları, kendisi ve çevresindeki dünya ile ilgili görüşleri olarak tanımlanan, o kişiye ait özel yaşam biçimidir (Mentzer ve Schwartz 1985: 162). Aynı alt kültür, aynı sosyal sınıf ve hatta aynı meslekten insanların yaşam tarzları birbirinden farklı olabilir. Yaşam tarzı, kişinin sosyal sınıfı veya kişilik özelliklerinden daha fazlasını kapsayan, bir “bütün olarak” çevresi ile etkileşim halindeki insanı betimlemektedir (Kotler 1986: 173). Ürün veya hizmetlerin satın alınması veya kullanımına yönelik tüketici profili veya tiplerini oluşturan günlük yaşam durumları ile, hareketler, tutumlar ve kişisel özellikleri içeren psikolojik kavramları bir araya getirir ( Berkowitz vd. , 1986: 105).
Yaşam tarzı analizi; kişilerin nasıl yaşadıklarına, tüketimle ilgili aktivitelerine, ilgi alanları, alışkanlıkları ve görüşlerine odaklanmaktadır (Foxall ve Goldsmith 1994:165). Yaşama biçimi üzerinde güçlü etkisi olan demografik faktörlerle ilgili detayların toplanmasının yanında (Evans ve Berman 1987: 138), kişilerin zamanlarını nasıl geçirdikleri, yaşamlarında yer alan farklı unsurların önem sırasının ne olduğu, kendileri ile ilgili ne hissettikleri sorularının cevapları aranmaktadır. Çünkü kişilerin yaşam tarzı tüketim davranışlarını veya başka bir deyişle, zaman, enerji ve paralarını nasıl harcayacaklarına dair verdikleri kararları etkiler (Cravens vd. 1987: 131, Mentzer ve Schwartz 1985: 222). Bir tüketicinin gerçekte nasıl yaşadığının göstergesi olan yaşam tarzı aynı zamanda benlik kavramının yansımasıdır ve tüketicinin güdüleri – duyguları ve inançlarının içyüzünün anlaşılmasına yardımcı olmaktadır (Foxall ve Goldsmith 1994:163).
Pazarlama yöneticilerinin hedef pazar hakkında ne kadar bilgili olunursa, o kadar etkili pazarlama stratejileri planlanabileceği fikrinden hareketle oluşturulan yaşam tarzı analizleri bireyin günden güne yaşayışının modelidir. Tüketicilerin yaşam tarzını anlamak, hedef pazarla örtüşen etkin reklam ve tutundurma faaliyetlerinin yaratılmasında büyük fayda sağlamaktadır. (McCarthy ve Perreault 1987: 178). Ürünle ilgili pozitif faktörler seçilirken, bunların ürünün hitap ettiği kitlenin yaşam tarzı ile de uyum göstermesine dikkat edilmelidir (Mentzer ve Schwartz 1985: 223).
Pazar sadece kişisel veya sadece tutumsal değişkenler dikkate alınarak bölümlendirildiğinde fazla bir başarı sağlanamaz çünkü bölümlendirmede, tek bir bağımsız değişkenin ele alınması yeterli olmamaktadır. Günümüzde insan davranışının kompleks bir yapıda olduğu bilinmektedir. Tüketici davranışı da çok boyutludur ve buna bağlı olarak psikolojik değişkenler ve insan davranışı arasındaki ilişki incelenirken pek çok bağımsız değişken bir arada analiz edilmelidir (Lazer ve Culley 1983: 196). Pazarlama programları yapılandırılırken sadece demografik bilgilerin toplanması ve analizi yetmemektedir. Çünkü tek başına demografik bilgiler;
Tüketicilerin göstereceği davranış biçimleri,
Benzer demografik özellik taşıyan tüketicilerin neden farklı davranış özelliklerine sahip
oldukları,
Belli bir markaya sadık kalınma sebebi,
Yeni ürünleri daha önce keşfeden ve satın alan tüketicilerin varlığı,
Ailelerin hangi koşullar altında ortak karar kullanmayı tercih ettikleri,
Tüketicilerin bir ürünü satın alırken gösterdikleri davranış biçimleri,
Bir ürün satın alınırken hangi durumlarda statünün önemli rol oynadığı,
Risk faktörünün tüketicinin satın alma kararını ne yönde etkilediği,
Motivasyon faktörünün tüketicinin satın alma kararı üzerindeki etkisi,
Satın alma kararının bir tüketici için ne derece önem taşıdığı,
Satın alma kararının ne kadar zaman aldığı,
Ve son olarak, satın alma öncesinde tüketicinin kimlere danıştığı ya da kimlerden tavsiye aldığı vb. gibi konulara tam bir açıklık getirmemektedir (Evans ve Berman 1987: 138). Pazarın bölümlendirilmesinde dikkate alınması gereken tüketici oryantasyonlu değişkenler Tablo-1’de sınıflandırılmıştır.
Kaynak : William Lazer, James D. Culley, Marketing Management, Houghton Mifflin Company, Dallas, s:193.
Kozmetik endüstrisinde parfüm üretimcileri, kadın tüketicileri tercih ettikleri ürüne göre, genç ve bağımsızlar, romantikler, ev hanımları, çalışan anneler, lüksü ve maceralı yaşamı sevenler olmak üzere beş farklı sınıfa ayırmışlardır. Her bir sınıf, farklı bir pazar bölümünü meydana getirmektedir (Berkowitz vd. 1986: 104). Önemli olan, ürünle örtüşen pozitif faktörlerin; bağımsızlık, genç ve akıllı olmak, erotizm vb. seçilerek ön plana çıkarılmasıdır (Mentzer ve Schwartz 1985: 223).
Bir başka örnekte, Pfizer firmasına ait bir ürün olan BenGay tutundurma faaliyetlerinde, romatizma ağrılarından yakınan yaşlı insanlar, yerlerini, aktif ve spor yapan genç insanlardan oluşan gruba bırakmış, BenGay’in yorucu bir günün sonrasında ya da egzersiz öncesi ve sonrası sıkılaşmış kasların gevşemesine yardımcı olacağı yönünde yoğunlaştırılmıştır (Evans ve Berman 1987: 148).
Tüketicilerin, neden belirli ürünleri almaya eğilimli olduklarının araştırılmasında, yaşam tarzı analizleri yeni bir çıkış kapısı olmuştur. Bu şekilde mevcut ve potansiyel tüketicilerin beklenmeyen davranışları ortaya çıkarılabilmekte ve tüketiciye ait çok boyutlu portrelerin çizilmesine olanak verilmektedir (Berkowitz vd. 1986: 104). Tüketicilerin aktiviteleri, ilgi alanları ve görüşlerine ait enformasyonun dikkatle toplanması, davranış biçimlerinin tanımlanması bakımından son derece önemlidir. Demografik bilgiler ve yaşam tarzı analizi birlikte kullanılarak hedef tüketicilerin kimlerden oluştuğu çok daha kolay belirlenebilmektedir (Mentzer ve Schwartz 1985: 163).
Tüketicileri yaşam tarzlarına göre bölümlendirmek mümkündür ve hangi bölümün pazarlanan ürün ya da hizmete daha yakın olduğu seçilerek, bu hedef kitleye hitap edecek pazarlama değişkenlerinin bileşkesi kullanılmalıdır (Mentzer ve Schwartz 1985: 223). Ancak yaşam tarzı profillerinin kullanımı kolay değildir. Yaşam tarzının bileşenleri ve bu bileşenler arasında yer alan etkileşimleri aşağıda Şekil-1’de de görüleceği üzere kompleks bir yapı taşımaktadır (Foxall ve Goldsmith 1994:165).
Şekil –1: Demografikler ve Kişilik Değişkenlerinin, Yaşam Tarzı, Benlik Kavramı ve Tüketici Davranışı İle Olan Etkileşimleri.
Kaynak : Gordon R. Foxall, Ronald E. Goldsmıth,, Consumer Psychology For Marketing, Routledge, London, 1994, s:166.
Örneğin bireylerin yaşam tarzı içinde önemli bir yer tutan sağlık profilleri ortaya çıkarılırken;
düzenli bir şekilde muayene olup olmadıkları,
koruyucu sağlık bakımı hakkında bilgileri bulunup bulunmadığı,
sağlık hizmetlerinden ne şekilde yararlandıkları, davranış biçimleri,
pahalı hizmetleri tercih edip etmedikleri,
daha hızlı etki gösterdiği belirtilen ilaçları tercih edip etmedikleri,
periyodik testleri ( örneğin, kolesterol, memogram ya da cilt kanseri vb. ) ne derece düzenli yaptırdıkları,
düzenli olarak kullandıkları reçeteli bir ilaç olup olmadığı,
sağlık konusunda, seminer tarzında eğitici toplantılara katılma alışkanlıkları,
sağlıkla ilgili gerek yazılı gerekse sözlü basında çıkan haberleri ne derece takip ettikleri,
doktorlarını neye göre tercih ettikleri (örn. işe ya da eve yakın),
bir spor programına kayıtlı olup olmadıkları,
yıl içerisinde genel bir sağlık kontrolünden geçip geçmedikleri,
sorularının yanıtları aranmaktadır. Gerekli cevapların bulunması, hedef tüketicilerin tanımlanmasında önemli ipuçları verecektir. Koruyucu sağlık bakımı ile ilgilenen kişiler aşıların önemi konusunda duyarlıdırlar ve bu alandaki gelişmelerden haberdar olmak hoşlarına gidecektir. Genel sağlık kontrolünü düzenli olarak yaptıran bir kimse, diğer insanlardan farklı olarak, yeni ilaçlar ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi edinmeyi daha fazla isteyecektir. Yine, reçeteli ilaç kullanmayan kimseler, alternatif tıp için mükemmel hedeftirler.
Bireylerin demografik kompozisyonu ve yaşam tarzlarında meydana gelen değişiklikler yeni pazar bölümlerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır (Assael 1985: 55). Yaşam tarzları farklı olan iki kişinin (A ve B profilleri) ihtiyaçları, alışkanlıkları ve tüketici satın alma davranışları da farklı olacağından, bu farklılıklar aldıkları mesajlara ve verecekleri cevaplara da yansıyacaktır (Shababb, 1998: 3).
Evli ve çocuk sahibi olan A profili, boş zamanı olan hafta sonlarında ailesi ile birlikte seyahat etmeyi tercih etmektedir. Sağlığına çok özen göstermemekte ve spor yapmamaktadır. Fakat eşi bu konuyla ilgilenmekte ve gerekli doktor kontrollerini aksatmamasını sağlamaktadır. Dolayısıyla, en doğru pazarlama stratejisi, A profilinden ziyade, eşine yönelik cazip hizmet ve programların yaratılması ile gerçekleştirilecektir. Programların aile oryantasyonu taşımasına dikkat edilmeli, ebeveynlerin, edindikleri bilgileri çocuklarıyla da paylaşma yoluna gidecekleri göz önünde tutulmalıdır.
Yalnız yaşayan, aktif ve imaj sahibi bir kişi olan B profili, ender olarak sağlık kontrolünden geçmektedir. Formunu korumak için, haftada iki ya da üç gün işinin yakınındaki bir spor merkezine devam etmekte, yerleşim yerindeki büyük marketlerden alışveriş yapmaktadır. Dolayısıyla B profili için izlenmesi gereken pazarlama stratejisi ve verilecek mesajlar A profiline yönelik olanlardan farklı olmak zorundadır. Örneğin bir aile mesajından çok bekâr erkeklere yönelik mesajlar daha fazla ilgisini çekecektir. Ayrıca sağlık klüpleri ile ortak çalışmalar yapılarak, B profiline benzerlik gösteren kişilerin burada egzersiz yaptıkları zamanlar içerisinde kontrolden geçmeleri ve bilgilendirilmeleri sağlanabilir.
Hedef pazarın yaşam tarzı boyutları; aktiviteler, ilgi alanları ve görüşler, demografik faktörlerin eklenmesiyle de Tablo-2’de gösterilmiştir.
Tablo- 2: Yaşam Tarzı Boyutları
Aktiviteler
İlgi Alanları
Görüşler
Demografikler
İş
Aile
Bireysel
Yaş
Hobiler
Ev
Sosyal Yayınlar
Eğitim
Sosyal Etkinlikler
Meslek
Politika
Gelir
Tatil
Toplum
İş
Meslek
Siyasi Faaliyetler
Eğlence
Ekonomi
Aile Yapısı
Klüp Üyelikleri
Moda
Eğitim
İkametgah
Topluluk
Gıda
Ürünler
Coğrafya
Alışveriş
Medya
Gelecek
Şehir Yapısı
Spor
Başarılar
Kültür
Yaşam Eğrisindeki Aşama
Kaynak : Jerome,McCarthy, , William D.E. Perreault, Basic Marketing , 9. Baskı, Irwin, Illinois, 1987, 179.
Yaşam tarzı değişkenleri, tüketici satın alma kararlarını belirgin biçimde etkilediklerinden, sıklıkla tüketicileri bölümlemekte ve psikografik araştırmalarda kullanılmaktadırlar (Berkowitz vd. 1986: 105; Evans ve Berman 1987: 139). Örneğin, göz makyajı yapma alışkanlığı olan kadın tüketiciler, modayı diğer kadın tüketicilere nazaran daha yakından takip etmektedirler (Mentzer ve Schwartz 1985: 163). Ya da bir bilgisayar imalatçısı, bilgisayar kullanıcılarının çoğunun başarıya odaklanmış insanlar olduğunu öğrenebilir ve markasını başarılı hayat tarzına göre hedefleyebilir (Kotler 2000: 169). Bu şekilde bir işletme hedef pazarını, yaş, eğitim vb. karakteristikler yerine tüketim şeklini inceleyerek daha iyi belirleyebilir (Mentzer ve Schwartz 1985: 163).
Gıda sektöründe yapılan bir yaşam tarzı analizi, tüketicilerin dört farklı grup altında toplandıklarını ortaya çıkarmıştır (Mentzer ve Schwartz 1985: 222 – 223):
Hedonistler: İyi yaşamayı ve pahalı olmayan ve lezzetli gıdaları sevenler.
Kilolarına Dikkat Edenler: Beslenme ya da lezzet uzmanları olmamakla birlikte, şeker, kolesterol ve tuzdan kaçınırlar.
Ilımlılar : Herşeyin ortalamasını tercih eden ve tüm gıda kategorileri arasında dengeli tüketim gerçekleştirenler.
Aynı şekilde ilaç sektöründe tüketiciler, yaşam tarzları bakımından dört örnek gruba ayrılmaktadırlar (Kotler 1986: 269):
Realistler: Sağlıkları söz konusu olduğunda kaderci davranmayan, doktor tavsiyesine ihtiyaç duymamakla birlikte, uygun ve etkili olan ürünü kullanmak isteyen grup.
Otorite Bağımlıları: Kesinlikle, doktor, eczacı ve reçete yönlendirmesi ile hareket eden ve asla tavsiye yolu ile ilaç kullanmayan grup.
Şüpheciler : Sağlık konusunda kısıtlı bilgiye sahip olan ve zaten şüpheyle yaklaştıkları ilaca, en son çare olarak başvuran grup.
Hastalık Hastası Olanlar: Sağlık konusu ile yakından ilgilenen ve hissettikleri ilk hastalık belirtisinde hemen ilaca sarılan, genellikle uzman tavsiyesine ihtiyaç duymayan grup.
İlaç işletmelerinin pazarlama strateji ve taktiklerinin en çok hastalık hastası olarak nitelendirilen grup üzerinde etki göstereceği açıktır. Ayrıca bu gruplarda yer alan tüketiciler ek olarak farklı demografik karakteristikleri ve medya tercihlerine de sahiplerse, etki daha da güçlenecektir.
Devamı…
“YAŞAM TARZLARINI ANLAMADA PSİKOGRAFİK BÖLÜMLENDİRME ve VALS YÖNTEMİ” başlıklı yazımızla devam edeceğiz.
LAZER, William, CULLEY, James D., (1983), Marketing Management, Houghton Mifflin Company, Dallas.
McCARTHY, E. Jerome, PERREAULT William D., (1987), Basic Marketing , 9. Baskı, Irwin, Illinois.
MITCHMAN, Ronald D., (1991), Lifestyle Market Segmentation, Praeger, New York.
MENTZER, John T., SCHWARTZ, David J., (1985 ), Marketing Today, 4. Baskı, Harcourt Brace Jovanovich, New York.
SCHREIBER, Alfred L., LENSON, Barry, (1994), Lifestyle and Event Marketing, McGraw-Hill, New York.
SHABABB, George, (1998), “Reaching Your Customers Where They Live”, Medical Marketing and Media, October 1998, http://www.cpsnet.com, Internet Erişim Tarihi : 30.11.2000.
SRI Consulting Business Intelligence, (2001), VALS, Understanding American Consumers, http://www. future. sri.com, Erişim Tarihi:10.1.2001.
SWENSON, Chester A., (1992 ), Selling To A Segmented Market: The Lifestyle Approach, Quorum Books, New York.
WEINSTEIN, Art, (1987), Market Segmentation : Using Demographics, Psychographics, and Other Segmentation Techniques To Uncover and Exploit New Markets, Probus Pubs., Chicago.
Not: Bu makale ilk olarak 2001 yılında yayımlanmıştır. Erdal, M., “Yaşam Tarzı Analizi ve Psikografik”, Pazarlama Dünyası, Yıl:15, Sayı:89, Eylül-Ekim 2001, s:36-42.
ŞİRKETİNİZE ÖZEL YENİLİKÇİ SATIŞ EĞİTİM TEKLİFİ ALIN.
Satış Mühendislerine Özel Rol Canlandırma / Oyun Tabanlı SATIŞ YÖNETİMİ Eğitim Talebinizi egitim@satinalmadergisi.com a iletebilirsiniz.
Satış oyunları, rol canlandırma ve vaka çalışmalarına dayalı eğitimin amacı, kurumsal satış konularını uygulama ağırlıklı işleyişle ele almaktır.
Eğitim içerisinde etkileşim ve satış oyunlarına katılım teşvik edilmektedir.
Kurumsal pazarda firmalar, artan rekabet ve fiyatlandırma baskıları ile karşı karşıyadır. Satınalma yöneticileri alım sürecinde kapsamlı araştırma ve verilerle donatılmıştır. Alıcıların satış görüşmelerinden ve olası anlaşmalardan beklentileri her geçen gün artmaktadır. Yeni dönem, satıcıları teknik iş birliği, kalite, operasyonel destek ve birlikte değer yaratma konularında çözüm esaslı anlayış geliştirmeleri konusunda zorlamaktadır.
Satış mühendislerinin teknik konulardaki uzmanlıkları, tek başına yeni müşteri edinme ve yüksek satış rakamları için yeterli değildir. Satışçılar yeni uzman alıcı profillerine uygun yaklaşım biçimlerini ve müşterilerine sağladıkları değeri yeniden düşünmelidir. Yeni fikirlere liderlik eden satışçılar bir adım önde olacaktır.
Tüm şirketler, doğru alıcıları bulma, stratejik müşteri (key account) portföylerini genişletme, tekrarlı ve yüksek hacimli satışlar konusunda azami çaba içerisindedir. Unutulmamalıdır ki, kurumsal pazarda satış başarısı, topyekun birlikte çalışma ile elde edilmektedir. “Satış takım sporudur”.
Eğitim Süresi: Eğitim süresi 2 -4 gündür. Rol canlandırma ve satış oyunlarında sınıf içi motivasyonun korunması için önerilen katılımcı sayısı 15’tir.
Eğitmen:Prof. Dr. Murat ERDAL
Eğitim Yöntemi: Eğitim senaryo bazlı rol canlandırma ve etkileşim tabanlıdır.
Hedef Kitle: Satış Ekipleri, Satış Mühendisleri, Müşteri İlişkileri, Sipariş Yönetimi, Toptan Kanal, Ticari Pazarlama Birimi, Ürün ve Marka Yönetimi, İhracat, Hammadde Satışçılar, Distribütör Satışçılar, Proje Satışçılar