Bir KPI Örneği: “- e, naptın?”

Bugün için özellikle Satış Personeli performans görüşmelerinde amirlerin ya da direkt patronların sıkça sorduğu “- E, NAPTIN?” sorusuyla, KPI “Key Performance Indicator” denen, yani Türkçesi “Anahtar Performans Göstergesi” olan kavrama kendimce bir açıklama getirmeye çalışacağım.

Yönetimde, Hedefler ve Göstergeleri

Aramızda kalsın ama aslında eminim ki, sizler de bir gün bir yerlerde başlıkta özellikle vurgulanan “- E, NAPTIN?” cümlesinin de içinde yer aldığı aşağıdaki diyalog benzeri birçok yaşanmışlığa[1] şahit olmuşsunuzdur.

Bakınız Örnek Diyalog #1 (Allah kimseye 2.’yi yaşatmasın)

  • Otur bakalım. E, naptın?
  • İyi işte, sipariş aldık.
  • E?
  • Haftaya sevk ederiz?
  • E?
  • Ödemeyi bekliyorum!
  • E?
  • Ben bir muhasebeye sorayım o zaman!
  • Yani!

Şimdi bu konuşmayı deşifre edelim:

İlk “E”: Seyahat / Faaliyet raporunu sunmadın, iş seyahatinden ne gibi çıktılar elde ettik söyler misin?

İkinci “E”: Alınan siparişin Termini / Miktarı / Tutarı nedir?

Üçüncü “E”: Siparişin satışa dönüşmesini bekleten ne?

Dördüncü “E”: Sipariş sürecini ve riskleri nasıl yönetiyorsun?

Son olarak da “Yani!”: Bitir işi! Demek oluyor.

Aslında bu konuşmaya hiç gerek kalmadan aşağıdaki gibi bir tutanak / form doldurularak;

Kurumsal bir hafıza oluşturulamaz mıydı?

 

………/…………/…………

 

 

………………… tarihinde ………………………… firmasına yapılan ziyarette ……………………… USD karşılığı ……………… Kg’lık …………………… ürünü için firma satın alma memuru ……………………………… beyle satış anlaşması yapıldı.

 

……………………… tarihine kadar tarafımıza ödeme yapıldığı taktirde sevkiyat yapılacak satış gerçekleşmiş olacaktır.

Saygılarımla

……………………………

 

Verilen bu basit örnekten yola çıkarak (ki bu konuda akademik kariyer sahibi ve birbirinden değerli hocalarımdan da özür dileyerek) KPI, Şirketlerin belirlediği hedeflere ulaşmak için ortaya koymuş oldukları performansların göstergesidir demek isterim.

Yalnızca büyük şirketler değil, şahıslar dahi bireysel olarak kendi işlerini daha iyi çözümlemek ve yönetmek için bu tanımlanmış ve kayıtlı göstergelerden yararlanabilirler.

KPI’lar ile yönetim kavramı, hedefleri konu aldığı için aynı zamanda da hedeflerin kontrol altına alınmasına katkı sağlar.

İşletme içerisinde çalışan performanslarını ve hedefleri gerçekleştirme oranlarını sayısal olarak verilerle kayıt altında tutar.

Analiz yapılmak istendiğinde de güvenilir bir kaynak ortaya koyar.

Ayrıca KPI’lar her zaman sayısal veriler vermez, istenirse sektöre göre olumlu ve olumsuz veriler de elde edilebilir.

KPI Neden Önemli?

ÇÜNKÜ: KPI, takım çalışması ve şirket kültürünün oluşması için gerekli olan parametrelerden biridir. Belirlenen hedefler doğrultusunda performans göstermek ve bunun ölçümlenebiliyor oluşu her açıdan işletmeye katkı sağlayacaktır.

ÇÜNKÜ: İşletme başarısı ve hedefleri için büyük farklar yaratma potansiyeline sahip anahtar performans göstergesi, işletmenin bitiş bayrağına doğru ilerlemesini ölçmeye yardımcı olur.

ÇÜNKÜ: KPI’lar, iş süreçlerinin verimli veya verimsiz olduğunu görmenizi sağlar ve sonuçlar karşısında kontroller sağlayıp hızla reaksiyon almanıza yardımcı olur.

ÇÜNKÜ: İşletme olarak operasyonlar hakkında ayrıntılı geri bildirim sağladığı için iş hedefleri veya çalışanlar değişse bile operasyonların tutarlı kalmasına olanak sağlar. Veriye dayalı olarak çalışma kültürü geliştirdiği için karar alımlarında hız kazanmaya teşvik eder.

ÇÜNKÜ: Şirket olarak başarı, işlerinde kendi kapasitelerini ne kadar iyi bildikleriyle alakalıdır. Sorunlarını veya eksik yönlerini ne kadar iyi bilirse şirketler, operasyonlarını planlarken verimliliklerini o kadar arttıracaklardır. Bu sayede hedefe giden yolda nerede olduklarını daha iyi göreceklerdir.

KPI İçin Hangi Sorular Cevaplanmalı?

  • Faaliyette ölçülecek olan bilgiler ve birimleri neler?
  • Ölçümler/Kayıtlar hangi sıklıkla yapılacak?
  • Bu ölçümlerin hazırlanmasından kim sorumlu?
  • Ölçümler ne kadar detaylı hazırlanacak?
  • Ölçümlerde nasıl yalınlaşmaya gidilecek?
  • Kıyaslama yapılacak rakipler hangileri?
  • Değerler stratejik hedefler ile uyum sağlıyor mu?

İşletmeler, belirli kuruluş hedefleri ve stratejileri doğrultusunda farklı anahtar performans göstergeleri tercih edebilir.

KPI seçiminde, her işletme her departman kendisine en uygun olan KPI türünü seçmek isteyecektir. Çünkü her anahtar performans göstergesinin görevi ve amacı birbirinden farklıdır.

Bu KPI türleri, niteliksel ve niceliksel olabildiği gibi geleceği öngören veya geçmişle alakalı da olabilir. Başlıca KPI türleri aşağıdaki şekildedir:

  • Pazarlama
  • Satış
  • Finansal
  • İşletme
  • Proje Yönetimi

Ayrıca Özellikle: E-Ticaret, Sosyal Medya, Operasyonel ve Müşteri hizmetleri KPI’ları da yapılmaktadır.

Anahtar performans göstergelerinin (KPI) ortak özellikleri:

  1. Zamana bağlı olması: Anahtar performans göstergeleri ölçümlerini zaman dilimine bağlı olarak yaparız. Örneğin; “geçen haftaya göre, geçen aya göre, geçen yıla göre” gibi. Bu nedenle KPI’lar belirli zaman aralıklarını ifade etmelidir.
  2. Ulaşılabilir olması: İşletmeler, gerçekçi hedefler koymalıdır. Örneğin; her ay sürekli olarak %100 büyüme söz konusu olmayabilir. Bu nedenle gerçekçi hedefler koyulmadığı taktirde KPI kullanımı sonuç vermeyecektir.
  3. Ölçülebilir olması: Anahtar performans göstergeleri ölçülebilir olmalıdır. Çünkü ölçemediğimiz hiçbir veriden yararlanamayız, verileri karşılaştıramayız ve dolayısıyla da kullanamayız.

KPI ile İlgili Dikkat Edilmesi Gereken Unsurlar

  • Anahtar performans göstergeleri, takibi kolay olması için yalnızca yönetilebilir ve gerekli sayıda göstergeden oluşmalı.
  • KPI, işletmenin organizasyon yapısına uyumlu ve istenildiği zaman değiştirilebilir veya geliştirilebilir olmalı.
  • Veri toplama aşaması oldukça ulaşılabilir ve kolay olarak tasarlanmalı.
  • Anahtar performans göstergeleri, işletmeye ait girdi, çıktı ve sonuçların kritik bölümlerine önem vermeli.
  • ISO 22400 standartlarına göre KPI; isim, kimlik, açıklama, kapsam, formül, ölçü birimi, aralık ve eğilim gibi bilgileri içermeli.
  • KPI her şeyden önce bütünüyle organizasyonda yer alan kişiler tarafından anlaşılmalı ve sahiplenilmeli.

Gelelim bizim şu meşhur “- E, NAPTIN?” sorusu ile başlayan Performans İzleme Metoduna.

Ya da aslında hiç gelmeyelim. Bence yazı Yönetimde, Hedefler ve Göstergeleri ciddiyetine yakışır bitsin.

KPI bu, şakaya gelmez!

En derin saygılarımla.

Zafer URFALIOĞLU

[1] Yazarın Özellikle Notu: “Yaşanmışlık” derken, elbette Türkiye’den çok çok uzaklarda ve bizlerle hiçbir alakası olmayan topluluklarda yaşanmışlıktır. Örnek diyaloğun Türk İş Dünyasıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Olamaz da zaten.

Elektronik İhale Kullanımının Zorunlu Olması ?

Kamu İhale Kurumunun, 01/08/2022 Tarihinde yaklaşık maliyeti 4734 sayılı Kanunun 8 inci maddesinde öngörülen eşik değerin yarısına kadar olan ihalelerde elektronik ihale kullanımının zorunlu olması dolayısıyla EKAP üzerinde yürütülecek işlemlerde dikkat edilecek hususlarla ilgili açıklamaları oldukça önemlidir.

Söz konusu açıklamalara göre; 21 Temmuz 2022 18/05/2022 tarihli ve 31839  sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Elektronik İhale Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile, ilanı 01/08/2022 tarihi veya sonrasında yapılan ihalelerden, yaklaşık maliyeti 4734 sayılı Kanunun 8 inci maddesinde öngörülen eşik değerin yarısına kadar olan (mal ve hizmet alımlarında 2.002.017 TL / 3.336.704,50 TL, yapım işlerinde 73.407.984,50 TL) ve açık ihale usulü ile gerçekleştirilen ihalelerin, elektronik ihale (e-ihale) yöntemi ile yapılmasının zorunlu olacağı hükme bağlanmıştır. Bu itibarla idarelerin EKAP üzerinden yürüttükleri ihalelere ilişkin işlemlerde herhangi bir aksama olmaması için aşağıdaki hususlara dikkat etmeleri gerekmektedir.

1- İhale dokümanı bu değişikliklerden önceki uygulama yönetmeliği hükümlerine göre hazırlanan ve onaylanan ancak ihale ilanı hazırlanmamış olan; yaklaşık maliyeti 4734 sayılı Kanunun 8 inci maddesinde öngörülen eşik değerin yarısına kadar olan, açık ihale usulü ile gerçekleştirilen ve elektronik ihale yöntemi kullanılmayan ihalelerinin onayları 31/07/2022 tarihi itibarıyla kaldırılacaktır. Söz konusu ihale işlemlerinden gerekli olanların 01/08/2022 tarihi itibarı ile yeni yönetmelik hükümlerine göre tekrar yapılması ve ihale dokümanlarının 01/08/2022 tarihi itibari ile yeni yönetmelik hükümlerine göre tekrar hazırlanması gerekmektedir.

2- Ön Yeterlik/İhale dokümanı, yürürlükteki uygulama yönetmelikleri hükümlerine göre hazırlanan ve onaylanan ihalelere ilişkin ön yeterlik/ihale ilanları en son 29/07/2022 günü Kamu İhale Bülteninde yayımlanacaktır. Bu ihalelere ilişkin ilan işlemlerinin en geç 28/07/2022 günü saat 14:00’e kadar tamamlanması zorunludur.

3- Ön yeterlik/ihale ilanı hazırlanılarak Kurumumuza gönderilmiş, ancak 29/07/2022 tarihi itibari ile Kamu İhale Bülteni’nde yayımlanmamış ve elektronik ihale yöntemi kullanılmayan tüm ihalelere ilişkin ihale ilanları iade edilecektir.

4- 28/07/2022 tarihi saat: 14:00’dan 01/08/2022 tarihine kadar elektronik ihale yöntemi kullanılmayan ihalelere ilişkin ön yeterlik/ihale ilanlarının EKAP üzerinden gönderilmesine izin verilmeyecektir.

5- 01/08/2022 tarihi saat: 08:00’den itibaren elektronik ihale yöntemi kullanılmayan ihalelere ilişkin ihale dokümanları EKAP üzerinden yeni yönetmelik hükümlerine göre hazırlanacaktır.

6- Elektronik ihale yöntemi kullanılan ihaleler ile istisna ve kapsam dışı olarak yapılan ihalelere ilişkin işlemler yukarıda belirtilen hususlardan etkilenmeyecek, bu ihalelere ilişkin ilanlar kesintiye uğramadan Kamu İhale Bülteninde yayımlanmaya devam edecektir.

7- Sistemde yapılacak mevzuat, bakım ve test çalışmaları sebebiyle tüm EKAP uygulamaları 31/07/2022 tarihi saat 21:00 itibarıyla bakıma alınacaktır. Sistemin 01/08/2022 tarihi saat 08:00 itibarıyla açılması planlanmaktadır.

Mehmet ATASEVER

Kamu İhale Kurulu Eski Üyesi/ Akademisyen

STA Sonrası İngiltere İle Ticaret

Cahit SOYSAL
ÜNSPED Gümrük Müşavirliği ve Lojistik Hizmetler

2016 yılında İngiltere’de yapılan referandum sonucunda Avrupa Birliği üyeliğinden ayrılma yönündeki karar, başta AB üyesi ülkeler olmak üzere, birçok ülkede şok yaşanmasına neden olmuştu. Kuruluşundan bu yana, ilk kez bir ülke AB üyeliğinden kendi iradesi ile ayrılmak istiyordu. Bu ayrılış AB’nin fiyakasını bozmuştu.

İngiltere’de o dönemde görev yapan David Cameron hükümeti de Avrupa Birliği’nin getirdiği kısıtlamalar, kapitülasyonlar, Avrupa Birliği içerisinde sürekli öne çıkan yanlış politikalardan şikayet diyor, Birliğin olaylar karşısında yavaş tepki verdiğini ve geç önlem aldığını belirtiyordu.

Avrupa Birliği’nde gerçekten çarklar ağır işliyordu. Kamuda görev yaptığım dönemlerde Türkiye’nin Gümrük Birliği ilkeleri çerçevesinde “gözlemci” sıfatıyla katılabildiği Avrupa Komisyonu İhtisas Komitesi toplantılarına Türkiye adına girmiş ve görüş belirtmiştim. Basit bir karar alabilmek için, her ülke temsilcisi kendisini konuşmak zorunda hissediyor; inanılmaz ayrıntılar üzerinde saatlerce tartışılıyor, gereksiz çekişmeler yaşanıyordu. Mevcut prosedüre göre, sıradan bir tüzük değişikliği bile altı aydan önce yürürlüğe giremiyordu.

Birleşik Krallık’ta referandum 2016 da yapılmasına karşın, taraflar arasında birlikten ayrılma müzakereleri Haziran 2017’de başladı. İngiltere AB bütçesine ilişkin taahhütlerinden kaynaklanan yüklü bir “ayrılık ücreti” ödedi. AB ile İngiltere vatandaşlarının daha önce kazanılmış hakları üzerinde de anlaşmaya varıldı. 2020 yılı BREXIT’in geçiş dönemi kabul edildi. Uzun müzakereler sonucunda 24 Aralık 2020 tarihinde taraflar arasında ayrılık anlaşması olarak tanımlanan “Ticaret ve İşbirliği Anlaşması” imzalandı. Buna göre, taraflar arasında yeni bir serbest ticaret anlaşması yapılacak; menşe kurallarına uygun mallara gümrük vergisi ve kota uygulanmayacak; ortak çevre ve iklim değişikliği ile mücadele politikası izlenecekti.

Birleşik Krallık bir taraftan AB ile ayrılış sonrası düzenlemelerin müzakerelerini sürdürürken bir taraftan da büyük ticari partnerleri ile yapılacak ticaretin nasıl yürütüleceğine ilişkin görüşmeleri yapıyor ve bu ülkelerle Serbest Ticaret Anlaşması (STA) taslakları üzerinde çalışıyordu. Bu ülkelerden birisi de Türkiye idi. Türkiye AB ile Gümrük Birliği tesis etmiş olduğundan, öncelikle bu birliğin taraflara sağladığı kazanımların korunması yönünde bir anlaşmaya varılmalıydı. 24 Aralık 2020 tarihinde AB ile anlaşma imzalanınca, bundan beş gün sonra 29 Aralık 2020 tarihinde Ankara’da “Türkiye Cumhuriyeti ile Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı Arasında Serbest Ticaret  Anlaşması” da imzalandı.

Türkiye – Birleşik Krallık Serbest Ticaret Anlaşması’na göre de menşe kurallarına uygun mallara gümrük vergisi ve kota uygulanmayacak; gümrük işlemleri ve ticaret kolaylaştırılacak; taraflar birbirine karşı teknik engeller koymayacaktı; 50 ila 63 üncü tarife fasıllarda sınıflandırılan ürünlerin imalatında kullanılan iki taraf menşeli olmayan girdiler için TEV  (Telafi Edici Vergi) tahsil edilecekti.

Anlaşmayla getirilen kolaylıklardan en önemlisi, menşe beyanı için bir forma uygun menşe belgesi düzenlenmesi yerine yapılan ticarete ilişkin fatura, teslimat notu veya ticari bir belgenin üzerine “Bu belge kapsamındaki girdilerin ihracatçısı, aksi açıkça belirtilmedikçe, bu girdilerin Türkiye (ya da Birleşik Krallık) menşeli olduğunu beyan eder. (Yer, tarih ve ihracatçının imzası)” yazılması menşe beyanı için yeterli olacaktı. Öte yandan, menşe beyanı, ihracatçı tarafından elektronik ortamda da düzenlenebilecek idi. Bu gibi hallerde, düzenleyen kişinin açık bir şekilde yazılı olması ve şekil ile içeriğinin protokolde yer verilen örneğe uygun olması koşulu aranacaktı.

Ayrıca, ihracatçı tarafından kağıt ortamında ıslak imza atılmak suretiyle düzenlenmesini müteakip elektronik ortama aktarılarak ithalatçıya gönderilen beyanın ya da ihracatçının kendi el yazısı ile atacağı orijinal imzasının imajını taşıyan veya elektronik olarak imzalanan, herhangi bir imza imajı içermeyen beyanın yer aldığı fatura, teslimat notu veya ticari belgenin aslı veya elektronik ortama aktarılarak ithalatçıya gönderilen nüshasının, yazıcıdan alınan çıktısı “menşe beyanı” kabul edilecekti. Yine düzenlenen “menşe beyanı”, emsallerine nazaran daha uzun bir süre kabul edilen on iki ay süreyle geçerli olacaktı.

Türkiye ile Birleşik Krallık arasında imzalanan STA, Türkiye ile  AB arasındaki Gümrük Birliği’nin sağladığı avantajlardan daha ileri düzeyde hükümler içermekte ve ticareti daha da kolaylaştırmaktadır. Öte yandan, bu STA’nın hizmetlerin serbest dolaşımına da açık kapı bırakması ve bu konunun da ileride müzakereye açık olduğunu kaydetmesi umut vericidir.

Türkiye ile Birleşik Krallık STA’sının imzalanmasının üzerinden birbuçuk yıl geçtiğine göre, gelişmelerin hangi yönde ilerlediğinin incelenmesinde yarar var. Aramızda AB Gümrük Birliği’nin olduğu 2013 ila 2020 yıllarında bu ülkeye yaptığımız ihracat 2013 yılından başlayarak sırasıyla 9.2, 10.2, 10.8, 12, 9.9, 11.5, 11,3 ve 11.2 milyar dolar olarak gerçekleşmişti. Aramızda imzalanan STA’nın yürürlüğe girmesinden sonra 2021 yılında bu ülkeye 13.7 milyar dolar ihracat gerçekleştirdik. 2022 yılının ilk beş ayında ise yaptığımız ihracatın toplamı 5.3 milyar doları buldu.

Aynı şekilde, Birleşik Krallık’la aramızda AB Gümrük Birliği’nin olduğu 2013 ila 2020 yıllarında bu ülkeden yaptığımız ithalat 2013 yılından başlayarak sırasıyla 6.6, 6.2, 5.8, 4.5, 6.8, 7.6, 5.6 ve 5.6 milyar dolar olarak gerçekleşmişti. Aramızdaki STA’nın yürürlüğe girmesinden sonra 2021 yılında bu ülkeden 5.6 milyar dolar ithalat yaptık.  2022 yılının ilk beş ayında ise bu ülkeden yaptığımız ithalatın hacmi 2.6 milyar dolara ulaştı.

Görüldüğü gibi, Gümrük Birliği yenine ikame edilen Serbest Ticaret Anlaşması, Türkiye’nin aleyhine değil, lehine gelişmelere neden olmuş durumda. Bu ülkeye yıllık ihracat toplamımız 11 milyar dolarlardan 14 milyar dolarlara doğru artarken, 5.6 milyar dolar düzeyinde gerçekleşen ithalatımız sabit bir seyir izliyor.

Böyle bir örnek olay yaşanmışken, insan ister istemez kendisine soruyor: “Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği daha ağır hükümler içerirken, acaba bu birliğe son vererek Türkiye ile AB arasında da benzer hükümler içeren bir Serbest Ticaret Anlaşması imzalamak daha mı iyi olur” diye.

Cahit SOYSAL

Beş Yıl Tecrübeli Yeni Mezun

Mesleğim ve üzerinde durduğum konular gereği işgücü piyasasındaki gelişmeleri hem takip edebilmek hem de anlayabilmek için sıklıkla iş ilanlarına bakarım ve yıllardan beri ilginç bir ilan tipi ile karşılaşmakta olduğumu söyleyebilirim: En az üniversite mezunu, 25 yaşını aşmamış, alanında 5 yıl tecrübeli, vb.

Mezuniyet aşamasına gelmiş ve yeni mezun gençlerin de şikâyet ettikleri ve sıklıkla dile getirdikleri önemli bir nokta kendisini burada göstermekte: “Kimse bize iş vermezse nasıl tecrübe kazanacağız?”.

Bu haklı sorunun yanı sıra ayrıca yeni mezun olmuş bir kişinin nasıl 5 yıl tecrübeli olacağı sorusu da ayrıca üzerinde durup düşünmeyi gerektirmekte.

İşverenlerle konuştuğumda ise onların da kendileri açısından haklı oldukları bazı noktalar olduğunu görüyorum. Bu konuda işverenlerin dile getirdikleri ilk gerekçeyi şu cümle ile özetlemek mümkün: “Piyasaya eleman yetiştirmekten bıktım ve yoruldum! Artık ben de yetişmiş eleman istiyorum!”.

Serzenişlere bakıldığında, Nasrettin Hoca’nın da dediği gibi her iki tarafa “sen de haklısın!” demek kaçınılmazlaşıyor. Ancak her iki tarafa yalnızca “sen de haklısın!” demek sorunun çözümü gibi de durmuyor.

Aslında sorunun ilk nedenini geçmişte aramak gerekir diye düşünüyorum. 1990’lı yıllarda lisanstan yeni mezun olmuş gençlerin ya da mezun adaylarının hepsi olmasa da önemli bir kısmının zihninde genel olarak “İş bulabilecek miyim?” sorusu yerine “İstediğim nitelikte bir iş bulabilecek miyim?” sorusunun bulunduğunu kendi tecrübelerime dayanarak rahatlıkla ileri sürebilirim. Bunun bir nedeninin daha önce “Vasıf Yanılgısı” başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, o dönemdeki lisans mezun sayısının azlığının bir sonucu olduğu söylenebilir. Oysa aynı yazıda da belirttiğim gibi, bugün lisans mezuniyeti tek başına vasıf kazandırma özelliğini yitirmiştir.

Burada dikkat çekmek istediğim önemli bir nokta, o dönemin şartları açısından vasıflı sayılan lisans mezunlarının bugünle karşılaştırıldığında daha kolay iş bulabilmelerinin yanı sıra görece daha yüksek bir pozisyon ve dolgun ücret sağlanması şartını ileri sürebilme, kısacası işveren tercihinde bulunabilme şanslarının da bulunduğudur. Ne var ki bu durum geçmişte kalmıştır. Oysa bugünün gençlerinin geçmişte kalan bu tip örneklerden fazlasıyla etkilendiklerini ve kariyer planları ile beklentilerini geçmişte kalmış yine bu tip örneklere bakarak oluşturduklarını düşünüyorum.

Ayrıca geçmişte birçok yeni mezunun yukarıda sözünü ettiğim görece daha yüksek bir pozisyon ve dolgun ücret hedeflerinin bir sonucu olarak ilk başladıkları şirketleri ne yazık ki birer “atlama tahtası” olarak kullanmış olduklarını da ileri sürebilirim. Her ne kadar bunun nedenleri ayrı bir tartışma konusu olsa da, işverenlerin tecrübeli çalışan talep etmelerine ilişkin gerekçelerinin önemli bir nedeninin, ne yazık ki, geçmişteki bu tarz tutum ve davranışlar olduğu söylenebilir.

O halde ister istemez şu soruyu sormak mümkün hale gelmektedir: “Madem lisans mezuniyeti artık vasıf sayılmıyor o zaman lisans diplomasına ne gerek var?”.

Öncelikle lisans diplomasının bugün genel olarak bir “ön koşul” olma özelliğinin bulunduğunu ve bu özelliğinin devam etmekte olduğunu belirtmek gerekir. Dolayısıyla lisans diploması işlevsiz değildir; ancak işlevinde önemli değişikliler olduğu, özellikle “eleme hipotezi” (screening hypothesis) açısından konuya yaklaşıldığında durumun değişmekte olduğu ileri sürülebilir.

Eleme hipotezine göre eğitimin, işverenler açısından belirli özelliklere ya da potansiyele sahip olan ya da olmayan adayların ilk aşamada anlaşılabilmesi için sinyal verme özelliği bulunmaktadır. Dolayısıyla bu hipoteze göre lisans diplomasına sahip olup olmama işveren açısından yalnızca bir eleme aracı olarak kullanmaktadır. Çünkü lisans diplomasına sahip olabilmek eğitim süreci boyunca çeşitli elemelerden başarıyla geçebilmeyi gerektirmektedir (1, 2). Ne var ki, lisans kontenjanlarının ve buna bağlı olarak mezun sayısının artması ister istemez lisans diplomasının “eleme” özelliğini görece yitirmesine ve adayların seçimi sürecinde esas alınan bir ölçüt olma özelliğinin zayıflamasına yol açmaktadır

Gerçekten de önceki dönemlerde lisans kontenjanlarının bugünle karşılaştırıldığında son derece sınırlı olması lisans eğitimi boyunca başarıyla tamamlanması gereken derslerin yanı sıra üniversiteye giriş sınavının kendisinin de “eleme” özelliği taşımasına neden olmaktaydı. Oysa üniversiteye giriş sınavının günümüzde, “eleme” fonksiyonunu yitirdiği söylenebilir. Artık sınava katılan öğrencilerin büyük bir çoğunluğu açısından üniversiteye giriş sınavının esas fonksiyonu hangi lisans eğitiminin hangi üniversite bünyesinde alınacağının belirlenmesidir. Bunun sonucunda da işverenlerin “tecrübeli işgören” taleplerinin geçmişte yaşanılan olumsuz örneklerin yanı sıra bu çerçevede de ortaya çıktığı, kısacası tecrübe sahibi olmanın işverenler açısından yeni bir “eleme” aracı olarak görülmeye başlandığı söylenebilir.

İşgücü piyasasının mevcut koşulları içerisinde işverenlerin “tecrübeli işgören” taleplerinin devam edeceği beklenebilir. Bu durumda adaylar açısından özellikle de lisans eğitimi sırasında sürdürülen “staj”, bir tecrübe kazanma yolu olarak değerlendirilmek ve dikkate alınmak durumundadır. Elbette “staj” konusunda da çeşitli sorunların yaşandığı, örneğin “staj” yapmak isteyen her adayın bu imkâna ulaşamadığı bilinmektedir.

Staj yapmanın adaylar açısından yararlarının çok sayıda olduğu söylenebilir. Öncelikle bir işi yapmanın yanı sıra davranış, üslup, ilişkiler, yazılı olmayan kurallar, püf noktaları gibi iş yaşamının gerekliliklerini ve özelliklerini öğrenmek ya da o işin adayın kendisi için uygun olup olmadığını anlamak staj ile mümkün olabilmektedir. Elbette staj yapan kişinin söz konusu kazanımları elde edebilmesi, kişinin kendisinin de bir miktar çaba göstermesini gerektirmektedir.

Ayrıca başarılı bir staj sürecinin sonraki dönemler için de önemli bir etkisi olabileceği unutulmamalıdır. Öncelikle staj dönemi boyunca her iki taraf da birbirlerini tanımaktadır. Dolayısıyla başarılı bir stajyerin o işverenle devam etme imkânı bulabileceği söylenebilir. Bunun yanı sıra staj yapan kişinin bugünün iş yaşamı açısından son derece önemli bir yeri bulunan “çevre edinme” imkânı da ortaya çıkabilmektedir.

Unutulmaması gereken diğer bir nokta ise referanslar meselesinde kendisini göstermektedir. Bir lisans mezununun özgeçmişinde yalnızca akademik referansların bulunmasının işverenler açısından etkileyici olmadığını belirtmek gerekir. Akademik referans adayın öğrenebilme becerisine ve potansiyeline, staj yapılan bir işyerinden alınan referans ise adayın iş yapabilme becerisine ve potansiyeline ilişkindir. Bu nedenle yeni mezun bir adayın özgeçmişinde her iki tipte referansın bulunmasının daha olumlu olacağı ileri sürülebilir.

Staj imkânı sağlamanın işverenler açısından da önemli yararlarının bulunduğu söylenebilir. Yukarıda da belirtildiği gibi staj sırasında taraflar birbirlerini tanımaktadır. Bu süreç içerisinde işletmeye katkı sağlayabilecek bir adayın daha kolay ve doğru bir biçimde keşfedilmesi ve böylelikle işletmeye kazandırılması mümkündür. Diğer yandan böyle bir kazanımın işveren açısından oryantasyon süreci de dahil olmak üzere çeşitli maliyetleri de azaltacağı açıktır.

Ayrıca belirli alanlarda yaşanan vasıflı işgören kıtlığının azaltılması ve ihtiyaç duyulan vasıflı işgörenlerin yetiştirilebilmesi de yine staj imkânlarının sağlanması ve sayısının arttırılmasıyla mümkün olabilir. Bu konuda bazı başarılı uygulamaların bulunduğu görülmektedir (3, 4).

Her ne kadar bazı işverenler, mezun adayı ya da yeni mezun çalıştırmak istememelerini “Piyasaya eleman yetiştirmekten bıktım ve yoruldum!” benzeri ifadelerle açıklıyor olsalar da, topluma ve ekonomiye katkının yalnızca mal ya da hizmet üretmekle ya da çeşitli bağışlarda bulunmakla sınırlı olmadığını hatırlatmak gerekir. Konuya bu açıdan da yaklaşılmasının önemli olduğunu, gençlerin kendilerini geliştirebilmelerini ve gösterebilmelerini sağlamak üzere en azından “staj” imkânı tanımanın da bir “Kurumsal Sosyal Sorumluluk” unsuru olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Prof. Dr. Umut OMAY

Kaynakça

(1) Stiglitz, J. E. (1975), “The Theory of ‘Screening’, Education, and the Distribution of Income”, The American Economic Review, 65 (3), pp. 283-300.

(2) Cooper, J. and Davis, L. (2017), “Exploring Comparative Economic Theories: Human Capital Formation Theory vs Screening Theory”, Journal of Applied Business and Economics, 19(6), p. 69.

(3) Heslin, P. A. and Ochoa, J. D. (2008), “Understanding and developing strategic corporate social responsibility”, Organizational Dynamics, 37 (2), p. 132.

(4) Blagoycheva, H. (2020), “The Social Responsibility of Business Regarding Education”, Economic Sciences Series, 9 (2), pp.63, 65.

PROF. DR. UMUT OMAY – MAKALE LİSTESİ

GİRİŞİMCİLİK VE YÖNETİCİ GÜÇLENDİRME

PAZARLAMA

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

İŞ DÜNYASINDA TUTUM VE DAVRANIŞ

DİĞER KONULAR

Pazarlama ve Satışta “İletişebilmek”

İş dünyasının ve günlük hayatımızın önemli bir parçası iletişim…

İletişimin şifrelerini çözmek hayatın şifrelerini çözmek…

Aslında her şey anlatmak istediğimiz mesajı karşı tarafa doğru ve etkili bir şekilde aktarmak ve karşı tarafında bu mesajı doğru ve etkili bir biçimde algılamasından geçiyor. Konunun önemine dikkat çekmek için, özellikle yazımın başlığının da dikkat çekici olmasını istedim.

Günlük hayatımızda ailemizle, müşterilerimizle veya çevremizdeki insanlarla acaba ne kadar doğru ve etkili bir iletişim kurabiliyoruz? Ya da mesajı ilettiğimiz taraf bizi ne kadar doğru anlayabiliyor? Sonunda her iki taraf birbirini anlamış bir şekilde ortak noktada buluşabiliyor mu?

İletişim kısacası; duygu ve düşüncelerin herhangi bir yolla karşı tarafa aktarılmasıdır. İletişimin, sözlü, sözsüz ve yazılı, içsel, grupsal ve örgütsel gibi birçok türü olmakla birlikte biz yazımızda bu detaylara değinmeyeceğiz. Pazarlama iletişimi ve stratejileri ayrıca ele alınması gereken çok yönlü bir konudur.

Her şeyin başı İLETİŞİM, bu söze kesinlikle katılanlardan biriyim. Doğru ve etkili bir iletişim aktarılmak istenen mesajı karşı tarafında doğru olarak anlamasını sağlayacaktır. İletişimdeki kilit noktalardan olan EMPATİ ve DUYGUSAL ZEKA da bu konuyu destekleyecektir. EMPATİ, konusunda yaygın olarak bilinen yanlış bir bilgiye açıklamak getirmek isterim. Empati kendimizi başkalarının yerine koymak değildir. Hiç kimse bir başkası olamaz ve şartlardan dolayı onun gibi düşünemez. EMPATİ, karşımızdaki kişinin duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışıp, bu yönde bir iletişime geçmektir. DUYGUSAL ZEKA ise bir insanın kendisine ve başkalarına ait duyguları anlaması, yönetmesi ve yönlendirme kapasitesi ile ilgili bir kavramdır. İletişimde bu iki kavramı da dikkate alarak değerlendirme yaparsak başarılı bir iletişim kendiliğinden gerçekleşecektir.

İletişim derinlemesine incelenmesi gereken geniş kapsamlı bir disiplindir. Bu yazımızda çok fazla detaya girmeden Pazarlama ve Satışta iletişimin önemi üzerinde ana hatları ile duracağız ve sektörel deneyimlerimizden yola çıkarak naçizane birtakım önerilerde bulunacağız. Aslında iletişim kavramına değinirken iletişimle birlikte olması gereken ve onu destekleyen yan etkenleri de iletişim ile bağlantılı olarak aktaracağız.

Günlük hayatımızın içerisinde hepimiz bir şekilde iletişim halindeyiz. Ailemizle, bir mağazada satış görevlisiyle, toplu taşımada şoförle, iş arkadaşlarımızla ve biz Pazarlama ve Satış çalışanlarının ana iletişim unsuru müşterilerimizle…

Günümüzün çoğunu farklı müşteri profilleri ile doğru iletişim kurabilmek ve müşterilerimizi mutlu ederek ihtiyaçlarına hızlı bir şekilde cevap vererek, doğru satışı verimli bir şekilde kapamak için çabalamaktayız. Bizim işimizin ana odak noktası müşteriler ve onlarla kurmuş olduğumuz doğru iletişim ve etkili diyaloglardır. İşimizin en keyifli yanı insanlarla sürekli iletişim halinde olmamızdır. Doğru ve etkili bir iletişim ve sonunda mutlu olmuş iki taraf varsa, işimiz daha da keyifli hale gelmektedir.

Pazarlama ve satış çalışanları olarak DOĞRU ve ETKİLİ İLETİŞİM kavramına özellikle dikkat etmemiz ve bu yönde eksikliklerimiz varsa bunları eğitimlerle veya bu konuda yazılmış kitapları okuyarak gidermemiz gerekmektedir. Ne kadar iyi olduğumuzu düşünürsek düşünelim, her gün hayatta birşeyler öğreniyoruz. İyi olsak da eksik olsak da kendimizi daha fazla geliştirmek için sürekli okumayı ve güncel gelişmeleri takip etmeyi bir alışkanlık haline getirmeliyiz. Şunu unutmamalıyız ağzı çok laf yapan çok iyi satış yapar kavramı artık geride kaldı. Karşı tarafa istediğini doğru bir iletişim yolu ile aktaramayan ve müşterilerle iyi diyalogları olmayan kişinin iyi bir laf cambazı olması iyi bir pazarlama ve satışçı olacağı anlamına gelmeyecektir. Ağzı iyi laf yapan bir pazarlama ve satışçının iletişim yeteneği iyi değilse, empati kuramıyorsa, duygusal zekaya önem vermiyor ve müşteriye sadece maddi bir düşünceyle kısa vadeli olarak bakıyorsa, laf cambazlığı hiçbir işe yaramayacaktır. Sadece boşa geçmiş bir sürü zaman kaybı oluşacaktır. Bu nedenle iyi pazarlamacı aynı zamanda iyi bir iletişimci de olmalı, empati kurmalı, duygusal zekasını iyi kullanmalı, vizyonu geniş olmalı ve zor durumlarda stresle başa çıkmayı da öğrenmelidir. Müşteriniz çok iyi anlamaya çalışın ve onun gözünde bir değer oluşturduğunuzu hissetsin.

Peki biz Pazarlama ve Satışçılar neler yapmalıyız? Ya da iletişimimizin iyi olduğunu düşünüyorsak daha da ileri düzey bir iletişim için kendimizi nasıl geliştirmeliyiz? Bu konuda yapılacak ve yazılacak o kadar çok şey var ki ancak bu yazımızda birkaç kilit nokta üzerinde duracağız.

Müşteri bizim velinimetimiz, bu kavramı hepimiz kullanıyoruz. Müşterilerimizin ürünümüzü ya da hizmetimizi pazarlayacağımız ve satacağımız kişiler ya da kurumlar olduğunu düşünürsek evet müşteri bizim velinimetimiz. Onu doğru anlarsak ve isteklerine kendi firmamızın çıkarlarını da düşünerek, her iki tarafı mutlu edecek şekilde, doğru ve etkili bir şekilde cevap verirsek kolaylıkla satışı kolaylıkla bağladığımız göreceğiz. Tabii ki ürünümüzün fiyatı ve kalitesi bizim kalkanlarımız ancak bunlar zaten elimizde olması gereken unsurlardır. Bunlardan yola çıkarak pazarlama ve satışta becerilerimizi konuşturacağız.

Müşteriyi etkiletmek için doğru ve etkili konuşma yolunda, firmanızı anlatacak güzel bir hikayemiz olmalıdır. Sadece ürünü anlatıp, ben böyleyim ben şöyleyim demek bu zamanda müşteriyi çok fazla etkilememektedir. Anlatımın güzel bir firma hikayesi ile pekiştirilmesi müşterinin sizi daha kolay hatırlamasını sağlayacak ve kafasından etkili bir algı oluşacaktır. Kısacası müşteriye Dopamin hormonunu salgılatmalıyız ve Oktitosin ile markamıza bağlılık ve hayranlık oluşturmalıyız. Sonunda da markaya bağımlı, sadık müşteriler…

Ben ne yaparsam karşı tarafta iyi bir izlenim bırakabilirim ? sorusunu her zaman kendimize sormalıyız. Ses tonumuz, diksiyonumuz, duruşumuz, jest ve mimiklerimiz, doğru beden dili kullanımımız tüm bunlar bir bütün olarak karşı tarafla doğru ve etkili bir iletişim kurmamızda etkili olacaktır. Artık çağımız Nöropazarlama çağına doğru yol aldı. Firmalar satışlarını daha da arttırabilmek ve müşterilerini (biz buradan müşteri ifadesini kullanacağız, tüketici ve müşteri farklı olmakla birlikte, bu açıklamalar tüketici için de dikkate alınabilir) daha fazla memnun edip kendilerine bağlaya bilmek için müşteri davranışlarını ve karar verme sürecini daha derinden analiz etmeye başladılar. Bunun için EGG vb. aletlerle müşterinin karar verme davranışlarını analiz etmeye başladılar.

Amacımız müşteri tutumlarını değiştirerek markamıza bağımlılık sağlamaktır. Davranışları ve karar verme süreçlerini anlayabilmemiz için müşterilerimizle doğru ve iletişim kurmamız ve bunu ileriye doğru taşımamız gerekmektedir. Sonuçta firmaya bağlı ve sadık bir müşteri portföyü, firmanın sadece kısa vadede değil uzun vadede sadık ve satışı destekleyen güçlü müşteriler elde etmesi demektedir. CRM (Müşteri ilişkileri Yönetimi) de ayrıca ele alınması gereken çok önemli bir konudur. Müşteriye göre hatta yurtdışı satışımız varsa pazara göre pazarlama ve satış taktiklerinin farklı olacağını hiçbir zaman unutmayalım.

Pazarlama ve Satışta müşterilerimizle etkili bir iletişim kurmak için gerekli olan birkaç püf noktasından bahsetmeye devam edelim. Yazdığım bazı konuların iletişimle ne alakası var diye düşünenler olabilir. Aslında dikkat çekmek istediğim nokta burada başlıyor. İletişimde mesaj sadece konuşmakla değil, farklı yollarla da karşı tarafa geçiyor. Davranış, giyiniş, tarzınız gibi birçok farklı nokta müşteri üzerindeki etkinizi doğrudan ve dolaylı olarak etkiliyor. O yüzden bizim mesleğimiz içerisinde başka hangi unsurlar iletişime etki eder, bunları ana başlıklar halinde aktarmak istedim.

Hem firmalara hem de Pazarlama ve Satış sahasında yer yapacak olan kişilere bazı roller düşmektedir. Öncelikli olan ürünümüzü tanıtacak olan Pazarlama ve Satış bölümü çalışanlarımızdır. Onlar firmamızın vitrinidir. Ürünümüzü, hizmetimizi ve firmamızı ne kadar iyi anlatırlarsa ve pazarlama yaparken kendilerini ne kadar iyi ifade ederek mesajı müşteriye doğru ve etkili olarak aktarırlarsa bizim de müşteri gözünde edineceğimiz izlenim o kadar farklı ve etkili olacaktır.

Eskiden herkes bir Pazarlama ve Satış personeli Prezantabl olmalı diye ön şart koşardı. Hatta ilanlarda bile ilk şart bu olurdu. Bu kavram artık eskidi. Tabii ki bir pazarlamacı prezantabl olmalı ancak bunu destekleyecek yan unsurların hepsi bir arada bir bütünlük oluşturmalıdır. Her şeyden önce iyi bir iletişimci olmalı ve mesajı karşı tarafa doğru ve etkili yollarla verimli bir şekilde aktarabilmelidir. İyi bir dinleyici olmalı, empati kurabilmeli ve duygusal zekâ düzeyi gelişmiş olmalıdır. Kendini sürekli geliştirmeli, sektörel gelişmeleri yakından takip etmeli, çalıştığı firmaya, işine ve kendine değer katmalıdır. Doğuştan satıcı olunur kavramı artık yerini doğuştan iyi satıcı olmaz, satışçıyı satış yapan noktalar günün gereklerine uyum sağlayarak öğrenilir ve çok çalışarak kazanılır şekline dönüşmüştür.

Giyiniş tarzı ve tavırları müşteri de iyi bir izlenim bırakmalıdır. İlk 3 saniye içerisinde karşı tarafta bizimle ilgili bir bakış açısı oluşacaktır. Bu nedenle ilk izlenim ve sonrasında devam eden iletişim karşı tarafta olumlu veya olumsuz farklı düşünceler bırakabilir. İnsanlar kıyafetleriyle ağırlanır, düşünceleriyle uğurlanır diye klasik bir söz vardır. Bir Pazarlama ve Satış personelinin çok fazla ilgi çekecek şekilde ağır kıyafetler ve aksesuarlar kullanması gerekmektedir. Ziyaret edeceğimiz müşteri profiline hatta ülkesine göre sade ve iş hayatına uygun şık giysiler tercih etmeli, işe hayatına yönelik aksesuarlar bunu desteklemelidir.

Kurumsal ve kişisel imaj da doğru etkili bir iletişimde çok önemlidir. İletişim sadece konuşmak değil demiştik, görsellik, davranış ve duygularda bir şekilde iletişim içerisine girmektedir. Tanıtım sırasındaki özgüveniniz, kartvizitinizi sunuş şekliniz, kaleminiz, not defteriniz, not alış şekliniz, kaleminizi ve defterinizin rengi ve zarafetiniz karşı tarafla olumlu bir iletişim kapısını aralamanızda size yardımcı olacaktır.

Tanıtım yaparken ilk 20 dakikada bunu tamamlamalı, eğer sunum uzun sürecekse arada video, görsel ya da hikayelerle dikkatin toparlanmasını sağlamalı, mümkünse müşteriyi çok bilgiye boğmadan kısa ve öz bir sunum yapmalıyız. Biz kendimizi tanıttıktan sonra karşı tarafında kendisini tanıtmasına izin vermeliyiz. Gerektiğinde arada çok fazla kesmeden bir iki soru sorarak, karşı tarafı dinlediğimizi göstermeliyiz. İlk dakikalarda müşteri üzerinde bıraktığınız izlenim sonrasında sunumun anlaşılırlığı iletişimde düzgün bir başlangıç sağlayacaktır.

Etkili bir dinleyici olmalıyız, mevcut ya da potansiyel müşterimizi çok iyi dinlemeli ve dinlerken bir yandan da anlattıkları ile ilgili konuları not almalıyız. Her zaman sabırla ve dikkatlice dinlemeliyiz. Dinlediğini göstermenin en etkili yolu göz temasıdır. Dinlendiğini gören kişinin karşısındaki kişiye daha fazla güveni oluşacaktır. Telefonla konuşuyorsak arada bir iki cümle katarak kendisini dinlediğimizi hissettirmeliyiz. Sözünün kesmeden arada bir soru sorma durumunda olabiliriz. Müşterimiz bir konuyu yanlış anlamış olabilir, ürünler ilgili bir sorunu olabilir ve sinirli bir şekilde size bir şeyler anlatmaya çalışıyordur. Bu durumda haksız olsanız da öfkelenmeden sakin kalarak onu sonuna kadar dinlemeli, daha sonra durumun bu şekilde olmadığını yine sakin ve rahatlatıcı bir ses tonu ile güzel bir şekilde aktarmanız gerekmektedir. Ses tonunuz her zaman sakin ve güven verici olmalıdır. Bu karşı tarafında sakin bir şekilde sizinle iletişime geçmesini sağlayacaktır.

Beden dili etkili bir iletişimde önemlidir. Ancak beden dili ülkeden ülkeye de değişmektedir. Bu nedenle eğer yurtdışı müşterisi ile bir görüşmeniz olacaksa o ülkenin özelliklerini ve kültürel değerlerini öğrenerek toplantıda bulunmanız gerekmektedir. Beden dilinizi görüşme yaptığınız sektöre ve konuya göre kullanmanız gerekmektedir.

Renklerin dilini çok iyi bilin, ortama ve konuya göre renk tonlarında giyinmeli ve aynı zamanda toplantı eğer bizim ofisimizde olacaksa ortamda uygun renk tonlarını kullanmalıyız. Gergin bir toplantı olacaksa asla kırmızı rengi kullanmamalıyız. Karşı tarafın stresini ve sinirini yatıştıracak sakin renkleri tercih etmeliyiz. Ancak stressiz bir ortamsa ve ürünümüzü tanıtmaya gidiyorsak kırmızı defter ve kalem kullanmak iş toplantılarında bizi avantajlı duruma getirebilir. Etkili iletişimin %55 lik beden dili, %38 ini de ses tonumuz oluşturur. Bu nedenle kıyafetlerimiz, tavırlarımızı ve ses tonumuz bir bütün olarak etkili olacaktır. Ses tonumuzu ayarlayamıyorsak ve konuşmalarımızda eksiklikler olduğunu hissediyorsak diksiyon eğitimi ile bunu desteklememiz de fayda bulunmaktadır.

Buraya kadar iletişimle iç içe geçen kavramların Pazarlama ve Satışta nasıl etkili olduğunu kısaca anlatmış olduk. Detaylı olarak kendini bu alanda daha fazla geliştirmek isteyenlerin, bu konuda yazılmış ayrıntılı makaleleri ve kitapları okumalarını tavsiye ederim. Kendiniz güncel tutun, Pazarlama ve Satış alanındaki güncel gelişmeleri sürekli takip ederek yetenekleriniz arttırın. Bu şekilde hem kendinize, hem müşterilerinize hem de çalıştığınız kuruma daha fazla sağlamış olursunuz.

Sonuca gelecek olursak, satış sahası bir sanat alanı, pazarlama çalışanı sanatını icra eden bir sanatkar, pazarlama ise, satışı bağlamak için kullanılacak taktikleri içeren bir bilimdir. Pazarlama sanat mıdır? bilim midir? konusu çok tartışılırken ben pazarlamanın hem sanat hem de bilim olduğunu düşünenlerdenim. Biz Pazarlama ve Satış çalışanları aslında bir sanatçı gibi satış sahasında yeteneklerimizi sergileyerek ürünümüzü yani sanat eserimizi pazarlıyoruz ve sonunda satışı bağlayarak maddi bir unsura çeviriyoruz.

Gerek iş yaşamımızda gerekse özel yaşamımızda, onore etmekten, teşekkür etmekten, lütfen demekten ve haksızsak özer dilemekten asla kaçınmamalıyız. Bu kavramlara hayatımızda daha sık yer verirsek, herkesle iletişimimiz daha doğru, etkili ve verimli olacaktır. Unutmamalıyız ki tevazu ve mütevazilik hayatta her zaman önde olmamızı sağlayacaktır.

Hangi meslek dalında olursak olalım zarafet Kuralları ve saygı çerçevesinde ilişkilerimizi sürdürmemiz kendimizden emin olarak özgüvenli bir şekilde karşı tarafta doğru bir etki bırakmamız doğru ve etkili iletişimin kapılarını aralayacaktır.

AYTEN NAYİR

ayten.nayir@emesteker.com

EMES A.Ş. YURTDIŞI SATIŞ ve PAZARLAMA SORUMLUSU

İşyerindeki Toplantıda Kendisine Hakaret Edilen İşçinin, Cep telefonu ile Gizlice Kayıt Yapması Hukuka Aykırı mıdır ?

Günümüzde teknolojinin hızla gelişmesi ve kişilerin hem gerçek hem de dijital mecralarda sosyalleşmesi ile birlikte özel hayatın gizliliği ve temel hak ve özgürlüklerin korunması büyük önem kazanmıştır. Özellikle teknolojik yöntemlerle kişilerin rızası dışında özel bilgilerinin ve yaşamlarının gizlice dinlemesi ve izlenmesi hukuksal alanda tartışma yaratmıştır. Bu kapsamda son yıllarda dinleme ve gözetleme faaliyetlerinin mahremiyete yönelik sınırları yasal düzenlemeler ile yeniden belirlenmiştir.

Çalışma hayatında kişilerin maruz kaldıkları psikolojik ve cinsel taciz başta olmak üzere; fiili saldırı, hakaret, tehdit, iftira, şantaj, hırsızlık ve rüşvet gibi olayların tespiti ile haksız bir saldırıyı önlemek ve kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmasını engelleyip, yetkili makamlara sunmak amacıyla cep telefonları ile gizlice ses ve görüntü kaydı yapılması ispat hukuku açısından önemli hale gelmiştir.

Uluslararası hukukta olduğu gibi Türk hukukunda da izinsiz dinleme ve kayda alma suçunun sınırları yasal düzenlemeler ile belirlenmiştir. Nitekim, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun’da, “Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinleyen veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydeden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır (m.133/1). Katıldığı aleni olmayan bir söyleşiyi, diğer konuşanların rızası olmadan ses alma cihazı ile kayda alan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır (m.133/2). Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaların kaydedilmesi suretiyle elde edilen verileri hukuka aykırı olarak ifşa eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve dört bin liraya kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur (m.133/3).

Ancak, bir kişinin kendisine karşı işlenmekte olan (cinsel saldırı, hakaret, tehdit, iftira veya şantaj gibi) bir suç söz konusu olduğunda ya da kendisine veya aile birliğine yönelen, onurunu zedeleyen, haksız bir saldırıyı önlemek için, kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmasını engelleyip, yetkili makamlara sunmak amacıyla üzerindeki cep telefonu ile gizlice kayıt yapması eylemi başkaca şekilde ispat edilemiyorsa, hukuka aykırılık oluşturmaz. Bu durum kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçunu oluşturmaz.

Yargıtay’a göre, “Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

En az üç veya daha fazla kişinin, başkalarının bilmeyeceği ve sınırlı bir dinleyici çevresi dışına çıkmayacağı yönünde haklı bir inanç ve iradeyle hareket ederek, herhangi bir aracı vasıta olarak kullanmadan, yüz yüze gerçekleştirdikleri, ancak özel bir çaba gösterilerek duyulabilecek, aleni olmayan, söze dayalı, sesli düşünce açıklamalarının, söyleşinin tarafı olan kişi veya kişilerce, ilgililerinin rızası olmaksızın, akustik olarak tekrar dinlenebilmesi imkanını sağlayan bir aletle kaydedilmesi, TCK’nın 133/2. maddesinde kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması başlığı altında suç olarak tanımlanmıştır. Anılan suçun oluşabilmesi için, söyleşinin, “aleni olmaması”; yani, “belirsiz sayıda kişinin, ayrıca bir çaba harcamadan, rahatlıkla duyabileceği ve algılayabileceği şekilde konuşulmaması” gerekli ve yeterli olup, söyleşi içeriğinin suçun oluşması bakımından bir önemi yoktur. Buna göre, söyleşi; gizlilik taşıyan ve özel yaşam alanı kapsamında yer alan konularla ilgili olabileceği gibi, herkes tarafından bilinen veya anlamsız ya da sıradan hususlar hakkında da olabilir.

Elverişli bir aletle dinlenilen veya kaydedilen konuşma veya söyleşiden elde edilen bilgiler sayesinde kendi veya üçüncü kişi lehine, maddi ya da manevi yarar, yani; fayda veya avantaj sağlanması; bu bilgilerin, menfaat karşılığı olsun ya da olmasın, ilgilisi dışındaki kişi veya kişilere verilmesi ya da diğer kişilerin dolaylı olarak bilgi edinmelerinin temin edilmesi, TCK’nın 133/3. maddesinde ayrıca suç olarak tanımlanmış olup, hükümden sonra 05.07.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanunun 80. maddesi ile TCK’nın 133/3. maddesinde yapılan değişiklikle kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaların kaydedilmesi suretiyle elde edilen verilerin hukuka aykırı olarak ifşa edilmesi eylemi suç olarak düzenlenmiştir.

Ancak kişinin, bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı ani gelişen durumlarda, örneğin; kendisine karşı işlenmekte olan (cinsel saldırı, hakaret, tehdit, iftira veya şantaj gibi) bir suç söz konusu olduğunda ya da kendisine veya aile birliğine yönelen, onurunu zedeleyen, haksız bir saldırıyı önlemek için, kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmasını engelleyip, yetkili makamlara sunarak güvence altına almak amacıyla, saldırıyı gerçekleştiren tarafın bilgisi ve rızası dışında, konuşma ve haberleşme içeriklerini veya özel hayata ilişkin ses ve görüntülerini dinleme, izleme ya da kaydetme eylemlerinin hukuka aykırı olduğunu kabul etmek mümkün olmadığı gibi, esasen bu hallerde, kişinin hukuka aykırı hareket ettiği bilinciyle hareket ettiğinden de söz edilemeyeceği,

Dosya içeriğine, sanık savunması, müşteki beyanı ve bilirkişi raporlarına göre, sanığın özel bir bankanın genel müdürlüğü bünyesinde inşaat proje sorumlusu, müştekinin ise aynı birimde inşaat birim müdürü olarak çalıştığı, sanığın, müştekinin kendisi hakkında performans değerlendirmesi için odasında müdür yardımcısı Eray’ın da katılımıyla yaptığı aleni olmayan toplantıda konuşulanları, diğerlerinin rızası olmaksızın cep telefonu ile kayda alarak toplantıda müştekinin kendisine hakaret ettiği iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığında şikayetçi olması şeklinde gelişen olayda; sanığın aksi kanıtlanamayan bankada 2003-2012 yılları arasında görev yaptığı, 2009 yılında birim müdürü olarak çalışmaya başlayan müştekinin göreve başladığı günden bu yana kendisine karşı negatif bir tutum içerisinde olduğu, eski çalışan olması nedeniyle kendisini tasfiye etmek istediği, daha önce iş ortamında kendisine sözlü olarak hakaret ettiği, toplu ortamlarda kendisine karşı rencide edici ve küçük düşürücü tavırlar sergilediği, yaklaşık 1 ay önce hakkında haksız yere soruşturma başlattığı, olay günü de, performans değerlendirme toplantısında kendisine hakaret içerikli sözler söylemesi nedeniyle üzerindeki cep telefonu ile gizlice kayıt yaptığı, eylemi başka türlü ispat etmesinin mümkün olmadığı yönündeki savunması ile bu savunmayı doğrulayan bilirkişi raporuna göre, sanığın başkaca şekilde ispatlanması mümkün olmayan bir hal içerisinde iken toplantıda kendisine yönelik hakaret içerikli konuşmayı kayda aldığı, sanığın eyleminin hukuka aykırı olduğunu kabul etmenin mümkün olmadığı anlaşıldığından, tebliğnamede bozma öneren düşünceye iştirak edilmemiş, gerekçede her ne kadar, atılı suçta failin aleni olmayan konuşmanın tarafı olmayan herhangi bir kişi olması gerektiğinden sanığa yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmadığı belirtilerek sanığın beraatine karar verilmiş ise de, gerekçesi yanlış olan hükmün, sonucu itibariyle doğru olduğu anlaşılmakla bu husus bozma nedeni yapılmamıştır.

Sonuç: Yapılan yargılama sonunda, yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olduğu gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan katılan vekilinin sübuta ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, beraata ilişkin hükmün isteme aykırı olarak ONANMASINA, 28.04.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi”

Sonuç olarak, Yargıtay’a göre, işyerinde yapılan performans değerlendirme toplantısında kendisine hakaret içerikli sözler söylenmesi nedeniyle işçinin üzerindeki cep telefonu ile gizlice kayıt yapması eylemi başkaca şekilde ispat edilemiyorsa, hukuka aykırılık oluşturmaz. Bu durum kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçunu oluşturmaz[1].

[1] Y12.CD. 28.04.2014T., E.2013/26087,  K.2014/10205 Legalbank

LÜTFİ İNCİROĞLU

TCMB Faiz Kararı Heyecan Yaratmıyor

TCMB VE FAİZ

TCMB PPK toplanıp önümüzdeki 30 gün için faiz kararını açıklayacak. Karar öncesi piyasalar çok da hareketli değildi.

21 Temmuz 2022 Saat 14:00… Ve faiz kararı açıklandı.

TCMB PPK – Para Politikası Kurulu’nun politika faizini % 14 seviyesinde tutmasını sürpriz olmadı.

TCMB FAİZ KARARLARI PİYASADA HEYECAN YARATMIYOR

Geçmiş dönemlerde TCMB’nin faiz kararları öncesinde görsel yayın kuruluşları piyasa analistleri ile yaptıkları analiz ve anketlerle piyasanın nabzını tutarlardı. Çoğunlukla piyasanın nabzı doğrultusunda faiz kararları açıklanırdı. Çünkü piyasanın gerektirdiği koşulları yansıtıyordu faiz kararları.

TCMB’nin yapmış olduğu son yedi faiz toplantında alınan karar birbirinin aynısı idi; % 14. Piyasaya dinamikleri aslında hızla değişmiş olmasına rağmen piyasa koşulları yerine, piyasada kıyamet de kopsa PPK – Para Politikası Kurulu hangi koşulu ve sonucu esas alıp faiz oranlarını % 14’de bırakıyor?

Ne piyasalarda heyecan kaldı, ne de yatırımcıda.

MERAK EDİYORUM

Yedi aydır enflasyon rakamları değişti, ciddi anlamda yukarı sıçradı. TCMB PPK – Para Politikaları Kurulu üyeleri neyi tartışıp da, tartışma sonunda % 14 faiz kararını verdiler ?

TCMB VE BANKALARIN FAİZLERİ

TCMB gösterge faizlerini % 14’de tutmasının elbette k bir izah tarzı vardır. TCMB’nin politika faizi % 14 ancak sadece gösterge faizi olarak yer alan bu faizi daha da düşürseniz ekonomimiz daha iyi mi olacak? Elbette olmayacak. Çünkü TCMB politika faizini % 14 olarak belirleyerek TCMB’den borç alan kurumlara bu politika faizi uygulanmakta, ancak TCMB ve Türk Eximbank kurumları dışında kullanılan faizler politika faizlerin oldukça üzerindedir. Politika faizlerinin çok üzerinde derken 1 veya 2 puan şeklinde değil, tüketici kredileri, ticari faizler, çeşitli nam altında verilen faizler % 25 ila % 50 arasında değişkenlik göstermektedir.

Kredi faizleri açısından bakıldığında % 14’lük politika faizleri ile % 25 ila % 50 arasında değişkenlik gösteren çeşitli nam altında verilen faizler hemen hemen ikiye katlanmış durumda.

Anlayacağınız TCMB’nin gösterge faizi olan % 14 lafta kalmış. Yukarıdaki tablodaki faizleri gördünüz… Kredi faizleri % 52.24 ila % 34.58 arasında değişiyor.

DÜNYA ÜLKELERİNİN MERKEZ BANKALARI FAİZLERİ KOŞULLARA GÖRE DEĞERLENDİRİYORDünya ülkelerinin merkez bankalarının büyük çoğunluğu faizlerini arttırma yoluna gitmişlerdir. Çünkü piyasa koşulları böyle.

Faizler koşullara göre değerlendirilmeli ve piyasa ile bilek güreşi yapılmamalı. Sadece TCMB’nin politika faizi % 14, ancak piyasadaki diğer tüm faizler sürekli yukarı yönlü hareket ettiler.

Öyle anlaşılıyor ki ülkemizde yedi aydır piyasa koşulları hiç değişmeden hep aynı kalmış.

Sizce de öyle mi?

ENFLASYONİST BİR ÜLKEYİZ

Ülkemizdeki makyajlı resmi enflasyonun dahi dudak uçuklatan bir seviyeye geldiği günümüzde, diğer dünya ülkelerinin merkez bankaları faizlerini arttırma yoluna giderken, ülkemizdeki TCMB PPK faiz oranlarını % 14’de sabit tuttuğu bir piyasada bırakın yabancı yatırımcının ülkemize sermaye getirmesini, bilakis yabancı sermaye ülkemizi terk edecektir.  Yabancı yatırımcı neden gelsin ülkemizin piyasalarına? Hem enflasyonist bir ülkeyiz hem de CDS risk primimiz her geçen gün yükseliyor.

CDS Risk Primimiz yüksek seyrediyorsa, ortada bir sorun vardır.

REŞAT BAĞCIOĞLU

 

Ticaretle ilgili alım-satım ve danışmanlık taleplerinizi https://satinalmadergisi.com/ticaritalep/ sayfasından iletebilirsiniz.

Serbest Ticaret Anlaşmaları ve Doğrudan Nakliyat Kuralı

Gümrük Birliği

1980’li yıllardan itibaren Türkiye, ithal ikameci sanayi politikalarından, ihracata dayalı büyüme modellerini benimsemeye başlamasıyla birlikte, ekonomik olarak dünya ülkeleri ile entegrasyon sürecine girmiştir. Bu entegrasyonlardan Türkiye için en önemli olanları ise Gümrük Birliği (GB) ve ardından imzalanmaya başlanan Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) olmuştur. GB’nin temelleri 1963 yılında yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile atılmış, sonrasında ise Katma Protokol ile GB’nin detayları belirlenmiştir.

1/95 sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Kararı (OKK) ile gümrük birliğinin geçiş süreci tamamlanarak 1996 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. Gümrük birliği, üye ülkelerin mallarının tek bir gümrük alanı içerisinde her türlü tarife ve eşdeğer vergiden muaf olarak serbestçe dolaşabilmeleri ve tarafların üçüncü ülkelerden gelen ithalata yönelik aynı tarife oranları ile aynı ticaret politikasını ve ortak gümrük tarifesini uygulamalarıdır.

Bununla Birlikte; Türkiye gümrük birliğini tesis eden 1/95 sayılı OKK ile birtakım yükümlülükler altına girmiş bulunmaktadır.  Bu bağlamda söz konusu Kararın 16. Maddesinde; ‘‘Türkiye, ticaret politikasını Topluluğun ticaret politikasıyla uyumlu hale getirmek amacıyla, bu Kararın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş yıl içinde, Topluluğun tercihli gümrük rejimine aşamalı olarak uyum sağlar. Bu uyum hem otonom rejimleri hem de üçüncü ülkelerle yapılan tercihli anlaşmaları kapsar. Bu amaçla Türkiye gerekli tedbirleri alacak ve ilgili ülkelerle karşılıklı yarar esasına göre müzakerelerde bulunacaktır.’’ Hükmü bulunmaktadır.

Serbest Ticaret Anlaşmaları

Serbest Ticaret Anlaşması, ülkeler arasında karşılıklı ticaretin kolaylaştırılması ve geliştirilmesi amacıyla, iki ya da daha fazla ülke tarafından imzalanan, taraf ülke menşeli malların ithalat ve ihracatlarında bir takım vergisel avantajlar sağlayan sözleşmeler olarak tanımlanabilir. Serbest Ticaret Anlaşmalarının Gümrük Birliğinden farklı yönü ise vergisel avantajların göre menşe kriterine göre uygulanmasıdır.

Menşe ise gümrük ve dış ticaret camiasında eşyanın ekonomik milliyeti olarak tanımlanmaktadır. Eşyaların menşe ülkesi ile geldiği ülke kavramları aynı değildir. Örnek vermek gerekirse Brexit süreci sonrası Avrupa Birliği’nden ayrılan İngiltere ile ülkemiz arasında imzalanan STA sonrasında İngiltere menşeli sanayi ürünlerinin ülkemize ithalatında üçüncü ülkelere uygulanan gümrük vergileri ödenmeden işlemler gerçekleştirilir. Ancak Çin menşeli sanayi ürünlerinin İngiltere’den ülkemize ithalinde STA kapsamında vergisel avantajlar söz konusu olmayacaktır. Bununla birlikte, Çin’den temin edilen ve İngiltere’de gördüğü işlemler sonucunda İngiltere menşei kazanan ürünler de STA kapsamında alım satıma konu olduğunda vergisel avantajlardan faydalanabilecektir. Yine Güney Kore ile imzalanan STA sonrasında Türk menşeli ürünlerin ülkeye ihracatında diğer ülkelere uygulanan gümrük vergisi ve diğer eş etkili vergiler Türk menşeli ürünlere uygulanmaz.

Ülkemiz tarafından bugüne kadar 38 Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmış olup, 11 STA ise bu ülkelerin Avrupa Birliği’ne üye olmaları nedeniyle feshedilmiştir. Çünkü AB üyesi olan ülkeler Gümrük Birliği üyesi olduğu için bu ülkelerle yapılan ithalat ve ihracat işlemleri gümrük birliği çerçevesinde işlem görmeye devam edecektir. Şu an itibari ile ülkemiz tarafından imzalanan 22 STA yürürlükte bulunmaktadır.

Yürürlükte Bulunan Serbest Ticaret Anlaşmaları

EFTA (1992) Karadağ (2010)
İsrail (1997) Şili (2011)
Makedonya (2000) Moritus (2013)
Bosna Hersek (2003) G. Kore (2013)
Tunus (2005) Malezya (2015)
Filistin (2005)  Moldova (2016)
Fas (2006) Faroe A. (2017)
Mısır (2007) Singapur (2017
Arnavutluk (2008) Kosova (2019)
Gürcistan (2008) Venezüella (2020)
Sırbistan (2010) Birleşik Krallık (2021)

Doğrudan Nakliyat Kuralı

Doğrudan nakliyat kuralı anlaşmaya taraf ülkeler arasında tercihli ticarette, ülkeler arasında eşyaların doğrundan taşınmasını ifade eder. Bununla birlikte, tek bir sevkiyat kapsamı ürünler, aktarılması veya geçici depolanması yoluyla, ancak transit geçtiği ya da depolandığı ülkede serbest dolaşıma girmemiş olmaları, eşyayı muhafaza etmeye yönelik işlemler dışında herhangi bir işlemden geçmemiş olmaları kaydıyla, anlaşmaya taraf olmayan üçüncü ülke üzerinden nakledilebilir. Eşyaların üçüncü bir ülkeden transit olarak gelmesi durumunda ise, tercihli ticaretten yararlanılması için aşağıdaki belgelerden birinin temin edilmesi gerekecektir.

Menşeli ürünlerin taraf olmayan ülkelerde aktarılmaları veya depolanmaları ile bağlantılı koşulları ispatlayan bir belge,

İhracatçı ülkede düzenlenmiş transit ülkesi geçişini kapsayan tek bir sevk evrakı,

Transit ülkesinin gümrük yetkililerince düzenlenen İşlem Görmemişlik Belgesi (Non Manipulation Certificate-NMC)

Eşyaların anlaşmaya taraf olamayan üçüncü ülkeler üzerinden gelmesi durumunda yukarıda sayılan belgelerden birinin temin edilememesi halinde STA kapsamında tercihli tarifeden yararlanılamayacak ve diğer ülkelere uygulanan oranlar üzerinden gümrük vergileri tahsil edilecektir. STA kapsamında tedarik edilecek ürünler için ithalatçıların, mutlaka lojistik süreçlerini de takip ederek, eşyaların üçüncü ülkeden gelmesi durumunda menşe belgeleri/menşe beyanları ile birlikte yukarıda sayılan belgelerden birini temin etmesi gerekmektedir.

İlker ÇOLAKVERMİŞ

Sera Gazı Envanteri Hazırlama Süreci

Sera gazı envanteri, bir kuruluşun faaliyetlerinden ötürü atmosfere saldığı veya atmosferden uzaklaştırdığı sera gazı miktarlarıyla ilgili yaptığı muhasebe çalışmasıdır. Bu envanter, kuruluşun belirli bir hesaplama dönemi boyunca (genellikle 1 yıl) atmosfere bıraktığı her birim kirletici miktarını kaynağına göre listeler. Sera gazı envanterinin sonuçları, kuruluşun tüm paydaşları tarafından farklı amaçlarla değerlendirilir ve kullanılır. Örneğin, politika yapıcılar karbon emisyon eğilimlerini izlemek, azaltma stratejileri ve politikaları geliştirmek ve ilerlemeyi değerlendirmek amacıyla kuruluşların hazırladığı envanterleri incelerler. Sorumlu yatırımcılar, bir şirkete yatırım yapmadan önce kuruluşların sürdürülebilirlik performansını, bunun bir parçası olarak hazırladıkları sera gazı envanterlerini kullanır.

Envanterler sadece kuruluş düzeyinde değil, topyekün olarak bir ülkenin emisyon faaliyetlerini değerlendirmek için de hazırlanır. Ulusal envanterlerin raporlanması, UNFCCC bağlamında sera gazı emisyonu yönetim sürecinin bir parçasıdır. Envanterler, azaltım hedeflerine yönelik ilerlemeyi izlemek ve ülkelerin iklim finansmanı mekanizmalarına erişmesini sağlamak için kullanılır.

Sera gazı envanterleri, tüm antropojenik yani insan kaynaklı sera gazı emisyonlarını yıllık olarak raporlar. Neredeyse tüm sektörlerde ve faaliyet alanı fark etmeksizin tüm kuruluşlarda hazırlanabilir. Fakat emisyon değerlerinin çok yüksek olduğu endüstrilerde hazırlanması, doğrulanması ve karbon politikalarında referans olarak kullanılması, küresel iklim değişikliğiyle mücadele noktasında çok daha önemlidir. Bu bağlamda, enerji, kimya, otomotiv, demir çelik, alüminyum, tarım arazisi değişkliği, ormancılık ve atık işleme sanayilerinde sera gazı envanteri hazırlamanın çok daha kritik bir önemi haizdir.

Envanter içerisinde karbondioksit, metan, nitröz oksit, ozon, kloroflorokarbonlar, hidroflorokarbonlar gibi küresel ısınma potansiyeli (GWP) yüksek ve atmosferde en büyük sera etkisi oluşturan gazlar yer alır. Bu gazların her birinin farklı kaynağı vardır; yani her biri farklı bir proses sonucu ortaya çıkar ve kontrollü bir şekilde muhafaza edilmediği ya da farklı bir sürecin girdisi olarak değerlendirilmediği takdirde atmosfere salınır. Örneğin, karbondioksit esas olarak yanma prosesleri sonucu yoğun miktarda ortaya çıkar. Metan gazı tarım ve hayvancılık faaliyetleri sonucu ve atık depolama sahalarında oluşur. Envanter içerisinde şimdilik değerlendirmeye alınmayan bazı emisyon kalemleri de bulunmaktadır. Örneğin, kısa döngülü biyokarbon (bitki biyokütlesi kaynaklı karbondioksit salımı gibi) ve uluslararası denizcilik ve havacılık faaliyetleri halihazırda envanter kapsamından muaf tutulmuştur.

Sera gazı envanterlerinin nasıl hazırlanacağına ilişkin uluslararası literatürde çok sayıda kılavuz doküman ve standart yer almaktadır. Bunlardan en önemlisi ISO 14060 serisi standartlarıdır. Bu standartlar, sera gazı emisyonlarının doğru bir şekilde ölçülmesi, raporlanması, doğrulanması gibi kuruluşlara ve ilgili diğer paydaşlara (sera gazı doğrulaması yapan kuruluşlar gibi) yol göstermektedir. Bu çerçevede, sera gazı envanterlerinin doğru, kapsamlı, şeffaf, tutarlı ve güvenilir bir şekilde hazırlanması için ilkeleri, usul ve esasları tanımlar. Yine PAS 2050 ve PAS 2070 gibi standartlar da sera gazı emisyonlarının doğru bir şekilde ölçülmesi ve herkes tarafından anlaşılması ve amacına uygun şekilde kullanılması için muhasebeleştirilmesini sağlar.

Envanter hazırlama süreci oldukça kapsamlıdır ve hazırlayan tarafların (kuruluş, yerel yönetim, planlayıcılar, politika yapıcılar vs) bu çalışmayı sistematik olarak yürütmesi gerekmektedir. Bunun için temelde izlenmesi gereken adımları şöyle özetleyebiliriz:

  • Kapsamın belirlenmesi ve envanter planının oluşturulması: Kurumsal raporlamalar için sera gazı emisyonu muhasebe standartlarının ve yöntemlerinin incelenmesi gerekir. Bu bağlamda, organizasyonel ve operasyonel sınırlar ve raporlama dönemi belirlenmelidir. Raporlama yapılırken envanter sonuçlarının ilerleyen zamanlarda üçüncü taraf doğrulama kuruluşları aracılığıyla doğrulanması gerekeceği unutulmamalıdır.
  • Verilerin toplanması ve sera gazı emisyonlarının ölçülmesi: Verilerin hangi yöntemle ve nasıl toplanacağına ilişkin bir plan belirlenmelidir. Bu planda yer alan yöntemler, araçlar ve rehberlik materyalleri kullanılarak veriler toplanmalıdır. Veri toplama alanları tesisler, süreçler, ürün ve hizmet kullanımları vs olabilir. Emisyon kaynakları ve faktörler belirlenmeli ve somut emisyon verileri hesaplanmalıdır. Ayrıca, envanter bütünlüğü açısından hangi verilerin eksik olduğu ve bunların nasıl tamamlanacağı tespit edilmelidir.
  • Envanter yönetim planının geliştirilmesi: Veri toplama prosedürleri ve dokümatasyon süreci bu plan ile resmileştirilir. Envanter Yönetim Planı (IMP), kuruluşların kaliteli, bir sera gazı envanterini tamamlama sürecini tanımlar. Kuruluşlar, sera gazı verilerini toplama, hesaplama ve sürdürme sürecini kurumsallaştırmak için bir bu planları kullanır. Tipik bir sera gazı envanter planı şu bölümlerden oluşur: Organizasyonel bilgiler, sınır koşulları, emisyon ölçümü, veri yönetimi, referans yıl bilgileri, yönetim araçları, denetim ve doğrulama.
  • Envanter hazırlandıktan sonra sera gazı emisyonu azaltma hedeflerinin belirlenmesi, ilerlemenin takip edilmesi ve raporlanması için birtakım çalışmalar yapılır. Örneğin, envanter sonuçlarının bağımsız doğrulama kuruluşları aracılığıyla doğrulanması sağlanır. Sonuçlar ilgili paydaşlara ulaştırılır ve kurumun sera gazı emisyonu azaltma hedefleri kamuoyuyla paylaşılır.

Dilek AŞAN

İK Fonksiyonları, Pandemi ve Kurumsallaşma…

Türkiye’de tam da VUCA (VUCA kavramı, Değişkenlik (Volatility), Belirsizlik (Uncertainty), Complexity (Karmaşıklık) ve Muğlaklık (Ambiguity) olarak açıklanır. İlk kez ABD ordusu tarafından Soğuk Savaş’ın bitmesiyle ortaya çıkan VUCA kavramı günümüzde belirsizliklerle dolu iş dünyasını tanımlamak için kullanılır.), “Toksik İşyeri Kültürünün Yüksek Maliyeti”, çalışan sirkülasyonu, çalışma saatlerinin azaltılması, özerklik…vb. konularla yükseklerden uçarken Dünyayı birdenbire bir pandemi gündemi sarıverdi.

Dünya geneline yayılan COVID-19 salgınının Türkiye’de tespit edilen ilk vakası Sağlık Bakanlığı tarafından 11 Mart günü açıklandı. Ülkedeki virüse bağlı ilk ölüm ise 15 Mart 2020’de gerçekleşti. Vaka sayıları binli rakamlara ulaşmadan ülke genelinde kapanmalar başlarken çalışan dünyasında kaos başladı. İlgili bakanlıklar denme yanılma yoluyla ve dış dünyayı da takip ederek bir takım önlemler almaya çalışırken aşılar, maskeler ve bireysel özgürlüklerin sınırlandırılması tartışmaları, tedarik zincirindeki kopmalar, emtia fiyatları, konteyner ve navlun ücretlerindeki patlamalar ve arkasından işletmelerin açık tutulmaya çalışılması kaygısı en öncelikli gündem oldu.

İşte tam bu noktada şirketlerde/işletmelerde yıpranmada önceliği İK ve İK Fonksiyonlarına verdik. İK, ülke yönetimindeki bakanlıkların mikro seviyede rollerini üstlenmeye başladı. Çalışma, iç işleri, sağlık ve eğitim bakanlıklarının bir nevi işletmeler içinde temsilciliğini yapmak zorunda kaldı. Daha önceleri de bu görevlerin yansımaları vardı ama kimse farkında değildi. Bu işler sırdan işler olarak bir uzman seviyesinde yapılagelen işlerdi.

Özellikle üretim ve hizmet sektörü İK’nın ne menem bir departman olduğunu bir musibet ile bir daha hiç unutmamak üzere anlamaya başladılar. İK yapısı hazırlıklı olan işletmeler bu süreci görece daha rahat yönetirken diğer işletmelerde kaos hakim oldu. Olmaya da  devam ediyor. Henüz süreç bitmedi…

Peki tüm bunları neden anlatıyorum? Çünkü İK tam hızını almış giderken, şirketlerde kurumsallaşma ve eğitim gibi konulara insan kaynağı ve hatırı sayılır bütçeler ayrılmaya başlanmışken tekrar bir duraklama ve hatta gerileme dönemi başladı. İK fonksiyonlarını ya bir tarafa bırakmak zorunda kaldı ya da sadece birkaçını yerine getirmekten başkaca ilgilenmeye ve yerine getirmeye zamanı kalmadı. Hepimizin bildiği üzere ülkelerin ekonomi ve demokrasi alanlarındaki gelişmişlik düzeyleri hem resmi hem de özel işletmelerine de çok benzer bir şekilde matematiksel bir deyim kullanacak olursak, birebir örten şeklinde seyretmektedir. Yabancı sermayeli (Menşeine göre) ve üretim dışı işletmelerde çok tabidir ki istisnalar bulunmaktadır.

Satınalmada olduğu gibi (Doğru ürün, miktar, biçim, zaman, kaynak, yol(HDKTU), fiyat), IK’nında yedi temel fonksiyonu var. Bunlar; Seçme Yerleştirme, Özlük -İş Kanunu ve Diğer Kanunlara Uyum, Oryantasyon (Tutundurma), Ücret Yönetimi, Performans Yönetimi, Kariyer Yönetimi ve Eğitim ve Gelişim Yönetimi.

Bu fonksiyonları çalışmayan bir kurumdan kurumsal bir işletme diye bahsetmek kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramaz. Yine bu fonksiyonların performansı da kabaca sizin kurumsallık ölçünüz olabilir. (Tek başına yeterli olmasa da temel parametrelerdir.)

Seçme yerleştirme fonksiyonu altındaki süreçleriniz, kullandığınız araçlar ve de tutum ve davranışlar.

Özlük ve Yasal sürece uyumunuz her şey bu noktada başlıyor; bu fonksiyon kısmen veya belli düzeyde savsaklanıyorsa diğer fonksiyonlar bir bataklığın üzerine kurulmuş temektir.

Oryantasyon: Evinize ilk defa gelen bir misafiri düşünün, zorunda kalmazsa lavaboya bile gitmekten imtina edecektir. Her işletme bir ilkler dünyasıdır. İlk deneyimlerinizi bir aklınızdan geçirin ve sizde bıraktığı izlenimleri hatırlayın. Politikalar, talimatlar ve yazılı-yazılı olmayan kurallar. Negatif insanlara karşı bile önlem almak gerekebilir. “Yeniden doğulmaz. Doğsan bile n’olacak? Seni iki senede, iki senede değil, iki günde aynı insan ederiz. Aynı kendini düşünen, aynı haris, aynı kıskanç, aynı kötü huylu, aynı sarhoş, aynı budala oluverirsin. Seni aynı hastalıkla yıkmak için elimizde her şey var.”― Sait Faik Abasıyanık

Ücret Yönetimi: Ülkemizde ve dünyada üzerinde en çok tartışılan fonksiyon. Özellikle dünyanın enflasyon sarmalına girdiği günümüzde çok tartışılmaya başlayan bir konu. Tüm ülkelerde hükümetler uzun yıllar sonra asgari ücret saatlerini güncellemek zorunda kalmışlardır. “ABD’de Kongre’nin 2009’dan beri değişmeden bıraktığı, saat başına 7,25 dolarlık mevcut federal asgari ücreti çok aşıyor. Federal düzeyde bir eylemin yokluğunda, birkaç eyalet ve bölge asgari ücretlerini artırdı. Şu anda, Washington, DC, saatte 15 dolarla başı çekiyor.” (https://www.shrm.org/hr-today/news/all-things-work/Pages/navigating-the-minimum-wage-decision.aspx)

Ülkemizde özellikle örgütsüz ve kurumsallaşamamış işletmelerde bu konu konuşulması en mahrem konulardan biri olarak hala karşımızda bir duvar gibi dikilmektedir. Sektör ve bölge bazlı saat ücretleri belirlemediğimiz sürece de kanımca çok konuşacağımız konulardan biri. Ülkemizde iyi niyetli denemeler olsa da akademik anlamda ciddi sıkıntı yaşadığımız konulardan biri.  Ancak iş görenlerin buradaki temel beklentisi, eşit işe eşit ücret; klişe olacak ama hiçbir ayrımcılık yapmadan olabildiğince adil bir ücret sistemi her bir işletmede temel beklenti olarak karşımıza çıkmaktadır.

Performans Yönetimi: Çalışanların en çok şikâyet ettikleri konulardan biridir. En çok ben çalışıyorum, hiç hastalanmadım, en çok ben katkı sağlıyorum…vb. fakat yanımdaki arkadaşım bütün gün savsakladığı halde aynı ücreti alıyoruz, aynı takdire maruz kalıyor…vb. İş gören tutum ve davranıştan tutunda üretim hattındaki eforuna kadar adil ve objektif bir şekilde değerlendirilmek ve doğal olarak da bununda ücret sistemine bir etkisi olmasını bekliyor. Genelde işletmeler ya mükemmeli ararken bu fonksiyonu yerine getirmekten ya ik yetersizliğinden ya da maliyet artırıcı bir uygulama olduğunu düşündüklerinden görmezden geliyorlar.

Kariyer Yönetimi: İçinde bulunduğumuz pandemi dünyasında en çok konuşulan konulardan biri de “Büyük İstifa Dalgası”. Özellikle Kuzey Amerika Kıtası ve Avrupa’da klasik iş mi önce gelir, aile mi? Sorusuna çok net bir yanıt verdi ve aile dedi. Bu sebeple uzaktan çalışmak daha fazla insani ve boş zaman yaratmak uğruna orta ve üst kademe yöneticiler istifa etmeye ve bu şartları sağlayan veya görece sağlayan şirketleri tercih etmeye başladılar ve hatta bir çok  beyaz yakalı; geçmişte edindikleri birikimlerini tüketme karşılığında uzun süren işsizliği bile göze almış durumda bu arayışa devam ediyor. Çünkü pandemiye karşı hükümetlerin ve işletmelerin ticari hayatlarını devam ettirmek adına aldığı kararların yasallığından tutunda tüm kazanılmış hakların askıya alındığı ve bunun zorbalığa kadar uzandığı tartışmaları yapılmaya başlandı. Bazı ülkelerde bu yönde alınan önlemlere karşı yapılan eylemleri de yakından takip ettik.  Tüm bu süreçler çalışanlar başta olmak üzere tüm insanları bıkma ve tükenme sendromuna sürükledi. Ardından soruların sayısı artmaya başladı.

Aslında kariyer planlamada; çalışanlar, işletmelere İK’nın temel fonksiyonlarını ne derece uygulamakta olduklarını sorgulamaya başladılar. İş görüşmelerinde aday değil işletmeler soru yağmuruna tutulmaya başlandı. Uzaktan görüşme yapmayan (En azından ilk görüşmede) firmalar elendi. Hibrid veya karma çalışmaya bakış açınız nedir? Uzaktan da olsa çalışma saatlerine saygı, benim için kariyer planınız nedir? Bana bir kariyer haritası verebilecek misiniz? Perfomans sisteminiz ve sosyal paketlerle bağlantısı özetle bana ve geleceğime ne sunuyorsunuz? Neden sizi tercih edeyim? Sorularının karşılığını vermeniz/verebilmenizdir kariyer yönetimi.

Tüm bunlar toptancı bir kariyer planlamadan aday bazlı kariyer planlamaya ve yetenek yönetimi-yetenek çekme dediğimiz kavramlara daha fazla eğilmemiz gerektiğini daha da gündeme getirdi. Özetle ben sana hayatımı veriyorum sen ne koyuyorsun masaya!

“…Masa da masaymış ha/ Bana mısın demedi bu kadar yüke/Bir iki sallandı durdu/Adam ha babam koyuyordu” E.Cansever.

Eğitim ve Gelişim Yönetimi: Kariyer yönetimi, performansın yönetimi ve eğitim gelişim yönetimi biri olmadan diğerinin anlamsız kaldığı bir süreçler bütünüdür. Kariyer planı yaptınız, sonra performans ölçtünüz eksik ya da aksayan yönleri de eğitim ve gelişim fonksiyonuyla gidermeniz gerekecektir. Bir iş görenin kariyer haritasında yol alması için gerekli yetkinlikleri kazandırmak bu yetkinliklerin beklentileri karşılayamaması ve ya daha farklı yetkinlikler edinmesi beklendiğinde imdadımıza yetişen fonksiyondur.

Örneğin işe alımlarda pozisyonda istenen beş yetkinlikten üçünü karşılayan ya da tamamını karşılayan ancak iki tane yetkinlik kısmen beklentiyi karşılayan durumlarında işe alım yapmak durumunda kalabilirsiniz. İşte bu eksikleri eğitim ve gelişim fonksiyonu ile edindirmek gerekir.

Eğitim ve Gelişim fonksiyonunun bir akademi mantığında çalışması ve yetkinliklerin güncellenmesi ve de yetenek ve yetkinlik  boşluğu oluşan alanlarda yetiştirme ve geliştirme yapması da trendler arasına girmiştir. Öyle ki gelecekte ihtiyaç duyulabilecek yetkinliklerin tahminlerini (forecast) yapıp ön almaları zirvedir.

Dolaysıyla İK ciddi bir ekip işidir. Bir kişide tüm bu fonksiyonları karşılayacak yetkinliklerin olması eşyanın doğasına aykırı bir durumdur. Şimdi kendi işletmenizin bu yedi temel fonksiyondan kaçını uygulayabildiğini puanlamak sizin işiniz. Karşılığı kurumsallığınız hakkında size ayna tutacaktır.

Bilim insanlarının ortak açıklaması, sonbaharda havaların biraz daha soğumasıyla; pandeminin tekrar başa dönebileceği yönündedir. Yani yine maske yine mesafe ve yine hastaların üretime katılamaması mevcut çalışanlarla iki vardiya çalışmak zorunda kalmaları gerçeği bizi beklerken; üretim ve hizmet sektöründe İK yine ancak ve ancak işe alım-çıkış, özlük ve yasal uyum ve pandemi önlemleriyle uğraşmaktan öteye yol alamayacak gibi görünmektedir. Bu durum İK departmanlarının diğer departmanlara göre daha çok yıpratmaktadır. Şirketlerin tepe yönetimi ile çalışanlar arasında kalmak ve herkesin “İKcı” olması durumu.

Özetle şimdiden hazırlık yapan işletmeler ve Lojistik & tedarik zinciri üzerine çalışan işletmelere tavsiyem mevcut norm kadrolarının üzerinde bir istihdam yüküne katlanmaları yönünde olacaktır. Hali hazırda özellikle ciddi bir “teknik yetkinlikleri olan mavi yaka” darboğazı varken elinizdekileri kaçırmayın derim.

Sinan KARA

İK Direktörü

HST Eğitim Danışmanlık