Dijital Minimalizm: Teknoloji Yorgunluğu Çağında Verimlilik
Olgar ATASEVEN
Girişimci, İş İnsanı, Yazar, Konuşmacı
Hayatımız hiç olmadığı kadar dijitalleşti. Sabah gözümüzü açtığımızda elimizin ilk gittiği şey telefon. Bildirimler, mesajlar, e-postalar… Gün daha başlamadan beynimiz bilgi bombardımanına tutuluyor. İşin garip yanı, bu yoğunluğu yönetmek için de yine dijital araçlara başvuruyoruz. Bir noktada teknoloji bize yardımcı olmaktan çok yük olmaya başlıyor. İşte buna bugün artık net bir isim veriyoruz: “teknoloji yorgunluğu.”
McKinsey’in 2023 raporuna göre beyaz yaka çalışanların %60’ı günde 6 saatten fazla ekran başında kalıyor. Daha da çarpıcı olan, bu çalışanların %45’i gün sonunda “zihinsel olarak tükenmiş” hissediyor. Dünya Sağlık Örgütü ise ekran süresinin ve sürekli çoklu görevin anksiyeteyi %30 oranında artırdığını ortaya koyuyor. Yani teknoloji bize hız ve erişim sağlıyor ama beraberinde ciddi bir zihinsel bedel ödüyoruz.
Burada sorulması gereken asıl soru şu: Biz teknolojiyi mi kullanıyoruz, yoksa teknoloji mi bizi kullanıyor?
Dijital Yorgunluğun Anatomisi
Teknoloji yorgunluğu aslında çok boyutlu bir mesele. Hepimizin hissettiği o bitkinlik sadece yoğun çalışmaktan kaynaklanmıyor. Yoğun çalışmanın dışında 3 temel alan bizlerin daha fazla yorulmasına sebep oluyor. Peki bunlar neler?
- Sürekli Bildirimler: Stanford Üniversitesi’nin bir çalışmasına göre, bir bildirim geldiğinde dikkatinizi yeniden toplamanız ortalama 23 dakika sürüyor. Günde onlarca bildirim aldığımızı düşünürsek, verimliliğin nasıl düştüğünü hayal edebilirsiniz.
- Zoom Fatigue: Pandemi sonrası hayatımıza giren online toplantılar, iletişimi kolaylaştırdı ama aynı zamanda sürekli ekrana bakmanın getirdiği farklı bir tükenmişlik yarattı. Göz teması, beden dili ve ekran üzerinden enerji aktarımı… Hepsi farklı bir zihinsel yorgunluk yaratıyor.
- Çoklu Görev Baskısı: “Aynı anda birden fazla iş yapabilirim” yanılgısı. Aslında beyin hiçbir zaman tam anlamıyla çoklu görev yapamaz. Bu sadece işler arasında çok hızlı geçiştir ve bu da enerji tüketimini artırır.
Burada çok kısa bir şekilde toparlama yaparsak; dijital yorgunluk, sadece teknolojiyi çok kullanmaktan değil; onu nasıl kullandığımızdan kaynaklanıyor.
Dijital Minimalizm Nedir?
İşte burada devreye “dijital minimalizm” giriyor. Kavramı ilk ortaya atanlardan biri Cal Newport. Cal Newport, Georgetown Üniversitesi’nde bilgisayar bilimi profesörü olan ve aynı zamanda üretkenlik, odaklanma ve dijital minimalizm üzerine yazdığı kitaplarla tanınan bir yazar. Özellikle Deep Work ve Digital Minimalism adlı eserleri ile, teknoloji çağında dikkat yönetimi ve verimli çalışma kültürü konularında küresel çapta büyük etki yarat bir bilim insanı. Newport’un söylediği şey basit: Teknolojiyi reddetmek değil, bilinçli seçimlerle yönetmek.
Dijital minimalizm, hayatımıza şunu sorarak bakmamızı öneriyor: “Bu uygulama, bu toplantı, bu dijital araç benim hayatıma gerçekten değer katıyor mu?”
Eğer cevabınız hayırsa, o teknolojiyi ya hayatınızdan çıkarmalı ya da minimum seviyeye indirmelisiniz. Daha az ama daha anlamlı dijital etkileşim… İşte formül bu.
Bireyler için bana uygulaması daha kolay gibi gözüküyor. Ama asıl konu bence şirketleri ilgilendiriyor. Çünkü birey kendi ile ilgili kararlar alsa da şirket kurallarına uymaması ihtimalinde yapacağı birşey kalmıyor. Bu sebepte dolayı şirketler için dijital minimalizm artık bir lüks değil, bir zorunluluk haline geldi. Çünkü teknoloji yorgunluğu sadece bireyi değil, kurumsal verimliliği de tehdit ediyor. Bakın aşağıdaki 3 konu bile hayatımızdaki yorgunluğun belirleyicileri arasında.
- Toplantı Kültürü: Harvard Business Review araştırması, yöneticilerin haftalık zamanlarının %72’sini toplantılarda geçirdiğini söylüyor. Ancak bu toplantıların %50’si çalışanlar tarafından “gereksiz” görülüyor. Dijital minimalizm burada devreye girip, toplantı sürelerini kısaltmayı, bazılarını tamamen iptal etmeyi öneriyor.
- E-posta Diyeti: Ortalama bir çalışan günde 120 e-posta alıyor. Bunların sadece %40’ı gerçekten işine yarıyor. Bazı şirketler artık “e-posta orucu” günleri uyguluyor. Çalışanlar sadece belli saatlerde e-postalarını kontrol ediyor.
- Kurumsal Dijital Detoks: Dünyada bazı şirketler haftada bir gün “no meeting day” ilan ediyor. Türkiye’de de bunu yapan firmalar var. Çalışanlar o gün tamamen odaklanıyor, derin çalışmaya zaman ayırıyor.
Yani kurumlar da şunu fark etti: Her şeyi dijitalleştirmek verimliliği artırmıyor. Aksine, bazen yavaşlamak ve sadeleşmek gerekiyor. Peki, biz bireyler bu işin neresindeyiz? Dijital minimalizm aslında kişisel disiplin gerektiriyor. İşte uygulanabilir birkaç yöntem:
- Bildirim Yönetimi: Gereksiz tüm bildirimleri kapatın. Sadece gerçekten önemli olanları açık bırakın.
- Ekran Süresi Kontrolü: Akıllı telefonlar artık günlük ekran süresini ölçüyor. Bu süreyi takip etmek ve bilinçli sınırlamalar koymak önemli.
- Sosyal Medya Diyeti: Sosyal medya faydalı ama aynı zamanda büyük bir zaman tuzağı. Araştırmalar, sosyal medyada günde 2 saatten fazla vakit geçirenlerin mutluluk seviyelerinin %20 daha düşük olduğunu gösteriyor.
- Deep Work Blokları: Günde en az 2 saatlik “kesintisiz odak zamanı” yaratın. Telefonu uzaklaştırın, e-posta bildirimlerini kapatın ve sadece tek bir işe odaklanın.
- Mindfulness ve Nefes: Teknoloji molaları verin. Gözlerinizi kapatın, nefesinize odaklanın. Basit ama etkili.
Unutmayın, dijital minimalizm bir yasak listesi değil. Bir seçim listesi. Dijital minimalizm, kurumlar için “maliyet azaltma”dan öte bir stratejik değer üretir. Sadece bireylerin zihinsel yükünü hafifletmekle kalmaz; organizasyonel performansın temel göstergelerinde somut iyileşmeler yaratır. Bunu birkaç boyutta ele alalım.
Çalışan Bağlılığı ve Aidiyet:
Dijital detoks ve yapılandırılmış odak zamanları uygulayan şirketlerde çalışan bağlılığı artar; Gallup gibi araştırmalar bunu gösteriyor. Bunun arkasında yatan psikoloji basit: Çalışanlar, dikkatlerinin çalınmadığı ve işlerine anlamlı zaman ayırabildikleri ortamda daha memnun ve üretken olurlar. Yönetim bunu ölçmek için eNPS, çalışan memnuniyeti anketleri ve “deep work” saatleri doluluk oranlarını izleyebilir. Uygulama sonucu bağlılıkta %15–25 bandında artış beklenebilir; rekabetçi yetenek pazarı için bu somut bir kazanımdır.
Tükenmişliğin (burnout) Azalması ve Sağlık Maliyetleri:
Teknoloji yorgunluğunu önlemek doğrudan insan kaynağı maliyetlerini etkiler. Daha az tükenmişlik, işe devamsızlık ve işten ayrılma demektir. Örneğin dijital minimalizm odaklı programlar uygulayan şirketlerde izin kullanımında ve kısa vadeli raporlamada düşüş gözlemlenmektedir. İstihdam maliyeti ve yer değiştirme (replacement) maliyetleri dikkate alındığında, çalışan başına yıllık tasarrufları kolayca hesaplayabilirsiniz — küçülen turnover, doğrudan P&L’e yansır.
Net Karar Alma & Hız:
Daha az toplantı, daha az eş zamanlı bildirim, daha az e-posta gürültüsü demek; karar mekanizmasının daha hızlı işlemesi demektir. Kurumlarda uygulanan “saniye-kazancı” analizleri gösteriyor ki; gereksiz toplantıların kesilmesiyle haftalık karar alma süresi ve uygulama gecikmesi ciddi oranda düşüyor. Bu, özellikle pazara giriş hızı (time-to-market) ve kriz müdahalesinde ölçülebilir rekabet avantajı sağlar.
Sürdürülebilirlik ve ESG Etkisi:
Dijital sadeleşme, enerji tüketimini ve bulut kaynaklarının gereksiz kullanımını azaltır; bu da karbon ayak izinde düşüş demektir. Artan ESG standartları ışığında, “dijital verimlilik” artık finansal performans kadar kurumsal itibar için de önem taşıyor. IT spend ve cloud compute optimizasyonu, sürdürülebilirlik raporlarına doğrudan olumlu katkı yapar.
Ölçülebilir Geri Dönüş (ROI):
Dijital minimalizm yatırımı, kısa vadede eğitim, politika uygulama ve araç konfigürasyonu maliyeti gerektirir. Ancak ilk 12–18 ay içinde; azalan personel devri, artan üretkenlik, daha hızlı karar süreleri ve düşen enerji faturalarıyla yatırım geri dönebilir. Uygulama ölçümleri için önerilen KPI seti: eNPS, ortalama toplantı saati/hafta, derin çalışma saatleri/doluluk, turnover %, enerji tüketimi (kWh/ay).
Gelecek Perspektifi: Dijital Minimalizmin Evrimi — Nereye Gidiyoruz?
Dijital minimalizm gelecek için bir “moda” değil; adaptasyon stratejisidir. Teknoloji yoğunluğu artarken, seçicilik yeteneği örgütlerin ayakta kalmasını sağlayacak. İşte tam da bu noktada aşağıdaki eğilimler öne çıkacak:
AI & otomasyon dönemi, seleksiyoncu yaklaşımı gerektirir:
Yapay zekâ araçları çoğalacak; ama her otomasyon yatırımının değeri farklıdır. Geleceğin çabası, “hangi süreci otomatikleştirirsem insan yaratıcı kapasitesini en çok açığa çıkarırım?” sorusuna cevap bulmak olacak. Minimalizm, bu seçimi yapma disiplini sağlar.
Teknoloji portföy yönetimi (Tech Rationalization):
Kurullar ve CIO/CPO’lar artık teknoloji harcamasını portföy yönetimi mantığıyla görecek: her uygulama için toplam sahip olma maliyeti, kullanıcı değeri ve enerji tüketimi hesaplanacak. Çeyreklik “app rationalization” (uygulama rasyonelleştirme) süreçleri standart hale gelecek.
Etik, sürdürülebilirlik ve veri ayak izi:
Dijital minimalizm, ESG gündemi ile kesişecek. Veri merkezlerinin enerji verimliliği, gereksiz veri saklamamanın çevresel etkisi ve kullanıcı verisinin sadece gerekli ölçüde toplanması, yönetim raporlarının parçası olacak.
Liderlik yetkinlikleri evriliyor:
Geleceğin lideri, “daha fazla teknoloji” değil; “daha doğru teknoloji” diyen kişi olacak. Karar verip aynı anda vazgeçebilen, teknoloji yatırımını durdurma cesareti olan liderler öne çıkacak. Bu, klasik cesaretin yeni bir versiyonudur: vazgeçme cesareti.
İnsan–makine işbirliğinin optimizasyonu:
İnsanların derin yaratıcılık gerektiren alanlara odaklanması, rutin işlerin makineler tarafından üstlenmesi; ancak bunun ölçümlenmesi ve sürekli denetlenmesi gerekiyor. Minimalizm burada referans çerçevesi: “Bunu otomatikleştiriyorum, çünkü insana daha değerli işler bırakıyorum.”
Sevgili dostlar, teknoloji bize büyük kolaylıklar sunuyor. Ama şunu unutmamamız lazım: Teknoloji bizim hayatımızı yönetmemeli, biz teknolojiyi yönetmeliyiz. Ben kendi deneyimlerimde gördüm; bazı dönemlerde ekranı kapatıp sadece nefese, sadece insana odaklanmak inanılmaz bir fark yaratıyor. İşte dijital minimalizm, bize bu hatırlatmayı yapıyor: “Daha az, aslında daha çoktur.”
Belki de bu çağda en büyük cesaret, her yeniliğe atlamak değil, hangisini seçmeyeceğimizi bilmek. Çünkü insanın tükenişi teknolojiyle değil, teknolojiyi bilinçsizce kullanmasıyla başlar.
Olgar ATASEVEN
Girişimci, İş İnsanı, Yazar, Konuşmacı









İtirazen Şikayet Konusu; Başvuru sahibinin dilekçesinde özetle; İhale İlanı’nın 2’nci maddesinde işe başlama tarihi sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 30 gün olarak belirlenmesine rağmen 15.05.2025 tarihli zeyilnameyle Sözleşme Tasarısı’nın 10.2’nci ve Teknik Şartname’nin 8.23.1’inci maddesinde işe başlama tarihi sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 45 gün olarak değiştirildiği, ancak düzeltme ilanı yayımlanabilecek onbeş günlük süre dolduğundan tekliflerin hazırlanmasını ve ihaleye katılımı doğrudan etkileyecek işe başlama tarihine ilişkin ihale ilanı düzenlemesinin değiştirilemediği, ihale ilanı ile ihale dokümanı arasındaki işe başlama tarihine ilişkin farklı düzenlemelerin mevzuata aykırı olduğu iddialarına yer verilmiştir.
Genel sürdürülebilirlik politikalarını tüm birimlerde olduğu gibi sürdürülebilirlik faaliyetlerine de yansıtan Limak Çimento, küresel ölçekte çevresel raporlama kurumu CDP tarafından yürütülen Tedarikçi Etkileşimi değerlendirmesinde (SEA) A Listesi’ne girmeyi başardı.
“CDP SEA A Listesi’ne dahil olmamız, sürdürülebilirlik temelli iş modelimizin, şeffaflık yaklaşımımızın ve tedarik zincirinde kurduğumuz güçlü iş birliği modelinin global ölçekte kabul gördüğünü gösteriyor. Artık yalnızca bugünün değil, geleceğin iş dünyasının sürdürülebilirlik beklentilerini şekillendiren bir aktör konumundayız.”
Üretken yapay zeka, stratejik yönetim alanında giderek daha dönüştürücü bir güç haline geliyor ve liderlere karmaşık iş ortamlarını analiz etmek ve bilinçli kararlar almak için yenilikçi araçlar ortaya koymakta.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 27 nci maddesine göre; Bildirim süreleri içinde işveren, işçiye yeni bir iş bulması için gerekli olan iş arama iznini iş saatlerin içinde ve ücret kesintisi yapmadan vermeye mecburdur. İş arama izninin süresi günde iki saatten az olamaz ve işçi isterse iş arama izin saatlerini birleştirerek toplu kullanabilir. Ancak iş arama iznini toplu kullanmak isteyen işçi, bunu işten ayrılacağı günden evvelki günlere rastlatmak ve bu durumu işverene bildirmek zorundadır.
Bir dönem “geleceği düşünerek modada değişim yaratmanın zamanı” diyerek anlattığım sürdürülebilir moda, bugünlerde ne yazık ki biraz gölgede kalmış gibi görünüyor. Tüketiciler artık her yerde duydukları karbon ayak izi, geri dönüşüm, etik üretim gibi kelimelere karşı daha mesafeli. Çünkü markaların yaptığı “greenwashing” yani içi boş çevreci söylemler, güveni epey sarstı. Şu anda da zihnimizi kurcalayan soru şu: Sürdürülebilirlik artık gerçekten satmıyor mu, yoksa tüketici başka bir şey mi arıyor?


Faiz nedir sorusu ile başlayalım dilerseniz.
Faizin olmadığı bir finans piyasası zaten düşünülemez. Finans dünyasındaki kazanç faize dayalı kazançtır.
Yüksek faiz, ilk bakışta parası olan için yüksek kazanç ve yüksek getiri gibi görünse de, madalyonun öteki yüzüne bakıldığında yüksek faizin bir risk göstergesi olduğunu bilmekte yarar vardır. Ülke riski dediğimiz CDS (Credit Dafault Swap – bir borçlunun (genellikle bir hükümet veya şirket) borcunu ödeyememesi durumuna karşı koruma sağlayan bir tür finansal türev aracıdır) puanının yüksek oluşu, o ülkenin piyasaya verdiği güven konusunda alacak epey yolu olduğunu gösterir).

Geçmiş yıllara göz attığınızda tansiyonu yükselen döviz piyasasının ateşini almak için yüksek faiz politikası ile birlikte diğer döviz politikaları uygulanır.
Uraloğlu, Yeşil Kalkınma Vakfı (YEKAV) tarafından düzenlenen Sürdürülebilir Ulaşım Zirvesi’nin açılışında yaptığı konuşmada, ulaşım ve iletişim politikalarını küresel trendler ve çevresel sorumluluklar doğrultusunda şekillendirmenin öncelikli görevlerinden biri olduğunu, iklim değişikliği, artan nüfus ve sanayileşme baskısının doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımını her zamankinden daha kritik hale getirdiğini ifade etti. Son yıllardaki kuraklık, sel ve orman yangınları gibi doğal afetlerdeki artışın çevresel sorunların ekonomik ve sosyal boyutlarını gözler önüne serdiğini dile getiren Uraloğlu, “Türkiye, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde 2053 net sıfır emisyon hedefi ve Paris İklim Anlaşması’na taraf olarak iklim değişikliğiyle mücadelede kararlılığını ortaya koymaktadır.” dedi…
Uraloğlu, özellikle ulaştırma sektöründe sıfır emisyona geçiş çalışmalarını hızlandırdıklarını aktararak, “Kurumsal karbon ayak izi hesaplamasını Türkiye’de ilk gerçekleştiren bakanlık olarak çevre bilinci hizmet anlayışına liderlik etmekten de gururluyuz. İklim kriziyle mücadelede öncü bir rol üstlenerek, çevreye duyarlı, karbon emisyonunu azaltan ulaşım sistemlerini hayata geçiren projeler geliştiriyoruz.” şeklinde konuştu. Yakın bir zaman önce başlatılan “Türkiye’nin Ulaşımda Net Sıfır Emisyon Yol Haritası” projesini, Avrupa Birliği mali işbirliği çerçevesinde finanse ederek, sektördeki tüm ulaşım modlarını kapsayacak şekilde yürüttüklerini ifade eden Uraloğlu, şunları aktardı: “Bu proje, ulaşım faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonlarını sıfıra indirmeye yönelik etkili bir çerçeve oluşturmayı hedefliyor. Proje kapsamında geliştirilen emisyon modeliyle kara yolu, demir yolu, hava yolu, deniz yolu ve kent içi ulaşım modlarının mevcut durumunu analiz ederek, farklı gelecek senaryolarına göre aktivite tahminleri, araç sayısı, yakıt türü ve emisyon projeksiyonları oluşturacağız.” İfadelerini kullandı.
Bakan Uraloğlu, milli elektrikli tren setleri, elektrikli araçlar için artan şarj istasyonları, bisiklet yolları, ekolojik köprüleri, sürdürülebilir havacılık politikaları ve yeşil denizcilik projelerinin de çevre dostu ulaşım anlayışlarının somut göstergeleri olduğunun altını çizdi. Fosil yakıtlardan temiz enerjiye geçişte elektrikli araçların da kritik bir rol oynadığını kaydeden Uraloğlu, “Türkiye genelindeki toplam elektrikli otomobil sayısı da 2025 haziran ayı itibarıyla 268 binin üzerine çıktı. Yine, haziran itibarıyla da ülkemizde 31 bin 433 elektrikli araç şarj soketi bulunmaktadır. Bunların yanında yenilenebilir enerji kaynaklarını ulaşım ve altyapı projelerimizde daha etkin kullanmak için de somut adımlar atıyoruz. Örneğin günümüzde yenilenebilir enerji kaynaklarının öneminin bilinciyle, kara yollarından demir yollarına, TÜRKSAT’tan TÜRASAŞ’a Bakanlığımıza bağlı birçok kurumumuzda güneş enerjisinden faydalanıyoruz.” ifadelerini kullandı.



Birçok organizasyon, satın alma süreçlerini belirli kurallar, şemalar ve onay mekanizmaları ile tanımlar. Zaman içinde bu yapı oturur, işler rutinleşir, prosedürler ezberlenir. İşte tam da bu noktada tehlike başlar: Sistem körlüğü.