Satın alma denince akla çoğu zaman ilk gelen şey fiyattır. Pazarlıklar, indirimler, maliyet düşürme stratejileri… Tüm bunlar elbette satın alma profesyonellerinin günlük yaşamının bir parçasıdır. Ancak günümüzde artık sadece fiyat avantajı sağlamak yeterli değil. Satın alma süreçlerinde görünmeyen, hesaplara girmeyen ancak etkisi çok daha derin olan bir maliyet var: zaman.
Zaman, birim fiyatla ifade edilemez, faturaya yazılmaz, teklif formunda görülmez. Ancak doğru yönetilmediğinde, çok daha pahalıya mal olabilir. Üstelik bu maliyet yalnızca satın alma birimini değil; üretimi, satışları, müşteri memnuniyetini ve kurumun itibarını etkileyebilir. Biz satın alma profesyonelleri olarak artık sadece “ne kadar harcadık?” değil, “ne kadar zaman kaybettik?” sorusunu da sormalıyız.
Satın alma, sadece bir sipariş geçme süreci değildir. Kurum içindeki operasyonel akışı, dış tedarikçilerle olan ilişkileri ve hatta şirketin stratejik hedeflerini etkileyen bir fonksiyondur. Bu nedenle zaman, satın almanın sessiz fakat güçlü oyun kurucusudur. Bir teklifin günlerce beklemesi, onay süreçlerinin uzaması, tedarikçinin cevabını beklerken kaybedilen günler… Bunların her biri, operasyonel verimliliği gölgeler.
Üstelik bu kayıplar sadece süreyle sınırlı değildir. Her gecikme, beraberinde fırsat maliyetlerini de getirir. Pazara geç çıkan bir ürün, geciken bir üretim hattı, son anda iptal edilen bir lansman… Zaman kaybı burada yalnızca bir süreç değil, doğrudan bir stratejik risk olarak karşımıza çıkar.
Zamanı yönetmek, sadece hız kazanmak değildir. Hızlı olmak avantajdır; ancak plansız hız risklidir. Bu noktada önemli olan, doğru zamanda, doğru kararları alabilmektir. Her işi hızlı yapmaya çalışmak yerine, öncelikleri doğru sıralamak, gereksiz süreçleri sadeleştirmek, iç müşteri ile açık iletişim kurarak onay süreçlerini netleştirmek, zaman kazandıran değil, değer kazandıran adımlardır.
Bizler çoğu zaman maliyeti düşürmek adına daha fazla teklif toplarız, uzun analizler yaparız, her seçeneği ince ince tartarız. Kalite için, sürdürülebilirlik için, hesap verebilirlik için… Ancak tüm bu çaba içinde bazen süreçlerin uzamasını normalleştirebiliriz. Oysa işin bir de “hız değeri” vardır. Doğru zamanda alınmayan bir karar, geç gelen bir malzeme ya da uzayan bir müzakere, kazandığımız birkaç kuruşluk indirimi gölgede bırakabilir.
Burada devreye “zamanın stratejik değeri” girer. Zaman, yalnızca süre değil, aynı zamanda algıdır. Tedarikçiye zamanında dönen bir satın alma uzmanı, güven verir. İç müşterinin talebine hızlı yanıt veren bir ekip, stratejik ortak olarak görülür. Yönetimin ihtiyaç duyduğu verileri zamanında sunan birim, karar mekanizmasında yer alır. Zamanı yönetmek; sadece işi değil, ilişkiyi de yönetmektir.
Zaman kaybının bir başka boyutu da stres ve motivasyonla ilgilidir. Uzayan onay süreçleri, belirsiz kararlar, geç gelen geri bildirimler… Bunlar yalnızca zaman değil, enerji kaybettirir. Satın alma ekipleri bu görünmeyen baskıyı her gün yaşar. Ancak süreçler sadeleştirildiğinde, kararlar netleştiğinde, zaman yeniden güç kaynağına dönüşebilir. Bu noktada dijital çözümler büyük bir fark yaratır. Otomasyon sistemleri, teklif toplama yazılımları, yapay zekâ destekli analizler… Hepsi, zamanın verimli kullanılmasına katkı sağlar. Ancak dijitalleşmenin de bir stratejiyle yönetilmesi gerekir. Teknoloji hız kazandırır; ancak insan sezgisi, önceliklendirme becerisi ve ilişkisel zeka zamanın değerini belirler.
Zaman yönetimi, aynı zamanda öğrenmenin ve gelişmenin de parçasıdır. Bugün yaşadığımız her aksaklık, süreci yeniden yapılandırma fırsatıdır. Her satın alma uzmanı, kendi zaman kullanımını analiz ettiğinde, sadece bireysel değil kurumsal verimliliği de artırır. Zaman farkındalığı, sessiz bir liderlik biçimidir.
Satın alma süreçlerinde zaman, en sessiz ancak en etkili yatırımdır. Görünmeyen bu maliyeti görünür kıldığımızda, süreçleri dönüştürme gücümüz artar. Zamanında yapılan işler sadece iş bitirme anlamına gelmez; güven, sadakat, verimlilik ve sürdürülebilirlik kazandırır.
Zamanı bir maliyet değil, bir fırsat olarak gören satın alma profesyonelleri; kurumun hem bugünkü operasyonlarını hem de gelecekteki stratejik başarısını inşa eder. Çünkü zaman, kontrol edilemez; ancak doğru yönetildiğinde hep kazandırır.
Bizler artık fiyat kadar zamanı da konuşmalıyız. Çünkü satın almanın gerçek başarısı, sadece ne kadar ucuza aldığımızda değil ne kadar zamanında ve etkili hizmet verdiğimizde gizlidir. Ne dersiniz?
Lojistikte 5 Temel Rotalama Hatası: Verimliliği Artırmak İçin Neden ‘Akıllı’ Çözümlere İhtiyacınız Var?
Yıllardır lojistik ve taşımacılık sektörünün bir şekilde farklı senaryolarla da olsa içindeyim. Kıyısından köşesinden birçok detayı ve yapılanları izliyorum. Türkiye’nin hızlı ilerleme kaydettiği bir alan. Gözlemlerimin en başında ne yazık ki sektörün temel bazı konularda yatırım yapmaktan çekiniyor olması geliyor. Diğer taraftan, öyle ya da böyle yaşanan daha birçok başka sıkıntı var ama bence işletmelere en çok para, zaman ve kaynak kaybettiren bir sorun var ki burası hala tam anlamı ile çözülmüş değil! Routing ya da türkçesi ile Rotalama hataları! Önce bu tanımı lojistik sektörü için kısaca açalım. Rotalama (Routing), bir veya daha fazla aracın en verimli güzergahı takip ederek belirli noktalar arasında hareketini planlama sürecidir. Bu konu bir ürün, mal sevkiyatından, satış ekiplerinin müşteri ziyaretlerinin planlanmasına kadar geniş bir yelpazede işletmenin operasyonel problemlerinden biridir.
İşte tam da bu alan, şirketlerin farkında olmadan milyonlarca lira kaybetmesine ve verimsiz çalışmasına neden oluyor. Bu alanda rotalamayı GPS / araç takip sistemi boyutuna indirgeyenlerden en çok duyduğumuz, “GPS’im var, rotamı çiziyorum, sorun yok” cümleleri işletmelerin ilerlemesinin önündeki en temel engellerden birini oluşturuyor. Bu alandaki teknoloji ve gelişim çizgisini bu alana indirgeyen yapılar durumun farkında değiller. Oysa gerçek çok daha karmaşık.
Bu yazıda, firmaların rotalama süreçlerinde yaptığı en kritik 5 temel hatayı ve bunların nasıl akıllı optimizasyonlarla çözülebileceğini paylaşacağım. Bu hataların her biri, operasyonel maliyetlerinizi artırırken müşteri memnuniyetinizi de düşürüyor. Ancak doğru teknolojik çözümlerle bu sorunların üstesinden gelmek mümkün.
1. Hata: Sabit Rotalarla Çalışmak (Trafik, Hava Durumu ve Zamanı Göz Ardı Etmek)
Birçok şirket, rotalarını tarihsel verilere dayanarak oluşturuyor. Oysa İstanbul’da sabah 08.00’de işe yarayan bir rota, öğlen 13.00’te tam bir kabusa dönüşebilir. Örneklersem, bir perakende zinciri, zaman çizgisinde değişien verimlilikteki aynı rotayı 6 ay boyunca kullanınca, araçlar trafikte ortalama 2 saat daha fazla zaman harcamış olursa, sonuç; yakıt maliyetlerinin %15 arttışı olur. Müşteri memnuniyetinin düşmesini denkleme eklemedim bile. Örnekleri detaylandırısam;
Kargo firması, sabah rotalarını akşam trafiğine göre planladığı için araçlar şehir içinde gereksiz yere dolaşmak zorunda kalabilir.
Bir servis sağlayıcı, hava durumunu dikkate almadığı için yağmurlu günlerde teslimatlarını zamanında tamamlayamayabilir.
Peki, bu sorun nasıl çözülür? Gerçek zamanlı veri analizi ve dinamik rotalama teknolojilerinin devreye girmesi gerekiyor.
Gerçek zamanlı dinamik rotalama yazılımları, trafik kazaları, hava durumu ve yol çalışmalarını anlık analiz ederek alternatif güzergahlar sunar.
Yapay zeka, geçmiş verileri inceleyip “en riskli saatleri” öngörerek proaktif önlem almanızı sağlar.
2. Hata: Çok Duraklı Rotalarda ‘En Kısa Mesafe’ Tuzağına Düşmek
“En kısa yol en verimli yoldur” mantığı, lojistikte en büyük yanılgılardan biridir. Dağıtım firmasının, teslimat noktalarını harita üzerinde en kısa mesafeye göre sıraladığını durumlarda bazı noktalarda araç yük kapasitesilerinin aşıldığı, bazılarında ise bekleme sürelerinin maliyeti artırdığına çok kez şahit oldum. Bunun gibi örnekleri sıralarsam; Bir içecek dağıtım şirketinin, marketlerin yoğun olduğu saatleri dikkate almadığı için araçlarını boşta beklemek zorunda kaldığını, bir beyaz eşya firmasının, montaj sürelerini hesaplamadığı için günlük teslimat sayısını %20 azaltmak zorunda kaldığını gördük.Bu tür sorunlar, çok parametreli optimizasyon algoritmaları ile aşılabilir.
Çok duraklı optimizasyon algoritmaları, sadece mesafeyi değil; araç kapasitesi, teslimat zaman pencereleri ve sürücü dinlenme sürelerini hesaba katar.
Akıllı sıralama ile 20 duraklı bir rotada bile %30’a varan yakıt tasarrufu sağlanabilir.
3. Hata: Sürücü Deneyimini Göz Ardı Etmek
Rotaları sadece bilgisayar ekranından planlamak, sahada neler olup bittiğini anlamaya yetmez. Bir soğuk zincir taşımacılık firmasının, rotaları ofiste planlaması park yeri bulunmayan bazı bölgelerde teslimatları ciddi oranda geciktirebilir. Dolayısı ile çalışanların saha verilerini almak da çok önemlidir. Örneğin motorlu kuryelerin yoğun trafikte navigasyon cihazlarını kullanmakta zorlandığını fark etmeyen, ya da inşaat malzemesi dağıtan şirketin, araç yüksekliğini dikkate almadığı ya da şoförlerini dinlemediği için köprü altlarında sıkışma yaşayan şirketler önemli bir parayı, zamanı çöpe atmakta. Sürücülerin sahada yaşadığı sorunları çözmek için iki yönlü iletişim ve mobil entegrasyon şart.
Mobil uygulamalarla anlız sürücü geri bildirimi alarak rotaları güncellemek,
Sürücü davranış analizi ile hangi güzergahların daha verimli olduğunu öğrenmek ve bunları sisteme entegre etmek çözüm sağlar.
4. Hata: Acil Durum Planı Olmaması
Bir kaza, yol kapanması veya ani bir müşteri talebi olduğunda, alternatifsiz kalan şirketler de üzülerek söylüyorum, büyük zarara uğruyor. Black Friday / Muhteşem Cuma dönemlerinden rotaları esnek olmayan bir yapının ekstra talebi karşılayamadığı için müşteri kazandığını zannederken müşteri kaybettiğini gördüm. Ya da artan eczane taleplerini karşılamayan dağıtım şirketinin müşterisini rakibe kaptırdığına üzülerek tanık oldum. Bu vakalar için acil durumlara hazırlıklı olmak için otomatik yedekleme sistemleri ve esnek planlama gerekiyor. Şirketiniz için seçeceğiniz sistemler buna uygun olmalı. Basitçe söylersekk;
Acil durum modu olan sistemler, anında B Planı devreye alır.
Yedek araç ve sürücü atama otomasyonu ile operasyonlar kesintisiz sürer.
5. Hata: Raporlama ve Analiz Eksikliği
Gelelim sonuncusuna! Aslında bunu özellikle sadece kişilerin eski tecrübelere dayanarak rota planladığı yapılarda çok sıklıkla duyuyorum! “Rotamız iyi gidiyor” Bu eski çalışma şekilleri ile rotalarını “geleneklere göre” ayarlayan bir teknoloji ürünleri dağıtan şirketin verilerini incelendiğimizde, bazı araçların her gün %20 daha fazla km yaptığı ortaya çıktığinı görmek tüm yönetim için şaşırtıcı olmuştu. Hatta bir tekstil firmasında , rotalarını analiz etmediği için aynı bölgeye birden fazla aracın gittiğini fark etmediklerini gösterdiğimizde oldukça hayrete düşmüşlerdi. Dolayısı ile veriye dayalı kararlar almak için detaylı raporlama ve yapay zeka destekli analizler şart.
Detaylı performans raporları ile hangi rotaların kârlı, hangilerinin maliyetli olduğunu görmek için ideal veri sunar.
Yapay zeka destekli öneriler ile sürekli iyileştirme yapmak işin olmaz ise olmazıdır.
Rotalama, lojistiğin, dağıtımı olan tüm şirketlerin ve hatta sahada satış personellerinin her gün müşteri ziyaretleri yaptığı işletmelerin kalbi. Burada yapılacak küçük bir optimizasyon bile, büyük tasarruflar getirir. Eğer siz de “Neden araçlarım hep geç kalıyor?”, “Yakıt maliyetlerim neden düşmüyor?” diye soruyorsanız, belki de çözüm geleneksel yöntemleri bırakıp akıllı sistemlere geçmektedir ve bunun da vakti gelmiştir. Benzer sorunları yaşıyorsanız, bana her zaman yazabilirsiniz. Çünkü doğru rotalar, sadece yolu değil, kârınızı da kısaltır.
İstirahat Raporunu İşverene Bildirmeyen Çalışmaya Devam Eden İşçinin Sözleşmesi Haklı Nedenle Feshedilebilir mi?
Lütfi İNCİROĞLU
İşçi işveren ilişkilerinin temelini güven ilişkisi oluşturur. Güvenin temeli çökmüşse sağlıklı bir iş ilişkisinden bahsetmek de mümkün değildir. Bu kapsamda, işçi iş görme borcunu doğruluk ve bağlılık ilkesine uygun olarak sürdürmek, işveren de iyi niyet kuralları çerçevesinde işçinin hak ve menfaatlerini korumakla yükümlüdür. Elbette ki işyerinde işi yönetme hakkı işverene aittir. İşçi, işverenin yönetim hakkı kapsamında vereceği talimatlarla bağlıdır. Ancak, işverenin vereceği talimatların da hukuka uygun olması gerekir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 25’inci maddesinin (II) numaralı bendinde, ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller sıralanmış ve belirtilen durumlar ile benzerlerinin varlığı halinde, işverenin iş sözleşmesini haklı fesih imkanının olduğu açıklanmıştır. Yine değinilen bendin (ı) alt bendinde, İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi durumunda, işverene haklı fesih imkanı verdiği ifade edilmiştir. Görüldüğü üzere yasadaki haller sınırlı sayıda olmayıp, genel olarak işçinin sadakat borcuna aykırılık oluşturan söz ve davranışları işverene fesih imkanı tanımaktadır.
İşçinin istirahat raporlu olduğu süre boyunca iş sözleşmesi askıya alınmış kabul edilir. İş sözleşmesi askı halindeyken işçinin iş edimini sunma zorunluluğu olmadığı gibi, işverenin de işçiye ücret ödeme yükümlülüğü bulunmamaktadır.
İşçinin raporlu olduğu dönemde işverenin işçiyi işe çağırma yetkisi bulunmamaktadır. İşveren istirahat raporlu işçiyi işe çağırırsa, işçi işverenin bu çağrısına icabet etmek zorunda değildir.
Kaldı ki, istirahat raporlu işçinin çalıştırılması işçinin sağlık ve güvenliği bakımından sakıncalıdır. Ayrıca, istirahat raporlu işçiyi çalıştıran işveren bu durumu Sosyal Güvenlik Kurumu’na bildirmez ise, ayrıca idari para cezası ile karşı karşıya kalacaktır.
İstirahat raporlu işçinin işverenin çağrısına uymaması işverene geçerli ya da haklı nedenle fesih yetkisi vermez. Buna rağmen işverence fesih yapılırsa işveren bunun hukuki sonuçları ile bağlı olur.
Diğer yandan, işçinin aldığı istirahat raporunu işverene bildirmeyerek işyerinde çalışmaya devam etmesi halinde, her şeyden önce işyerinin güvenliğini tehlikeye düşürmüş olur. Ayrıca işçi hem Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan geçici iş göremezlik ödeneği hem de işyerinde raporlu olduğu halde çalışarak işverenden ücret alması sebepsiz zenginleşmeye yol açar. Öte yandan, işçinin tedavi gördüğü hekimden tedavinin sona erdiğine ve çalışabilir olduğuna dair belge almaksızın çalışan sigortalıya geçici iş göremezlik ödeneği ödenmez, ödenmiş olanlar da geri alınır (5510/m.96)[1].
4857 sayılı İş Kanunu’nun 25’inci maddesinin (II)-(ı) bendi uyarınca, işçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi nedeniyle iş sözleşmesi işverence haklı nedenle feshedilebilir. Ayrıca, fazlaya dair ödenen geçici iş göremezlik ödeneği geri tahsil edilir.
Sonuç olarak, işçinin aldığı istirahat raporunu işverene bildirmeyerek işyerinde çalışmaya devam etmesinin yanısıra hem SGK’dan geçici iş göremezlik ödeneği alması hem de raporlu olduğu halde işyerinde çalışarak işverenden ücret alması, ayrıca hasta olduğu halde çalışarak işyerinin güvenliğini tehlikeye düşürmesi işverene haklı nedenle fesih imkanı verir. Ayrıca, işçinin tedavi gördüğü hekimden tedavinin sona erdiğine ve çalışabilir olduğuna dair belge almaksızın çalışan sigortalıya geçici iş göremezlik ödeneği ödenemeyeceği için ödenmiş olanlar da geri alınır.
Lütfi İNCİROĞLU
[1] TUNCAY, Can/EKMEKÇİ, Ömer, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, İstanbul 2021, s.446; ARICI, Kadir, Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, s.278 vd.
Farklılıkların yönetimi, günümüzün iş dünyasında başarıyı belirleyen kilit unsurlardan biridir. İşletmeler, kültürel, demografik ve düşünsel farklılıkları birer zenginlik kaynağı olarak değerlendirmeyi öğrenmek zorunda.
Daha önceki yazılarımdan birinde ticaret açısından; “İhracat Stratejisi ve Kültürel Farklılıklar” konusunu ele almıştım, ancak bu sefer biraz daha “yönetimsel” açıdan konuyu ele almak istiyorum. Konuya dalmadan evvel belki de önce yeniden “kültür” kavramına kısaca bir bakmak lazım. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı verilerine göre dünyada hâlen 10.000 dolayında farklı kültür bulunmakta.[1]
TDK Sözlüğe baktığımızda, bu makalenin konusu kapsamında kültürün iki temel anlamı öne çıkıyor; “Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü” ve “Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi.” Bu kapsamda kültürel farklılıkların sadece ülkeler arası değil, aynı ülkede yaşayan bireyler arası iş yapış ve hatta varoluş tarzlarını da derinden etkilediğini yorumlamak mümkün. Hatta, kültürel farklılıklar söz konusu olduğunda; “ülke” den ziyade “toplum” ön plana çıkıyor. Tek bir ülkedeki farklılıkların olması kaçınılmaz olacağı gibi, genelde tek bir toplumda dahi birçok farklı alt kültürler oluşur.
Kültür, farklılıklarla ilgili temel girdilerden birisidir, ancak tek girdi de değildir. Bireysel seçimler de farklılıkların önemli bir girdisidir ve toplumlarda da kurumlarda da farklılıkların temel nedenidir. Bütün bu kavramları göz önünde bulundurarak, farklılıkların yönetilmesinin bir “tercih” ten öte “zorunluluk” olduğunu unutmamak gerekiyor. ABD Dışişleri Bakanlığı raporu da bunu destekler şekilde; çokuluslu ortaklıkların yüzde 70’inin ilk 3 yıl içinde başarısızlığa uğradığını gösteriyor. Bu durum, kurumda çalışan yöneticiler tarafından büyük oranda kültür çatışmasına bağlanmış.[2]
Farklılıkların yönetiminin bir zorunluluk olduğuna dair hem fikir olduğumuza göre gelin şimdi de nasıl yönetilebileceğine bir göz atalım.
Farklılıkların Yönetimi Stratejileri
Farklılıkların yönetimi konusunda karşımıza belli başlı stratejiler ve yönetim tercihleri çıkıyor. Farklılıkların yönetiminde kullanılan stratejilerin ilkinde; kültürel farklılıklar “tehlikeli” olarak ele alınır. Kültürel farklılıkların güvensizlik, yanlış anlaşılma ve çatışmalara neden olduğu düşünülür. Bu yaklaşımda farklılıklarla ilgilenmek demek, bireylerin birbirlerini kırmaması ve gücendirmemesine odaklanma şeklindedir. Ancak bazen oluşan problemlerin ve şikâyetlerin yönetilmesi ya da çözüme kavuşturulmasından ziyade göz ardı edilmesi ya da bastırılması anlamına da gelmektedir. Bu sayede, baskın kültürlerin engellenmesine çalışılmaktadır.
İkinci yaklaşımda ise, kültürel farklılıklar olduğu gibi kabul edilmektedir. İnsanlar doğal olarak iş yerine ve bulundukları topluluğa kendi farklı değer, fikir ve tecrübelerini getirmektedir. Bu yaklaşım, kültürel farklılıkların yönetimini esas almaktadır. Bu yaklaşıma göre, farklı perspektifler belli bir olay karşısında farklı alternatif yollar olarak görülmektedir. Kültürel farklılıklar tehlikeden ziyade örgütü güçlendirmek için fırsat olarak değerlendirilmektedir.
Farklılıklarla ilgili anlayış ve yaklaşımdaki birbirine zıt bu iki yaklaşım aynı zamanda farklı liderlik tiplerini de ortaya çıkarır. Bazı liderler, çok karmaşık konularla ilgili karar alma aşamalarında dahi farklılıkları dikkate almazlar ve takımları otokratik bir yapıyla yönetirler. Genellikle de bir süre sonra farklı düşüncedeki takım üyeleriyle ters düşerler, kültürel farklılıkları avantaja çeviremezler.
Bazı liderlerse, orta yolu bulma eğilimindedirler bu tür liderlerin takımlarında üyeler fikir ve perspektif bakımından farklılıkları yumuşatmaya, uzlaşmaya veya gizlemeye çalışmaktadır. Uygulamada birçok takım bu şekildedir ve bunlar kendilerinin iyi performans gösterdiklerini düşünmektedir. Oysa daha iyisi mümkündür.
Yaratıcı takımlar kurmak isteyen liderlerse, farklılıklara önem vermekten daha öteye giderek, farklılıkları analiz etmekte, araştırmakta ve bunlardan fayda sağlamaya çalışmaktadır. Bu takımların başarısında en önemli unsur, takım sürecinin ve işleyişinin kalitesidir. Yani iyi bir iletişim, karşılıklı anlayış, bütünleşme, yardımlaşma ve koordinasyon.
Bunlara ek olarak; bir şirkette ya da takımda liderlik yapanların temelde ilk olarak yaratması gereken ortam “güven” ortamıdır. Örneğin; bu konuda ülkeler bazında yapılan, Dünya Değerler Araştırması’nın 2005-2009 ve 2010 – 2014 arası yaptığı çalışmaların sonucu bize Türkiye’de insanların birbirine güven anlamında oldukça zayıf olduğunu gösteriyor.
Tablo: Kişiler Arası Güven. 100 kişi içinde kaç kişi “Çoğu insana güvenebilirim” diyor?
Kaynak: Dünya Değerler Araştırması Beşinci Dalga (2005-2009) ve Altıncı Dalga (2010-2014)’nın her ikisinde de bulunan 29 ülkenin verilerinin ortalaması kullanılmıştır.
Ben bu durumun en önemli nedeninin toplumdaki farklılıkların doğru yaklaşımlarla ele alınıp yönetilememesi olduğunu düşünüyorum. Böyle bir toplumda şirket ve takımlara liderlik etmeye çalışan profesyonellerin işinin Dünya’daki herhangi bir ülkede bu işi yapanlara göre çok daha zor olduğuna da inanıyorum.
Bu çerçevede tavsiyem; profesyonel yöneticilerin farklılıklar konusunda hassasiyetlerini arttırmaları ve bu farklılıkların onlara getireceği fırsatlardan istifade etmeleri olacaktır. Aksi halde bir süre sonra bu fırsatı değerlendiren rakipleri tarafından ne yazık ki oyunun dışına itileceklerdir.
ERP Kullanımında Yapılan Hatalar ve Kaçınma Yolları
Anıl YILMAZ
Giriş
Satınalma Dergisi’nin değerli okurları, yazıma geçmeden önce, Ramazan Bayramınızı en içten dileklerimle kutlar, sevdiklerinizle birlikte sağlıklı ve huzurlu bir bayram dilerim.
Kurumsal Kaynak Planlama (ERP) sistemleri, işletmelerin üretim, muhasebe ve finans, stok yönetimi, tedarik yönetimi ve müşteri ilişkileri yönetimi gibi süreçlerini entegre bir ederek operasyonel verimliliği artıran yazılımlardır. ERP sistemleri doğru bir şekilde uygulanmadığında veya kullanıcılar tarafından hatalı kullanıldığında, işletmelere büyük maliyetler getirebilir ve beklenen faydayı sağlamayabilir.
Bu makalede, ERP kullanımında sık yapılan hatalar ele alınacak ve bu hatalardan kaçınma yolları detaylandıracağız. İşletmelerin ERP sistemlerinden en iyi şekilde yararlanabilmesi için dikkat edilmesi gereken noktaları örneklerle açıklamaya çalışacağız.
1. ERP Kullanımında Yapılan Yaygın Hatalar
1.1. Yetersiz Planlama ve Hazırlık
Bir ERP sisteminin alım sürecinin öncesinde, firmanın ihtiyaçları, firma kültürü, işletmenin çalışma şekli ve süreçleri çok iyi analiz edilmelidir. İhtiyaçlar iyi belirlenmeli ve bir plan oluşturulmalıdır. Ancak birçok şirket, ihtiyaç analizini eksik yaparak ERP sistemini uygulamaya koymaktadır. Bu durum, işletmeye uygun olmayan modüllerin seçilmesine veya kritik süreçlerin ERP ile tam olarak entegre edilememesine yol açmaktadır.
Kaçınma Yolu:
ERP sistemine geçmeden önce işletmenin tüm departmanlarının süreçleri detaylı olarak analiz edilmeli, çalışanların ihtiyaçları belirlenmeli, gerekirse bu konuda profesyonel destek alınmalıdır.
1.2. Yetersiz Kullanıcı Eğitimi
ERP sistemleri, karmaşık yapıları nedeniyle kullanıcıların öğrenmesi zaman alan yazılımlardır. Çalışanlar yeterince eğitilmediğinde sistem yanlış kullanılabilir, bu da hatalı veri girişlerine ve operasyonel aksaklıklara neden olabilir.
Kaçınma Yolu:
ERP sistemi devreye alınmadan önce detaylı eğitim programları düzenlenmeli, çalışanlara modül bazında uygulamalı eğitimler verilmelidir. ERP yazılımının alım anlaşmasında satıcı kurumdan mutlaka eğitim programı ve süreç haritası talep edilmelidir. Ayrıca, ERP kullanımına yönelik kılavuzlar hazırlanmalı ve sürekli destek mekanizmaları oluşturulmalıdır.
1.3. Yanlış Veri Girişi
ERP sistemlerinde yanlış girilen veriler, stok yönetimi, sipariş işleme ve muhasebe gibi kritik süreçlerde ciddi hatalara neden olabilir. Örneğin, stok seviyeleri yanlış girildiğinde üretim planlamasında hatalar ortaya çıkabilir ve müşteri siparişleri eksik ya da fazla gönderilebilir.
Kaçınma Yolu:
Veri girişlerinde doğrulama mekanizmaları oluşturulmalı, kullanıcılar uyarı mesajları ile yönlendirilmelidir. Otomatik veri doğrulama sistemleri kullanılarak yanlış girişler en aza indirilebilir.
1.4. ERP Sisteminin Yanlış Yapılandırılması
ERP sistemleri modüler yapıda olduğu için her işletmenin ihtiyacına göre özelleştirilmesi gerekir. Ancak, birçok işletme ERP sistemini varsayılan ayarlarla kullanmaya devam eder ve süreçlerine tam olarak adapte edemez.
Kaçınma Yolu:
İşletmeye özel konfigürasyon yapılmalı ve süreçler ERP sistemine uygun şekilde düzenlenmelidir. Yazılım geliştiriciler ve danışmanlar, ERP’nin yapılandırmasını işletmenin gereksinimlerine göre şekillendirmelidir.
1.5. İş Süreçleri ile ERP’nin Uyumlu Olmaması
Bazı işletmeler, ERP sistemlerini mevcut iş süreçlerine entegre etmek yerine eski alışkanlıklarını devam ettirerek kullanmaya çalışır. Bu da ERP’nin sağladığı verimlilik avantajlarını ortadan kaldırabilir.
Kaçınma Yolu:
İşletmenin süreçleri, ERP sisteminin sunduğu standartlarla uyumlu hale getirilmelidir. Gerektiğinde iş süreçleri ERP’ye uygun şekilde revize edilmeli ve gereksiz manuel işlemler azaltılmalıdır.
2. ERP Kullanımında Verimliliği Artırmanın Yolları
2.1. Kullanıcı Dostu Arayüzler ve Otomasyon Kullanımı
Karmaşık ve kullanımı zor arayüzler, kullanıcı hatalarını artırır ve ERP’nin etkin kullanılmasını engeller.
Öneri:
Kullanıcı dostu arayüzler geliştirilmelidir.
Otomatik veri giriş sistemleri ile hataların önüne geçilmelidir.
Mobil ve web tabanlı ERP çözümleriyle esnek kullanım sağlanmalıdır.
2.2. ERP Sisteminin Güncellenmesi ve Bakımı
ERP sistemleri, işletme ihtiyaçlarına göre zamanla güncellenmelidir. Güncellenmeyen sistemler, yeni gereksinimlere cevap veremez ve verimliliği düşürebilir.
Öneri:
ERP sistemi düzenli olarak güncellenmeli ve iyileştirilmelidir.
Yeni entegrasyonlar ve eklentiler ile sistem geliştirilmelidir.
ERP Alım sürecinde, satıcı firma ile güncelleme şartları ve periyotları çok iyi değerlendirilmedir.
2.3. Kullanıcı Deneyiminin ve Memnuniyetinin Ölçülmesi
Çalışanların ERP’yi nasıl kullandığını analiz etmek, sistemin daha verimli hale getirilmesine yardımcı olabilir.
Öneri:
Kullanıcılardan geri bildirim alınmalı ve alınan geri bildirimlerin sisteme dahil edilmesi için doğru bir filtre yapılması ardından sisteme dahil edilmesi ile sürekli iyileştirilme sağlanmalıdır.
ERP kullanımına yönelik anketler düzenlenmelidir.
Sonuç:
ERP sistemleri, işletmelerin rekabet avantajı elde etmesi için kritik öneme sahiptir. Ancak, sistemin yanlış yapılandırılması, yetersiz eğitim ve veri giriş hataları gibi faktörler, ERP’nin etkin kullanımını engelleyebilir.
Bu hataları önlemek için, işletmeler ERP’ye geçiş sürecinde detaylı planlama yapmalı, çalışanları eğitmeli ve sistemin sürekli olarak güncellenmesini sağlamalıdır. Ayrıca, kullanıcı dostu arayüzler ve otomasyon sistemleri ile hata oranları minimize edilebilir.
Başarılı bir ERP kullanımı, yalnızca teknik bir süreç değil, aynı zamanda stratejik bir yönetim sürecidir. İşletmeler, ERP sistemlerini verimli bir şekilde kullanarak operasyonel süreçlerini optimize edebilir ve uzun vadeli başarı elde edebilirler.
Anıl YILMAZ
Kaynakça:
Davenport, T. H. (2020). ERP Systems and Business Process Innovation. Harvard Business Review, 27(3), 50-66.
Dixit, S., & Prakash, O. (2011). A study of issues affecting ERP implementation in SMEs. International Journal of Computer Applications, 16(7), 19-23.
Ifinedo, P. (2018). Critical Success Factors for ERP Implementation and User Adoption. Information Systems Journal, 28(5), 357-389.
Maditinos, D., Chatzoudes, D., & Tsairidis, C. (2011). Factors affecting ERP system implementation effectiveness. Journal of Enterprise Information Management, 24(2), 119-138.
Monk, E., & Wagner, B. (2021). Concepts in Enterprise Resource Planning. Cengage Learning.
YYS Yıllık Faaliyet Raporunun Hazırlanması İle YYS Yıllık Zorunlu Eğitimlerinin Verilmesi
Kerim ÇOBAN
Satınalma Dergisi’nin değerli okurları, yazıma geçmeden önce, Ramazan Bayramınızı en içten dileklerimle kutlar, sevdiklerinizle birlikte sağlıklı ve huzurlu bir bayram dilerim.
I- YYS Yıllık Faaliyet Raporu Hazırlanması Çalışmaları
1) YYS Yıllık Faaliyet Raporunun Hazırlanması: 4458 sayılı Gümrük Kanunu, Gümrük Yönetmeliği, Gümrük İşlemlerinin Kolaylaştırılması Yönetmeliği, Dış Ticaret Mevzuatı, Sonradan Kontrol Ve Riskli İşlemlerin Kontrolü Yönetmeliği, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, 5236 sayılı Türk Ceza Kanunu, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu, vb. ilgili diğer mevzuat hükümlerine göre yapılması gerekir.
2) Gümrük İşlemlerinin Kolaylaştırılması Yönetmeliği Hükümlerine Göre; İlgili Firmanın son bir yıl içinde gerçekleştirdiği ithalat, ihracat, transit ticaret, antrepo vb. dış ticaret işlemlerden her birisinin incelenmesi sırasında 50 adetten ve toplam işlem sayısının % 5’inden az olmamak üzere beyanname ve ilgili belgelerin incelenmesi, seçilen beyanname ve işlemlerin firmanın tüm işlemlerine sirayet etmesi, tüm yılı ve ayları kapsayacak şekilde, … vb. seçilip incelenmesi gerekir.
3) YYS Faaliyet Raporu Hazırlanırken: İlgili firmanın son bir yıl içinde gerçekleştirdiği ithalat, ihracat, transit ticaret, antrepo vb. dış ticaret işlemlerinin; ilgili firmanın muhasebe kayıtları, mizanları, ilgili hesap ve muhasebe dökümleri (102 Bankalar Hesabı, 150 İlk Madde ve Malzeme Hesabı, 153 Ticari Mallar Hesabı, 159 Verilen Sipariş Avansları Hesabı, 280 Gelecek Yıllara Ait Giderler, 320 Yurt Dışı Satıcılar, 360 Ödenecek Vergi ve Fonlar, 750 Araştırma ve Geliştirme Giderleri, 760 Pazarlama Satış ve Dağıtım Giderleri, 770 Genel Yönetim Giderleri, vb. İthalat ve Dış Ticaretle ilgili diğer hesaplar), ithalat – ihracat dosyaları ve ekleri, Dahilde İşleme Rejimi, DİİB/Dİİ, Yatırım teşvik, Finansal kiralama, Özellik arz eden ithalat ve ihracat işlemleri, Hizmet ithalatı, Dış ticaret işlemlerine ilişkin Vergi mevzuatı, Gümrük Vergi ve Cezaları, 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu, 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun bazı hükümleri (Örneğin; Zamanaşımı, Royalty, Lisans, Know How, vb. Gayri maddi haklar, Gayri Maddi Hakların Brütleştirilmesi, Serbest Meslek Kazançları, Transfer Fiyatlandırması, Hizmet ithalatı, Hizmet ithalatında kur farkı vb.) ile bazı mali konular ve ilgili Mali Mevzuata bakılır. Özellikle; İlgili firmanın yararlandığı teşvikler (Yatırım teşvik tedbirleri, Dahilde işleme rejimi, Finansal Kiralama ve Geçici İthalat, Hariçte işleme vb.) kapsamında yapılan ithalat işlemleri, İhracat teşvik tedbirleri ve Dahilde işleme rejimi kapsamında yapılan ihracat, İhracatta Telafi Edici Vergi Kesintisi, Geçici çıkış, Geri gelen eşya, Mahrece iade, DİİB ve Dİİ kapatma işlemleri vb. incelenmeli, bu işlemlerin mevzuat yönüyle kontrol ve karşılaştırması yapılmalıdır. YYS Statüsü kapsamında yapılan ithalat, ihracat, antrepo, transit, vb. işlemleri, 2 Nolu KDV Beyannameleri ve ekleri, Muhtasar Beyannameler ve Ekleri, stok kayıtları, alınan izinler, royalti-lisans, know how ve benzeri gayri maddi hakların ithali, hizmet ithali, vb. hususlar, gümrük rejimleri, gümrük ve dış ticaret mevzuatı, KDV ve ÖTV mevzuatı, ilgili diğer mevzuatlar, rejim, tarife, kıymet, miktar, menşe, vb. yönleriyle ayrıntılı olarak incelenip, araştırılmalı, oluşan hata ve eksiklikler tespit edilerek ilgili Firmaya gerekli tedbirler aldırılmalı ve ilgili kanuni çözüm yolları tavsiye edilmelidir.
…
II- Yetkilendirilmiş Yükümlü Sertifikası (YYS) Zorunlu Eğitimleri
Mevzuat ve Farkındalık Eğitimi
4458 sayılı Gümrük Kanunu ve Dış ticaret mevzuatı ile Gümrük İşlemlerinin Kolaylaştırılması Yönetmeliği hükümlerine göre, YYS belgesi sahibi firmaların ilgili şirket personeli ve yöneticilerince alınması gerekli olan; Gümrük ve dış ticaret mevzuatı, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, Organize suçlar ve benzeri konulardaki eğitimlerin zamanında almaları zorunludur. Bu eğitimlerin tamamının YYS belgesi alım aşaması sırasında alınması, YYS Belgesi alındıktan sonrada bu eğitimlerin bazılarının her yıl, bazılarının ise en az üç yılda bir tekrar alınması gerekir.
Söz konusu eğitimlerle, ilgili firma yöneticileri ve personelinde bir farkındalık oluşturulması amaçlanmaktadır.
5) Eşyanın Tarife, Kıymet, Miktar Ve Menşe Belirlenmesi Konularında Farkındalık Eğitimi,
6) Ticari Eşyanın Lisans, İzin, Uygunluk Belgesine Tabi Olup Olmadığı Yönünde Eğitim,
7) Gümrük Vergileri Eğitimi,
8) Ticari Eşyanın Kota, Tarife Kontenjanı, İthalatta Gözetim Uygulamasına Tabi Olup Olmadığı Yönünde Eğitim,
9) Ticari Eşyamızın Çift Kullanımlı Bir Eşya Olup Olmadığı Yönünde Eğitim,
10) Ticari Eşya İthalinin Ya Da İhracının Yasak Olup Olmadığı Yönünde Eğitim,
11) Türk Ceza Kanunu, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, Kabahatler Kanunu, Gümrük Kanunu, Vergi Usul Kanunu hakkında Farkındalık Eğitimi,
12) Ticari Eşyanın Ambargoya Tabi Olup Olmadığı farkındalık eğitimi,
Bu konular hakkındaki eğitimin her yıl verilmesi (İlgili firma tarafından alınması) zorunludur.
2- Tedarik Zinciri Güvenliği Eğitimleri Konuları
1) Uluslararası Tedarik Zincirinde Eşyanın Hareketleriyle İlgili Riskler Eğitimi,
2) Narkotik Maddeleri Tespiti Eğitimi,
3) Yanıcı ve Patlayıcı Maddelerin Tespit Eğitimi,
4) Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal Maddelerin Tespiti Eğitimi,
Bu konular hakkındaki eğitimin en az üç yılda bir verilmesi zorunludur.
III- YYS’li Firmaların Geçirecekleri Denetimler ve Karşılaşabilecekleri Müeyyidelerden Bazıları
1- YYS sahibi firmalar, YYS sertifikası düzenlendiği tarihten itibaren her beş yılda bir sertifikayı düzenleyen Bölge Müdürlüğü tarafından ve Ticaret Müfettişleri tarafından; YYS koşulları ve bu koşulların tevsikine ilişkin belgeler ile ilgili firmanın gerçekleştirdiği dış ticaret (İthalat, ihracat, transit, antrepo, Dahilde İşleme ve diğer gümrük rejimleri, vb.) işlemleri Bakanlık veri tabanı üzerinden ön izleme ile yerinde firma merkez ve tesislerinde fiziki inceleme ve denetime, Sonradan Kontrol (firma) İncelemesine ve Yerinde İzleme vb. çeşitli inceleme ve denetimlere tabi tutulmaktadırlar. İlgili firmalar 4458 sayılı Gümrük Kanunu, Gümrük Yönetmeliği, İthalat ve İhracat Rejimleri ve Yönetmelikleri, Gümrük ve dış ticaret mevzuatı ile Gümrük İşlemlerinin Kolaylaştırılması Yönetmeliği hükümleri başta olmak üzere ilgili diğer mevzuat hükümleri gereği ayrıntılı alarak incelenip denetlenmektedirler.
2- Ticaret Bakanlığınca (Müfettişlerce yapılacak; Herhangi bir inceleme, araştırma veya soruşturmalar, Sonradan Kontrol -Firma- İncelemeleri, YYS ve sertifika kapsamı yetki ve izinlerin koşullarına ilişkin yerinde izlemeler, Cari denetimler, Genel teftiş incelemeleri vb. ile İlgili Gümrük Personelince yapılacak) incelemeler sırasında: YYS yıllık faaliyet raporlarının eksik (düzenlenmemiş olduğunun) veya zamanında düzenlenmediğinin anlaşılması ya da düzenlenen YYS faaliyet raporlarının şekli ve/veya içerik olarak yetersiz olması [ kıymet, tarife, menşe, miktar, matrah, … vb. yönleriyle)uygun olmaması, inceleme sonucunda herhangi bir eksiklik, vergi kaybı, sorun/ problem, … vb.], eksiklik, hata, vb. tespit edilmesi halinde, tespit edilen vergi eksiklikleri faizleriyle birlikte geri istenerek çeşitli para cezaları (Eksik tespit edilen vergilerin üç katı, ilgili eşyanın gümrüklenmiş değerinin 2 katı, ilgili eşyanın gümrüklenmiş değerinin 4 katı, … vb. ceza) uygulayacaktır.
3-Ayrıca, Ticaret Bakanlığınca gerektiğinde 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda belirtilen “Kaçakçılık Fiilleri” ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Belgede Sahtecilik Hükümleri” başta olmak üzere ilgili diğer kanunlara göre gereğinin yapılması için İlgili Cumhuriyet Başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunulup, İlgili firma yetkilileri hakkında adli ve idari takibat başlatılacaktır.
4- İzleme denetimlerinin yeni bir YYS başvurusundan her hangi bir farkı olmayıp, yapılacak denetim ve inceleme süreçleri sonucunda, YYS koşullarının artık sağlanamadığı, YYS şartlarının aşındığı veya aşındırıldığının anlaşılması ve tespiti durumunda ise; Bakanlık tarafından YYS sertifikasının geçici süreyle askıya alınması veya süresiz olarak geri alınması gibi belgenin iptali ile karşı karşıya kalınacaktır.
5-Belki de firmalar açısından en önemli olumsuzluk;Bakanlıkça, ilgili firmaların YYS belgesinin geçici olarak askıya alınması, süresiz olarak geri alınması veya iptali olacaktır.
6- YYS Belgesinin/Sertifikasının kaybedilmesi durumunda; Gümrük ve dış ticaret işlemlerinin uygulanması sırasında halihazırda yararlanılan avantajlar da kaybedileceğinden, ilgili firmalar açısından çok büyük vakit, nakit ve prestij kayıplarına, yüksek oranlarda maliyet artışlarına, vb. olumsuzluklara sebep olacaktır.
7-Ayrıca, YYS belgesinin süresiz olarak geri alınması durumunda ilgili firma en az üç yıl geçmedikçe yeni bir belge alımı için müracaatta (başvuruda) bulunamayacak, belge alım aşaması da dikkate alındığında bu süre 4 veya 5 yıla uzayacaktır.
Not: Bu konu başta olmak üzere, YYS Yıllık Faaliyet Raporu Hazırlanması, YYS Yıllık Zorunlu Eğitimlerinin Verilmesi, YYS Revizyonları, Ön İzleme, Yeni YYS Belgesi Hazırlıkları ve YYS Belgesi Alım Süreci, YYS Başvuru Formlarının Doldurulması, YYS Danışmanlığı, vb. Tüm YYS Süreçleri hakkında daha fazla ayrıntılı bilgiyi, Gümrük ve Dış Ticaret Mevzuatı konularında gerekli Hukuki ve Mevzuat Desteğini, İdari ve Adli İtiraz Süreçleri, Dava Açılması, Dava Aşamalarının Takibi, İlgili Mevzuat Ve Hukuki Açılardan Gerekli İtiraz Ve Savunmaların Yapılarak Dava Sonucunun Olumlu Sonuçlandırılması, Sonradan Kontrol/ Firma İncelemesi Yaptırılması, Antrepo Açma, Antrepo Genişletme, AN6, AN7, AN8 Raporlarının düzenlenmesi, … vb, işlemleri, Sürekli/ Düzenli, Aylık, Yıllık Gümrük ve Dış Ticaret Danışmanlığı, Olay (Konu) Başı Gümrük ve Dış Ticaret Danışmanlığı, Gümrük ve Dış Ticaret Mevzuatı Eğitimleri, … vb. konularında yardım, destek, danışmanlık ve benzeri hizmetleri -İsterseniz- Firmalarımız “Çoban Gümrük Dış Ticaret Denetim, Danışmanlık ve Yetkilendirilmiş Gümrük Müşavirliği A. Ş.”den veya “Çözüm Denetim Gümrük Dış Ticaret Ve Danışmanlık A. Ş.”den alabilirsiniz.
IV- YYS Yıllık Faaliyet Raporu Düzenlenmesi Hizmeti ile YYS Zorunlu Eğitimleri Kimlerden Alınmalıdır?
Bilindiği üzere,Gümrük İşlemlerinin Kolaylaştırılması Yönetmeliği Hükümleri ve hali hazır uygulamaya göre; YYS Yıllık Faaliyet Raporu, YYS Yıllık Faaliyet Raporunu hazırlayan Kişi veya İlgili Firmanın Yetkilisi tarafından değil, bizzat hizmeti alan/ faaliyet raporunu hazırlatan firmanın ortakları veya yöneticilerinden bir tanesi tarafından imzalamakta olup, mali, hukuki ve adli yönden tüm sorumluluk ta raporu imzalayan kişi ve firmaya yani ilgili mükellefe aittir.
YYS Yıllık Faaliyet Raporunu hazırlayan kişinin veya İlgili Firmanın Yetkilisinin ismi ve imzasının raporda yer almamasından ve bu kişiler raporu imzalamadıklarından dolayı, bu kişilerin mali, hukuki ve adli her hangi bir sorumlulukları bulunmamaktadır.
– Yukarıda belirtilen nedenlerle YYS sahibi firmaların; YYS Yıllık Faaliyet Raporu hazırlanması işlemleri, YYS Yıllık Zorunlu Eğitimlerinin alınması, kendilerini Sonradan Kontrole tabi tutturmaları, kendilerini Gümrük, Dış Ticaret ve İlgili Diğer Mevzuatlar kapsamında inceletmeleri, YYS Koşullarını hala taşıyıp taşımadıklarını kontrol ettirmeleri ile YYS Güncelleme Başvuru Dosyalarını hazırlatmaları, vb. iş ve işlemlerde:
Söz konusu hizmetleri; Firmalarının gümrük işlemlerini yürüten, gümrük müşavirliği hizmetlerini satın aldıkları Gümrük Müşavirleri ve/veya Gümrük Müşavirlik Firmaları ile bu firmalarla ilişkili/ ilişkisi olan kişi veya denetim şirketlerinden değil,
– Bağımsız olarak kurulan ve objektif olarak hareket eden, Gümrük Müşavirleri ve/veya Gümrük Müşavirlik Firmaları başta olmak üzere, YYS sahibi ilgili firmayla da her hangi bir ortaklık veya hukuki bağlantısı bulunmayan, bağımsız olan, bağımsız ve objektif çalışan, işinin ehli, bu konuda uzman, kendini yetiştirmiş ve ispatlamış, mevzuatı iyi bilen, mümkünse denetim deneyimine, kültürüne ve birikimi sahip kişi veya firmalardan destek/ hizmet almaları gerekir.
İyi bayramlar. Sevgi ve Muhabbetle, Sağlıcakla Kalınız.
Bugün başınızı ağrıtacak dış ticaret, riskler, finansman konularını gündemimize almıyorum.
Bugün bayram..
Büyüklerimizin ellerinden öpüp onların hayır dualarını alma günü. Ölmüşlerimizi unutmak mümkün olmasa da, kabirlerini ziyaret edip, bir Fatiha okuma günü.
Çocuklarımız ve bizlerle bayramlaşmaya gelen küçüklerimize de bayram harçlığı verme günü. Bayram bütçesi.
Bu hafta bayram olduğundan dolayı benim sevimli tilkilerim ve çakallarım da dinlensin, tatil yapsınlar. Tilkilik ve çakallık yaparak efor sarf ediyorlar zavallıcıklar.
Satınalma Dergisi’nin değerli okurları, yazıma geçmeden önce, Ramazan Bayramınızı en içten dileklerimle kutlar, sevdiklerinizle birlikte sağlıklı ve huzurlu bir bayram dilerim.
İleri teknoloji entegrasyonu ve inovasyon yönetimi konuları son zamanlarda şirketlerin bulundukları pazarlarda rekabet avantajı elde edebilmeleri ve sürdürülebilir başarı sağlayabilmeleri için önem vermeleri gereken en öncelikli konuların başında gelmektedir. Kriz dönemlerinde üstün başarı elde eden şirketler ileri teknolojiye en hızlı uyumu gösteren ve örgüt yapılarında, süreçlerinde ve sistemlerinde en yenilikçi dijital dönüşümü sağlayan işletmelerdir.
Geçmişte yenilik kültürü en çok Amerika, Çin, Rusya ve Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş ülkelerde yaygın olmakla sınırlıyken özellikle kriz dönemlerinde, gelişmekte olan birçok ülkede bulunan işletmelerde inovasyon yönetimine daha fazla önem verilmeye başlanmıştır. Gelişmekte olan ülke ekonomilerinde her geçen gün başarılı yenilikçi ürün ve hizmetler ortaya çıkmaya başlamış ve işletmeler faaliyetlerine ve örgütsel süreçlerine ileri teknolojiyi adapte etmenin önemini kavrayarak gerekli iyileştirmeleri yapmaya başlamışlardır.
Gelişmekte olan ülkelerde bulunan işletmeler kriz dönemlerinde adeta tepetaklak olmuş yeni düzende kendilerine yer edinebilmek için; gelişmiş ekonomilerde güçlü teknolojik entegrasyona sahip işletmelerden daha da hızlı ilerleme kaydetmeleri gerektiğini kavramışlardır. Günümüzde artık gelişmekte olan ülkelerde şirketler gerek dijital dönüşüm süreçlerinde gerekse son gelişen ileri teknolojilerin takibinde gelişmiş ülkelerdeki şirketlerin uyguladıkları stratejilerden daha yırtıcı stratejiler belirlemeye başlamışlardır. Dolayısıyla dünya ekonomik ekseninde her an kaymaların yaşanması ve ekonomik olarak en güçlü kabul edilen ülkelerin bu gücü başka ülkelere kaptırması an meselesidir.
Geçmişten günümüze gelişmekte olan ekonomilerde yenilikçi yaklaşımda ve ileri teknolojiyi destekleyen ortamın bulunabilmesinde her daim bir takım sorunlarla karşılaşılmaktadır. İnovasyonun doğası gereği var olan sistem ve süreçleri yeniliklere tam olarak adapte edebilmek oldukça güçtür. Çünkü her şeyden önce yeniliğe adaptasyon sağlaması gereken işletmelerin örgüt kültüründe inovasyon temelli yenilikçi yaklaşımın benimsenmesi gerekmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerde işletmelerdeki etkin olmayan iş modelleri, devlet politikalarındaki istikrarsızlık ve kurumsal yönetişim sorunları ile bireylerin pek çoğunun düşük eğitim seviyelerine sahip olması ve araştırma merkez ve birimlerinin kapasite eksikliğinden dolayı günümüze kadar bu ülkelerde inovasyon yönetiminde istenilen noktaya bir türlü ulaşılamamıştır. Fakat birçok kriz dönemi sonrası bu ekonomilerde adeta bir uyanış başlamıştır ve az gelişmiş teknolojik altyapılar iyileştirilmeye ve ileri teknolojiye dayalı eksiklikler tespit edilerek; eksiklerin giderilmesinde gereken finansal kaynaklar devlet vb. finansal fon sağlayıcılar tarafından karşılanmaya başlanmıştır.
Teknolojik entegrasyon için gerekli eğitimli insan kaynakları ve dijital dönüşüm uzmanları yetiştirilmesi için ise gerek orta öğretim gerekse yüksek öğretim seviyelerindeki eğitim kurumlarında yeni dersler müfredata eklenmiş ve üniversitelerde Ar-Ge faaliyetlerinin yürütülebileceği birçok Araştırma ve Uygulama Merkezleri faaliyete geçirilmiştir.
Japonya, İsviçre ve Amerika şuan her ne kadar dünyanın en yenilikçi ülkeleri olarak kabul edilseler de; en yenilikçi ülkeler sıralamasını değiştirmek hiç de zor değildir. Bunu yapabilmek ülkelerin geliştireceği yenilikçi stratejilere ve bireylere kazandırılacak yenilikçi yaklaşımlara bağlıdır.
Unutmayın! En yenilikçi ülkeler sıralamasında 3. sırada yer alan ülke Amerika denildiğinde nasıl kişilerin aklına Amerika’nın ekonomik durumu gelmemektedir. Onun yerine IBM ve Apple gibi yenilikçi Amerikan şirketleri ilk akla gelendir. Bu bağlamda gelişmiş ülkeler gibi gelişmekte olan ülkelerin de yenilikçilik sıralamasında yenilikçi ekonomiler listesinde ilk sıralarda yerini alabilmeleri için ekonomilerinin kalkınmasından öte kalkınmanın en etkili öncüllerinden yenilikçilik seviyelerinin arttırılması gerekmektedir. Çünkü ancak yenilikçi ürün ve hizmetler sunan ulusal firmaların yatırımlar yapması ve bu şirketlerin yenilikçi başarıları ile dünyada isim yapmış ulusal şirketler olarak anılması ile gelişmekte olan ülkeler en yenilikçi ülkeler listesinde üst sıralarda yerini alabilir.
Yenilik, ileri teknoloji ve inovasyon yönetimi sadece silikon vadilerinde araştırma konusu olmamalı ve yenilikçilik sadece inovasyon geliştirme merkezlerinin gündemine aldığı konu olmaktan çıkarak tüm topluma yayılmalıdır. İnovasyon yönetimi ve yenilikçi yaklaşım toplumun ve ekonomilerin gelişimi için mihenk taşıdır ve insanlığın gelişiminde bu konuların önemine dair bilincin bir an önce toplumda her kesimden bireye kazandırılması gerekmektedir.
İnovasyon yönetimi, yenilik üretimi, dijital gelişim ve entegrasyon vb. birçok alanda başarıya ulaşmanın tek bir yolu vardır: Yaptığın işe inanmak ve sebat ederek çalışmak. Yenilik geliştirmede başarısızlık kaygısını bir kenara bırakın ve lütfen onlarca denemede başarısız olsanız da doğruya ulaşmak için pes etmeden denemeye devam edin. Belki günün birinde ismini çağlar boyu andığımız bilim insanları gibi toplumları etkileyecek eşsiz inovasyonlardan biri de siz olacaksınız. Kim bilir?
Satınalma Dergisi’nin değerli takipçileri, yazıma geçmden önce, Ramazan Bayramınızı en içten dileklerimle kutlar, sevdiklerinizle birlikte sağlıklı ve huzurlu bir bayram dilerim.
Tedarik zinciri yönetiminde, talep dalgalanmalarının, genellikle küçük değişikliklerin büyük dalgalanmalara yol açtığı bir olgudur. Kamçı etkisi, tedarik zincirinin her aşamasında, özellikle de lojistik faaliyetlerinde büyük etkilere yol açabilir. Bu etki, talep değişikliklerinin tedarik zincirinin ambar, üretim, tedarikçi ve dağıtım aşamalarında artan bir şekilde büyüyerek yansımalar oluşturmasıdır.
Kamçı etkisi, özellikle tedarik zincirinin lojistik aşamalarında birkaç şekilde kendini gösterir. Lojistik faaliyetler, malzeme akışını yönetme ve ürünleri doğru zamanda doğru yere ulaştırma sorumluluğuna sahip olduğundan, kamçı etkisinin olumsuz sonuçları bu aşamalarda belirginleşebilir.
Kamçı etkisinin lojistik süreçlerle ilişkisi şu şekillerde özetlenebilir:
Stok Düzeylerinin Dalgalanması
Kamçı etkisinin en belirgin sonucu, stok düzeylerindeki dalgalanmalardır. Talepteki küçük değişiklikler, tedarik zincirindeki her aşamada büyüyerek fazla stok birikmesine veya ürünlerin tükenmesine neden olabilir. Örneğin, müşteri talebindeki küçük bir artış, dağıtım merkezi ve tedarikçiye kadar büyük bir talep artışı olarak yansıyabilir. Bu durum, lojistik departmanını yanlış stok seviyeleriyle baş başa bırakır ve depolama maliyetlerini artırır. Ayrıca, yanlış stok seviyeleri, tedarik zincirindeki tedarikçi ilişkileri açısından sorunlara yol açabilir.
Sipariş Miktarlarının Yanlış Planlanması
Kamçı etkisi sipariş miktarlarının yanlış planlanmasına yol açabilir. Talepteki dalgalanmalar, tedarikçilerin aşırı siparişler veya çok düşük siparişler almalarına sebep olabilir. Bu da, lojistik departmanının siparişleri doğru bir şekilde zamanlamasını ve planlamasını zorlaştırır. Aşırı sipariş vermek, fazla stok anlamına gelirken eksik sipariş vermek de stok tükenmesi ve ürünlerin zamanında temin edilememesi gibi sorunlara yol açar.
Tedarik Zincirinde Geç Teslimatlar
Özellikle tedarikçilerin ve lojistik sağlayıcılarının talep dalgalanmalarını doğru şekilde tahmin edememesi nedeniyle, geç teslimatlara neden olabilir. Tedarik zincirindeki her aşama, kendini fazlasıyla hazırlıksız hissedebilir. Bu durum, özellikle acil durumlarda veya ürünlerin zamanında teslim edilmesinin kritik olduğu durumlarda, büyük operasyonel aksaklıklar yaratabilir. Geç teslimatlar, müşteri memnuniyetsizliğine yol açar ve tedarik zincirinde bir güven kaybına neden olabilir.
Fazla ve Yetersiz Kapasite Kullanımı
Kamçı etkisinin bir sonucu olarak, lojistik faaliyetlerinde kapasite problemleri yaşanabilir. Örneğin, tedarikçilerin büyük siparişler aldığı bir dönem, onları kapasiteyi artırmaya zorlayabilir. Bu durum, bazı lojistik sağlayıcılarının fazla kapasite kullanmasına neden olabilirken, diğerleri ise yetersiz kapasiteyle çalışabilir. Bu tür durumlar, lojistik faaliyetlerin verimsizleşmesine ve daha yüksek maliyetlere yol açabilir. Lojistik sağlayıcılarının kaynakları, bu tür dalgalanmalara hazırlıklı olmadan yönetilirse, tedarik zincirindeki her aşamada aksaklıklar meydana gelir.
Envanter Yönetimi Sorunları
Kamçı etkisi, envanter yönetimini doğrudan etkiler. Sağlık sektörü veya diğer sektörlerde, talep tahminleri yanlış yapıldığında, ürünlerin eksik veya fazla olmasına yol açabilir. Lojistik departmanları, envanter seviyelerini sık sık güncellemek zorunda kalır, bu da zaman kaybına ve daha yüksek operasyonel maliyetlere yol açar. Ayrıca, yanlış envanter yönetimi, stok yenileme süreçlerinde aksaklıklar yaratabilir ve ürünlerin raf ömrü, kalite kontrol gibi faktörler de göz ardı edilebilir.
İletişim Eksiklikleri Sorunları
Tedarik zincirindeki her aşamada yanlış bilgiler ve tahminler ile iletişim eksikliklerine neden olabilir. Lojistik departmanları, doğru bilgiye sahip olmadıklarında, malzeme akışını sağlamakta zorlanabilir ve yanlış kararlar verebilir. Tedarikçi, distribütör ve lojistik sağlayıcıları arasında koordinasyon eksikliği, kamçı etkisinin daha da kötüleşmesine ve tedarik zincirinde çeşitli aksaklıklar yaşanmasına yol açabilir.
Maliyet Artışları
Kamçı etkisi nedeniyle artan stok düzeyleri, taşıma, depolama, sigorta gibi lojistik maliyetlerinin artmasına neden olabilir. Ayrıca, hızlı teslimat veya hava kargo gibi pahalı ulaşım yöntemlerine başvurmak gerekebilir. Fazla ürün sipariş etmek, gereksiz taşıma ve depolama maliyetlerine yol açarken, eksik siparişler de tedarik zincirinin hızını ve etkinliğini olumsuz yönde etkileyebilir.
Talep tahminlerinin daha doğru ve verimli yapılması, kamçı etkisini azaltmaya yardımcı olabilir. Lojistik departmanı, geçmiş veriler ve analizlerle daha doğru tahminler yaparak stok seviyelerini iyileştirebilir. Tedarikçiler ve lojistik sağlayıcıları arasında daha iyi bir iletişim ağı kurmak, kamçı etkisini azaltmaya yardımcı olabilir. Gerçek zamanlı veri paylaşımı ve açık iletişim, her tarafın doğru kararlar almasına yardımcı olabilir. Envanter yönetim sistemleri ve yazılımları, stok seviyelerinin doğru bir şekilde izlenmesine ve yönetilmesine olanak tanır. Otomatik sipariş sistemleri kullanarak, ürünlerin ne zaman sipariş edileceğini doğru bir şekilde belirlemek mümkündür. Konsinye ve JIT gibi sistemler, stok seviyelerini minimumda tutarak, gereksiz stok birikimini engeller ve lojistik süreçleri daha verimli hale getirir. Kamçı etkisi, beklenmedik talep dalgalanmalarına neden olabilir. Bu nedenle, tedarik zincirinin esnek olması ve alternatif tedarik yolları ve lojistik çözümleri geliştirilmesi önemlidir
Sonuç olarak kamçı etkisi, lojistik faaliyetler üzerinde ciddi etkiler yaratabilir. Stok seviyelerindeki dalgalanma, sipariş hataları, geç teslimatlar ve maliyet artışları gibi sorunlara yol açabilir. Ancak, doğru talep tahminleri, etkin envanter yönetimi ve iyileştirilmiş iletişim gibi önlemler alındığında, kamçı etkisinin olumsuz etkileri büyük ölçüde azaltılabilir ve tedarik zincirinin verimliliği artırılabilir.
İklim Değişikliği:Kyoto Protokolü Kapsamındaki 7 Sera Gazı
Gül SALDIRANER
EG Partner- SMMM, BD
İklim değişikliği, çevresel, sosyal ve ekonomik sorunların ötesinde, sürdürülebilirliği tehdit eden kritik bir zorluk haline gelmiştir. İnsan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonlarındaki hızlı artış, doğal ekosistemler ve insan sağlığı üzerinde ciddi olumsuz etkiler yaratmaktadır. 1997 yılında imzalanan Kyoto Protokolü, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir kilometre taşı olarak öne çıkmakta ve sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik uluslararası çabaları teşvik etmektedir. Bu çabalar, emisyon envanterlerinin oluşturulması ve yönetimi için uluslararası standartlar sunarak, iş dünyası ve kamu sektörüne stratejik yönlendirmeler sağlamaktadır.
Ayrıca, küresel raporlama standartları çerçevesinde, yatırımcıların şeffaf bilgi taleplerine yanıt olarak sera gazı emisyonlarının üç ayrı kategoride açıklanmasının zorunlu kılınması, devam eden Paris Anlaşması’ndaki kritik 1.5 derece eşiği için somut adımlar atılmasını teşvik etmiştir. Küresel sıcaklık artışının 1.5 derece ile sınırlandırılması, iklim değişikliğinin en kötü sonuçlarının önlenmesi ve ekosistemlerin sürdürülebilirliğinin sağlanması için kritik bir hedeftir.
İklim Değişikliği Nedir?
İklim değişikliği, sıcaklık ve hava durumu eğilimlerinde uzun vadeli ve kalıcı değişiklikler olarak ifade edilmektedir. Tarih boyunca iklimdeki değişimler yavaş bir seyir izlerken, son yüzyılda küresel sıcaklıklar hızla yükselmiştir. Bu ısınma, yağış desenlerinde kaymalara, deniz seviyelerinin yükselmesine ve karların daha erken erimesine neden olmuştur. Bu değişikliklerin hızlanmasıyla birlikte, iklim değişikliğinin çevresel sonuçları daha belirgin hale gelmektedir. Ekosistemler bozulmakta, aşırı hava koşulları daha sık yaşanmakta ve doğal süreçlerin dengesi etkilenmektedir.
Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) 2025 Risk Raporunda, önümüzdeki iki yıl içindeki ilk 10 risk içerisinde ‘Aşırı Hava Olayları’ ikinci sırada yer almıştır. Aynı raporda on yıl içinde en önemli ilk on riskin ilk dört tanesi yine çevresel riskler olarak raporlanmıştır. Bu riskler; Aşırı Hava Olayları, Biyoçeşitlilik Kaybı ve Ekosistem Çöküşü, Yeryüzü Sistemlerinde Kritik Değişiklik, Doğal Kaynak Sıkıntıları olarak belirlenmiştir.
Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (WMO) “2024 Küresel İklim Durumu” başlıklı raporu, sera gazı seviyeleri, yüzey sıcaklıkları, okyanus ısısı ve asidifikasyonu, deniz seviyesinin yükselmesi, Antarktika deniz buzu örtüsü ve buzulların geri çekilmesi gibi alanlarda rekor seviyelerin yeniden kırıldığını ve bazı durumlarda dramatik artışlar yaşandığını ortaya koymaktadır. Raporda, sıcak hava dalgaları, seller, kuraklıklar, orman yangınları ve hızla yoğunlaşan tropikal kasırgaların milyonlarca insanın günlük yaşamını alt üst ettiği ve milyarlarca dolarlık ekonomik kayıplara yol açtığı vurgulanmış, ayrıca bu dönemin kaydedilen en sıcak on yıllık dönem olduğu belirtilmiştir.
İklim değişikliği, sadece doğal olayların değil, aynı zamanda insan kaynaklı (antropojenik) faktörlerin de etkisiyle şekillenmektedir. Başka bir deyişle her ne kadar sera gazları doğal süreçlerle de salınsa, iklim değişikliğindeki artışın ana kaynağı insan faaliyetleridir. İnsan kaynaklı iklim değişikliği, atmosfer, okyanuslar, buzullar ve biyosferde yaygın ve hızlı değişimlere yol açmıştır. Bu durum, dünya genelindeki hava durumu ve iklim aşırılıklarını etkileyerek doğa ile insanlar üzerinde ciddi olumsuz etkiler yaratmakta, buna bağlı olarak kayıplar ve hasarlara neden olmaktadır. Fosil yakıtların kullanımı ve ormansızlaşma gibi insan faaliyetleri, atmosferde sera gazlarının birikmesine yol açmakta ve bu durumu hızlandırmaktadır. Bu bağlamda, iklim değişikliğinin etkilerini anlamak, azaltmak ve sürdürülebilirliği teşvik etmek için etkili stratejiler geliştirmek hayati bir öneme sahiptir.
Kyoto Protokolü, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında, sera gazı (GHG) emisyonlarını azaltarak iklim değişikliğiyle mücadele etmeyi amaçlayan bir uluslararası anlaşmadır. 11 Aralık 1997’de kabul edilen protokol, 16 Şubat 2005’te yürürlüğe girmiştir ve 192 güncel üye ülkenin taraf olduğu bu anlaşma, sanayileşmiş ülkelere belirli emisyon azaltma hedefleri koyar. İlk taahhüt döneminde (2008-2012), sanayileşmiş ülkelerin 1990 seviyelerinin ortalama %5 altına emisyon düşürmeleri gerekirken, 2012’de Doha Değişikliği ile 2013-2020 döneminde bu hedef %18’e çıkarılmıştır. Protokol, gelişmiş ülkeleri yüksek sera gazı emisyonlarından sorumlu tutarak, bu ülkelerin gelişmekte olan ülkelere göre daha ağır bir yük üstlenmesini sağlamıştır.
Kyoto Protokolü’nün en önemli katkıları, bağlayıcı emisyon hedefleri belirlemek, piyasa tabanlı çözümler oluşturmak ve küresel işbirliğini teşvik etmektir. Bu yaklaşım, iklim değişikliğiyle mücadelede bir dönüm noktası olmuş ve Paris Anlaşması gibi sonraki uluslararası iklim anlaşmalarının temelini atmıştır.
İklim Değişikliğine Sebep Olan Unsurlar
Ø Küresel Isınma
Küresel ısınma, 1850-1900 yılları arasındaki ön sanayi döneminden bu yana gözlemlenen, dünyanın yüzeyindeki ortalama sıcaklıkların uzun vadeli artışını ifade eder. Bu sıcaklık artışı, büyük ölçüde fosil yakıtların (kömür, petrol ve doğal gaz) yanması sonucu atmosfere salınan sera gazlarının birikiminden kaynaklanmaktadır. Fosil yakıtların yanması, karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve nitröz oksit (N2O) gibi gazların atmosferdeki yoğunluğunu artırarak “sera etkisi” adı verilen olayı tetikler. Sera etkisi, güneş ışığının atmosfere geçmesine izin verirken, dünyanın yüzeyinden yansıyan ısının bir kısmının atmosferde hapsolmasına neden olur; bu durum da gezegenin sıcaklığını artırır. Özellikle sanayi devriminden bu yana, sera gazlarının atmosfere salınımı hızlanmış ve bu da dünyanın ortalama sıcaklıklarının doğal süreçlere göre çok daha hızlı yükselmesine yol açmıştır. Sonuç olarak, insan faaliyetlerinin artması, küresel iklimin geleceği açısından ciddi sonuçlar doğurmakta ve insanlık için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
Küresel ısınma, dünya genelinde sıcaklıkların 1°C artmasıyla kendini göstermekte ve aşırı hava olaylarının sıklığını artırmaktadır. Bilim insanları, 2030 yılına kadar ortalama sıcaklıkların 1.5°C’ye ulaşma olasılığının yüksek olduğunu vurgulamaktadır. Bu noktada, 2015 Paris Anlaşması çerçevesinde belirlenen hedeflere ulaşabilmek için fosil yakıtların kullanımını hızla azaltmak, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek ve ormansızlaşmayı engellemeye yönelik önlemler almak kritik öneme sahiptir. Küresel sıcaklık artışını 1.5°C ile sınırlamak amacıyla bu üç stratejinin eşzamanlı olarak uygulanması gerektiği belirtilmektedir. Örneğin orman yönetimi ve yeniden ağaçlandırma gibi önlemler, karbondioksit emisyonlarının azaltılmasına büyük katkı sağlayabilir, çünkü dünya üzerindeki ormanlar mevcut fosil yakıt rezervlerinden daha fazla karbon içermektedir. Dolayısıyla, iklim krizinin etkilerini azaltmak için hızlı ve kararlı adımlar atılması elzemdir.
Ø Sera Gazları
İklim değişikliği üzerinde doğrudan etkisi bulunan Kyoto Protokolü kapsamındaki yedi sera gazı şunlardır: Karbondioksit (CO2), Metan (CH4), Nitröz Oksit (N2O), Kükürt Hekzaflorür (SF6), Azot Triflorür (NF3), Hidroflorokarbonlar (HFC’ler) ve Perflorokarbonlar (PFC’ler). Bu gazlar, enerji üretimi, sanayi süreçleri, ulaşım, tarım, atık yönetimi ve bina ısıtma gibi çeşitli insan faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Karbondioksit (CO2), Metan (CH4) ve Nitröz Oksit (N2O), iklim değişikliği üzerinde en büyük etkiye sahip olan üç sera gazıdır. Bu gazlar, küresel sera gazı emisyonlarının büyük bir kısmını oluşturarak enerji üretimi, sanayi, tarım ve atık yönetimi gibi faaliyetlerden kaynaklanmaktadır. CO2’nin uzun ömürlülüğü, CH4’ün güçlü kısa vadeli etkisi ve N2O’nun yüksek ısınma potansiyeli, bu gazları iklim değişikliğinin en önemli itici güçleri arasına yerleştirmektedir. Veriler, CO2 eşdeğerleri cinsinden ifade edilmekte olup insan faaliyetlerinden kaynaklanan brüt doğrudan emisyonlara referans vermektedir. Dünya Kaynakları Enstitüsü (WRI) araştırmalarına göre, küresel sera gazı emisyonları 1990’dan 2019’a kadar %53 oranında artmıştır.
BM Çevre Programı (UNEP)2024 Emisyon Açığı Raporu’na göre, küresel iklim etkileri arttıkça, ülkelerin bir sonraki Ulusal Belirlenmiş Katkılarında (NDC’ler) çok daha güçlü taahhütler ve aksiyonlar sergilemesi gerektiği belirtilmektedir. Bu adımlar atılmadığı takdirde, Paris Anlaşması’nın 1,5°C hedefinin gerçekleştirilmesi mümkün olmayacaktır.Rapor, 1,5°C hedefi için2030 yılına kadar %42, 2035 yılına kadar %57 emisyon azaltılması gerektiğini vurgulamaktadır. Mevcut ulusal taahhütler (NDC’ler) uygulanmasındaki aksama ve gecikmeler sıcaklık artışının 2,6°C ila 3,1°C olarak yükselmesine neden olacaktır. Paris Anlaşması’nın imzalandığı tarihte öngörülen %16’lık emisyon artış tahminleri, bugün %3’e indirilmiş olsa da, bu durum hedeflerin altında kalmaktadır. Gelişmiş ülkelerin daha iddialı politikalar benimsemeleri ve gelişmekte olan ülkelere destek sağlamaları kritik bir gereklilik olarak değerlendirilmektedir.
Kaynak: European Commission, Emissions Database for Global Atmospheric Research (EDGAR), GHG Emissions of All World Countries, 2023
Yukarıdaki değerlendirmeleri destekleyen IPCC 2023 Sentez Raporu’na göre, mevcut iklim politikalarının ve taahhütlerin sürdürülmesi durumunda küresel sıcaklık artışının 2°C’yi aşması beklenmektedir. Rapor, 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarının önemli ölçüde azaltılması gerektiğini vurgularken, bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için acil eylem çağrısında bulunmaktadır. Ayrıca, iklim değişikliğine uyum sağlamak için daha fazla yatırım yapılması ve kapsamlı politika geliştirilmesi gerekmektedir. Bu bulgular, Paris Anlaşması hedeflerinin gerçekleştirilmesi için ulusal ve uluslararası işbirliğinin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. IPCC, tüm bu önlemlerin iklim değişikliğinin etkilerini azaltma ve daha sürdürülebilir bir gelecek sağlama açısından kritik olduğunu vurgulamaktadır.
İklim değişikliğiyle mücadeledeki azaltım stratejilerine ilave başka bir gelişme, IEA’nın ‘Küresel Metan İzleyici 2024’ (Global Methane Tracker 2024) ve ‘Taahhütleri İlerlemeye Dönüştürmek’ (Turning Pledges into Progress) raporlarıdır. Bu raporlar, enerji sektöründeki metan emisyonlarını azaltma stratejilerinin etkinliğini artırmak için mevcut taahhütleri ve sonuçlarını izleyerek sürdürülebilir emisyon azaltımını desteklemektedir.
Küresel Isınma Potansiyeli (GWP) Nedir?
Küresel Isınma Potansiyeli (GWP), sera gazlarının atmosferde ısı tutma yeteneklerini karbon dioksit (CO₂) ile karşılaştırmak için kullanılan bir ölçüttür. Karbon dioksit, GWP hesaplamalarında referans gazdır ve GWP’si 1 olarak belirlenmiştir. Örneğin, metanın (CH₄) GWP değeri 25’tir; bu, metan salınımının, aynı miktarda CO₂’ye kıyasla 25 kat daha fazla ısı tutabileceği anlamına gelir. GWP, sera gazlarının çevresel etkilerini anlamak ve karşılaştırmak için kritik bir araçtır.
Atmosferde Kalma Süresi Ne Demektir?
Atmosferde kalma süresi, bir sera gazının atmosferde aktif olarak ne kadar süre kalacağını ifade eder. Örneğin, metan (CH₄) ortalama 12 yıl kalırken, karbondioksit (CO₂) 300-1000 yıl arasında kalabilir. Bu süre zarfında gazlar, atmosferdeki enerji dengesini değiştirerek küresel sıcaklık artışına katkıda bulunur. Atmosferde kalma süresi, sera gazlarının çevresel etkilerini değerlendirmede önemlidir.
GWP Neden Farklı Aralıklarla Verilir ve Neden Güncellenir?
GWP değerlerinin güncellenmesinin temel nedeni, bilimsel verilerin gelişmesi ve daha karmaşık iklim modellerinin kullanılmaya başlanmasıdır. Farklı GWP değerlerinin sunulması ise, gazların atmosferde farklı zaman dilimlerinde (örneğin 20, 100, 500 yıl gibi) farklı etkiler göstermesinden kaynaklanır. Kısa vadede güçlü ısınma etkisi olan metan (CH₄) gibi gazlar, daha kısa süreli hesaplamalarda (20 yıllık) daha yüksek bir GWP değeri gösterirken, karbondioksit (CO₂) gibi gazlar daha uzun vadeli etkilere sahiptir. IPCC, sera gazlarının atmosferdeki ömrü, bozunma hızı ve gezegen üzerindeki farklı etkileşimleri göz önünde bulundurarak bu değerleri raporlarında sürekli günceller. Bu değerlerin bir aralık olarak verilmesi, farklı zaman dilimlerinin ve bilimsel belirsizliklerin etkisini yansıtır.
1. Karbondioksit (CO₂)
Karbondioksit, insan faaliyetleri sonucu atmosfere salınan başlıca sera gazıdır. Fosil yakıtların yakılması, endüstriyel üretim süreçleri ve ormansızlaşma gibi antropojenik etkinlikler, bu gazın atmosfere salınımını artırarak küresel ısınmayı hızlandırır. Karbondioksit, atmosferde en fazla bulunan sera gazı olma özelliğine sahiptir ve bu nedenle, diğer sera gazlarının küresel ısınma potansiyelinin (GWP) karşılaştırılması için referans gaz olarak kabul edilir. GWP, bir gazın belirli bir süre boyunca küresel ısınmaya karbondioksite göre ne kadar katkıda bulunduğunu gösteren bir ölçüdür. GWP değeri 1 olarak kabul edilir ve bu değer, diğer sera gazlarının karbondioksite göre iklim üzerindeki etkilerinin kıyaslanmasını sağlar. Karbondioksit emisyonlarını azaltmaya yönelik stratejiler arasında yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş, karbon yakalama teknolojilerinin kullanımı, arazi kullanımında ve arazi yönetiminde sürdürülebilir uygulamaların hayata geçirilmesi öne çıkmaktadır.
2. Metan (CH4)
Metan (CH₄), iklim değişikliğine karbondioksitten (CO₂) sonra en fazla katkıda bulunan ikinci güçlü sera gazıdır. Metan emisyonlarının %40’ı doğal süreçlerden (örneğin, sulak alanlar) ve %60’ı insan kaynaklı faaliyetlerden kaynaklanmaktadır. Başlıca emisyon kaynakları arasında hayvancılık (özellikle sığırlar), atık sahaları, doğalgaz ve petrol üretimi ile tarım ve gübre yer almaktadır. Tarım, enerji ve atık yönetimi sektörlerinde metan emisyonları belirgin bir sorun teşkil etmektedir.
Metan emisyonlarıyla mücadele, küresel ısınmayı sınırlamak için kritik bir strateji haline gelmiştir. Bu bağlamda, IEA ve COP28 gibi uluslararası platformlar, ülkeleri ve şirketleri metan emisyonlarını azaltma taahhütlerine teşvik etmektedir. Metan emisyonlarını azaltmak için çeşitli stratejiler uygulanmaktadır; bunlar arasında biyogaz üretimi, tarımda metan azaltıcı teknolojilerin kullanılması ve doğal gaz sızıntılarının kontrolü gibi yöntemler bulunmaktadır. Metan emisyonlarının kontrol altına alınması, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir rol oynamaktadır.
3. Nitrojen Triflorür (NF3)
Nitrojen Triflorür (NF₃), yüksek Küresel Isınma Potansiyeli (GWP) ile dikkat çeken bir sera gazıdır ve elektronik ile kimya sektörlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Özellikle yarı iletkenler, LCD paneller, bazı güneş panelleri ve kimyasal lazerlerin üretiminde önemli bir rol oynamaktadır. NF₃ emisyonları, endüstriyel süreçler sırasında, özellikle elektronik cihazların üretimi esnasında atmosfere salınmaktadır. NF₃ emisyonlarının kontrol altına alınması, iklim değişikliğiyle mücadelede kritik bir öneme sahiptir. NF₃ emisyonlarını azaltmak için endüstriyel parçaların parçalanması, sızıntı yönetimi ve süreç kontrolleri gibi stratejiler kullanılabilir. Bu yöntemler gazın salınımını minimize etmeye yönelik etkin çözümler sunar.
4. Nitröz Oksit (N2O)
Nitröz oksit (N₂O), gübre kullanımı, fosil yakıt yanması ve atık su yönetimi gibi kaynaklardan salınan güçlü bir sera gazıdır. Tarımsal faaliyetlerde azotlu gübrelerin kullanımı, en önemli emisyon kaynağını oluşturur. Ayrıca, endüstriyel süreçlerde ve fosil yakıtların yanması sırasında da atmosfere karışır. N₂O’nun GWP (Küresel Isınma Potansiyeli) değeri 273’tür (AR6), bu da 1 ton N₂O’nun, 273 ton CO₂’ye eşdeğer ısınma etkisi yarattığını gösterir. Bu gaz, atmosferde yaklaşık 114 yıl boyunca kalabilmektedir. N₂O emisyonlarının azaltılması için azotlu gübre kullanımının azaltılması ve sürdürülebilir tarım tekniklerinin uygulanması gibi stratejiler öne çıkmaktadır.
5. Hidroflorokarbonlar (HFC’ler)
Hidroflorokarbonlar (HFC’ler), soğutma sistemleri, köpük yalıtımı ve aerosol üretimi gibi birçok uygulamada yaygın olarak kullanılan sentetik gazlardır. Ozon tabakasını tahrip etmeyen ancak küresel ısınmaya ciddi katkı sağlayan bu gazların GWP değeri, türlerine bağlı olarak binlerce kat daha yüksek olabilir. HFC’ler, genellikle CFC’lerin ve HCFC’lerin yerine geliştirilmiş olsa da, bu gazların kullanımı arttıkça emisyonları da hızla artmış ve HFC’ler, sera gazı emisyonlarının hızla büyüyen bir kaynağı haline gelmiştir. 2019 yılında yürürlüğe giren Kigali Değişikliği ile HFC’lerin 2050 yılına kadar dünya çapında %85 oranında azaltılması hedeflenmiştir. HFC’lerin salınımını sınırlamak, sera etkisini hızlı bir şekilde azaltma potansiyeline sahip olup, küresel sıcaklık artışını 1,5°C’nin altında tutmak için kritik bir stratejidir.
6. Perflorokarbonlar (PFC’ler)
Perflorokarbonlar (PFC’ler), karbon ve flor atomlarından oluşan sentetik gazlardır. Doğada bulunmayan bu gazlar, tamamen insan yapımıdır ve çoğunlukla endüstriyel uygulamalarda kullanılır. Özellikle yarı iletken üretimi, alüminyum üretimi ve soğutma sistemlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. PFC’lerin GWP değeri, türüne bağlı olarak değişiklik göstermektedir ve bazı türleri, atmosferde yüzlerce yıl boyunca kalabilir. PFC’lerin çevreye ve insan sağlığına etkileri tam olarak bilinmemekle birlikte, uzun süre atmosferde kalmaları sera etkisini artırabilir ve iklim değişikliğine önemli katkılarda bulunabilir. Bu nedenle, PFC emisyonlarının kontrol altına alınması, iklim değişikliğiyle mücadelede kritik bir öneme sahiptir.
7. Kükürtheksaflorid (SF6)
Kükürtheksaflorid (SF₆), oldukça güçlü bir sera gazıdır ve elektrik santralleri ile iletim sistemlerinde sıklıkla kullanılmaktadır. Diğer gazlara kıyasla son derece yüksek bir Küresel Isınma Potansiyeline (GWP) sahiptir ve bu da onu iklim değişikliği açısından kritik bir tehdit haline getirir. Atmosferde binlerce yıl kalabilir. Bu gaz, elektrik akımını kesme ve yalıtma işlevi gören cihazlarda kullanıldığı için, özellikle elektrik iletim ekipmanlarında yaygındır. SF₆, sanayi uygulamaları için yararlı olmasına rağmen, çevre üzerinde zararlı etkileri olan bir gaz olarak kabul edilmektedir. Kükürtheksaflorid’in kullanımının yaygın olması ve uzun süre atmosferde kalması, onu sera gazları arasında oldukça etkili kılmaktadır. Bu nedenle, SF₆ salınımını azaltmaya yönelik stratejiler geliştirilmiştir. Teknolojik yenilikler ve sızıntı izleme sistemleri, bu gazın atmosfere salınmasını minimize etmeye yönelik çözümler sunmaktadır. SF₆ salınımlarının izlenmesi ve daha verimli ekipman kullanımı, çevre dostu uygulamalar olarak öne çıkmaktadır.
Özetle, sera gazları, farklı endüstriler ve süreçler aracılığıyla atmosfere salınarak iklim değişikliğine önemli ölçüde katkıda bulunmaktadır. Bu gazların salınımı, enerji üretimi, sanayi faaliyetleri, ulaşım, ormansızlaşma ve tarım gibi başlıca emisyon artışına neden olan faktörlere dayanmaktadır. Bu faktörlerin azaltılması, sera gazı emisyonlarının düşürülmesi ve iklim değişikliğiyle mücadele açısından kritik bir öneme sahiptir. Kyoto Protokolü ve diğer uluslararası anlaşmalar, bu emisyonları kontrol altına almak için çeşitli stratejiler geliştirmiştir.
Sonuç
İklim değişikliğiyle mücadelede atılması gereken en önemli adımların başında sera gazı emisyonlarının azaltılması gelmektedir. Kyoto Protokolü, gelişmiş ülkelerin emisyon hedefleri belirlemesiyle bu mücadelede bir dönüm noktası olmuştur. Ancak, BM Çevre Programı (UNEP) ve IPCC’nin Sentez Raporları, sera gazı emisyonlarının 2030’a kadar ciddi ölçüde azaltılması gerektiğini vurgulamakta ve mevcut ulusal taahhütlerin (NDC’lerin) bu hedefler için yetersiz olduğunu belirtmektedir. Bu durum, daha esnek ve kapsayıcı mekanizmaların geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Ayrıca, küresel raporlama standartlarına dayalı şeffaflık ve hesap verebilirlik süreçleri, ülkelerin ve şirketlerin emisyon envanterlerini uluslararası standartlara uygun olarak oluşturmasını ve yönetmesini sağlayarak iş dünyasına ve kamu sektörüne stratejik yönlendirmeler sunmaktadır. Tüm bu çabalar, iklim değişikliğiyle mücadele etmenin yanı sıra ekonomik büyümeyi destekleyerek sosyal faydalar sağlamaktadır. Devletlerin, sanayinin ve toplumun ortak hareketi bu süreçte büyük önem taşımaktadır.
Sonuç olarak, Kyoto Protokolü ve onu takip eden iklim anlaşmaları, iklim değişikliğiyle mücadelede kritik bir yol haritası sunmaktadır. Ancak, iklim mücadelesinin başarısı yalnızca sera gazı emisyonlarının azaltılmasıyla sınırlı kalmamalıdır; toplumsal ve ekonomik yapıları güçlendiren sürdürülebilir kalkınma politikalarıyla desteklenmelidir. Gelecekteki iklim anlaşmalarının daha kapsayıcı, adil ve etkili bir küresel işbirliği sağlamak amacıyla yenilikçi stratejiler geliştirmesi hayati önem taşımaktadır. Böylece, iklim değişikliğiyle daha güçlü bir mücadele yürütülebilir ve sürdürülebilir bir gelecek inşa edilebilir.