Bulut/Veri Merkezlerindeki Sunucu Yükseltmelerinde RAM ve SSD Seçimi Nasıl Olmalı?

Bir yılı aşkın süredir hayatımızda olan pandemi koşulları pek çok insanın uzaktan çalışmasını zorunlu kıldı ve kılmaya devam ediyor. Haliyle; personellerini uzaktan çalışmaya adapte eden şirketlerin ise bulut ve veri merkezleri yatırımları ve iyileştirmeleri her geçen gün artıyor. Bu gereksinim ve talepler de son zamanlarda hem tesis içi hem de bulut/veri merkezlerinde sunucu yükseltmelerinde önemli bir artışa neden oluyor. Bellek ürünleri ve teknoloji çözümlerinde dünya lideri olan Kingston Technology Company, Inc. Kurumların sunucu yükseltmelerinde dikkat etmesi gereken konuları ele alıyor. Kurumlar genelde tek taraflı bir yükseltme tercih etseler de tipik bir sunucu yükseltmesinin hem RAM hem de SSD yükseltmesini kapsaması kurumlara önemli faydalar sunuyor.

Sunucularda RAM yükseltmeleri yapmak, daha büyük iş yüklerini destekleyebiliyor 

RAM yükseltmesi, sunucu performansını artırmanın ve optimize etmenin en kolay yolu olarak kabul ediliyor. Genellikle sanal iş yüklerini artırırken, daha fazla kullanıcı eklerken, yeni bir veri tabanı programı kullanıma alırken ya da bir internet sitesine ticaret işlevi eklerken gerekli oluyor. Sunucularda RAM yükseltmeleri yapmak, daha büyük iş yüklerini destekleyebiliyor, bulutu kullananlar için daha yüksek tepki hızı sağlayabiliyor ve bellekte çalışan uygulamaların hızını artırabiliyor.

Ayrıca; sunucudaki RAM miktarını artırmak, daha fazla sanal makineye olanak tanıyor ve mevcut donanımdan en iyi şekilde yararlanmayı sağlıyor. Sanallaştırma toplam sahip olma maliyetini düşürüyor ve Sanal Masaüstü Altyapısı (VDI – Virtual Desktop Infrastructure) için daha fazla bellek kullanılması, tüm uygulamalar bellekte yer aldığında daha yüksek performans sağlıyor. VDI, masaüstü ortamlarının merkezi bir sunucuda barındırıldığı ve ağ üzerinde son istemcilere verildiği bir masaüstü sanallaştırması anlamını taşıyor.

Yükseltme işlemlerinde veri saklama sistemleri yani SSD’ler önemli bir bileşen olarak öne çıkıyor

Veri saklama, sunucu sanallaştırmasında kapasite açısından, ama daha da belirgin biçimde hız açısından önemli kabul ediliyor. Rastgele giriş/çıkış ve yüksek erişim talepleri, sanallaştırılmış bir ana sunucuda geleneksel mekanik sabit disklerle çok ciddi biçimde sınırlanabiliyor. Hizmet uygulamaları, kullanıcılar ve veri alımı, genel sistem performansında sınırlayıcı etkenler haline gelebiliyor. Doğru sunucu RAM’inin yanı sıra mekanik olmayan Katı Hal Sürücüleri (SSD’ler) takmak, sanallaştırma için performansını ve kapasiteyi iyileştirmenin en iyi yolu olarak öne çıkıyor.

Sunucu veri saklama sistemleri, veri merkezlerinde giderek daha fazla tesis dışına kayarken ve daha çok bulut tabanlı hale gelirken, veri saklama sürücülerine ve bellek altyapısına daha fazla yük biniyor. SSD’ler hızlı veri alım özelliklerine sahip oldukları için bulut hizmetlerinin işlenen her veri türü için en üst verimde çalışmasını sağlıyor. İyi tasarlanmış bir veri saklama çözümünde, performansı artırırken ekonomik kalmaya devam etmek için kuruluşun doğru verilerin doğru aşamada kalmasını sağlayacak şekilde bir aşamalı sürücü modeli (farklı veri saklama ve erişim amaçları için farklı hızlarda ve fiyatlarda sürücüler) kullanılması tavsiye ediliyor.

Yükseltme yapılırken RAM seçimi nasıl olmalı?

Yükseltme sırasında RAM’lerin özellikleri birçok kurum tarafında dikkate alınmıyor. Genelde uygun fiyat tercih ediliyor ve genelde sunucu DIMM bellek modüllerinde, ya tamponsuz uDIMM’ler, kayıtlı RDIMM’ler ya da yükü azaltılmış LRDIMM’ler tercih ediliyor. Bunlar her ne kadar fiziksel olarak uyumlu olsalar da bir arada kullanılamıyorlar. Bu nedenle kuruluşların doğru DIMM yatırımı yapması gerekiyor.

Doğru belleği her sunucuda bulunan doğru işlemci ile eşleştirmek de çok büyük bir önem arz ediyor. Bellek kanalı ve bellek modülü sayısı, performans üzerinde önemli bir etkiye sahip olabiliyor. Kademeli yükseltme yapılırken kurumların bu konular göz önüne almaları gerekiyor. Her sunucudaki konfigürasyon için planlama yapılması ve uzman desteği kritik önem taşıyor.

JEDECE Standartlarının bilinmesi gerekiyor 

RAM standartları ve teknik özellikleri, dünya çapında mikroelektronik endüstrisi için açık standartların geliştirilmesinden sorumlu bir kuruluş olan JEDECE tarafından belirleniyor. Bunların standartlarına ve teknik özelliklerine dikkat etmek, bilgiye dayalı kararlar verilmesine yardımcı oluyor. Kurumların şu anda anakart değerlendirmesi yaparken, bellek yoğunluğunu ve hızını önemli ölçüde artıracak yeni DDR5 standardı mutlaka dikkat almaları gerekiyor.  DDR5 DIMM’ler, DDR4 DIMM’lerle aynı pim sayısına (288) sahip olsalar da pim düzenleri farklı olacak ve yalnız özel DDR5 yuvasında kullanılabilecek. Bu nedenle RAM yatırımın etraflıca değerlendirilmesi ve doğru RAM modeline karar verilmesi…

Kingston veri merkezi SSD’leri ve RAM’leriyle kurumların yanında!

100 kişiden 75’i sepetini online’da dolduruyor

Türkiye, e-ticarette 15 basamak yükseldi

We Are Social Digital 2021 verilerine göre, Türkiye’de e-ticaret yapan internet kullanıcıları oranı yüzde 63’ten yüzde 75’e yükseldi. Kişi başına 158 dolar olan online alışveriş hacmi, 304 dolara ulaştı. Globalde para en çok moda ve güzelliğe harcandı. 

We Are Social Digital 2021 verilerine göre, Türkiye’de e-ticaret yapan internet kullanıcıları oranı yüzde 63’ten yüzde 75’e yükseldi. Bu artışla Türkiye, dünya sıralamasında 15 basamak yükseldi. 2020 yılında Türkiye’de her 100 kişiden 75’inin online alışveriş yaptığı belirtilen rapora göre, Türkiye e-ticarette yüzde 76,8 olan dünya ortalamasına yaklaştı.

Online’da kişi başına düşen harcama yüzde 92 arttı

Rapora göre, Türkiye’de 2019 yılında kişi başına 158 dolar olan online alışveriş hacmi, 2020’de 304 dolara ulaştı. Türkiye, son bir yıldaki yüzde 92’lik artışla ülkeler sıralamasında 29’uncu sırada yer aldı. Mobil ödeme oranında ise yüzde 14,8’lik artış mevcut.

Dijitaldeki reklam pazarı 435 milyar dolar olacak

E-ticarette başarılı sonuç almanın dijital pazarlama stratejisine dayandığını belirten EG Bilişim Teknolojileri CEO’su Gökhan Bülbül, “Statista verilerine göre, dünya çapındaki dijital reklam harcamaları yıl sonunda yaklaşık yüzde 13 artarak 435 milyar dolara yükselecek. Türkiye, e-ticarette en iddialı pazarlardan biri. Üretim sektöründeki şirketlerin bu alanda yaratıcı ve performansa yönelik işler yapması gerekiyor. Dijital dünya, üreten fakat ürettiklerini potansiyel müşterilerine yeteri kadar ulaştıramayan, dijital iletişim çağını yakalamakta zorlanan şirketlere önemli fırsatlar sunuyor. Bizler de şirketleri çıktıları gözle görülen dijital pazarlama fırsatlarıyla bir araya getiriyoruz.” açıklamasında bulundu.

Globalde en çok moda ve güzelliğe para harcandı

We Are Social Digital 2021 raporuna göre, kişi başı online alışveriş harcaması dünya genelinde 703 dolar. E-ticaret yolculuğunda en çok satın alınan kategorilerin başında moda ve güzellik yer alıyor. Raporda yer verilen Statista verisine göre, moda ve güzellik kategorisi 2020’de 665,6 milyar dolar ile küresel e-ticaret gelirlerinin en büyük payını oluşturarak ilk sırada yer aldı. Tahtı moda ve güzelliğe bırakan seyahat kategorisi ise 593,6 milyar dolar ile ikinci sıraya yerleşti.

Normalleşme adımları ile inşaat sektörünün güveni devam ediyor

Türkiye Hazır Beton Birliği (THBB), her ay merakla beklenen inşaat ve bununla bağlantılı imalat ve hizmet sektörlerindeki mevcut durum ile beklenen gelişmeleri ortaya koyan “Hazır Beton Endeksi” 2021 Şubat Ayı Raporu’nu açıkladı. Rapor, işlerdeki mevsime bağlı yavaşlamaya rağmen sektörün güveninin ve beklentisinin yüksek kalmasında, Türkiye’de geçen hafta atılan normalleşme adımlarının etkisinin olduğunu gösterdi.

Türkiye Hazır Beton Birliği (THBB) her ay açıkladığı Hazır Beton Endeksi ile Türkiye’de inşaat sektöründeki ve bağlantılı imalat ve hizmet sektörlerindeki mevcut durumu ve beklenen gelişmeleri ortaya koymaktadır. İnşaat sektörünün en temel girdilerinden biri olan ve aynı zamanda üretiminden sonra kısa bir süre içinde stoklanmadan inşaatlarda kullanılan hazır betonla ilgili bu Endeks, inşaat sektörünün büyüme hızını ortaya koyan en önemli göstergelerden biridir.

THBB, her ay merakla beklenen Hazır Beton Endeksi’nin 2021 Şubat Ayı Raporu’nu açıkladı. Geçen yılın normalleşme adımları ile yükselişe geçen inşaat ve hazır beton sektörü, yılın ilk ayında bir miktar gerilemiş olsa da şubat ayında hareketlenerek eşik değere yaklaşmıştır. Sektör 2021 yılına hem beklentisi hem de güveni yüksek başlamış, şubatta da bu durum devam etmiş görünmektedir. Bu ay, faaliyet ile beklenti arasındaki marj kapanmış, beklenti düşse de eşik değerin üzerinde kalmıştır.

Hazır Beton Endeksi Şubat Ayı Raporu verilerine göre şubat ayında beklenti ve güvende geçen yıla kıyasla bir yükseliş görülmektedir. Beklentideki gerilemeye rağmen geçen yıla kıyasla beklenti düzeyi hâlen yüksektir. Faaliyet Endeksi ise diğerlerinin aksine azalış göstermiştir. İşlerdeki mevsime bağlı yavaşlamaya rağmen sektörün güveninin ve beklentisinin yüksek kalmasında, Türkiye’de geçen hafta atılan normalleşme adımlarının etkisinin olduğu tahmin edilmektedir.

İnşaat sektörünün yoluna devam etmesi enflasyonda istenilen noktaya gelmesine bağlı görünmektedir

Raporun sonuçlarını değerlendiren THBB Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Işık, “Türkiye’de geçen hafta atılan normalleşme adımları, mevsime bağlı işlerdeki yavaşlamaya rağmen sektörün güveninin ve beklentisinin yüksek kalmasında etkisi olmuştur.” dedi.

Ekonomi yönetiminin yeni politikasını değerlendiren Yavuz Işık, “Ekonomi yönetiminin yeni politikası, uluslararası yatırım derecelendirme kuruluşlarınca dikkat çekici bulunmuş, bu politikanın geçen yıl düşen uluslararası rezervlerden, yüksek cari açık ve kötüleşen yatırımcı güveninden kaynaklanan kısa vadeli dış finansman risklerini hafifletmeye yardımcı olduğu ifade edilmiştir. Beklenti, son dönemdeki enflasyon odaklı bir politika setini uygulamaya koyan Türkiye’nin, yani faizi aşağı çekmede aceleci davranmayacağının sinyalini veren ekonomi yönetiminin bu şekilde yoluna devam etmesidir. Bu koşullar altında Türkiye ekonomisinin ağır faiz yükünün etkisinde kalmaması için bir an önce enflasyonun istenilen noktaya gelmesi gerekmektedir. İnşaat gibi diğer sektörlere kıyasla faize çok daha hassas olan bir sektörün yoluna devam etmesi buna bağlı görünmektedir.” diye konuştu.

Hazır Beton Endeksi hakkında

Söz konusu endekslerin oluşturulmasına esas teşkil eden anket ile firmalara 9 soru soruluyor. Her bir endeksin değeri 100’ün altında ya da üstünde olmasına bağlı olarak yorumlanıyor. 100’ün üzerinde olması durumunda önceki aya ait faaliyetin ya da gelecek döneme ilişkin beklentinin olumlu yönde geliştiği yorumu yapılıyor. Türkiye genelinde her ay hazır beton üreticileri ile gerçekleştirilen çalışmada 3 farklı endeks türetiliyor. Hazır Beton Faaliyet Endeksi ile hazır beton firmalarının geçmiş bir aylık faaliyetlerinin sonuçları, Hazır Beton Güven Endeksi ile hazır beton sektöründe faaliyet gösteren teşebbüslerin, ekonomi ve sektöre yönelik duydukları güven seviyesi, Hazır Beton Beklenti Endeksi ile hazır beton firmalarının önümüzdeki üç aylık dönemde faaliyetlerinin hangi seviyede olacağına ilişkin beklentiler hakkında bilgi ediniliyor. Hazır Beton Endeksi ile endekslerin tümünü içeren bileşik endeks elde ediliyor.

Türkiye Hazır Beton Birliği hakkında

Türkiye Hazır Beton Birliği (THBB), 1988 yılından beri güvenli ve dayanıklı yapıların inşası amacıyla standartlara uygun beton üretilmesi, tekniğine uygun beton uygulamalarının yaygınlaşması ve ülkemizde kaliteli, dayanıklı, yüksek dayanım sınıflarında beton kullanılması için uğraş veren mesleki bir kuruluştur. THBB, Avrupa Hazır Beton Birliği (ERMCO) ve Beton Sürdürülebilirlik Konseyi (The Concrete Sustainability Council) üyesi; Beton Sürdürülebilirlik Konseyi “Bölgesel Sistem Operatörü”dür. THBB’ye üye olacak şirketlerin bütün hazır beton tesislerinde standartlara uygun üretim yapması, THBB Kalite Güvence Sisteminin (KGS) sürekli habersiz denetimlerine tabi olarak KGS Uygunluk Belgesi alması, uygun laboratuvar bulundurması, teknik, çevre, iş sağlığı ve güvenliği, yasal ve etik kriterleri eksiksiz yerine getirmesi zorunludur.

Salgında Fiziki Parayı Unuttuk, Ödemeleri Online ve Temassız Yaptık

POS cihazları, veri merkezi, network ve sanallaşma alanında lider hizmet şirketi Teknoser’in Genel Müdürü Ozan İnan, Covid-19 salgını döneminde ödeme sistemlerinin yaşamın devam etmesi için en kritik öneme sahip sektör olduğunu söyledi. Evde kal zamanlarında e-ticaretin ve yemek siparişlerinin online, temassız ve QR ile ödeme sayesinde sorunsuz yaşandığını anlatan İnan, “Salgın döneminde fiziki parayı kullanmayı unuttuk. Ödemeleri online ve temassız yaptık” dedi. Ödeme sistemlerinin 2020’de büyük yatırımlar aldığını ve altyapısını da geliştirdiğini anlatan İnan, sektördeki büyümenin aralıksız süreceğini kaydetti.

Türkiye’de 11 Mart 2020’de ilk Covid-19 pozitif vakasının görülmesinin üzerinden bir yıl geçmek üzere. Bu süreçte ülkemizde evde kal dönemleri yaşandı. Salgının dünyayı sardığı dönemde, Türkiye’de de fiziki para kullanımında yüzde 50’ye varan düşüş yaşanırken, alışverişin önemli bölümü online ticaret sayesinde yapıldı. Türkiye’nin ödeme sistemlerinin alt yapısı konusundaki çözümleriyle sektörünün öncü firması Teknoser, Covid-19 salgınında sahadaki çalışmalarına hız verdi. 81 ildeki ekipleriyle başta ödeme sistemleri olmak üzere, teknolojik altyapının sağlıklı çalışmasını sağladı. Salgın döneminde hayat kurtaran bir faaliyete dönüşen ödeme sistemlerinin geldiği son noktayı ve yaşadığı gelişmeleri Teknoser Genel Müdürü Ozan İnan, anlattı.

Temassız ve Kartlı İşlem Arttı

Ozan İnan, Türkiye’de dijital cüzdan ile ödeme yapılan 19 milyon hesap bulunduğunu belirterek, aynı zamanda 100 bin işletmenin de online ödeme kabul ettiğini belirtti. Sektörün büyüklüğünün 200 milyar TL olarak düşünüldüğünü anlatan İnan, Bankalar Arası Kart Merkezi’nin (BKM) verilerine göre; salgın öncesinde 2019 yılı aralık ayında internetten kartlı ödeme sayısının 56.1 milyon olduğunu söyledi. İnan, “Bu rakam 2020 yılı Aralık ayında, yani salgının yaşandığı dönemde 87.7 milyon olarak kayıtlara geçmiş. Yine BKM verilerine göre, 2020 genelinde kartlı ödemeler yüzde 17 büyüyerek 1.15 trilyon TL’ye ulaştı. En fazla kartlı ödeme artışı elektronik eşya ve market-gıda sektörlerinde görüldü. 2020 yılında internetten kartlı ödeme tutarı yüzde 37’lik büyümeye ulaşırken, temassız ödemeler de bir önceki seneye göre 2.5 kat arttı. İşte bu artışın arkasında bir altyapı var. Teknoser olarak 81 ile POS konusunda hizmet veren 76 hizmet noktamız ve 850 çalışanımızla altyapının sorunsuz hizmeti için uğraştık. Altyapının daha sağlıklı işlemesi için biz de firmamıza işinin ehli yeni uzmanları katarak, istihdam atağımızda da hız kesmedik” dedi.

Evde Çalışma Ödemeyi Etkiledi

Türkiye’de salgın döneminde e-ticaretin yüzde 400’e varan artışlar kaydettiğini anlatan İnan, eve yemek siparişinin de katlandığını hatırlattı. İnan, tüm bu gelişmelerin ödeme sistemlerinin altyapısı sayesinde sorunsuz işlediğini belirterek, şu bilgileri verdi: “Market alışverişleri de bu dönemde online şekilde yapıldı. Ödemeler de ya online ya da kapıda temassız kartla gerçekleşti. Türkiye’de hane halkının kartla ödeme alışkanlığı yüzde 41’i aşmış durumda. Pandemi döneminde ödeme sistemleri üzerinden banka ve kredi kartı ile gerçekleşen 260 milyar TL ödeme ve temassız gerçekleşen 1.7 milyar işlemde, ödeme sistemlerinin güçlü altyapısının imzası var. Öte yandan sadece banka kartı ve kredi kartı ile işlemlerde artış kaydedilmedi. Evde çalışma nedeniyle şirketlerin birçoğu yemek kartı uygulamasına geçti. Bu da bir ödeme sistemi çeşidi: Eve yemek siparişi, restoran ve kafelere müşteri alınmaması zorunluluğuyla beraber büyük aşama kaydetti. Eve sipariş ve ödeme oranlarında da yüzde 50 artışlar yaşandı. Bu noktada ödeme sistemlerinin sağlıklı çalışması için e-ticaret, market ve yemek siparişi sistemleri yatırımlarını artırdı. Altyapıya getirilen yeni olanaklarla beraber QR ile ödemenin de yükseldiğini görüyoruz. Sadece temassız market, akaryakıt ya da yiyecek ödemelerinde değil, artık dolmuşta bile QR ile ödeme de mümkün hale geldi.”

Yatırım ve Satın Alma Sürüyor

Türkiye’de ve dünyada ödeme sistemlerine olan yatırımların giderek arttığını anlatan Teknoser Genel Müdürü Ozan İnan, “Bu alandaki şirketler büyümelerini aralıksız sürdürüyor. Klarna Almanya’daki kullanıcıları için banka hizmetini başlattı ve 650 milyon dolarlık yatırım aldı. GooglePay, banka kartı sunacağını duyurdu. PayTR, 2020’de yüzde 150 büyüme sağlayarak 3 milyar TL ciro açıkladı. Papara, 6 milyon kullanıcıyı aştı ve bu yıl 200 milyon TL yatırım yapmayı planladığını duyurdu. Papara’nın yılsonu kullanıcı hedefi de 10 milyon kişi. Migros, Moneypara ile ödeme sistemi işine gireceğini ilan etti. Türkiye’de şirket kuran Alipay, yerli girişimleri satın almak için işlemlere başladı. Ödeme sistemi Bakiyem, 7 milyon TL yatırım aldı. Yine Türkiye İş Bankası ödeme sistemi Moka’yı 3.8 milyon dolara satın aldı. Görüldüğü üzere ödeme sistemi yatırım alanında da hızlı bir gelişme söz konusu. Hem yatırım, hem satın almalar birbiri ardına devam ediyor. Covid-19’un önümüzdeki birkaç yıl daha etkinliğini koruması, evde kal dönemlerinin uzaması bekleniyor. Bu salgın hayatımızdan çıksa bile, e-ticaret, temassız ödeme sistemlerinin kalıcı olması da bekleniyor. Dolayısıyla bu alan büyüme ve gelişmesini sürdürecektir” ifadelerini kullandı.

Somut Bir Gerekçe Olmadan İhale İptal Edilebilir mi?

Kamu İhale Kurulu Emsal Kararları – 7

Anahtar Kelimeler; İhalenin iptali, iptal gerekçesi, iptal gerekçesinin bildirilmemesi

İtirazen Şikayet Konusu; İlgili idare tarafından ihalede değerlendirme dışı bırakılan firma tarafından; şikâyete konu ihalenin 6’ncı kısmına teklif verdikleri, söz konusu kısma teklif vermiş olan …Ltd. Şti.nin demoya ilişkin sorumluluklarına yerine getirmediği halde kesinleşen ihale kararı ile ekonomik açıdan en avantajlı teklif sahibi olarak belirlendiği, idareye yapılan şikâyet başvurusu sonucunda ihalenin iptaline karar verildiği, ancak kendilerine gönderilen iptal kararında herhangi bir gerekçe belirtilmeden yalnızca ilgili mevzuat maddelerine yer verildiği, idarenin iptal kararının bu nedenle mevzuata uygun olmadığı, söz konusu iptal kararının iptal edilerek ihalenin uhdelerinde bırakılması gerektiği iddialarına yer verilmiştir.

Kamu İhale Kurulu Kararı Özeti; 23.01.2020 tarih ve 2020/UM.I-134 sayılı Kamu İhale Kurulu Kararı’na göre; Başvuru üzerine uzman üyeler tarafından yeniden yapılan inceleme sonucunda, …Ltd. Şti. tarafından sunulan yedek cihazın Teknik Şartname’nin 16’ncı maddesine uygun olmadığı belirtilmiş olup söz konusu isteklinin teklifinin değerlendirme dışı bırakılmasına ve ihalenin iptaline karar verildiği anlaşılmıştır. Başvuru sahibine gönderilen iptal kararı incelendiğinde, herhangi bir somut gerekçe sunulmadan kararın sonuç kısmında “İhalelere Yönelik Başvurular Hakkında Yönetmelik’in 11. Maddesi a (ihale sürecinin devam etmesine engel oluşturacak ve düzeltici işlemle giderilmeyecek hukuka aykırılığın tespit edilmesi halinde ihalenin iptaline,) bendi gereği ilgili firmanın talebinin kabul edilmesine karar verilmiştir.” ifadesine yer verilmiştir.

İdare tarafından iptal edilen ihalelerde, başvuru sahiplerinin iptale yönelik başvurularının iptal gerekçeleriyle sınırlı olarak incelenmesi gerektiği belirtilmesine rağmen mevcut durumda idarenin başvuru sahibi ve diğer isteklilere herhangi somut bir gerekçeden yoksun göndermiş olduğu iptal kararı neticesinde, isteklilerin idarenin iptal gerekçesine yönelik olarak somut bir başvuru yapma hakkı elinden alınmıştır.

Kurum tarafından yapılan incelemenin, idarenin ihale sürecinde yapmış olduğu işlemlerin mevzuata uygun olup olmadığı denetimi ile sınırlı olduğu ve Kurum’un idarenin yerine geçerek yapılmamış bir işlemi gerçekleştirmesinin mümkün olamayacağı hususları birlikte değerlendirildiğinde, idarenin mevzuatın zorunlu tutmuş olduğu somut gerekçeli bir karar almadan ihaleyi iptal etmesi ve isteklilere iptal kararını gerekçesiz olarak göndermesi nedeniyle ihalenin iptal kararının iptal edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Japonya ile gıdada yeni iş birlikleri yolda

Japonya’ya gıda ihracatında hedef 1 milyar dolar 

Ticaret Bakanlığı’nın desteğiyle Ege İhracatçı Birlikleri’nin 20 yılı aşkın süredir milli katılım organize ettiği Japonya’nın en büyük gıda fuarı Foodex Japan 2021 başladı.

Japonya’nın Doğu Asya’da Türkiye’nin üçüncü ticaret ortağı olduğunu söyleyen Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Türkiye’nin Japonya’ya ihracatının geçen sene 423 milyon dolar civarında olduğunu açıkladı.

“Japonya dünyanın en büyük yatırımcı ülkesi ve en büyük dördüncü ithalatçısı. Ticaretimizi daha üst seviyelere taşıyabiliriz. Bu yüzden son yıllarda ağırlık verdiğimiz pazar çeşitlendirme faaliyetlerimizin en önemli odak noktalarından bir tanesi. Chiba’daki Foodex Japan Gıda Fuarı, Asya Pasifik Bölgesi’nde Turquality, Ur-Ge projeleri, fuarlar ve sektörel ticaret heyetleriyle yürüttüğümüz başarılı pazar stratejisinin en önemli ayağı. Artık her alanda iş birliğinin daha fazla önem kazandığı bir dönemin içindeyiz. Bu yeni ticari ittifaklar, gelişmeler karşısında nasıl konum alacağımızı iyi düşünmeliyiz. Türkiye ile Japonya arasında imzalanan Teknik İşbirliği Anlaşması iki ülke arasında yeni bir aşamaydı. Ancak daha kuvvetli bir adım gerekli. Özellikle Japonya’nın Avrupa, ABD, İngiltere ile serbest ticaret anlaşması (STA) imzaladığı, 15 Asya-Pasifik ülkesinin imza attığı RCEP anlaşmasıyla oluşturulan serbest ticaret bloğu içinde yer aldığı bir dönemde; ülkemizin STA ve Türkiye-Japonya Ekonomik Ortaklık Anlaşması müzakerelerini sonuca ulaştırması gerekiyor.”

Türkiye’nin Japonya’ya gıda ihracatı 217 milyon dolar

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkan Yardımcısı ve Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Birol Celep, Japonya’ya Türkiye geneli ihracatın yüzde 50’sinin, Ege Bölgesi’nden yapılan ihracatın ise yüzde 80’inin gıda üzerine olduğunu söyledi.

“2018 yılında Japonya’ya Türkiye geneli gıda ihracatımız 184 milyon dolarken 2019 ve 2020 yıllarında 217 milyon dolar seviyesine ulaştı. 2020 yılında ise Ege Bölgesi’nden Japonya’ya gıda ihracatımız 74 milyon dolar olarak gerçekleşti. Su ürünleri, kuru meyve, hububat, bakliyat ve yağlı tohumlar, meyve sebze mamulleri, zeytin, zeytinyağı Asya-Pasifik pazarında güçlü olduğumuz sektörler. Japonya’ya gıda ihracatımızı 1 milyar dolara çıkarabiliriz. Dünyada organik gıda pazarı yüzde 23 artışla 129,2 milyar dolara ulaştı. Türkiye’nin organik ürün ihracatının yüzde 75’ini biz gerçekleştiriyoruz. Pandemi döneminde tarımın altın çağını yaşadığı, gıda güvenliğinin üst sıralara yerleştiği bir dönemde Japonya ile ticari ilişkilerimizi yeni işbirliği ve ortaklıklarla geliştireceğiz. Gıda ürünlerinin Uzak Doğu pazarına ihracatını artırmak amacıyla Japonya, Güney Kore ve Çin pazarlarına yönelik Turquality Projesiyle de iyi bir ivme yakaladık. 2020 yılında Ege Bölgesi’nden Japonya’ya ihracatımız yüzde 8 artışla 89 milyon dolara ulaştı.”

Fuarda ülkemizi Büyükelçiliğimiz Müşteşarı Emel Derinöz Tekin, Tokyo Ticaret Başmüşavirimiz Murat Yapıcı ve Müşavirlik yerel personeli Mehmet Ayaz temsil ediyor.

Aynı zamanda Türkiye standında pandemi koşullarına uygun kapalı ambalajlarda kuru meyve, zeytinyağı, kekik gibi Türk gıda ürünlerinin olduğu menülerle tadım etkinlikleri düzenleniyor.

McKinsey, enerji sektörünün geleceğine ilişkin öngörülerini 4 senaryoyla sundu

McKinsey & Company, her yıl düzenli olarak hazırladığı Global Enerji Perspektifi (GEP) 2021 raporunu yayınladı. Pandeminin neden olduğu küresel ekonomik krizi ve enerji sektöründe yaşananları mercek altına alan rapor, enerji sistemlerinde ve talebindeki dönüşümü ortaya koyuyor. McKinsey uzmanlarının, dönüşüm hızı ve ölçeğiyle ilgili belirsizlikleri yansıtmak için hazırladıkları 4 ayrı senaryo çerçevesinde, öne çıkan öngörülerin sunulduğu raporda yenilenebilir enerji kaynaklarının, 2030 yılında küresel enerji sektörüne hakim olması beklendiği belirtiliyor.

GEP 2021 raporu, pandeminin başında hızla düşen fosil yakıt fiyatlarının, ekonomiler yeniden açıldığında bir toparlanma gösterdiğinin altını çiziyor. Enerji piyasalarındaki olağanüstü hareketlerin pandeminin yarattığı belirsizliklerin doğal sonucu olarak kabul edildiği raporda; bu durumun, uzun vadeli senaryoları her zamankinden daha önemli hale getirdiğine vurgu yapılıyor. McKinsey uzmanlarının hazırladığı 4 senaryo; karbon emisyon miktarını düşürmede belirleyici rol oynayan yenilenebilir enerji kaynaklarına küresel ölçekte geçiş hızına göre birbirinden ayrılıyor. Referans senaryo; üretimde, tüketimde ve yatırımlarda, mevcut eğilimlerin devamını ortaya koyarken, McKinsey 1,5°C yol haritası senaryosu da küresel ısınmayı durdurmak için belirlenen hedefe ulaşmak amacıyla yapılması gerekenleri içeriyor. Geciken geçiş senaryosu enerji politikalarında yenilenebilir kaynaklara yönelimin azalması varsayımına dayanırken, hızlandırılmış geçiş senaryosu ise bu yönelimin artacağı varsayımlarını değerlendiriyor.

Pandemi sonrası temel değişimler hızlanıyor 

Bu senaryolar doğrultusunda, raporda paylaşılan ilk öngörü; enerji tüketiminin, COVID-19 öncesi seviyeye hızla gerileme eğiliminde olması. Özellikle elektrik tarafında, 2020’de yaşanan benzeri görülmemiş kesinti, hızlı bir geçiş süreciyle toparlanıyor. Raporda; fosil yakıt tüketiminin, 2027 yılında zirve yaptıktan sonra düşüş trendine girmesi bekleniyor. Bu tabloda, petrol tüketim miktarlarındaki düşüşün başlangıcı için 2029, doğal gaz için de 2037 yılı tahmin ediliyor. Fosil yakıtlara olan talep, COVID-19 öncesindeki miktarlara dönse bile, daha önceden olduğu gibi büyüme eğiliminde olmayacağına dikkat çekiliyor.

Raporda yer alan ikinci temel bulgu ise toplam enerji tüketiminin katlanarak artması ve bu süreçte hidrojenin öne çıkabileceği senaryolara dayanıyor. 2030’larda maliyet açısından rekabetçi hale gelmesi beklenen hidrojenin, enerji geçişinde etkili olması bekleniyor. Güneş ve rüzgâr santrallerinin ise 2035 yılında dünyanın elektrik üretim kapasitesinin neredeyse yarısını oluşturacağı tahmin ediliyor.  Bununla birlikte fosil yakıtlara olan talebin zirveye ulaşıp düşüşe geçmeye başlayacağı tarihlerin de öne geldiği görülüyor. 2014 yılındaki zirvesinden sonra talep miktarındaki düşüş trendi süren kömür, McKinsey uzmanlarına göre; 2050 yılına gelindiğinde, ancak 1990 yılındaki talep miktarına geri dönüyor. Her üç fosil yakıt, talepteki uzun vadeli düşüşe rağmen, küresel enerji ihtiyacının karşılanmasında önemli bir rol oynamaya devam ediyor. Referans senaryoya göre küresel enerji talebinin yarısından fazlası 2050 yılına kadar fosil yakıtlar tarafından karşılanıyor. Fosil yakıtlar içerisinde petrol ve gaz talebi kimya sektörünün devam etmesi beklenen güçlü talebi ile yerini koruyacak tahmini mevcut. Yenilenebilir enerjilere hızlandırılmış geçiş senaryosu gerçekleşirse fosil yakıt tüketiminin azalan tüketim payına bağlı olarak, 2050’de karbon emisyon miktarının referans senaryodan yüzde 20 daha düşük olması mümkün görünüyor.

1,5°C hedefine ulaşabilmek için hızlanmanın artması gerekiyor

Yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş sürecinin, iklim krizini önlemek amacıyla ortaya konan 1,5°C hedefine ulaşabilmek için çok yavaş olduğuna dikkat çeken dördüncü öngörüye göre; önümüzdeki on yıl kritik önem taşıyor. Küresel ölçekte karbon emisyon miktarının azaltılmasına yönelik çalışmaların yanı sıra hükümetlerin daha iddialı hedefleri, somut politikalara dönüştürmesi gerekiyor. Zira referans senaryoya göre; 2050’de küresel karbon emisyonunun halen yıllık 25 Gigaton (Gt) seviyelerinde olacağı tahmin ediliyor. Hükümetlerin, yatırımcıların ve tüketicilerin, yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişe olan ilgisinin arttığını belirten McKinsey uzmanları; iş liderlerine, ülkeden ülkeye fark gösteren değişimin yönüne ve hızına ilişkin işaretlere dikkat etmelerini öneriyor.

McKinsey & Company Ortağı Eren Çetinkaya: 

“2030’larda hidrojen, enerji sektörünün ‘oyun değiştiricisi’ olacak”

Yenilenebilir enerji kaynaklarının maliyet avantajları sayesinde, 2030 yılında küresel enerji sektörüne hâkim olacağını belirten McKinsey & Company Ortağı ve Bölge Enerji Çalışma Grubu Lideri Eren Çetinkaya; “Enerji sektöründeki mevcut eğilimlerin önümüzdeki on yılda da süreceğini tahmin ediyoruz. Yatırım maliyetlerindeki düşüşe, enerji depolama teknolojisindeki gelişmeler eklendikçe; yenilenebilir kaynaklar, fosil yakıtlara karşı daha rekabetçi hale geliyor. Bu çerçevede, yenilenebilir kaynaklarından üretilecek hidrojenin payındaki artışın daha hızlı olacağını öngörüyoruz. Maliyet açısından elde edeceği avantajla hidrojenin, 2030’larda sektörün ‘oyun değiştiricisi’ haline gelebileceğini düşünüyoruz. Bunlarla birlikte Global Enerji Perspektifi raporumuz, yenilenebilir enerjideki bütün bu olumlu gelişmelerin, küresel ısınmada bir eşik noktası olan 1,5 ° C sınırının altında kalmaya yetmeyeceğini ortaya koyuyor. McKinsey 1,5°C yol haritası senaryomuza göre; küresel ölçekte karbon emisyonunu, 2030’a kadar yüzde 50 ve 2050’ye kadar da yüzde 85 oranında düşürmemiz gerekiyor” dedi.

Raporun tamamına ilgili bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

Eğitim, bankacılık ve pazarlama pandemide öne çıktı

Pandemi iyi planlamanın ve verimliliğin önemini hatırlattı

Pandemi,  kuruluşlara planlama ve verimliliğin ne kadar önemli bir süreç olduğunu hatırlattı. Özellikle uzaktan çalışma modelinde planlı ve verimli olmanın zorluğunu vurgulayan uzmanlar, planlaması zayıf kuruluşların global pazarda kalmalarının mümkün görünmediğini ifade ediyor.

Üsküdar Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Endüstri Mühendisliği Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Hasan Çiçek, planlama ve verimliliğin önemi ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Tüm süreçlerde ilk aşama iş planı yapmaktır

Planlamayı “belirlenen amaçlara ulaşmak adına öngörüde bulunup karar alma süreci olarak” tanımlayan Dr. Öğretim Üyesi Hasan Çiçek, “Tabii planlama yaparken geçmiş tecrübelerimizden faydalanırız. Tüm süreçlerimizde ilk yaptığımız iş, plan yapmaktır. Üretim sistemlerinde verimlilik, girdi ile çıktı arasındaki orandır. Verimlilikte amaç en az girdi ile maksimum çıktıyı elde edebilmektir” ifadelerini kullandı.

Rekabet gücü, iyi planlama ve verimli çalışmaya bağlı

Kuruluşların rekabet gücünün iyi planlama ve verimli çalışmalarına bağlı olduğunu belirten Çiçek, “Dolayısıyla planlaması zayıf kuruluşların global pazarda kalmaları mümkün gözükmemektedir. Verimliliği düşük kuruluşlarda maliyet yüksek olacağından rakiplerinden geriye düşecektir. Planlama ve verimlikte kullanılan hesaplamalar kuruluşa rehberlik edip, bu süreçlerin etkin olmasında rol oynarlar. Tabii günümüzde kullanılan yazılım programları bu konuda kuruluşlara büyük destek sağlamaktalar” dedi.

Dr. Hasan Çiçek: “Pandemi verimli ve planlı olmamız gerektiğini öğretti”

Dr. Öğretim Üyesi Hasan Çiçek, “Pandemi, kuruluşlara hem iyi planlamanın hem de verimliliğin ne kadar önemli süreçler olduğunu hatırlattı” dedi ve ekledi:

“Özellikle uzaktan çalışma modelinde planlı ve verimli olmak pek kolay değil. Ancak pandemi şartları hepimize uzaktan çalışsak da verimli ve planlı olmamızın gerektiğini öğretti. Bu süreçte bence öne çıkan en önemli alanlar eğitim, bankacılık ve pazarlama. Uzaktan eğitimle ilk defa tanıştık ve bunun iyi planlaması eğitimin verimli olması açısından önem arz etti. Bu konuda üniversitemiz çok iyi planlama yaptı. Hemen uzaktan eğitime geçtik ve olabildiğince verimli hizmet sunduğumuza inanıyorum. Sonuç olarak şunu söylemek mümkün, kuruluşlar eğer başarılı ve rekabetçi olmak istiyorlarsa mutlaka planlamalarını etkin yapsınlar ve verimliliklerini üst düzeye çıkarsınlar.”

Plastik Sektöründe Büyük Kriz

Hammadde fiyatlarında yaşanan artışı değerlendiren Plastik Sanayicileri Federasyonu (PLASFED) Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Karadeniz: “Küresel arz şoku kaynaklı olan fiyat artışının ülkemizi rakiplerimize nazaran daha çok etkilemesinin sebebi sektörümüzün yapısal sorunları. Öte yandan, hammadde fiyatlarında mevcut artış devam ederse sektör işletmelerinin üretimi durdurması gündeme gelebilir” dedi.

2020 yılının son çeyreğinde artış trendine giren ve 2021 yılına da aynı trendle başlayan plastik hammadde fiyatlarını değerlendiren Plastik Sanayicileri Federasyonu (PLASFED) Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Karadeniz konunun iki ana sebebinin olduğunun altını çizdi ve “Son dönemde salgının tekrar hız kazanması ile birlikte birçok petrokimya tesisi force majeur ilan etti ve üretimi kısma yoluna gitti. Polymer Comple Europe tarafından yayınlanan son istatistiklere göre 19 Şubat 2021 itibariyle 32 tesis üretimi kısma veya durdurma yoluna gitmiştir. Eylül 2020’de bu sayının 10 civarında olduğunu düşündüğümüzde arzın ne kadar hızlı kısıldığını daha net anlayabiliriz. Öte yandan tedarik zincirinin de bozulması navlun fiyatlarının artmasına sebep oldu. Uzak doğu ülkelerinden gelen ürünlerinin navlunu kısa bir zaman diliminde 5 katına çıktı. Bu iki ana sebep sektörümüzün ciddi bir arz şoku ile karşı karşıya kalmasına sebep oldu. Açıkçası bu durum ülkemize özgü bir durum olmamakla birlikte ülkemizde etkilerini daha derinden hissetirmektedir. Bunun başlıca sebebi ise ülkemiz plastik sanayisinin yıllardır süregelen yapısal sorunlarının çözülmemiş olmasıdır” dedi.

İthalat Bağımlılığı Bitirilmeli

Ülkemizin plastik hammaddesinde %85’in üzerinde ithalata bağımlı olduğunu belirten Karadeniz, “Yıllardır dile getirmekte olduğumuz hammadde de yerli üretimin gerekliliğini bir kez daha yaşıyoruz. Yurtiçi üretiminizin yetersiz olması arz güvenliğinizi dış etkenlere açık hale getirmek anlamına geliyor. Navlun fiyatlarının düşük seyrettiği dönemlerde bu sorunun neden çözülmesi gerektiği çok iyi anlaşılamıyordu lakin mevcut durumda birçok pazarda rekabet halinde olduğumuz uzak doğu ülkelerinde yerleşik üreticiler hammaddeye fiziki yakınlıkları sebebiyle ton başına 300-400 dolar daha düşük bir maliyetle çalışmaktalar. Bu şartlar ülkemiz sanayisinin rekabet gücünü çok olumsuz yönde etkilemekte ve pazar kayıplarına sebep olmaktadır. Bu kapsamda orta ve uzun vadeli stratejilerle çalışmaları başlatılmış olan petrokimya tesislerinin hızla tamamlanması ve bunlara yenilerinin eklenmesi öncelenmelidir. Ayrıca son dönemde önemi hızla artan ikincil hammadde üretiminde de geri dönüşüm tesislerimizi zora sokacak uygulamalardan uzak durulmalıdır. Ülkemizde sağlıklı bir toplama ayrıştırma sistemi kuruluncaya değin atık ithalatı devam etmeli, kamu otoriteleri ise suistimallerin önüne geçmek adına denetimleri sıklaştırmalıdır” dedi.

Lojistik Hatlar ile Navlun Maliyetleri Düşürülmeli

“Ülkemizin önemli bir hammadde ithalatçısı konumunda olmasına rağmen yeterli lojistik altyapıya sahip olmaması ise resmin bir diğer yüzü” diyerek sözlerine devam eden Ömer Karadeniz, “Plastik sanayimizin rakip ülkelerle eşit şartlarda rekabet edebilmesi adına düşük navlun bedelleri ile hammaddeye erişiminin sağlanması konusunda mutlak suretle adım atılması gerekiyor. Geldiğimiz noktada daha önemli bir sorun ise sanayicinin belirli ürün gruplarında hiç hammadde bulamıyor olmasıdır. Söz konusu sorunun uzun soluklu devam etmesi durumunda önemli pazar kayıpları yaşamamız kaçınılmaz olacaktır. Açıkçası güncel veriler de bu argümanlarımızı destekler niteliktedir. İstanbul Sanayi Odası tarafından IHS Markit işbirliği ile hazırlanan sektörel PMI verilerini incelediğimizde kimya, plastik ve kauçuk ürünler sektöründe girdi fiyatlarının güçlü seyrinin devam ettiği ve Şubat ayı itibariyle bu trendin üretim ve ihracata da yansıdığını görüyoruz. Şubat ayında sektörün yeni siparişler endeksi 41,2 ile eşik değerin bir hayli altında yer aldı. Bu kapsamda kurulacak lojistik hatların navlun fiyatlarını aşağıya çekerek piyasalar üzerinde bir dengeleyici unsur oluşturabileceğini söyleyebiliriz” dedi.

Kontratlı Hammadde Alımı Yaygınlaşmalı

Sektöre özgü bir sorun olmamakla birlikte işletme büyüklüklerinin kısıtlı olmasının da dolaylı yoldan sorunlara yol açtığını belirten Karadeniz, “Plastik endüstrisinde işletmelerin yeterli büyüklüğe sahip olmaması hammadde tedarikinde kontratlı alım yerine spot piyasadan alımın daha yaygın olmasına sebep oluyor. Arz şoku dönemlerinde hammadde üreticileri kontratlı alıcılarını önceledikleri için spot piyasaya giren hammadde miktarı çok daha kısıtlı oluyor ve fiyatlar kontratlı alımların oldukça üzerinde seyrediyor. Bu kapsamda işletmelerimizin hem sermaye hem insan kaynağı yapısını kuvvetlendirecek adımlar atılmalı ve kontratlı alımın ehemmiyeti iyi bir şekilde aktarılmalı” dedi.

Orta ve Uzun Vade Stratejilere Odaklanılmalı

Söz konusu arz şokunu ve ona bağlı fiyat hareketlerini sektörün uzun yıllardır süre gelen yapısal sorunlarının çözülmesi için bir fırsat gibi görülmesi gerektiğinin altını çizen Ömer Karadeniz, “Böylesi bir dönemde kamu, STK ve özel sektör bir araya gelerek orta ve uzun vadeli çözümlere odaklanırsa sektöre kalıcı bir katkı sağlanması ve arz şoklarına daha dirençli bir yapı kurulması mümkün olacaktır. Aksi taktirde popülist söylemlerle palyatif çözümlere odaklanılması kısa vadede kayda değer bir rahatlama sağlamayacağı gibi orta ve uzun vadede de sektörün kırılgan yapısının devam etmesine neden olacaktır” dedi.

Bu altınlar doğaya dönüyor

İki girişimci hayallerini gerçekleştirdi, ‘sürdürülebilir takı’ projesine imza attı. Runda Jewelry, hammaddeden ambalaja tüm materyalleri toprakta çözünebilen, yüzde 100 geri dönüştürülmüş malzemeden takı üretimi yaparak doğadan geleni, doğaya döndürüyor.

İki girişimci ‘sürdürülebilir takı’yı yarattı. Hüseyin ve Mesut Abdik, kurdukları Runda Jewelry ile doğada çözünebilen takılar üretiyor. Atık altının tekrar kullanılabilir hale getirildiği Runda Jewelry, doğanın döngüsünden ilham alan tasarımlarla ve ‘Doğadan geleni, doğaya döndürmek’ sloganıyla sektörde bir ilke imza atıyor.

Runda’nın tasarımlarında kullanılan her parça, ham maddesinden ambalaj materyallerine kadar yüzde 100 geri dönüştürülmüş ve toprakta çözünebilir malzemelerle üretiliyor. Runda satın alınan her ürünü, tasarımının ilhamını temsil eden bir tohum kartıyla sunuyor.

Temiz altın, temiz üretim

Runda’nın kurucularından Mesut Abdik, sürdürülebilirlik ve çevre hassasiyetinin sektörde yüksek olduğuna dikkat çekti. Altının işlem görmekten yorulan bir element olduğunu vurgulayan Abdik, “Kullanılamayacak bir şekilde yıpranan altın aslında atık olarak kabul ediliyor. Ancak bizim gibi yüzde 100 geri dönüştürülmüş üretim sürecine sahip sistemlerde altın yeniden kazanılıyor. Kendi sahamıza entegre ettiğimiz teknolojilerle kullanılamayacak altınları yeniden üretim döngüsünün içine alıyoruz. Atık altın, tesislerimize entegre ettiğimiz sistemlerle tekrar külçe altınlara dönüştürülüyor. Temiz altın elde etmemizi sağlayan bu süreçte kendi fabrikamızda da yeşil döngüyü sürekli kılıyoruz” dedi.

Doğaya ve insana saygı

Trend, nostaljik, çağdaş gibi temalara sahip tasarımları içeren takı koleksiyonlarında, üretimin doğaya ve insana saygıyla hareket eden kolektif bilinci yansıttığını söyleyen Hüseyin Abdik ise “Sürdürülebilirlik anlayışımız, doğaya ve insana saygı temeli üzerinde yaşıyor. Doğa için iyilik prensibiyle iyi ekiplerin oluşturduğu iyi tasarımları bu konuda hassasiyeti olan tüketiciye sunuyoruz” diye konuştu.