JENERATÖR SANAYİSİ İÇİN TARİHİ ADIM JENDER ve MEB İŞ BİRLİĞİ
JENERATÖR SANAYİSİ İÇİN TARİHİ ADIM: JENDER ve MEB İŞ BİRLİĞİ
Türkiye jeneratör ve güç sistemleri sanayisini temsil eden JENDER (Jeneratör Sanayicileri ve Güç Sistemleri Derneği) ile T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Meslekî ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü, sektöre özel nitelikli insan kaynağı yetiştirilmesi amacıyla önemli bir iş birliğine imza attı.
İmzalanan Meslekî Eğitim İş Birliği Protokolü, elektrik-elektronik ve motorlu araçlar teknolojisi alanlarında faaliyet gösteren meslek liselerinde yeni nesil atölye ve laboratuvarların kurulmasını, öğrencilerin uygulamalı eğitim yoluyla sektörel ihtiyaçlara uygun bilgi ve becerilerle yetiştirilmesini hedefliyor.
✍️ İmza Töreni
Protokol, Millî Eğitim Bakanlığı adına
Genel Müdür Vekili Sn. Salih KAYGUSUZ,
JENDER adına ise
Başkan Sn. Rıdvan ÖZER tarafından imzalandı.
Törende ayrıca;
Daire Başkanı Sn. Mustafa GÜNAY
Proje Sorumlusu, Başöğretmen Sn. Şehnaz ÇİVİCİ
JENDER PLAKET TAKDİM
👥 JENDER Heyeti:
Rıdvan ÖZER – Başkan
Burak BAŞEĞMEZLER – Başkan Vekili
Kadir SÜMERKENT – Başkan Vekili
Semih GÖKALP – Yönetim Kurulu Üyesi
Faruk AKSOY – Genel Sekreter ve YK Üyesi
Umut Hüseyin ŞENEL – Eğitim Komitesi Başkanı
Protokol sürecine destek sağladı ve katılım gösterdi.
🔧 Protokol Kapsamında Atılacak Adımlar:
İlk etapta 5 ilde 16 meslek lisesinde modern atölye ve laboratuvarların kurulması
Yaklaşık 80 öğrenciye işletmelerde mesleki eğitim ve staj imkânı sunulması
Eğitim ortamlarında iş sağlığı ve güvenliği için ekipman desteği
Öğretmenlere yönelik hizmet içi eğitimler ile beceri güncelleme
Başarılı öğrencilere burs desteği
Teknik geziler, seminerler, fuarlar ve yarışmalar ile farkındalık artırımı
Mezuniyet sonrası istihdam destekleri ile doğrudan sektöre kazandırma
📍 Proje kapsamındaki İller ve Okullar:
Balıkesir: Borsa İstanbul, Mimar Sinan, 100. Yıl MTAL
Kocaeli: Bahçecik, Gebze, Darıca Aslan Çimento, Deniz Yıldızları MTAL
Tekirdağ: Çerkezköy Halit Narin, Veliköy MTAL
🎯 Ortak Hedef:Gençlerimizi teknolojiye hâkim, uygulamalı eğitimle donatılmış bireyler olarak geleceğe hazırlamak; nitelikli insan kaynağı ile jeneratör ve güç sistemleri sektörümüzü sürdürülebilir kalkınma ve küresel rekabet hedeflerine taşımak.
🏭 Sektöre Katkı:
Türkiye’nin stratejik sektörlerinden biri olan jeneratör ve güç sistemleri sanayisi, bu iş birliği sayesinde yerli üretim, sürdürülebilirlik ve ihracat alanlarında daha güçlü bir insan kaynağı altyapısına kavuşacaktır.
📚 JENDER Eğitim Komitesi Kuruldu:
Bu kapsamda, JENDER bünyesinde Eğitim Komitesi kurulmuş olup, eğitim faaliyetleri T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Meslekî ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü ile iş birliği içerisinde yürütülecektir. Eğitim Komitesi, sektörün teknik ihtiyaçlarına uygun eğitim içeriklerinin hazırlanması, öğretmen eğitimleri ve öğrencilere yönelik programların uygulanmasından sorumludur.
🌍 Uluslararası İş Birliği:
JENDER’in Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kardeş derneği olan EGSA (Electrical Generating Systems Association)ile yapılan iş birliği çerçevesinde, eğitim ve sertifikasyon programlarında uluslararası destek ve danışmanlıksağlanacaktır. Bu sayede öğrenciler ve eğiticiler, küresel standartlara uygun bilgi ve yetkinliklere sahip olacaktır.
📄 PROTOKOL Okullar Listesi
Sıra
İl
İlçe
Okul Kodu
Okul Adı
1
BALIKESİR
KARESİ
755809
Balıkesir Borsa İstanbul Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
2
BALIKESİR
ALTIEYLÜL
755805
Mimar Sinan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
3
BALIKESİR
ALTIEYLÜL
755807
100. Yıl Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
4
ESKİŞEHİR
ODUNPAZARI
967489
Turgut Reis Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
5
ESKİŞEHİR
ODUNPAZARI
967490
Türk Telekom Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
6
İSTANBUL
SANCAKTEPE
749857
Sancaktepe Eyüp Sultan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
7
İSTANBUL
TUZLA
974645
Tuzla Cezeri Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
8
İSTANBUL
PENDİK
767165
Nuri Demirağ Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
9
İSTANBUL
PENDİK
964611
Pendik Borsa İstanbul Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
10
İSTANBUL
TUZLA
752731
Kaşif Kalkavan Çok Programlı Anadolu Lisesi
11
KOCAELİ
BAŞİSKELE
967510
Bahçecik Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
12
KOCAELİ
GEBZE
174129
Gebze Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
13
KOCAELİ
DARICA
967518
Darıca Aslan Çimento Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
14
KOCAELİ
DARICA
967519
Deniz Yıldızları Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
15
TEKİRDAĞ
ÇERKEZKÖY
971957
Çerkezköy Halit Narin Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
16
TEKİRDAĞ
ÇERKEZKÖY
763270
Veliköy Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
Sürdürülebilir Tedarik Zinciri Yönetimi ve Yeşil Satınalma Eğitimi
SÜRDÜRÜLEBİLİR TEDARİK ZİNCİRİ YÖNETİMİ
VE YEŞİL SATINALMA MAKALELERİ
İşçinin “…Bana verilen zam oranını insan kaynaklarına iade ediyorum” şeklinde mail atması haklı fesih nedeni midir?
Lütfi İNCİROĞLU
4857 sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan işçinin işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarf etmesi veya davranışlarda bulunması haklı fesih nedenidir. Bu davranış sadece işverene değil vekillerine de yapılsa aynı sonucu doğurur. Başka bir deyişle, işveren ya da işveren vekillerinin onur ve saygınlığına zarar verebilecek davranışlarda bulunulması işçi açısından haklı nedenle feshi gerektirir.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi kararına konu olan bir olayda, işçinin kendisine yapılan yıllık %5,3 oranındaki ücret artışını benimsemeyerek işyerindeki yönetici ve işçilerin hesabına “Merhabalar, bana verilen zam oranını zarf içinde insan kaynaklarına iade ediyorum. Bu oranı kim ya da kimler belirlediyse aralarında paylaşsınlar, bilgilerinize.” şeklinde elektronik posta atması gerekçesi ile iş sözleşmesi 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi gereğince işverenin veya onu temsile yetkili olan ve zam oranını belirleyen işveren vekillerinin onur ve saygınlığına zarar verebilecek örtülü hakaret niteliği taşıması nedeni ile işveren tarafından yapılan feshin haklı olduğu ve işçinin kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanamayacağına hükmedilmiştir.
Ancak işçi, Yargıtay’ın aleyhe kararını müteakip Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa mahkemesi işçinin elektronik postada sarf edilen söz sebebiyle iş akdinin feshedilmesini ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi özetle, başvurucu işçinin işveren ve vekillerine gönderdiği elektronik posta içeriğinde herhangi bir somutlaştırma yapılmadan ve isnatta bulunulmadan başvurucunun maaş zammını düşük bulduğu ve bu durumdan duyduğu rahatsızlığı ilgililerin dikkatine sunmaya çalıştığını, başvurucunun bu memnuniyetsizliği dile getirmeyi amaçladığını ancak başvurucunun elektronik postada kullandığı eleştirel üslubun işyeri disiplinini, düzenini ve çalışma barışını nasıl olumsuz etkilediğine dair bir değerlendirmede bulunulmadığına hükmetmiştir.
Öte yandan 4857 sayılı Kanun’un 25. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan işçinin işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarf etmesi veya davranışlarda bulunması şeklindeki haklı fesih sebebinin değerlendirilmesine yönelik olarak ihtilafa konu içeriğin niteliğini, kullanıldığı bağlamı ve muhtemel etkilerini kapsamlı ve detaylı bir şekilde incelenmemesi ve salt işveren vekillerinin ve diğer işçilerin elektronik postayı görmelerinin hakaret olarak değerlendirmesini de uygun bulmamıştır.
Bu durumda başvurucunun iş akdinin haksız olarak feshedildiğinden hareketle açtığı alacak davasını reddeden Mahkemenin başvurucunun ifade özgürlüğü ile işveren ve/veya işveren vekillerinin şeref ve itibar hakları arasında adil bir denge kurabildiğinden bahsetmek mümkün olmadığı, dolayısıyla mahkemenin başvurucunun ifade özgürlüğü ile işyerinin disiplini, düzeni ve çalışma barışının sağlanması amacı arasında adil bir denge kurulmasına yönelik ilgili ve yeterli bir gerekçe sunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden ve toplumun ilerlemesi, her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan biri olduğunu ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi ayrıca özel hukuk iş ilişkisi kapsamında çalışan bireylerin Anayasa ile güvence altına alınan haklarına yönelik müdahale iddiası içeren uyuşmazlıkların karara bağlandığı davalarda yargı mercilerince söz konusu güvenceler göz ardı edilmemeli, işveren ve çalışanlar arasındaki çatışan çıkarlar adil biçimde dengelenmeli, ulaşılan sonuç hakkında hüküm kurulurken ilgili ve yeterli gerekçeler sunulmalıdır demek suretiyle başvurucunun gönderdiği elektronik posta içeriğinin işverenin saygınlığını zedelemediğine ve hakaret niteliği taşımadığına ihlal iddialarının ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiğini değerlendirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi, işçinin ifade özgürlüğü ile işverenin şeref ve itibarının korunması hakkı arasında kurulması gereken adil dengeye ilişkin dikkate alınması gereken birtakım ölçütler belirlemiştir. Buna göre dile getirilen düşünce açıklamalarının nerede, kimlerle ve hangi şartlarda paylaşıldığı, kişinin amacı, iyi niyetli olup olmadığı, ifade özgürlüğünü sırf üçüncü kişilere zarar vermek amacıyla kullanıp kullanmadığı, yürütülen kamusal tartışmanın önemi, yapılan açıklama veya kullanılan sözlerin bu kamusal tartışmaya yaptığı katkının ağırlığı, ayrıca kullanılan ifadeler ve bunların hedef alınan kişinin yaşamına etkileri gibi kriterleri somut olay bağlamında uygun düştüğü ölçüde dikkate alması gerektiğine hükmetmiştir.
Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilmesi gerekçesi ile başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiğine karar vermiştir[1].
Kanaatimiz odur ki, ücret artışını beğenmeyip işyerindeki yönetici ve işçilerin hesabına “Merhabalar, bana verilen zam oranını zarf içinde insan kaynaklarına iade ediyorum. Bu oranı kim ya da kimler belirlediyse aralarında paylaşsınlar, bilgilerinize.” şeklinde elektronik posta atan işçinin iş sözleşmesi haklı değil, geçerli nedenle sona erdirilmeli idi. Bu nedenle Yargıtay’ın bu konuda verdiği karara katılmıyoruz.
B2B’de Yapay Zekâ ile İçerik Kişiselleştirme: Stratejik Etkileşim Çağına Giriş
Dr. Ahmet TUZCUOĞLU
atuzcuoglu@istanbul.edu.tr
2025 yılı itibarıyla B2B dünyasında en büyük rekabet avantajlarından biri, içeriklerin karar vericiye özel olarak kişiselleştirilmesinden geçiyor. Kurumsal satınalma kararlarında yalnızca ürün ya da hizmetin kalitesi değil, içerik aracılığıyla sunulan mesajın zamanlaması, bağlamı ve sunum biçimi de karar sürecinde kritik bir rol üstlenmektedir. Satınalma süreçlerinde kullanılan teklif e-postaları, bilgilendirme dokümanları ve analiz raporları artık klasik şablonların ötesine geçerek, yapay zekâ (AI) destekli otomasyonlarla, alıcıların karar süreçlerine özel olarak uyarlanıyor.
Potwora ve arkadaşları (2024), yapay zekânın pazarlama stratejilerinde üç ana rolünü açık biçimde vurgulamış: otomasyon, kişiselleştirme ve tahminleme. Bu roller, yalnızca müşteri ilişkilerinde değil, kurumlar arası (B2B) etkileşimlerde de yüksek değer ortaya çıkarıyor. Yapay zekâ, kullanıcı davranışlarını ve satınalma desenlerini analiz ederek, hangi içeriğin hangi zamanda, hangi biçimde sunulması gerektiği konusunda çok daha doğru öngörüler sunabiliyor. Bu, stratejik karar verme süreçlerini hem hızlandırıyor hem de daha isabetli kılıyor.
Rolando (2024), kişiselleştirme stratejilerinde yapay zekânın sadece kullanıcı deneyimini iyileştirmekle kalmadığını, aynı zamanda markalarla kurulan duygusal bağı ve müşteri sadakatini artırdığını ortaya koyuyor. Özellikle içerik düzeyinde “kişiselleştirilmiş öneri sistemleri” ve “dinamik içerik blokları” bu bağı sürdürülebilir hale getiriyor. AI, artık sadece pazarlama metinlerini değil, teklif dosyalarını ve tedarikçi analizlerini de alıcıya özel içerikle yeniden üretmekte.
Yapay zekâ destekli içerik üretimi, yalnızca zaman tasarrufu sağlamıyor; aynı zamanda mesajın hedef kitleyle daha uyumlu, bağlamsal ve etkileşimli olmasını mümkün kılıyor. Örneğin, bir satınalma yöneticisine gönderilen analiz raporu, onun daha önceki alım geçmişi, sektörel öncelikleri ve mevcut tedarik zinciri performansına göre şekillendirilebiliyor. Bu, içerik üretiminde klasik “bölümlendirme-segmentasyon”un ötesine geçerek “anlık uyarlama” (real-time customization) dönemini başlatıyor.
Bu kişiselleştirme dalgası yalnızca teorik değil; somut verilere de dayanıyor:
McKinsey’in B2B Pulse Survey (2024) verilerine göre, yapay zekâ kullanan firmalar satışlarını %10-15 oranında artırabiliyor. Ayrıca kişiselleştirme uygulayan firmalar, gelir hedeflerine ulaşmada rakiplerine göre üç kat daha başarılı oluyor.
Deloitte (2024), kişiselleştirme lideri markaların pazarlama yatırımlarının %56’sını bu alana yönlendirdiğini ve tüketicilerin %75’inin kişiselleştirilmiş içerik sunan markaları tercih ettiğini bildiriyor.
Gartner (2023), kişiselleştirilmiş e-ticaret uygulamalarının B2B gelirlerini %15’e kadar artırabildiğini ortaya koyuyor. Ancak olumsuz deneyimlerde, tüketicilerin %53’ü bu durumu markaya karşı negatif bir etki olarak algılıyor.
Nielsen (2023) kişiselleştirme raporuna göre, kişisel etkileşim içeren içerikler tüketicilerin %68’inde satın alma eğilimini artırıyor.
Ipsos, kişiselleştirmenin müşteri deneyimi yönetiminde birinci öncelik olduğunu ve güvenin bu deneyimle doğrudan ilişkili olduğunu bildiriyor.
Teknik uygulamalar açısından da önemli bulgular söz konusu. Gujar (2024), yapay zekâ destekli içerik üretimi ve e-posta optimizasyonu uygulamalarının, satınalma ekiplerinin zaman maliyetlerini %30 oranında düşürebildiğini ve özellikle doğal dil işleme (NLP) teknolojilerinin pazarlama e-postalarının tıklanma oranlarını belirgin şekilde artırdığını gösteriyor. Paschen ve arkadaşları (2019), yapay zekâ teknolojilerinin karar destek sistemlerinde özellikle içerik öneri motorları aracılığıyla satınalma sürecine yön verdiğini belirtmektedir. Bu sistemler, yalnızca bilgi paylaşımı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda tedarikçi ile olan ilişkilerin niteliğini de optimize eder.
Adım Adım Uygulama Stratejileri:
Strateji ve Hedef Belirleyin: Kişiselleştirilecek içerik türlerini (e-posta, rapor, teklif vb.) ve hedef kitleyi netleştirin. Başarı kriterlerini (KPI) tanımlayın.
Veri Altyapısını Hazırlayın: Müşteri verilerini CRM/ERP sistemlerinde birleştirin. GDPR/KVKK uyumlu veri temizliği yaparak analizlere uygun hale getirin.
Uygun AI Araçlarını Seçin: İçerik üretimi, segmentasyon, öneri ve e-posta optimizasyonu için yapay zekâ tabanlı araçları belirleyin.
Dinamik Şablonlar Tasarlayın: Segmentlere özel modüler içerik blokları (başlık, öneri, çağrı) hazırlayın. Kişisel bilgilerle zenginleştirin.
Otomasyon Süreçlerini Kurun: CRM tetiklemeleriyle otomatik içerik gönderimlerini ayarlayın. AI ile zamanlama ve içerik eşleşmesini yönetin.
Test Edin ve Performansı Ölçün: A/B testleri ile içerikleri karşılaştırın. CLV, CTR, ROAS gibi metriklerle başarıyı analiz edin.
Geri Bildirim Alın ve Geliştirin: Kullanıcı ve ekip geri bildirimlerine göre içerik stratejinizi düzenli olarak optimize edin.
Etik ve Güven Unsurlarını Dahil Edin: Algoritmaların nasıl çalıştığını açıklayın, veri güvenliğini sağlayın ve içerik üretiminde şeffaf olun.
Yapay zekâ destekli kişiselleştirme stratejileri uygulanırken sık yapılan hatalardan biri, bölümlendirmenin fazla yüzeysel ya da varsayımsal temellere dayandırılmasıdır. Örneğin, yalnızca coğrafi bölge veya sektör bilgisine göre yapılan bölümler, alıcının gerçek ihtiyacını ve davranış kalıplarını yansıtmakta yetersiz kalabilir. Bir diğer hata ise, aşırı otomasyon nedeniyle içeriğin yapay ve tekrarlı bir tona bürünmesi, özellikle aşırı şablonlaşmış ifadeler veya aşırı teknik jargonlar, alıcıda ‘insan dışı’ bir deneyim hissi uyandırarak geri tepme ile güven kaybına yol açabilir. Ayrıca, veri kalitesi göz ardı edildiğinde, sistem yanlış hedeflemeler yapabilir ve içerikler yanlış kişilere ulaşabilir. Son olarak, işletmeler genellikle etik ve şeffaflık ilkelerini göz ardı ederek, alıcıların kişisel verilerine dayalı içerikleri nasıl ve neden aldığını açıklamakta yetersiz kalırlar. Bu da kişiselleştirme çabasının ters tepkilere neden olmasına yol açabilir.
Özetle; içerik kişiselleştirme, artık yalnızca B2C pazarlamanın değil, B2B fonksiyonların da ayrılmaz bir parçasıdır. Yapay zekâ, içeriklerin daha etkili biçimde sunulmasını, hedeflenen etkinin maksimize edilmesini ve karar alma süreçlerinin stratejik hale getirilmesini mümkün kılıyor. Önerilen adımları takip ederek işletmeler; içeriklerini yalnızca “daha etkileyici” değil, aynı zamanda daha stratejik, daha hızlı ve daha doğru hedeflenmiş hale getirebilirler. Yapay zekâ ile donatılmış içerik stratejileri; yalnızca rekabet avantajı sunmakla kalmayacak, aynı zamanda kurumların dijital güvenilirliğini ve ilişki kalitesini yeniden tanımlayacak!
Gujar, V. (2024). New age marketing: AI personalization strategies in digital world. International Advanced Research Journal in Science, Engineering and Technology, 11(3).
Paschen, J., Kietzmann, J., & Kietzmann, T. C. (2019). Artificial intelligence (AI) and its implications for market knowledge in B2B marketing. Journal of business & industrial marketing, 34(7), 1410-1419.
Potwora, M., Vdovichena, O., Semchuk, D., Lipych, L., & Saienko, V. (2024). The use of artificial intelligence in marketing strategies: Automation, personalization and forecasting. Journal of Management World, 2, 41-49.
Rolando, B. (2024). The role of artificial intelligence in personalized and customized engagement marketing: A comprehensive review. Economics and Business Journal (ECBIS), 2(3), 301-316.
Göreceli bir soru. Döviz kurunu kim, nasıl ister? Her kişi veya sektör işine nasıl gelirse, dövizin fiyatının öyle olmasını isteyecektir.
Kişilere soralım o halde.
Tam da adamına sorduk ve çok net bir yanıt aldık Reşat Bağcıoğlu’ndan. Bizleri aydınlattı. Reşat Bağcıoğlu’nun ağzından laf alamazmışız. Öyle söyledi. Reşat Bağcıoğlu’nun bu şekilde dahiyene yanıtı ile finans dünyasına katkıları büyük olacaktır şüphesiz.
Daha farklı kişilere soralım o halde; Dövizin fiyatı ne olsun?
Dövizin Fiyatı Ne Olsun?
Geçtiğimiz iki haftada döviz fiyatının;
Dolar 20 Lira olursa
Dolar 40 Lira olursa
şeklinde olası fiyatları ele almıştım.
20 ve 40 lira fiyatlamalarla ilgili çeşitli fikirlerimizi de yazdım;
İthalatçı açısından ne olur?
İhracatçı açısından ne olur?
Finans dünyası sadece ithalat ve ihracatçının etrafında dönmüyor elbette. İthalat ve ihracatçıların dışında;
Ülkemizin ödemeler dengesi,
Ülkemizin dış borçları,
Döviz kazandırıcı faaliyetler çerçevesinde ülkemize döviz girdisi sağlayanlar,
Ülkemizde yatırım yapıp istihdam yaratan gerçek yatırımcılar,
Yukarıdaki listeye daha da ilaveler yapılması mümkündür.
Döviz kazancı olan ve ülkemize döviz kazandıran mal ve hizmet ihracatçılarının istediği husus;
Dövizin enflasyon kadar artması ve kurdan dolayı maliyetlerinin altında mal ve hizmet ihracı yapmamalarıdır.
Yurt dışından dövizle mal ve hizmet alan kesimler ise;
Dövizin hızlı artmaması, hatta enflasyon artış hızının altında yükseliş göstermesi veya döviz kurlarının adeta kaplumbağa hızıyla çok yavaş ilerlemesi, hatta kurların düşüş göstermesi
İşte bu son söylediklerim sanki günümüzdeki döviz fiyatlamasını tarif ediyor adeta.
İthalatçı Dövizin Fiyatının Ne Olmasını İster?
İthalatçının talebi gayet açık ve nettir; yurt dışından yapacağı vadeli veya vadesiz ithalat işlemlerinde düşük kur politikası devam etsin ve asla kur riski yaşamasın.
Böyle bir dünya var mıdır?
Hem ülkemizden döviz transferi yapılacak, ülkemize bir kazancı olmayacak ve düşük kur politikası, hatta kurlar artmasın, dövizin artış hızı enflasyon artışının altında kalsın, gerekirse kurlar düşsün, bu sayede ithalatçı kur riski yaşamamız, kazancına fırsat karları eklemek isteyecektir.
Kurların bu şekilde olması, zaten beklenemez. Çünkü ülkemizde sadece ithalatçılar olmayıp, döviz kazandırıcı faaliyetler dolayısıyla ülkemize döviz girdisi sağlayan kesimler ise bu tablonun bu şekilde oluşmasını asla istemezler.
Yurt dışına döviz ödemesi yapan ithalatçılar ile, yurt dışından döviz getiren kişilerin istek ve talepleri birbirinin tersi durumdadır.
Döviz Dengede Olmalıdır
Kesinlikle dengede olmalıdır. Ülkemiz menfaatleri ve koşulları doğrultusunda dövizin olması gereken durum bir denge unsuru şeklinde olmalıdır. Çünkü dövizle iş yapan kesimler sadece ithalatçılar ve ihracatçılar değildir.
Dövizin dengesi tüm tarafları hoşnut eden bir seviye olmalıdır.
İhracatçılara sorsanız;
Doların fiyatı TRL.60 veya TRL.70 olsun,
İthalatçılara sorsanız;
Doların fiyatı daha da düşsün, hatta 15 Lira olsun. Dövizin fiyatı ne kadar çok düşerse, ülkemizin döviz borcunun Türk Lirası karşılığı o kadar aşağı çekilir, ülkemizin borcu azalır, der.
Sanki ithalatçının bu isteği mantıklı görünüyor gibi geliyor. Siz ne dersiniz?
Bizler satınalmacı olarak genelde alımlarımızı acil yaparız. Üretimde ve imalatta bir plansızlıktır gider. Ama biz yıllar içerisinde acil olarak hangi malzemenin nerede uygun ve çabuk bulunabileceğini öğreniriz. Hangi firmanın hızlı geri dönüş yaptığını, stoklarının güçlü olduğunu, sevkiyat konusundaki çabukluğunu biliriz. Kafamızda ve notlarımızda tecrübeyle sabit tüm firmalar hakkında algı oluşmuş, izlenimler yer edinmiştir.
Dolayısı ile acil alımlarda hemen aklımızdaki bu algılar devreye girer ve işi çabucak çözeriz. O yüzden firmaların piyasada ve satınalmacıların gözünde iyi bir izlenim bırakmaları önemlidir.
İyi bir izlenim için ise;
Genelde yıllar içinde değişmeyen satış personeli,
Hızlı geri dönüşler ve hızlı sevkiyat,
Ödeme konusunda esnek yapı,
Stok tutma ve satış personelindeki teknik bilgi ve tecrübe,
Depo, muhasebe ve satış üçgenindeki çabukluk (Bazen ürünü bulur ve sipariş edersiniz, hatta almaya gidersiniz, muhasebenin fatura kesmesi uzar, bıktırır)
Önemli rol oynar. Kısaca bu algıya müşteri memnuniyeti de diyebiliriz.
Bazen diğer firma saniye farkı ile siparişi kaçırabilir. Hızlı geri dönüş çok önemlidir. Hatta bizi aradıklarında biz ürünü hızlı dönüş yapan firmadan almış ve çoktan yerine monte etmişizdir bile. Bütün iletişim kanallarının mesai saatleri içinde açık olması gerekir. Adeta askerdeki hazır kıta gibi bekleyen firmalar her zaman kazanır. Çünkü alımlarımızın bir kısmında çabukluk fiyatın önüne geçebilir.
Satınalmacılar kendi aralarında sosyal medya gruplarına bile söze “bu malzemeyi en çabuk nerden bulurum” diye başlayan sorularla birbirinden destek isterler.
Karşılaştığımız ve Kafamızda Oluşan Bazı Firma Algıları
Bu firma geç geri dönüş yapar (15 gün sonra talebime dönüş yapan firma hatırlıyorum=
Bu firmaya mail, whatsapp ve telefonla ulaşmak zordur. Müşteri temsilcilerinde hala şirket hatları yoktur ve sabit hat kullanırlar. Sabit hat iletişimin dumandan sonraki halidir.
Bu firmada fiyatla yüksektir ama stokta da her zaman vardır ve hızlı getirir.
Bu firmanın sevkiyatı yoktur, gidip kendin alman veya kargoya verdirmen lazımdır.
Hiçbir yerde bulamadığım ürünü bu firma her nasılsa bulup getirir.
Bu firma ödeme konusunda esnektir.
Bu firmaya ödemeni bir gün geciktir, sistemi alışın devamına izin vermez.
Bu firma ile bir daha çalışırsam ne olayım?
Bu firma hem kolay ulaşılabilir, hem uygun fiyatlı, hem de çabuk getirir.
Bu firmanın yurtdışı bağlantıları çok iyidir, Türkiye’de bulamadığın ürünü getirir.
Bu firmanın satış temsilcisi amirine sormadan iş yapamaz, bürokrasi yoğundur.
Bu firmaya 3-4 siparişin dışında 5. Siparişi geçtiğinde karıştırmaya başlar. Takibi zayıftır.
Bu firmanın fiyatı yüksek olabilir ama sorunsuz ve kaliteli ürün satar, teknik desteği iyidir.
Gibi gibi….
Kötü bir izlenim oluşturmuş bir firmanın tekrar geri kazanması zaman alır. Satınalmacı bir süre sonra teklif almayı keser. Ve bu durum piyasaya da yayılabilir. Algılar çamur gibidir, izi kalır.
Güçlü Bir Algı Örneği-Marketlerin Açılışa Özel İndirimleri
Market sahiplerinin ataları zamanında dürüst davranarak güzel bir algı oluşturmuşlar. Yeni bir market veya şubesi açıldığında ilk günlerde indirimli satışlar yapılır. Bu yıllardır böyledir ve halk arasında güçlü bir algı oluşmuştur.
Ancak geçen gün mahallemize bir zincir marketin şubesi açıldı. Diğerleri gibi açılışa özel indirim yapacağını duyurdu. Ancak gittiğimde indirim yapılmadığını fark ettim. Ama güçlü algı sebebiyle kasada kuyruklar vardı ve halkımız maalesef gözü kapalı sepetlerini doldurmuştu.
Tabi bu yeni nesil sahtekârlar yüzünden marketlerin yıllar süren bu algısı yavaş yavaş yok olacak ve yerini nefret alacaktır. İnsanlar neden oluşmuş güzel algıları hırs uğruna yıkarlar hiç anlam veremem.
“İnsanlar ürünleri veya hizmetleri satın almaz, çözümler satın alırlar.” – Theodore Levitt
Selin Erdal - Perakendeciler Yapay Zekâya Hazır Mı?
Perakendeciler Yapay Zekâya Hazır mı?
Selin Erdal – Satınalma Dergisi Moda Editörü
Markalar için artık sadece insanların ilgisini çekmek yetmiyor, algoritmaların da dikkatini çekmek zorunda.
Selin Erdal – Perakendeciler Yapay Zekâya Hazır Mı?
Güzel tasarlanmış bir web sitesi, etkileyici görseller, kayan banner’lar, etkileşimli menüler… Tüm bunlar bir insan ziyaretçi için harika olabilir. Ama yapay zekâ için? Pek de değil. Çünkü yapay zekâ, interneti bizim gördüğümüz gibi görmüyor.
Bugün ChatGPT gibi üretici yapay zekâ sistemleri, alışveriş dünyasına adım atmış durumda. Üstelik sadece ürün önermekle kalmıyor; bazı platformlar kullanıcı adına sepete ürün ekliyor, fiyat düşmesini bekleyip satın alma işlemini tamamlıyor bile. Henüz emekleme aşamasında olan bu sistemler, yakın gelecekte e-ticaretin işleyişini tamamen değiştirebilir.
Adobe Analytics’e göre, ABD’de perakende sitelerine yapay zekâ kaynaklı ziyaretler, yalnızca birkaç ay içinde %1.200 artmış durumda. Salesforce ise yalnızca bu yılki tatil sezonunda yapay zekâ destekli alışverişin 260 milyar dolarlık satış yaratabileceğini öngörüyor. Kısacası, yapay zekâ artık sadece bir trend değil; yeni nesil müşteriniz olabilir.
Bugün çoğu markanın web sitesi, JavaScript gibi dillerle kodlanmış modern ögelerle dolu. Ancak bu unsurlar, yapay zekâ sistemleri tarafından “okunamıyor”. Bu durum, markaların görünürlüğünü ciddi şekilde etkileyebilir. Çünkü yapay zekâ kullanıcıya öneride bulunmakla kalmayıp yakında o önerileri kendisi satın alacak. Yani şu an siteniz hem insanlar hem de botlar için çalışmak zorunda.
SEO, GEO ve AEO
Alıştığımız arama motoru optimizasyonu (SEO) artık tek başına yeterli değil. Yeni odak noktası: GEO ve AEO. Amaç, Google’da üst sırada çıkmak değil; yapay zekânın yanıt sistemine girip algoritmanın “gözünde” görünür olmak.
Peki yapay zekâ neye dikkat ediyor? İyi yapılandırılmış ürün açıklamaları, zengin ve düzenli veri akışı (özellikle ürün feed’leri), yoğun çevrimiçi etkileşim: yorumlar, sosyal medya konuşmaları, mikro-influencer içerikleri gibi. Yani sadece görsele değil, içeriğe de odaklanıyor.
Botlar Gerçekten Kötü Mü?
Uzun süredir botlar, perakendecilerin kabusu olarak görünüyordu. Popüler bir sneaker’ı saniyeler içinde stoktan kaldıran yazılımlar nedeniyle birçok marka, botlara karşı önlemler geliştirdi. Ama bu kez mesele farklı: Karşınızda kötü niyetli değil, müşteri adına alışveriş yapan “iyi botlar” var.
Sorun şu: Mevcut sitelerin çoğu, bu tür onaylı botların alışveriş yapmasına uygun değil. Hızlı form dolduran ya da tarayıcı dışı işlem yapan her ziyaretçi, hâlâ şüpheli görülüp engellenebiliyor. Bu da satışı kaçırmak anlamına geliyor.
Bunun beraberinde ödeme dünyası da değişiyor. Visa gibi dev oyuncular, bu yeni alışveriş biçimine özel çözümler geliştiriyor. Nisan 2025’te tanıtılan Intelligent Commerce sistemi, biyometrik doğrulama ve dijital cüzdanlarla çalışan bir altyapı sunuyor. Amaç hem güvenliği sağlamak hem de bot dostu alışveriş deneyimi sunmak.
Gen Z Hazır, Peki Siz?
Mart ayında Salesforce’un yaptığı küresel ankete göre, yapay zekâyı alışverişte kullanma fikri özellikle genç kuşaklarda yaygınlaşıyor. Z kuşağının %63’ü bu fikre sıcak bakıyor. Dahası, birçok tüketici artık alışveriş yolculuğuna Google’da değil, doğrudan bir yapay zekâ platformunda başlıyor.
Yani gelecekte markanızın vitrini, bir web sayfası değil; bir yapay zekâ sohbet ekranı olabilir.
Yapay zekâ destekli alışveriş henüz tam olgunlaşmamış olabilir, ama yönü belli: Otomatik, akıllı ve algoritma-dostu. Markalar, bu yeni düzene uyum sağlamak için sitelerini yeniden yapılandırmalı, veri altyapılarını güçlendirmeli ve içerik stratejilerini gözden geçirmeli.
Çünkü geleceğin tüketicisi yalnızca insan değil.
Bir kısmı da… Bir algoritma olacak.
İlk çağlardan beri Aşçılık ve Aşçılar sevilmiş ve her zaman takdir görmüştür. Ateşin bulunması ile başlayan aşçılık otçul olan ilk çağlardaki insanlarda av hayvanlarının özellikle çevirme yolu ile pişirmesi ile başlamıştır. Buradan da yola çıktığımızda ilk pişirme tekniğinde korlu ateşte çevirme olmuştur. O zamanlarda kabilelerde bu işlemi en iyi yapan kişi sorumlu tutulmuş her zaman bu kişi ve kişiler pişirme görevini üstlenmişlerdir. Yani kabilenin aşçısı olmuşlardır.
Aşçılık besinlerin çeşitli yöntemlerle yemeye hazır duruma getirilmesine denir. Aşçılığın en temel yöntemi pişirmedir. Ama “aşçılık” terimi pişirmenin yanı sıra kurutma isleme dondurma ya da salamura gibi başka yöntemleri de kapsar. Besinler birkaç nedenden dolayı pişirilir. Bazı besinleri çiğ yeme düşüncesinden hoşlanmayız. Belirli besinleri pişirerek yemeye alışık olduğumuzdan pişirmenin besinlere iyi bir tat kazandırdığına inanırız. Öte yandan pişirildiklerinde besinlerde değişiklikler oluşur ve bu da bazı besinlerin yenmesini ve sindirilmesini kolaylaştırır.
Besinleri pişirmenin başka nedenleri de vardır. Pişirilen besinler uzun süre bozulmadan saklanabilir. Örneğin besinlerde bulunabilecek birtakım parazit ya da bakteriler pişirmenin etkisiyle ölür ya da etkilerini bir süre yitirir. Ama bunun için gıda sanayinde başka yöntemler de kullanılmaktadır.
Yaşayan her varlığın doğduğu andan itibaren beslenmeye başladığı görülür. İlk çağlarda insanların beslenmeleri çok ilkeldi. Beslenme işi o zamanlarda içgüdüsel olarak yerine getiriliyordu. Zamanla, yanlış beslenme ve iyi beslenememe neticesinde ortaya çıkan pek çok sorun ve sıkıntı beslenmenin insan yaşamında ne kadar önemli olduğu gerçeğini ortaya çıkardı.
Beslenmenin doğru ve bilinçli olabilmesi için konuyla ilgili bilgi sahibi olmak gerekir, Niçin yapıldığı bilinen herhangi bir iş mutlaka bilinçsiz ve rastgele yapılandan çok daha farklı ve verimli olur. Bu nedenle neden beslendiğimizin sebeplerini kısa maddeler halinde inceleyecek olursak:
1-) Yaşamak için: Beslenmenin ilk amacı yaşamı devam ettirmektir.
2-) Gelişip büyümek için: Yaşamayı sürdürürken bunun normal ve arzu edilen düzeyde olabilmesi için beslenmenin büyümeyi ve gelişmeyi de sağlayabilecek özellikte olması gerekir.
3-) Sağlıklı kalmak ve yıpranan organların onarılmasını sağlamak için: Sağlığın yerinde olması, yaşamın sağlıklı devam etmesi, vücudun kendini yenileyebilmesi için beslenme işinin titizlikle yapılması gerekmektedir.
4-) Hastalıklardan sonra sağlığa kavuşup yaşamı devam ettirmek için: Hastalıklardan henüz yeni iyileşmiş fakat zayıf düşmüş bir insanın tam anlamıyla sağlığına yeniden kavuşabilmesi için yine bazı esaslara dikkat ederek beslenmesi gerekir.
5-) Çeşitli işleri yapabilmek için: İnsanların yaptıkları işlere göre beslenmeleri gerekir.
Bütün bunlardan sonra beslenmeyi şu şekilde tanımlayabiliriz. Canlıların yaşamlarını sürdürebilmesi, büyümesi ve sağlıklarını koruyabilmesi ve gereken hareket ve işleri yapabilmeleri için besinlerin yeterli ve dengeli olarak kullanılmasıdır.
‘’ Sevdiğim Sözler ‘’
Altmışlık ünlü ressam, bir lokantaya girer. Gerçi cebinde parası yoktur ama aldırmaz.
Lokantacıya yapacağı portresine karşılık yemek yemek istediğini söyler. Güzelce karnını doyurur.
Sonra bir çırpıda lokantacının portresini çizerek masaya bırakır.
Lokantacı resme bakar ve beğenir.
Sonra da “Güzel ama bir dakikada yaptınız bunu, oysa bir saattir yiyorsunuz” der.
Ressam: “Bir dakika değil, 60 yıl ve bir dakika” diye karşılık verir.
Bugünkü Dünyada Ülkemiz Nasıl İvedilikle Ekonomik Gücü Yaratabilir!
Gülderen SOMAR
Bu başarının yolunu StartUp ve KOBİlerle oluşturmak en etkin yoldur!
Küresel rekabetin yoğunlaştığı ve değişimin hızının durmak bilmediği bir çağda, ulusal ekonomik gücün gerçek motoru giderek artan bir şekilde yerleşik küresel markaların hakimiyetinde değil, yeni başlayanların ve küçük ve orta ölçekli işletmelerin (KOBİ’ler) dinamik manzarasında yatmaktadır. Bu kuruluşlar, ekonomileri büyük şirketlerin genellikle eşleştiremeyeceği çeviklik, yeni fikirler ve yerelleştirilmiş çözümlerle besler. Ülkeler, odağı bir sonraki çok uluslu devi beslemekten yeni başlayanlar ve KOBİ’lerden oluşan canlı ekosistemi güçlendirmeye kaydırarak, toplumun her katmanında dayanıklılık ve inovasyon geliştirebilir.
Startup’lar belirsizlik ve hızlı değişimle tanımlanan ortamlarda faaliyet gösterirler. Başarı sadece sorunları çözme yeteneğine değil, daha da önemlisi, çözülmesi gereken doğrusorunları bulma ve bunlar hakkında açık ve dürüst bir şekilde iletişim kurma yeteneğine bağlıdır. İki yönlü iletişim ve problem bulma bir girişimin kültürünün bir parçası haline geldiğinde, birbirlerini güçlendirerek öğrenme, adaptasyon ve yenilik döngülerini güçlendirirler. Bu uygulamaları benimsemek, durgunluk ve atılım, başarısızlık ve kalıcı başarı arasındaki farkı belirleyebilir.
Küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ’ler) de bu ilkeleri benimseyerek önemli ödüller kazanabilirler. Kaynakların ve hata paylarının genellikle büyük şirketlere göre daha dar olduğu KOBİ’ler için, samimi bir diyalog kültürünü ve ihtiyatlı sorun bulmayı beslemek oyunun kurallarını değiştirebilir. KOBİ’ler, iletişim ve sorun belirleme eğitimine yatırım yaparak, ekiplerinin sorunları maliyetli aksiliklere dönüşmeden önce erkenden ortaya çıkarmasını sağlar.
Psikolojik güvenliğin teşvik edilmesi, her seviyedeki çalışanları endişelerini dile getirmeye, deneyler yapmaya ve korkusuzca iyileştirmeler önermeye teşvik ederek daha sağlam ve esnek operasyonlara yol açar. İlk başta ne kadar basit veya sınırlı olursa olsun, verilerden yararlanmak, KOBİ’lerin bilinçli kararlar almasına ve pazar veya operasyonel sinyaller ihtiyacı gösterdiğinde hızla yön değiştirmesine olanak tanır.
En önemlisi, sadece çözümlerini değil, sorunların keşfini kutlamak proaktif bir zihniyet geliştirir. Sürekli gelişime ve meraka değer verildiğinin sinyalini vererek KOBİ’lerin rekabetçi ortamlarda çevik ve yenilikçi kalmasına yardımcı olur. KOBİ’ler bu alışkanlıkları benimseyerek kendilerini sadece belirsizlikten kurtulmak için değil, aynı zamanda bu belirsizlikte başarılı olmak için de konumlandırırlar.
İyi Fikirler Nereden Doğar Popüler Kültürden Girişimciliğe Uzanan Yaratıcı Düşüncenin Yolculuğu
İnovasyonun hikâyesi çoğu zaman “bir anda gelen ilham” anlatısıyla çerçevelenir: Sisler içindeki bir tren garında aklına çözüm gelen mühendis, gece yarısı laboratuvarda hatayı doğruya çeviren bilim insanı ya da bir not kağıdına karalanan çizimin zamanla küresel ölçekte etkili bir fikre dönüşmesi… Ancak bu anlatılar, yaratıcı sürecin yalnızca son adımına odaklanır; oysa iyi fikirler çoğunlukla zaman içinde biriken parçalı sezgilerin, bağlantıların ve etkileşimli ortamların ürünüdür.
Popüler bilim yazarı Steven Johnson, bu tür bireysel dâhilik anlatılarına mesafeli yaklaşır:
“İyi fikirler, tek bir anlık ilhamın sonucu değil; zaman içinde yavaş yavaş biriken parça parça sezgilerin ürünüdür.”
Johnson, Where Good Ideas Come From (Parlak Fikirler Nasıl Doğar?) adlı kitabında, yaratıcı düşünceninyalnızca bireysel içgörüyle değil; fikirleri besleyen ortamlar, etkileşimli yapılar ve teşvik edici sistemlerle geliştiğini savunur. Ona göre inovasyonun temel sorusu “nasıl olur?” değil, **“nerede olur?”**dur.
Bu yazı, Johnson’ın sunduğu kavramsal çerçeveden esinlenerek, yaratıcı sürecin doğasına dair anlayışımızı derinleştirmeyi ve ilhamı destekleyen yapıları hem bireysel hem kurumsal düzeyde nasıl inşa edebileceğimizi tartışmayı amaçlıyor.
Popüler kültürden girişimciliğe uzanan bu yolculukta, ilhamın nasıl filizlendiğini ve hangi koşullarda yeşerdiğini birlikte keşfetmeye davet ediyoruz.
Bu kapsamda Johnson’ın kitabında özetlediği yedi temel ilkeden ilham alıyoruz: yavaş kuluçka, likit ağlar, komşu olasılıklar, serendipite, hatanın gücü, eski fikirlerin yeniden işlevlendirilmesi ve platform inşası. Gelin, bu yedi yaklaşımın fikir dünyamıza ve özellikle girişimcilik ile popüler kültür etkileşimine nasıl ışık tuttuğuna birlikte bakalım.
1. Yavaş Kuluçkalar: Zamanla Olgunlaşan Düşünceler
Johnson’a göre, çoğu yaratıcı fikir “birden bire” ortaya çıkmaz. Genellikle belirsiz, tamamlanmamış bir sezgi olarak başlar ve zaman içinde gelişir. Johnson, bu sürece “slow hunch” adını verir: Zihnin derinliklerinde yıllarca varlığını sürdüren sezgisel başlangıçlar, başka fikirlerle temas ettikçe anlam kazanır.
Günümüzde hız kültürünün baskınlığı, her fikrin hızla uygulamaya konulması gerektiği algısını güçlendiriyor. Oysa bazı fikirlerin yalnızca zamanla, farklı bağlamlarla kesişerek olgunlaşabileceğini anlamak önemlidir. Not alınmış ama rafa kaldırılmış bir düşünce, yıllar sonra başka bir ihtiyacın içinde dönüşebilir. İşte bu nedenle, Johnson’nun “yavaş kuluçka” modeli günümüz girişimciliğine önemli bir perspektif sunar.
2. Likit Ağlar: Fikirler Temas Ettikçe Gelişir
İnovasyon, bireysel bir eylemden çok, fikirlerin karşılaşarak evrildiği ağsal bir süreçtir. Johnson’ın “liquid networks” (likit ağlar) kavramı, bu sürecin açık, geçirgen ve çok sesli ortamlarda gerçekleştiğini savunur. Tıpkı bir mercan kayalığında olduğu gibi, farklı türlerin bir arada bulunması, fikirlerin gelişimini tetikler.
Bu perspektifle bakıldığında; inovasyon merkezleri, yaratıcı şehirler, disiplinlerarası ofisler veya dijital topluluklar başarıya daha yatkındır. Çünkü bu ortamlarda fikirler beklenmedik biçimlerde karşılaşır; kimi zaman çatışır, kimi zaman birbirini tamamlayarak yepyeni bir düşünceye kapı aralar. Kahve molasındaki bir sohbet ya da sosyal medyadaki bir tartışma, yıllardır zihinde bekleyen bir fikrin tetikleyicisi olabilir.
3. Komşu Olasılıklar: Evrimsel Adımların Gücü
“Adjacent possible” (komşu olasılıklar) kavramı, mevcut sistemlerin sınırlarında beliren; henüz gerçekleşmemiş ama bir sonraki adımda gerçekleşmesi muhtemel ihtimalleri ifade eder. Yaratıcı sıçramalar genellikle bilinmeyen uzak diyarlardan değil, var olanın hemen kıyısında filizlenir.
Bir fikrin başarılı olması yalnızca özgünlüğüne değil, aynı zamanda çevrenin bu fikri karşılamaya ne kadarhazır olduğuna da bağlıdır. Örneğin YouTube’un 1995 yerine 2005’te ortaya çıkması, sadece teknolojik yeterliliğe değil; kullanıcı alışkanlıklarının ve dijital kültürün olgunlaşmış olmasına dayanır. O dönemde internet altyapısı, bireysel içerik üretimi ve video tüketimi, bu tür bir platform için verimli bir zemin sunuyordu.
Bu çerçeve, girişimciler için önemli bir hatırlatma içerir: En etkili fikirler bazen radikal atılımlarda değil,hemen yanı başımızda duran ama henüz keşfedilmemiş çözümlerde yatar. Köklü dönüşümler, çoğuzaman küçük, dikkatli ve stratejik adımlarla gerçekleşir. Bu evrimsel ilerleyiş, sürdürülebilir ve sağlam yeniliklerin temelini oluşturabilir.
Yaratıcılığın tarihine baktığımızda birçok buluşun arkasında bir tür tesadüf yer alır. Ancak bu tesadüfler, rastgeleliğin değil, hazırlıklı bir zihnin ürünüdür. “Serendipite”, yalnızca şansa değil, uygun ortama da bağlıdır. Beklenmedik karşılaşmalar ancak onları fark edecek açıklıkta ve hazırlıkta bir zihin varsa yaratıcı fırsatlara dönüşebilir. Bu yaklaşım, Johnson’ın serendipiteye yüklediği yaratıcı tetikleyici rolüyle de örtüşür.
Bu nedenle yaratıcılığı beslemek isteyen kurumlar, “plansız temaslara” da alan açmalıdır. Açık toplantılar, rastgele eşleştirmeler, farklı disiplinlerin aynı projede yer alması gibi yöntemler bu ortamı zenginleştirir. Aynı şekilde bireyler de sosyal etkileşimlerini daraltmak yerine genişletmeli, ilgisiz görünen alanlarla temas kurmalıdır.
5. Hatalar: Yanlışlar Doğruya Giden Alternatif Yollar
Johnson’a göre, birçok yenilik hataların sonucu olarak doğmuştur. Penisilinin keşfi, mikrodalga fırının icadı ya da yapay kalp pilleri… Hepsi bir tür “yanlışın doğruya dönüşmesi” hikâyesidir. Hatalar, yaratıcı sürecin dışlanmaması gereken bir parçasıdır.
İnovasyonun gelişebildiği ortamlarda hatalar, cezaya değil öğrenmeye açılan bir kapı olarak görülmelidir. Hatalar, alışılmış düşünme biçimlerini bozar, yeni yollar açar. Girişimcilik dünyasında da başarısızlıklar, özgüven kırıcı bir etiket yerine, gelişim için önemli bir araç olarak görülmelidir.
6. Uyarlama (Exaptation): Amaç Dışı Kullanımın Dehası
Bazı icatlar, ilk amaçlarının çok dışında kullanıldıklarında gerçek potansiyellerini ortaya koyar. Johnson, bu durumu “exaptation” kavramıyla açıklar: Bir fikir ya da araç, tasarlandığı bağlamdan çıkarak bambaşka bir probleme çözüm sunabilir.
Örneğin, GPS teknolojisi başlangıçta askeri amaçlarla geliştirilmişti. Bugün ise cep telefonlarımızda konum takibi, reklam hedeflemesi, rota planlama ve sosyal medya etiketlemeleri gibi pek çok sivil uygulamada vazgeçilmezdir.
Bu durum girişimciler için önemli bir ders barındırır: Bir ürün ya da fikir, ilk haliyle beklenen etkiyi yaratmasa bile, esnek bir şekilde yeniden konumlandırıldığında büyük fark yaratabilir. Esas mesele, fikrin sabit değil, çevik ve yeniden yorumlanabilir olmasıdır.
İnovasyonu besleyen en güçlü yapılardan biri, Johnson’ın ifadesiyle, platformlardır. Bu yapılar yalnızcatekil bir ürün sunmakla kalmaz; aynı zamanda başkalarının üzerine inşa edebileceği verimli bir zemin oluşturur. Bir fikirden çok, fikirlerin gelişebileceği ortamlar üretirler.
Örneğin YouTube, sadece bir video paylaşım sitesi değildir. Aynı platform, içerik üreticileri, reklamcılar, eğitimciler ve yazılımcılar gibi çok farklı kullanıcı profilleri için çeşitli işlevler ve anlamlar barındırır. Benzer şekilde, açık kaynaklı yazılım altyapıları da yaratıcı sektörlere yeni fikirler üretmek ve geliştirmek için esnek, katılımcı bir zemin sunar.
Bu nedenle inovasyonu sürdürülebilir kılmak isteyen girişimler, yalnızca nihai ürün üretmeye odaklanmak yerine; başkalarının katkı sağlayabileceği, birlikte üretime açık alanlar yaratmayı da düşünmelidir.
Popüler Kültürün Yaratıcılıkla İlişkisi
Johnson’a göre, yaratıcı fikirlerin yalnızca akademik veya teknik alanlarda doğduğunu düşünmek, potansiyel kaynakların önemli bir kısmını göz ardı etmektir. Ona göre, karmaşık anlatılar barındıran diziler, çok katmanlı strateji gerektiren oyunlar ya da sosyal medyadaki kolektif davranış biçimleri, zihinsel esneklik ve bağlantı kurma becerilerini geliştirerek yaratıcı düşünceyi besler.
Johnson’ın yaklaşımında, popüler kültür hem ayna hem de besin kaynağıdır. Bu perspektiften bakıldığında, günümüzün başarılı girişimlerinin çoğunun kültürel kodları çözümleyerek yeni ürün ve hizmetler geliştirdiği görülür. Canva, Coursera ve Notion gibi platformlar, Johnson’ın modelinde yer alan “platformlar” ilkesiyle de örtüşecek şekilde, yaratıcı üretim ve öğrenmenin desteklendiği dijital ekosistemlerin çarpıcı örnekleridir.
GirişimcilikİçinYolHaritası
Bu yazı boyunca, yaratıcı süreçleri romantize eden “ani ilham” anlatısının ötesine geçerek, Steven Johnson’ın modeline dayanan daha gerçekçi ve uygulanabilir bir düşünme sistemini inceledik. Johnson’ın ortaya koyduğu kavramlar—yavaş fikirler, bağlantısal ortamlar, tesadüflere açıklık, hatalardan öğrenme, platform inşası ve popüler kültürün içgörü potansiyeli—yalnızca bireysel yaratıcılığı değil, aynı zamandakurumsal inovasyonu da destekleyen temel yapıtaşlarıdır.
Johnson’a göre, bu yaklaşım girişimciler için yalnızca ürün geliştirmeye değil; aynı zamanda düşünme biçimlerini yeniden yapılandırmaya yönelik bir davet niteliği taşır. Ve bu davet, kısa vadeli çözümlerden ziyade, uzun vadeli ve sürdürülebilir bir yaratıcılık anlayışını işaret eder.
Sonuç: Fikirleri Besleyen Ortamlar İnşa Etmek
Johnson’ın bakışına göre, “Yavaş sezgi istisna değil, kuraldır” (“The slow hunch is the rule, not the exception.”). Yaratıcılık, onun modelinde ani parıltılarla değil; zamanla olgunlaşan düşünceler, verimli etkileşimler ve doğru koşulların birleşimiyle gelişen bir ekosistem olarak tanımlanır.
Johnson’ın metaforuyla, inovasyonun hızla ticarileştiği bir dünyada hâlâ geçerliliğini koruyan şey, fikirlerin doğasıdır. Ve bu doğa, tek bir çiçeğin aniden açması değil; mevsimlerin geçişiyle büyüyen bir ormandır. Fikirler zaman ister. Bağlantılar, sürtünmeler, yanlış anlamalar, kahve sohbetleri, gece notları ve sabah yürüyüşleri… Hepsi bu ormanın iklimini oluşturur.
Bu yazıda, Steven Johnson’ın modelini temel alarak, yaratıcı düşüncenin yalnızca bireysel yeteneklerle değil; çevresel koşullar, kültürel geçişkenlik ve sosyal etkileşimle geliştiğini göstermeyi amaçladık. Bu kavramsal çerçeve yalnızca teorik bir ilham değil; aynı zamanda iş dünyası için pratik bir yol haritası olarak da değerlendirilebilir.
Günümüzde dijitalleşme, sürdürülebilirlik ve toplumsal uyum gibi çok katmanlı dönüşüm alanları, yalnızca teknik çözümlerle değil; yaratıcı fikirleri teşvik eden ortamların varlığıyla ilerleyebilir. Bu nedenle kurumların da yaratıcı düşünceyi besleyen ortamlar tasarlaması ve sürdürülebilir inovasyonu destekleyecek şekilde kendini yapılandırması gerekir. Yöneticiler ve girişimciler için büyük fikirler yalnızca bireylerin zihinlerinde değil; onları teşvik eden yapılar içinde gelişir.
Ofis düzeninden iletişim kültürüne, hata karşısındaki tutumdan ekip içi çeşitliliğe kadar birçok unsur, inovasyonun kaderini belirler. Başarılı olmak isteyen şirketlerin, tek bir dâhiyi öne çıkarmak yerine, Johnson’ın önerdiği gibi, bir fikir ekosistemi inşa etmeye odaklanması gerekir. Çünkü geleceği değiştirecek fikirler, çoğu zaman önce birbirine dokunur; sonra büyür.
Not:
Bu yazı, Steven Johnson’ın Where Good Ideas Come From adlı eserinde sunduğu kavramsal çerçeveden esinlenerek hazırlanmıştır. Yazının içeriği, Johnson’ın modelinden ilham almakta; ancak özgün bir yorum ve sentez sunmaktadır.
Laboratuvar Hizmet Alımı İhalesinde Teknik Şartnamede Bilimsel Yayın İstenmesi?
İtirazen Şikayet Konusu; Başvuru sahibinin dilekçesinde özetle; Teknik Şartname’nin 30’uncu maddesinde yer verilen “…yurtdışında yapılmış ve bilimsel olarak değerli yayınlarda en az 2 çalışmayla belgelendirilmelidir” ve Teknik Şartname’nin 31’inci maddesinde yer verilen “…en az 5 bilimsel olarak kabul gören yurtdışında yapılmış yayınlarla beyan edilmelidir” düzenlemeleri ile Teknik Şartname’de spesifik konularda yayınların talep edildiği, söz konusu hususun teknik bir kriter olarak kabul edilemeyeceği iddialarına yer verilmiştir.
Güncel Kamu İhale Kurulu Kararına Göre;
Yapılan inceleme ve tespitler neticesinde; 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun “Temel ilkeler” başlıklı 5’inci maddesinde “İdareler, bu Kanuna göre yapılacak ihalelerde; saydamlığı, rekabeti, eşit muameleyi, güvenirliği, gizliliği, kamuoyu denetimini, ihtiyaçların uygun şartlarla ve zamanında karşılanmasını ve kaynakların verimli kullanılmasını sağlamakla sorumludur…” hükmü, “Şartnameler” başlıklı 12’nci maddesinde “…İhale konusu mal veya hizmet alımları ile yapım işlerinin teknik kriterlerine ihale dokümanının bir parçası olan teknik şartnamelerde yer verilir. Belirlenecek teknik kriterler, verimliliği ve fonksiyonelliği sağlamaya yönelik olacak, rekabeti engelleyici hususlar içermeyecek ve bütün istekliler için fırsat eşitliği sağlayacaktır. Teknik şartnamelerde, varsa ulusal ve/veya uluslararası teknik standartlara uygunluğu sağlamaya yönelik düzenlemeler de yapılır. Bu şartnamelerde teknik özelliklere ve tanımlamalara yer verilir. Belli bir marka, model, patent, menşei, kaynak veya ürün belirtilemez ve belirli bir marka veya modele yönelik özellik ve tanımlamalara yer verilmeyecektir. Ancak, ulusal ve/veya uluslararası teknik standartların bulunmaması veya teknik özelliklerin belirlenmesinin mümkün olmaması hallerinde “veya dengi” ifadesine yer verilmek şartıyla marka veya model belirtilebilir.” hükmü,
Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliği’nin “Teknik Şartname” başlıklı 16’nci maddesinde “(1) İşin teknik ayrıntılarını ve şartlarını gösteren bir teknik şartname hazırlanarak ihale dokümanına dahil edilir. Teknik şartnamelerde belirlenecek teknik kriterlerin, verimliliği ve fonksiyonelliği sağlamaya yönelik olması, rekabeti engelleyici hususlar içermemesi ve bütün istekliler için fırsat eşitliği sağlaması zorunludur. Bu şartnamelerde yerli isteklilerin katılımını engelleyici düzenlemelere yer verilemez. (2) Teknik şartnamede, varsa ulusal ve/veya uluslararası teknik standartlara uygunluğu sağlamaya yönelik düzenlemeler de yapılır. Bu şartnamede teknik özelliklere ve tanımlamalara yer verilir. Belli bir marka, model, patent, menşei, kaynak veya ürün belirtilemez ve belirli bir marka veya modele yönelik özellik ve tanımlamalara yer verilemez. Ancak, ulusal ve/veya uluslararası teknik standartların bulunmaması veya teknik özelliklerin belirlenmesinin mümkün olmaması hallerinde “veya dengi” ifadesine yer verilmek şartıyla marka veya model belirtilebilir. (3) Teknik şartnamenin idare tarafından hazırlanması esastır. Ancak, işin özelliğinin gerektirdiği hallerde ihale yetkilisi tarafından onaylanması kaydıyla teknik şartname, Kanun hükümlerine uygun olarak danışmanlık hizmet sunucularına hazırlattırılabilir. (4) İhale konusu işte kullanılacak malzeme, araç, teçhizat, makine ve ekipmanın teknik özellikleri, öncelikle yerli malının da kullanılmasını sağlayacak şekilde belirlenir. Bunlara ilişkin kullanım kılavuzlarına yönelik teknik şartnamede düzenleme yapılabilir.” hükmü,
Teknik Şartname’nin “C. Genel İstek ve Özellikler” başlığı altında yer alan 6’ncı maddesinde “4. Cihazlara aynı anda en az 20 Lam yüklenebilmelidir. 20 lam yüklenebilen cihazdan en az 1 adet kurulmalıdır, ihtiyaç duymaları halinde firmadan ikinci cihaz kurma talebinde bulunabilirler. Firma bunu karşılamakla yükümlü olacaktır. Sistemler saatte 48 adet yayılmış ve boyanmış lam hazırlayabilme kapasitesine sahip olmalıdır. Teklif edilecek cihaz aynı anda yayma boyama yapmıyorsa, yüklenici firma sisteme ek bir boyama cihazı ve sistemle aynı marka boyayı temin edecektir. Nihai karar, en az bir tıbbi patoloji uzmanının da hazır bulunacağı demo sonrası verilmelidir.
…
Cihaz yabancı menşeili ise uluslararası kalite standartlarından FDA onayına sahip olmalıdır.
…
Sistem materyal içinde mevcut mukus, kan ve debris gibi maddeleri ayrıştırmak ve suboptimal veya yetersiz materyal gibi tekrar gerektiren durumları minimize edebildiği yurtdışında yapılmış ve bilimsel olarak değerli yayınlarda en az 2 çalışmayla belgelenmelidir.
Sistem ile hazırlanan yaymalardan, gerekli görüldüğünde histokimyasal boyama yöntemlerin yanı sıra in-situ hibridizasyon, İFA ve Nükleik asit Amplifikasyon yöntemleri (HPV, C.trachomatis, N.gonorrhoeae vb.) içinde uygun olmalı ve bu sistemle hazırlanan materyaller ile en az 5 bilimsel olarak kabul gören yurtdışında yapılmış yayınlarla beyan edilmelidir.” düzenlemesi yer almaktadır.
Başvuruya konu ihalenin …….. Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından açık ihale usulüyle ve birim fiyat teklif alınmak suretiyle 26.05.2025 tarihinde gerçekleştirilen “Otomatik Sıvı Bazlı Jinekolojik ve Non-Jinekolojik Sitoloji Preperat Hazırlama Sistemi Cihazı Laboratuvar Hizmet Alımı (Puan Karşılığı 24 Aylık)” ihalesi olduğu, söz konusu ihalede 4 adet doküman indirildiği, ihaleye 1 istekli tarafından teklif verildiği, inceleme tarihi itibarıyla ihale komisyonu kararı alınmadığı,
Başvuru sahibinin iddiasının Teknik Şartname’nin 4, 16, 30 ve 31’inci maddelerinin rekabeti engellediği ve yine 4’üncü maddenin sadece belli markayı işaret ettiği bu açıdan Kamu ihale Kanunu’nun 12’nci maddesine aykırılık teşkil ettiği yönünde olduğu,
İdare tarafından 08.05.2025 tarihinde EKAP üzerinden gönderilen şikayete cevap yazısında Teknik Şartname’nin 4’üncü maddesinde belirtilen saatlik kapasitenin (48 lam) düşürülmesinin laboratuvarın iş yükünü ve sonuçların zamanında çıkmasını etkileyeceğinin, Şartname’nin 16’ncı maddesinde istenilen FDA onayının ürünlerin güvenliği ve hasta sonucunun doğru, güvenli ve zamanında raporlanmasına destek sağlayacağının, Şartname’nin 30’uncu ve 31’inci maddelerinde istenilen belgelerin sitolojik tanıda kullanılan sıvı bazlı sitoloji hazırlama sistemlerinin, doğrudan tanı doğruluğunu etkileyen cihazlar olması nedeniyle güvenli ve doğru raporlama için önem arz ettiğinin ifade edildiği anlaşılmıştır.
13.05.2025 tarihli zeyilname ile başvuruya konu edilmeyen Teknik Şartname’nin 28’inci maddesinde değişiklik yapıldığı, ayrıca 32 maddeden oluşan Teknik Şartname’nin 31 madde olarak güncellenmesi sonucunda, başvuruya konu olan 30 ve 31’inci maddelerin içeriklerinde herhangi bir değişiklik yapılmaksızın madde numaralarının sırasıyla 29 ve 30 olarak değiştirildiği tespit edilmiştir. Bu açıdan inceleme tespit ve hukuki değerlendirme açısından başvuru sahibinin iddialarının Teknik Şartname’nin 4’üncü, 16’ncı, 29’uncu ve 30’uncu maddelerine yönelik olduğu değerlendirilmiştir.
Başvuru sahibi isteklinin ihale dokümanı düzenlemelerine ilişkin iddiasına yönelik yapılan incelemede; Kamu İhale Genel Tebliği’nin “Mal alımlarında dikkat edilecek diğer hususlar” başlıklı 62.5’inci maddesinde “Sağlık hizmetlerine ilişkin mal alımı ihalelerinde, ihale dokümanında, “Ürün tıbbi literatüre girmiş klinik çalışmalarla desteklenmelidir.” veya “Teklif edilen ürünle ilgili olarak uluslararası hakemli dergilerde makale yayımlanmış olmalıdır.” gibi hususlar ihaleye katılımda yeterlik kriteri olarak belirlenmeyecektir. Konuya ilişkin ayrıntılı açıklama, Kamu İhale Kurulunun 2/7/2010 tarihli ve 2010/DK.D-98 sayılı Düzenleyici Kurul Kararında yer almaktadır…” açıklamasının yer aldığı, ayrıca 02.07.2010 tarihli ve 2010/DK.D-98 sayılı Düzenleyici Kurul Kararının gündem konusunun “4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamında bulunan sağlık idarelerince anılan Kanun kapsamında gerçekleştirilen sağlık hizmetlerine ilişkin mal alımı ihalelerinde, ihale dokümanında, “Ürün tıbbi literatüre girmiş klinik çalışmalarla desteklenmelidir.” veya “Teklif edilen ürünle ilgili olarak uluslararası hakemli dergilerde makale yayımlanmış olmalıdır.” gibi düzenlemeler yapılıp yapılmayacağı hakkında.” olduğu görülmüştür.
Yukarıda bahsi geçen Tebliğ maddesi ile 02.07.2010 tarihli ve 2010/DK.D-98 sayılı Düzenleyici Kurul Kararı konusun “sağlık hizmetlerine ilişkin mal alımı ihaleleri” olduğu görülmekte ise de ilgili açıklamaların doğrudan sağlık hizmetlerine ilişkin alımları da kapsayacak şekilde değerlendirilebileceği, nitekim başvuruya konu ihale hizmet alımı ihalesinde, iddia konusu Teknik Şartname maddelerinin hizmetin gerçekleştirilmesinde kullanılacak ürün ve ya cihazlara yönelik olduğu, ayrıca 02.07.2010 tarihli ve 2010/DK.D-98 sayılı Düzenleyici Kurul Kararında da bahsi geçen“…Farklı dillerde yayın yapan dergilerdeki makalelerin Türkçeye çevrilmesi ve bu çeviri sırasında sorunlar yaşanabilme olasılığı; ihale komisyonu üyelerinin alım konusu mala ilişkin klinik çalışmalar ve bilimsel yayınlar konusunda farklı değerlendirmelerde bulunabileceği; bilimsel bir yayında ürün lehine veya aleyhine hususların birlikte yer alabileceği; bu çalışmaların kişisel bilimsel görüşler olması; üretici desteği ile bilimsel yayın yaptırılabilme olasılığı” gibi gerekçelerin başvuruya konu Teknik Şartname maddeleri için de geçerli olduğu anlaşılmıştır.
Bu tespit ve değerlendirmelerin yanında Teknik Şartname’nin “C. Genel İstek ve Özellikler” başlığı altında yer verilen “…yurtdışında yapılmış ve bilimsel olarak değerli yayınlarda en az 2 çalışmayla belgelenmelidir…” ya da “…en az 5 bilimsel olarak kabul gören yurtdışında yapılmış yayınlarla beyan edilmelidir.” düzenlemelerinin “bilimsel değer” ya da “bilimsel kabul” açısından ölçülebilir ifadeler içermediği gibi verimliliği ve fonksiyonelliği sağlamaya yönelik belirlenmesi gereken teknik kriterleri de somut olarak ortaya koyamayabileceği,
Bu açıdan 4734 Sayılı Kamu İhale Kanunun “Şartnameler” başlıklı 12’nci maddesinde “… İhale konusu mal veya hizmet alımları ile yapım işlerinin teknik kriterlerine ihale dokümanının bir parçası olan teknik şartnamelerde yer verilir. Belirlenecek teknik kriterler, verimliliği ve fonksiyonelliği sağlamaya yönelik olacak, rekabeti engelleyici hususlar içermeyecek ve bütün istekliler için fırsat eşitliği sağlayacaktır. …” hükmü gereğince, idarelerce hazırlanacak olan teknik şartnameler, alım konusu hizmetin teknik tanımlanmasına ilişkin belirlenen teknik kriterler, verimliliği ve fonksiyonelliği sağlamaya yönelik olmalı, ihaleye teklif sunabilecek isteklilere fırsat eşitliği sağlamalı ve rekabeti engelleyici hususları içermeyecek şekilde düzenlenmesi gerektiği anlaşılmıştır.
Netice itibariyle “yurtdışında yapılmış ve bilimsel olarak değerli yayınlarda” gibi ifadeler ile muhtelif sayıda yayın istenmesine ilişkin düzenlemelerin mevzuata aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.