Hırsızlık Suçlamasıyla Yargılanan İşçinin Delil Yetersizliğinden Beraat Etmesi Haklı Nedenle Yapılan Feshi Haksız Hale Getirir mi?

LÜTFİ İNCİROĞLU
4857 sayılı İş Kanunu’na göre, “İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması” haklı nedenle tazminatsız derhal feshi gerektirir. İşçinin işyerinde hırsızlık yapması olayında söz konusu davranışın doğruluk ve bağlılık esaslarına aykırı olduğu şüphesizdir. İşçinin bu kapsamda ceza mahkemesinde yargılanması sonucunda delil yetersizliği nedeniyle beraat etmiş olması hukuk mahkemesini bağlamayacağı gibi işverenin haklı nedenle yaptığı feshi haksız fesih haline dönüştürmez.

Nitekim Yargıtay’a göre, “Davalı işveren, davacı işçinin işverene ait araçtan mazot alarak başkasına satmak suretiyle hırsızlık yapması sebebiyle iş sözleşmesinin haklı olarak feshedildiğini savunmuştur. İlk derece mahkemesi, davacının ceza davasından beraat ettiğini ve güzergahın değiştirilmemesi yönünde işverenin talimatına rağmen buna aykırılık halinde iş sözleşmesinin feshedileceği noktasında uyarılmadığı gerekçesiyle feshin haksız olduğu sonucuna varmıştır. Davacı işçi üçüncü şahıs adına satın aldığını söylediği mazotla ilgili fatura ibraz edememiştir. Yine, mazotun bu üçüncü şahsa verilmesi için davacının kullandığı tırın görev güzergahının değiştirildiği de tartışma dışıdır. Olayın ortaya çıkışı da davacının kullandığı tırın normalden daha fazla yakıt harcaması üzerine takibe alınması ve köylülerden birinin ihbarı sonucu olmuştur. Yapılan bu açıklamalara göre davacı işçinin doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlar içine girdiği anlaşılmaktadır. Ceza davasından beraat etmiş olması sonuca etkili görülmemiştir. Somut olayda davacının iş sözleşmesinin hak düşürücü süresi içinde ve haklı nedene dayanarak işverence feshedildiği sabit olup, bu durumda davacının ihbar ve kıdem tazminatlarına hak kazanmasına olanak bulunmamaktadır. Mahkemece anılan tazminat isteklerinin reddi gerekirken yazılı şekilde isteklerin kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir”[1].

Başka bir Yargıtay kararında ise, “Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, olay tarihinde davacının ambar görevlisi olarak çalışmış olduğu anlaşılmıştır. Bu sırada ambarda bulunan altı adet delici matkap ucu adı geçen tarafından ambar defterine kaydedilmiştir. Ne var ki, yapılan araştırmada bu malzemelerin bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu tespit sırasında delici matkap uçlarının başka bir yere gönderildiğine ilişkin herhangi bir belgeye de rastlanılmamıştır. Davacının sorumluluğu altında bulunan malzemelerin kaybolmasından kendisinin sorumlu olması gerekir. Her ne kadar davacı aleyhine Diyarbakır Birinci Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan dava delil yetersizliği nedeni ile beraat ile sonuçlanmış ise de, bu beraat kararı BK. nun 53. (Şimdi TBK m.74) maddesine göre hukuk mahkemesini bağlamaz. Ortaya çıkan bu olgulara göre davacının eylemi, 1475 sayılı Kanunun 17/II-d maddesi(Şimdi 4857/25-II-e) kapsamına girmektedir. O halde, davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir”[2].

Diğer yandan Yargıtay, “Hukuk hâkimi kural olarak ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değildir. Ancak; hukuk hâkimi aynı olay sebebiyle ceza yargılamasında hükme dayanak yapılan maddi olgular ile bağlı olduğu gibi, ceza mahkemesinin mahkûmiyet kararları da bağlayıcıdır. Bu sebeple, sözü edilen ceza mahkemesi kararının sonucu beklenmelidir. Zira işçiye yüklenen eylem ceza davası konusu olmuştur. Eylem ve fesih arasındaki illiyet ceza davası sonunda maddi olgu olarak kesinleşeceğinden söz konusu ceza davasının sonucu beklenmeden verilen karar hatalıdır”[3] demek suretiyle mahkumiyet kararı ve ceza davasında tespit edilen maddi olguların hukuk hakimini bağlayacağını ve işçi hakkında açılan ceza davasının sonucunun ve kesinleşmesinin beklenmesi gerektiğini kararlaştırmıştır.

Sonuç olarak, işçinin hırsızlık suçlaması ile ceza mahkemesinde açılan dava delil yetersizliğinden beraat ile sonuçlanmış olsa bile, bu durum hukuk mahkemesini bağlamaz. Ceza mahkemesinin mahkumiyet için yeterli görmediği delilleri, hukuk hakimi fesih açısından yeterli görebilir. Dolayısıyla, ceza mahkemesi tarafından delil yersizliği nedeniyle verilen beraat kararı, haklı nedenle yapılan bir feshi kendiliğinden haksız fesih haline getirmez[4].

[1] Y9HD.05.04.2005/17749/12132 Legalbank.

[2] Y9HD.02.04.1997/648/6556 Legalbank.

[3] 22HD.12.06.2012/16051/13295 Legalbank.

[4] SÜMER, Haluk Hadi, İş Hukuku Uygulamaları, 7.Baskı, Ankara 2019, s.285.

Faiz Düşecek

FAİZ DÜŞER Mİ?

Faiz düşmez. Düşmez diyorsam inanın faiz düşmez .

Faiz düşmez şeklindeki sözüm, normal koşullarda faiz düşmez diyorum.

Ülkemizdeki enflasyonun;

  • TÜİK’e göre % 36,
  • bağımsız enflasyon araştırma kurumlarının verilene göre % 80,
  • halkın hissettiği çarşı pazar enflasyonu % 100 civarında

hissedildiği ekonomimizde TCMB’nin politika faizinin % 14 olduğu bir ekonomik tabloda faizler nasıl düşecek?

TCMB’nin politika faizi % 14 ancak sadece gösterge faizi olarak yer alan bu faizi daha da düşürseniz ekonomimiz daha iyi mi olacak? Elbette olmayacak. Çünkü TCMB politika faizini % 14 olarak belirleyerek, TCMB’den borç alan kurumlara bu politika faizi uygulanmakta, ancak TCMB ve Türk Eximbank kurumları dışında kullanılan faizler, politika faizlerinin oldukça üzerindedir. Politika faizlerinin çok üzerinde derken 1 veya 2 puan şeklinde değil, tüketici kredileri, ticari faizler, çeşitli nam altında verilen faizler % 20 ila % 35 arasında değişkenlik göstermektedir.

Kredi faizleri açısından bakıldığında % 14’lük politika faizleri ile % 20 ila % 35 arasında değişkenlik gösteren çeşitli nam altında verilen faizler hemen hemen ikiye katlanmış durumda.

Bu durumda faizleri düşülürse ne olacak? İnanın kocaman bir “hiç” olacak.

Anlayacağınız; ekonomik ve iktisadi dinamikler çerçevesinde faizler düşmez. “Faizler düşecek” söylemleri ile ekonomik ve iktisadi gelişmelerin koşullarını hiç hesaba katmadan, hiçbir koşulda değerlendirmeye almadan söylenmiş bir sözdür. “Faizler düşecek” denildi ama ekonomik koşullar uygun değil. Bu durumda alınacak aksiyon arka kapıdan faizler çeşitli isimler altında desteklenecek. Zaten adına faiz dememek için ilave olarak verilen faizin aldığı “hibe”, “katkı” gibi isimler beni güldürmeye başladı. Yahu arkadaş hibe de olsa, katkı da olsa verilen bu puanlar faiz değil mi? Düşük kalan politika faizinin üzerine tekrar faiz verilmiyor mu? Bu fikrimin tersini söyleyecek bir kişi varsa bir adım öne gelsin lütfen.

FAİZ DÜŞECEK YA TÜRK LİRASI MEVDUAT FAİZİ NE OLACAK?

Şimdi geldik zurnanın zırt dediği yere.

Çarşı Pazar enflasyonunun % 80 ila % 100 olduğu günümüzde bankalarda Türk Lirası mevduat tutacak kimse olur mu? Normal koşullarda olmayacak. Çünkü şu anda uygulanan faiz negatif getiri sağlayan faizdir. Türk Lirası mevduat sahibi kişi enflasyon karşısında parasının değerini asla koruyamamaktadır. Bugün bankalarımız TCMB ve T.C. Hazinesi destekli kur korumalı Türk Lirası mevduat hesaplarını desteklemeye çalışıyorlar.

Kur korumalı mevduat hesabında ise;

  • Politika faizi + 3 puan ilave faiz + serbest piyasa koşullarına göre oluşan ilave faiz

derken % 14 olarak seyreden politika faizinin üzerine 3 puan ilave faiz konuluyor ve dahası pazarlık gücüne bağlı olarak bankalardan bu faizlere ilave olarak 3 veya 4 puan daha faiz verilebilmektedir.

Politika faizimiz % 14 ama sadece rakamlarda kalmış. Bankaların verdikleri faizler politika faizinin oldukça üzerinde. Politika faizi olan % 14 ile bankaların uyguladıkları faiz oranı arasında kalan fark faizin adı nedense faiz olarak adlandırılmıyor. Bu fark faize ya hibe, ya katkı ya da başka bir isim veriliyor. Kimin işine nasıl gelirse öyle isim veriyorlar bu aradaki fark faize.

Soruyorum size TCMB politika faizini % 14 değil de % 10 yapsa ne olacak? Arka kapı operasyonları ile faizin adı değişiyor ve gerçekte verilen faiz, politika faizinin çok üzerinde oluyor.

Bir taraftan faizler düşecek deyip, faizleri düşürüp dolaylı şekilde yine faizlere destek verilmesi durumunda düşülen faizlerin bir anlamı kalıyor mu?

TCMB VE SÖYLEMLER

Geçtiğimiz hafta içinde  27 Ocak 2022 tarihinde TCMB Enflasyon Raporu Bilgilendirme Toplantısı’ndaki açıklama şu şekildedir:

  • 20 Aralık’ta Merkez Bankası’nın tek kuruş satmadığı belirtilmiş, bilançoda rezervlerdeki düşüşte BOTAŞ’a yapılan döviz satışının etkili olduğu kaydedilmiştir.

Bir BOTAŞ ile TCMB rezervleri bu hale mi geldi ya? Hem de 20 Aralıkta.

Hiçbir yorum yapmadan aşağıdaki grafikleri paylaşıyorum.

Sürekli harcanmış ve piyasaya müdahale edilmiş.

Tablolara bakıldığında döviz rezervlerinin hızla eksiye döndüğü tarih 2021 Aralık ayını göstermektedir.

TCMB tek kuruş satmamış olduğunu düşünelim. 17 – 31 Aralık tarihinde TCMB döviz rezervleri hızla azalarak -56 Milyar dolara kadar gerilemiştir. Nedeni?

TCMB tek kuruş satmadım diyorsa, bu grafiklerin izahı nasıl olacak? TCMB satmadıysa farklı kurumlar aracılığı ile sattırdı fikri aklıma geliyor.

Yapılacak yorum çok olsa da, siz benim sözüme bakmayın, işte grafikler, yorumları siz yapın.

FAİZ DÜŞECEK

Rakamsal olarak faiz düşürülse de uygulamada faizler piyasanın gerektirdiği yerdedir.  İstediğiniz yere kadar düşürün faizi ne yazar…

Faizi düşürün, üstü örtülü faiz desteğini de vermeyin, bu enflasyonist ortamda dövizi tutabilene aşk olsun. Her gün yeni rekorlar kırar.

REŞAT BAĞCIOĞLU

Aile İşletmelerinin Yönetiminde Çevresel Dinamiklerin Etkisi ve Rolü

PROF.DR. GÖNEN İLKAR DÜNDAR

gdundar@istanbul.edu.tr

İ.Ü. İŞLETME FAKÜLTESİ

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ ABD

                                   DNR AKADEMİ KURUCU ORTAĞI

Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de aile işletmeleri ekonomimizin temel yapı taşlarını oluşturmaktadır. Türkiye’de faaliyet gösteren işletmelerin %95’i, KOBİ ölçeğindeki işletmelerin %78’si, en yüksek ihracat hacmine sahip 100 işletmeden 58’i (ülkemizin toplam ihracatının %28’ini gerçekleştiren) aile işletmesidir. Bu işletmelerin kurumsallaşması ve sürdürülebilir olması noktasında, özellikle son yıllarda, hem genel hem de faaliyet gösterdikleri sektöre özgü olarak meydana gelen teknolojik gelişmeleri ne ölçüde takip edebildikleri ve dijital dönüşümden; üretim, yönetim, hizmet süreçlerinde ne denli yararlanabildikleri, kritik önem taşımaktadır.

Endüstri 4.0-Toplum 5.0, büyük veri, bulut bilişim, nesnelerin interneti, yapay zeka, sanal  gerçeklik, siber-fiziksel sistemler,  akıllı fabrikalar  ve farklı alanlardaki  teknolojik gelişmelere yönelik öngörüler;  son yıllarda ülke gündemlerinin en önemli  maddelerini oluşturmaktadır. Dijital dönüşüm süreci olarak nitelendirebileceğimiz bu gelişim ve değişimler, küresel salgın nedeniyle de, hızlanmış ve farklı açılardan ele alınarak, tartışılmaya başlanmıştır. Ülkelerin, organizasyonların ve bireylerin geleceğini, başarısını yakından ilgilendiren bu durum karşısında, her düzeyde ileriye dönük tutarlı taktik ve stratejilerin geliştirilmesi zorunlu hale gelmiş ve organizasyonlar da bilişim teknolojisi uygulamalarını, iç süreçlerine hızlı bir şekilde entegre etme zorunluluğuyla karşı karşıya   kalmışlardır.

Aile işletmelerinin de, yeni iş modellerine odaklanmaları ve dijital dönüşümle ilgili somut adımlar atmaları zorunlu hale gelmiştir. Dijitalleşme; işletmelerin stratejilerinde, üretim/hizmet süreçlerinde, iş yapma biçimlerinde, çalışanlarının yönetiminde, liderlik ve yöneticilik uygulamalarında, müşterileri ve sosyal paydaşlarıyla ilişkilerinde farklı bir bakış açısına sahip olmalarını gerektirmektedir.

Aile işletmeleri sürdürülebilirliklerini sağlamak, ulusal ve uluslararası arenada büyümek, verimliliklerini arttırmak, ürün ve hizmetlerinin kalitesi yükseltmek, geniş kitlelere ulaşmak için teknolojinin nimetlerinden, bir başka deyişle, dijital dönüşümden etkili biçimde yararlanmaları gerekmektedir.

Bu süreçte; aile işletmelerinin SWOT analizinin yapılması ve  mevcut durumlarının objektif biçimde belirlenmesi  gerekmektedir:

  • İlk önce işletmenin iç ve dış çevre analizinin yapılması, rakiplerine göre, güçlü ve zayıf yönlerinin belirlenmesi.
  • İşletmenin sürdürebilirliğini etkileyen iç faktörler ( kurucuların özellikleri, sosyal sermaye, iş değerleri, finansal bakış açısı, yetenek yönetimi, yedekleme planları, eğitim-geliştirme faaliyetleri…)
  • Mevcut ekonomik koşullar.
  • Ulusal ve uluslararası rekabet düzeyi
  • İşletme insan kaynaklarının(çalışanlarının) yetkinliği.
  • İşletmenin finansal gücü (maliyetler, fiyatlar).
  • Müşteri ilişkileri yönetimi, pazar payı, ürün/hizmet geliştirme  becerisi, rekabet avantajı, dağıtım kanallarının yeterliliği.
  • Araştırma-geliştirme faaliyetleri yeterliliği.
  • Yararlanılan teknoloji düzeyi, yeni teknolojileri uygulayabilme derecesi, olanağı.

İkinci olarak, bu değerlendirmelerin ışığında, aile işletmeleri değişime uyum sağlamak, devamlılıklarını sürdürebilmek için; kısa, orta ve uzun vadede ne yapmalarını gerektiğini doğru belirlemeli ve hareket planlarını oluşturmalıdırlar.

  • Faaliyet gösterilen sektördeki teknolojik değişimler çerçevesinde, yeni istihdam biçimlerinden optimum düzeyde yararlanılması.
  • Çalışanların değişen koşullar doğrultusunda eğitilerek, gereken yetkinlikleri kazanmaları ve değişime daha rahat adapte olmalarının sağlanması.
  • Farklı konularda dış kaynaklardan destek sağlanması, işbirliğine gidilmesi.
  • Büyüme ve inovasyon için, Aile Anayasası çerçevesinde, kapsamlı bir varlık yönetiminin gerçekleştirilmesi.

Aile işletmelerinin yönetimini ve sürdürülebilirliğini  etkileyen işletme içi faktörler , diğer işletmelere göre farklılık göstermektedir.  Bu nedenle aile işletmelerini çok yönlü bir bakış açısı ile değerlendirmek, olası sorunları önceden belirleyerek, gereken önlemleri almak ve yol haritalarını çizerek etkili bir yönetim anlayışı geliştirmek gerekmektedir. Aile ismini, değerlerini, kültürünü korumak, sürdürmek, aile  servetini doğru değerlendirmek ve büyütmek için;  proaktif, profesyonelleşme odaklı, araştırma-geliştirmeye dayalı, yenilikçi, esnek ve çevik organizasyon yapıları oluşturulmalıdırlar. Değişim yönetimi çerçevesinde yönetici profilinin belirlenmesi, varlık yönetimi, risk yönetimi, pazarlama, satış, müşteri ilişkileri yönetimi, sosyal medya ve bilgi güvenliği yönetimine ilişkin gerçekçi stratejilerinin geliştirilmesi önemlidir.

 

Yeni Nesil Kooperatifçilik: Platform Kooperatifçiliği

Dr. Mehmet KAPLAN

Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi

Platformlar ve platform ekonomisi, özellikle çevrimiçi ortamda oluşan üretici ve tüketici ekosisteminin değer değişimini ifade etmektedir. Kooperatif ise ortaklaşa iş yapmak, bireyin tek başına yapamayacağı işleri birlikte ve güçlü bir şekilde yapmaktır. Kooperatif gönüllü olarak bir araya gelen kişilerin ekonomik gereksinimlerini birlikte karşılayabilmek için oluşturdukları ve demokratik biçimde yönettikleri bir girişim modeli olarak ifade edilmektedir.

Yeni nesil kooperatifçilik olarak platform kooperatifçiliği ise platform ekonomisinin sunduğu modellerle kooperatifçilik iş modelinin birleşmesi olarak ifade edilmektedir. Özellikle son yıllarda yeni nesil bir start-up olarak meydan okuyucu başarılı uygulamalarıyla yeni bir kooperatifçilik iş modelidir. Platform kooperatifçiliği daha adaletli ve daha örnek olan bir iş ve/veya insan geleceği yaratma amacındadır. Platform kooperatifçiliği internet sahipliği ile teknolojik alt yapıyı birleştiren bir çerçevedir. Platform kooperatifçiliğin sundukları şu başlıklarla ifade edilebilmektedir;

  • Yeni nesil çalışmada sorunları azaltma: İnsanların yeni nesil çalışma şekillerinde yaşayacakları sorunlara yönelik bir alternatif gelir sağlayacak bir yapı sunacaktır. Bu gelir yeni nesil çalışma sorunlarını azaltmaya yönelik olacaktır.
  • Dayanışma ekonomisi sağlama: Herkesin birlikte ve paylaşarak daha fazla iş yapma biçimlerine odaklandığı ama paylaşarak hareket ettiği bir kooperatifçilik sunmakta ve bu da yeni bir dayanışma yaratmaktadır.
  • Daha yaşanabilir bir gelecek yaratma: İnsanların birlikte bir araya gelerek oluşturdukları uygulamalarla çevreye daha az zarar veren ve geleceği daha yaşanabilir bir dünyada yaşamayı arzulayan bir sistem kurar.

Kaynak ve ayrıntılı okuma önerisi: Aşağıdaki eserl(er) konu ile ilgili kaynak ve bilgilendirmeyi artırmaya yöneliktir.

  • Çelik, A. (2018). Girişimcilik. Konya: Eğitim Kitabevi.

İşletmelerde Karmaşıklık ve Kuantum Yaklaşımı

Dr. Öğr. Üyesi Gözde MERT

Nişantaşı Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi

İşletme Bölüm Başkanı & Gözde Araştırma Şirketi Kurucusu

“Karmaşıklıkta sadeliği bulun. Uyuşmazlıkta ahengi bulun. Fırsat, zorlukların arasında yatar.” Albert Einstein

Telgrafın bulunması ve demiryollarının kurulması ile başlayan “Örgütsel Büyük Patlama” ile; tek ya da birkaç kişiyle idare edilen örgütler, yapısal olarak giderek büyümüşlerdir. Sonrasında ise internet kullanımının yaygınlaşması ve hızlı teknolojik gelişmeler ile günümüzde; yüksek seviyede hızlı bir yaşam ortaya çıkmış ve iş yükünde, iş planlamasında, iş birliğinin gerçekleştirilmesinde, tedarikte, lojistikte, kaynak ve enerji kullanımı konularında, alışıla gelen metotlarla çözülemeyecek yeni sorunlar ortaya çıkmıştır. Bilgi çağında ortaya çıkan bu karmaşık sorunları, örgütler ancak: yenilikçi olan, atak yapabilen, rekabet edebilen, küresel ekonomiyle bütünleşebilen bir organizasyon yapısına geçmekle çözebilirler. Bu şekilde sağlıklı olarak yapısını dönüştüren örgütleri: “Kuantum Organizasyonlar” olarak ifade ediyoruz.

  1. yüzyılın sorunları; karmaşık, dinamik ve sınırsızdır. Bu sorunlar, sayısız ilişkilerin söz konusu olduğu birçok unsurlardan oluşmaktadır. Yeniçağın sorunları, eskiden olduğu şekilde, artık birbirinden bağımsız olarak çözülememektedir. Sorunların çözümü, sistematik bir yaklaşımı gerektirmektedir. Sorunlar sınırsızdır; çözüldükçe başka bağlamlarda, tekrar bir sorun olarak karşınıza çıkarlar ve çözülmeyi beklerler. Sorunlar dinamiktirler; zaman içinde değişerek, tekrar ortaya çıkarlar ve yine çözülmeyi beklerler. Nihayet, Sorunlar karmaşıktırlar; aralarındaki çoklu ve sıkı bağlantılar nedeniyle birbirlerinden soyutlanarak çözülemedikleri için; bütünsel, yani sistemik bir bakış açısıyla bir yaklaşımı gerektirirler. Albert Einstein’a göre; bir sorun, içinden ortaya çıktığı bağlamdan hareketle ya da ortaya çıktığında kullandığımız düşünce biçimiyle, asla çözülemez. Sorunları çözebilmek için, düşünce biçimimizi değiştirmek durumundayız. Bir paradigma değişimi ya da kaymasına gerek vardır. Sorunun son bulması, paradigma kuramına aykırı olan nesnenin, bildik bir nesne durumuna gelene kadar, değiştirilmesiyle mümkün olmaktadır. Kuantum kuramı; sistem düşüncesi, karmaşıklık ve kuantum organizasyondan, her biri, birer paradigma değişimine tekabül etmektedir.

Kuantum Organizasyonlar

Buraya kadar yazılanlardan anlaşılacağı üzere, insanoğlu; her şeyin birbirine dokunduğu, küçük değişikliklerin, büyük farklar yarattığı, belirsiz, öngörülemez, denge dışı ve bir desen oluşturan, karmaşık bir dünya içinde yaşamaktadır. Bu dünyada yol alabilmek için, kendileri de birer sistem olan kurumların, kuantum ilkeleri doğrultusunda örgütlenmeleri isabetli olacaktır. Çünkü yeniçağın sorunlarıyla ancak; devrimci, rekabetçi ve küresel ekonomiyle eşleşen organik yapılar olan kuantum organizasyonlar, baş edebilmektedir. Danah Zohar’ın (2018) belirttiklerine, yukarıdaki tespitleri de eklediğimizde, kuantum organizasyonların, aşağıdaki özelliklere sahip oldukları ifade edilebilir:

  • Olaylar, daima bir bağlam içinde gerçekleştiğinden dolayı kendilerini küresel bir bağlam içinde bulan kuantum organizasyonlar; bütüncül olup, sorunlara sistemik yaklaşırlar.
  • Düzen ile kaos arasında, parçacık ve dalga benzeri haller gösteren kuantum ve karmaşık sistemler, öngörülemez olduklarından ve ortamda belirsizlik hâkim olduğu için kuantum organizasyonlar, esnek ve hassas olmalıdır.
  • Kuantum organizasyonlar, alt kademeden tepeye kadar kendi kendini düzenleyen ve gelişen bir yapı sergilemelidir. Her bir birimi, tüm kurumun mükemmel bir temsili olan, fraktal bir özellik taşımalıdır. Sağlıklı büyümenin anahtarı budur.
  • Doğrusal ve mekanik organizasyonlarda; plan ve programlar, yöneticiler tarafından yapılıp, yukarıdan aşağıya doğru dikte edilirken; kuantum organizasyonlarda, çalışanlar kendi kendilerini organize ederler. Yani kuantum organizasyonlarda ilişkiler, hiyerarşik olmayıp, yataydır ve esas olan ekip çalışmasıdır.
  • Kuantum organizasyonlar, çeşitlilikle zenginleşirler. “Ne de / ya da” karşısında, tıpkı parçacık/dalga ikiliğinde olduğu gibi, “hem / ve”ye yer açmalıdır.
  • Bir kuantum organizasyonu, doğaçlama olan bir caz seansına benzetilebilir. Senfoni orkestrasında, her müzisyen kendi enstrümanına odaklanır, ama şeflerin yorumları farklı olduğundan dolayı farklı orkestralardan, farklı yorumlar ortaya çıkmaktadır. Böylece bütün, parçaların toplamı ile büyük bir hal alır.
  • Kuantum organizasyon, oyunbaz olabilir. Sıkı ve sonuç odaklı organizasyonlar, başarısızlıktan korkarlar. Hep ölçülebilir başarının peşinden koşarlar. Ama doğa ve çocuklar, deneme-yanılma yoluyla öğrenirler. Doğrusal olmayan sistemler, kaosun içinden geçmek zorundadır. Bir kuantum organizasyon, risk almanın değerini bilen, oyun ve ödül yapılarını teşvik eden bir alt yapıya sahip olmalıdır.
  • Kuantum organizasyon, vizyon merkezli ve değer güdümlü olmalıdır. Doğrusal organizasyon, sadece ürün satar. Kuantum organizasyon ise insanların anlam arayışında olduğunun farkındadır ve daima yeni olasılıklara doğru, kendilerinin ötesine uzanan evrimci sistemdir. Kuantum mekaniğinin olasılıkçı karakteri, kuantum organizasyonları, sürekli senaryo yazmaya zorlar. Geri beslemeleri sürekli izleyerek, dallanma noktalarının farkına varmak, kuantum organizasyon için olmazsa olmaz koşuldur.
  • Kuantum fiziğine göre gözlemci, gözlenenin bir parçası durumundadır. Yani katılımcı bir evren, söz konusudur. Kuantum organizasyon sadece kendi işine odaklanmaz, çevresinde olan bitenlere de duyarlıdır. Bu bağlamda, kuantum organizasyon çevreci olup, toplumun değerlerine saygılıdır, çünkü onlarla birlikte varlığını sürdürebilir.
  • Bir kuantum organizasyon için, “gelecek işte orada” değildir; gelecek, yaratılır. Kuantum yöneticiler ve liderler, her türlü değişime açık, belirsizlikten kaçmayan, tam tersine, durumu fırsata çevirebilecek cesarete sahip olan kişilerdir. Kuantum liderlerin yetenekleri ise, bir amaca yönelik olarak odaklanabilmek, paradoksal düşünebilmek, canlı olarak hissedebilmek, sezgisel olarak bilebilmek, yaşam sürecine güvenmek, sorumlu davranmak ve ilişki içinde olabilmektir.

Detaylı bilgiler için aşağıdaki eseri okuyabilirsiniz.

Mert, G. ve Gündoğmuş, B. (2019). Örgüt Çalışanlarında Kuantum Organizasyon Algısının Araştırılması, Journal of Social And Humanities Sciences Research (JSHSR), Vol:6 Issue:39 pp:1734-1757. www.gozdemert.com/eserler/eser13tr.pdf

İhale Tarihinden Önce İhaleye Katılımı Engelleyici Nitelikte Değerlendirme Yapılması

 

İtirazen Şikayet Konusu; İhale tarihinden önce ihaleye katılımı engelleyici nitelikte değerlendirme yapılmasının dokümanda düzenlenmesinin mevzuata aykırı olduğu.

Kamu İhale Kurulu Kararı Özeti;  16.07.2020 tarihli ve  2020/UH.II-1215 sayılı Kamu İhale Kurulu kararına göre; İdari şartnamede, ihaleye katılmak isteyen isteklilerin, ihalenin yapılacağı günden en geç bir iş günü öncesi mesai bitimine kadar idareye bir dilekçe ile başvurarak, ihale kapsamında çalıştıracak araçları tevsik edecek belgeleri göstererek ve “Araç Uygunluk Belgesi” alacağı ve bu uygunluk belgesinin teklifleri ile birlikte sunmaları istenilmiştir. 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 10’uncu maddesinde ihaleye katılacak isteklilerin, ekonomik ve malî yeterlik ile mesleki ve teknik yeterliklerinin belirlenmesine ilişkin olarak istenecek olan belgelerin sayıldığı, Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliği’nin 41’inci maddesinin birinci fıkrasında, makine, teçhizat ve diğer ekipmanın, teknik kriterlerine yönelik olarak dokümanda düzenleme yapılmış ise, bu niteliğe yönelik belgelerin de başvuru veya teklif kapsamında sunulmasının zorunlu olduğu, yine aynı maddenin ikinci fıkrasında, adayın veya isteklinin kendi malı olan makine, teçhizat ve diğer ekipman; ruhsat, demirbaş veya amortisman defterinde kayıtlı olduğuna dair noter tespit tutanağı ya da yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir raporu ile tevsik edileceği hüküm altına alınmıştır.

İncelenen ihalede, teklifle birlikte sunulması gereken belgelerin ihale tarihinden önce istenilerek yeterlik değerlendirilmesi yapılacağı ve bunun sonucunda yeterli görünen isteklilere araç uygunluk belgesi düzenleneceği, belgesi olan isteklilerin teklif vereceği, olmayan isteklilerin ise ihaleye teklif veremeyeceği anlaşılmaktadır.

4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun “Temel İlkeler” başlıklı 5’inci maddesinde; idarelerin, bu Kanuna göre yapılacak ihalelerde; saydamlığı, rekabeti, eşit muameleyi, güvenirliği, gizliliği, kamuoyu denetimini, ihtiyaçların uygun şartlarla ve zamanında karşılanmasını ve kaynakların verimli kullanılmasını sağlamakla sorumlu olduğu hüküm altına alınmıştır.

4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’na göre tekliflerin değerlendirilmesine yönelik işlemlerde tek yetkinin ihale komisyonunda olduğu, idare tarafından ihale tarihinden önce ihaleye katılımı etkileyecek yönde işlem tesis edilmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle, idari şartnamede yapılan düzenlemenin, anılan Kanunun temel ilkeler arasında sayılan, saydamlık, rekabet, eşit muamele ve güvenirlik ilkelerine aykırı hususlara içerdiği sonucuna varıldığından, başvuru sahibinin iddiası uygun bulunmuştur.

Mehmet ATASEVER

Kamu İhale Kurulu Eski Üyesi/ Akademisyen

Simdata Danışmanlık Tarafından Kamu İhale Eğitimi Yapıldı

 

Simdata Danışmanlık ve Yüksek İhtisas Üniversitesi işbirliği ile Sertifikalı Kamu İhale Eğitimi gerçekleştirdi. Kamu İhale Eğitim Programı 21-23 Ocak 2022 tarihlerinde Ankara Aldino Otel’de gerçekleştirildi. Kamu ihale mevzuatı alanında Kamu İhale Eski Kurul Üyesi ve Akademisyen Mehmet Atasever moderatörlüğünde uzman 6 hocanın gözetimi ve katkısı ile yapılan ve 22 saat süren eğitimin sonunda 25 soruluk sertifika sınavı yapılarak katılımcılara ihale eğitim sertifikaları verildi.

Eğitime katılan gerek kamu gerekse firma temsilcisi katılımcılar tarafından oldukça beğenilen eğitimde kamu ihale mevzuatı ile ilgili ihtiyaç duyulan bütün bilgiler verilmeye çalışıldı.

Bu eğitim programı ile; Eğitim programına katılan idare ve firmaların kamu ihaleleri ile ilgili yetkinliğinin artırılması, ihale yöntem ve süreçlerine uyum sağlaması aynı zamanda idarelerin ve firmaların ilgili yönetici ve personelinin ihale mevzuatı ile ilgili gerekli donanımı kazanmasının sağlanması amaçlandı.

Eğitim programı, Eğitim programına katılan idare ve firmaların kamu ihaleleri ile ilgili yetkinliği artırılarak; kamu pazar paylarının ve cirolarının artırılması sağlanacak ve aynı zamanda ilgili yönetici ve personelin ihale mevzuatı ile ilgili gerekli donanımı kazanması sağlanarak ihale süreçlerindeki yapılacak hatalar dolayısıyla karşılaşabilecek olası yaptırımlardan korunması hususunda yardımcı olacaktır.

Simdata Danışmanlık ihale mevzuatı ile ilgili benzer eğitimlerin tekrarlanacağını duyurdu.

Yoğun Kar Yağışı Nedeniyle Çalışamayan veya Çalıştırılamayan İşçiye Bu Bekleme Süresi İçinde Ücret Ödenir mi?

LÜTFİ İNCİROĞLU

Zorunlu nedenle çalışamayan ya da herhangi bir nedenle çalıştırılamayan işçiye bu bekleme süresi içinde bir haftaya kadar yarım ücret ödenmesi 4857 sayılı İş Kanunu’nun 40 ıncı maddesinde ön görülmüştür.

Madde metninde belirtilen yarım ücretten 4857 sayılı Kanunun 32 nci maddesinde belirtilen genel anlamda ücretin yarısını anlamak gerekir. Kanunun bu maddesi, 4857 sayılı Kanun’un 24-III ve 25-III maddelerinde yer alan zorlayıcı nedenlerle çalışamayan ve çalıştırılamayan işçilerden söz etmektedir.

Zorlayıcı nedenlerden dolayı işyerinde faaliyetin durması halinde, işçiye bir haftalık süre için yarım ücret ödenir. Bir haftalık durma süresinden sonra işçi, iş sözleşmesini 4857 sayılı Kanun’un 24-III maddesi gereğince feshetmekte serbesttir. Dilerse yeniden işin başlamasına kadar bekleyebilir. Bu bekleme süresinde işçinin iş sözleşmesi askıda kalır. İşverenin yarım ücret ödeme yükümlülüğü bir haftaya kadardır.

4857 sayılı Kanun’un 25-III maddesine göre zorlayıcı nedenlerde, işçinin kendisi ile ilgili olup, onun işyerine devamını engelleyen nedenlerdir. Örneğin; işçinin işine devamını olanaksız kılacak biçimde evini su basması, evinde yangın çıkması, tutuklanması ya da sıkıyönetim bölgesi dışına çıkarılması gibi durumlar zorlayıcı nedenlerden sayılmaktadır. Bu durumlardan dolayı işine gidemeyen işçinin iş sözleşmesi 25 inci maddenin II. bendinin (g) fıkrası gereğince bildirimsiz ve tazminatsız olarak feshedilemez. Zorlayıcı nedenler, önceden bilinip önlem alınmasına imkan vermeyen olaylardan kaynaklandığından, işçinin durumunu zamanında işverene bildirmesi de mümkün olmayabilir. Bu durumdan ötürü işine devam edemeyen işçiye bir haftaya kadar her gün için yarım ücret ödenir. Anılan bir haftalık süreye, 4857 sayılı Kanunun 46 ncı maddesi gereğince hafta tatilleri de girer.

Yargıtay’ın verdiği bir kararda da, ”Davacı, işverene gönderdiği ihtarnamede el koyma sebebiyle işyerinde, el koyma tarihinden itibaren bir hafta süre ile işin durduğunu ve bu nedenle çalışılmadığını kabul etmiştir. Bu durumda çalışılmayan dönemde davacı ancak bir haftalık süre için yarım ücret talep edebilir[1]. Bu kapsamda Yargıtay hammadde yokluğunu zorunlu neden olarak görmemiş ve işçinin yarım ücret talebini yerinde bulmamıştır[2].

Sonuç olarak, zorunlu nedenle çalışamayan ya da herhangi bir nedenle çalıştırılamayan işçiye bu bekleme süresi içinde bir haftaya kadar yarım ücret ödenir (İşK m.40). İşçinin işe devamını olanaksız kılacak yoğunlukta kar yağışı zorlayıcı neden sayılır. Örneğin, motokuryelerin yoğun kar yağışı nedeniyle trafikten menedilmesi bu kapsamda değerlendirilebilir. İşçi, dilerse yeniden işin başlamasına kadar bekleyebilir. Bu bekleme süresinde işçinin iş sözleşmesi askıda kalır. İşverenin yarım ücret ödeme yükümlülüğü bir haftaya kadardır.

[1] Y9HD.28.2.2008 T., E.2007/40346, K.2008/2795 Legalbank.

[2] Y9HD.14.11.2013 T., E.2011/38989, K.2013/29269 Legalbank.

Hem Faiz Hem De Döviz Düşecek

Döviz ve Faiz Düşecek

Öyle mi dersiniz?
Ekonominin kurallarına ters.

Hem dövizin hem de faizin aynı anda düşmesi olacak şey değil. Faizini düşürmek için ekonomik verilerin uygun, enflasyonun ise düşürülmesi planlanan faiz seviyesinde olması gerekir ki faizi düşürebilesin.

TÜİK’in resmi verilerine göre enflasyon % 36, ÜFE – Üretici Fiyat Endeksi ise % 80 civarı. TCMB politika faizi ise % 14, bankaların uyguladıkları muhtelif isimdeki faiz oranları ise % 30 ila % 40 arasında değişmektedir. Birbirine çelişki yaratan rakamlar. TCMB politika faizini aynı bıraksa veya düşürse ne olacak? Piyasa dinamiklerinin ne olduğu ortada, sokak enflasyonu % 80 civarında. Gerek bankaların uyguladıkları mevduat ve kredi faizlerinin oldukça yüksek oluşu TCMB’nin % 14’lik politika faizini çok ama çok anlamsız hale getirmiştir. Faizleri düşürmek için mutlaka enflasyonun, maliyetlerin aşağı çekilmesi gerekir.

TCMB Politika faizi olan % 14 ile açıklanan resmi enflasyon olan % 36 arasında 22 puanlık bir fark var. Siz politika faizinin çok anlamlı ve yerinde bir gösterge olduğunu düşünebilir misiniz?

PİYASADAKİ 2022 YILI ZAMLARI

Akıllara durgunluk veren oranda hizmet ve ürünlere zamlar yapıldı. Zaten akaryakıt ürünlerine yapılan zamlar % 100 civarında gerçekleşti. Elektriğe yapılan zamlar ise dudak uçuklatacak cinsten.

Yukarıdaki grafiğe bakıldığında ne politika faizi, ne de TÜİK’in enflasyon oranı ile yeknesaklık sağlamamış ve elektik zammı % 50 ile % 125 oranındaki zammın hem Türk Sanayiisini hem de Türk halkının geçimini olumsuz yönde etkileyecektir. Bu zammın etkisi şu an grafikte görülse de, çok kısa bir süre sonra elektik faturaları hane halkına tevdi edildiğinde bakın neler olacak. Bundan birkaç ay sonra sadece elektrik faturasını ödeyemeyen hane kalkının icralık olacağı hiç de sürpriz olmayacak.

Bırakın enflasyonun düşmesini, son iki ayda enflasyon beklentisi beklenenden % 10 daha fazla artış sağlamıştır.

Gerçek enflasyonun, açıklanan resmi enflasyonun oldukça üzerinde seyrettiği günümüzde faizler düşmez. Faizler düşse de manipülatif hesaplarda faiz düşük gösterilir ancak çeşitli isimlerle piyasa faizi hala güncel yüksekliğini koruyacaktır.

Sonuç; Faizin düşmesi hayal.

ENFLASYON BEKLENTİLERİ

Bir gazete haberini paylaşıyorum.


JP Morgan: TCMB’nin politika yönlendirmesi yeterli değil

JP Morgan, TCMB’nin yayımladığı karar metninde yeteri kadar politika yönlendirmesi bulunmadığını, Merkez Bankası’nın fiyat dinamikleriyle ilgili genel bir değerlendirme yapacağını söylemesine rağmen bunun ne kadar süreceğine dair hiçbir yönlendirme sunmadığını belirtti.

JP Morgan, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın faiz kararı sonrasında yayımladığı değerlendirme notunda, TCMB’nin yayımladığı karar metninde yeteri kadar politika yönlendirmesi bulunmadığını belirtti.

Merkez Bankası’nın fiyat dinamikleriyle ilgili genel bir değerlendirme yapacağını söylemesine rağmen bunun ne kadar süreceğine dair hiçbir yönlendirme sunmadığını belirten banka, gelecek aylarda politika faizinde herhangi bir değişiklik beklemediklerini fakat ekonomik temeller tersini gösterse de faiz indirimi ihtimalinin daha yüksek olduğunu dile getirdi.

Gelecek üç ayda enflasyonun yüzde 50 civarına yükseleceğini düşündüklerini söyleyen JP Morgan ekonomistleri, Türk lirasının değer kazanması ya da enflasyonun mucizevi bir şekilde zirveye yapması sonrasında daha fazla faiz indiriminin gelme riski bulunduğunu vurguladı.

JP Morgan, Ocak başında yayımladığı bir raporda Aralık ayındaki sürpriz enflasyondan sonra 2022 ve 2023 için enflasyon beklentilerini revize ettiklerini belirtmiş, Mayıs ayında enflasyonun yüzde 55 seviyesine ulaşmasını ve Kasım ayına kadar yüzde 50 civarında seyretmesini beklediklerini bildirmişti.

Ocak başında yayımladıkları bu raporda “Politika yapıcılardan hiçbir pişmanlık işareti görmüyoruz ve bundan dolayı gelecek aylarda sıkı para politikası izleneceğini düşünmüyoruz” diyen JP Morgan, buna rağmen daha fazla parasal genişlemenin Merkez Bankası için bile gerçek üstü olacağını söylemişti.

Kaynak; https://www.bloomberght.com/deutsche-bank-tan-kur-korumali-mevduat-degerlendirmesi-2297055


DÖVİZ DÜŞER Mİ?

Arka kapı operasyonları ile dövizin fiyatı düşürülebilir. Kendi dinamiklerinde seyrettiği sürece dövizin düşeceğini hiç düşünmüyorum. Aşağıdaki her iki tabloda TCMB döviz varlıkları hızla erimiş ve bırakın pozitif bir rezervden söz etmeyi, olmayan bir rezerv sürekli harcanmış ve piyasaya müdahale edilmiş.

Tablolara bakıldığında döviz rezervlerinin hızla eksiye döndüğü tarih 2021 Aralık ayını göstermektedir.

Yukarıdaki üc tabloyu üst üste koyduğumuzda, USD TRL C/18.30 olan doların fiyatına müdahale edilmiş ve doların fiyatı USD TRL C/10.35 seviyesine kadar düşürülmüştür. Finansal okur yazarlığı olan kime sorarsanız sorun TCMB döviz rezervlerinin hızla erimeye başladığı Aralık 2021 ayında, dövizin fiyatı da % 40 oranında düşürülmüştür. Siyasi ortoriteler TCMB’nin kurlara asla müdahale etmediğini söylese de külahım dahi bu açıklamalara inanç göstermiyor.

Durum böyle iken, TCMB döviz rezervlerimiz eksi (-) 56 Milyar dolar iken dövizin fiyatı sizce düşer mi?

DÖVİZİN FİYATI DÜŞMEZ

Bu sözümü TCMB’nin farklı yollarla dövize müdahale etmesini istisna olarak bir tarafta saklı tutuyorum.

Dövizin düşmesi için;

  • Cari fazla vermemiz, ihracat rakamlarımızın ithalat rakamlarının üzerinde olması,
  • Enflasyonun mutlaka düşürülmesi,
  • Faizlerin piyasa dinamiklerine uygun hale getirilmesi,
  • Siyasi söylemlerin dövizin huzurunu kaçıracak ve coşturacak türden olmaması,
  • Ülkenin her yönden istikrarlı olması
  • Dövizi öcü gibi görmeyip sıklıkla müdahalede bulunulmaması,
  • En önemlisi de piyasada güvensizliğin yerine güven olması

Gereklidir.

Bu koşullarda, bu dinamikler seyrettiği sürece sadece söylemlerle, “ben istiyorum oldu” mantığı ile ne faiz ne de dövizin fiyatı düşmez.

REŞAT BAĞCIOĞLU