Eşit Durumdaki İşçilere Farklı Ücret Zammı Uygulanması, Ayrımcılık Tazminatını Gerektirir Mi?

Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup, iş hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle, işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bununla birlikte eşit davranma borcu tüm işçilerin hiçbir farklılık gözetilmeksizin aynı duruma getirilmesini gerektirmeyip, eşit durumdaki işçilerin farklı işleme tabi tutulmasını önlemeyi amaç edinmiştir.

Yargıtay’a göre, ““Eşitlik İlkesi” en temel anlamda T.C. Anayasasının 10 uncu ve 55 inci maddelerinde ifade edilmiş, 10 uncu maddede “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” kuralına yer verilmiştir. 55 inci maddenin kenar başlığı ise “Ücrette Adalet Sağlanması” şeklindedir.

Bundan başka, eşit davranma ilkesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Ekonomik Topluluğu Andlaşması, Uluslararası Çalışma Örgütünün Sözleşme ve Tavsiye Kararlarında da çeşitli biçimlerde ele alınmıştır. İstihdam ve Meslek Konularında Kadın ve Erkeğe Eşit Muamele ve Fırsat Eşitliği İlkesinin Uygulanmasına Dair 5 Temmuz 2006 tarihli Avrupa Parlamentosu ve Konseyinin 2006/54/EC Sayılı Direktifinin “Analık (Doğum) İzninden Dönüş” başlıklı 15 inci maddesinde, “doğum iznindeki bir kadının, doğum izninin bitiminden sonra işine veya eşdeğer bir pozisyona kendisi için daha dezavantajlı olmayan koşul ve şartlarda geri dönmeye ve çalışma koşullarında yokluğu sırasında yararlanmış olacağı her türlü iyileştirmeden yararlanmaya hakkı vardır” şeklinde kurala yer verilerek, doğum iznini kullanan kadın işçi yönünden işverenin eşit davranma borcuna vurgu yapılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu sistematiğinde, eşit davranma borcu, işverenin genel anlamda borçları arasında yerini almıştır. Buna karşın eşitlik ilkesini düzenleyen 5 inci maddede, her durumda mutlak bir eşit davranma borcu düzenlenmiş değildir. Belli bazı durumlarda işverenin eşit davranma borcunun varlığından söz edilmiştir. Dairemiz kararlarında “esaslı nedenler olmadıkça” ve “biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça” bu yükümlülüğün bulunmadığı vurgulanmıştır (Y9.HD. 25.7.2008 gün 2008/ 27310 E, 2008/ 22095 K.). İşverence, işçiler arasında farklı uygulamaya gidilmesi yönünden nesnel nedenlerin varlığı halinde eşit işlem borcuna aykırılıktan söz edilemez[1].

Yargıtay’ın başka bir kararında, “4857 sayılı Yasanın 5 inci maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiştir. Belirtilen bu hususların tamamının mutlak ayrım yasağı kapsamında ele alınması gerekir. Eşit davranma ilkesinin uygulanabilmesi için aynı işyerinin işçileri olma, işyerinde topluluk bulunması, kolektif uygulamanın varlığı, zamanda birlik ve iş sözleşmesiyle çalışmak koşulları gerekmektedir.

Yasanın 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında tam süreli- kısmî süreli işçi ile belirli süreli – belirsiz süreli işçi arasında farklı işlem yapma yasağı öngörülmüş, üçüncü fıkrada ise cinsiyet ve gebelik sebebiyle ayrım yasağı düzenlenmiş ve bu durumda olan işçiler bakımından iş sözleşmesinin sona ermesinde de işverenin eşit davranma borcu vurgulanmıştır. Bununla birlikte, işverenin işin niteliği ile biyolojik nedenlerle faklı davranabileceği bahsi geçen hükümde açıklanmıştır.

Yine değinilen maddenin dördüncü ve beşinci fıkralarında, işverenin ücret ödeme borcunun ifası sırasında ayrım yapamayacağından söz edilmektedir. Burada sözü edilen ücretin genel anlamda ücret olduğu ve ücretin dışında kalan ikramiye, pirim v.b. ödemleri de kapsadığı açıktır.

Bundan başka, 4857 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde sözü edilen sendikal nedenlere dayalı ayrım yasağı da mutlak ayrım yasağı kapsamında değerlendirilmelidir. Kanunun 5 inci maddesiyle 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan haller sınırlayıcı olarak düzenlenmiş değildir. İşçinin işyerinde olumsuzluklara yol açmayan cinsel tercihi sebebiyle ayrım yasağı da buna eklenebilir. Yine siyasî sebepler ve dünya görüşü gibi unsurları esas alan bir ayrımcılık da korunmamalıdır.

İşverenin eşit davranma borcuna aykırı davranmasının yaptırımı değinilen Kanunun 5 inci maddesinin altıncı fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan hükme göre işçinin dört aya kadar ücreti tutarında bir ücretten başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep imkânı bulunmaktadır. Söz konusu fıkra metni emredici nitelikte olduğundan, anılan hükme aykırı olan sözleşme kuralları geçersizdir. Geçersizlik nedeniyle ortaya çıkan kural boşluğu eşit davranma ilkesinin gereklerine uygun olarak doldurulmalıdır.

Eşit davranma borcuna aykırılığı ispat yükü işçide olmakla birlikte, anılan maddenin son fıkrasında yer alan düzenlemeye göre işçi ihlalin varlığını güçlü biçimde gösteren bir delil ileri sürdüğünde aksi işveren tarafından ispatlanmalıdır.

Somut uyuşmazlıkta Mahkemece hükmedilen eşit davranmama tazminatına gerekçe olarak “davalı işverenin muvazaalı işlemi sebebi ile eşit işlem borcuna aykırı davrandığı, davacının bu sebeple mali olarak mahrum kaldığı haklarının bilirkişi raporu ile ayrı ayrı hesap edildiği, ayrıca davacının mahrum kaldığı haklarının yanında davalıların muvazaalı işlem yapmış olmaları, davacının kıdemi birlikte değerlendirildiğinde davalı şirketlerin ayrıca ayrımcılık yapmaları gözetilerek kanunen üst sınır olan 4 aylık brüt ücreti tutarında eşit işlem borcuna aykırılık tazminatına hükmedilmesinin hakkaniyetli olacağı” yazılmıştır.

Yukarıda açıklandığı üzere 4857 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiş olup somut olayda bu ve benzeri sebeplere dayalı bir ayrım yapıldığı ileri sürülüp kanıtlanmadığından eşit davranmama tazminatı talebinin reddi yerine kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir”[2].

Sonuç olarak, işverenin emsal işçiler arasında farklı ücret ve ücret eki ödemesi, eşit işlem borcuna aykırılık oluşturur. Mağdur olan işçi “ayrımcılık tazminatı” talep edemez. Sadece mahrum kaldığı ödemeleri talep edebilir. Çünkü İşK. m.5’de, “eşit işlem yapma borcu” değil, “ayrımcılık yasağı” düzenlenmiştir. Bu nedenle, ayrımcılık tazminatına hak kazabilmek için din, dil, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim, engellilik gibi sebeplerle ayrımcılık yapılmalıdır.

Lütfi İNCİROĞLU

[1] (Y9.HD. 2.12.2009 T.,E.2009/33837, K.2009/32939 Legalbank.

[2] Y9HD.15.01.2018 T., E.2016/25313, K.2018/156 Legalbank.

Yaptığını Ölç, Ölçtüğünü Yap

Bu başlığın esin kaynağını daha önce “Yazdığını yap, yaptığını yaz.” diye en az bin kez okumuşsunuzdur. Siz yine yapın yaptığınızı, yazın yazdığınızı ama ölçmeden biçmeden ne olacağını önceden kestirmeden bir şeyler yapmanın devri çoktan geçti gitti.

Burada çağları açıp çağları kapatan fark “bilmek” kelimesinde saklı.

Yazıdaki bu kelimenin hem kendisi farklı hem de içerdiği anlamı. Bilmenin nesi farklı derseniz, bu bilme; kişisel değil örgütsel bilmedeki bilme, bu bilme beklentiler olarak bilme.

Yani bilerek, isteyerek, bile bile bilme de ki bilme.

Bu da böyle biline!

İster olayı “Nosce te ipsum”[1] diye bilin, isterseniz de “Nefsini bilen Rabbini bilir” diye bilin hiçbir şey fark etmez.

Yeter ki ölçün biçin ve bilin!

YAPTIĞINI ÖLÇ, ÖLÇTÜĞÜNÜ YAP

İşletme, Örgüt, Kurum, Kuruluş ya da Firma, Şirket her neyi yönetiyorsanız yönetin, işte size bir ölçüm cetveli.

Bununla; Yaptığınızı ölçün, ölçtüğünüzü yapın!

Finans ve Muhasebe Yönetimimizde;

  • Yasalara ne ölçüde uyuyoruz?
  • Verimlilik odaklı teknolojik altyapımız var mı?
  • Yetişmiş yetkin personel bulma ve tutundurmada ne durumdayız?
  • Kontrol/Denetim Sistemlerimiz tarafsız mı?
  • Düzenli olarak Maliyet Kontrolü ve Düşürme Çalışmaları yapıyor muyuz?
  • Etkin bir Tahsilat Takip Yönetim Sistemimiz var mı?
  • Satış Yönetimi ile şeffaf iletişim kanalımız var mı?

Pazarlama Yönetimimizde;

  • Müşteri Yolculuk Haritası[2] yaptık mı?
  • Algılama Haritası oluşturduk mu?
  • Kategori Yönetimi ile satış stratejileri oluşturduk mu?
  • Stratejik Marka Mimarisini uyguluyor muyuz?
  • Yetkin pazarlama personeli bulma, tutundurma ve eğitiminde ne durumdayız?
  • Sistematikleşmiş bir “Potansiyel Müşteri” arama çalışması yapıyor muyuz?
  • Müşteri Odaklılık Kültürünü iç müşterimize değer olarak aşıladık mı?
  • SKU[3] Analizi ile güçlendirilmiş bir depolama ve sevkiyat sistemimiz var mı?

Satınalma Yönetimimizde;

  • Stratejik satınalma planımızı Pazarlama Birimi ile mi oluşturduk?
  • Sistemli ve düzenli tedarikçi ziyaretleri ve değerlendirmeleri yapıyor muyuz?
  • Tedarikçi ödemelerimizi düzenli yapıyor muyuz?
  • Sipariş, teslimat, fatura mutabakatlarını düzenli yapıyor muyuz?
  • Terminlerin takip ve kontrol metodunu oluşturduk mu?

Satış Yönetimimizde;

  • Teklif verme ve siparişe çevirme sürecinin yazılı bir prosedürü var mı?
  • Yetişmiş yetkin satış personeli bulma, tutundurma ve ürünler hakkındaki bilgileri verme konusunda ne durumdayız?
  • İş ve müşteri iletişim takibi kültürünü tüm ekip paylaşıyor mu?
  • Satışa verilen hedeflerimiz gerçekçi ve güncel mi?
  • Satış personelinin markamızı temsil yetkinliğini ölçtük mü?
  • Kaybedilen müşteri ve kaybedilme nedeni araştırılıyor mu?

Üretim Yönetimimizde;

  • Ekonomik sipariş/iş emri miktarları ve emniyet stok devir hızları biliniyor mu?
  • Fason üretim için tedarikçi kapasite analizimiz var mı?
  • Maliyet azaltma çalışmaları yapılıyor mu?
  • Her aşamada etkin bir “Üretim Planlaması” var mı?
  • Üretim Ekipmanlarının kritik parçalarının stok kontrolü var mı?
  • Planlı Bakım, Arıza ve Kestirici Bakım faaliyetlerinin geçmişe dönük zaman/maliyet kayıtları tutuluyor mu?

Genel Olarak;

  • SWOT[4] ve PEST[5] Analizlerimiz tüm birimler ile hazırlanmış ve Müşteri Bağımlılık Oranı çıkartılmış mı?
  • Aldığımız kararların eylem taahhüdü de var mı?
  • Otopsi Toplantıları ve Ortak Akıl Toplantıları yapıyor muyuz?
  • “Risk Haritalarımız” çıkarıldı mı?
  • Kaynaklarımızla (ürünlerimiz, insanlarımız ve sermayemiz) dışardaki etkenler (rakipler, pazar ve piyasa) arasındaki bağı ilişkilendirip fizibilite çalışmaları ve raporlar hazırlıyor muyuz?
  • 5 yıllık (ki en azından o kadar olsun) “Stratejik Yönetim Modelimiz” var mı?

Unutmadan;

Stratejik Yönetim Modelimizde;

  • Markanın Pazar Payı nedir ve 5 yıl sonra ne olmalıdır yazıyor mu?
  • Marka kar ve zarar noktaları planlanmış mı?
  • Yıllık plan şeması var mı?
  • Satış hedefleri belli mi?
  • Üretim hedefleri belli mi?
  • Tedarik planlaması yapılmış mı?
  • Sektör ve rakip analizi yapılmış mı?
  • Bütçe planlaması var mı?

Bu cetvel, ahşap, metal, plastik metrelerden ya da kumaş mezuralardan oldukça farklıdır yalnız onu baştan bilelim. Onlarda ölçtüğünüz değeri net olarak çıplak gözle görebilirsiniz ve sonuç herkes tarafından aynı okunduğu için tartışmaya kapalıdır.

Bu cetvelde ise kafa tası gözü ile hiçbir şey göremezsiniz. Bu cetvelde size lazım olan şey “Akıl Gözüdür”. Aklınızla bakarsanız ölçüm sonuçlarınızı çok net görürsünüz ve “Ayağınıza kısa kalan yorganı nasıl uzatacağınıza karar verirsiniz”.

Ölçülü yaşanmışlıklar biriktirmeniz dileğiyle,

Saygılarımla.

Zafer URFALIOĞLU

[1] Nosce te ipsum (Kendini Bil): MÖ 400’lerde Delphi’de Apollon Tapınağı’nın girişinde altın harflerle yazılmış cümledir. Farklı kültürlerde “Temet Nosce” ya da “Gnothi Seauton” olarak da karşınıza çıkabilen bir cümle. Sokrates ya da Spartalı Chilon’a atfedilir. “Kendini bil” cümlesi ile yönettiğin örgütü kendin gibi bil denilmek istenmiştir.

[2] Müşteri Yolculuk Haritası: Bir müşterinin veya potansiyel müşterinin şirketinizle bir hedefe ulaşmak için geçtiği sürecin görsel bir temsilidir. Ürünü gördüğü noktadan fiyat istemeye ya da ürünü almaya kadar geçen işlem basamakları. Genel olarak ise müşterilerinizin firmanızla olan tüm etkileşimini gösteren görsel bir sunumdur. Müşterinizin firmanız ve markanızla ilk deneyiminden uzun süreli ilişkisine kadar olan tüm etkileşimi kapsayan süreci görmenize yardımcı olacak hikâyeyi anlamanızı sağlar.

[3] SKU: Ürün özellikleri ürünün şekli ve boyutu hakkında özellikleridir. Bu özellikler ürünün depolama metodu ve yerini belirler. Ürün özellikleri ve yapılacak işleme göre kullanılacak ekipman da değişir. Bütün ürünlerin SKU (Stok Keeping Unit) bazında sınıflandırılması ve onlara özgü depolama ve elleçleme stratejileri belirlenmesi analitik depo performans arttırmada en önemli adımdır.

[4] SWOT Analizi: (Strengths/Güçlü, Weaknesses/Zayıf, Oppurtunities/Fırsatlar ve Threats/Tehditler) Bir projede ya da bir ticari girişimde kurumun, tekniğin, sürecin, durumun veya kişinin güçlü ve zayıf yönlerini belirlemekte, iç ve dış çevreden kaynaklanan fırsat ve tehditleri saptamak için kullanılan stratejik bir tekniktir.

[5] PEST Analizi: Politik, Ekonomik, Sosyal ve Teknolojik faktörlerin incelenerek, önemli ve hemen harekete geçilmesi gerekenleri tespit etmek ve bu faktörlerin, olumlu veya olumsuz, kimleri etkilediğini ortaya çıkartmak için yapılan bir analizdir.

Narkoz Verilen Döviz Uyanmaya Başladı

DÖVİZE NARKOZ VERİLDİ Mİ?

Elbette verildi.

Grafikten de anlaşılacağı üzere dövizi uyutmak için gereken ne varsa yapıldı. Nelerin yapıldığını bir kaç cümle ile özetleyecek olursak;

  • KKM Kur Korumalı Mevduat yaratıldı
  • KKM Kur korumalı mevduata verilen faizlerde stopaj sübvanse edildi,
  • Adı döviz olan her ne yatırım aracı var ise, mevcut vergileri arttırıldı,
  • Adı döviz olan her ne yatırım aracı var ise TCMB’na zorunlu döviz devirleri ve ödenen komisyonlar arttırıldı,
  • Döviz piyasasına sürekli müdahale edildi. Bu müdahalenin çeşitli şekilleri vardı elbet. Piyasaya ucuz döviz satmak, dövize ulaşmanın önüne rampa koymak vs,
  • BDDK’nın 20 Haziran 2022 tarihinde çıkartmış olduğu karar ile Türk Lirası kredi kullanacak firmaların ellerindeki döviz miktarının sadece TRL.15.000.000.-‘yı geçmemesi gerekiyor. Elinde fazla dövizi olan firmaların kredi kullanabilmeleri için dövizlerini satmaları gerekecekti ve sattılar.

MÜDAHALELER DÖVİZ PİYASASINDA İSTİKRARSIZLIK YARATIR

Siz yabancı bir yatırımcı olsaydınız, siz bir ihracatçı olsaydınız, siz bir ithalatçı olsaydınız çok hareketli döviz piyasasında yatırım yapmayı tercih eder miydiniz. aşağıdaki grafikteki piyasa hareket eder miydiniz? Yatırımcı girdabı olan piyasayı değil, sakin ve istikrarlı piyasayı sever yatırım yaparken döviz fiyatlarında istikrar olmasını gözlemler. TCMB’nin uzun süredir dövize müdahale ettiği ortadadır. Dövizin fiyatını sabit tutmak için ne yazık ki döviz rezervlerimiz kullanılmaktadır. Dövizi sabit tutayım diyen TCMB piyasayı ucuz dövizle fonlamıştır. Ancak döviz rezervlerimiz de hızlı bir şekilde erimiştir.

DÖVİZİN BOĞAZINI SIKAR, NEFESİNİ KESERSENİZ ELİNİZE NE GEÇER?

Dövizin hareket etmesinin önüne geçmek için, dövizin boğazını sıkar, dövize nefes aldırmaz iseniz, bir süre sonra döviz hareketsiz kalır, elden ayaktan gider.

Nefes alamayan ölüm döşeğindeki dövizin ihracatçıya faydası olmaz. Aylardır komaya girmiş gibi hareketsiz bir şekilde kalan dövizin, ülkemize döviz girdisi sağlayan ihracatçıya asla faydası olmayıp, fayda sağlayacağı kesim ise ülkemizden sürekli döviz çıkışı sağlayan ithalatçılar olacaktır.

Çok hareketli, türbülansa yakalanmış uçak gibi hareket eden dövizin olsa olsa spekülatörlere faydası olur ki ülkemiz bu hareketlerden zarar görür. Sürekli iniş ve çıkış gösteren döviz ile ihracatçı iş yapamaz, yurt dışına fiyat veremez, ülkemizde de fiyat istikrarı sağlanamaz.

DÖVİZE BASKI UYGULANIYOR

Rusya Ukrayna Savaşı çıktı ve doların fiyatı önce yükseldi, sonra aynı eski fiyatına geri geldi. Hangi olay olursa olsun dolar aynı fiyatta, TCMB bir ay önce faizleri aynı bıraktı, dolar bir süre yükseldi ve tekrar aynı fiyata geri geldi. Belli ki dolara tam saha pres var ve yerinden kıpırdamıyor.

Ama merak etmeyin, enflasyon düşürülecek… Cek, cak.. Yıllardır bu sözü işitiyorum ama hiç bir şey olmuyor enflasyonun düşürülmesi adına.

DÖVİZİN FİYATLAMASININ İTHALAT VE İHRACAT RAKAMLARINA ETKİSİ

Kuşkusuz ki devlet teşviklerinin yanında, ihraç mallarının üretiminin maliyetleri çok önemlidir. Üretimin maliyetinden daha düşük bir fiyatla malların yurt dışına satılamayacağı aşikardır. Üretici – ihracatçı firmalar üretim maliyeti ile başa baş gelecek bir fiyatlama ile ürünlerini yurt dışına satmaya çalışıp, dövizdeki yükselişinden elde edeceği kur farkı gelirleri ile yetineceği de olabildiği zamanlar olabilmektedir. İhracatçı istese de arzu ettiği yüksek fiyatlama ile ürününü yurt dışına satma olanağı bulamaz zira global piyasalarda fiyata ve alternatif ürüne erişmek oldukça kolaydır. Yüksek fiyatta malını satmayı arzu eden ihracatçının Pazar kaybına uğrayacağı ve ürününün elinde kalacağı tartışılmaz.

Bunun yerine üretici ihracatçılar üretim maliyetlerini kendileri sübvanse ederek, aynı süre zarfında döviz kurlarındaki artışından para kazanma yoluna giderler. Tabii buradaki önemli husus; kurların normal seyrinde artış göstermesi ve kur artışının ihracatçıyı üzmemesi. Kurların artışının bir garantisi olmadığı gibi artış gösteren kurların yerinde kalmayacağı da ihracatçının riskleri arasında yer almaktadır. İhracatçıların kur dalgalanmalarına karşı kendilerini korumaları (hedging) tavsiye edebileceğim en güzel bir yoldur.

Kurların normal seyrinde hareket etmesi halinde piyasa dengeleri kendiliğinden oluşur, ihracatçı bu koşullarda fiyatlaması yapar, ithalat ise belli bir dengede kalır.

İmalatçı – ihracatçı firma üretim maliyetlerinin altında yurt dışına fiyatlama yapıp da, dövizin yükselmesinden bir medet beklemesi halinde, kurların yükselmesi ihracatçı bir nebze olsun kurtarır. Ama kurlar iki ileri – bir geri hareketlerle oynaklık içerisinde olması halinde ihracatçının;

  • Zor duruma düşeceği,
  • İhracatında süreklilik olmayacağı, olsa da ihracat rakamlarının azalacağı,
  • Bilançosunda beklenmedik zararlar olacağı,
  • Üretimini, ihracatını azaltıp, istihdamı da olumsuz yönde etkileyecek
  • Azalan ihracat ülkemiz döviz girdisini olumsuz etkileyecek,
  • Kazanamayan veya ihracat yapamayan ihracatçı devletimize daha az vergi ödeyecek, hem firma hem de ülke olarak kaybeden taraf olacağız

İhracatımız var ama ithalatımız daha fazla var. İthalatın daha fazla, ihracatın daha az olmasının nedenlerinin oldukça fazla olduğu gerçeğinin yanında, ihracatçıyı can elinden vuran önemli etken de ülkemizde belli bir enflasyon, üretim maliyetleri olmasına karşın, döviz kurların uzun süredir yerinde sayması, umutlarını döviz kurlarının enflasyon oranında yükselmesine bağlayan ihracatçılar için bir darbe, ithalatçılar için ise bir fırsattır.

DÖVİZ NARKOZDAN UYANIRSA

Piyasalar yandı demektir. Narkoz verilen dolar daha ne kadar uykuda kalır sizce? Uyanacak elbet. Dolar uyandığında ise, Türk Lirasına dönüş yapan yatırımcılar tekrar döviz alımına hücum edecekler. Ne kadar çok talep olursa, o kadar çok döviz baş kaldıracaktır.

REŞAT BAĞCIOĞLU

 

Ticaretle ilgili alım-satım ve danışmanlık taleplerinizi https://satinalmadergisi.com/ticaritalep/ sayfasından iletebilirsiniz.

 

Kobiler İçin Pazarlama – Expo İşletme Programı

İşletmesi için bir şeyler yapmanın ihtiyacını hisseden, kendisini değişimin karşısında güçlü kılmaya çalışan tüm küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin bilgi platformu olmayı misyon edinen Expo işletme programında; satıcı yönlü pazarlardan alıcı yönlü pazarlamaya geçiş, müşteri odaklılık, ürün odaklı anlayışı benimseyen 4P’den müşteri odaklı anlayışı benimseyen 4C’ye değişim, deneyim ekonomisi ve ilişki pazarlaması konuları gibi pek çok açıdan KOBİ’lerin yararlanabileceği bir rehber niteliğindedir.

Pazarlama alanında çeşitli değişimler yaşanmaktadır. Ancak bu değişimleri doğru anlayabilmek ve doğru hamleler yapabilmek için öncelikle pazarlama kavramının neyi ifade ettiğini doğru anlamak gerekmektedir. Ne yazık ki geçmişte olduğu gibi bugün de gerek işletmeler gerekse de toplumun büyük bir kısmı tarafından anlamı ve değeri yeterince
anlaşılamayan pazarlama kavramı, aslında, işletmelerle müşteriler arasındaki değişimleri (takası) sağlamak üzere, işletmelerin amaçlarına ulaşmalarını sağlayacak, tüketicilerin ihtiyaçlarını karşılayacak malların, hizmetlerin ve fikirlerin planlanması, geliştirilmesi, fiyatlandırılması, tutundurulması ve dağıtılmasına ilişkin bir planlama ve uygulama sürecini ifade etmektedir. Dolayısıyla, pazarlama satıştan çok önce başlayan ve satış sonrası da devam eden bir bütün olarak algılanmalıdır.

Pazarlama, son derece zengin ve eklektik bir bilim dalıdır. Dolayısıyla sosyoloji, antropoloji, iktisat ve psikoloji gibi diğer disiplinlerden etkilenmektedir. Pazarlamada yaşanan değişim toplumlardaki değişimle ilgilidir. Bu anlamda üç tür toplum vardır. Bunlar; tarım toplumu, sanayi toplumu ve sanayi ötesi toplum yani bilgi toplumudur. Günümüzde müşteriler son derece bilinçli ve akıllıdır. Bunun nedeni, 20.yy.da arz yönlü ekonomi yani kıtlık ekonomisi yaşanırken 21.yy.da arz fazlası yani bolluk ekonomisi yaşandığı için pazarda talep yönlü ekonomiye geçiş söz konusudur. Yani müşteri artık pazarın hakimidir. Dolayısıyla şirketlerin tümüyle müşteri odaklı kültüre geçmesi gerekmektedir. Çünkü artık ürün tek başına yeterli olmamakta, pazarda çok fazla rakip bulunmakta ve haliyle de müşteriler aynı ürünü üreten birden fazla seçeneğe sahiptir.

Pazarda çok fazla ikame ürün olduğu için işletmeler açısından önemli olan şey, sadakat yaratmaktır. Bu sayede fiyata karşı oluşan duyarlılığı yok etmek mümkündür. Bir diğer önemli nokta ise, akıllı tüketici tipini çekmek için müşteri faydasını artırmaktır. Tüketici faydası ise; aynı ürün ve hizmeti daha uyguna mal edip daha uyguna sunmak koşuluyla mümkün olabilmektedir. İşletmeler rakiplerinden öne çıkmak için; müşteri beklentilerine uygun mal ve hizmeti üreterek koşulsuz müşteri tatmini sağlamalıdır. Bu da aslında değer pazarlaması ile mümkündür. Tüketiciler değer yaratan işletmeleri tercih etmektedir. İşletmeler kişiselleştirilmiş ürün ve hizmetler ile pazarda önemli bir pazar payı elde edebilmektedir.

20.yy.ın koşullarında ürün merkezli pazarlama anlayışını yansıtan 4P kavramından, 21.yy.ın koşullarında tüketicilerin arzu ve isteklerini merkezine alan ve tüketici odaklı anlayışı yansıtan 4C kavramına doğru bir geçiş yaşanmaktadır. Buna göre; ürün yerine müşteri değeri, fiyat yerine müşteriye olan maliyeti, dağıtım yerine müşteriye kolaylık ve tutundurma yerine müşteri iletişimi önem kazanmaktadır. Dolayısıyla tüketici ile müşteri arasındaki farkı anlamak ve müşteri ile doğru ilişkiler kurabilmek gerekmektedir. Potansiyel müşteri olan tüketicinin, ilk kez denediği bir markayı deneyip memnun kalması halinde ihtiyaç anında tekrar tercih etmesiyle tekrarlı satın alma davranışı göstermesi sonucunda müşteri konumuna gelebilmektedir. Bu noktada, müşteri memnuniyetini sağlamada etkili olan ilişki pazarlaması kavramı karşımıza çıkmaktadır. Yani işletme-personel-müşteri arasındaki üçlü etkileşim müşteri memnuniyeti yaratmada etkili olmaktadır. İşletmeler öncelikle iç müşterileri olan çalışanlarının memnuniyetini sağladığı takdirde dış müşterileri ile sağlıklı ilişkiler kurmaktadır. Dolayısıyla memnuniyet içten dışa doğrudur. Bu da müşteri değerini karşımıza çıkarmaktadır.

Kalite artık pazara girmenin ön koşuludur, ancak bu tek başına yeterli değildir. Müşteri memnuniyetini sağlamak için ürün kalitesinin yanı sıra hizmetin ve müşteri ile ilişkinin de kaliteli olması sağlanmalıdır. Ayrıca maliyetleri düşürmek ve uygun maliyetle tüketiciye sunmak da bir diğer önemli noktadır. Ne yazık ki pandeminin hayatlarımıza girmesi ve ekonomiye yön vermesi sebebiyle bu eskisi kadar kolay değildir. Bu noktada işletmelerin paydaşları ile birlikte hareket etmesi, ortak bir strateji oluşturmaları maliyetleri düşürmede etkili olacaktır. Günümüzde tüketiciler, marka, ürün ya da hizmetin yanı sıra, yaşam tarzıyla da paralel olarak deneyim satın almak istemektedir.

Tüketici, ihtiyacını karşılamanın ötesinde psikolojik güdü ile bu tür bir arayış içine girmektedir. Günümüzde de son derece önemli bir yere sahip olan deneyim ekonomisi, fiyat farklılaştırmasında oldukça etkilidir. Tüketici için önemli olan salt olarak ihtiyacını karşılamak değil, önemli olan ihtiyacını nerede ve ne şekilde gideriyor, tatmin oluyor mu gibi kriterlerdir. Örneğin, kavanozdaki kahve basit bir ürünken, işletme ona marka verdiğinde markalı ticari bir ürün elde etmekte ve müşteri, bu ticari ürünü pastanede içtiğinde hizmet alırken, özellikli bir restoranda içtiğinde fiyata karşı duyarsızlaşarak deneyim hazzı yaşamaktadır. Özellikle de görsel ve paylaşımın son derece önem kazandığı içinde bulunduğumuz dijital çağda, küresel anlamda sınırların ortadan kalkması ile birlikte farklı yaşam tarzlarının cazibe uyandırması ve paylaşımın denemeye değer bir ilgi yaratması sonucunda deneyim çok daha önemli bir unsur haline gelmiştir.

Son olarak, KOBİ’lerin ürün stratejileri varken müşteri stratejileri yoktur. Bu büyük bir eksikliktir. Bu noktada KOBİ’ler; hedef pazarı doğru seçip değerli müşterilerini keşfetmelidir. Toplam müşterilerinin %20’sini ya da %10’unu oluşturan en kârlı en tepedeki müşteriler, toplam gelirin yüzde 50’sinden fazlasını sağlayan en kârlı müşteri grubudur. İşletmelerin daha fazla kâr elde edebilmesi için bu grupta yer alan müşterilerini elde tutması gerekmektedir.

Unutmamak gerekir ki; pazarlama, bir işletme yatırımıdır. Her yatırımın bir geri dönüş oranı vardır ancak işletmeler bu hususta aceleci davranarak yanlış kararlar almaktadır. Bu
noktada, işletmelerin kısa vadede sonuç alabilmeyi arzu etmeleri de yaptıkları bir diğer hatadır.

İşletmenin yapması gereken; hedef kitlenin çok iyi tatmin edilebilmesi, müşteri memnuniyetinin sağlanabilmesi için çok ciddi pazar araştırmaları yapmaktır. Bu şekilde, işletmeler müşterilerin kalıcılığını ve devamlılığını sağlayabilir ve yaptıkları yatırımdan kârlılık elde ederek pazarda kalıcı bir yer edinebilirler. Ne yazık ki, işletmelerin birçoğu önce üretim yapıp sonrasında ise “ben bu malı nasıl satabilirim?” i sorgulamaktalar. Aslında, üretim öncesinde bunu düşünmeleri ve talebe yönelik ciddi analizler yapıp beklentileri ölçmeleri gerekmektedir. Bu noktada, talebi tatmin etmek yeterli olmadığından; tüketicilerin beklentilerinin üzerinde bir şey sunmak ve tüketicileri şaşırtmak ve de talep yaratmak gerekmektedir.

Kurumsal Nezaket ve Görgü Kuralları

Kurumsal Nezaket ve Görgü Kuralları
Nurten Kılıçparlar

“Görgü kurallarını öğrenmek, aslında başkalarını nasıl görmeyi ve onlara nasıl saygı duymayı öğrenmektir”. Yixing Zhang

İnsanlarla iletişimin olduğu her yerde görgü çok önemlidir. Çünkü görgü, nezaket ve saygının en güçlü bileşenleri olup başarılı bir iletişimin de başlangıcıdır. Nezaket ve saygı ise karşımızdaki kişiye seni önemsiyorum, senin duygu ve düşüncelerini dikkate alıyorum demektir. Görgülü insanlar, terbiyeli, saygılı ve naziktir.

Toplum içinde uymak zorunda olduğumuz, hukuki yaptırımı olmayan ancak bir toplumun kültürünü oluşturan ve onu yansıtan görgü kuralları, medeni bir toplumun ve medeni bir birey olmanın da önemli göstergelerindendir.  Görgü kuralları, her toplumda farklı olup o toplumun kültürüne göre şekil alır. Bu kuralları bilmek ve uygulamak saygınlık kazanmak ve kültürlü bir birey olmak için de önemlidir.

Söz konusu kurallar iş hayatında “kurumsal nezaket kuralları” olarak adlandırılır. Kurumsal nezaket kuralları genel olarak iş ortamında uygulanması ve uyulması gereken kurallar olup konularına göre değişiklik gösterir. İş yerindeki davranışlardan, iş görüşmesine, iş davetlerine, e-posta yazımına, iş yemeklerine, telefonda iletişime kadar geniş bir konu yelpazesine sahiptir.

Genel olarak bazı kurumsal nezaket kurallarından şu şekilde bahsedebiliriz;

  • Tanıştığımız birine adı ve soyadıyla hitap etmek, gözlerinin içine bakarak uygun bir tokalaşmayla selamlamak
  • Takdim edilirken ve tanıştırılırken ayağa kalkmak
  • Gerektiğinde özür dilemek
  • Selamlaşmayı unutmamak
  • Çalışma arkadaşlarına saygı duymak
  • Teşekkür ederim ve Lütfen ifadelerini sıkça kullanmak
  • İş ortamında bay ve bayan ifadelerini kullanmak
  • Dikkatlice dinlemek ve söz kesmemek
  • Zamanında, yerinde ve dozunda uygun bir dille eleştiride bulunmak
  • Ortama uygun giyinmek
  • Hoşgörülü ve iyimser olmak
  • E-posta yazma kurallarına uygun postalar yazmak
  • Başkalarının eşyalarını kullanırken izin istemek
  • Toplantılara zamanında katılmak ve diğer toplantı adabı kurallarına uymak
  • İş yeri için belirlenmiş kurallara uymak
  • Telefonları nazikçe cevaplamak
  • Çalışma ortamında diğer çalışanları rahatsız edici hal, hareket ve hitaplarda bulunmamak
  • Kişisel temizliğe ve çevre temizliğine önem vermek
  • İş yemeklerinde süre konusunda dikkatli olmak ve diğer sofra adabı kurallarına uymak

Gelişen teknolojiyle birlikte dijital ortamlarda da uyulması gereken kurallar yukarıdaki kurallarla bütünlük arz eder hale gelmiştir.  Hibrit çalışma sistemleri, online eğitimler ve online alışverişler gibi pek çok dijital mecrada sıklıkla bulunmamız artık bu kuralları da benimsemek gerekliliğini beraberinde getirmiştir. Bu mecralarda pek çok görgü kuralından bahsetmek mümkün olmakla birlikte bazılarından bahsetmek gerekirse;

  • Gereksiz bilgi göndererek bilgi kirliliğine neden olmamak
  • Konuşma yapılacaksa ön görülen sürelere uymak
  • Konuşmayı yapan kişiyi dikkatlice dinlemek ve belirlenen kurallar çerçevesinde söz istemek
  • Telefon ve e-posta trafiğini gereksiz yere meşgul etmemek
  • Online toplantılarda müsait olunduğu durumlarda kamera açmak
  • Online toplantı ya da eğitimlerde sesi kontrollü kullanmak
  • Dış görünüşe dikkat etmek
  • Toplantı konusuna uygun bir ortam seçmek
  • Dijital ortamlarda kullanacağımız fotoğraflarımıza özen göstermek
  • Ekran önünde atıştırmamak

Günümüzde kurumlarca bu konuya gereken hassasiyetin gösterilmesi başta nitelikli ve kaliteli iletişim yanında nitelikli çalışan profilleri oluşturmada, uygun personel seçiminde, kurumsal imaj ve itibarın artması gibi pek çok konuda faydalar sağlayacaktır.

Her kurumun kendi firma yapısına ve kurum kültürüne uygun olacak şekilde yazılmış görgü kurallarına İnsan Kaynakları El Kitabında yer vermesi ve bu kuralları uygulaması kurum içinde bu kuralları teşvik etmeye ve desteklemeye yardımcı olabilir.

Hayatın her alanında nitelikli ve saygın birer birey olarak anılmak istiyorsak bu kuralları hayatımızın her alanında uygulamaya geçirmeye ve içselleştirmeye dikkat edelim.

Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkasına da yapmamaya özen gösterelim.

Daha detaylı bilgi için tavsiye kitabım Gökhan Dumanlı-İŞTE FARKI SEN YARAT

 

Üretimde Ölçek Ekonomisinin Önemi

“Az maliyetle çok üretilen ve daha geniş alanlara üretilen ürünleri satabiliyorsanız karlılığınız artacaktır. Bu durum ölçek ekonomisini uyguladığınız anlamı taşır.”

Faktör Donatımı Teorisi’nde; iki malın, iki ülkede sabit koşullar altında üretildiği varsayımı vardır. Teori; iki ülke bir yönüyle birbirine benzer olduğunda, ölçeğe göre artan getirilere dayalı ticaretin ortaya çıkma nedenini açıklayamaz durumdadır. Günümüzde, üretim daha etkin ve ölçek daha büyük olduğu için; birçok endüstrinin, ölçek ekonomisine sahip olduğu görülmektedir.

Ölçek Ekonomileri Teorisi’ne göre; büyük bir iç piyasaya sahip ülkeler, ölçek ekonomilerinden faydalanarak, üretimde azalan maliyetlere ulaşmaktadır. Bu ülkeler, ölçek ekonomilerinin etkili olduğu malları ihraç ve diğer malları ise ithal etmektedir. Küçük bir iç piyasaya sahip ülkeler ise; ihracat piyasalarına üretim yaparak ölçek ekonomilerinden fayda sağlayabilmektedir. Ülkeler ölçek ekonomileri yoluyla malları daha etkin şekilde üreterek, sınırlı bir ürün yelpazesinde uzmanlaşmaktadır ve tüm mal çeşitlerini tüketmek için de birbirleriyle ticaret yaparlar. Ölçeğe göre artan gelirler, maliyet azalmalarına neden olan ekonomiler ile bağlantılandırılabilir. Bu ekonomiler; içsel ve dışsal ölçek ekonomileri olarak adlandırılır. Ölçeğe göre artan gelirler, üretimdeki artışların girdilerdeki artış oranından yüksek olduğunu ifade eder.

Ölçek ekonomileri terimi, bir firma ya da endüstrideki üretim ölçeğinin, büyümesi durumunda maliyetlerdeki artışın üretimdeki artış oranından daha düşük olmasına, böylece üretim maliyetlerinin düşmesine sebep olmaktadır. Ölçek ekonomileri ya da ölçeğe göre artan getiriler terimi aynı şeyin üretim ve maliyet gibi iki ayrı yaklaşımla ele alınmasına dayanmaktadır ve üretim ölçeği büyüdükçe, ortalama üretim maliyetlerinin düşmesi, ölçeğe göre azalan maliyetlere ya da ölçeğe göre artan gelire neden olmaktadır.

Ölçek ekonomileri, içsel ve dışsal olmak üzere iki gruptur. İçsel ölçek ekonomileri, bir şirketin, diğer şirketlerin üretim ölçeklerinden bağımsız olarak, kendi üretim ölçeğinin genişlemesi durumunda, maliyetlerin düşmesini ifade eder. İçsel ölçek ekonomilerinin bulunduğu endüstrilerden biri otomobildir. Bu endüstri incelendiğinde, büyük ölçekte üretim yapan şirketlerin maliyetlerinin, küçük ölçekte üretim yapan şirketlere göre; daha düşük olduğu görülebilir. Kitlesel üretim teknolojisinin kullanılması, yönetimde artan etkinlik ve iş gücünün uzmanlaşması gibi unsurlar, içsel ölçek ekonomilerinin ortaya çıkmasında neden olur. Dışsal ölçek ekonomileri, kurumun bağlı olduğu endüstrideki üretim ölçeğinin artmasıyla, maliyetlerde ortaya çıkan azalma olarak ifade edilebilir. Dışsal ölçek ekonomilerinde, bilgisayar endüstrisi ve yarı geçişken çip imalatı vardır. Endüstrinin gelişmesi; nitelikli iş gücü ve girdiler ile sürekli ve etkin kaynak ortamı yaratarak, firma bazında maliyetlerin azaltılması sağlanır.

Dr. Öğr. Üyesi Gözde MERT

Nişantaşı Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi

İşletme Bölüm Başkanı & Gözde Araştırma Şirketi Kurucusu

Detaylı bilgiler için aşağıdaki eseri okuyabilirsiniz:

Mert, G. (2019). Uluslararası İşletmecilik Teori, Kavram ve Örnek Olaylar, Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara.

Sözleşme Ceza Maddelerindeki Çelişki ?

Kamu İhale Kurulu Kararı Özeti; İtirazen şikâyet dilekçesinde özetle, Sözleşme Tasarısı’nın 16.1.1 maddesinde “Sözleşme hükümlerine uyulmaması” şeklinde tanımlanan genel aykırılık hali ile Sözleşme Tasarısı’nın 16.1.2 maddesindeki tablonun 1’inci maddesinde tanımlanan özel aykırılık hali (İşin sözleşme ve ekinde yer alan Teknik Şartname’de belirtilen hususlara uygun olarak gerçekleştirilmemesi) niteliği itibariyle aynı/genel aykırılık hali olup farklı ceza oranları belirtilmesinin mevzuata aykırı olduğu iddia edilmektedir.

05.01.2022 tarihli ve 2022/UH.II-762  sayılı Kamu İhale Kurulu kararına göre;

Hizmet İşleri Genel Şartnamesi’nin “Sözleşmenin feshi ve işin tasfiyesi” başlıklı 54’üncü maddesinde “Sözleşme yapıldıktan sonra yüklenicinin taahhüdünden vazgeçmesi veya taahhüdünü, şartname ve sözleşme hükümlerine uygun olarak yerine getirmemesi halinde, idarenin göndereceği bir uyarı yazısı ile ve nedenleri açıkça belirtilerek gereğinin yapılması için kendisine on günden az olmamak üzere belirli bir süre verilir. Verilen bu süre, sözleşme süresini etkilemeyeceği gibi gecikme cezasının uygulanmasını da engelleyemez. Bu süre içinde yüklenici, uyarı yazısındaki talimata uymazsa ayrıca protesto çekmeğe ve hüküm almağa gerek kalmaksızın idare, sözleşmeyi feshetmek hak ve yetkisine sahip olur. …” düzenlemesi,

Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşme’nin “Sözleşmeye aykırılık halleri, cezalar ve sözleşmenin feshi” başlıklı 16’ncı maddesinde “16.1. İhale konusu işin niteliği ve özelliğine göre işin sözleşmesine uygun olmayan haller ve idare tarafından uygulanacak cezalar aşağıda belirtilmiştir:

16.1.1. Sözleşme hükümlerine uyulmaması halinde uygulanacak asgari ceza oranı, sözleşme bedelinin [bu kısma % 1’den fazla olmamak üzere oran yazılacaktır.]’dır. Aynı fiilin tekrarı halinde bu oran % 50 artırımlı uygulanır.

16.1.2. Aşağıdaki tabloda yer alan aykırılık hallerinde aynı satırda belirtilen oranda ceza uygulanır. Bu aykırılıkların üçten az olmamak üzere, tabloda belirtilen sayıda gerçekleşmesi halinde, ayrıca 4735 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (b) bendine göre protesto çekmeye gerek kalmaksızın, son aykırılığa ilişkin ceza kesilmeden sözleşme feshedilir.

……açıklaması,

Sözleşme Tasarısı’nın “Sözleşmeye aykırılık halleri, cezalar ve sözleşmenin feshi” başlıklı 16’ncı maddesinde “16.1. İhale konusu işin niteliği ve özelliğine göre işin sözleşmesine uygun olmayan haller ve idare tarafından uygulanacak cezalar aşağıda belirtilmiştir:

16.1.1. Sözleşme hükümlerine uyulmaması halinde uygulanacak asgari ceza oranı, sözleşme bedelinin On Binde 2,00’dır. Aynı fiilin tekrarı halinde bu oran % 50 artırımlı uygulanır.

16.1.2. Aşağıdaki tabloda yer alan aykırılık hallerinde aynı satırda belirtilen oranda ceza uygulanır. Bu aykırılıkların üçten az olmamak üzere, tabloda belirtilen sayıda gerçekleşmesi halinde, ayrıca 4735 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (b) bendine göre protesto çekmeye gerek kalmaksızın, son aykırılığa ilişkin ceza kesilmeden sözleşme feshedilir.

…” düzenlemesi yer almaktadır.

Yapılan incelemede, Tip Sözleşme Tasarısı’nın 16’ncı maddesinden, Sözleşme Tasarısı’nın 16.1.1’inci maddesinde sözleşme hükümlerine uyulmaması halinde uygulanacak asgari ceza oranının belirtileceği, 16.1.2’nci maddesinde belirli sayıda gerçekleşmesi halinde sözleşmenin feshini gerektiren aykırılıklara ve bu aykırılıklarda uygulanacak ceza oranına tablo halinde yer verileceği anlaşılmaktadır.

İhaleye ait Sözleşme Tasarısı’nın 16.1’inci maddesinde genel aykırılık halinde verilecek ceza oranının sözleşme bedelinin on binde 2’si olarak belirtildiği, 16.1.2’nci maddesinde ise özel aykırılık hali olarak “İşin sözleşme ve ekinde yer alan Teknik Şartnamede belirtilen hususlara uygun olarak gerçekleştirilmemesi” ifadesine yer verilerek genel bir aykırılık halinin yazıldığı ve söz konusu durumun oluşması halinde ise sözleşme bedelinin on binde 3’ü oranında ceza uygulanacağının düzenlendiği, dolayısıyla her iki maddede de genel aykırılık hallerine yer verildiği ve farklı oranların yazıldığı görülmüştür.

Yapılan inceleme neticesinde, Sözleşme Tasarısı’nın 16.1.1 ve 16.1.2’inci maddelerinde yer alan düzenlemelerin birbiriyle çeliştiği anlaşıldığından başvuru sahibinin iddiasının yerinde olduğu sonucuna varılmıştır.

Sonuç olarak, yukarıda mevzuata aykırılıkları belirtilen işlemlerin düzeltici işlemle giderilemeyecek nitelikte işlemler olduğu tespit edildiğinden, ihalenin iptali gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, 4734 sayılı Kanun’un 65’inci maddesi uyarınca bu kararın tebliğ edildiği veya tebliğ edilmiş sayıldığı tarihi izleyen 30 gün içerisinde Ankara İdare Mahkemelerinde dava yolu açık olmak üzere, Anılan Kanun’un 54’üncü maddesinin on birinci fıkrasının (a) bendi gereğince ihalenin iptaline, oy birliği ile karar verilmiştir.

Mehmet ATASEVER

Kamu İhale Kurulu Eski Üyesi/Akademisyen 

Başarıyı İçselleştirememek: Impostor Fenomeni

İşkoliklik ve Karoshi sorunlarına ilişkin önceki yazılarımın devamı niteliğindeki bu yazımın konusunu son dönemde giderek popülerleşmeye başlayan “Impostor Fenomeni” (Impostor Phenomenon) ya da diğer bir yaygın kullanımı ile “Impostor Sendromu” (Impostor Syndrome) oluşturmaktadır.

İlk kez 1978 yılında Clance ve Imes tarafından yüksek derecede başarılı kadınlardan oluşan bir örneklemin incelenmesi sırasında fark edilip tanımlanan ve daha sonra yalnızca kadınlarla ve çalışma hayatıyla sınırlı kalmadığı anlaşılan Impostor Fenomeninde bireyler elde ettikleri başarılarının kendi çabalarının, becerilerinin ve yeteneklerinin sonucunda değil, yalnızca tesadüf, şans, bağlantılar, pozitif ayırımcılık gibi kendi kontrolleri dışındaki faktörlerden kaynaklandığını düşünmekte, bu nedenle de kendilerini “başkalarını kandırıyormuş gibi” görmekte ve sürekli olarak “foyalarının” meydana çıkacağından endişe etmektedirler. Bu endişe o kadar şiddetlidir ki bu kişiler ister istemez olması gerekenden daha fazla çaba göstermeye başlamakta, kendilerini bir süreliğine iyi hissetmekte ve sonrasında yeniden endişe hissine kapılıp yeniden çaba göstermeye başladığı bir kısır döngünün içine çekilmiş olmaktadırlar (1, 2).

İlerleyen süreçte konuyla ilgili araştırmalar arttıkça bu durumu yaşayan kişilerin bazı belirtiler vermekte olduğu ve bazı özelliklere sahip olduğu tespit edilmiştir: Kişinin 1) Sürekli olarak en iyi olma ihtiyacı hissetmesi, 2) Kendisiyle ilgili süper insan olma beklentisi, 3) Sürekli başarısız olmaktan ve bunun ortaya çıkmasından korkması, 4) Yeteneklerini reddetmesi, 5) Kendisine yapılan övgüleri önemsememeyi alışkanlık haline getirmesi ve 6) Başarıdan korkması ya da başarı nedeniyle suçluluk duyması. Bu belirtilerin ve özelliklerin tamamının birlikte bulunması gerekmemekte ancak bunların ayırt edici oldukları düşünülmektedir (3).

Impostor kelimesinin İngilizcede “Imposter” olarak kullanıldığı da görülmektedir. Impostor kelimesinin Türkçe karşılığı için çoğunlukla “Sahtekâr”, “Şarlatan”, “Üçkağıtçı” ve “Dolandırıcı” kelimeleri önerilmektedir. Oysa kelimenin İngilizcedeki anlamı Türkçede verilen karşılıkların anlamlarından bir miktar farklılaşmaktadır. Buna göre “impostor” kelimesinin İngilizcedeki kullanımı kişinin “kim” ve “ne” olduğunu farklılaştırmasına atıf vermektedir (bkz. 4, 5). Zaten yukarıda da belirtildiği gibi bu sorun kişinin, kendisine başarısı için atfedilen çalışkan ve yetenekli gibi niteliklere aslında sahip olmadığını, insanların bir şekilde kendisi hakkında böyle bir izlenime kapılmalarına neden olduğunu düşünmesinden ve bu nedenle “diğer insanları kandırmış gibi” hissetmesinden kaynaklanmaktadır.

Clance ve Imes ilgi çekici bu durumu açıklarken “zihinsel hastalık” imasında bulunması nedeniyle bir sendrom olarak tanımlamak yerine “deneyim” ya da “fenomen” olarak tanımlamanın daha doğru olduğunu düşünmüşlerdir. Ne var ki, akademik literatürün konuya daha çok “fenomen” çerçevesinde, akademi dışı literatürün ise “sendrom” çerçevesinde yaklaştığı görülmektedir (6, 7). Diğer yandan konuyla ilgilenen psikoloji bilimi dışındaki bilim dallarındaki akademik yayınlarda “fenomen” yerine “sendrom” ifadesinin giderek daha fazla tercih edilmekte olduğu, dolayısıyla kavramın tartışmalı bir doğasının bulunduğu da söylenebilir.

Bu konuda önde gelen ve popüler bir isim olarak kabul edilen Young da “sendrom” terimini kullanmayı tercih etmekte, sorunun bu kişilerin “kendilerine ilişkin yeterlilik” algılarından ve kronik bir biçimde kendilerinden şüphe duymalarından kaynaklandığını ve bu anlamda bu sorundan mustarip kişilerde farklı bileşimlerle kendisini gösteren 5 temel tip “impostor” özelliği ve kişilik yapısı bulunduğunu ileri sürmektedir (8, 9, 10):

  1. Mükemmeliyetçi olarak tanımlanan özellik bir şeyin “nasıl” yapıldığına odaklanılmasıyla ilişkilidir. Bu özelliğe sahip insanlar çıtayı ulaşılması mümkün olamayacak derecede yüksek bir seviyeye koydukları için yaptıklarının emsalsiz ve kusursuz olmasına kafayı takan, bu nedenle hep en iyi sonucu elde etmek için uğraşan, bunun sonucunda da hiç kimse onların standartlarına ulaşamayacağı için “bir şeyin doğru yapılmasını istiyorsan, kendin yapmalısın” sözünü kendilerine düstur edinmiş olan kişilerdir. Mükemmeliyetçilik en fazla bilinen ve yaygın olan “impostor” özelliğidir.
  1. Doğuştan Yetenekli olarak tanımlanan özelliğe sahip kişilerin ilgileri bir şeyin “nasıl” ve “ne kadar sürede” başarıldığı üzerindedir. Bu kişilerde de tıpkı mükemmeliyetçiler gibi çıtayı ulaşılması mümkün olamayacak derecede yükseğe koyma eğilimi bulunmaktadır. Ancak bu kişilerde mükemmeliyetçilerden farklı olarak kusursuzluk arayışı bulunmamaktadır. Doğuştan yetenekli olarak isimlendirilen bu kişiler daha çok yaptıkları işi kolaylık ve hız açısından değerlendirme ve buna bağlı olarak “ya hep ya hiç” anlayışına dayanan bir “sabit fikir” oluşturma eğilimi içerisindedirler: Bir işe yetenekleri ya vardır ya da yoktur. Bir işi yapabilmek için çok çaba gösterilmelerinin ve çok zaman harcanmalarının gerekmesini o iş için yeteneklerinin olmadığı biçiminde algılamaktadırlar. Dolayısıyla bu kişilerde “impostor” duygusu, başardıkları iş için çok çaba göstermeleri ya da çok vakit harcamaları durumunda ortaya çıkmaktadır.
  1. Aşırı Bireyci olarak isimlendirilen özelliğe sahip kişiler işin “kim” tarafından yapıldığı ile ilgilenmektedir. Bu kişiler de tıpkı mükemmeliyetçiler gibi bir işin tek başına yapılması gerektiğine inanmaktadır. Ancak bunu kusursuzluk beklentisi nedeniyle değil, yardım istemeyi zayıflıklarının ve yetersizliklerinin bir işareti olarak gördükleri için istememektedirler.
  1. Uzman olarak nitelendirilen özellikteki kişiler “neyi” ve “ne kadar” bildiklerine odaklanmaktadır. Uzman tipinin özgün niteliği bu özelliğe sahip kişilerin yaptıkları işle ilgili ne kadar bilgiye ve beceriye sahip olduklarına kafayı takmış olmaları ve bunun sonucunda da sürekli olarak bilgi ve beceri noksanlığı hissine kapılıyor olmalarıdır. Böylelikle hiçbir zaman kendilerini bir iş konusunda yeterli görmemekte ve sürekli olarak yetersizliklerinin ortaya çıkmasından korkmaktadırlar.
  1. Süper İnsan olarak tanımlanan özellikte ise aynı anda “kaç tane” rolün hakkıyla yerine getirilebildiği meselesi ön plana çıkmaktadır. Bu özelliğe sahip kişilerin “impostor” duyguları tam zamanlı bir işte çalışırken bir taraftan doktora eğitimini sürdürmek ve aynı zamanda ev işlerini halledip çocuklarını büyütmek gibi birden fazla rolün üstesinden büyük bir ustalıkla gelebilme becerisi çerçevesinde şekillenmektedir. Bu tipteki kişiler de kısmen mükemmeliyetçilere benzeseler de aynı anda ne kadar fazla rolün hakkını verebildiklerine takılmış olmaları ve üstlendikleri rollerden yalnızca birinde bile yetersizlik hissetmeleri sonucunda yaşadıkları utanç ile mükemmeliyetçilerden ayrılmaktadırlar. Bu nedenle bu kişilerdeki “impostor” olma duygusunun içinde yaşadıkları toplum tarafından tanımlanan rol kalıpları çerçevesinde biçimlendiği düşünülmektedir.

Impostor Fenomeninin ya da sendromunun doğası gereği işkoliklik ile yakından bir ilişkisi bulunmakta, özellikle “mükemmeliyetçi” özelliğine sahip kişilerin birer işkolik haline dönüşmesi doğal bir sonuç olarak nitelendirilebilmektedir. Ne var ki, bazı yazarlar mükemmeliyetçiliğin her zaman işkoliklik ile sonuçlanmadığını, tam aksine bazı durumlarda bu özelliğe sahip kişilerin zihinlerindeki yüksek düzeydeki sonuç beklentisini karşılayamama endişesi ile işi yapmayı erteleme ya da o işi yapmaktan kaçınma yoluna gidebilecekleri de ileri sürmektedirler (11, 12).

İnsanların önemli bir kısmı hayatlarında en az bir kez bu sorunu yaşamış ya da böyle hissetmiş olsalar da kariyer basamaklarının üst sıralarına yükselmiş, ödül almış, alanının önde gelen isimleri arasında sayılan, kısacası “üstün başarılı” olarak nitelendirilen insanlarda sorunun daha yaygın olduğu, diğer bir deyişle, bu kişilerin diğerlerine göre daha yoğun ve sık bir biçimde elde ettikleri başarılardan şüphe duydukları, her an için “foyalarının” meydana çıkacağı korkusunu yaşadıkları, dolayısıyla da “başarılarını içselleştirme” açısından sorun yaşadıkları görülmektedir (13).

Kişinin kendisi hakkında “bir miktar” kuşkusunun bulunması sağlıklı ve olması gereken bir durum olarak kabul edilmektedir. Bunun nedeni yeni durumlar karşısında beynin sürekli olarak durumu kontrol etme ihtiyacı ile açıklanmaktadır (14). Oysa başarıyı içselleştirememek sağlıklı olarak kabul edilen “bir miktar” kuşkunun çok ötesinde bir durumu, başlı başına önemli bir sorunu ifade etmektedir. Üstelik son derece yaygın olması ve özellikle yüksek düzeyde başarı gösteren insanların büyük bir kısmının bu sorundan daha yoğun ve sık bir biçimde etkileniyor olmaları, sorunun giderek artan bir ilgi ile ele alınmasına ve popülerleşmesine neden olmaktadır.

Sorunun neden kaynaklandığı konusunda da bir karmaşanın yaşandığından söz edilebilir. Genel olarak kişinin yetiştiği aile ortamı ile sosyal çevrenin yanı sıra eğitim sürecinin ve çalışma ortamının sorunun ortaya çıkma nedenleri arasında ön sıralarda yer aldığı düşünülmektedir. Diğer yandan son dönemde sosyal medyanın da sorunun kaynakları arasında yer almaya başladığı yönünde görüşler de ortaya çıkmıştır. Çoğunlukla başarının ve parlatılmış yaşamların ön plana çıkartılmasına dayanan yapısından kaynaklanan etkisiyle sosyal medyanın insanların “yetersizlik” hissine daha fazla ve kolay kapılmalarına neden olduğu ileri sürülmektedir (15, 16).

Başarıyı içselleştirememenin çalışma hayatına yansımaları ise tükenmişlik sendromu, düşük iş tatmini, kaygı ve depresyon gibi sorunlarla kendisini göstermektedir. Yapılan bazı araştırmalar ise bu sorunun “fiziksel hastalıkları ve iş görmezliğe kadar gidebilecek duygusal travmaları tetikleyebileceğini” göstermektedir. Diğer yandan başarıyı içselleştirememe sorununun bu kişilerde uykusuzluk ve migren sorunlarının yanı sıra enerji ve kendine güven eksikliğine de neden olabileceği ileri sürülmektedir. Ayrıca sürekli olarak “foyalarının” açığa çıkması korkusuyla bu kişilerin etraflarındaki diğer kişilerle aralarına duvar örmeleri nedeniyle çalışma arkadaşlarıyla ilişkilerini koparmaları, bu kişilerin yine aynı korkunun bir sonucu olarak artık keyif almadıkları bir işi yapmayı sürdürmeleri ya da çalışma şartlarının iyileştirilmesini talep etmede çekingenlik göstermeleri ve böylelikle performanslarının düşmesi gibi çeşitli sorunların da ortaya çıkabileceği ileri sürülen görüşler arasındadır. Ne var ki, bazı yazarlar kişinin başarıyı içselleştirememesinin, bilinçli olarak içselleştirmemesinin ya da içselleştirmesine izin verilmemesinin bazı durumlarda bir başarı, gelişme, ilerleme ve motivasyon stratejisi olarak da kullanılabildiğini ileri sürmektedir (17, 18, 19, 20).

Bazı yazarlar tarafından bu sorunun üstesinden gelebilmek için 1) Durumu kabullenme, 2) Duyguları ve gerçekleri birbirinden ayırabilme, 3) Duyguları, düşünceleri ve yeri geldiğinde başarısızlıkları başkalarıyla paylaşabilme, 4) İşini iyi yapmakla kusursuzluk saplantısını ayırabilme, 5) Başarıyı kutlamayabilme ve 6) Öz duyarlılığı arttırma becerilerinin kazanılması önerilmektedir (21, 22). Ne var ki, yukarıda da görülebileceği gibi öneriler doğrudan doğruya bu sorunu yaşayan kişilere yöneliktir ve böylelikle sorunun üstesinden gelme ve çözüm getirme yükümlülüğü yalnızca bu sorunu yaşayan kişilerin kendilerine bırakılmış olmaktadır.

Oysa konuya çalışma hayatı açısından yaklaşıldığında sorunun mutlaka ve yalnızca kişiden kaynaklanmayabileceği, örgütün kültür ya da iklim gibi unsurlarından, kısacası örgütten kaynaklanabileceği de söylenebilir (23). Ancak çalışma hayatı açısından sorunun örgütsel kaynaklarının da bulunabileceğine ilişkin görüşler oldukça yakın tarihlidir ve bu konuda henüz yeterince çalışma yapılmamıştır.

Yukarıda da belirtildiği üzere sorunun şimdiye kadar çoğunlukla kişisel bir sorun olarak ele alınması çalışma hayatına ilişkin analizlerin ve çözüm önerilerinin de tek boyutlu ele alınmasına neden olmaktadır. Elbette sorunun kişisel nedenlerden kaynaklanan bir boyutu olduğu ve bu nedenle şimdiye kadar yapılan çalışmalarda da ağırlığın bu noktaya verilmiş olduğu reddedilemez. Bununla birlikte örgütün sahip olduğu bazı özelliklerin en azından tetikleyici bir etkide bulunabileceği de unutulmamalıdır. Özellikle çalışma hayatının önceki dönemlerinde ve farklı örgütlerde görev yaptığı sırada böyle bir sorunu yaşamamış ya da en azından belli etmemiş bir çalışanın, yeni örgütünde ya da üstlendiği yeni pozisyonda böyle bir sorun yaşamaya başlamasının nedeninin çalışanın kendisinden kaynaklanabileceği gibi örgütten de kaynaklanabileceği gözden kaçırılmamalıdır.

Bu nedenle sorunun yalnızca kişisel nedenlerden kaynaklandığı ön kabulü ile hareket edilmemesi, örgütün de bu açıdan incelenmesi önemlidir. Örneğin çalışma hayatına başladığı örgütte yükselme imkânı bulmuş bir çalışan, ilk günden itibaren kendisine uygun geri bildirim verilmemesi nedeniyle performansı hakkında bir kafa karışıklığı yaşayacak, ilerleyen süreçte üstlendiği üst düzey görevi kendi başarısı olarak içselleştiremeyecek ve bunun sonucunda kendisinden o pozisyon için göstermesi beklenen performansı gösteremeyecektir. Oysa aynı çalışanın ilk günden itibaren performansı hakkında uygun bir geri bildirim alması ve böylelikle başarısının performansının bir sonucu olduğunun bilincine varması durumunda, kişiden kaynaklanan nedenler hariç olmak üzere, böyle bir sorunun yaşanmaması sağlanabilecektir.

Kısacası bazı insanların yüksek düzeyde başarı elde etmelerine rağmen neden bundan memnuniyet duymadıkları ve başarılarını içselleştiremedikleri meselesi karmaşık ve açıklaması zor bir duruma işaret etmektedir. Her ne kadar 40 yıldan uzun bir süre önce tanımlanmış olsa da son dönemde hem akademik hem de akademi dışı literatürde artan bir ilgili ile ele alınan ve böylelikle gün geçtikçe yeni boyutlar kazanan bu sorunun daha uzun bir süre gündemde kalması beklenebilir.

Prof. Dr. Umut OMAY

Kaynakça

(1) Mann, S. (2020), İmposter Sendromu: Neden Kendimi Bir Sahtekâr Gibi Hissediyorum?, Çev. S. Toksoy, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, ss. 9-12, 25-26.

(2) Young, V. (2011), The Secret Thoughts of Successful Women: Why Capable People Suffer from the Imposter Syndrome and How to Thrive in Spite of It, Crown Publishing, New York.

(3) Cisco, J. (2020), “Using Academic Skill Set Interventions to Reduce Impostor Phenomenon Feelings in Postgraduate Students”, Journal of Further and Higher Education, 44 (3).

(4) “impostor”, Çevrim içi: https://dictionary.cambridge.org/tr/, Erişim tarihi: 10.07.2022.

(5) “impostor”, Çevrim içi: https://www.merriam-webster.com/dictionary/impostor, Erişim tarihi: 10.07.2022.

(6) Mann, a.g.e.

(7) Bravata, D. M., Watts, S. A., Keefer, A. L., Madhusudhan, D. K., Taylor, K. T., Clark, D. M., Nelson, R. S., Cokley, K. O., & Hagg, H. K. (2020), “Prevalence, Predictors, and Treatment of Impostor Syndrome: A Systematic Review”, Journal of General Internal Medicine, 35(4).

(8) Young, a.g.e.

(9) Wilding, M. J. (2022), “5 Different Types of Imposter Syndrome (and 5 Ways to Battle Each One)”, Çevrim içi: https://www.themuse.com/advice/5-different-types-of-imposter-syndrome-and-5-ways-to-battle-each-one, Erişim tarihi: 10.07.2022.

(10) Young, V. (t.y.), “The 5 Types of Imposters”, Çevrim içi: https://impostorsyndrome.com/articles/5-types-of-impostors/, Çevrim içi: 10.07.2022.

(11) Corkindale, G. (2008), “Embrace Your Inner Imposter”, Çevrim içi: https://hbr.org/2008/04/embrace-your-inner-imposter, Erişim tarihi: 10.07.2022.

(12) Weir, K. (2013), “Feel Like a Fraud?”, Çevrim içi: https://www.apa.org/gradpsych/2013/11/fraud, Erişim tarihi: 10.07.2022.

(13) Hibberd, J. (2019), The Imposter Cure: How to Stop Feeling Like a Fraud and Escape the Mind-trap of Imposter Syndrome, Octopus Publishing Group, London.

(14) Palmer, C. (2021), “How to Overcome Imposter Phenomenon”, Monitor on Psychology, 52 (4), Çevrim içi: https://www.apa.org/monitor/2021/06/cover-impostor-phenomenon, Erişim tarihi: 09.07.2022.

(15) Mann, a.g.e.

(16) Sakulku, J. and Alexander, J. (2011), “The Impostor Phenomenon”, International Journal of Behavioral Science, 6 (1).

(17) Neufeld, A., Babenko, O., Lai, H., Svrcek, C. and Malin, G. (2022), “Why Do We Feel Like Intellectual Frauds? A Self-Determination Theory Perspective on the Impostor Phenomenon in Medical Students”, Teaching and Learning in Medicine.

(18) Cisco, a.g.e.

(19) Young, The Secret Thoughts…, a.g.e.

(20) Bothello, J. and Roulet, T. J. (2019), “The Imposter Syndrome, or the Mis‐Representation of Self in Academic Life”, Journal of Management Studies, 56 (4).

(21) Palmer, a.y.

(22) Young, V. (t.y.), “10 Steps You Can Use to Overcome Impostor Syndrome”, Çevrim içi: https://impostorsyndrome.com/articles/10-steps-overcome-impostor/, Erişim tarihi: 09.07.2022.

(23) Palmer, a.y.

PROF. DR. UMUT OMAY – MAKALE LİSTESİ

GİRİŞİMCİLİK VE YÖNETİCİ GÜÇLENDİRME

PAZARLAMA

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

İŞ DÜNYASINDA TUTUM VE DAVRANIŞ

DİĞER KONULAR

Türkiye İmsad Yapı Sektörü Raporu 2021 Yayımlandı

İnşaat malzemeleri sanayisinin çatı kuruluşu Türkiye İMSAD, güncel ekonomik verilerle hazırlanan 2021 yılı ‘Türkiye İMSAD Yapı Sektörü Raporu’nu açıkladı. Raporda, yüzde 21,7 büyüyerek 1.079,4 milyar dolara çıkan dünya inşaat malzemeleri ihracatında Türkiye’nin, 30,83 milyar dolarlık ihracat ile dört sıra birden yükselerek dünyanın 5. büyük ihracatçı ülkesi olduğu vurgulandı.

Türkiye İMSAD Yapı Sektörü Raporu’nun üretimden istihdama, ihracattan ithalata sektörün tüm faaliyetlerinin son 5 yılına ışık tuttuğunu vurgulayan Türkiye İMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Tayfun Küçükoğlu, “Covid-19 pandemisinin ardından açılmalarla birlikte hızla toparlanan dünya ekonomisi, 2022 yılının son günlerinde patlak veren Rusya Ukrayna Savaşı’nın bozucu etkilerine maruz kaldı. Savaş, başta enerji arz güvenliği ve fiyatları olmak üzere dünyada pek çok dengeyi değiştirdi. Globalde yüksek emtia fiyatları, küresel yüksek enflasyon, içeride ise ekonomideki belirsizlikler ile özellikle gayrimenkul tarafında bozulan arz talep dengesi bugün sektörümüzü zorlayan konular olarak öne çıkıyor. 2021 yılı verilerini iyi analiz ederek, sektörümüz açısından bu değişen dengeler içerisinde fırsatları değerlendirebileceğimize inanıyoruz. Rekabet gücümüzü artırmaya yönelik orta-uzun vadeli stratejilerimizi oluştururken doğru verilere sahip olmamız büyük önem taşıyor” dedi.

Sektörün doğru, tarafsız ve güncel bilgiye sahip olması için düzenli verileri paylaşmaya devam edeceklerini vurgulayan Tayfun Küçükoğlu şunları söyledi: “2017 yılından bu yana dünya ekonomisi ve inşaat sektörü odağındaki verileri analiz ederek, ‘Türkiye İMSAD Yapı Sektörü Raporu” olarak paylaşıyoruz. Gerek otoritelerden gerekse sektörel ağımızdan gelen bilgileri rafine ederek hazırladığımız toplu verilerle aslında önemli bir sorumluluğu da yerine getirdiğimize inanıyoruz. ‘Türkiye İMSAD Yapı Sektörü Raporu 2021’ önceki raporlar gibi gelişmeyi arzulayan sektör paydaşlarımız için önemli bir başvuru kaynağı olacaktır.”

İnşaat Malzemeleri Pazarı Yüzde 6 Büyüdü

Dünya ve Türkiye ekonomisine yönelik genel değerlendirme ve öngörülerle birlikte inşaat sektörü ve inşaat malzemeleri sanayisine ait temel verilerin analiz edildiği ‘Türkiye İMSAD Yapı Sektörü Raporu 2021’de, inşaat malzemeleri sanayisine yönelik şu bilgiler öne çıktı:

  • 2021 yılında toparlanma ile dünya inşaat malzemeleri pazarı yüzde 6 büyüyerek 6,21 trilyon dolara yükseldi.
  • 2021 yılında inşaat malzemeleri dünya ihracatı yüzde 21,7 artarak 1.079,4 milyar dolara çıktı.
  • Dünya inşaat malzemeleri ihracatında Çin, 253,6 milyar dolarla en büyük ihracatçı ülke konumunu korudu.
  • Türkiye, 30,83 milyar dolar ihracatı ile 2021 yılında dört sıra birden yükselerek dünyanın 5. büyük ihracatçı ülkesi oldu.
  • 2021 yılında Türkiye inşaat malzemeleri sanayi üretimi 2020 yılına göre yüzde 19,6 arttı. Sanayi üretimi özellikle dış talep artışı ile önemli ölçüde büyüdü.
  • İnşaat malzemeleri iç pazarı 2021 yılında cari fiyatlarla yüzde 39,5 büyüyerek 569 milyar TL’ye ulaştı.
  • İsrail, 2021 yılında en büyük ihracat pazarımız olurken, ABD ve İngiltere onu izledi.
  • Türkiye’nin 2021 yılında dünya inşaat malzemeleri ihracatındaki payı yükselerek yüzde 2,86’ya çıktı.
  • 2021 yılında inşaat malzemeleri dış ticaretini oluşturan 36 alt grubun tamamında ihracat arttı.
  • İnşaat malzemeleri ithalatı 2021 yılında yüzde 22,2 artarak 8,6 milyar dolara yükseldi.
  • En çok ithalat yapılan ilk üç ülke Çin, Almanya ve İtalya oldu.
  • İç pazarın ithalat ile karşılanma oranı yüzde 13,6’ya çıktı.
  • İnşaat malzemeleri net dış ticaret fazlası 2021 yılında 22,2 milyar dolara sıçradı.
  • İnşaat malzemeleri dış ticaretinde 2021 yılında ihracat miktar olarak yüzde 8,2 artarak 64,79 milyon tona yükseldi. İthalat ise yüzde 14,1 artarak 3,03 milyon tona çıktı.
  • İnşaat malzemeleri ortalama ihracat birim fiyatları 2020 yılında 0,35 dolar/kg iken 2021 yılında 0,48 dolar/kg oldu. İthalat birim fiyatları ise 2020 yılında 2,65 dolar/kg iken 2021 yılında 2,84 dolar/kg oldu.

 

‘Türkiye İMSAD Yapı Sektörü Raporu 2021’i, aşağıdaki linkten indirebilirsiniz:

https://www.imsad.org/dflip/Uploads/Files/Yapi_Sektoru_Raporu_2021.pdf 

İş Yerinde İşçinin Hırsızlık Yaptığını 11 Ay Sonra Öğrenen İşveren, Feshi Hangi Sürede Gerçekleştirmelidir ?

4857 sayılı İş Kanunu’nun 26. maddesinde bildirimsiz fesih hakkını kullanma süreleri belirlenmiştir. Buna göre, İş Kanunu’nun 24 ve 25 inci maddelerinde gösterilen ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan hallere dayanarak işçi veya işveren için tanınmış olan sözleşmeyi fesih yetkisi, iki taraftan birinin bu çeşit davranışlarda bulunduğunu diğer tarafın öğrendiği günden başlayarak altı iş günü geçtikten ve her halde fiilin gerçekleşmesinden itibaren bir yıl sonra kullanılamaz. Ancak işçinin olayda maddi çıkar sağlaması halinde bir yıllık süre uygulanmaz.

Bu haller sebebiyle işçi yahut işverenden iş sözleşmesini yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde feshedenlerin diğer taraftan tazminat hakları saklıdır.

Bildirimsiz fesih hakkının kullanma süreleri sadece ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller nedeniyle yapılan fesihler için geçerlidir. Bu nedenle, söz konusu süreler sağlık, zorlayıcı nedenler ile göz altına alınma ve tutukluluk sebepleriyle yapılacak fesihlerde geçerli değildir. Belirtilen sebeplere bağlı fesih hakkı, iyi niyet kurallarına bağlı olarak belirlenecek makul süre içerisinde kullanılmalıdır[1].

Başka bir anlatımla, İş Kanunu’nun 26. maddesinde belirtilen süreler içinde iş sözleşmesi feshedilmezse, haklı sebeple fesih hakkı, o sebep açısından ortadan kalkar. Bununla birlikte, tarafların haklı sebeple fesih hakkından vazgeçtiğini kabul etmek için mutlaka hak düşürücü sürelerin sona ermesi de şart değildir. Zira, bu süreler içinde de süresiz fesih bildirimi hakkından açık ve zımni olarak vazgeçilebilir.

Örneğin; haklı sebeple fesih hakkı bulunmasına rağmen önelli feshin tercih edilmiş olması, sözleşmenin haklı sebebe rağmen yenilenmesi, kanun dışı grevden sonra buna katılmış olan işçinin çalıştırılmış olması haklı sebepten zımni feragat olarak değerlendirilmektedir[2].

Dolayısıyla, iş sözleşmesinin fesih yetkisi altı iş günlük süre içinde kullanılmazsa işçi affedilmiş, işverende bu yetkisini kullanmaktan vazgeçmiş sayılır. Başka bir deyişle, bu süreler içinde fesih yoluna gitmeyen işçi ya da işverenin feshi, haklı bir feshin sonuçlarını doğurmaz.

Altı iş günlük süre işçi ya da işverenin haklı feshe sebep olan olayı öğrendiği günden itibaren işlemeye başlar. Olayı öğrenme günü sayılmaz ve takip eden iş günleri sayılarak altıncı günün bitiminde haklı fesih yetkisi sona erer. İşverenin tüzel kişi olması durumunda altı iş günlük süre feshe yetkili merciin öğrendiği günden başlar. Bu konuda müfettiş soruşturması yapılması, olayın disiplin kurulunca görüşülmesi süreyi başlatmaz. Olayın feshe yetkili kişi ya da kurula intikal ettirildiği gün altı iş günlük sürenin başlangıcını oluşturur. Bir yıllık süre ise her durumda olayın gerçekleştiği günden başlar[3].

Nitekim Yargıtay’a göre, “Mahkemece, davacının iş sözleşmesinin, işyerinde esrar içmesi sebebiyle ancak altı iş günlük süre geçtikten sonra feshedildiği gerekçesiyle, davacının ihbar ve kıdem tazminatı alacakları hüküm altına alınmış ise de, karar dosya içeriğine uygun düşmemektedir. Somut olayda, işveren tarafından 10.11.2011 tarihinde, işçinin, işyerinde esrar içtiğinin öğrenilmesi üzerine, 11.11.2011 tarihinde savunması alınan davacı eylemi kabul etmiştir. Bunun üzerine, davacının iş sözleşmesi 14.11.2011 tarihinde feshedilmiştir. Şu halde, iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayandığı gibi fesih de 4857 sayılı Kanun’un 25/II. maddesinde ifade edilen altı iş günlük süre içinde yapılmıştır. Bu anlamda, kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir”[4].

Sonuç olarak, işçinin işyerinde hırsızlık yaptığını on bir ay sonra öğrenen işveren, bir yılı geçirmeden ve olayı öğrendiği günden itibaren altı iş günü içinde iş sözleşmesini bildirimsiz olarak feshetmek zorundadır. Çünkü fesih hakkının kullanılması için düzenlenen altı iş günlük ve bir yıllık süreler hak düşürücü sürelerdir. Bu süreler dolduktan sonra bildirimsiz fesih hakkı kullanılamaz.

LÜTFİ İNCİROĞLU

[1] SÜMER, Haluk Hadi, İş Hukuku 25. Baskı, Ankara 2020.

[2] İNCİROĞLU, Lütfi ,Sorulu Cevaplı İş Hukuku Uygulaması, 4. Baskı, İstanbul 2019.

[3] Y22HD.18.5.2017 T., E.2017/8551, K.2017/11484 Legalbank.

[4] Y22HD.11.2.2014 T., E.2013/3418, K.2014/2098 Legalbank.